VERGİ HUKUKUNDA HÜKÜMSÜZ TASARRUFLAR
Muhsin KOÇAK
Hukukçu Mali Müşavir
GİRİŞ
Tasarrufun iptaline ilişkin hükümler, gerek 2004 sayılı İİK ve gerekse 6183 sayılı AATUHK düzenlemelerinde yer almıştır, ancak bazı ayrık hü-kümler mevcut ise de her iki kanunda paralel düzenlemelere yer verilmiştir. Konunun iyi anlaşılması ve tartışma yaratan boşlukların neler olduğu ba-kımından, uygulamada tatbik edilen hükümlerin getirdikleri sonuçlarla bir-likte her iki kanunda yer alan düzenlemelerin ayrı ayrı yorumlanmasına ihtiyaç vardır.
Bu nedenle öncelikle 2004 Sayılı İİK’nındaki hükümler ve daha sonra 6183 sayılı kanun düzenlemesinde yar alan hükümlerin neler olduğuna bakmak gerekmektedir.
A. 2004 Sayılı İİK’da Yer Alan Hükümler
Özel hukukta tasarrufların iptaline ilişkin hükümlerin yer aldığı 2004 sayılı İİK. 277/I maddesinde iptale konu olacak davanın, İİK. 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı tasarruflar nedeniyle açılabileceğine ilişkin dü-zenlemelere yer verilmiştir.
2004 sayılı İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde yer alan hükümler genel nitelikli hükümler olmakla birlikte vergi hukukunun kıyas yasağı ilkesi de göz önünde bulundurulmak suretiyle her ne kadar vergi icra hu-kuku bakımından bu özel hukuk kurallarına atıf yapılan hükümler söz ko-nusu ve her iki kanun hükümleri bazı farklılıklar içeriyor ise de paralel yükümlülükler içermektedir.
Bu bağlamda özel hukuk ve genel hükümler çerçevesinde yer alan ka-nun hükümleri göz önünde bulundurularak borçlunun mallarının borcuna kifayetsizliğinin tespitinde ve hatta muaccel hale gelmeden önce de bazı özel şartların tespiti ile hükümsüzlük içerecek tasarrufların usul ve esasları-na yer verilmiştir. Bu nedenle ilk önce 2004 sayılı İİK’nın da yer alan ve hükümsüz sayılan tasarrufların neler olduğunun tespiti gerekir. Bu bağlam-da, öncelikli olarak İİK’da yer alan düzenlemelerde;
1- 2004 sayılı İİK 277’nci Maddesinde yer alan tasarruflar sözcüğünün doktrinde hatalı olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda, borçlunun İİK. 277 maddesindeki anlamı itibari ile iptal edilebilen tasarrufları sadece malvarlığındaki bir hakka doğrudan etki yapmak suretiyle, o hakkı başka-sına nakleden veya sınırlayan, külfet yükleyen veya değiştiren ya da sona erdiren hukuki işlemler olarak tanımlanan tasarruf işlemlerinden ibaret bulunmadığı gibi, tasarruf işlemlerinin ancak bir bölüm olarak dahil olduğu ve doktrinde hukuki bir sonuç doğurmak üzere yapılan irade beyanları olarak tanımlanan hukuki işlemlerden de oluşmamaktadır.
Bu maddede yer alan düzenleme hükmü gereğince iptali söz konusu tasarruflar, hukuki işlem kavramından daha geniş, onu da içeren ve dokt-rinde kendisine hukuk düzeni içerisinde hukuki bir sonuç bağlanmış olan beşeri fiilleri olarak tanımlanmış, hukuki fiillerin bir bütünü olarak kabul görmektedir.
Sonuç olarak kaynak yasanın Almanca metninde, bu konuda tasarruf değil hukukî fiil kavramına dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda, İİK. 277 ve devamı maddelerinde bahsi geçen tasarruf kavramını, hukuki işlemleri, hukuki fiilleri de içermesi suretiyle, en geniş anlamıyla kabul etmek gere-kir Örneğin,
1. Borçlunun protosto çekmemesi,
2. Haksız bir ödeme emrine itiraz etmemesi,
3. Zamanaşımı def’inde bulunmaması,
4. Davayı kabul etmesi,
5. Davadan feragat etmesi,
6. Yeminden çekinmesi,
7. Kanun yoluna başvurmaktan kaçınması,
gibi işlemler hukukî işlem olmadığı halde birer hukuki fiil sayılır ve ip-tal davasına konu edilebilirler
Nitekim, İsviçre Federal Mahkemesi borçlunun anlaşmalı olarak hakkında icra takibine geçen alacaklının yaptığı takibe itiraz etmemesi yani itirazdan kaçınması halinde, bu davranışa karşı, asıl alacaklıların iptal da-vası açabileceğine karar vermiştir.
Yargıtay da, borçlunun muvazaalı bir şekilde kardeşine borçlanıp ken-disi hakkında takip yaptırıp, taşınmazlarını haciz ettirmesi işleminin, iptal davasına konu edilebileceğini kabul etmiştir.
Bu bağlamda, borçlunun gerek dava dışındaki, gerek sulh, feragat, ka-bul gibi icra takibi içindeki en geniş anlamı ile hukuki işlemlerinin tamamı iptal davasına konu olabilecektir Kısaca borçlunun; alacaklıları aleyhine malvarlığını azaltıcı nitelik taşıyan her türlü hukuki işlemleri, iptal davasına konu edilebilirler.
İptal davasına konu olan işlemler maddi hukuk bakımından tamamen geçerli olan ve alacaklıları zarara uğratan işlemlerdir. Örneğin,
1. borçlunun tapuda geçerli bir şekilde yaptığı satış işleminin,
2. ipotek işleminin, noterde düzenlediği adi ortaklığın feshine ilişkin sözleşmenin,
3. tapuya şerh verilerek güçlendirilmiş taşınmaz satış vaadi sözleşmesi-nin,
4. kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen şerhlerin,
5. ölünceye kadar bakma sözleşmesinin
6. alacağın temliki işleminin,
7. bir taşınır ya da taşınmaz malın başkasına bağışlamasının,
8. borç ikrarında bulunmasının,
9. ticari işletmesini üçüncü bir kişiye devretmesi’nin sebepleri bu hüküm-ler çerçevesinde olması durumunda, iptal davası açılabilir.
bu bağlamda iptaline ilişkin davanın seyri ve sonuçları bakımından, Maddi hukuk açısından hükümsüz olan işlemler hakkında, iptal davası açılmasına ihtiyaç duyulmaz zira, bu gibi durumlarda, tasarruf konusu mal ya da hak, borçlunun malvarlığından çıkmamış sayılmaktadır. Hükümsüz olan bu tasarrufa dayanarak, üçüncü kişinin istihkak davası açması halinde alacaklı savunma yoluyla hükümsüzlük iddiasını ileri sürebilecektir.
Buna karşın, alacaklı ya da iflâs idaresinin, üçüncü kişiye karşı açtığı istihkak davasında, alacaklı ya da iflâs idaresinin, üçüncü kişinin o malı hükümsüz sayılacak bir tasarruf sonucunda ele geçirdiğini ve bu nedenle, malın borçluya ait olduğunu kanıtlaması gerekir.
Burada tek amaç, alacaklılarına zarar amacı güden borçlunun tasarruf-larına karşı alacaklıları korumaktadır. Bu amaç, istihkak davalarında, borçlu ile üçüncü kişi arasında yapılan tasarruflara ilişkin hukuki işlemleri hükümsüz kılmaya yöneliktir, malın borçlunun malvarlığından çıkmadığı, iptal davasında da, borçlu ile üçüncü kişi arasındaki tasarrufun geçerli ol-duğu, malın böylece borçludan üçüncü kişinin malvarlığına geçtiği ancak, bu tasarrufun İİK. 278 ve devamı maddelerindeki düzenleme hükümlerine göre iptale konu olduğu, bu nedenle davacı alacaklının mal borçlunun mal-varlığındaymış gibi, cebri icra yolu ile, o malın bedelinden alacağını almak yetkisine sahip olduğu iddia edilerek sonuca ulaşılır. Sonuca ulaşmayı sağlayan karinelerin sağlam, güvenilir ve kanaat hasıl edici olması gerekir.
• Takip hukuku bakımından hükümsüz olan işlemler hakkında iptal davası açılmasına gerek yoktur, zira bu durumda, tasarruf konusu mal ya da hak, borçlunun malvarlığından çıkmış olduğu kabul edilme-mektedir.
• Muvazaalı işlemler (BK. Md. 18) hakkında iptal davası açılmasına gerek olup olmadığı doktrinde tartışmalıdır. Bu konuda iptal davası açılmasına gerek bulunmadığını ileri sürenler bulunduğu gibi, iptal da-vası açılabileceğini kabul edenler de vardır .
Muvazaalı işlemler hakkında iptal davası açılmasına gerek bulunmadı-ğını ileri sürenlere göre İİK. 277 ve devamı madde hükümlerine göre iptal davasına konu olan tasarruflar geçerli tasarruflardır.
İşlemin muvazaalı olması halinde, işlem konusu menkul ya da gayri-menkul malların mülkiyeti borçlu ile işlemde bulunan üçüncü kişiye geç-memiş sayıldığından, iptal davası açılamaz, şeklen üçüncü kişinin elinde görünen değerler oysa borçlunun varlığıdır, örneğin ; bu teoriye dayandırı-lan hükümsüz bir tasarrufa konu aracın veya taşınmazın alacaklı tarafından iptalinin istenmesine gerek olmadan haciz ve satışının istenmesi gerekir.
Muvazaalı işlemler her hangi bir şekilde hukuki sonuç doğurmazlar ve bu nedenle de iptal davasına değil istihkak davasına konu yapılabilir. Şayet, muvazaalı tasarrufa konu edilmiş olan mal, borçlunun elinde bulun-duğu için üçüncü kişi, istihkak davası açarak malın kendisine ait olduğu-nu ileri sürerse, alacaklı veya iflas masası, muvazaa iddiasını tıpkı hüküm-süzlük iddiası gibi davaya vereceği cevapta ileri sürebilir.
Eğer mal üçüncü kişinin elinde bulunduğu için alacaklı ya da iflas masası, üçüncü kişiye karşı istihkak davası açmak zorunda kalmışsa, bu davada alacaklı veya iflas masasının üçüncü kişinin, o malı muvazaalı bir işlem sonucunda ele geçirdiğini ileri sürmesi ve bunu kanıtlaması gerekir. Bir işlemin muvazaalı olmasından dolayı iptali, BK’ nun 18. Maddesinde yer alan düzenleme hükümleri ile mümkündür.
Zira, muvazaada, malvarlığı devri anlaşmalı (hileli) ve bu hali ile de devir gerçekten arzu edilmiş değildir. Bu nedenle de, İİK. 277 ve devamın-da yer alan hükümlerin uygulanmasına gerek yoktur. Burada, İİK. 277 ve devamında yer alan hükümlerinin uygulanamamasının sebebi, muvazaalı işlemler ile borçlu malvarlığı dışına çıkarılmış gibi görünen malların, yine borçlunun malvarlığında kalmış olması ve bu nedenle de alacaklıların mü-dahale alanı dışına çıkarılmamış olmasıdır. Bu bakımdan, muvazaa iddiası ile tasarrufun iptali davasının bir arada bulunması veya görülmesi söz ko-nusu olmamakla birlik de mümkün de değildir.
Muvazaalı işlemler hakkında iptal davası açılabileceğini kabul edenlere göre borçlunun muvazaalı tasarrufları hakkında İİK. İİK. 277 ve deva-mında yer alan hükümlerine göre iptal davası ya da BK. 18’inci maddesin-deki hükme göre muvazaalı işlemin hükümsüzlüğünün tespiti için dava açılabilir.
Muvazaanın, iptal davasını devre dışı bıraktığı kabul edilecek olursa, İİK’nun 277 ve devamında yer alan hükümlerde öngörülen iptal davasının hiçbir pratik önemi kalmamış olur ve bu yorum şekli, borçlu ile borçlunun mal kaçırma kastine katılan kötü niyetli üçüncü kişileri koruyucu bir sonuç doğuracağından hukuk mantığı ile de bağdaşmayacaktır.
Muvazaa müessesesi, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ger-çek durumu onlardan gizlemek/saklamak suretiyle kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka ifade ile, muvazaa; açıklanan irade beyanlarının gerçek amaçla-rına uymadıklarını bildikleri halde, anlaşmalarını kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hali veya tarafla-rın üçüncü kişiler aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğindeki işlemlerin varlığı kabul edilmektedir.
Bu tanımlardan da anlaşıldığı gibi, muvazaalı hukuki bir işlemden söz edebilmek için;
a) Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uy-gunsuzluk,
b) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti,
c) Taraflar arasında gizli işlemi kapsayan bir muvazaa sözleşmesi bulun-malıdır.
Tüm muvazaalı işlemlerde;
• Üçüncü kişileri aldatmak için yapılmış görünürdeki işlem,
• Görünürdeki işlemin taraflar arasında hüküm ifade etmeyeceğini tespit eden muvazaa anlaşması bulunur.
Bu öğeleri barındıran muvazaa, mutlak muvazaa olarak tanımlamakta-dır. Bu muvazaa işleminde taraflar aralarında hukuki işlem yapmadıkları halde üçüncü kişileri yanıltmak ve onlara karşı bir işlem yapmış gibi gö-rünmek amacı ile görünüşte bir işlem yapmış görünümü kazandırmaya ça-lışmışlardır.
Örneğin; alacaklıların icra takibinden kurtulmak için, bir borçlu, malla-rını bir yakınına devreder ve bu devrin gerçekte aralarında hiç bir hukukî sonuç doğurmayacağı borçlu ile yakını olan kişi arasında kararlaştırılırsa mutlak muvazaa söz konusu olur .
Şayet, taraflar arasında yaptıkları bir işlemi, kendi gerçek iradelerine uymayan ve sırf üçüncü kişileri aldatmak için yaptıkları başka bir işlemin altına gizlemişlerse, bu tür muvazaaya nisbi muvazaa denilir
Bu muvazaa türünde, görünürdeki işlem ve muvazaa anlaşması yanın-da ayrıca tarafların gerçek iradelerine uygun bir gizli işlem söz konusudur. Örneğin; taraflar gerçekte bağışlama yapmak istedikleri halde, bunu satış sözleşmesi biçiminde yapmaları durumunda görünürdeki işlem satış olduğu halde, gizli işlem bağışlamadır.
Tarafların üçüncü kişileri aldatmak için, muvazaalı yaptıkları görünür-deki işlemin bu konuda Borçlar Kanununda açık bir hüküm olmamakla birlikte hükümsüz olduğu gerek doktrin ve gerekse Yargıtay tarafından öteden beri duraksamaya yer bırakmadan kabul edilmektedir.
Hükümsüzlüğün nedeni, taraflarca açıklanan beyanların, onların ger-çek iradelerine uymaması, bir başka ifade ile bu beyanları irade beyanı değidir. Görünürdeki işlemin hükümsüzlüğü taraflarca ileri sürülebileceği gibi, bunu ileri sürmede hukuki yararı bulunan üçüncü şahıslar da ileri sü-rülebilir. Muvazaa iddialarında Hakim de, bu hususu kendiliğinden dikkate alır.
Ayrıca, muvazaa iddiası, taraflarca herkese karşı ileri sürülebilir. An-cak;
a) BK. 18/II maddesinde yer alan düzenleme uyarınca, yazılı borç ikrarı-na dayanarak muvazaalı alacağı iktisap etmiş olan iyi niyetli (MK.Md. 3) üçüncü kişilere karşı borçlu; muvazaa iddiasında bulunamaz.
b) Muvazaalı bir sözleşme yapılmış ise bu sözleşmeye dayalı bir malı devralan kimse, emin sıfatıyla zilyet durumunda olduğundan, ondan iyi niyetle o malı satın alan kimsenin iktisabı kanun hükümlerince ko-runur (MK. Md. 990) ve ona karşı muvazaa iddiasında bulunulamaz.
c) Muvazaalı sözleşme ile mülkiyeti devredilen bir taşınmaz ise, görünür-de malik lehine olan tapu kaydına, iyi niyetle güvenerek, ondan o ta-şınmazı satın alan kimsenin bu iktisabı korunur (MK. Md. 1023) ve ona karşı muvazaa iddiası ileri sürülemez.
Görünürdeki işlemin hükümsüzlüğü taraflarca ve üçüncü şahıslarca def’i olarak ileri sürülebileceği gibi bu hususta taraflarca ve üçüncü şa-hıslarca bir dava da açılabilir Bu davada, yapılan görünürdeki işlemin, muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunun tespiti istenir. Bu dava aynı za-manda hukukî niteliği bakımından bir menfi tespit davası niteliğimdedir.
Görünürdeki muvazaalı işlem, belirtilen şekilde hükümsüz olur ve be-lirtilen sonuçları doğururken de, görünürdeki işlemin altında saklı bir işlem varsa, yani, bir nisbi muvazaa söz konusu ise bu gizli işlem, tarafların ger-çek iradelerine uygun olduğu için, genel ve şekil koşulları yerine getirilerek yapılmış ise o zaman geçerli olur.
Önem taşıdığı için niteliği itibari ile belirtilmeye çalışılan muvazaalı iş-lemler hakkında, İİK. 277 ve devamı maddelerine göre iptal davası açıla-mayacağı doktrinde genellikle belirtilmesine rağmen, Yargıtay’ın bu ko-nudaki içtihatlarındaki muvazaalı işlemler hakkında iptal davası açılabile-ceği kabul görmüştür.
Yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu ileri sürebil-mek için açılan tespit davası ile iptal davasının güttükleri amaçları bakı-mından birbirlerine yaklaştıkları söylense de, nitelikleri ve koşulları ile do-ğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar.
İptal davasında, borçlunun tasarruf işlemlerinden zarar gören ve elinde aciz vesikası bulunan alacaklılar tarafından açılabilir. Ancak, iptal davası, borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işlemlerinin davacı bakı-mından hükümsüz olduğunu tespit ettirmek için açıldığı halde, muvazaa davasında, borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespitine yönelik bir istemdir.
İptal davası, aynî olmayıp kişisel şahsi bir davadır, muvazaa davası ise ayni bir davadır ve sonunda muvazaa kanıtlanırsa, dava konusu mal, borç-lunun malvarlığından hiç çıkmamış olarak kabul edilir ve elde edilebilir hale gelir . Şayet muvazaa konusu bir taşınmaz varlık ise bur durumda taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında, hakim ayrıca tapu kaydının da borçlu adına düzeltilmesine karar verir.
Muvazaa iddiası zamanaşımına bağlı değildir, her zaman ileri sürebi-lir. İptal davası ise, tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir (İİK. Md. 284).
Muvazaalı tasarrufun hangi tarihte yapıldığı önem taşımaz ve bu ne-denle; az önce belirttiğimiz gibi her zaman muvazaa iddiasının ileri sürüle-bilmesine rağmen; iptal konusu tasarrufun İİK. 277 ve devamındaki madde hükümlerine göre iptal davası sonucunda iptal edilebilmesi için, alacaklının alacağının doğumundan sonra yapılmış olması öteden beri Yargıtay’ın yer-leşmiş içtihatları ile istenmektedir.
Bu açıklamalar doğrultusunda Borçlunun muvazaalı bir işlemde bulun-duğunu öğrenen alacaklı, dilerse İİK. 277 ve devamı madde hükümlerin-deki düzenlemeye göre iptal davası dilerse BK. 18’inci maddesine göre muvazaa davası (daha doğrusu, yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hü-kümsüz olduğu konusunda tespit davası) açabilir.
Alacaklının, muvazaalı işlem hakkında iptal davası açamayıp da, mu-vazaa davası açması gerektiğini savunmak, teoride hukuki normlara uygun olmakla beraber, özellikle, muvazaa davalarında, muvazaa iddiasının ispatı konusunda alacaklılar çok zor durumla karşılaşabilirler . Bu bağlamda, muvazaanın üçüncü kişilerce ispatında yazılı delile gerek yok ve bu konu-da tanık dinletilebilir ise de alacaklı, muvazaa iddiasını kanıtlayabilmek için tanık beyanından da yararlanmak istemeyebilir.
Oysa ki, iptal davasında alacaklı, borçlunun muvazaalı işlemi hakkında tanık dinletmeden de dava konusu işlemin, kanunun öngördüğü belirli kim-seler arasında veya belirli süreler içinde yapılmış olduğunu (İİK. Md 278, 279, 280) kanıtlamak suretiyle kendi yararına, tasarrufun iptali konusunda dava açabilir
Alacaklı, muvazaayı her türlü kanıtla ispat edebilecek durumda ise, muvazaa davası açabileceği gibi, iptal davası da açabilir. Ancak, iptal dava-sı süreye bağlı olduğundan (İİK. Md. 284) şayet alacaklı, bu süreyi geçir-mişse ya da iptal davasına konu ettiği tasarruf, İİK. 278, 279 ve 280’ mad-delerindeki bir ve iki yıllık sürelerden daha önce yapılmışsa, davacı alacak-lının muvazaa davası açması gerekir. Çünkü, bu dava, zamanaşımına bağlı olmadığından, her zaman açılabilir
Eğer alacaklı, açtığı muvazaa davasını kazanırsa, mahkemeden alacağı ilamı, icra dairesine sunarak, dava konusu taşınmazın borçlunun borcun-dan dolayı haczedilmesini isteyebilir. Ayrıca bunun için iptal davası açma-sına gerek yoktur
Bu açıklamalar doğrultusunda, alacaklının, borçlunun yaptığı muvazaa-lı tasarrufun iptalini isteyebilmesine karşı çıkmamak gerekir. Aksi takdirde, muvazaalı, dolayısı ile hükümsüz ve hiç bir hukukî sonuç doğurmamış olan bir işlemin iptali istenemez gerekçesiyle, alacaklıların bu dava hakkın-dan yararlanamayacakları ileri sürülürse, borçluların uygulamada sık sık başvurdukları pek çok muvazaalı işlemlere göz yumulması gerekir.
Örneğin ; borçlu, alacaklılarının muhtemel icra takibinden etkilenme-mek ve mallarının haczini önlemek için, bir yakınına muvazaalı olarak borç senedi verip, maaşına haciz koydurursa ya da bir taşınmazı üzerine muvazaalı borç kabulünde bulunup ipotek kurdurursa, gerçek alacaklıları bu tasarrufların muvazaalı olduğunu nasıl kanıtlayacaklardır ? İşte bu gibi durumlarda alacaklıların, iptal davası açmalarına gerek yoktur, zira ortada geçerli bir tasarruftan söz etmek mümkün değildir, muvazaa davası açmala-rı durumunda ise, muvazaanın ispatı konusundaki güçlük, hatta ve belki de imkansızlık nedeniyle, borçluların kötü niyetli davranışı ödüllendirilmiş olacaktır.
Oysa, bu gibi durumlarda borçlulara iptal davası açma olanağı da ta-nınmış olsa, alacaklılar hiç olmazsa, İİK. 278-280’inci maddelerde yer alan hükümlerde öngörülen durumların varlığını örneğin; borçlu ile işlemde bu-lunan kimsenin, borçlunun İİK. 278/III-1’nci maddede öngörülen akraba ya da evlatlığı olduğunu veya kurulan ipoteğin İİK. 279/III-1’maddesindeki bir yıllık süre içinde kurulmuş olduğunu kanıtlamak suretiyle, borçlunun muvazaalı olarak yaptığı tasarrufu iptal ettirerek, bu tasarruftan etkilenme-meleri sağlanmış olacaktır.
Kısaca belirtmek gerekirse muvazaalı tasarruflar hiçbir hüküm ifade etmezler, bu işleme konu mal ve alacaklar borçlunun malvarlığı dışına çıkmamış sayıldığından alacaklı bunları haczettirip, sattırarak gerekirse istihkak davası açarak alacağına kavuşabilir şeklinde düşülürse; borçlu tarafından muvazaalı olarak başkasına devredilmiş taşınmaz ya da sicile kayıtlı taşınırlar hakkında alacaklının yapılan devir ya da ipotek işlemini yok sayarak haciz ve satış işlemini yürütmesi teknik olarak elbette zordur.
Sonuç itibari ile, borçlunun malvarlığını azaltmak (mal kaçırmak) ama-cıyla yaptığı muvazaalı işlemlerden zarar gören alacaklı dilerse özel hüküm niteliğindeki İİK 277 ve devamı maddelerde yer alan düzenlemelere göre iptal davası ya da isterse genel hüküm niteliğindeki BK 18’nci maddesinde yar alan düzenlemeye göre muvazaa davası açabilir
İİK 277 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş iptal davası, genel hü-küm lere göre muvazaa davasının açılmasını önlemez. Ayrıca alacaklı bu konuda mahkemede kademeli dava da açabilir.
Bir başka ifade ile; borçlunun mal kaçırmak amacıyla yaptığı tasarruf-lardan zarar gören alacaklı, açtığı davada önce işlemin muvazaalı olduğu-nun tespiti ile buna göre hüküm kurulmasını (yani borçlunun yaptığı işle-min hükümsüzlüğünün, hiç yapılmamış olduğunun tespitini), bu iddiasının kabul edilmemesi halinde ise İİK. 277ve devamı madde hükümlerine göre tasarrufun iptaline karar verilmesini talep edebilir.
Veya önce İİK 277 ve devamı madde hükümlerine göre tasarrufun ip-talini, bu kabul edilmediği taktirde muvazaa nedeniyle hükümsüzlüğün tespitine karar verilmesini isteyebilir. Davacı birinci seçenekte ispat yükü-nün gereğini yerine getirmeme ihtimalini dikkate alarak, ikinci seçenekte ise iptal sebeplerine ilişkin objektif koşulların gerçekleşmeme ihtimali ne-deniyle terditli (kademeli) dava talebinde bulunabilir
Doktrinde bu davaların birbirinden farklı olmaları nedeniyle, aynı anda ayrı ayrı dava açılarak görülebileceği, bu durumda derdestlik itirazın-da bulunulamayacağı ve davalardan birisinde verilen kararın diğeri için kesin hüküm ifade etmeyeceği ancak, muvazaa davası sonuçlanıp karar kesinleşmesi durumunda, iptal davasının konusuz kalacağı kabul edilmiş-tir .
Mahkemeler tarafından İİK. 277 ve devamı maddelerinde yer alan hü-kümlere dayanılarak açılan davalar sonucunda verdikleri kararlar, yakın zamana kadar temyizen Yargıtay 15. Hukuk Dairesi tarafından incelen-mekteyken 1.2.2007 tarihli Yargıtay Başkanlar Kurulu Kararı ile 29.1.2007 tarihinden itibaren Yargıtay 17. Hukuk Dairesi tarafından incelenmeye başlanmıştır
Bu konuda; Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, bu konudaki içtihatlarında;
• Cironun muvazaaya dayalı olduğunun, iptal davasına konu yapılabile-ceğini
• Borçlunun yaptığı temlik işleminin muvazaaya dayandığı ileri sürülerek iptal davası açılabileceğini
• Muvazaalı borç ikrarlarının, iptal davasına konu edilebileceğini
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi,
• Muvazaalı borç ikrarının (borçlanmanın) iptal davasına konu olabile-ceğini
• Muvazaalı taşınmaz devir işlemi hakkında iptal davası açılabileceğini belirtilmişken ;
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, bu konudaki içtihatlarının bir kısmında muvazaalı işlemler hakkında iptal davası açılabileceğini bir kısmında ise iptal davasının geçerli tasarruflar için söz konusu olabileceğini, muvazaalı tasarruflar için iptal davası açılamayacağın aşağıda sunulduğu şekilde be-lirtmiştir .
• Muvazaalı borç ikrarı ve takip hakkında İİK’nun 277 vd. göre iptal da-vası açılabileceğini
• Borçlunun muvazaalı olarak diğer davalı üçüncü kişiye borçlandığı ile-ri sürülerek, bu borç senedinin iptali istemiyle İİK. 277 vd. göre dava açılabileceğini
• Muvazaalı işlemler hakkında iptal davası açılabileceğini
• Borçlunun ‘muvazaalı olarak kardeşine borçlanıp, kendisi hakkında takip yaptırıp taşınmazlarını haciz ettirmesi’ işleminin iptal davasına konu edilebileceğini
• Tasarrufun iptali davalarının kanun uyarınca geçerli tasarruflar için söz konusu olabileceğini, başka bir deyişle muvazaalı olmayan, geçerli sa-tışların tasarrufun iptali davasının konusunu teşkil edebileceğini
• İİK. 277 vd. göre iptal davası açma hakkının, genel hükümlere göre (BK. 18) muvazaa davası açılmasını engellemeyeceğini belirtmiştir.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, bu konudaki içtihatlarında ;
• Muvazaa eylemine dayalı iptal davaları ile İİK. 277 vd. dayalı iptal da-vaları arasında sadece güttükleri amaç bakımından bir benzerlik bu-lunmadığı;
• İİK. 277 devamı madde hükümlerine dayalı iptal davalarının borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış olan bazı tasarrufların hükümsüz kı-lınması için açıldığı, buna karşın muvazaa davalarının ise alacaklı ve borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğu-nu tespit ettirmeyi amaçladığı, bu tür davaların dinlenebilmesi için da-vacının icra takibine geçmesine ve aciz belgesi almasına gerek bulun-madığı sadece davacının, danışıklı (muvazaalı) işlemde bulunmuş olan kişide bir alacağının bulunmasının yeterli olduğu,
• İİK’nun 277 vd. maddelerinde düzenlenmiş olan iptal davası açma hakkının, davacının genel hükümlere (BK. 18) dayanarak muvazaa davasını açmasına engel teşkil etmediği,
• Davacının muvazaa iddiasını kanıtlaması durumunda, iddianın dava konusu taşınmazın aynına ilişkin olmayıp, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu gözetilerek, dava sonucunda İİK’nun 283/I. maddesinin benzetme yoluyla (kıyasen) uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksı-zın davacının taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesi yönünde hü-küm kurulması gerekeceğini
• Alacaklının dilerse BK’nun 18. maddesine göre, dilerse İİK’nun 277 vd. göre ‘muvazaa sebebiyle’ iptal davası açabileceğini; HUMK’nun 76. maddesine göre ‘bir davada ileri sürülen maddi olgu ve bulgulara göre yasa maddelerini bulmak ve davanın hukuki nitelendirmesi yap-manın hakimin doğrudan görevi olduğunu
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi bu konudaki içtihatlarında;
• Muvazaalı icra takibinin iptali için iptal davası açılabileceğini
• İİK. 277 vd. göre tasarrufun iptali davası açılabilmesi için, davacının davalıdaki alacağından dolayı yaptığı icra takibinin kesinleşmiş olması ve bu takipler sonucu alacaklının aciz belgesine dayanması gerekirse de, davacı alacaklı tarafından açılmış veya açılacak alacak tazminat davasını sonuçsuz bırakmak amacı ile kötü niyetli borçlu davalı ile di-ğer davalı üçüncü kişi arasında yapılmış olan danışıklı mal kaçırmaya yönelik hukuki işlemlerin iptali için de BK. 18’e dayalı olarak iptal da-vası açılabileceğini, bu davanın dinlenebilmesi için, davacı alacaklının ayrıca aciz belgesi ibraz etmesine gerek bulunmadığını
• Muvazaanın tarafların, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmaları olduğunu, muvazaa iddiasının her zaman ileri sürülebileceğini (bu durumda za-manaşımının söz konusu olmayacağını)
• Danışıklı işlem (BK. 18) nedeniyle, hakları zarara uğratılan üçüncü ki-şilerin, bu danışıklı işlemin geçersizliğini ileri sürebileceklerini, çünkü danışıklı bir hukuki işlemin onlara karşı işlenmiş bir haksız fiil niteli-ğinde olduğu, desteklerini öldüren davalının ya da trafik kazasında ya-ralanmasına neden olan davalının veya boşanma davasına bağlı olarak açılan maddi/veya manevi tazminat davalarında, boşandığı eşinin diğer davalıya kendilerine tazminat ödememek için yaptığı danışıklı satış iş-leminin iptali istemiyle davacılar tarafından açılan iptal davasında, da-vacıların açtıkları tazminat (ya da ceza) davasının sonucunun bekle-nilmeden, davacıların davalıdan ne kadar alacaklı olduğu belirlenme-den, iptal davasının sonuçlandırılamayacağını
• Davacı alacaklı tarafından kendisine borçlu olan davalı ile diğer davalı üçüncü kişi arasındaki işlemin, danışıklı olduğu, kendisini alacağından yoksun bırakmak amacıyla yapılmış olduğu ileri sürülerek BK. 18’e dayanılarak iptal davası açılabileceğini, bu davanın dinlenebilmesi için, davacı alacaklının ayrıca aciz belgesine dayanmak zorunda olmadığı, davadan muvazaanın varlığının anlaşılması halinde, İİK. 283/1’e göre iptal ve tescil olmaksızın taşınmazın haciz ve satışının istenebileceğine karar verilmesi gerekeceğini
• Muvazaalı işlemler (haciz, satış, ipotek vs.) hakkında iptal davası aça-bileceğini
• 18 yaşını henüz doldurmuş birinin, satın alma tarihine çok yakın tarih-lerde yapılmış olan kira sözleşmeleriyle gelir sağlayacağının ve bu ge-lirle 4.865.- TL bedelle taşınmaz satın alacağının kabulünün hayatın olağan akışına ters düşeceğinden, davacının, davalı borçlu hakkında, alacağının tahsili için yaptığı icra takibinden sonra, davalı borçlu ile di-ğer davalı kızı arasındaki satışın muvazaalı olduğu sonucuna varılarak açılan iptal davasının kabulü doğrultusunda karar verilmesi gerekece-ğini
• Alacaklı sıfatı ile borçlu ve onunla işlemde bulunan 3. kişi aleyhine açılan borçlunun 3. kişiyle yaptığı muvazaalı satış işleminin iptali da-vasında, icra takibinin kesinleşmesi yeterli olmayıp aynı zamanda takip konusu alacağında kesinleşmesi gerekeceğinden, borçlu tarafından ala-caklıya karşı açılıp devam eden olumsuz tespit davasının sonucunun, iptal davası için ‘bekletici mesele’ oluşturacağını belirtmiştir .
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun da bu konuda kesin bir tavır sergi-lemediğini özellikle kararların gerekçe bölümünde kimi zaman muvazaalı işlemler hakkında iptal davası açılabileceği kimi zaman ise iptal davasının geçerli tasarruflar için söz konusu olabileceğini, muvazaalı işlemlerin iptal davasına konu olamayacağını ifade ederek, bu konuda çelişkili kararlar vermiştir.
Hakkında aciz vesikası almadan iptal isteminde bulunarak amacına ko-laylıkla ulaşabileceği, bu davaların hem yasal dayanağının bulunmadığı hem de bu aşamada davacının henüz alacağı kesinleşmediği için dava aç-makta hukuki yararı bulunmadığı, ayrıca davacının asıl alacak ve tazminat davasını kaybetmesi halinde, davalıların (borçlu ve üçüncü kişilerin) tasar-ruf haklarının kısıtlanmış olmasından doğacak zararlarının kimin tarafından karşılanacağının bir sorun olarak ortaya çıkacağı ileri sürülmüştür.
B. Nam-ı Müstear ile Gizlenmiş Borçlu İşlemleri
Sözlük anlamı bir kişinin, sanat, edebiyat, ticaret hayatında yahut faa-liyette bulunduğu herhangi bir işte, kimliğini gizlemek için seçtiği ad olan ve uygulamada mehlas ya da takma ad da bilinen nam-ı müstear durumun-da, borçlu çeşitli nedenlerle alacaklılarından mal kaçırmak amacı ile kendi adını gizleyerek, yapmak istediği hukuki işlemi bir başkasına, kendi hesa-bına yaptırmasıdır.
Borçlunun adını gizleyerek, borçlu hesabına, ancak kendi adına hare-ket ederek üçüncü kişilerle işlemde bulunan bu kişi nam-ı müstear olarak tanımlanmaktadır.
Uygulamada, borçlunun gerçekte kendi adına satın almak üzere bede-lini ödediğini bir taşınmazı veya aracı, alacaklılarından kaçırmak amacı ile yakınları adına tescil ettirmiş olması halinde, tasarruf (hukukî işlem) dışarı-dan üçüncü kişiler arasında yapılmış görünmesine rağmen, gerçekte bedeli borçlunun malvarlığından çıkmış fakat karşılığı, borçlunun arkasına gizlen-diği kişinin malvarlığına girmiştir
Medeni Kanun ve Borçlar Kanununda bu kurumu düzenleyen açık bir hüküm bulunmamasına rağmen, gerek doktrinde ve gerekse aşağıda yer alacak olan Yargıtay içtihatlarında; nam-ı müstear iddialarının dinlenebilir olduğu kabul edilmektedir.
Kanımızca tüm nam-ı müstear vasıtasıyla işlem yapılan durumlarda İİK. 277 ve devamı madde hükümlerine göre iptal davası açılabilecektir.
Yargıtay, eski tarihli bir kararında borçlu kocanın, borcunu ödememek amacıyla kendisine ait (parasını ödeyerek/satın aldığı) aracı, trafikte karısı adına tescil ettirmesi olayının nam-ı müstear demek olduğunu, İİK. 277 vd. göre değil, BK. 18’e göre iptali gerekeceğini vurgulamışken daha sonraki kararlarında;
1. Borçlunun, hakkında yapılan icra takibini sonuçsuz bırakmak için ‘pa-rasını ödeyerek satın aldığı taşınmazı, kız kardeşi adına tescil ettirmesi’ işleminin iptal davasına konu olabileceğini
2. Bedeli borçlu tarafından ödenip tapu kaydı eşi adına oluşturulan ta-şınmaz hakkında açılan iptal davasının kabulü gerekeceğini
3. Borçlu tarafından parası ödenerek satın alınan ancak borçlunun isteği üzerine karısı adına tapuya tescil edilen taşınmaz hakkında iptal davası açılabileceğini, çünkü kocanın bu işleminin gerçekte karısı yararına yapılmış bağış niteliğini taşıyacağını
belirtmiştir.
Yukarıda yer alan açıklamalar doğrultusunda muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karsısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının tes-pit edilebilmesidir. (BK.Md.18). Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Ölün-ceye Kadar bakım sözleşmesinin muvazaa konusu edilip edilemeyeceğine ilişkin kararında; “Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetil-me koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur”. Şeklinde hükmünde, kurulan sözleşmedeki asıl amacın gerçek olup olmadığına işaret etmiştir.
C. Borçlandırıcı (İltizami) İşlemler
Bu işlemler için iptal davası açmaya gerek yoktur. Çünkü, borçlandırıcı işlemler sonucunda ayrıca tescil ya da teslim gibi tasarrufi işlem yapılma-dan mal borçlunun malvarlığından çıkmayacaktır bu nedenle iptal davası açılmasına gerek kalmadan, alacaklı o malı haczettirebilir ya da borçlunun iflâsı halinde o mal da iflâs masasına girer.
Bu konuda Yargıtay, borçlunun yaptığı satış vaadi hakkında iptal dava-sı açılamayacağını eğer satış vaadi tapuya şerh verilmişse, o zaman iptal davasına konu olabileceğini belirtmiştir.
f) Borçlunun haczedilmeyen (İİK. mad. 82) bir malını malvarlığından çıkarması
Borçlunun İİK 82 maddesi hükmü ile haczedilmezlik kapsamında alı-nan varlığını elden çıkarması durumunda bu varlık iptal davasına konu olamaz. Çünkü, borçlunun bu işleminden alacaklıları zarar görmüş değildir. Bir malın haczinin mümkün olup olmadığına karar verme yetkisi icra mah-kemesine ait olmakla birlikte (İİK. Md. 82) iptal davasında, iptali istenen tasarruf konusu mal ya da hakkın haczinin mümkün olup olmadığını, da-vaya bakan mahkeme karar verecektir
Ancak doktrinde ileri sürülen diğer bir görüşe göre ne lehine iptale tâbi tasarruf yapılmış olan üçüncü kişi ve ne de borçlu iptale tâbi tasarruf konusu malın haciz edilemeyeceğini ileri süremez. Çünkü, üçüncü kişi, alacaklı ile borçlu arasındaki icra takibinde taraf değildir.
Borçlu da; tasarruf konusu mal üçüncü kişinin mülkiyetine geçmiş ol-duğundan ve tasarrufun iptaline karar verilmesiyle borçlunun mülkiyetine geri dönmeyeceğinden, haczedilmezlik iddiasında bulunamaz.
Borçluya da üçüncü kişi bu hususu şikayet yolu ile icra mahkemesine bildiremeyeceği gibi, iptal davasında da mahkemede ileri süremezler.
Yargıtay da bu konudaki içtihatlarında;
1. Mesken niteliğindeki taşınmaza ilişkin borçlunun tasarrufunun iptaline karar verilmesi halinde, taşınmazın mülkiyeti borçluya dönmeyeceğin-den, borçlu tarafından bu taşınmaz hakkında haczedilmezlik şikayetin-de meskeniyet iddiasında bulunulamayacağını
2. Tasarrufun iptali davasını kazanan alacaklının, bu ilamı icra dosyasına koyarak, üçüncü kişi adına kayıtlı bulunan taşınmaza borçlusunun borcundan dolayı haciz koydurması üzerine, taşınmaz maliki üçüncü kişi tarafından icra takibine taraf olmadığı, takipte borçlu sıfatını taşı-madığı için haczedilmezlik şikayetinde bulunulamayacağını
• İptal davasına bakan mahkemenin dava konusu taşınmazın borçlunun meskeni olup olmadığını araştıramayacağını, borçlunun dava konusu taşınmazı diğer davalı üçüncü kişiye satmakla meskeniyet iddiasından vazgeçmiş sayılacağını kabul etmiştir.
3. Borçlunun kişilik haklarından olan ve aile hukukuna giren; boşanma, evlat edinme, nesebin tanınması gibi eylem ve işlemleri iptal davasına konu olamaz
4. Alacaklılarına zarar vermek amacı ile borçlunun kasten yaptığı ihmali işlemler de, iptal davasına konu olabilir . Örneğin; borçlunun kasten ödeme emrine itiraz etmemesi veya alacak davasında kasten zamana-şımı def’inde bulunmamış olması da iptal davasının konusuna girebilir.
Bu durumda, alacaklılar açtıkları iptal davasında, borçlunun alacaklıla-rına zarar vermek kastıyla hareket ettiğini ispat ederek, ödeme emrine iti-razda bulunulmuş veya zamanaşımı def’inde bulunulmuş gibi, haklarının saklı kalmasını talep edebilirler.
Bu talep üzerine, borçlunun ihmali işlemlerinin iptaline karar veren mahkeme, davacıların itiraz hakkını veya zamanaşımını kullanmalarına karar verebilir
1. İptal davası, borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastı ile yaptığı hukuki işlemlere yönelik olduğundan, borçlunun aleyhine açılan bir davada, karşı tarafla anlaşarak davayı kaybetmiş olması halinde, ala-caklıları, alınan mahkeme kararının hile nedeniyle iptalini sağlamak için İcra ve İflâs Kanununa göre bir iptal davası açamazlar Alacaklı-lar ancak, karara karşı yargılamanın iadesi yoluna (HUMK. mad. 446) başvurabilirler
2. Cebri icra yolu ile yapılan satışlar hakkında da iptal davası açılamaz Çünkü, ortada, borçlunun serbest iradesi ile yaptığı bir tasarruf söz ko-nusu değildir. Ancak borçlunun mal kaçırmak amacı ile üçüncü kişiler-le yaptığı tasarruflar iptal davasına (İİK. Md. 277 vd.) konu olabilir.
Bir başka ifade ile, cebri icra yolu ile yapılan satışlar, borçlu tarafından yapılmış bir tasarruf niteliğinde olmadığından iptal konusu edilmezler.
Bir tasarrufun İİK 277 devamı madde düzenleme hükümlerine göre ip-tal davasına konu olabilmesi için, alacaklının alacağının doğumundan sonra yapılmış olması gerekip gerekmediği üzerinde var olan tartışmalardır.
Doktrinde tartışmalı olan bu konuda ileri sürülen ve çoğunlukla da sa-vunulan görüşe göre bir tasarrufun iptal edilebilmesi için, alacaklının alacağının, dava konusu yapılan bu tasarruftan önce doğmuş olması gere-kir. Zira borçlunun tasarrufta bulunurken, tasarruf tarihinde mevcut olma-yan bir alacaklısına zarar vermek amacıyla hareket ettiği düşünülemez.
Alacaklı, borçlu ile hukuki işlemde bulunurken örneğin; ona borç ve-rirken ya da ona bir taşınır ya da taşınmazını satarken tasarruf tarihindeki durumunu dikkate alır.
Borçlunun mali durumu hakkında alacaklının gerekli araştırmayı yapa-rak, ona göre, borçlu ile işlemde bulunması gerekir. Basiretli bir kişi gibi gerekli araştırmayı yapmayan kimse bunun sonucuna da katlanır .
Başka bir ifade ile, alacaklı, borçlunun tasarruf tarihindeki mal varlığı-na güvenerek onunla işlem yaptığından, borcun doğum tarihinden önceki tasarruflar iptal davasına konu olamaz.
Diğer bir görüşe göre ise iptal davasının açılabilmesi için, alacaklının alacağını iptale tabi tasarruftan önce veya sonra doğmuş olması önemli değildir. Başka bir ifade ile, alacaklının alacağı, iptali istenen tasarruftan sonra doğsa bile alacaklı, kendi alacağının doğumundan önce yapılmış olan tasarrufun iptalini isteyebilir. Bu görüş uygulamada benimsenmemekle birlikte doktrinde tartışma yaratan bir yaklaşım olarak yerini almıştır.
Zira Yargıtay da bu konudaki içtihatlarında birinci görüşe katılarak;
1. İİK’nın 277 devamı madde hükümlerine göre açılan tasarrufun iptali davaları sonucunda iptal kararı verilebilmesi için, alacaklının takip ko-nusu yaptığı alacağının, davaya konu olan tasarruftan önce doğmuş olması gerektiğini
2. İİK’nın 277 ve devamı madde hükümlerine göre açılan tasarrufun ipta-li davalarında iptal kararı verilebilmesi için, borcun doğum tarihinin, iptale konu tasarruftan önce olması gerektiğinden, takip konusu sene-din borcun doğduğu anda düzenlenmiş olması halinde, borcun doğum tarihinin senedin düzenlenme tarihi olarak kabulü gerekeceğini, fakat alacaklının temel borç ilişkisinin, borcun gerçek doğum tarihinin, sene-din düzenlenme tarihinden önce olduğunu ileri sürmesi halinde, bu hu-susu kanıtlaması için imkan tanınması ve ulaşılacak sonuca göre bir ka-rar verilmesi gerekeceğini
3. Tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için, takip dayanağı emre muharrer senetlere esas olan borç ilişkisinin, tasarruftan önce var oldu-ğunun, alacaklı tarafından kanıtlanması gerekeceğini,
4. Daha önce borcun tasarruftan önceki hukuki ilişkiden doğduğunu ileri sürebilme imkanı kendisine verilmemiş olan davacının bu durumu ilk kez temyiz dilekçesinde ileri sürmüş olması halinde, mahkemece ve-rilmiş olan davanın reddine ilişkin kararın bozularak, tarafların, sene-din tanzim tarihinden önceki tarihlerde her hangi bir hukuki ilişkiye gi-rip girmediklerinin araştırılması gerekeceğini,
5. Davacının alacağının daha önce doğup, senedin sonradan düzenlendiği yolunda ne dava dilekçesinde ve ne de yargılama sırasında herhangi bir açıklama (iddia) bulunmaması halinde, mahkemece borcun doğum ta-rihinin tasarruf tarihinden sonra olması nedeniyle davanın reddine ka-rar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığını,
6. Kambiyo senedinden kaynaklanan alacaklarda; alacağın vade veya takip tarihinden dolayısıyla da tasarruf tarihinden önce doğduğunun iddia edilmiş olması halinde, bunun araştırılarak (davacıya bu konuda-ki delilleri ibraz ettirilerek) sonucuna göre karar verilmesi gerekeceği-ni,
7. Çeklerin bankaya ibraz tarihinden önce yapılan tasarrufların çeklerin düzenlenmesine neden olan temel ilişkinin daha önce olduğu alacaklı tarafından kanıtlanmış olmadıkça- iptalinin istenemeyeceğini,
8. Borcun doğum tarihinin, tasarruf tarihinden önce olduğunun kanıtla-namaması halinde mahkemece, tasarrufun iptali davasının düzenleme koşulunun yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerekeceğini belirtmiştir.
B. Vergi İcra Hukukunda Yer Alan Hükümler
İptali istenecek kamu borçlusuna ait tasarruflara ilişkin usul ve esaslar 6183 sayılı AATUHK 27-30 maddelerinde düzenlenmiştir. Kamu borçlu-sunun borcunu ödeyemediği ve bu durumun aciz belgesi ile de tespit edil-diği durumlarda kamu borçlusunun mal varlığından çıktığı tespit edilen ve kanunun 27-30 maddelerinde düzenlenen esaslar dairesine iptale konu edilebileceklerdir.
Yukarıda ana hatları ile anlatılan tüm unsurlar kamu alacakları bakı-mından da geçerli olmakla birlikte, kamu borçlusunun varlığından çıkan değerlerin iptale konu edilebilmesindeki amaç, borçlunun haciz veya iflas-tan önce, yani henüz tasarruf yetkisinin kısıtlanmamış olduğu bir dönemde elden çıkarmış olduğu varlıklarına ilişkin hukuki işlemin geçersizliğini ifa-de eden ve alacaklıların haklarından yoksun bırakılmalarını önlemeye çalı-şan hukuki güvenlik müessesesinde hak elde edebilmektir.
Bir başka ifade ile buradaki amaç, iptale konu mallar sanki borçluya aitmiş gibi, alacaklıların tatmin edilmesini sağlamaktır. Bu bağlamda ala-caklı olan kamu kurumunun kamu alacağının karşılıksız kalması durumun-da borçlunun tasarrufundan çıkmış olan varlıklara ilişkin borçlu ile üçüncü şahıs arasında yapılmış işlemin hukuki değerinin olmadığı ve dolayısıyla bu işlemlerin geçersiz kılındığı anlamında düzenlenmiş olan hukuk kuralları, bir yandan alacaklıyı korurken bir yandan da kötü niyetli borçluların mu-vazaalı işlemlerini geçersiz kılmaktadır.
İptal davalarının görüleceği yer mahkemeleri hususunda hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 9 ve 21 Md hükümlerine göre davalının yerle-şim yerindeki veya davalılardan birinin yerleşim yerindeki adliye mahke-meleri (sulh hukuk veya asliye hukuk) dir.
6183 sayılı AATUHK 24’üncü maddesindeki hükme göre bu davaların görüşülmesinde diğer davalara göre öncelikli olduğu sonucuna varmak mümkündür. Bu bağlamda açılacak davalar HUMK’nın 176’ncı maddesin-deki düzenlemeye uygun olarak adli tatil dönemlerinde de bakılacak dava-lardandır.
İptal davası açılmadan önce, kamu alacaklarının tahsiline ilişkin icra iş-lemlerine başlanmış olması veya borçlunun mal varlığının borca yeter de-recede olmadığının tespit edilmiş olması gerekir. Borçlunun malı bulunma-dığı ya da var olan borcunun yetersiz kaldığı ve kamu alacağını kısmen ya da tamamen karşılayamayacağı durumunu yaratmak için borçlunun tek taraflı yaptığı işlemler ve borçlunun bu amacını bilen ya da bilmesi gerekti-ği kabul edilenler ile yapılan bütün işlemler hükümsüz sayılır.
6183 sayılı kanunun 27, 28, 29 ve 30’uncu maddelerindeki düzenleme hükümleri, 2004 sayılı İİK’nın 278 279 ve 281’inci maddelerinde yer alan düzenlemeler ile paralel düzenlemelerdir.
Her iki kanun düzenlemesinde yer alan ve haklarında iptal davası açı-labilecek olanlar,
1. Borçlu veya borçlu ile hukuki işlem sonucu tasarrufta bulunanlar
2. Borçlu tarafından kendisine ödemede bulunulanlar
3. Bunların mirasçıları
4. Borçlu ile yaptığı hukuki işlemin iptale konu olabileceğini bilen ya da bilmesi gereken kötü niyetli üçüncü şahıslardır.
İptal davası alacaklı kamu idaresi tarafından açılması durumunda ala-caklı idare, her türlü delil ile hükmün geçersizliğini ispat külfeti altındadır. 6183 sayılı Kanuna göre kamu alacaklarının tahsili yönünden açılacak iptal davalarında borcun doğum tarihine bakılmaksızın, borçlunun tasarrufları-nın 6183 sayılı Kanunun 24-31. maddeleri çerçevesinde iptaline karar veri-lebileceği doktrinde ileri sürülmüşse de, Yargıtay bu görüşe katılmamış ve 6183 sayılı Kanuna dayanılarak açılan tasarrufun iptali davalarında iptal kararı verilebilmesi için, davacı idarenin kamu alacağının dava konusu tasarruftan önce doğmuş olması gerekeceğini belirtmiştir.
İptal davası niteliğinin daha iyi anlaşılabilmesi için, bu davanın istihkak davasından farklı yönünün de açıklanmasında da yarar vardır. Bilindiği üzere, haczedilen malın üçüncü kişinin elinde bulunması ve üçüncü kişinin de o mal üzerinde hak iddia etmesi durumunda, alacaklının icra mahkeme-sinde hak iddiasında bulunan üçüncü kişi aleyhine istihkak davası açması gerekir. (İİK. Md 99 ) bu durumda alacaklı, açtığı bu davada, dava konu-su malın üçüncü kişiye değil, borçluya ait olduğunu ileri sürer ve her türlü delille bunu kanıtlamaya çalışır.
Oysa ki, iptal davasında alacaklı, davalılardan üçüncü kişinin, dava konusu malın maliki olduğunu önceden kabul etmiş ve bile bile bu davayı açmıştır. Alacaklı iptal davasında, davalılardan borçlunun, diğer davalı üçüncü kişiye, dava konusu malı devrettiğini ve üçüncü kişinin malik ol-duğunu ancak, borçlu ile üçüncü kişi arasındaki işlemin İİK. 278, 280 ve 6183 sayılı kanunun 27., 28., 29. maddelerinde öngörülen varsayımlardan dolayı kendisi hakkında geçersiz olduğunu ve bu tasarruf işlemine rağmen, kendisine o mal üzerinde cebri icra hakkı tanınmasını yani, o malı haczetti-rip sattırma ve satış parasından alacağını alma hakkı tanınmasını talep eder.
Şayet alacaklı, dava konusu malın mülkiyetinin üçüncü kişiye geçip geçmediği konusunda kesin bilgi sahibi olmadığı için, bu malın borçluya ait olduğu kanısıyla istihkak davası açar ve davalı üçüncü kişi de, o malın kendisine ait olduğunu (devredildiğini) ileri sürerse, alacaklı, borçlu ile üçüncü kişi arasındaki devir işleminin iptalini isteyebilir
İptal davasına konu olabilecek ve sonuç itibari ile iptal edilebilecek ta-sarruflar, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanununda, üç grup halinde; 278, 279 ve 280’inci maddelerde 6183 sayılı kanunun 27, 28, 29, 30,31 maddele-rinde düzenlenmiştir. 6183 sayılı kanunun 27, 28, 29, 30, 31. maddeleri ile İİK.. 278, 279 ve 280’inci maddelerinde iptal edilebilecek tasarrufların neler olduğu, teker - teker sayılarak belirtilmemiştir. Yasanın bu maddele-rinde, bazı iptale tabi tasarruflar sayılmış ise de, bu sayma sınırlayıcı nite-likte değildir. Hangi tasarrufun iptale tabi olduğu, olayın özelliklerine göre maddedeki genel tanımlamalar çerçevesinde hakimin taktir yetkisindedir (İİK. Md 281/I)
Yukarıda yer alan ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu hükümlerine gö-re açılacak olan iptal davalarına konu olabilecek tasarruflar hakkında yapı-lan açıklamalar, kural olarak, 6183 sayılı Kanun 27-30’uncu maddelerinde düzenlenen hükümler uyarınca açılacak olan iptal davaları bakımından da aynen geçerlidir.
Bir başka ifade ile, 6183 sayılı Kanun uyarınca açılacak iptal davaları ile 2004 sayılı İİK’nın 277 ve devamında düzenlenen madde hükümlerine göre açılacak iptal davaları aynı hukuki nitelik taşımaktadırlar. Bu dava-lar sonucunda, davanın kabulü halinde mahkemece iptal ve tescil kararı değil, dava konusu taşınır/taşınmaz mallar üzerinde alacaklıya haciz ve satış isteme yetkisinin tanınması yönünde hüküm kurulur.
Bu hususta da, iptale konu olabilecek tasarruflar İcra ve İflâs Yasasına paralel şekilde üç grup halinde düzenlenmiş olup bunlar;
a) İvazsız tasarruflar (AATUHK Md. 27, 28) (İİK. Md 278),
b) Aciz halinde iken yapılan tasarruflar (ödeme güçsüzlüğü içinde iken yapılan tasarruflar (AATUHK Md. 29) (İİK. Md. 279),
c) Kamu alacağını ödememek amacı ile yapılan tasarruflar (AATUHK Md. 30) (İİK. Md 280) şeklindedir.
Yargıtay 6183 sayılı Kanuna göre açılabilecek iptal davalarının konu-suna ilişkin olarak;
1. İptal davasına konu olabilecek tasarrufların,6183 sayılı Kanun 27-30. maddelerinde üç gurup halinde düzenlenmiş olduğu, ancak hangi tasar-rufların iptale tabi olduğu hususunun hakimin takdirine bırakıldığı-nı,”
2. Cebri icra yoluyla haczedilen değerlere ilişkin icra dairesince yapılan ihalelerin iptali için 6183 sayılı Kanun uyarınca, kamu alacağından do-layı iptal davası açılamayacağını,
3. Gerek uygulamada gerek doktrinde kira sözleşmelerinin tasarrufun iptali davasına konu edilebileceği kabul edildiğinden, 6183 sayılı Ka-nun uyarınca da kamu alacağını engeller nitelikteki borçlu tarafından yapılmış olan kira sözleşmesinin iptali için de iptal davası açılabilece-ğine dikkat çekmiştir.
1. Kamu Alacakları bakımından İvazsız Tasarrufların Hükümsüzlüğü
6183 sayılı Kanunun 27 ve 28’inci madde düzenlemeleri İİK 277-278 maddesindeki düzenlemeye paralel hükümler içermektedir. Kamu alacağını ödemeyen borçlulardan kanunun 55’inci maddesindeki hükümlere göre yapılan ödeme emri ile tanınmış olan 7 günlük süre içinde borcunu öde-memesi ve mal beyanında da bulunmaması veya bu sebepten dolayı hapis yatmasına rağmen mal beyanında bulunmaması, malının olmadığını beyan etmiş olan, veya beyan ettiği mallar borcunu karşılamaya yetmemiş olması karşısında kamu borçlusunun ödeme süresinin başladığı tarihten geriye doğru iki yıl içinde ve ödeme süresinin başlamasından sonra yaptığı bağış-lamalar ve karşılıksız tasarruflar hükümsüzdür . (AATUHK Md 27)
İvazsız tasarruf bir başka ifade ile tek taraflı sözleşmeler, bağışlama vaadinde , (BK Md 238), kefalet akdinde (BK Md 483) olduğu gibi sade-ce bir tarafı borç altına sokan ve diğer tarafa her hangi bir yükümlülük ge-tirmeyen (borç altına sokmayan) sözleşmelerdendir.
İvazsız tasarrufun konusunu teşkil eden hukuki işlemlerden biri olan bağışlama hususunda, BK 234 Maddesinde düzenlenen hükümle “bağışla-ma, hayatta olan kimseler arasında bir tasarruftur ki, onunla bir kimse kar-şılığında bir ivaz taahhüt edilmeksizin (her hangi bir karşılık beklenmeksi-zin) malının tamamına veya bir kısmına diğer bir kimseyi sahip kılar” sek-linde tanımlanmıştır.
Kefalet ise, borçlunun bir sözleşme yapmak sureti ile üstlendiği yükle-nimi yerine getirilmesini sağlamayı amaçlayan ve üçüncü bir şahsın bu yüklenimi üstlenmesidir. (BK Md 483)
Sonuç itibari ile 6183 Sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca kamu ala-cağını ödememiş borçlulardan süresinde veya hapis cezası ile cezalandırıl-mış olmasına rağmen mal beyanında bulunmayanlarla, malı bulunmadığını bildiren veyahut beyan ettiği malların borcuna yetersizliği anlaşılanların, ödeme süresinin başladığı tarihten geriye doğru iki yıl içinde veya ödeme süresinin başlamasından sonra yaptıkları bağışlamalar ve ivazsız tasarruflar hükümsüz olup, aynı yasanın 28/2 madde hükmü gereğince de kendi ver-diği malın akdin yapıldığı sıradaki değerine göre borçlunun ivaz olarak çok aşağı bir fıyat ile kabul ettiği akitler bağışlama hükmünde sayılmıştır.
Nitekim Yargıtay;
1. 6183 Sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca ödeme müddetinin başladığı tarihten geriye doğru 2 yıl içinde veya ödeme müddetinin başlamasın-dan sonra borçlunun yaptığı bağışlamalar ve ivazsız tasarruflar hüküm-süz olup, aynı yasanın 28 md. göre 3. dereceye kadar akrabalar arasın-da yapılan tasarruflar bağışlama hükmünde olduğu kabul edilmiştir.
2. Bağışlama Sayılan Tasarruflar
Niteliği itibari ile kamu borçlusu, borcunu ödemekten aciz olmasının tespitinde, ki bu hususta Yargıtay aciz belgesini aramamakta, borcunu öde-yemediğinin tespiti halinde aciz durumda olduğu kabul edilmekte nitekim Yargıtay bu hususta “6183 Sayılı Yasaya dayanan tasarrufun iptali isteğine ilişkin anılan Yasanın 24 ve ardından gelen maddelerinde İİK’nın 277 maddesinde olduğu gibi aciz vesikası ibrazını zorunlu kılan bir hüküm bu-lunmadığını, süresinde mal beyanında bulunmayanlar ile haczi kabil malı olmadığını bildiren ya da beyan ettiği malın takdir edilen kıymetlerine göre borca yetmediği anlaşılan kamu borçlularının aciz halinde oldukları kabul edilerek iptal davası açılabilir ” şeklinde vermiş olduğu kararı ile borçlu-nun aczinin sabit olduğuna karar vermiştir.
Kamu alacağının takip ve tahsili cihetine gidilmesi durumunda karşılık-sız kalması ile alacaklı kamu idaresi tasarrufun iptaline ilişkin dava yolunu tercih edip, borçlunun bu yollarla elinden çıkmış olan varlıklarına ilişkin tasarruf akitlerinin hükümsüz kılınması suretiyle alacağın tahsili cihetine gidebilmektedir.
Tasarrufun iptaline ilişkin bu tür davaların yegane amacı, borçlunun varlıklarını azaltmaya yönelik tasarruflarının butlanına hükmettirmektir. İptale yönelik olarak kamu alacaklısı kurum tarafından açılacak dava haklı görülüp kamu alacaklısı lehine sonuçlanması durumunda alacaklı idare, davaya konu mal üzerinde cebri satış yoluyla hakkını alma yetkisini elde etmiş olacaktır.
Davanın konusu taşınmaz olması durumunda ise, tapu kaydının iptali-ne gerek kalmaksızın, o taşınmazın haciz ve satışı istenebileceğinden, bu özelliği itibari ile tasarrufun iptali davaları "ayn"a ilişkin olmayıp şahsi nite-lik taşıyan davalardır.
Tasarrufun iptali davaları, borçlu ile borçludan o malı satın alan kişi aleyhine açılır, bu kişiler arasında mecburi dava arkadaşlığı vardır. Ancak, satın alan kişi, bu malı bir başka şahsa satarsa, son malikin (ihtiyari dava arkadaşlığı nedeniyle) davalı gösterilmesine gerek görülmemektedir.
Davacı alacaklı son malikin, borçlunun mal kaçırma kastını bildiğini kanıtlayabilecek kuvvette delillere sahip değil ise şayet, bu kişiyi davalı göstermeyebilir. Bu durumda dava, borçludan aldığı malı elden çıkaran kişi bakımından 6183 sayılı yasanın 31. maddesi uyarınca bedele dönüşmüş olur.
Başka bir ifade ile, borçludan aldığı malı elden çıkaran davalıdan, ta-şınmazın elden çıkarıldığı tarihteki bilirkişi tespiti ile belirlenen gerçek be-delinin, alacak ve fer'ileriyle sınırlı olmak üzere tahsili cihetine gidilebile-cektir.
İvazsız (karşılıksız) tasarrufların hükümsüzlüğünü düzenleyen 6183 sayılı AATUHK 28 maddesi 2004 sayılı İİK’nın 278’inci maddesinde yer alan düzenlemelere paralel hükümler içermiş ve konuya yukarıdaki bölüm-lerde detaylı açıklamalara yer verilmiş olduğundan burada aynı detayların açıklanmasına gerek görülmemiştir.
Ancak bağışlama sayılan tasarrufların değerlendirilmesinde dikkat edilmesi gereken hususlar söz konusudur. Bu kategoride değerlendirilmesi gereken grupların neler olduğunun tespitine ihtiyaç vardır. Bağışlama sayı-lan tasarrufları üç grup içinde değerlendirmek gerekir. Buna göre,
1. Üçüncü derece dahil olmak üzere bu dereceye kadar kan hısımları ile eşler ve ikinci derece dahil bu ikinci dereceye kadar kayın hısımları arasında yapılan ivazlı tasarruflar (AATUHK Md 28 /1)
Öncelikle belirtmek gerekir ki alacaklı alacağının tahsilinde borçlunun tasarruflarının iptaline hükmedilebilmesini gerektiren koşulların iyice araş-tırılması hususuna dikkat etmesi gerekir. Bir başka ifade ile Tasarrufun iptali davasının kabul edilebilmesi için borçlunun malvarlığının borcunu karşılamadığının tespit edilmiş olması gerekir . Bu konuda gerekli değer-lendirmenin sağlıklı olarak yapılabilmesi için, borçlunun borç miktarıyla mal varlığı değerlerinin kesin şekilde ortaya çıkarılması zorunludur .
4721 sayılı Türk Medeni Kanununda hısımlık kavramı kan ve kayın hısımlıkları olmak üzere iki gruba ayrılmışlardır. Kan hısımlığından anla-şılması gereken, ortak kan bağının varlığına karine teşkil eden soy bağının illiyet ilişkisidir. Aynı soydan gelen veya biri diğerinden gelen kişiler ara-sındaki hısımlık kan hısımlığı olarak kabul edilmektedir. Kan hısımlığının derecesinin tespitinde ise göz önde bulundurulan kriter, hısımları bir birine bağlayan doğum sıralamasıdır. Biri diğerinden gelen kişiler arasında üst-altsoy hısımlığı, biri diğerinden gelmeyip de ortak bir kökten geldikleri var sayılan kişiler arasında ise yansoy hısımlığı vardır , .
Eşlerden biri ile diğer eşin kan hısımları aynı tür ve dereceden kayın hısımları olurlar, ve evliliğin sona ermesiyle de ortadan kalkmaz. (TMK Md 18/1) Bu bağlamda, 6183 Sayılı Yasanın Md 28/1 bendi hükmü gere-ğince; üçüncü dereceye kadar hısımlarıyla, eşler ve ikinci dereceye kadar (bu derece dahil) sıhrı (kayın) hısımlar arasında yapılan ivazlı tasarruflar, bağışlama hükmünde olup, aynı yasanın 27. maddesinde öngörülen koşul-larla ve yine Ayrıca, 6183 Sayılı Yasanın 30. maddesi gereğince, amme alacaklarının bir kısmının veya tamamının tahsiline olanak bırakmamak amacıyla borçlu tarafından yapılan bir taraflı tasarruflar ile borçlunun bu amacını bilen veya bilmesi gereken kimselerle yapılan bütün tasarruflar, tarihleri ne olursa olsun hükümsüzdür
6183 sayılı AATUHK 28/1 madde hükmünde yer alan düzenleme ke-sin bir hükümle 3. Dereceye Kadar Kan Hısımlarıyla Eşler ve 2. Dereceye Kadar Sıhri Hısımlar Arasında Yapılan İvazlı tasarrufların bağışlama hük-münde sayılacağını ifade etmiştir.
Burada önemlilik arz eden husus, tasarrufun ivazlı olup olmadığına bakılmaksızın ve hatta ivazlı dahi olda (bedel karşılığı) bu tür tasarrufların, kamu borcunun tahsilini sonuçsuz bırakma isteminin varlığı olarak kabul edilmiş ve bu tür tasarrufları hükümsüz saymıştır .
6183 Sayılı Yasanın madde 28/1 bendi hükmü gereğince; üçüncü dere-ceye kadar hısımlarıyla, eşler ve ikinci dereceye kadar (bu derece dahil) sıhrı (kayın) hısımlar arasında yapılan ivazlı tasarruflar, bağışlama hük-münde olup, aynı yasanın 27. maddesinde öngörülen koşullarla hüküm-süzdür (Y 15 HD 19.11.2003 Tarih ve 2003/4277 E. 2003/5571 K)
2. Taraflar arasında karşılıklı olarak her hangi bir işin üstlenilmesi duru-munda kamu borçlusunun vermiş olduğu malın değeri göz önünde bu-lundurulmak suretiyle o malı değerin çok altında bir fiyatla elden çıka-rılmasına ilişkin yapılan akitler.
6183 sayılı Yasa'nın 28/2. maddesinde edimler arasındaki aşırı fiyat farkının bulunması halinde yapılan tasarrufun bağışlama hükmünde sayıla-cağı öngörmüş olmakla birlikte, kamu borçlusu mal varlığından bir kısmını elden çıkarmış olması durumunda malın gerçek değerine göre işlem yapıla-bileceğine ilişkin bir düzenlemeyi içeren hüküm öngörülmüştür..
Elden çıkarılan malın rayiç değerinin çok altında bir fiyatla bir baş-kasına intikali, kanunun bu hükmü kapsamında bağışlama olarak kabul edilecek ve yapılan bu hukuki işlem geçersi sayılacaktır.
Nitekim Danıştay vermiş olduğu bir başka kararında “6183 Sayılı Ya-sanın 28. maddesi uyarınca kendi verdiği malın akdin yapıldığı sıradaki değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler bağışlama niteliğindedir. Yasanın 27. maddesine göre de, bu tasarruflar hükümsüzdür.” şeklinde karar vermiştir.
3. Borçlunun gerek kendisine ve gerekse bir başka üçüncü şahıs menfaa-tine hayat boyu bakma vaadiyle irat- intifa hakkının verilmesini içeren sözleşmeler yapılması durumunda bu sözleşmelerin de hükümsüz kı-lınmasını gerektiren şartların neler olduğu da önem arz eder.
Bu iyi niyetli üçüncü şahısların haklarının saklı tutulduğu düzenleme-lerde de olduğu gibi burada da gerçek amaç aranmalıdır. Şayet kamu borç-lusu gerçekten de bakma vaadi ile birine böyle bir hak devri yapıp ve karşı taraf da edimini gerçek surette yerine getirdi ise ve bunu kanıtlayabiliyor ise bu durumda tasarrufun hükümsüzlüğüne karar verilmemesi gerekir.
Ancak yapılan hukuki işlemin gerçek amacı saptanamıyor ise, bu şe-kilde yapılan tasarruflar kanunun düzenleme amacı doğrultusunda hüküm-süz sayılacaktır.
3. Hükümsüz Sayılan Diğer Tasarruflar
6193AATUHK’nın 29’uncu maddesinde amme alacağını ödemeyen borçlulardan süresinde veya hapsen tazyike rağmen mal beyanında bulun-mayanlarla, malı bulunmadığını bildiren veya beyan ettiği malların borca yetersizliği anlaşılanların ödeme süresinin başladığı tarihinden başlamak üzere geriye doğru 2 yıl içinde veya ödeme müddetinin başlamasından sonra yaptığı tasarruflardan maddede gösterilenlerin hükümsüz sayılacağı öngörülmüştür.
6183 sayılı kanunun 29 maddesindeki düzenleme, 2004 sayılı İİK 279 maddesinde yer alan düzenlemeye paralel hükümler içermektedir. İİK 279 madde hükmüne göre borcunu ödeme aczinde olan veya iflasının açılması durumunda geriye doğru bir yıl için yapılan tasarrufların hükümsüzlüğü öngörülmüştür. Bu düzenleme hükmü ile üçüncü şahısların iyi niyetli ve borçlunun esas amacını bilmediklerini ispatlamaları durumunda tasarrufun iptaline ilişkin açılacak davalar dinlenmez.
6183 sayılı Kanunun 29’uncu maddesinde borçlunun iflasının açılma-sından söz edilmemiş olmakla birlikte 2004 sayılı İİK 279’uncu maddesi-nin birinci bendinde yer verilen düzenlemeden, İflasın açılması ile müflisin mal varlığına dahil olan bütün mal, alacak ve hakları iflas masasına girer.
Borçlunun iflasından önceki bir dönemde alacaklılarından mal kaçır-mak amacıyla yaptığı bağışlamalar ve hileli tasarruflarının iptali için alacak-lıların iptal davası açma hakları bulunmaktadır.
Ancak iflasın açılması ile iptal davasını açabilme hakkı da iflas masa-sına intikal eder ve bu davaları İflas İdaresi açabilir . Bu bağlamda alacak-lılar İflas İdaresi tarafından tasarrufun iptali davasının açılmasını gerekli görmezlerse, bu davayı açma ve takip etme yetkisini bir veya birkaç ala-caklıya devredebilirler.
Bu konuda verilecek yetki belgesinin de masaya alacaklarını kaydet-tirmiş olan tüm alacaklıların hazır bulundukları bir toplantıda kararlaştırıl-mış olması gerekir. Yoksa yetki belgesi İflas İdaresince verilemez Nite-kim, kanun koyucu 245. maddede takip hakkının devrinin alacaklılar tara-fından yapılabileceğini belirtmiştir. Dava sonucu yapılmış olan masraflar çıkarıldıktan sonra devralanın alacağı verilir ve artan olursa masaya yatırı-lır.
Bu bağlamda İİK 279. maddesine göre borcunu ödemeyen borçlu tara-fından hacizden veya mal bulunmaması sebebiyle acizden ya da iflasın açılmasından önceki bir yıl içinde kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen şerhler dahil olmak üzere yapılan tasarruflara ilişkin sözleş-melerin tamamı iptale tabidir. 279 maddenin son fıkrasında “Bu tasarruf-lardan istifade eden kimse borçlunun hal ve vaziyetini bilmediğini ispat eylerse iptal davası dinlenmez. Şeklindeki hüküm iyi niyetli üçüncü şahıs-ların haklarını korumuştur. Ancak aynı yasanın 280. maddesi gereğince de borçlunun kötü niyetle yaptığı tasarruflar 3. kişi tarafından biliniyor veya bilinmesi gerekiyorsa yine iptale tabidir.
İİK 279 maddesinin 4’üncü fıkrasında yer alan “kişisel hakların kuv-vetlendirilmesi içip tapuya verilen şerhler” şeklindeki hüküm 6183 sayılı kanunun 29’uncu maddesinde yer almamıştır. Bir başka ayrık hüküm ise;2004 sayılı İİK’nın 279 maddesindeki düzenlemede üçüncü şahısla iyi niyetli olduklarını ispat etmeleri durumunda, alacaklının açacağı iptal dava-sı dinlenemeyecektir. Ancak 6183 sayılı AATUHK’nın 29’uncu maddesin-de yer alan düzenlemede böyle bir istisnai hükme yer verilmemiştir. Bu bağlamda, 6183 sayılı kanunun 29’uncu maddesindeki hükümler çerçeve-sinde üçüncü şahıs iyi niyetli olsa da olmasa da tasarrufun iptaline hüküm kurulabileceği sonucuna ulaşmak mümkündür.
4. Kamu alacağının Tahsilini İmkansız Kılmak için Yapılan Tasarruflar
6183 sayılı AATUHK’nın 30. maddesinde yer alan düzenleme ile, borçlunun malının bulunmadığı veya borca yetmediği takdirde amme ala-cağının bir kısmının veya tamamının tahsiline imkan bırakmamak amacıyla borçlu tarafından yapılan bir taraflı işlemlerle borçlunun amacını bilen ve-ya bilmesi lazım gelen kimseler ile yapılan bütün hukuki işlemlerin hüküm-süz olacağı öngörülmüştür.
6183 Sayılı kanunun 30’uncu madde kapsamında bir tasarrufun hü-kümsüzlüğüne işaret edebilmek için yapılan tasarruf işlemlerinin aynı ya-sanın 27,28 ve 29 maddeleri kapsamında yer alan hükümler haricinde bir tasarrufun hükümsüzlüğünü içermelidir. Yani kanunun 30’uncu maddesi hükmüne dayanmak suretiyle açılacak bir iptal davasının konusu 27,28 ve 29’uncu maddelerde yer alan hükümsüzlükleri içermemesi, anılan kanunun 30’uncu maddesinde yer alan düzenlemeler doğrultusunda iptale konu olan işlemin varlığına dayandırılması gerekir.
Yukarıda yer alan 6183 sayılı kanunun 30’uncu maddesindeki düzen-leme ile 2004 sayılı İİK’nın 280’inci maddesi hükmü ile farklılıklar olmak-la birlikte benzer hükümler içermektedir.
2004 sayılı İİK 280’inci maddesinde yer alan düzenlemeye göre, borç-lunun üçüncü kişilerle yapmış olduğu tasarrufi işlemler, kamu alacağını karşılıksız bırakmak amacıyla mal varlığını azalttığını bildiği ya da bilmesi gereken kişilerden olduğunun kabulüne bağlı bir düzenlemedir. Bu durum-da üçüncü kişinin, borçlunun durumunu bildiği veya bilmesi gereken kişi-lerden olduğuna ilişkin karinelerin ispat külfeti alacaklıya yüklenmiştir.
2004 sayılı İİK 280 maddesinin ikinci fıkrasında yer alan düzenleme-de, Üçüncü şahıs, borçlunun karı veya kocası, usul veya füruu ile üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) kan ve sıhri hısımları evlât edineni veya evlâtlığı ise borçlunun birinci fıkrada beyan olunan durumunu bildiği kabul edilir. Bunun hilâfını üçüncü şahıs, ancak 279’uncu maddenin son fıkrası-na göre ispat edebilir. Bu bağlamda, üçüncü kişinin, hükümsüzlüğün aksini ispat külfeti 279 maddede düzenlenen hükümler çerçevesinde olacaktır.
280’inci maddesin son fıkrası ticari işletmenin veya işyerindeki mevcut ticari emtianın tamamını veya önemli (büyük) bir kısmını devir veya satın alan veyahut bir kısmını iktisapla beraber işyerini sonradan işgal eden şah-sın, borçlunun alacaklılarını ızrar kastını bildiği ve borçlunun da bu haller-de ızrar kastiyle hareket ettiği kabul edilir.
Bu karine, ancak iptal davasını açan alacaklıya devir, satış veya terk ta-rihinden en az üç ay öncesinden durumu yazılı olarak bildirildiğini veya ticari işletmenin bulunduğu yerde görülebilir levhaları asmakla birlikte Ti-caret Sicili Gazetesiyle; bu mümkün olmadığı durumlarda bütün alacaklıla-rın bilmelerini sağlayacak şekilde uygun araçlarla ilân edildiğinin ispat edilmesi ile çürütülebilir.
Bu hükümsüzlüğün aksini, iyi niyetli üçüncü şahsın iyi niyet ispat kül-feti ile birlikte 2004 sayılı İİK’nın 44 ıncı maddesi nde yer alan düzenle-me çerçevesinde borçlunun ticareti terk hükümlerine uygun yayın araçları ile en az 3 ay öncesinden duyurmuş olması ve ticaret siciline de tescil et-tirmesi yükümlülüğü borçluya verilmiştir.
5. Üçüncü Şahısların Hak ve Yükümlülükleri
6183 sayılı kanunun 27, 28, 29 ve 30'uncu maddelerde sözü edilen ta-sarruf ve işlemlerden faydalananlar elde ettiklerini, elden çıkarmışlarsa takdir edilecek bedelini bu kanun hükümleri çerçevesinde geri vermeye zorunludurlar. Bunlar karşılık olarak verdikleri şeyden dolayı alacaklı ka-mu idaresinden bir talepte bulunamazlar. Şeklinde hüküm içeren 31’inci maddesi, 2004 sayılı İİK’nın 283’üncü maddesinde yer alan düzenlemeye paralel hükümler içermektedir.
6183 sayılı kanunun 31 maddesindeki düzenleme hükmüne göre, iptal davasının tahsil dairesi tarafından kazanılması durumunda alacaklı daire, dava konusu edilen mal veya değerler üzerinde, hak üzerindeki işleme iliş-kin her hangi bir düzeltmeye gerek olmaksızın cebri icra hakkını elde et-mektedir.
Alacaklı kamu idaresi bu yolla alacağının tahsilini sağlamak üzere mal-ları haczetmek suretiyle satış isteme hakkını elde etmiş olacaktır. Bu bağ-lamda iptale konu varlık bir gayri menkul olması ve üçüncü bir şahıs adına tapuda tescilli olması halinde tapu kaydında her hangi bir düzeltme yapma-dan haciz ve satışını isteme hakkını elde etmiş olacaktır.
Şayet üçüncü şahıs da bu malı elinden çıkarmış ise, malın değerini ala-caklı kamu idaresine ödemekle yükümlü tutulmuştur. Bu bağlamda kendi mal varlığında bir azalma meydana gelen üçüncü şahıs, bu eksilme tutarını esas kamu borçlusuna rücu etme hakkına sahip olup bu bedelin tahsili ci-hetine gidebilecektir, ancak alacaklı kamu idaresine karşı her hangi bir hak talebine sahip olmayacaktır.
Kamu alacağının tahsili yoluna başvuru sırasında iptaline gidilen ve idare lehine sonuçlanan iptal sonucunda mal üçüncü şahıs yedinde iken haczedilerek satılan varlıkların, kamu alacağı tahsil edildikten sonra arta kalan bir tutarın olması durumunda bu tutar borçluya değil, üçüncü şahsa verilecektir.
6. Hükümsüz Sayılmada Zamanaşımı
6183 sayılı Kanunun 26. maddesinde hükümsüz sayılmada zamanaşı-mı başlığı altında 27, 28, 29 ve 30'uncu maddelerde sözü geçen tasarrufla-rın vukuu tarihinden beş yıl geçtikten sonra mezkur maddelere istinaden dava açılamaz hükmüne yer verilmiştir. Madde başlığında zamanaşımı de-nilmiş ise de bu maddede düzenlenen beş yıllık sürenin hakkın sona erme süresi olduğu madde metninden anlaşılmaktadır. Bu sürenin geçmesi halin-de hakim görevi gereğince zamanaşımını resen dikkate alarak davayı red-dedecektir Bu bağlamda 6183 sayılı kanunun 26’ncı maddesindeki dü-zenleme hükmü ile 5 yıllık süre hak düşürücü bir süredir, buradaki hak düşürücü süre kamu düzeni ile ilintili bulunduğundan Hakim’in bu hususu resen göz önünde bulundurması gerekir.
6183 sayılı Kanunun 26 maddesindeki 5 yıllık zamanaşımı süresi ile yine aynı kanunun 27 ve 29’uncu maddelerinde bahsi geçen 2 yıllık süreler bir birileri ile çelişmektedir. Hak düşürücü sürenin hesabında hangi sürele-rin dikkate alınması gerektiğine ilişkin çelişkinin giderilmesine yönelik ola-rak, Yargıtay bir kararında, “ 27, 29 maddelerde yer alan süreler,26’ncı maddedeki madde hükmünde yer alan düzenlemeden daha özel durumlara ilişkin bir düzenleme öngördüğünden, bu sürelerin olması durumunda ilgili oldukları iptal gerekçeleri açısından artık 26’ncı maddedeki beş yıllık süre-nin uygulama olanağının kalmayacağı ”na işaret etmiştir.
2004 sayılı İİK 284 maddesi ile zamanaşımı hükümsüz sayılmada za-man aşımı süresini beş yıl olarak düzenlenmiş ve 280’inci maddesi ile, “…… işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflas yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır”. Şeklindeki düzen-lemede bu şekildeki işlemler bakımından zamanaşımı süresinin beş yıl ola-rak öngörmüştür.
Not : Bu çalışma seçkin yayıncılık tarafından yayımlanan VERGİ İCRA HUKUKU kitabımdan alıntıdır. )
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :
"Vergi Hukukunda Hükümsüz Tasarruflar" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Muhsin Koçak'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
|
|