HUKUKTA PARANIN DEĞER KAYBINI TELAFİ ARAYIŞLARI VE OLMASI GEREKEN
Av. Dr. Nezih SÜTCÜ1 – Av. Cihad Çağrı Düzgün2
GİRİŞ
Bilindiği üzere yasal faiz uzun bir süre (1.1.2006-31.5.2024 arası yaklaşık 18,5 yıl boyunca) yıllık % 9 olarak uygulanmıştır. Daha sonra 1.6.2024 tarihinden itibaren yıllık %24 e yükseltilmiştir. Ancak bu faiz oranı enflasyonun çok altında kaldığı gibi, faize faiz uygulanması da (bileşik faiz de) hukukumuzda istisnalar3 hariç yasaklanmıştır.
Konusu para alacağı olan “alacak” ve “tazminat” davalarında davanın kazanılarak tahsil aşamasına geçilmesi uzun yıllar almaktadır. Davayı kazanan avukat, müvekkilinden takdir göreceği yerde, hukuki sorunun sorumlusu olarak görülmektedir.
Kamu alacakları enflasyonun olumsuz etkilerinden korunurken, özel kişilerin bu korumadan mahrum bırakılması, haksızlık ve dengesizlik yaratmaktadır. Örneğin bu makalenin ilk yazıldığı Haziran 2025 tarihi itibariyle 6183 SK m 51 uyarınca, amme alacağının ödeme müddeti içinde ödenmeyen kısmına vadenin bitim tarihinden itibaren her ay için ayrı ayrı %4,5*oranında (yıllık 12x%4,5=%54’e karşılık gelmektedir) gecikme zammı uygulanmaktadır. Oysa aylık yasal temerrüt faizi %24/12=%2’dir. Vergi, harç ve bazı para (özellikle trafik) cezalarının arttırım oranının hesabında kullanılan yeniden değerleme oranı4 yasal faizin %9 olduğu 2022 yılında %122,93 (yasal faizin yaklaşık 14 katı); 2023 yılında da %58,46 (yasal faizin 6,5 katı) olarak belirlenmiştir. 2024 yılı yeniden değerleme oranı ise, %43,93; 2025 yılı yeniden değerleme oranı ise %25,49’dur (RG: 27.11.2025, 33090). Görüldüğü gibi, son yıl hariç, kamu alacaklarının yasal faizin çok üzerinde bir oranla tahsili söz konusudur. Bu uçurum, bir hukuk devletine yakışmamaktadır. Ayrıca Anayasamızın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yasal faizin çok düşük olması alacaklı aleyhine sonuç doğurmakta, ve bundan borçlu yararlanma çabasına girmektedir. Borçlu süresinde borcunu ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı sürecini uzatma gayreti göstermektedir. Sonuçta, yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta, yargıya olan güven azalmakta, kendiliğinden hak alma düşüncesi yaygınlaşarak, kamu düzeninin bozulmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır. Bu durum alacaklının Anayasamızın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını da zedelenmektedir. Zira yasal faizin düşük kalması, alacaklının mülkiyet hakkının etkin bir şekilde korunmaması anlamına da gelmektedir.
Uygulamadaki hakkaniyete aykırı ve mülkiyet hakkını açıkça ihlal eden bu durum, Denkleştirici Adalet, Hakimin Takdir Yetkisi (TMK m 4), Munzam (Aşkın) Zarar (TBK m 122), Hakkaniyetle Hüküm Kurma (TBK m 50-51), Uyarlama, Karar Tarihine En Yakın Tarihe Göre Değerlendirme ve Hesaplama Yapma, Hesaplamada Güncel Değere Göre Oran Kurma gibi yöntemlerle düzeltilmeye çalışılmaktadır. Ancak alacaklı ve borçlu arasındaki menfaat dengesi sağlayacak ve herkese aynı şekilde uygulanacak bir yöntemin belirlenmesi zorunluluğu vardır.
Olması gereken para alacağının alım gücü korunacak şekilde düzenleme yapılmasıdır. Bu düzenlemenin nasıl olması gerektiği ve düzenleme yapılıncaya kadar aranacak hukuki çareler aşağıda tartışılacaktır.
Bu arada önemle belirtmek gerekir ki yargı kararları ile hükmedilen munzam zarar tazminatı, denkleştirici adalet ilkesine göre belirlenen tazminat gibi enflasyonun olumsuz etkisinden korunmaya yönelik hukuki çareler, eksilen malvarlığının yerine konmasını amaçladığından gelir olarak değerlendirilmemeli ve gelir vergisine tabi olmamalıdır.5
Şimdi sırasıyla faizle karşılanamayan zararları gidermeye yönelik bu kurumları inceleyelim.
1-UYARLAMA
Sözleşmelerin, hayatın belirsizliklerini ve ekonomik riskleri paylaştırmanın araçları olduğu kabul edilmektedir.6 Ancak beklenmedik durumların ortaya çıkması halinde riskin nasıl dağıtılacağına dair sözleşmede hüküm bulunmuyor ise, beklenmedik durumun sözleşmeyi nasıl etkileyeceği dava yoluyla belirlenecektir.
Mevcut düzenlemede (TBK m 138) “Aşırı İfa Güçlüğü“ kavramı getirilmiştir. Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır (TBK m 138).
Metnin lafzına bakıldığında, uyarlama talep edilmeden doğrudan dönme veya fesih talep edilmesinin mümkün olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Çünkü metinde aynen “… sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde…” şeklinde ibare vardır.
Doktrinde, aşırı ifa güçlüğüne maruz kalarak uyarlama talebinde bulunan tarafın, sözleşmenin diğer tarafı ile sözleşmeyi müzakere etme ödevinin olduğu ifade edilmektedir. Bu ödev yerine getirilmeksizin uyarlama hakkı kullanılamayacaktır.7 Bu ödevin yerine getirilmemesi, sözleşmelere güven ve ahde vefa ilkeleri ile örtüşmeyecektir.8
Sözleşme ile izlenen amacın anlamını yitirmesi veya karşı edimin değerinin azalması ile de işlem temelinin çökmesi ve sözleşmenin uyarlanması söz konusu olabilir.9 Örneğin kat karşılığı inşaat sözleşmesinde geç teslim nedeniyle gecikme tazminatı olarak kararlaştırılan kira bedeli, sözleşmenin ifasının uzun sürmesi ve kira bedellerindeki aşırı artış nedeniyle, çok düşük kaldığında, uyarlama yoluyla rayiç kiranın istenmesi, sözleşme ile izlenen amacın anlamını yitirmesine dayanan bir uyarlamadır.10 Çünkü, sözleşmede kararlaştırılan gecikme tazminatı ile bağımsız bölümlerin geç teslimi sonucu oluşan rayiç kira kaybının telafisi amaçlanmaktadır. Sözleşmede kararlaştırılan kiranın, rayiç kiranın çok altında kalması, bu amacın boşa çıkması anlamına gelmektedir.
Yüklenici aşırı enflasyon, devalüasyon, ekonomik kriz, gibi nedenlerle sözleşmenin uyarlanması veya feshi (sözleşmeden dönme) talebinde bulunabilir.11 Bu olayların öngörülmezlik sınırını aşıp aşmadığı, her somut olaya göre dürüstlük kuralı dikkate alınarak değerlendirilmelidir.12 Edimler arasındaki dengenin aşırı şekilde bozulup bozulmadığı, meydana gelen dengesizliğin ağır ve açık olmasını gerektirir.13
Temerrüde düşen tarafın uyarlama talebinde bulunması mümkün olmamalıdır (TBK m 119/1) (m 102/1). Buna karşın temerrüde düşmede kusuru olmayan taraf, uyarlama isteminde bulunabilir (TBK m 119/2) (BK m 102/2).14
* “Banka kayıtlarını inceleyen bilirkişiler, dava tarihinden önceye tekabül eden taksitlerin davacı tarafından ödenmediğini saptamış olup, davacı taraf bunun aksini iddia ve ispat etmemiştir. Davacı bu taksitlerle ilgili olarak ihtiyati tedbir kararı da aldırtmamış olduğuna göre davadan önce mütemerrit olduğu sabittir. BK’nın 102. maddesi hükmü uyarınca temerrüde düşen borçlu, borcun uyarlanması yönünde bir istemde bulunamaz.”15
Yargıtay, imar uygulaması sonucu konulan ipotekler (imar ipoteği) bakımından İİK m 153 hükmünün uygulanamayacağı, bir başka anlatımla uyarlama yapılmaksızın hüküm kurulamayacağı (uyarlama yapılması gerektiği) görüşündedir.16
Anayasa Mahkemesi, uzun bir süre ipoteğin paraya çevrilmesine yönelik takibe geçmeyen borçlunun ortak kusurlu olduğunu ve bu kusuru nedeniyle uyarlama talebinde bulunamayacağını kabul etmektedir.17
Yargıtay ise, taşınmazın satış bedelinden ödenmeyen bakiye alacağın teminat altına alındığı gerekçesiyle, TMK m 893 gereği, satıştan doğan alacak nedeniyle tapuya tescil edilen kanuni ipoteğin uyarlanabileceğini kabul etmektedir. Bu durumda, satış bedelinin ödenmeyen kısmının tüm satış bedeline oranı bulunmalı ve bu oran taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri ile çarpılarak uyarlanmış bedelin ödenmesinden (depo edilmesinden) sonra ipoteğin kaldırılmasına karar verilmelidir.18
Yargıtay uygulamasında, satıştan doğan bedel alacağına yönelik ipoteklerle ve imar ipoteklerinde, taşınmazın dava tarihindeki değeri dikkate alınarak değerlendirme yapılmakta; ana para (karz) ipoteğinin ve üçüncü kişinin alacak için verdiği ipoteğin uyarlanamayacağı; üst sınır ipoteğinin ise güncel alım gücüne ulaştırılması gerektiği kabul edilmektedir.
Kanımızca, sadece imar ve satımdan doğan kanuni ipotekler (imar ipoteği ve satışdan doğan ipotek) bakımından değil, her türlü alacak bakımından şartları varsa19 ipoteğe konu alacağın taşınmazın değerine göre uyarlanabilmesi hakkaniyet gereği mümkün olmalıdır. İpotekle teminat altına alınan alacak zamanaşımına uğramadığına göre (TMK m 864) 20, alacaklının ipoteğin paraya çevrilmesindeki gecikmenin tüm olumsuz sonuçlarına katlanması beklenemez. Aksi durum borçlunun taşınmazın değer artışından sebepsiz yararlanmasına yol açacaktır. Bir başka anlatımla, alacağı zamanaşımına tabi olmayan alacaklının takibe geçmesindeki gecikmede ortak kusurlu olduğu gerekçesiyle, alacağının büyük ölçüde teminatsız bırakılması kabul edilemez. Borçlu veya taşınmaz malikinin ipoteğin kaldırılması konusunda bir girişimde bulunmayarak, aradan geçen uzun sürede paranın alım gücünün azalmasından istifade etmesini ödüllendirmek hakkaniyete ve menfaatler dengesine aykırıdır. O nedenle alacağın muaccel hale geldiği tarihteki miktarının, o tarihteki taşınmazın değerinden daha az olduğu hallerde, dava veya karar tarihi itibariyle belirlenecek “Alacak Tutarı/Taşınmaz Değeri” oranını aşmayacak şekilde hüküm kurulmalıdır. Örneğin alacağın muaccel hale geldiği tarihte alacak 100.000-TL, taşınmazın değeri 200.000-TL (Alacak/Taşınmaz Değeri =1/2) ise, aradan 10 yıl geçtikten sonra, taşınmazın değeri 800.000-TL olmuşsa, alacağın 800/2=400.000-TL olarak uyarlanması mümkün olmalıdır.
TBK m 480/2 de; götürü bedelli işlerde, başlangıçta öngörülemeyen (önceden tahmin edilemeyen) veya öngörülebilip de (tahmin edilip de) taraflarca göz önünde tutulmayan durumların, eserin yapılmasına engel olması veya yapılmasını son derece güçleştirmesi durumunda, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasının talep edilebileceği, bu mümkün olmadığı veya karşı taraftan beklenemediği taktirde sözleşmeden dönülebileceği belirtilmiştir.
TBK m 480/2 de, bu maddenin karşılığı olan BK m 365/2 den farklı olarak dönme için hakime başvurma zorunluluğu kaldırılmış ve dürüstlük kurallarının gerektirdiği durumlarda yüklenicinin ancak ileriye etkili fesih talebinde bulunabileceği belirtilmiştir.21
Aynı şekilde TBK m 482/2 (BK m 367/2) de de; iş sahibinin arsası üzerinde yapılan şeyin bedelinin yaklaşık olarak kararlaştırıldığı durumlarda, işin bedeli iş sahibinin bir etkisi olmaksızın çok fazla artarsa22, iş sahibi, bedelden uygun bir miktarın indirilmesini isteyebileceği gibi, inşaat henüz bitmemiş ise, yükleniciyi işe devamdan alıkoyarak, tamamlanan kısmın bedelini hakkaniyet dairesinde vererek sözleşmeyi feshedebilir.23
2-DENKLEŞTİRİCİ ADALET
Konu hakkında açıklama yapmadan önce, “fedakarlığın denkleştirilmesi“; “denkleştirme“ kavramlarına değinmekte fayda vardır.
1) Fedakarlığın Denkleştirilmesi: Bu kavram, hukuka uygun müdahaleden doğan zararın, zarar görenin menfaatlerindeki kaybı önlemek ve dengelemek amacıyla giderilmesini öngörmektedir.24 Bilindiği üzere, “fedakarlığın denkleştirilmesi”, üstün çıkar karşısında, katlanılan fedakarlığın sonucu doğan bir eksilmenin denkleştirilmesine hizmet etmektedir. Örneğin TBK m 64/2 uyarınca, kendisini veya başkasını açık ya da yakın bir zarar tehlikesinden korumak için diğer bir kişinin mallarına zarar verenin, bu zararı giderim yükümlülüğünü hakimin hakkaniyete göre belirleyeceğine dair hükümde veya üstün çıkar sahibine, başkasının hukuk alanına müdahale yetkisi sağlayan zorunlu geçit (TMK m 747-748); zorunlu su haklarında (TMK m 761) fedakarlığın denkleştirilmesine dair sorumluluk ilkesinin uygulanması söz konusudur.25 Burada, izni alınmaksızın zarar görenin malvarlığına yapılan müdahale hukuka uygun kabul edilmekte (haksız sayılmamakta), ancak bunun karşılığında zarar görene tazminat ödenmektedir.
2) Denkleştirme: Sorumluluğa yol açan olayın malvarlığı üzerindeki olumsuz etkileri yanında olumlu etkilerinin de dikkate alınması “denkleştirme” ile gerçekleşmektedir. Bir başka anlatımla borcun ifa edilmemesi nedeniyle alacaklının uğradığı zarardan, sağlanan yararın düşülmesine “denkleştirme” denilmektedir. Örneğin, yıkılan binanın değeri hesaplanırken, enkaz bedelinin26; kazaya uğrayan ve hurdaya çıkan otomobilin hurda değerinin; ölen hayvanın et veya derisinin bedelinin27 zarardan düşülmesi denkleştirme niteliğindedir. Denkleştirme, tazminata esas alınacak zararın hesabı ile ilgilidir. Zarar, kişinin malvarlığında oluşan eksilmedir. Bir başka deyişle, zarar, hukuken himaye edilen varlıkların, bunlara yapılan bir tecavüzün oluşmasından önce ve sonraki durumları arasındaki farktır.28 Tazminat ise, zarardan, zarar görene ödenmesi gerekli tutarı ifade eder.29 Kural olarak tazminat miktarı zarar miktarını aşamaz. Buna göre, tazminat: zarar verenin ve görenin kusuru, ekonomik, sosyal, yaş vs durumları dikkate alınarak belirlenen ve zarar görene ödenmesi gereken tutarı ifade eder. Denkleştirme, zararın hesabında söz konusudur. Eğer tazminatın hesabı sırasında denkleştirmeye gidilirse, tazminat miktarı azalır. Özellikle ortak kusurun varlığı halinde bu husus daha da belirginleşir. Örneğin, zarar 1000-TL, ortak kusur %50, yarar 200-TL ise, yararın zarardan indirilmesi durumunda zarar görene (1000-200)x%50=400-TL ödenecekken, yararın, tazminatın bir unsuru olduğu varsayıldığında, 1000x%50 – 200=300-TL ödenmesi söz konusudur.30
3)Denkleşirici Adalet: Temelini dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağından (TMK m 2) alan Denkleştirici Adalet İlkesi, bir başkasının mal varlığından sebepsiz yere zenginleşen kimsenin bu zenginleşmeyi güncel değerden iade etmeyi amaçlamaktadır. Özellikle yüksek enflasyonist ortamlarda, geçersiz sözleşme nedeniyle alıcıdan alınan paranın aynen ve/veya yasal faizi ile birlikte alıcıya iadesi, alıcının gerçek fakirleşmesinin karşılamamakta ve özellikle günümüz ekonomik koşullarında yeterli gelmemektedir.
Denkleştirici adalet konusundaki görüşler şöyledir;
“Denkleştirici adalet, bireyler arasındaki ilişkilerde sayısal anlamda eşitliğin kurulması; kişiler arasındaki mal ve hizmet değişimleri açısından sayısal anlamda eşitliğin sağlanması ve buna yönelik önlemlerin alınmasıdır”.31
“Aritmetik bir eşitlik arayan, kusur ile ceza, eda ile karşı eda, zarar ile tazminat… arasında tam bir eşitlik isteyen adalettir.”32
Herkes adalet duygusuna sahiptir; ne var ki herkes aynı adalet anlayışını benimsemiş değildir. Gerçekten bazılarına göre, kişilerle ilişkilerde, üretilmiş malların ve hizmetlerin mübadelesinde, edimlerde, hukuka aykırı olarak verilmiş zararların giderilmesinde eşitlik aramak üzere “matematik bireşitlik”e değer verilmelidir. Adaletin bu türüne denkleştirici (düzeltici) adalet denilmektedir”.33
“Bu adalet bir hukuki ilişkide taraf olanların eşit muamele görmesini gerektirir. Subjektif, ferdi durumların nazara alınmaması ve adaletin uygulanması şarttır. Haksız fiil işleyenin verdiği zararı tazmin etmesi, sebepsiz iktisapta bulunanın iktisab ettiği şeyi iade etmesi ve nihayet bir suç işleyenin o suçun gerektirdiği cezayı çekmesi düzeltici adaletin belirmesine örnek olarak gösterilebilir. Denkleştirici adalet, hukukun uygulanmasıyla ilgili teknik bilgileri kapsamına almaktadır. Ancak denkleştirici adaletin temelde dağıtıcı adalete tabi olduğu unutulmamalıdır. Adalet terazisini adaletin uygulandığı kişileri görmeksizin kullanan gözü bandajlı ilahe Themis denkleştirici adaletin sembolüdür.34“
Yargıtay’ın denkleştirici adalet uygulamasında, hakkaniyet ve adalet gereği, iade borcunun kapsamı genişletilmektedir. Buna göre, denkleştirici adalet ilkesi, başkasının mal varlığından yararlanarak kendi mal varlığını arttıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri vermek zorunda olduğu durumlarda, gerçek bir eski hale getirmeyi amaçlar. Ancak Yargıtay’ın denkleştirici adalet uygulaması, geçersiz sözleşmeler kapsamında verilen şeyin, ifa beklentisinin sona erdiği (ortadan kalktığı) tarihteki alım gücüne ulaştırılmasına yoğunlaşmıştır. Buna göre, geçersiz sözleşmelerde iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak ödenen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadenin gerçekleşmesi söz konusudur. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iade dışındaki zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak, iade borçlularının iadede direnmelerine neden olunacaktır. Bu konuda (özellikle de geçersiz satım sözleşmesi ile ilgili olarak) Yargıtay’ın diğer dairelerinin kökleşmiş kararları, denkleştirici adalet ilkesi gereği, geçersiz sözleşme ile verilenlerin, ifa beklentisinin sona erdiği tarihteki alım gücüne ulaştırılması doğrultusundadır.35
* “Hal böyle olunca, iadenin gerçekleştiği andaki değil iadenin talep edildiği andaki zenginleşme miktarı bu borcun kapsamını belirlemelidir. (Bkz. Ulusan adı geçen eser sh.33; Eren Borçlar Hukuku C.III. Sh.63, Feyzioğlu I. Sh.784-786; Tekinay-Akman, Burcuoğlu-Altop Sh.999; Egemen, Çelikoğlu, Kaynak Sh.294-295; Serozan, ifa, ifa engelleri, haksız zenginleşme 27. m.21) Konu bağlamında şu yönde önemlidir ki, MK. md.3 uygulaması ile iade alacaklısının, geçersiz sözleşmenin karşı tarafça iade edilmeyeceğini öğrendiği, bu konuda güveninin kesildiği an tesbit edilmeli, böylece iadenin talep edilmesi zamanı tayin edilmelidir. İadenin kapsamında bu zaman noktası esas alınmalıdır. Aksi halde geçersiz sözleşmenin artık ifa edilemiyeceğini bilerek iade talebinde bulunmayan, alacaklı, zararın artmasına kendisi sebep olacağından, bu artan zararını iade borçlusundan istemesi kabul edilemez (MK. md.2). Zenginleşmenin, borç ilişkisinin mevcut olduğu süre içinde her an değişebilir olması da önemli etkenlerdendir. Bu bakımdan denilebilir ki, her olay için gerekli bir zenginleşmenin tesbitine yarayacak bir formül kurulamaz. O nedenle, hakkaniyet, denkleştirici adalet görüşlerinin yardımıyla zenginleşmenin, her davanın verilerine ve özelliklerine göre belirlenmesi gerekir.”36
Davacının ödediği satış bedelinin, ifanın imkansız hale geldiği tarihte ulaştığı alım gücünün; enflasyon, ÜFE, TÜFE, faiz37, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar vb. ekonomik etkenlerin ödeme tarihinden itibaren yıl yıl ulaştığı değerler gösterilmek suretiyle belirlenmesi gerektiği kabul edilmektedir.38
Enflasyonist ortamda kişilerin repo, altın, döviz gibi menkul yatırım araçları yanında gayrimenkul yatırımlarıyla da paranın değerini korumaya gayret ettikleri gözetildiğinde, paranın gerçek alım gücünün tespitinde sözleşmeye konu taşınmazın değerinin de dikkate alınmasının denkleştirici adaleti sağlamaya daha iyi hizmet ettiği gerekçesiyle, sözleşmeye konu taşınmazın rayiç değerinin bir ölçüt olarak gözetilmesinin mümkün olmadığı kabul edilmektedir. Yargıtay’a göre, bu şekilde iade alacaklısı davacı yönünden adalet sağlanmak istenirken, söz konusu malın hukuken korunan sahibi olan ve sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde elinde kalanı iade etmek dışında hiçbir borcu bulunmayan davalıya, sahip olduğu malın değerinin bir kısmını karşı tarafla paylaşmak gibi bir külfet yüklenecek ve bu kez iade borçlusu yönünden adil olmayan bir sonuca varılmasına sebep olunacaktır.39 Aynı Kararda, hesaplamaya geçersiz sözleşmeye geçerlilik atfedercesine bizzat malın rayiç değerinin katılması hukuka uygun olmayacağından, taraflar arasındaki adalet dengesini objektif bir şekilde tesis edilebilmesi için, taşınmazın sözleşme tarihindeki gerçek değeri ile (sözleşmenin yapıldığı tarihteki koşulları/vasıfları ölçüsünde) iade borcunun muacceliyeti anındaki güncel değeri belirlenip bunlar arasındaki artış oranının iadeye konu parasal değere uygulanması şeklindeki bir hesaplama ölçütünün de eklenmesinin, değişen günümüz ekonomik koşullarında daha işlevsel ve adilane çözüme ulaşmaya yardımcı olacağı belirtilmiştir. Bir başka anlatımla, taşınmazın rayiç değerin tamamının hesaplamaya katılması yerine, sözleşmeye konu malın değerinde meydana gelen objektif artış oranının sözleşme bedeline uygulanması şeklindeki ilave bir ölçütle denkleştirici adalet sepetinin belirlenmesinin mümkün olduğu kabul edilmiştir.40
Somut bir örnekle açıklamak gerekirse, geçersiz sözleşmeye konu taşınmaz;
Satış tarihinde rayiç (objektif) olarak 1.000.000-TL
Satım bedeli (ödenen bedel de) 500.000-TL
İade borcunun muaccel hale geldiği tarihte 10.000.000-TL ise,
Doğrudan 10.000.000-TL bedel iade edilmeyecektir. Çünkü bu durumda geçersiz bir sözleşmeye rağmen, bu sözleşmeden doğan müspet zararın istenebilmesi söz konusu olur.
Ekonomik etkenlerle ilgili hesaplamada taşınmazın değerindeki artış oranı yerine doğrudan 10.000.000-TL de dikkate alınmayacaktır.
Satış bedeline göre hesaplanan (10.000.000/500.000)x100= % 2000 lik artış da uygulanmayacaktır. Çünkü bu durumda da taşınmazdaki objektif değer artışı dikkate alınmamış olur.
(10.000.000/1000)x100 =%1000 oranındaki artış dikkate alınarak diğer ekonomik etkenlerle birlikte ortalamaya katılacaktır. Örneğin altın %600; Döviz %300; mevduat faizi %100; ÜFE %500 artış oranı varsa, satım bedeli 500.000-TL’ye; (%600 + %300 + %100 + %500 + %1000)/5=%500 lük artış uygulanarak 500.000x5=2.500.000-TL’nin iadesine karar verilecektir.
Yargıtay, denkleştirici adalet ilkesi uygulanırken, paranın iadesinde, bileşik faiz hesabının yapılabileceğini kabul etmiştir. Gerçekten, uygulamada, iadesi gereken ve vadeli mevduata yatırılan paraya vade sonlarından itibaren bileşik faiz uygulanmaktadır.
• “…Denkleştirici adalet ilkesi uygulanırken dikkate alınan banka faizleriyle ilgili her ne kadar bilirkişi raporunda bileşik faiz uygulanmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmış ise de; faize faiz uygulama yasağının somut olayda uygulama olanağı yoktur. Asıl paranın bankaya vadeli mevduat hesabı olarak yatırılacağı farz edildiğine göre, belli dönemlerde elde edilecek devre sonları faizinin ana paraya eklenerek tekrar faiz (bileşik faiz) yürütülmesi tabiidir. Mahkemece bu ilkeler çerçevesinde inceleme ve hesaplama yaptırılması gerekirken eksik incelemeyle yetersiz bilirkişi raporuna göre karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”41
Uygulamada, yargılama süresinin uzunluğu dikkate alındığında, yasal faiz paranın geç ödenmesinden doğan kaybı karşılamamaktadır. Faiz kavramı finans literatüründe paranın fiyatı ya da paranın kira bedeli şeklinde tanımlanmaktadır.42 Özellikle tacir olmayan tasarruf sahipleri bakımından paranın bankaya yatırılarak değerlendirilmesi mutat bir yaklaşımdır. Bankalarda ise, dönem sonlarında faizin ana paraya eklenmesi yoluyla bileşik faiz uygulaması yapılmaktadır.
Bazı geçersiz sözleşmeye dayalı iade taleplerinde denkleştirici adalet ilkesi uygulanmamaktadır. Örneğin geçersiz kat karşılığı inşaat yapım sözleşmesine istinaden yapılan işlerin, yapıldıkları tarihteki değeri dikkate alınmaktadır. Bir başka anlatımla, arsa sahibinin imalatın bedelini iade borcu (yüklenicinin imalat bedeli alacağı) bakımından, faiz veya güncelleştirme söz konusu olmamaktadır.43 Bu durum özellikle enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde ciddi bir maddi kayba yol açmaktadır.
• “…Davacı, geçersiz sözleşme nedeniyle davalının mal varlığına artış olarak giren imalat bedelini, yapıldığı yılın mahalli rayiçleri üzerinden talep hakkına sahiptir. Davacının delil olarak ibraz ettiği taşeronluk sözleşmeleri içeriğinden işin 1996 yılında yapıldığı anlaşılmakla yapılan işler bedelinin 1996 yılı mahalli rayiçleri ile belirlenerek hüküm altına alınması yerine 1998 dava tarihi itibariyle ve Bayındırlık Birim Fiyatları ile değerlendirilmesi sonucu düzenlenen bilirkişi raporu esas alınarak hüküm kurulması ve davacının delil olarak ibraz ettiği proje yapımına ilişkin sözleşmedeki bedel esas alınarak proje bedelleri de yukarıda yazılı esaslara göre değerlendirilmeden 5 milyar TL. kabul edilmek suretiyle toplam 18.655.035.654 TL. iş bedeline hükmedilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”44
İadenin sadece geçersiz sözleşmelerle sınırlandırılması da hakkaniyete aykırıdır. Bir başka anlatımla, başlangıçta geçerli olarak kurulan sözleşmelerin geriye etkili feshinde veya sonraki kusursuz imkansızlıkta denkleştirici adalet ilkesinin uygulanamayacağı45 savunulmamalıdır. Çünkü, burada amaç, sözleşmeye dayalı olarak alınmış dahi olsa, iadesi gereken paranın, iade borçlusu uhdesinde oluşturduğu aşırı (adaletsiz) zenginleşmenin tasfiyesidir.46 Örnekle açıklarsak; arsa sahibine sözleşmede verilmesi gereken bağımsız bölümlerden daha azı karşılığında, ayrıca para verilmesi kararlaştırılmıştır. Bir başka anlatımla, arsa sahibi, kendisine verilecek para karşılığında, rayiç paylaşımın altında bağımsız bölüm almayı kabul etmiştir. Örneğin, arsa sahibine 20 daire verilecekken, 18 daire ve 2 daireye karşılık gelen para verilmiştir. Aradan 10 yıl geçtikten sonra sözleşme geriye etkili olarak feshedildiğinde, yükleniciye 10 yıl önce alınan bedel mi (dairelerin 10 yıl önceki bedeli mi) iade edilecektir? Paranın verildiği tarih ile iade borcunun doğduğu tarih arasında çok uzun bir zaman bulunması nedeniyle oluşan farktan doğan adaletsizliğin giderilmesi gerekir. Özellikle yüksek enflasyon dönemlerini içine alan sürecin yarattığı dengesizlik, feshin hüküm ve sonuçlarını doğurduğu tarihteki güncellenmiş değer dikkate alınarak giderilmelidir. Kaldı ki, Yargıtay uygulamasında, sözleşmenin geriye etkili feshinde de verilenlerin iadesi sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre gerçekleşmektedir. Hem geçersiz sözleşmelerde, hem kusursuz sonraki imkansızlıkta, hem de geriye etkili fesihte, iadenin sebepsiz zenginleşmeye göre gerçekleştiği kabul edilirken, bunlardan sadece geçersiz sözleşmeler bakımından denkleştirici adalet ilkesinin uygulanması bir çelişki oluşturmaktadır.
Nitekim bir olayda, kat karşılığı inşaat sözleşmesinin ifasına yönelik olarak tapudaki belediye hissesinin arsa sahibi adına alımı için yüklenici tarafından ödenen bedelin iadesinde, arsa hissesinin iade anındaki değerinin ödenmesine hükmedilmiştir.
• “Taraflar arasındaki uyuşmazlık, 26.3.1990 ve 10.6.1991 tarihli Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmelerinden kaynaklanmıştır. Arsa sahiplerince Denizli 3.Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonunda, sözleşmelerin resmi nitelikte düzenlenmediğinden geçersiz olduklarının tesbitiyle ruhsatsız (kaçak) inşaata yüklenicinin el atmasının önlenmesine karar verilmiş, derecaattan geçmek suretiyle kesinleşmiştir. Eldeki bu davada yüklenici, gerçekleşen imalat tutarı ile Denizli Belediyesine ait 2772/11628 arsa payının davalılar adına satın alınması için belediyeye yapılan ödemenin günün koşullarına göre tahsilini istemiştir. Borçlar Yasasının 355. ve devamı maddelerinde yer alan eser sözleşmelerinin bir türü olan arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinin feshi veya –burada olduğu gibi- geçersizliği halinde taraflar sebepsiz zenginleşme hükümlerince aldıklarını iade etmek zorundadır. Kuşkusuz iadesi gerekenin bir ekonomik değeri olmalıdır. Bir başka ifadeyle, sebepsiz zenginleşme sonucu mal varlığında artış olmalıdır. Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde, davacı yüklenicinin, arsa sahiplerine tapuda 2772/11628 oranında arsa kazandırdığı, bu arsa payının ekonomik değeri olduğu tartışmasızdır. Ne var ki, gerçekleşen inşaata belediyece ruhsat verilmediği (kaçak) yapıldığı da ortadadır. Bu haliyle yıkım gerekeceğinden ekonomik değerinden söz edilemez ise de temyiz aşamasında dosyaya sunulan 2.4.2004 gün ve 03-1185 sayılı belediye yazısında, 21.11.2003 gün ve 11954 sayılı genelgenin 6/A maddesine göre ruhsata bağlanabileceği belirtilmiştir. Yasal hale gelirse ekonomik değeri de olacaktır. O halde mahkemece yapılması gereken iş, mevcut inşaatın ruhsata bağlanıp bağlanmayacağının belediyesinden sorulup, ruhsata bağlanabileceği saptanırsa arsa sahiplerinin mal varlığında meydana getireceği artışın ve belediyeden satın alınan arsa payının, arsa sahiplerince akdin ifa edilemeyeceği beyanlarını açıkladıkları muarazanın men’i davasının açıldığı 26.11.1998 tarihi itibariyle piyasa fiyatlarına göre tutarını bilirkişiye hesaplatmak ve oluşacak sonuç çerçevesinde hüküm kurmaktan ibarettir. Eksik incelemeyle hükme varılması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.”47
Kanımızca sözleşmenin geriye etkili feshinde iadenin hukuki dayanağı TBK m 124/3 (BK m 108/1) hükmü olup, daha önce ifa edilen edimler bu hüküm uyarınca geri istenebilmektedir. Paranın verildiği andaki alım gücü ile geri isteme (iade) hakkının doğduğu andaki alım gücü arasında iade alacaklısı aleyhine doğan büyük orandaki adaletsizliğin giderilmesinin temelinde, hakkaniyetle hüküm kurma ilkesi (TMK m 4) (TBK m 51-52) (BK m 43-44) yatmaktadır. Bir nevi, tasfiyedeki iade borcu bakımından uyarlama yapılmaktadır. O nedenle, alınan paranın olduğu gibi bankada tutulduğunun ispat edilmesi gibi çok özel durumlar olmadıkça, iade alacaklısının aşırı fakirleşmesinin adaletli bir şekilde telafi edilmesi gerekir.
Sürekli borç ilişkisi doğuran geçerli sözleşmelerde, sözleşmenin süresinden önce feshi halinde, peşin ödenen yabancı para cinsinden sözleşme bedelinin fesihten sonraki süreye ilişkin kısmının iadesinde (özellikle döviz üzerinden uzun süreli olarak yapılan ve peşin ödenen kira bedelinin, erken fesih sonucu kısmen iadesinde) denkleştirici adalet hesaplamasının yapılıp yapılamayacağı ile ilgili olarak, içtihatların birleştirmesine gerek olmadığına karar verilmiştir.48 Karar içeriği incelendiğinde, Yargıtay’ın ayıp nedeniyle kira konusu taşınmazın döviz üzerinden yapılan kira sözleşmesindeki bedel indiriminde uyarlamayı (denkleştirici adalet ilkesinin uygulanmasını) kabul etmediği, ancak peşin ödenen kira bedelinin erken fesih nedeniyle iadesinde, denkleştirici adalet ilkesini uyguladığı sonucuna varılmaktadır.
Miras davalarında da denkleştirici adalet ilkesine göre değerlendirme yapılmaktadır. Tenkis davalarında ödenecek tazminatın hesabında, malların değeri ölüm tarihi yerine, karar tarihine en yakın tarih itibariyle hesaplanmaktadır.49 Böylece, miras bırakanın ölümünden sonra meydana gelen değer değişimlerinden, mirasçıların hakkaniyetli paylaşımının zedelenmesi önlenmektedir.
** “…çekişmeli paylar için ödenen satış bedellerinin murisin ölüm tarihinde ulaşacağı miktarın denkleştirici adalet ilkesi uyarınca tespit edilmesi, tespit edilen miktar üzerinden tenkis raporunun alınması, sabit tenkis oranının saptanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken*…”50
AYM de denkleştirici adalet ilkesine göre yapılan hesaplamayı hukuka uygun bulmaktadır.
* “… Derece mahkemelerince hükmedilen tazminat bedelinin ölçülü olup olmadığı yönünden ise uygulanan "denkleştirici*adalet*ilkesi"nin*mahiyetine bakılmalıdır.*Yargıtaya*göre bu ilke çerçevesinde davacıların geçersiz satış sözleşmesi ödediği satış bedelinin*denkleştirici*adalet ilkesi gereğince dava tarihi itibarıyla ulaştığı alım gücü karşılığının belirlenip davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekir. Yargıtay içtihatlarında alım gücünün tespiti için geçersiz satış sözleşmesine göre ödenen bedelin akdin ifasının imkânsız hâle geldiği tarih itibarıyla altın fiyatları, memur maaş katsayı artışı, döviz fiyatlarındaki artış, enflasyon oranları dikkate alınmak suretiyle elde edilecek ortalamanın dikkate alınması gerektiği belirtilmektedir (bkz. §§ 30-35). 80. Uygulanan hesap yöntemi dikkate alındığında*Yargıtayın*"denkleştirici*adalet ilkesi" çerçevesinde yaptığı bu yorumun, Anayasa Mahkemesinin mülk kapsamında değerlendirilen alacağın değer kaybına uğratılmamasına ilişkin ilkeleri ile uyumlu olduğu anlaşılmaktadır*…”51
3-AŞKIN (MUNZAM) ZARAR
Türk Borçlar Kanunu m 122 aynen şöyledir;
“Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.
Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hakim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder”.
Aşkın (Munzam) Zararı Talep Etme Şartları Şunlardır:
1. Bir para borcu bulunmalıdır. Çünkü TBK m 122 de (BK m 105) de, “temerrüt faizini aşan bir zarar” nedeniyle zararın tazmininden bahsedilmektedir. Faiz para borcuna ait olacağından, munzam zararda para borcu için söz konusu olmaktadır.
2. Temerrüt şartları gerçekleşmek suretiyle borçlunun temerrüde düşmüş olması gerekmektedir.
3. Borçlu temerrüde düşmede kusurlu olmalıdır. Ayrıca, borçlunun zararın doğmasına neden olan bir kusurunun bulunması şart değildir. Kusur unsuru, Kanunda “borçlu kendisine hiç bir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe” şeklinde ifade edilmiştir. Kanun metninden, TBK m 112“ paralel olarak borçlunun kusursuzluğunu ispat etme yükümlülüğü altında olduğu anlaşılmaktadır. Esasen temerrüde düşen borçlunun kusursuz olup olmadığını alacaklı bilemeyeceği gibi, bilse bile bunu ispatlamada zorluk çekeceği için, kusursuzluğu kanıtlama yükünün borçluda olması hukuken isabetlidir.
4. Borçlunun temerrüdü ile munzam zarar arasında uygun illiyet bağı olmalıdır. Borçlu yaşam tecrübelerine ve olayların genel akışına göre meydana gelmesi muhtemel sonuçlardan sorumludur. Alacaklının, yüksek faizli kredi alması, enflasyondan veya kur farkı nedeniyle zarara uğraması gibi durumlarda, temerrüt ile zarar arasında uygun illiyet bağının varlığının kanıtlanması gerekir. Zarar ile temerrüt arasındaki illiyet bağını ispat yükü alacaklıdadır. Fiili zararın tazmininde gerçek bir illiyet bağı aranırken, yoksun kalınan kar için farazi veya ihtimali bir illiyet bağı aranır. Çünkü, yoksun kalınan kar, niteliği itibarı ile farazi bir hesaba dayanır. Hesap yapılırken, temerrüt gerçekleşmeseydi, mal varlığının alacağı durum tespit edilmeye çalışılır.52
5. Zarar miktarı temerrüt faizini aşmış olmalıdır. Zarar, alacaklının malvarlığında iradesi dışında meydana gelen azalmayı ifade eder. Zarar, temerrüt faizinden düşük veya buna eşitse, munzam zarar istenemez. Talep edilmemiş ve saklı tutulmamış faiz alacağı, toplam zarardan düşüldükten sonra tazminata hükmedilir. Bu durumda, temerrüt faizi alınmış kabul edilir ve munzam zarar, zararın tamamından temerrüt faizine ilişkin bölüm düşülerek hesaplanır.53 Uğranılan zararın temerrüt faizinden daha fazla olduğunu ispat yükü alacaklıdadır.
Paranın değer kaybı olgusu genel hayat tecrübeleri kapsamında herkesçe bilindiğinden HMK m 187/2 (HUMK m 238/2) uyarınca ayrıca ispat edilmesine gerek yoktur. Aksini iddia eden borçlunun bunu ispatlaması gerekir (HMK m 191) (HUMK m 239).54
Yargıtay’ın bazı daireleri (4, 5, 15, 18 ve 19. Hukuk Daireleri) ve münhasıran kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi nedeniyle açılan munzam zarar davalarında Hukuk Genel Kurulu, paranın değer kaybının munzam zarar olarak borçluya yüklenemeyeceğini belirtmekteyken, diğer bazı Yargıtay daireleri (2, 11 ve 13. Hukuk Daireleri) ve Hukuk Genel Kurulu bunun mümkün olduğunu belirtmektedir. Sözü edilen Yüksek Mahkeme Daireleri arasındaki munzam zararın ispatı açısından mevcut görüş ayrılıkları, 8.10.1999 T. ve 2/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıkça ifade edilmiştir. Kararda aynen;
• “Yüksek 5, 15, 18 ve 19. Hukuk Daireleri paranın temerrüt süresinde değer yitirmiş olması nedenine dayanılarak munzam zararın tazmininin istenilmesi halinde zararın somut olarak iddia ve ispat edilmesi görüşündedirler. Alacaklının tacir olması yahut alacak miktarının yatırıma elverişli olması bir önem taşımamaktadır. Bu halinde 5, 15, 18 ve 19. Hukuk Dairesi uygulamaları itibariyle 13 ve 11. Hukuk Dairesinin tam karşısında yer almaktadır.”
denilmektedir.
İçtihat aykırılıklarının devam etmesi sonucu; Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu 13.9.2001 tarih ve 75 sayılı Kararında; halkın yargıya olan güveninin sarsılmaması için Yargıtay kararlarındaki çelişkinin giderilmesi gerektiğini, içtihatların birleştirilmesinin zorunlu olduğunu, her ne kadar İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 8.10.1999 tarih K: 1 sayılı Kararı ile ek zarar konusunda içtihatların birleştirilmesi isteği reddedilmişse de, bu red kararından sonra da daireler arasında görüş birliğinin sağlanamadığı, görüşlerin kesinleştiği, içtihatların birleştirilmesi için gerekli tüm koşulların oluştuğu ifade edilmiştir
Ancak YİBBGK 12.4.2004 T. 2 K. sayılı Kararı ile 8.10.1999 tarihli önceki karardaki gerekçelere dayanarak içtihatların birleştirilmesine gerek olmadığına karar vermiştir.55
Oysa, Yüksek Mahkemenin kararları arasında tam bir karmaşa bulunmakta olup, bu konuda içtihadı birleştirme yoluna gidilmesi kaçınılmazdır.
Paranın değer kaybından dolayı oluşan soyut munzam zararı dikkate almayan Yargıtay Kararları hukuki ve ekonomik açıdan ciddi eleştirilere açıktır. Yüksek Mahkeme, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik (enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki devamlı düşüş) olumsuzluklar dikkate alınarak yasa hükmüyle geçmiş günler faiz oranının, dolayısıyla geç ödemeden doğan zararın belirlediği gerekçesi ile, bundan doğan ayrı bir zararın istenemeyeceğini ileri sürmektedir. Kanaatimizce, bu yaklaşımın temelinde munzam zarar ile temerrüt faizi arasındaki farkın yeterince ortaya konulamaması yatmaktadır. Yüksek Mahkemenin, enflasyon nedeniyle oluşan değer kaybı sonucu oluşan munzam zararla, temerrüt faizini bir tuttuğu anlaşılmaktadır. Buna karşın munzam zararda, temerrüt faizinden farklı olarak, alacaklının zararı ispat ve borçlunun kusurlu olması şartlarının bulunduğu hususlarının dikkate alınması gereklidir.
Kanun koyucunun tüm ekonomik olumsuzlukları değerlendirip bunların oluşturacağı zarar dolayısıyla tazminat oranını belirlemesi söz konusu değildir. Kanun koyucunun bir kimsenin uğradığı zararı tespit etme yetkisi bulunmamaktadır.56 Borçlar Hukuku ile ilgili yazılmış tüm kaynaklarda, temerrüt faizi oranının alacaklının gecikme nedeniyle uğradığı varsayılan en az zararın karşılığı belirlendiği ifade edilmektedir. Aksi kabul edilse bile, kanun koyucunun faizi düşük belirlemesinin olumsuzluğu borçlu lehine sonuç doğurmamalıdır. Devletin ekonomik politikalarındaki yetersizliklerin olumsuz sonuçlarına alacaklıların katlanmasının beklenmesi, kabul edilebilir bir durum değildir. Bu yaklaşım, yalnızca alacaklıyı mağdur etmekle kalmamakta, aynı zamanda borçluyu haksız yere avantajlı konuma getirmekte ve borçlunun temerrüdünü adeta ödüllendirmektedir.
Faiz dışında paranın değer kaybı nedeniyle oluşan zararın talep edilmesini kabul etmek, yasama yetkisine müdahale anlamına da gelmez. Kanun koyucu, eğer, paranın değer kaybından oluşan zararın sadece temerrüt faizi ile karşılanabileceğini öngörseydi, bunu kanunda açıkça düzenlerdi. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama hürriyeti ile 35. maddede düzenlenen mülkiyet hakkının yalnızca kanunla sınırlanabileceği ilkesi göz önünde bulundurulduğunda, bu hakların kullanımının yargı kararları ile kısıtlanabilmesi kabul edilebilir bir durum değildir.
3095 sayılı Faiz Kanununda öngörülen faiz oranlarının düşük olması nedeniyle, Anayasa Mahkemesinin 26.11.1999 Tarih ve 23888 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan kararı ile ilgili maddeler iptal edilmiş ve iptal gerekçesinde;
• “Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru mevduat faizi hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi borçlunun yararlanması alacaklının zarara uğraması sonucu doğmuştur. Bu nedenle borçlu, süresinde borcunu ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı sürecini uzatma gayreti göstermekte böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak almak düşüncesi yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır. İtiraz konusu kuralların borçlu yararına alacaklı zararına sonuçlar doğurması, ekonomik ve sosyal yaşamı olumsuz yönde etkilediği gibi Hukuk Devleti ilkesini de zedelemektedir. Açıklanan nedenlerle, Yasa’nın incelenen kuralları Anayasa’nın 2. ve 5. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”
denilmiştir.57
3095 sayılı Faiz Kanunu genel gerekçesinde de;
• “10 Mayıs 1984 gün ve 18397 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tebliği ile vadeli mevduat faizleri yüzde elli ikiye varan oranlarda tespit edilmiştir. Diğer bir ifadeyle zamanında hakkını elde edemeyen bir alacaklı parasını bankaya veya Devlet tahviline yatıramamaktan ötürü yukarıda açıklanan miktara varan bir kar mahrumiyeti ile karşı karşıya bulunmakta, buna karşılık yüzde beş ve yüzde on oranında kanuni faiz ve temerrüt faizi alabilmektedir. Alacaklı kişi aynı zamanda paraya ihtiyacı bulunduğunda kredi sağlama yoluna gitmekte ve bu sefer daha da yüksek oranda bir faiz borcu altına girmektedir. Bu durumda borçlu, borcunu zamanında ödememesinden kazançlı çıkmakta, dava ve icra yoluna başvurulmadan ödemede genellikle bulunulmamaktadır. Zira dava ve takip sırasında geçecek her süre borçlunun lehine çalışmaktadır. Belirtilen durumun dava ve icra takiplerini artırdığı açıktır. Borçlular sadece haklarında dava açılmasına ve icra takibinde bulunulmasına sebebiyet vermekle kalmayıp bunların uzaması için her türlü yola başvurmaktadırlar. Tasarı kötü niyetli kişilerin bu davranışlarının önüne geçilmesi, kanuni faiz ve temerrüt faizinin günün koşullarına uydurulması için düzenlenmiştir.”
denilmektedir. Görüldüğü gibi Anayasal yorum yaptığımızda da faizle karşılanamayan paranın değer kaybının, hak arama özgürlüğü kapsamında, kanunla açık bir sınırlama getirilmedikçe, istenebilmesi gerekir. Kanun koyucunun bu konudaki eksikliğinin olumsuz sonuçlarının alacaklıya yüklenmesi hakkaniyetle bağdaşmaz
Sonuç olarak; bir hukuk devletinde, para borcunun ödenmesi gerektiği tarihteki alım gücünün sağlanması esastır. Hayatın olağan akışı da bunu gerektirir. İfa zamanında borçlu edimini yerine getirmez ve temerrüde düşerse, ekonomik nedenlerle, para değerinin düşmesi sonucu, alacaklının satın alma gücü azalmış olacaktır. Paranın değer kaybının temerrüt faiziyle karşılanmaması durumunda, ifa zamanında belirli satın alma gücünü elde etmek isteyen malvarlığında göreceli bir azalma olacağı tartışmasızdır.58
Genel yaşam deneyimine göre, yüksek miktardaki paraların semeresiz tutulmayacağı, aksine faiz getirici bir yatırıma yönlendirileceği kabul edilir. Para meblağının ne zaman büyük meblağ olarak kabul edileceği genel yaşam tecrübelerine göre tayin edilir. Bu belirlemede borçlunun ilişkileri ile genel ekonomik ilişkiler değerlendirilir. Genel olarak her halükarda 2500 Euro semeresiz bırakılmayacak bir para miktarını ifade eder. Kanaatimizce Türk hukuku bakımından bu tutar 2025 yılı itibariyle 150.000-TL olarak kabul edilebilir.59
Yukarıdaki tespitler Yargıtay’ın yorumlarının hukuki olmadığını göstermektedir.60
Bu bağlamda Y. 11. HD Başkanı Sayın İhsan Demirkıran’ın kamulaştırma bedelinin geç ödenmesinden doğan munzam zarar davasına ilişkin 19.6.1996 Tarih ve 5-144/503 sayılı YHGK Kararındaki karşı oy gerekçesini sunmak istiyoruz.
• “Bu ayrık oy yazısını bitirirken Bir Hukuk Bilgesi Andreas B Schwarz’ın hakim olarak beni etkileyen ve vicdani kanaatini açıklarken ilk edindiğim sözlerine yer vermek istiyorum. “Somut olayda hukuk kurallarına dayanarak vardığınızı sandığımız sonuç ya da çözüm, akıl ve mantığa, hakkaniyete, gereksinmelere ve böylece hukuka güveninize ters düşüyorsa, hukuktan değil, kendi hukukçuluğumuzdan kuşku duymalısınız, gerçekten modern hukukta başta Medeni Kanunun 2. maddesindeki dürüstlük kuralları, doğru yorumlama yöntemleri ve yargıcın takdir hakkı size, akıl ve mantığa, hakkaniyete ve gereksinmelere, böylece hukuka güveninize uygun bir çözümü mutlaka sunacaktır. Onu arayıp bulmak size düşer”61
Sayın DOMANİÇ, munzam zarar konusunda Yargıtay’ın içtihadı birleştirme kararı vermemesini şiddetle eleştirmektedir.62 Bu yaklaşım, yalnızca bireysel adaletin değil, aynı zamanda yargıya duyulan güvenin korunması bakımından da önemlidir. Gerçekten de içtihat birliğinin sağlanmaması, benzer olaylarda farklı sonuçların doğmasına yol açarak hukuk güvenliği ilkesinin zedelenmesine neden olabilecektir.
Kanaatimizce, Yargıtay’ın paranın değer kaybına ilişkin konularda munzam zararın önüne engeller çıkarmasının iki temel nedeni bulunmaktadır.
Bulardan birincisi; özellikle temerrüt faizi ile enflasyon arasında büyük farklılıkların olduğu dönemlerde, her davanın bir de munzam zarar davasının olacağı düşüncesiyle, dava sayısının ikiye, üçe vs. çıkacağı ve Yüksek Mahkemenin iş yükünün daha da artacağı endişesidir. Fakat yargı organlarının iş yükünü arttırmama adına bireylerin haklarını sınırlamak ya da adaletin yerine bulmasının sağlanamaması hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
İkincisi ise; devleti koruma düşüncesidir.63 Bu husus Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Başkanı Sayın Bilal Kartal’ın Tebliğinden sonraki tartışmalarda, kendisi tarafından açıkça ifade edilmiştir.64 Sayın Kartal devamında;
• “Hukuk bütün kuvvetleri elinde tutan devlete uygulandığı kadar, o devlete tabi insanlara da uygulanmaktadır. Çünkü hukuk kavram olarak hem devletten önce ortaya çıkmıştır, hem de devletin üstünde bir kavramdır. Günümüzün devleti, hukuk kurallarını formüle etmekte, onları müeyyidelerle donatmakta, toplumu buna uymaya zorunlu kılmakta ve aynı zamanda kendisi de uymaktadır. Çünkü devletin kendisi de hukuki kavramdır, hukukun üstünde değil, hukukun içinde ve ona bağlı olmak zorundadır.”
diyerek, bu düşünceyi eleştirmektedir. Gerçekten, devletin mali çıkarlarının bireylerin mülkiyet hakkı karşısında öncelikli görülmesi hukuk devleti ilesi ile bağdaşmamaktadır.
Bu hususta Anayasa Mahkemesinin umut verici kararları ortaya çıkmıştır.65
1. BİREYSEL BAŞVURU KARARI: Somut olayda;
-1988 yılında DSİ ile baraj inşaatından dolayı tasfiye gerçekleştirilmiş,
-1990 yılında 500-TL hakkediş davası açılmış,
-1995 yılında 86.680,47-TL’nin tahsili için ek dava açılmış,
-2002 yılında 486,69-TL’nin 10.10.1990 tarihinden itibaren reeskont faiziyle; birleşen davada 58.440,18-TL’nin 2.870,82-TL bölümüne 9.6.1988 tarihinden, 55.569,36-TL bölümüne 16.3.1995 tarihinden reeskont faizi uygulanmak suretiyle davalı idareden tahsiline karar verilmiş,
-23.9.2012 tarihinde 62.968,69-TL asıl alacak ve 348.027,70-TL faiz olma üzere, 410.996,39-TL ödeme davacıya yapılmış,
-2002 de İnsan Hakları Mahkemesine başvurulmuş, Mahkeme, BK m 105 hükmüne göre iç hukuk yolunun denenmesi gerektiğine hükmetmiş,
-2005 yılında 1.010.000-TL munzam zarar davası açılmış, enflasyon oranına göre munzam zararın 7.848.069-TL olduğu raporlanmış,
-2011 yılında zarar somut olarak ispatlanmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiş, 2014 Şubat ayında da karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir.
-21.12.2017 tarihinde Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine, mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi kararından sonra Yargıtay 15. ve 6. Hukuk Dairelerinin munzam zarar konusundaki görüşünde değişiklik meydana gelmiştir.
• “…Dava, arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesi uyarınca davacılara ait taşınmazın davalı yükleniciye tapuda devredilmesine rağmen süresinde inşaatın tamamlanıp teslim edilmemesi sonucu açılan davada hükmedilen ifa yerine tazminat alacaklarının geç ödenmesi sebebiyle uğranılan munzam zararın giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece munzam zararın varlığının yeterince kanıtlanamaması gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacılar vekilince temyiz edilmiştir… davacılar alacaklarının borçlunun temerrüdüne rağmen geç ödenmesi sebebi ile faizle karşılanmayan zararlarının varlığı ve miktarını mahkemenin de kabulünde olduğu gibi somut delillerle ve yeterince kanıtlayamamışlardır. Ancak, ülkemizde yaşanan ve herkes tarafından bilinen enflasyon, artan fiyatlar, döviz artışı vs. gibi olgular nedeniyle her zaman alacaklıların zararının temerrüt faizi ile karşılanması mümkün olmayacağından, mahkemece gecikme halinde temerrüt faizini aşan zararın varlığı karine olarak kabul edilip bu karinenin aksi davalı borçlu tarafından kanıtlanmadığı, alacaklılar vekillerinin 15.06.2010 tarihli ibranameleri alacağın dayanağı olan davada hükmedilen alacak miktarı ve icra takibine konu olan alacak, harç, icra masrafları ve vekâlet ücreti ile ilgili olup munzam zararla ilgili borçlunun ibra edildiğini kabule yeterli olmadığından öncelikle munzam zarar talep edilen alacakla ilgili temerrüt tarihinden tahsil tarihine kadar geçen süredeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, banka vadeli mevzuat faiz oranları, döviz kurları, devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili getiri bilgilerinin resmi kurumlardan sorulup tesbit edildikten sonra, yeniden oluşturulacak munzam zarar hesabı konusunda uzman bilirkişi kurulundan, tahsiline karar verilen davacılar alacağının temerrüt tarihinde bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması ve değerlendirilmesi halinde tahsil tarihlerinde asıl alacakla birlikte getirisinin ulaşabileceği miktar ile tahsiline hükmedilen asıl alacak ve bu alacak için temerrüt tarihinden tahsil tarihlerine kadar davacıların tahsil edebilecekleri ve tahsil ettikleri faiz miktarı ve toplam miktar ve bu şekilde bulunacak toplam miktarlar arasındaki fark konusunda gerekçeli, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp değerlendirilerek faizle karşılanamayan zarar konusunda sonucuna uygun bir karar verilmesi yerine eksik inceleme ile davanın reddi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.”66
Daha sonra, AİHM tarafından ispat yöntemine ilişkin kararlar arasındaki çelişkinin giderilmemesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine hükmedilmiştir.67 Ancak halen dahi içtihat aykırılıkları devam etmektedir.68
2. BİREYSEL BAŞVURU KARARI: Pilot niteliğindeki AYM kararına konu olayda, bağlı kredi ile konut alan tüketici, konutun teslim edilmemesi üzerine banka aleyhine icra takibi yapmış, takibe itiraz üzerine, Bankanın itirazının iptali ve asıl alacağa ticari faiz işletilmesi talebiyle dava açmıştır. Tüketici Mahkemesi, davalının itirazının iptaline, takibin, asıl alacak ve asıl alacağa takip tarihinden borç tamamen ödeninceye kadar işleyecek yıllık %9 temerrüt faizi uygulanmak suretiyle devamına, asıl alacak tutarının %20 oranında takdir edilen icra inkâr tazminatının davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine hükmetmiş, karar taraflarca temyiz edilmeyerek 1.7.2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu tüketici mahkemesinde dava açarak, yaklaşık 10 yıllık süreç içinde oluşan faizle karşılanamayan munzam zararına karşılık fazlaya ilişkin hak ve alacak talebi saklı kalmak kaydıyla 100.000 TL'nin 2.7.2020 tarihinden itibaren işletilecek faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiş; Mahkeme, başvurucunun itirazın iptali davasında temerrüt faizi istediği halde yasal faize hükmedildiğini, bunu temyiz sebebi yapmadığını, oysa tacir olan Banka yönünden ticari/avans faizine hükmedilmesinin mümkün olabileceğini, munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusurun borçlunun temerrüde düşmedeki kusuru olduğunu, davalı Bankanın temerrüde düşmedeki kusurundan ve munzam zarar şartlarının oluştuğundan bahsedilemeyeceğini belirterek davayı reddetmiştir. İstinaf Mahkemesi yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma gibi nedenlerin davacıyı ispat yükünden kurtarmayacağı gibi herhangi bir ispat kolaylığı da sağlamayacağı, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklardan hareketle ileri sürülen soyut ve varsayıma dayalı zarar iddialarının hükme esas alınamayacağı, zararın somutlaştırılması gerektiği gerekçesiyle davayı reddetmiş ve karar Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir.
AYM, 3095 sayılı Kanun'da belirlenen faiz oranlarının enflasyon oranlarının altında kaldığını, alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğradığını, Hukuk Genel Kurulunun 29.3.2022, 2021/11-938, 401 sayılı kararı ile munzam zararın aslında enflasyon olgusundan bağımsız ayrı ve somut bir zararın karşılanmasına ilişkin hukuk yolu olduğunun ifade edildiğini, anılan Hukuk Genel Kurulu Kararı sonrasında 6. Hukuk Dairesi dışındaki hukuk dairelerinin bu görüşe uygun karar verdiklerini, dolayısıyla HMK m 122 hükmünün alacakların enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini güvence altına almadığını ve bu yöndeki içtihadın etkili bir hukuk yolunun bulunduğu yönünde gelişme göstermediğinin görüldüğünü, o nedenle HMK m 122 kapsamında munzam zarar davasının da teorik düzeyde başarı şansı sunma kapasitesinin bulunmadığını, hukuk sisteminde başvurucunun alacağının enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı gerekçesiyle AY 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini belirterek, ihlalin yapısal sorundan kaynaklandığı anlaşıldığından pilot karar usulünün69 uygulanmasına, yapısal sorunun çözümü için keyfiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirilmesine, kararın yayımlandığı tarihe kadar mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış olan başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı konuda yapılan ve karardan sonra yapılacak başvuruların incelenmesinin kararın RG’de yayımlanmasından (29.9.2025 tarihinden) itibaren altı ay süreyle ertelenmesine karar vermiştir.70
Yargıtay’a göre munzam zararın geç ödenmesi, tekrar munzam zarara neden olmaz. Çünkü, Kanunda “munzam zararın munzam zararı” kavramına yer verilmemiştir.71
Doktrinde munzam zararın doğumundan ödenmesine kadar faizin karşılayamadığı yeni bir munzam zarar tazminatına tabi tutulması gerektiği ileri sürülmektedir.72 Kanımızca, munzam zararın, tekrar munzam zararının doğmaması için, dava dilekçesinde karar tarihine en yakın tarih itibariyle zararın belirlenmesi talep edilebilmelidir.73 Dolayısıyla, hüküm tarihine en yakın tarihe göre belirleme, mülkiyet hakkının korunmasına hizmet eden en makul çözüm olacaktır
TBK m 122/2 de (BK m 105/2 de) temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hakimin, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmedeceği yazılıdır. Esas hakkında karar verilirken bu zararın miktarına hükmedileceği belirtildiğinden, zararın hüküm anı dikkate alınarak belirlenmesi gerekir. Nitekim AİHM de son dönemde, güncellemeyi kararın verildiği tarih esas alınarak yapmaktadır.74 Bu yaklaşım AYM veya AİHM önünde geçen uzun sürenin de olumsuz etkilerini azaltmaktadır. Ancak hüküm tarihinden sonra oluşan zararlar bakımından hüküm altına alınan alacağın fiili ödeme tarihinin dikkate alınması uygun olur.75
Örneğin, arsa sahibinin sözleşmeyi haksız feshi sonucu, yüklenici yaptığı imalatın bedelinin tahsili için dava açmıştır. Dava 6 yıl sürmüş ve yüklenicinin alacağı hüküm altına alındıktan sonra icra yoluyla arsa sahibinden temerrüt faizi ile birlikte tahsil edilmiştir. Yüklenici paranın değer kaybını konu alan bir munzam zarar davası açmıştır. Bu davada, soyut yönteme göre, arsa sahibinin temerrüdünün oluştuğu tarihteki76 (asıl dava veya ihtar tarihindeki) alacağın, icrada fiili ödemenin yapıldığı tarihe kadar ulaşacağı değer ile fiili ödeme arasındaki fark munzam zarar kapsamında talep edilebilir.
Alacağın temliki hükümlerine göre yükleniciden satın alınan taşınmazın değerinin tazminine yönelik olarak açılan munzam zarar davasında, taşınmazın dava tarihteki değeri, sözleşmede kararlaştırılan değere oranlanarak bulunan tutarın doğrudan uğranılan zararla çarpılması suretiyle munzam zarar hesaplanmıştır.
• “…davacı tarafından dava dışı şirket hakkında ödenen bedelin iadesi ve kalan bonolar nedeniyle borçlu olmadığının tespiti istemiyle İstanbul 7. Tüketici Mahkemesi'nin 2013/716 Esas sayılı dosyasında açılan davada mahkemece satış sözleşmesinin feshi ile 94.300.TL.nin, 17.500-TL vekalet ücreti ile 45,40-TL.yargılama giderinin davalıdan tahsiline karar verildiği, davacı tarafından söz konusu karara dayanılarak talep edilen ihtiyati haciz kararının infazı aşamasında davacıya alacağa mahsuben davalı ... tarafından 21.08.2015 tarihinde toplam 94.617-TL ödeme yapıldığı, yargılamanın devamı sırasında, davacı tarafından dava dışı şirkete verilmiş olan bonoların davacıya iade edilmeyerek üçüncü kişiye ciro edilmesi sonucunda, dava dışı üçüncü kişi tarafından davacı hakkında başlatılan Bakırköy .... İcra Müdürlüğünün ... esas sayılı icra dosyasında davacı tarafından 16.05.2016 tarihinde 43.654,72 TL daha ödeme yapıldığı anlaşılmaktadır. Davalı şirket kurucu ortak ve yöneticilerinin, inşasına hiç başlanmayan ve ifası da mümkün olmayan taşınmaza ilişkin maketten konut satışı yapmak suretiyle, davacı ve aynı durumda olan başkaca birçok kişiden para toplamak suretiyle haksız fiil işledikleri, gerçekleşen eylemleri nedeniyle halen yargılandıkları da dikkate alındığında, haksız fiil sorumluluğu kapsamında davacının doğrudan uğradığı zararlardan yönetici, denetçi ve kurucu ortak sıfatıyla sorumlu tutulmaları gerekmektedir. Bu kapsamda yönetici ve denetçi sıfatı bulunmayan, ancak kurucu ortak olan davalı ... ile yönetici ve denetçi sıfatı da bulunan diğer tüm davalılar, müteselsilen davacıya karşı sorumludur. Sorumluluk haksız fiilden kaynaklandığından, davalılar davacının doğrudan zararı dışında munzam (aşkın) zararından da sorumludur. Davacının, munzam zarar kapsamında bulunan ve ilk başta belirsiz alacak davası olarak açılıp talep artırım dilekçesiyle 320.000-TL olarak belirlenen zararı ise, taşınmazın teslimi halinde oluşacak değer artışı, elde edilecek kira geliri, davacı tarafından açılan dava ve icra takibindeki alacak tutarları ile ferilerinden oluşmaktadır. Ayrıca davacı vekilince, yargılama sırasında üçüncü kişiye ödenen 43.654,72 TL'nin de tahsiline karar verilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Gerçekten de iade alınmayan senetlere dayalı olarak dava dışı üçüncü kişi tarafından davacı hakkında Bakırköy .... İcra Müdürlüğü'nün ... esas sayılı dosyasında başlatılan takipte, davacı tarafından dava dışı kişiye 16.05.2016 tarihinde 43.654,72 TL ödeme yapılmıştır. Dolayısıyla bu tutar da davacının doğrudan zararını oluşturmaktadır. Bu tutarın da eklenmesi sonucunda davacının isteyebileceği doğrudan zarar tutarı 137.954,72 TL'ye ulaşmıştır. Ancak davacı dava dilekçesinde doğrudan zarar talebini açıkça 94.300-TL olarak sınırlandırmıştır. Bu nedenle taleple bağlılık ilkesi gereğince 94.300-TL'lik talep aşılarak karar verilmesi mümkün olmadığından, davacı vekilinin bu yöndeki istinaf başvurusu yerinde değildir. Davacının doğrudan zarar tutarı 137.954,72 TL olmakla birlikte taleple bağlılık ilkesi gereğince hükmedilebilecek 94.300-TL'nin yargılama sırasında ödenmiş olması nedeniyle bu istem bakımından dava konusuz kalmış olup, ancak davacının faiz talebi doğrultusunda bu tutarın işlemiş faiz tutarının davalılardan tahsiline karar verilmesinde isabetsizlik yoktur. Yukarıda açıklandığı üzere davacının uğradığı doğrudan zarar tutarı 137.954,72 TL'dir. Davacı taşınmazı 205.000-TL bedelle satın almış olup, taşınmazın dava tarihi ulaştığı değer 320.000-TL'dir. Davacının değer artışından kaynaklanan munzam zararı ise yapılan oranlama sonucunda: 137.954,72x320.000/205.000-94.300-43.654,72=77.389,23 TL'dir. Öye yandan davalıların eylemlerinin davacının kişilik haklarına saldırı niteliği taşımaması nedeniyle, ilk derece mahkemesince manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik yoktur. Açıklanan nedenlerle; davalı ...'ın yerinde görülmeyen istinaf başvurusunun reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, yukarıda belirtilen eksiklikler yeniden yargılama gerektirmediğinden, hükmün kaldırılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir…”77
Munzam zarar hesabı da denkleştirici adalet ilkesinin uygulanmasındaki yöneteme göre yapılmaktadır.
• “...davalının temerrüde düştüğü 3.2.1998 tarihinden bu davanın açıldığı tarihe kadar geçen zaman zarfında gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, mevduat ve devlet tahvillerine verilen faiz oranları, TL. karşısında döviz kurlarını gösterir liste ilgili resmi kurumlardan taraf ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınmalı, davacının zarar miktarı belirlenmeli, belirlenen bu miktardan icrada tahsil edilen 39.860.048.150 TL. ve temerrüt faizi mahsup edilmeli, bakiyesine davacının munzam zararı olarak hükmedilmelidir.”78
Vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle taşınmaz satışından doğan zararın tazminine yönelik açılan munzam zarar davasında, satış tarihindeki değerin, enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, banka vadeli mevduat faiz oranları, döviz kurları, devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili getiri bilgilerinin, resmi kurumlardan sorulup tespit edildikten sonra bu verilerin ortalaması alınarak, dava tarihine taşınması ve ulaşılacak bu değerden, asıl davada kesinleşen asıl alacak ve faizinin mahsubu suretiyle munzam zararın belirlenmesi gerektiğine hükmedilmiştir.
• “… Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2012/225 E. 2013/12 K. sayılı kararıyla kesinleşen ve munzam zarar talebine konu alacakla ilgili taşınmaz hisselerinin satışı tarihinden dava tarihi olan 01/10/2012 tarihine kadar geçen süredeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, banka vadeli mevzuat faiz oranları, döviz kurları, devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili getiri bilgileri, resmi kurumlardan sorulup tesbit edildikten sonra, konusunda uzman bilirkişi heyetinden, tahsiline karar verilen davacı alacağının vekaleten satış tarihinde bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması ve değerlendirilmesi halinde dava tarihinde asıl alacakla birlikte getirisinin ulaşabileceği miktardan hükmedilen asıl alacak ve bu alacağa temerrüt tarihi olan satış tarihinden dava tarihine işleyecek faiz tutarı toplamı düşülerek bulunacak fark konusunda gerekçeli, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp değerlendirilerek faizle karşılanamayan zarar konusunda sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken hüküm kurmaya elverişli olmayan bilirkişi raporu doğrultusunda yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…”79
Kanaatimizce munzam zarar hesabı yapılırken, karışıklık ve çelişkilere neden olunmaması ve usul ekonomisine uygun hareket edilmesi için doğrudan ÜFE ve TÜFE endekslerinden yararlanılmalıdır.80 Bir başka anlatımla, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi ile Tüketici Fiyat Enseksinin ortalaması alınarak hesaplama yapılmalıdır. Burada munzam zararın hangi tarih itibariyle belirlenmesi gerektiği hususu önem taşımaktadır. Alacağın kesinleşmeye tabi olması veya icranın geri bırakılması ya da satış, ihalenin feshi davaları açılması vs. sonucu icra takibinin uzaması gibi nedenlerle, asıl davadaki karar tarihi ile paranın tahsil edildiği tarih arasında uzun bir zaman geçmiş olabilir. Her ne kadar Kanunda görülmekte olan davada aşkın zararın tazmininin istenmesi mümkünse de (TBK m 122/2) (BK m 105/2), munzam zarar paranın fiilen tahsil edildiği anda daha somut biçimde ortaya çıkmaktadır. O nedenle uygulayıcıların zamanaşımını da dikkate alarak munzam zararı tahsilin gerçekleştiği ana göre belirlemelerini ve talep etmelerinin daha sağlıklı olacağı kanaatindeyiz.81 Örneğin 22.6.2020 tarihinde açılan davada 1.000.000-TL alacağa veya tazminata dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilmek üzere 22.6.2021 tarihinde karar verilmiş ancak bunun tahsili 22.6.2022 tarihinde 1.180.000-TL olarak gerçekleşmiş ise,
ÜFE Haziran 2020 endeksinin 485,37;
TÜFE Haziran 2020 endeksinin 465,84
ÜFE Haziran 2022 endeksinin 1652,75
TÜFE Haziran 2022 endeksinin de 977,90
olduğu dikkate alınarak82 munzam zarar tutarı:
Haziran 2022 Endeks Ortalaması=(1652,75+977,90)/2=1315,32
Haziran 2020 Endeks Ortalaması=(485,37+465,84)/2= 475,60
1.000.000x(1315,32/475,60)=2.765.601-1.180.000=1.585.601-TL olarak bulunur.83
Munzam zararla ilgili olarak iki cümleden oluşan TBK m 122 (BK m 105) hükmü ihtiyaçları karşılamamaktadır. Uygulamadaki çelişki ve tereddütlerin önlenerek giderilmesi için munzam zararla ilgili olarak daha detaylı bir çalışma yapılması gerekmektedir. 84
Yapılacak çalışmada, özellikle munzam zararı talep şartları, munzam zararın hesaplanma tarzı, zamanaşımı gibi tartışmalı hususlara yer verilmelidir. Yasal altyapı tam olarak kuruluncaya kadar da, Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi kararlarını da dikkate alarak munzam zarar konusunda çelişkili kararları gözden geçirerek, ilkeleri ortaya koyan İçtihadı Birleştirme Kararı vermesi uygun olacaktır. İçtihadı Birleştirme Kararının, Anayasa m 2’de güvence altına alınan hukuk devleti ilkesinin bir gereği olacağı açıktır.
4- GÜNCEL DEĞER DİKKATE ALINARAK ORANLAMA YAPILMASI
Sözleşmeden doğan müspet (olumlu) veya menfi (olumsuz) zararın tazmininde ya da satıma ilişkin bakiye para borcunun aradan uzun bir süre geçtikten sonra ödenmesinde malın güncel değeri üzerinden oranlama yapılması adalete uygun olmaktadır.
Yargıtay geçmiş içtihatlarında, temerrüt oluşmuş ve satım tarihi üzerinden de uzun bir süre geçmişse alıcının tapu iptal tescil talebinin kabul edilmesi için ödemesi gereken bakiye taksit veya borcun güncellenerek belirlenmesi gerektiğini kabul etmekteydi.85
Yargıtay yeni tarihli kararlarında, tapu iptal ve tescil davasında, ödenmeyen miktarın, toplam borca oranının, bir başka anlatımla ödememe oranının, dava tarihindeki taşınmaz değeri ile çarpılması sonucu bakiye borcun belirlenmesi gerektiğini kabul etmiştir. Bir başka anlatımla ödenmeyen bedelin depo edilmesinde önceki ve sonraki değer dikkate alınarak oranlama yapılmaktadır.
• “…davacılar ve davalı yüklenici arasındaki 13/07/2015 tarihli sözleşmede tarafların en geç 13/09/2015 tarihinde bir araya geleceği tapu devrinin ve bakiye 140.000,00 TL’nin ödemesinin gerçekleştirileceği kararlaştırılmışsa da, tapu devredilmediğinden bakiye bedel de ödenmemiştir. Mahkemece mahallinde konusunda uzman bilirkişilerin refakatiyle keşif yapılarak dava konusu 22 numaralı bağımsız bölümün rayiç değeri tespit edilmeli, 200.000,00 TL. olarak belirlenen satış bedelinin 60.000,00 TL’si ödendiğinden, ödenmeyen bakiye 140.000,00 TL rayiç bedele oranlanmalı, tespit edilen miktarın depo edilmesi sağlandıktan sonra tapu iptali ve tescil kararı verilmelidir. Mahkemece belirtilen hususa dikkat edilmeden 140.000,00TL’nin depo edilmesine karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir…”86
Aynı yöntem (oranlama yöntemi) alıcının menfi zararının (ödediği paranın iadesinin) tazmininde de uygulanabilir. Zira doğrudan iade, alıcının gerçek zararı karşılamayacaktır. Kusurlu ifa imkansızlığı oluşmuş ve satım tarihi üzerinden de uzun bir süre geçmişse, alıcının yaptığı kısmi ödeme veya ödemeler, menfi zararın tazmininin istendiği bu tarihe taşınarak değerlendirme yapılabilir. Bir başka anlatımla, bağımsız bölümün satış tarihindeki bedeli hangi oranda ödenmişse, dava tarihindeki değeri de (menfi zarar da) o oranda talep edilebilir. Bu şekilde zarar güncel değer üzerinden telafi edilmiş olur.
• “… Mahkemece; davacı tarafından yapıldığı ispat edilen 150.000,00 TL kısmi ödemenin, ( harici satım sözleşmesinde dairenin değeri 220.000,00 TL'dir ) taşınmazın ifasının imkansız hale geldiği tarih olan dava tarihi ( 27.09.2019 ) itibariyle belirlenen rayiç bedeline oranlanması suretiyle talep edilen menfi zararın saptanarak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken…”87
Alıcının müspet zararının tazmininde de aynı oranlama yapılabilir.
• “…Somut uyuşmazlıkta, davacı 28.02.2008 tarihli adi yazılı temlik sözleşmesine dayanarak istemde bulunmuştur. Bu sözleşmenin 2. maddesinde, taşınmazın satış bedelinin 60.000 TL olduğu, satış bedelinin davalı ...’a davacı ve davacının annesi ... tarafından 2008 yılında fındık verilmesi karşılığında bir kısmının ödeneceği, bakiye ödemenin ise anahtar teslim bitirilerek tapunun devredilmesinden sonra yapılacağı belirtilmiştir. Davalı ... tarafından düzenlenen müstahsil makbuzlarından 01.03.2008-28.10.2008 tarihleri arasında toplam 36.717,11 TL tutarında fındığın davacı tarafından davalıya verildiği anlaşılmaktadır. Davalı yüklenici 30.06.2010 tarihli duruşmada davacıdan sözleşme sebebiyle 10.000 TL aldığını söylemiştir. Dosya kapsamına ve toplanan delillere göre davalı ...’ın 28.02.2008 tarihli sözleşmeden doğan edimini yerine getirmediği, başka bir deyişle davaya konu taşınmazın mülkiyetini davacıya nakledemeyeceği görülmektedir. Dolayısıyla, davacının BK’nın 96. maddesinde açıklanan müspet zararını davalı yükleniciden talep etme hakkı doğmuştur. Bu durumda mahkemece, davacının isteyebileceği müspet zararın hesaplattırılması için uzman bilirkişilerden rapor alınmalı; düzenlenecek raporda, davacının dayandığı temlik sözleşmesindeki davaya konu taşınmazın satış bedeline mahsuben davacının yaptığı yukarda açıklanan ödemeler toplamının oranı saptanmalı, saptanan bu oran taşınmazın tespit edilen rayiç değerine uygulanarak bulunacak tutar raporda açıkça gösterilmelidir. Belirlenen bu tutarın da davadaki talebi aşmamak koşuluyla davalı yükleniciden tahsiline karar verilmelidir.”88
Müspet zararın, üçüncü kişinin yükleniciye ödediği bedelin güncelleştirilmesi şeklinde belirlenmesi doğru değildir89. Böyle bir hesap tarzı ancak sözleşmeden dönmede mümkün olabilir. Ancak davacının ödediği bedelin dava tarihindeki güncellenmiş değerini faiziyle birlikte istediği durumda, taleple bağlı kalınarak, ödenen bedelin denkleştirici adalet ilkesine göre ulaşacağı miktarın tahsiline karar verilebilir.90
Oranlama yöntemini bir örnek üzerinde açıklayalım. Dairenin satış bedeli 1.000.000-TL: Ödenen tutar 250.000-TL; ifanın imkansızlaştığı tarihteki değeri ise satış tutarının 3 katı olan 3.000.000-TL’ye ulaşmış ise, ödeme tutarının da üç kata (250.000x3=750.000-TL’ye) ve ödenmeyen tutarın da üç kata (750.000x3=2.250.000-TL’ye) ulaştırılması (güncellenmesi) gerekir. Bu durumda, alıcının iadesini isteyebileceği tutar ve menfi zararı=750.000-TL; Müspet zararı veya tapunun üzerine geçmesi için ödemesi gereken bedel=3.000.000-750.000= 2.250.000-TL olmaktadır.
Satış Bedeli Oran Ödenen
1.000.000-TL ¼ 250.000-TL
Rayiç Değer Rayice Göre Ödeme
3.000.000-TL. ¼ 750.000-TL
Alıcının Müspet Zararı = 3.000.000-750.000=2.250.000-TL
Alıcının Tapuya Kavuşması
İçin Bakiye Ödemesi =3.000.000-750.000=2.250.000-TL
Alıcının İade ile Birlikte
Menfi Zararı =750.000-TL
Satıcı peşinatı 250.000-TL’yi aldıktan sonra tapuyu devretmiş ve alıcı bakiye borcunu (750.000-TL) ödememişse, satıcının müspet zararı da 2.250.000-TL olacaktır.
Uygulamada noter masraflarının yüksek çıkması nedeniyle noterde yapılan satış vaadi sözleşmesindeki bedelle gerçekte ödenen veya ödenmesi gereken bedel arasında farklılık olabilmektedir. Eğer, aynı zamanda taraflar arasında harici olarak yapılan sözleşme var ve taraflar harici sözleşmeyi kabul ediyorlarsa, bu sözleşmedeki bedel ve ödeme hükümleri dikkate alınarak değerlendirme yapılmalıdır.91
5-KARAR TARİHİNE EN YAKIN TARİH İTİBARİYLE ZARAR, TAZMİNAT VEYA ALACAĞIN BELİRLENMESİ
Her davanın açıldığı tarihteki duruma göre karara bağlanacağına dair 23.12.1976 T., 7/6 sayılı İBK gerekçesinde “Dava şartlarının mevcut olup olmadığı da davanın açıldığı tarihe göre tayin edilir ve açıldığı tarihteki durum ne ise ona göre hüküm verilmesi mükellefiyeti doğar” denilmektedir.92 28.11.1956 T. 15/15 sayılı İBK gerekçesinde de “Her davada açıldığı tarihe göre tespit edilen vaziyet hükme esas ittihaz olunması iktiza eylemesine .........” denilmiştir. Davadan sonra gerçekleşen olaylar dikkate alınarak hüküm kurulması halinde hukuki belirlilik, hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ortadan kalkabilir.
Doktrindeki baskın görüş ise, alacaklının zararının karar tarihine en yakın tarih itibarıyla belirlenmesi gerektiği yönündedir.93 Görüşlerin gerekçesi, zararın yıllarca öncesi iktisadi değerlere göre hesabının hükmedilecek tazminatı yetersiz bırakacağıdır. Oysa hüküm tarihinde, borca aykırılığın, alacaklının malvarlığında oluşturduğu tüm olumsuz etkiler dikkate alınmış ve zarar mümkün olduğunca gerçeğe yakın belirlenmiş olur.
Birlikte ifaya karar verilirken ayıp ve eksikliklerin bedeline hükmedilmesinin söz konusu olduğu durumlarda, bunların, dava tarihi yerine, karar tarihine en yakın tarihteki değerleri dikkate alınmaktadır.94 Eksik işler bedelinin tahsilinde de aynı uygulama söz konudur.95 Daha önce (eski tarihli) belirlenen ayıplı – eksik iş bedellerinin endeksle karar tarihine en yakın tarihe güncellenerek değerlendirme yapılması doğru olmayacaktır.96 Çünkü, bu işlerin bir kısmının tamamlanması veya ayıplarının giderilmesi söz konusu olabilir. Ayrıca endeksler, inşaat maliyetlerindeki artışı tam olarak yansıtmayabilir
Nama ifada da, sözleşmede hüküm olmasa dahi, inşaatın bitirilmesi için gerekli masrafların ve bağımsız bölümlerin değerinin karar tarihine en yakın tarih itibariyle belirlenmesi söz konusudur. Buna göre, karar tarihine en yakın tarih itibariyle belirlenen masraflara avans teşkil etmek üzere, mevcut seviyeleri dikkate alınarak belirlenecek değerden az olmamak üzere, yükleniciye kalan bağımsız bölümlerin satımına mahkemece izin verilmesi söz konusudur.97
İİK m 94 uyarınca yetki belgesi ile dava açan davacı alacaklının alacaklı olduğu miktarın ve ayrıca yüklenici davalı adına tesciline karar verilecek bağımsız bölümlerin karar tarihine en yakın tarih itibariyle değerlerinin belirlenip, davacının alacağını karşılayacak oranda tapunun iptaline ve tescile karar verilmektedir.98
Bundan başka, mirasta tenkis davasında99; eşler arasındaki mal rejiminin tasfiyesi davasında100, ölüm veya yaralanma nedeniyle tazminat davalarında hesap raporu düzenlenmesinde, limited şirketten çıkma payına karar vermede101, adi ortaklığın tasfiyesinde102, geçit hakkı tesisinde103 vs. karar tarihine en yakın tarihteki değer dikkate alınmaktadır.
Bedensel zararın kapsamı, karar verme sırasında tam olarak belirlenemiyorsa hakimin, kararın kesinleşmesinden başlayarak iki yıl içinde, tazminat hükmünü değiştirme yetkisini saklı tutabileceğine dair TBK m 75 hükmü kıyas alınarak, karar tarihi itibariyle zararın belirlenmesi gerektiği de ileri sürülmektedir. 104
Zararın istenebilir hale gelmesinden sonraki bir tarih itibarıyla yapılacak hesaplama, tazminata hak kazanma anını ileri taşıyacağından, olağan durumlarda (düşük enflasyon ve faiz ortamında) yapılmamalıdır. Eğer zararın hesabı karar anına taşınırsa, zarar görene zamanaşımı süresince, zarar üzerinde spekülasyon yapma imkanı tanınmış olur. Bu durum, hem alacaklıya haksız bir avantaj sağlar hem de borçlunun hukuki güvenliğini zedeler.
Bu nedenle zararın hüküm tarihine taşınması yerine, temerrüt faizinin ödemedeki gecikmeyi telefi edecek şekilde düzenlenmesi daha doğru olacaktır.
Zararın miktarının belirlenmesinde hüküm tarihinin esas alınması gerektiğini savunan yazarlar bile, tazminata, borcu doğuran olayın gerçekleştiği andan itibaren faiz yürütülmesi gerektiğini; zira zararı tazmin borcunun bu andan itibaren doğduğunu kabul etmektedirler.105
6-AYNİ TAZMİNAT
Ayni Tazminat106: TBK m 114/2 (BK m 98/2) de haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerin, kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hallerine de uygulanacağı; haksız fiillerle ilgili TBK m 51 de (BK m 43 de) de, hakimin tazminatı ve ödenme biçimini durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını dikkate alarak belirleyeceği hüküm altına alınmıştır. Zararın para107 dışındaki bir yolla giderilmesi aynen tazmin olarak ifade edilmektedir.108 Zararın mal ile giderilmesi ise ayni tazminat kapsamına girmektedir. Özellikle aynen ifanın, borçlunun kusuru sonucu sağlanmasının mümkün olmadığı durumlarda, alacaklı, nakdi tazminat yerine bunun ayni (mal) olarak gerçekleştirilmesini talep edebilir. Bu hususta aşağıdaki örnekler verilebilir:
a. Arsa sahibinin, kendi adına kat irtifakı kurulduktan sonra, yükleniciye kalan bağımsız bölümleri iyi niyetli üçüncü kişilere tapudan satması sonucu yaratılan imkansızlık, arsa sahibinin üzerinde kalan başka bağımsız bölümlerin bulunması halinde, bunların ayni tazminat (TBK m 51) (BK m 43) olarak yüklenici adına tescili ile telafi edilebilir.
b. Yüklenicinin arsa sahibinden aldığı bir genel vekaletle, arsa sahibine kalan daireyi iyiniyetli üçüncü kişiye satması halinde de, arsa sahibi, yükleniciden eşdeğerde bir dairenin tapusunu isteyebilmelidir.109
c. Yüklenicinin kendisine ait bloktaki bağımsız bölümleri tamamlayıp arsa sahibine kalanları yarım (örneğin %50 seviyesinde) bırakması durumunda, arsa sahibinin talebi ile bitmiş bloktaki bağımsız bölümlerin kendisine verilmesi ile tasfiye sağlanabilir (TBK m 51/1) (BK m 43/1). Aynı şekilde, birden fazla blok yapının söz konusu olduğu sözleşmelerde, bloklardaki bağımsız bölüm paylaşımı karışık olarak yapılsa bile, arsa sahibi kendisine kalacak bağımsız bölümlerin bitirilmiş bloktan verilmesini isteyebilir.
d. Arsa sahibine sözleşme uyarınca zemin katta verilecek bağımsız bölümün, yerin altında kalması durumunda, arsa sahibi, üst katta yükleniciye kalan bağımsız bölümün kendisine verilmesini talep edebilir.
e. Arsa sahibine kalan dükkanın sözleşmeye aykırı olarak yüksekliğinin çok düşük kalması veya ebatlarının ya da sözleşmede kararlaştırılandan çok farklı olması durumunda, arsa sahibi, yükleniciye kalan başka bir dükkanın kendisine verilmesini talep edebilir. Eksiklik oranındaki pay dahi yükleniciden talep edilebilir.110
f. Yükleniciden haricen bağımsız bölüm alan kişi, harici sözleşmeden doğan devir borcunu yerine getireceğini taahhüt eden arsa sahibine karşı, tapu iptal tescil davası açabilir.111
g. Yükleniciden harici sözleşme ile bağımsız bölüm temlik alan, bağımsız bölümün arsa sahibi tarafından tapuda iyi niyetli üçüncü kişiye devredilmesi sonucu, yükleniciye kalan başka bir tanesinin adına tescilini talep edilebilir.112
ğ. Yüklenicinin, satım vaadinde bulunduğu bağımsız bölümü, daha sonra tapuda iyi niyetli üçüncü kişiye satması durumunda, vaat alacaklısı, yüklenicinin adına kayıtlı başka bağımsız bölümler olması durumunda, bunlardan birinin adına tescili için dava açabilir.113
h. Özellikle arsa sahibinin başka bir malvarlığının olmadığı durumlarda, yüklenicinin arsa sahibine kalan bağımsız bölümlerde sözleşme dışı olarak fazladan veya lüks olarak yaptığı imalatlar karşılığında bağımsız bölüm istemesi mümkün olabilir.
ı. Arsa sahibi gecikme tazminatı alacağına karşılık, yükleniciye kalan bağımsız bölüm veya bölümlerin kendisine bırakılmasını talep edebilir.
i. Arsa sahibi eksik işler (ayıplı +eksik iş + gecikme tazminatı) bedelinin tahsilini, yükleniciye daha az bağımsız bölüm vermek suretiyle yükleniciye kalan bağımsız bölümlerden karşılanmasını isteyebilir.
Görüldüğü gibi örnekler çoğaltılabilir. Ayni tazminatın belirlenmesinde sınır ne olmalıdır? Ayni tazminat yalnızca hukuki ilişki kapsamında kalan aynı cins mallarla mı sınırlıdır? Yoksa hukuki ilişki dışındaki malları da kapsayacak şekilde uygulanabilir mi? Öncelikle, tazmini gereken şeyden farklı bir şeyin aynen tazminata konu olmayacağı dikkate alınmalıdır. Örneğin daire yerine lüks bir arabanın, arsa yerine dükkanın, villa yerine deponun vs. verilmesi mümkün olmamalıdır114. Fakat, taraflar arasındaki hukuki ilişki dışındaki şeylerin, aynı nitelikte olmak kaydıyla aynen tazmine konu olabilecekleri kanaatindeyiz. Yukarıdaki örneklerde, daha da ileri gidilerek yüklenicinin veya arsa sahibinin sözleşmeyle ilgisi olmayan başka bir yerdeki aynı nitelikte taşınmazının verilmesine imkan tanınmalı, değer farkı bulunması durumunda115değer denkleştirmesi yapılmalıdır.116
Yukarıdaki (a) bendinde belirtildiği gibi, arsa sahibinin, yükleniciye kalan bağımsız bölümleri satması sonucu yaratılan imkansızlık, arsa sahibinin üzerinde kalan başka bağımsız bölümlerin bulunması halinde, bunların ayni tazminat (TBK m 51) (BK m 43) olarak yüklenici adına tescili ile telafi edilebilir.
• “Sözleşme gereğince davacı yükleniciye ait olması gereken 8922 parseldeki D blok 2 no.lu ve E blok 2 no.lu villalar, davalı arsa sahipleri tarafından haksız olarak dava dışı kişilere satılmış ve böylelikle davacı yüklenicinin aynı villalar için tescil isteği imkansız hale gelmiş ise de, bunların yerine arsa sahipleri üzerinde kalan eşit değerde iki villanın yüklenici adına tescili, hakkaniyet kuralları ve yararlar dengesine uygun bulunduğundan tescil kararı verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle bedele hükmedilmesi de doğru görülmemiştir.”117
Yüklenici, kendisine kalan bağımsız bölümün üçüncü kişiye satılması nedeniyle arsa sahibinden, nakit tazminat yerine, arsa sahibine kalan diğer bağımsız bölümlerden eşdeğerde olan birinin tapuda kendi adına tescilini, ayni tazminat olarak isteyebilmelidir (TBK m 51) (BK m 43/1).
• “Dava, kat karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacı arsa sahibi ile davalılardan yüklenici Eser inşaat Taahhüt ve Madencilik İnşaat Malzemeleri ve San.Ltd.Şti. arasında akdedilen 11.3.1996 tarihli sözleşmede; davacı arsa sahibine, arsalarının bulunduğu yere gelen bloktan ve bir köşeden olmak üzere bağımsız bölümlerinin verileceği kararlaştırılmıştır. Aynı taraflar arasında daha sonra yine noterde düzenleme şeklinde yapılan 6.6.1997 tarihli sözleşmede ise, davacı arsa sahibine verilecek bağımsız bölümler, doğu cepheye bakan ve Emniyet Caddesinden girişli orta bloktan olmak üzere değiştirilmiştir. Davalı Eser İnşaat Şirketi, bu sözleşme ile bağlıdır. Davalı Eser İnşaat Şti.nin, diğer davalı kooperatif ile yaptığı sözleşmede davacının imzası bulunmadığından; başka bir anlatımla, açık iradesi bulunmadığından, anılan sözleşme davacıyı bağlamaz. Bu durumda, davacı arsa sahibine bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle 6.6.1997 tarihli sözleşmede kararlaştırılan doğu cepheye bakan Emniyet Caddesinden girişi bulunan orta bloktan dükkan üstü dört daire, yine aynı bloktan dükkan üstü 3. ve 4.kattan iki olmak üzere altı daire ve Emniyet Caddesinden güney doğu köşeden 20 m2.lik dükkanın mümkün olmazsa, eşdeğerde bir dükkanın verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.”118
Yüklenicinin arsa sahibinden aldığı bir genel vekaletle, arsa sahibine kalan daireyi üçüncü kişiye satması halinde, arsa sahibi de aynı hükme göre yükleniciden eşdeğerde bir dairenin tapusunu ayni tazminat olarak isteyebilmelidir.
• “…Sözleşmeye dayanılarak kendisine vekaletname verilen yüklenicinin yetkisini sözleşme kuralları sınırını aşarak kullanması sonucu edim yerine getirilmemiş ve zarar doğmuş ise, davacı denk edimi ya da zararının tazminini, yetkisini aşan, sözleşmeyi ihlal eden kimseden elbette ayrıca dava edebilir. Açıklanan bu nedenlerle, davaya konu bağımsız bölümün kayden malik olan ve hakimiyetine geçiren davalı H.T. ve E.`den alınıp davacıya verilmesi doğru olmayacağından, davanın reddi gerekir...”119
7-HUKUKİ ÇARELER ARASINDAKİ İLİŞKİ VE FARKLAR İLE BUNLAR DİKKATE ALINARAK NASIL TALEP OLUŞTURULMASI (BİR YOL İZLENMESİ) GEREKTİĞİNE DAİR TAVSİYE
Yukarıda belirtilen yöntemlerin birbiri ile ilişkisi değerlendirilerek, talep sonucunun nasıl olması gerektiği belirlenecektir.
Uyarlama, geçerli bir sözleşmedeki edim dengesinin bir taraf aleyhine bozulması halinde, dengenin sağlanmasını ifade etmektedir. Sözleşme ile izlenen amacın anlamını yitirmesi veya karşı edimin değerinin azalması, işlem temelinin çökmesine yol açar ve bu durumda sözleşmenin uyarlanması gündeme gelir. Uyarlama yapılırken, rayiç kira veya mal bedelinin dikkate alınması, denkleştirici adalet ilkesine hesaplama yapılması, kat karşılığı sözleşmedeki paylaşımın rayice göre belirlenmesi gibi edimin ifasından kaynaklanan özel durumlar dikkate alınarak bir çok yöntemin uygulanması söz konusudur. O nedenle uyarlama denkleştirici adaleti de kapsayan ve bozulan edim dengesini telafi eden en geniş kapsamlı hukuki çaredir. Uyarlamada uyarlama isteyenin temerrüde düşmede kusurunun olmaması gerekmektedir. Uyarlamanın mümkün olmaması halinde sözleşmenin feshini isteme veya sözleşmeden dönme söz konusu olabilmektedir.
Denkleştirici adalet ilkesi ise, edimin uyarlanması yöntemlerinden birisidir. Bir başka anlatımla, verilenlerin iadesinde paranın alım gücünün dava veya karar tarihine ulaştırılması, bir nevi uyarlama (paranın uyarlanması) niteliğindedir. Özellikle geçersiz sözleşmelerde verilenlerin iadesi kapsamında denkleştirici adalet uygulaması, belli ekonomik verilere (altın, döviz, mevduat faizi vs.) göre paranın ortalama değer kaybının belirli bir tarih (genellikle karar tarihine en yakın veya dava tarihi) itibariyle belirlenmesini ifade etmektedir.
Aşkın (munzam) zarar ise, sadece para borcunun ödenmesinde kusur ve temerrüt oluşması şartına bağlı olarak, faizle karşılanamayan zararın tazminin kanunda açıkça düzenlendiği bir giderimdir. Munzam zarar da denkleştirici adalet yöntemiyle hesaplanabilir. Ancak munzam zarar sadece paranın değer kaybını ifade etmemekte, para borcunun geç ödenmesi ile illiyet bağı içinde olan tüm zararları120 kapsamaktadır.
Oranlamada ise, sözleşme konusunun ifa günündeki ile güncel değerine göre kalan borç veya bakiye alacak ya da zarar belirlenmektedir.
Yukarıdaki yöntemlerin tümünde, paranın değer kaybının en güncel ve gerçekçi şekliyle belirlenmesi için karar tarihine en yakın tarih dikkate alınmaktadır. Bu yaklaşım, özellikle enflasyonist ortamlarda alacaklının korunmasını sağlamaktadır.
Ayni tazminatta borçlunun vermesi gereken şey para değil de mal olarak belirlenmek suretiyle, malın veya paranın değerindeki azalma en gerçekçi şekilde telafi edilmektedir.
Yukarıdaki hususları somutlaştırmak amacıyla bir örnek üzerinde açıklayalım. Yükleniciden alacağım temliki uygulamasına istinaden adi yazılı sözleşme ile daire satın alan tüketici sıfatına sahip davacı, tapunun kendisine verilmemesi üzerine, arsa sahibi ve yükleniciye karşı tüketici mahkemesinde tapu iptal tescil, olmadığı takdirde dairenin rayiç bedelinin tahsili için dava açmıştır. Bu davada;
1)Dairenin üçüncü iyi niyetli kişiye tapuda devredildiğinin anlaşılması halinde, yükleniciye kalan başka bir aynı özellik ve nitelikteki dairenin tapusunun iptal edilerek tescilinin talep edilmesi, ayni tazminat niteliğinde olacaktır.
Yükleniciye kalan başka bir bağımsız bölümün olmaması halinde ise davacı;
2)Sözleşmeden dönerek, ödediği paranın enflasyon etkisinden arındırılmış şekilde iadesini talep edebilir. Bu da iade bedelinin uyarlanması niteliğinde olacaktır. Uyarlama Yargıtay’ın benimsediği denkleştirici adalet ilkesine göre olabileceği gibi, daha nesnel şekilde, TÜİK verilerine göre de gerçekleşebilir.
3)Müspet zararını (dairenin güncel rayiç değerini) talep edebilir. Bu durumda alıcı, ifa menfaatinin kaybını tazmin ettirmiş olur
4)Satım bedeli kısmen ödenmiş ise, ödememe oranına göre tazminat belirlenir. Örneğin, satım bedeli 4 milyon ancak bunun 1 milyonu (1/4’ü) ödenmemiş ise, bu oranda ödenecek tazminattan indirim yapılacaktır.
5)Yüklenicinin icranın geri bırakılması kararı alması nedeniyle tazminat çok geç tahsil edilmiş ise, tahsil tarihi ile ödemenin yapılması gerektiği tarih arasındaki paranın değer kaybını ve varsa diğer somut zararlarını munzam zarar kapsamında talep edilebilir.
Yukarıdaki seçeneklerde para alacağının karar tarihine en yakın tarih itibariyle belirlenmesi talep edilebilir.
Terditli taleplerde taleplerden birisinin kabul edilmesi halinde, yargılama giderlerinden sorumluluk söz konusu olmamaktadır.121 Ortada tek dava olduğundan (HMK m 1111/1) terditli taleplerden birinin kabul edilmesi halinde, dava tümden kabul edilmiş sayılarak o talep bakımından yargılama giderlerine hükmedilmektedir.122
Ayrıca harcı yatırılarak hüküm altına alınması talep edilmedikçe, avans faizi yerine yasal faize hükmedilmesi de karşı vekil ücreti sorumluluğu doğurmamaktadır. O nedenle daha yüksek faiz oranı olan avans faizi talebiyle dava açılmalıdır. Bu, alacaklının değer kaybını telafisi açısından daha avantajlıdır.
“Sebeplerin Yarışması” başlıklı TBK m 60 hükmünde aynen; “Bir kişinin sorumluluğu, birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa hâkim, zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir” denilmektedir. Davacının para alacağının enflasyon karşısındaki değer kaybının telafisi talebinin hukuki dayanağının uyarlama, denkleştirici adalet, aşkın zarar vs. olmasını açıklama zorunluluğu bulunmamaktadır. Türk hukukunu resen resen uygulayan hakimin (HMK m 33), taleple bağlılığı sadece talep sonucunadır. Bu talep sonucunun haklılığı için davacının dayandığı ve olası dayanabileceği hukuki sebepler ise talep dışında kalır. Hakim hukuki sebeplerle bağlı değildir. Dolayısıyla, hukuki sebeplerle bağlı olmayan hakimin, en uygun hukuki temeli kendisinin belirlemesi söz konusudur. Bundan başka, hukuktaki temel ilkelerden birisi de “Çoğun içinde az da vardır” ilkesidir. O nedenle davacının para alacağının enflasyon karşısındaki değer kaybının telafi yöntemine yönelik en kapsayıcı talebi, diğer hukuki telafi yöntemlerini de içine alır. Örneğin geçersiz sözleşme nedeniyle taşınmazın iadesi olmadığı takdirde rayiç değerinin ödenmesine ilişkin talebin içinde denkleştirici adalet ilkesi gereğince ödenen bedelin iadesinin olduğu kabul edilmelidir.123 Aynı şekilde, karar tarihine en yakın tarih itibariyle alacağın veya tazminatın belirlenmesi, dava tarihi veya daha önceki tarih itibariyle de belirleme yapılmasını içine alır.
Ancak davacı faizle karşılanamayan alacağını belirleme yöntemini açıkça belirtmiş ise, taleple bağlılık ilkesine (HMK m 26) uyularak değerlendirme yapılması gerekecektir.
Yukarıdaki açıklamalar dikkate alındığında, tazminat veya alacak davaları ile ilgili taleplerde; öncelikle malın aynen verilmesi, olmadığı takdirde, malın yerine geçen paranın (doğrudan=saf bir para alacağının bulunması halinde ise bu paranın) ödenmesi gerektiği tarihteki tutarının, enflasyondan arındırılmış olarak tahsili için TÜİK Üretici Fiyat Endeksine göre karar tarihine en yakın tarih itibariyle ulaştığı miktarının avans faizi ile birlikte hüküm altına alınması talep edilmelidir.
8-OLMASI GEREKEN (ÇÖZÜM ÖNERİSİ)
AYM 22.7.2025, 2024/24, 164 sayılı kararı ile 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un “Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde oniki oranı üzerinden yapılır. Cumhurbaşkanı, bu oranı aylık olarak belirlemeye, yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya yetkilidir.” şeklindeki 1. maddesinin “Sözleşmeden kaynaklanmayan borç ilişkileri” yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. Karara konu olayda, deprem sonucunda taşınmazın yıkılması nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların idarelerden tazmini talep edilmiş; idareler ile arada sözleşme olmadığından dolayı iptal kararı sözleşmeden kaynaklanmayan borç ilişkileri ile sınırlandırılmıştır. Kuralla borcun geç ödenmesi nedeniyle belli bir oranda faiz ödenmesi öngörülmekle birlikte paranın değerinde oluşacak aşınmayı telafi etmek amacıyla enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğramadan ödenmesini sağlayacak mekanizmaların öngörülmediği, hukuk sisteminde alacağın enflasyon karşısında değer kaybının önlenmesi için etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı, bu itibarla kuralın, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkına aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir. Kararın RG yayımlanmasından (1.12.2025 tarihinden) itibaren 9 ay sonra (1.9.2026 tarihinde) yürürlüğe girmesine hükmedilmiştir.
Para borcunun geç ödenmesi nedeniyle alacaklının mağduriyetinin giderilmesi, yasal ve temerrüt faizi oranlarının enflasyon oranının altında kalmayacak şekilde (enflasyon oranında) arttırılması ile mümkündür.
Buna göre 3095 ayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanunda aşağıda sırası ile belirtilen değişiklik ve ilaveler ivedilikle yapılmalıdır. Aksi halde alacaklılar aleyhine olan dengesizlik ve zarar durumu devam edecektir.
1)213 sayılı VUK Mükerrer m 298/B ve C hükümlerine göre belirlenen yeniden değerleme oranı, sonraki takvim yılından itibaren işleyecek yasal faiz oranı olarak belirlenmelidir. Bu yöntem, ekonomik gerçeklikle uyumlu, öngörülebilir, eşitlikçi ve otomatik bir faiz belirleme mekanizması sağlayacaktır.
2)Bir yıldan fazla gecikme halinde de, borçlunun ağır kusurlu olduğu dikkate alınarak, bir yıllık faiz miktarının anaparaya dönüştüğü kabul edilerek ve faize faiz işletilmesine imkan tanınmalıdır. Bu şekilde, hem alacaklının zararının telafisine katkı sağlanacak hem de borçlunun kötü niyetli olarak süreci uzatmasının önüne geçilebilecektir. Bileşik faizi yasaklayan 3095 sayılı Kanun m 3 hükmünün birinci cümlesi olan “Kanuni faiz ve temerrüt faizi hesaplanırken mürekkep faiz yürütülemez” cümlesinden sonra “Ancak bir yıldan fazla süren gecikmelerde yıllık olarak bileşik faiz uygulanabilir” cümlesi eklenmelidir.
3)Ticari – adi iş ayrımına göre faiz oranının çeşitlendirilmesi anlamsız ve mantıksızdır.124 O nedenle 3095 SK m 2/2 hükmü yürürlükten kaldırılmalıdır. Eğer ticari işlerde faiz oranının mutlaka ayrı belirlenmesinde ısrar ediliyorsa, yukarıda belirtildiği şekilde bulunan yasal faizin altında olmamak üzere avans faizi işletilmesi uygulamasına (3095 SK m 2/2125) devam edilebilir.
4)Uygulamada karışıklık ve çelişkiye neden olduğu için diğer kanunlardaki oran ve sınırlamaların126 hükümsüz olduğuna dair 3095 sayılı Kanuna hüküm konularak, faiz konusunda birlik ve istikrar sağlanmalıdır. O nedenle “Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanununda kanuni faiz temerrüt faizi oranlarını belirleyen hükümler uygulanmaz” şeklindeki 3095 SK m 5/2 hükmü; “Diğer Kanunlardaki kanuni faiz temerrüt faizi oranlarını belirleyen ve sınırlayan hükümler uygulanmaz” şeklinde değiştirilmelidir. Böylece farklı kanunlar arasında ortaya çıkan faiz oranı karmaşası giderilmiş olacaktır
SONUÇ
Yasal faiz ve temerrüt faizinin, enflasyonun, kamu alacakları için uygulanan faizler ile vergi, harç ve cezalar için belirlenen arttırım oranlarının çok gerisinde kalması, adalet duygusunu zedelemekte ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Bu adaletsizlik, doktrin ve uygulamada, uyarlama, denkleştirici adalet, munzam zarar, güncel değer dikkate alınarak oranlama yapılması, karar tarihine en yakın tarih itibariyle zarar ve alacağın belirlenmesi, ayni tazminat gibi hukuki çareler üretilmek suretiyle giderilmeye çalışılmaktadır. Bu hukuki çarelere ilişkin genel açıklamalara ilgili bölümlerde yer verilmiştir.
Ancak olması gereken yorum, kıyas ve hukuk yaratılarak bulunacak çareler yerine, açık yasal düzenleme yapılmasıdır. Bu, hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkelerinin de bir gereğidir. Eldeki çalışmada, bu düzenlemenin nasıl olması gerektiği ile düzenleme yapılıncaya kadar nasıl talepte bulunulması gerektiği üzerinde durulmuştur.
1 Bursa Barosu Avukatı
2 Bursa Barosu Avukatı
3 6102 sayılı TTK m 8/2, bileşik faize iki halde izin vermiştir. Bunlardan ilki cari hesap, diğeri ise ticari tüketim ödüncüdür.
4 213 sayılı VUK Mükerrer m 298/B- Yeniden değerleme oranı, yeniden değerleme yapılacak yılın Ekim ayında (Ekim ayı dahil) bir önceki yılın aynı dönemine göre Devlet İstatistik Enstitüsünün Toptan Eşya Fiyatları Genel Endeksinde (Yİ-ÜFE’ de) meydana gelen ortalama fiyat artış oranıdır. Bu oran Maliye Bakanlığınca Resmî Gazete ile ilân edilir. VUK m 298/C uyarınca, Vergi kanunlarında yer alan "toptan eşya fiyatları genel endeksi" ibaresi "üretici fiyatları genel endeksi" ve "TEFE" ibaresi "ÜFE" olarak uygulanır.
5 BOZDOĞAN, Abdulkadir, Denkleştirici Adalet İlkesi Nedir? Nasıl Hesaplanır?, Ankara, 2023, s. 79-85.
6 KAHRAMAN, Beklenmedik Haller ve Hukuki Sonuçları, İstanbul, 2023, s. 436.
7 BAYSAL, Başak, Borçlar Kanunu Sempozyumu, Aşırı İfa Güçlüğü, İstanbul 2012, s. 140-143; YÜNLÜ, Semih, İsviçre Borçlar Kanunu Tasarısının Sözleşmenin Uyarlanmasına İlişkin Hükmünün Ana Hatlarıyla ve Karşılaştırmalı Olarak Değerlendirilmesi, Prof. Dr. Ali Necip Ortan’a Armağan, Cilt: 1, İstanbul, 2020, s. 1769-1771, ; Aksi görüşte, TOPUZ, Seçkin, Denge Bozulması ve İfa Güçlüğü Durumlarında Sözleşmeye Müdahale, Ankara, 2009, s. 332-333; KAHRAMAN, s. 370-374; USTA, Sinan, Uzun Süreli Sözleşmeler, İstanbul, 2025, s. 264-268.
8 KILIÇOĞLU, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 24. Bası, Ankara, 2020, s. 346.
9 BAYSAL, s. 87, 155; Bu konudaki örnekler için bkz. BAYSAL, s. 155-160; CANBOLAT, Ferhat, Sözleşmelerde Amacın Gerçekleşmesi Çökmesi ve Boşa Çıkması, Ankara, 2012, s. 262-263, 274 vd.; KAHRAMAN, 262.
10 Bu durumda Yargıtay, rayiç kira ile sözleşmede kararlaştırılan bedel arasında en az bir kat fark olması ve sözleşmedeki koşulun bir yıl bağlayıcı kalması şartlarıyla uyarlamanın yapılabileceğini kabul etmektedir, Y. 15. HD. 24.1.2011, 2009/6894, 227.
11 Bu gibi durumlarda yüklenicinin sözleşmenin uyarlanması hakkı kapsamında, arsa payının artırılmasını veya daha fazla bağımsız bölümün ya da para verilmesini talep edebileceği gibi, yapı henüz tamamlanmamış ise, süre uzatımı da isteyebileceğine, sözleşmenin feshi, sözleşmeden dönme hakkını kullanabileceğine, hakimin, her somut olayı kendi şartları içerisinde değerlendirerek, sözleşme içeriğine en az müdahale eden uyarlama yöntemini belirlemesi gerektiğine dair, AŞAN, Gülistan, Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Uyarlanması, SÜHFD, Cilt: 30, Sayı: 3, Yıl: 2022, s. 1470.
12 BAYGIN, Cem, Türk Hukukuna Göre İstisna Sözleşmesinde Ücret ve Tabi Olduğu Hükümler, İstanbul, 1999, s. 70-77, 85-86; GÜRPINAR, Damla, Eser Sözleşmesinde Ücretin Arttırılması ve Eksiltilmesi, İzmir, 2006, s. 146-148. Yüklenicinin fiyat farkı kararnamesinden yararlanıp yararlanamayacağı belirlenirken, Bakanlar Kurulu’nca çıkartılan ve çıkartılacak Kararnamelere dayanılarak açılan davalarda, bu Kararnamelerin genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idareler, kamu iktisadi teşebbüsleri ve mahalli idareler açısından geçerli hukuki sonuçlar doğurabileceği, Kararnamelerin uygulama koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin ise, olayların özellikleri dikkate alınarak hakim tarafından saptanacağı sonucuna ulaşılmıştır. Bir başka anlarımla, Kararnamenin uygulanması mutlak değildir, YİBK 24.11.1986, 2/2. Kararnameler hakkında detaylı değerlendirme için bkz. s. 133-142.
İşin nevi, zorluk derecesi, mahiyetini etkileyecek unsurlar, fiyat farkı verilmemesi halinde işin baliğ olacağı miktar, işin süresi gibi hakkaniyetin takdirine yeterli diğer bulgular bilirkişilere açıklattırılıp, davacının yaptığı iş nedeniyle aldığı bedel ile alınacak bedelin kararlaştırılması yapılmalı ve davacının fiyat farkına hak kazanıp kazanamayacağı MK’nın 2. maddesi de gözetilip dava buna göre sonuçlandırılmalıdır, Y. 15. HD. 18.9.2007, 2006/4345, 5425.
13 ARAT, Ayşe, Sözleşmenin Değişen Şartlara Uyarlanması, Ankara, 2006, s. 113 vd. Y. 15. HD. 14.6.2005, 3590/3557.
14 BAYSAL, s. 133; ARAT, s. 137.
15 Y. 11.HD. 3.6.1997, 2072/4215; Aynı doğrultuda, Y. 11. HD. 16.1.2003, 2002/7816, 302.
16 Y. 8. HD. 28.1.2013, 2012/14258, 884; Y. 8. HD. 24.4.2012, 2884/3187. Y. 14. HD. 20.12.2011, 13862/15795; İmar ipotekleri tarafların iradesiyle ortaya çıkmadığından, taşınmaza kaç m2 için ipotek konulduğu ve ipoteğin kaldırılması için açılan dava tarihi itibariyle arsanın değerinin belirlenip, depo edilmesinden sonra davanın kabulüne karar verilmektedir, Y. 14. HD. 8.2.2018, 2015/8181, 880.
17 AYM 7.10.2021, 2018/13952. Karz ipoteği bakımından aynı doğrultuda, AYM 3.3.2022, Başvuru No: 2019/21807.
18 Y. 14. HD. 24.5.2021, 2018/3147, 3433. “… Somut uyuşmazlıkta, ipoteğin tescilini sağlayan 02.09.1972 tarihli resmi senetten, taşınmazın tam maliki olan İ.Ç.’nin payının tamamını davacıya 60.000,00 ETL bedel ile sattığı,15.000,00 ETL nin peşin ödendiği, 45.000,00 ETL lik satıştan doğan alacağı için de taşınmaza kanuni ipotek tesis edildiği anlaşılmaktadır. Davacı, taşınmazda tesis edilen bu ipoteğin karşılığı borcun ödendiğine ilişkin herhangi bir belge sunmamıştır. Taşınmazda karz ipoteği veya üst sınır ipoteği dışında TMK'nın 893. maddesinde tanımlanan kanuni ipotek tesis edilerek taşınmazın satış bedelinden ödenmeyen bakiye alacak teminat altına alınmıştır. Bu nedenle, öncelikle taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri saptanmalı, belirlenen bu bedelden davacının ödediği 1/4 oranı düşülerek bakiye 3/4 oranındaki bedelin depo edilmesi için davacıya süre verilerek sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır…”, Bursa BAM 1. HD. 12.10.2020, 685/945 sayılı Kararı, Y. 7. HD. 1.11.2022, 2021/1769, 6471 sayılı kararı ile matbu olarak onanmıştır. BAM kararı karşı oy gerekçesinde aynen; “… buradaki sorun depo kararına konu miktarın hangi ölçütlere göre belirleneceğidir. Uygulama da geçerli olan yöntem; eğer Ödünç ipoteği ise, güncelleme yapılarak değer belirlemesi yoluna gitmek; TMK 893 üncü maddesine göre, kanuni ipotek tesis edilerek taşınmazın satış bedelinden ödenmeyen bakiye alacak teminat altına alınmış ise rayiç değer üzerinden hesaplama yapmak halihazırda benimsenen iki yöntemdir. Ancak bu konuda mutlak ikili ayırıma istisnasız gitmek, her zaman adil sonucu vermeyebilir. Somut davamızda da böyle bir durumun olduğu kanaatindeyim. Şöyle ki ; İpoteğin tescilini sağlayan 02.09.1972 tarihli resmi senetten, söz konusu ipoteğin çok uzun yıllar öncesine ait olduğu anlaşılmaktadır. Davalı İ.Ç.’nin ise dava açılmadan önce 1985 yılında öldüğü dosya kapsamında ihtilaflı olmayıp her iki hususta sabittir. ipotek alacaklısı olarak ipoteğin kurulduğu tarihten vefatına kadar 13 yıl gibi uzun bir zaman aralığı geçmiştir. Üstelik ödenen miktar 1/4 dür. Geriye kalan 3/4 miktarın arkasına düşmemek hayatın olağan akışına uygun düşmez. Kuvvetle muhtemel bu borç büyük ihtimalle ödenmiştir. Ancak ödenme hususu ispatlanamadığına göre, hakkaniyet açısından orta yol bulunmalı, rayiç değer üzerinden değil, denkleştirici adalet yöntemi ile miktar belirlenmelidir. Şu hale göre, bu tür davalarda ikili bir ayırıma değil, üçlü bir ayırıma gidilmelidir. Üçüncü ayırım ise, ipotek tesis tarihinin geçmişe yönelik uzunluğu olmalıdır. Çok uzun yıllar öncesine ait ipoteklerde ipoteğin türüne bakılmaksızın rayiç değer yerine denkleştirici adalet yolu tercih edilmelidir. Müşahhas ihtilafta ipotek bedelinin bu yönteme göre belirlenmesi gerektiği kanaatinde olduğumdan ekseriyetin reyine iştirak etmiyorum” denilmektedir.
19 Daha önce de belirtildiği üzere (Bkz. yukarıda Y. 12. HD. 20.9.2016, 4061/19150 kararı ile başlayan dipnot) özellikle diğer iyi niyetli ayni ve şahsi hak sahiplerinin haklarının etkilenmemesi gerekmektedir. Örneğin, tapudaki ipotek bedelini dikkate alarak lehine ipotek tesis edilen kişinin uyarlamanın olumsuz sonuçlarına katlanması beklenemez.
20 Bu husustaki açıklamalar ve ipoteğin yolsuz tescilinin zamanaşımına etkisi bakımından değerlendirme ve görüşler için bkz. ÖZKAN ŞAHİN, Gizem, Hukuki İşlemden Doğan Taşınmaz Rehni (İpotek Sözleşmesi), Ankara, 2024, s. 232-234.
21 “818 sayılı Borçlar Kanununun 365’inci maddesinin ikinci fıkrasından farklı olarak, Tasarıda yükleniciye tanınan uyarlama hakkı çerçevesinde hâkimin takdir yetkisinden söz edilmesi yerine, bu hakkın mutlaka dava yoluyla kullanılması zorunlu olmayan yenilik doğurucu haklar içerdiği göz önünde tutularak, yüklenicinin hangi seçimlik haklarını ve hangi sıraya uyarak kullanabileceği belirtilmiştir. Buna göre, yüklenici, fıkrada öngörülen koşullar gerçekleşmişse, önce sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme hakkını kullanabilecektir. Yüklenici, aynı fıkrada kendisine tanınan sözleşmeden dönme hakkını ise, ancak şu koşullardan biri gerçekleşirse kullanabilecektir:
1. Sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasının mümkün olmaması,
2. İşsahibinden, yüklenicinin uyarlama istemini kabul etmesinin beklenememesi. Bu koşul, meselâ, uyarlama sonucunda işsahibinden ödemesinin istenmesi söz konusu olabilecek bedel artışının, sözleşmede kararlaştırılan götürü bedelle bağdaştırılamayacak bir miktara ulaşması durumunda gerçekleşebilir.
Maddenin ikinci fıkrasına, 818 sayılı Borçlar Kanununun 365’inci maddesinin ikinci fıkrasında yer verilmeyen bir cümle eklenmiştir. Buna göre: “Dürüstlük kurallarının gerektirdiği durumlarda, dönme hakkının yerini fesih hakkı alır.” Böylece, eser sözleşmesinin her zaman ani edimli bir sözleşme olarak kabul edilmesinin doğurabileceği hakkaniyete aykırı sonuçların önlenmesi amaçlanmıştır. Bilindiği gibi, 25/01/1984 tarih ve 1983/3 E., 1984/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda, eser sözleşmesinin yüklenicinin temerrüde düşmesi nedeniyle, sözleşmenin işsahibi tarafından feshi hâlinde, uyuşmazlığın kural olarak 818 sayılı Borçlar Kanununun 106 ilâ 108’inci maddeleri hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği, ancak, olayın niteliği ve özelliğinin haklı gösterdiği durumlarda, Medenî Kanunumuzun 2’nci maddesi hükmünün gözetilerek, sözleşmenin feshinin ileriye etkili sonuç doğuracağı kabul edilmiştir. Tasarının 480’inci maddesinin ikinci fıkrasına eklenen cümleyle, yüklenicinin aynı maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde öngörülen sözleşmeden dönme hakkını kullanması durumunda da, menfaatler dengesinin gözetilmesi bakımından, öğretide savunulan ve Yüksek Mahkememizin de kabul ettiği görüşe uygun bir düzenleme yapılması zorunlu görülmüştür. Böylece, dürüstlük kurallarının gerektirdiği durumlarda yüklenici, ancak sürekli borç ilişkilerinde olduğu gibi, sadece ileriye etkili sonuçlar doğuran fesih hakkını kullanabilecektir” (madde gerekçesinden)
22 Artış oranı, somut olayın özellikleri dikkate alınarak dürüstlik kuralına göre belirlenmelidir. Ancak yaklaşık bedelin aşırı şekilde aşıldığının kabul edilmesi için en az %10’luk bir oaranın bulunması gerektiği doktrinde kabul edilmektedir, BAYRAMOĞLU, s. 132-134, 221. İnşaatı büyüklüğü ve karmaşıklığı, enflasyon durumu, yaklaşık bedelin kimin tarafından belirlendiği, sözleşme hükümleri, keşif raporunun ayrıntılı olup olmadığı, keşif bedelinin belirlenmesindeki güçlükler, tarafların tutum ve davaranışları vs. dikkate alınarak değerlendirme yapılmalıdır, BAYRAMOĞLU, Necati Şükrü, Eser Sözleşmesinde Yaklaşık Bedelin Aşılması (TBK m482), Ankara, 2020, s. 132-138.
23 “Maddenin ikinci fıkrasında, eserin işsahibinin arsası üzerine yapılması durumunda, eserin henüz tamamlanmamış olması koşuluyla, işsahibinin, tamamlanan kısım için hakkaniyete uygun bir bedel ödeyerek, sözleşmeyi feshedebileceği belirtilmiştir. Fıkrada, işsahibine, eser sözleşmesini yüklenici tarafından tamamlanan kısmın bedelini ödemesi koşuluyla, yani tek yanlı ve ileriye etkili olarak sona erdirme hakkı tanındığı için, aynı maddenin birinci fıkrasında kullanılan “sözleşmeden dönebilir”. şeklindeki ibare yerine, “sözleşmeyi feshedebilir.” şeklindeki ibare kullanılmıştır” (madde gerekçesinden).
24 KARA KILIÇARSLAN, Seda, “Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesine Dayanan Sorumluluğun Medeni Hukuk Çerçevesinde Görünümü”, Yıl: 2024, Cilt: 1 Sayı: 1, 96 – 122, s. 100.
25 ULUSAN, İlhan, Medeni Hukukta Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesi, İstanbul, 1977, s. 10 vd., 55.
26 “…Mahkemece hüküm altına alınan alacak kalemleri içerisinde yıkım ve enkaz kaldırma bedeli olduğuna göre kaldırılacak enkazın bedelinin hesaplanarak hüküm altına alınan alacaktan mahsubu gerekirken…”, Y. 15. HD. 12.9.2012, 4092/5657.
27 AKÜNAL, Teoman, Haksız Fiilden Doğan Zararlarda Denkleştirme Sorunu, İstanbul, 1977, s. 20, 71-72; ERGÜNE, Mehmet Serkan, Olumsuz Zarar, İstanbul, 2008, s. 327; AYDIN ÖZDEMİR, Elif, Akit Dışı Sorumlulukta Maddi Zarar ve Tazmini, Ankara, 2013,
s. 53-54.
28 TANDOĞAN, Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara, 1961, s.63.
29 TEKİNAY, /AKMAN/BURCUOĞLU/ALTOP, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 1993, s. 581.
30 ERGÜNE, Mehmet Serkan, Olumsuz Zarar, İstanbul, 2008 s. 327, dipnot 97. AKÜNAL, s. 16, 141-143, 233-235. Doğrudan zararla bağlantısı bulunmadığından, sigortadan alınan paranın da, zarardan düşülemeyeceği, tazminatın hesabında dikkate alınması gerektiği ifade edilmektedir, AKÜNAL, s. 235; Y. 15. HD. 10.3.2004, 2003/4126, 1303.
31 YILMAZ, Ejder, Hukuk Sözlüğü, Ankara, 2012, s. 179.
32 BAĞDATLI, Selahattin, Hukuk Sözlüğü, İstanbul, 1997, s. 94.
33 EDİS, Seyfullah, Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri, Ankara, 1993, s. 11.
34 GÜRİZ, Adnan, Hukuk Felsefesi, Ankara, 1992, s. 175.
35 YHGK 1.10.2014, 2013/1-117, 745; Y. 8.HD. 8.12.2005 7896/8272; Y. 3. HD. 22.12.2005 12595/14284; Y.14. HD. 13.10.2005 3606/8936; Y.13.HD. 4.4.2007 914/4680; YHGK 7.2.2001, 2000/13-1729, 32; Y.13.HD. 20.3.2001 1004/2734; Y. 15. HD. 20.6.2005, 2004/5863, 3676; YHGK 11.6.2003 13-414/410; Y. 13. HD. 20.12.2016, 2015/12941, 23907; Y. 15. Hukuk Dairesi de, ödenen paranın iadesi bakımından aynı görüştedir, Y. 15. HD. 17.1.2013, 2012/5568, 165; Y. 3. HD. 8.2.2017, 2016/5092, 952.
36 YHGK 7.2.2001, 2000/13-1729, 32.
37 Buradaki faiz banka mevduat faizidir. Kanımızca paranın değer kaybını karşılamayan yasal faizin bir unsur olarak dikkate alınması mümkün değildir.
38 Y. 3. HD. 12.10.2023, 989/2689.
39 YHGK 30.4.2025, 2023/3-885, 252.
40 YHGK 30.4.2025, 2023/3-885, 252 Karşı Oy gerekçesinden.
41 Y. 13. HD. 11.10.2011, 6919/14243.
42 AYAN Ebubekir / KAAN Aydın: Temel Finans Matematiği ve İnşaat Muhasebesi, Ankara, 2008, s. 4.
43 Bu görüş ve eleştirisi için bkz. SÜTÇÜ, Nezih, Uygulama ve Teoride Tüm Yönleriyle Kat Karşılığı İnşaat Yapım Sözleşmesi, Ankara, 2024, Cilt 1-2, 9. Baskı, Cilt1, s. 211-216.
44 Y. 15. HD. 18.2.2005, 2004/3551, 865; Aynı doğrultuda, Y. 15. HD. 23.12.2003 2775/6201, YKD, 2004/4, s.578 vd.; Y.15.HD. 14.3.1989 2713/1245; Y. 15.HD. 19.11.1986 600/3906, s. 55.
45 Bu görüşün gerekçesi şöyledir; sözleşme hukukuna göre çözülecek olan, başlangıçta geçerli, fakat imkansızlık, geriye etkili fesih, benzeri durumlarda, geçerliliğini yitiren sözleşmede sebepsiz zenginleşme uygulanamaz. Sözleşme konusu edimler ifa edilmeyip, tasfiyeye gidiliyorsa, tasfiye sebebsiz zenginleşmeye değil, sözleşmeye göre olur. Örneğin, zamanaşımı, karşılıklı edimlerin iadesinde ödemezlik defi, temerrüt hali (ihtar şartı) ve temerrüt faizi, menfi zarar talebi hep sözleşme hukukuna göre olmalıdır. Sebepsiz zenginleşme uygulanırsa, davalı elindeki parayı ivazsız olarak elinden çıkardığını ispat ederek, geri vermekten kurtulur. Sebepsiz zenginleşmede zenginleşen kötüniyetli ise, zenginleştiği andan itibaren, iyiniyetli ise, ihtardan sonra temerrüt faizi ödemek durumundadır. Sözleşme hukukunda aslolan sözleşmenin tasfiyesinde sebepsiz zenginleşmenin uygulanmamasıdır. Aksi halde sözleşmeye güvenip karşıdan bir miktar para alan kişi o parayı tasarruf edemez. Oysa ki para, bir ihtiyaç nedeni ile kullanılmak için alınmamakta olup, iadesi söz konusu olduğunda, alım gücünün korunması gerektiği savunulamaz. Aksi halde, sözleşmenin tarafı o parayı almazdı. Parayı veren, geçerli akit gereği paranın kullanılmasına razıdır. Sebepsiz zenginleşme/ denkelştirici adaletin bu gibi durumlarda, hakkaniyet düşüncesi ile uygulanması mümkün değildir.
46 Nitekim kiracının verdiği depozitonun tahliye sonucu iadesinde güncelleştirilmesinin mümkün olduğu kabul edilmiştir. “Davacı vekili dilekçesinde davalıya ait büroda 1.9.1981 tarihli sözleşme ile kiracı olan davacının kiralananı 31.8.2002 tarihinde tahliye ettiğini, sözleşme kurulurkeb verdiği 350.000-TL depozitin denkleştirici adalet ilkesi gereği 3.500.000.000-TL olarak dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir…Taraflar arasındaki kira sözleşmesinin kurulmasından ve depozitonun verilmesinden tahliye tarihine kadar 20 yıın üzerinde bir zaman geçmiştir. Depozitonun türk lirası cinsinden verildiği ve aradan geçen zaman içinde ülkede birden fazla ekonomik kriz ve değişiklikler olduğu taraflar için beklenmedik hallerin gerçekleştiği depozitonun veriliş amacı gözetildiğinde depozitonun aynen iadesi veya sırf taviz yöntemi ile iadesi gerekli miktarın hesabının tarafların haklarını dengelemeyeceği, ancak denkleştirici adalet ilkeleri doğrultusunda ortaya çıkacak miktarın iadesine hak ve nefaset kurallarına uygun olacağı sonuç ve kanaati ile davanın kısmen kabulü ve kısmen reddi gerekmiştir…”, Bursa 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, 17.6.2004, 2003/797, 375 sayılı Kararı ve bunu onayan Y. 13. HD. 28.3.2005, 2004/14546, 4961 sayılı kararı. Kanımca girişte verilen depozitonun kaç aylık kiraya denk geldiği bulunarak tahliye anında da o kadar aylık kiranın iadesine karar verilmesi mümkün olmalıdır.
Nitekim yeni düzenlemede (TBK m 342 de), kiracının, kiraya verenin onayı olmaksızın çekilmemek üzere, güvence bedelini (depozitoyu) vadeli bir tasarruf hesabına yatıracağı belirtilmiştir.
47 Y. 15. HD. 7.4.2004, 2003/4905, 1960. Başka bir olayda da geçerli bir şekilde alacağın temliki hükümlerine göre arsa sahibinden satın alınan bağımsız bölümle ilgili açılan davada, denkleştirici adalet ilkesine göre, ödenen paranın dava tarihindeki güncellenmiş değerinin arsa sahibinden tahsili gerektiğine karar verilmiştir, Y. 23. HD. 25.2.2015, 2014/10837, 1180, http://www.karamercanhukuk.com/yargitay-karari/yargitay-ihtiyati-tedbir-haciz-taleple-baglilik-ilkesi
48 YİBK 24.12.2021, 2020/11, 4.
49 YİBK 11.11.1994, 4/4.
50 Y. 1. HD. 1.7.2021, 2019/3133, 3683.*
51 AYM 4.10.2017, Başvuru No: 2014/333.
52 AYRANCI, Hasan, Türk Borçlar Hukukunda Munzam Zarar, Ankara, 2006, s. 139.
53 AYRANCI, s. 143. Y. 15. HD. 29.9.2003, 4296/4372; Y. 15. HD. 23.3.1999, 1998/4335,1126.
54 ALBAŞ, Hakan, Paranın Değer Kaybından Doğan Zararın Tazmin Edilebilirliği, (BK m 105), Ankara, 2004, s. 107, 108,180,182, 187 vd., 228; DOĞAN, Öykü, Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Para Borçlarında Borçlunun Temerrüdünün Sonuçları, İstanbul, 2009, s. 125-126; YHGK, 20.01.2016, 22-83/27.
55 ARSLAN Çetin / KIRMIZI Mustafa, Türk Hukukunda Faiz ve Munzam Zarar, Ankara, 2004, s. 759 vd.; ÖZDEMİR, Atalay, Özel Hukukta Paranın Değer Kaybının Giderimi, Ankara, 2004, s.73 vd.
56 KARTAL, Bilal, Faizi Aşan Zarar (Munzam Zarar), Yargıtay Dergisi, 1997/10, s. 518.
57 Anayasa Mahkemesi, 15.12.1998, 1997/34, 79.
58 ALBAŞ, Paranın Değer Kaybından Doğan Zararın Tazmin Edilebilirliği, (BK m 105), Ankara, 2004, s.109, 224.
59 AYRANCI, s.207, 213; BARLAS, Nami, Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Bu Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar, İstanbul, 1992, s. 208-209; ÖZDEMİR, s. 27.
60 Benzer doğrultudaki görüş ve eleştiriler için bkz. UYAROĞLU, Merve, Türk Hukukunda Aşkın Zarar Uygulamaları, İstanbul, 2024, s. 68-72.
61 Ancak Sayın Yazar, borçlunun yargılamanın uzamasında kusuru bulunmaması durumunda, aleyhine munzam zarara hükmedilemeyeceği görüşündedir, DEMİRKIRAN, İhsan, Munzam Zarar Davalarında Yargısal Uygulama, Prof. Dr. Ergon A. Çetingil ve Prof. Dr. Rayegan Kender’e 50. Birlikte Çalışma Yılı Armağanı, s. 4-5. Yazarın görüşüne katılmıyoruz. Burada borçlunun temerrüde düşmesindeki kusur önemlidir. Borçlu kusuru ile temerrüde düşmüşse, artık yargılamanın uzamasındaki kusurunun (örneğin, duruşmalara mazeretler koyması, birden fazla ve yurt dışında yaşayan tanıklar göstermesi, davayı müracata bırakması, hakimleri ve bilirkişileri red ve şikayet etmesi vs) bir önemi bulunmamalıdır.
62 DOMANİÇ, Hayri, Ticaret Hukukunun Genel Esasları, İstanbul, 1988, s.IV. Ayrıca içtihat aykırılığının eleştirisi yanında, mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğuna dair bkz. DURGUN, Dağca, Mülkiyet Hakkı Bakımından Para Alacağının Enflasyon Karşısındaki Değer Kaybı, İstanbul, 2024, s. 153, 161-162.
Enflasyon oranının, alacağın ödenmediği dönemdeki gecikme faizi oranından daha yüksek olmasının,**zarar karinesi oluşturmak için yeterli olup olmadığı konusunda iki yaklaşımın oluştuğuna,*”derin ve sürekli” içtihat farklılıkları tespit edildiğinde, bunların ilke olarak, izlenmesi gereken yorumun belirlenmesiyle ve bunu yapmak için öngörülen mekanizmalar aracılığıyla içtihatların bir örnek haline getirilmesiyle çözülmesi gerektiğine, hukuk tarafından öngörülen mekanizmanın söz konusu olan farklılığı sona erdirmeye imkan vermemesi nedeniyle, AİHS 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğine dair, AİHM 9.2.2021, Başvuru No: 62318/09 kararı ( Ahmet Nihat Özsan Anonim Şirketi / Türkiye Davası).
Ancak AYM ve AİHM munzam zararla ilgili Kanun hükmüne istinaden dava açmaksızın yapılan başvurular hakkında kabul edilmezlik kararları vermektedirler (Bu kararlar için bkz. DURGUN, s. 165-168). AİHM’in bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini tespit ettiği bir başvuru yolunu, diğer yandan “tüketilmesi zorunlu hukuk yolu” olarak kabul etmesinin ve Anayasa Mahkemesinin de aynı kabulle hüküm kurmasının mülkiyet hakkı kayıplarını katmerlendirdiğine dair, DURGUN, s. 169.
63 Özellikle büyük çaptaki inşaat işleri nedeniyle kamudan alacaklı olan yüklenicilerin açacakları davalar nedeniyle devletin yüksek miktarda tazminat ödemesi söz konusu olabilmektedir.
64 KARTAL, Bilal, Faizi Aşan Zarar – Munzam Zarar- “BK’nın 105. Maddesi ile İlgili Kararlar, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Nisan, 1995, Ankara, C XII, s. 5 vd. (Sempozyum), s. 51.
65 AYM 21.12.2017, 2014/2267 Başvuru no, RG: 25.1.2017, 30312.
66 Y. 15. HD. 4.3.2019, 2018/1494, 932; Y. 15. HD. 15.3.2021, 2020/967, 859. Y. 15. HD. 25.4.2018, 2017/2736, 1742; Y. 15. HD. 6.12.2018, 3765/4907; Y. 15. HD. 28.11.2018, 3499/4739; Y. 15. HD. 25.4.2018, 2017/2736, 1742; Y. 15. HD. 6.12.2018, 3765/4907; Y. 15. HD. 28.11.2018, 3499/4739.
67 AİHM 9.2.2021, Başvuru No: 2009/62318 (Ahmet Nihat Özsan AŞ davası/ Türkiye). Ancak, AİHM’in hangi yorumun kabul edilmesi gerektiğini belirleme ve böylelikle, yalnızca ulusal mahkemelerin yetkisi kapsamına giren içtihatları uyumlu hale getirme görevi bulunmadığı için başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali iddiası ile maddi tazminat talebini kabul etmemiştir. Oysa AİHM kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi ile ilgili olarak mülkiyet hakkının ihlali yönünde karar vermiştir. Bu hususta kararın gerekçesinde aynen; “… Mahkeme, başvuran şirket tarafından ileri sürülen*Akkuş*davasının, belirli bir alanla, kamulaştırma davalarıyla ilgili olduğunu ve bu davanın mülkün değerine karşılık gelen tazminatın belirlenme tarihi ile söz konusu tazminatın ödenme tarihi arasındaki süre aralığıyla ilişkili olduğunu belirtmektedir. Bu türden davalarda (bk., diğer kararlar arasında,*Aka/Türkiye, 23 Eylül 1998,*Karar ve Hükümlerin Derlemesi*1998VI, ve*Yetiş ve diğerleri/Türkiye, No.*40349/05, 6*Temmuz 2010), Mahkemenin enflasyonun kamulaştırma bedeli üzerindeki etkilerini fiilen dikkate alması halinde, Mahkeme, mülkü kamulaştırılan kişi tarafından sonunda tahsil edilen meblağın kişinin yoksun bırakıldığı mülkün değeriyle makul bir şekilde ilişkili olduğunu tespit etmeyi amaçlamaktadır; zira bu makul ilişki, kamulaştırma davalarında Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin gerektirdiği adil dengeyi korumak için gereken koşullardan biridir. Oysa başvuran şirketin durumu, açıkça bu alanla ilgili değildir, zira bu durum, kamulaştırma tedbiriyle de ilişkili değildir, ancak özel kişiler arasındaki ticari bir davayla ilgilidir. Dolayısıyla, 77. paragrafta belirtilen ilkeden uzaklaşılması ve kamulaştırmaya ilişkin tedbirlerin uygulanması gerekmemektedir…” demektedir. Görüldüğü gibi AİHM bile belli bir paranın geç ödenmesi ile ilgili hak ihlalleri konusunda çelişkili kararlar vermektedir.
68 Yargıtay 2, 3, 4 5, 9, 13, 17, 19, 20. Hukuk Dairelerinin AYM ve AİHM kararlarına aykırı verdiği kararlar ile Yargıtay 1, 6, 8, 14. Hukuk Dairelerinin somut zarar şartı aramayan kararları için bkz. KAYA, Deniz, Aşkın Zarar ve Mülkiyet Hakkı, Ankara, 2025, s. 107-108.
69 Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü (RG: 12.7.2012, 28351) m 75 hükmüne göre, bir başvurunun yapısal bir sorundan kaynaklandığının ve bu sorunun başka başvurulara da yol açtığının tespit edilmesi ya da bu durumun yeni başvurulara yol açacağının öngörülmesi halinde, benzer nitelikteki başvurular idari mercilerce bu ilkeler çerçevesinde çözümlenmekte; çözümlenmediği takdirde AYM tarafından topluca görülerek karara bağlanmaktadır. Pilot kararda, tespit edilen yapısal sorun ve bunun çözümü için alınması gereken tedbirler belirtilmektedir.
70 AYM 8.7.2025, Başvuru No: 2024/41763
71 DEMİRKIRAN, s. 17; Y. 11. HD. 4.11.2003, 5282/10398.
72 ATASOY TANRIKULU, Umare, Satış Vaadi Sözleşmesinde Munzam Zarar, Ankara, 2023, s. 101-102, 177-178.
73 Bu hususta daha da ileri gidilerek, hüküm anından sonra da gerçekleşecek munzam zararın tazminin istenebileceği ileri sürülmüştür, ATASOY TANRIKULU, s. 178, 188. Bu görüş ileride belirsiz bir tarihe göre değerlendirme yapılması sonucunu doğursa da, karar tarihinde munzam zararın hesaplanma kıstasları belirlenmek suretiyle munzam zararın tahsiline karar verilmesi mümkün olabilmelidir. Örneğin yasal faizin enflasyon oranının çok altında olduğu durumlarda, davacının da talebi varsa, TÜİK Yİ-ÜFE endeksine bağlı olarak alacağın ödeme tarihindeki endekse göre ulaştığı tutarın tahsiline karar verilebilmelidir. Ancak Yargıtay, asıl alacak ve faizi ödenmediği sürece munzam zararın netleşmeyeceği ve istenemeyeceği görüşündedir, “…Borçlar Kanununun 105/2 maddesi uyarınca hakim esasa ilişkin bir karar verirken, karar tarihine kadar gerçekleşmiş olan munzam zararın dahi tahsiline hükmedebilir denilmiş ve böylece munzam zararın istenebilmesi için asıl alacağın ve faizinin tahsil edilmiş olmasının zorunlu bulunmadığı şeklinde bir düzenleme yapıldığı düşünülebilinir ise de, bu düşüncenin munzam zararın tazmin ilkesine aykırı olduğu açıktır. Bilindiği gibi kişinin zararı temerrüt faizi üzerinde olabilir. Borçlar Kanununun 105. maddesi uyarınca aşkın zararın istenebilmesi için alacaklının temerrüt faizi ile karşılanamayan aşkın bir zararının gerçekleşmesi, bu aşkın zarar ile borçlunun temerrüdü arasında uygun illiyet bağının bulunması en önemlisi borçlunun kusursuzluğunu kanıtlayamamış olması gerekir. Asıl alacak davasında, asıl alacağın ve faizinin tahsil edilmesi ve davacının gerçek zararının netleşmesi, buna rağmen karşılanmamış aşkın bir zarar var ise buna hükmedilmesi gerekir. Nitekim madde de açıkça `Derhal Takdir Olunabilecek` zarardan söz edildiğine ve davacının asıl alacak ve faizine ilişkin zararı netleşmeden munzam zarar davasının açıldığı durumlarda Borçlar Kanununun 105. maddesinde yazılı derhal takdir olunabilme şartları oluşmadığından bu gerekçe ile davanın reddi gerekir. (YHGK.nun 7.5.2003 tarih ve 15-302/330 sayılı ilamı bu yöndedir.)….”, Y. 11. HD. 30.10.2006, 2005/9941, 10767.
74 AİHM 7.7.2020, Başvuru No: 8469/12 ve 14040/!2; AİHM 17.2.2019, Başvuru No: 22388/07, DURGUN, s. 178.
75 AYRANCI, s. 237 vd.
76 DEMİRKIRAN, s. 16.
77 İstanbul BAM 12. HD. 16.2.2021, 2018/2227, 203.
78 Y. 13. HD. 19.10.2004, 5998/14915.
79 Y. 3. HD. 18.10.2021, 2020/10700, 10183.
80 Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE), ülke ekonomisinde üretimi yapılan mal ve hizmetlerin üretici düzeyinde oluşan fiyatlarını zaman içinde karşılaştırarak değişimleri ölçen bir fiyat endeksidir. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ise, tüketim harcamalarına konu olan mal ve hizmetlere ilişkin fiyatların genel düzeyinde zaman içinde meydana gelen değişimi ölçmektedir (Kaynak: https://data.tuik.gov.tr). Diğer enflasyon verileri, özellikle döviz ve mevduat faizi, üretim ve tüketim mallarındaki fiyatları etkilediğinden, bunların ayrıca dikkate alınmasının gerekmediğini düşünüyoruz.
81 UYAROĞLU, s. 99-100.
82 Kaynak: https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Yurt-Ici-Uretici-Fiyat-Endeksi-Nisan-2022-45853
83 Munzam zararın, geçersiz sözleşmeler bakımından uygulanan denkleştirici adalet ilkesine görehesaplanması gerektiğine, bu kapsamda, alacağın enflasyon, mevduat faizi, asgari ücret artışı, altın ve dövize göre güncellenerek bunların ortalamasının alınması suretiyle hesaplanabileceğine dair, DURGUN, s. 185.
84 Bu hususta TBK m 122 hükmünde yıllık enflasyon oranı öngörülerek, yıllık enflasyonun kanunla belirlenen oranı aşmasının alacaklının munzam zararına karine teşkil ettiğine dair düzenleme yapılabileceği; düzenlemenin “Yıllık enflasyonun %10’u geçtiği durumlarda, alacaklı temerrüt faizini aşan zararını ispatlamada resmi verilerden yararlanabilir. Aksini ispat külfeti, alacaklının zararının, resmi verilerden daha yüksek olduğunu iddia eden borçludadır. Zararının dayandığı resmi verilerden daha yüksek olduğunu iddia eden alacaklı bu iddiasını ispatlamakla yükümlüdür” şeklinde olabileceği ileri sürülmüştür, ATASOY TANRIKULU, s. 193.
85 SURLU, Mehmet Handan, Taşınmaz Satış Vaadi, Ankara, 2014, s. 127-128. Ancak Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, satış bedelinin denkleştirici adalet ilkesine göre ve ödetilmesinin ancak geçersiz sözleşmeler bakımından söz konusu olabileceği gerekçesiyle aksi görüştedir, Y. 13. HD. 20.6.2012, 12986/16177, Y. 14. HD. 16.4.2012, 4793/5550; Y. 14. HD. 5.7.2010, 6822/7771, SURLU, s. 132-133; Y. 14. HD. 30.11.2006, 12567/14190.
86 Y. 14. HD. 5.2.2019, 2018/4115, 896; Y. 14. HD. 13.11.2015, 10774/10298; Y. 14. HD. 31.5.2016, 1667/6435.
87 Y. 3. HD. 19.12.2024, 9/4449.
88 Y. 14. HD. 17.5.2016, 68/5948; Y. 14. HD. 10.7.2012, 5496/9388.
89 Y. 14. HD. 26.6.2008, 7519/8519; Aynı doğrultuda, Y. 14. HD. 1.10.2007, 9748/11131.
90 YHGK 7.5.2019, 2017/14-1751, 528.
91 Y 14 HD. 14.7.2009, 6343/8913, SURLU, s. 133-134.
92 Kararda, bir davanın usulen açıldığı tarihte maddi hukuk ve usul hukuku yönünden hasıl ettiği neticeleri olduğu, özellikle maddi hukuk alanında zamanaşımının kesidiği; hak düşürücü bir süre söz konusu ise bu hususun hakim tarafından re`sen gözönünde tutulduğu; şahsa bağlı haklarla ilgili bazı davaların takibinin mirascılarına geçtiği; davalı, davadan önce usulen mütemerrit duruma düşürülmemiş ise, davanın açılması ve dilekçenin usulü dairesinde tebliğ olunmasıyla mütemerrit sayıldığı belirtilmektedir.
93 TEKİNAY/AKMAN/BURCUOĞLU/ALTOP, s. 602, 867; OĞUZMAN, M. Kemal/ÖZ Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2009, s. 351, 553; TANDOĞAN, s. 265; FEYZİOĞLU, Feyzi Necmeddin, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt: I, İstanbul, 1976, s. 559-560; EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 1994, C II, s. 305; TUNÇOMAĞ, Kenan, Türk Borçlar Hukuku, C 1, İstanbul, 1976, s. 459-460; ÖZ, Turgut, İş Sahibinin Eser Sözleşmesinden Dönmesi, İstanbul 1989, (Dönme), s. 297-298; BUZ, Vedat, Borçlunun Temerrüdünde Sözleşmeden Dönme, Ankara, 1998, s. 275; KARAHASAN, Mustafa R., Sorumluluk Hukuku Sözleşmeden Doğan Sorumluluk, İstanbul, 1996, s.965-966 KARAHASAN, Türk Borçlar Hukuku- Genel Hükümler, C 1, İstanbul, 2003
s. 1087 vd.; HELVACI, Mehmet, Para Borçlarında Faiz Kavramı, İstanbul, 2000, s. 111; AKÜNAL, Teoman, Haksız Fiilden Doğan Zararlarda Denkleştirme Sorunu, İstanbul, 1977, s. 147; ERGÜNE, Mehmet Serkan, Olumsuz Zarar, İstanbul, 2008, s. 350; YENER, Mehmet Deniz, Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesinde Müteahhidin Temerrüdü ve Sonuçları, İstanbul, 2011, s. 90; GÜNDÜZ, Ş. Deren, Olumlu Zarar, İstanbul, 2020, s. 464.
94 “Her ne kadar usul hükümleri ve nafaka taktirine ilişkin 28.11.1956 gün 15-15 sayılı Yargıtay İçtihadı birleştirme Kararına göre her dava açıldığı tarihteki maddi ve hukuki esaslar çerçevesinde karara bağlanmakta ise de, bu kuralın bazı istisnaları da bulunmaktadır (MK. 144-148-315-316; BK 43/2, 515-517). İşte bu istisnalardan biri de BK’nun 105/2. maddesidir….Buna göre, BK’nun 105/2 maddesi uyarınca; hakim esasa ilişkin bir karar verirken karar tarihine kadar gerçekleşmiş olan munzam zararın tahsiline hükmedebilir.” (YHGK 7.11.1990, 11/283/558 – KURU, Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü El Kitabı, İstanbul 1995, s. 351); Y. 23. HD. 26.11.2013, 4779/7446; Y. 23. HD. 6.11.2017, 1172/3093; Y. 15. HD. 3.6.2021, 2020/1948, 2493; Y. 6. HD. 13.9.2022, 2021/4204, 4067; Y. 15. HD. 22.10.2007, 5755/6464; Y. 15. HD. 13.6.2007, 2006/1153, 3986; Y. 15. HD. 13.6.2011, 2010/1174, 3445; Y. 23. HD. 8.9.2014, 1718/5421; Y. 15. HD. 26.6.2019, 2018/3833, 3010; Y. 15. HD. 22.6.2005, 2004/6534, 3755.
95 Y. 6. HD. 29.11.2023, 2022/3476, 3985; Y. 23. HD. 21.6.2016, 2015/5888, 3802; Y. 6. HD. 27.11.2023, 2022/4389, 3923; Y. 6. HD. 12.12.2023, 2022/4965, 4210.
96 Y. 6. HD.19.12.2024, 2023/3322, 5007.
97 Y. 6. HD. 11.11.2024, 2023/2292, 3924; Y. 15. HD. 17.6.2021, 555/2806; Y. 6. HD. 8.11.2021, 313/1306; Y. 6. HD. 13.9.2022, 2021/4185, 4091; Y. 6. HD. 19.9.2024, 2023/1150, 2797; Y. 23. HD. 16.2.2015, 2014/5796, 889; Y. 23. HD. 14.11.2014, 6943/7267; Y. 23. HD. 30.11.2015, 2014/7263, 7714; Y.15. HD. 11.4.2008, 1700/2353; Y. 15. HD. 1.6.2011, 448/3251; Y. 15. HD. 9.12.2004, 922/6861; Y. 15. HD. 13.4.2000, 1999/4914, 1789; Y. 15. HD. 14.4.2005, 2004/7438, 2292; Y. 23. HD. 18.12.2013, 4953/8153; Y.15. HD. 19.3.2002, 623/1220.
98 Y. 23. HD. 14.4.2015, 2014/9355, 2558.
99 Y. 1. HD. 9.10.2019, 2016/12157, 5157.
100 Y. 2. HD. 15.4.2020, 2008/18240, 7486; Y. 8. HD. 27.6.2019, 3073/6573.
101 Y. 11. HD. 15.1.2020, 2019/2500, 424.
102 Y. 3. HD. 16.3.2020, 2019/5780, 2362.
103 Y. 14. HD. 17.10.2019, 186/6774.
104 ÇETİNKAYA, Volkan, Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmelerinde Yüklenicinin Temerrüdü Halinde İş Sahibinin Seçimlik Hakları, Doktora Tezi, https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi , İstanbul, 2022, s. 160.
105 TUNÇOMAĞ, C I, s. 461; EREN C II, s. 307.
106 OĞUZMAN/ÖZ, s. 574 vd.; TEKİNAY / AKMAN / BURCUOĞLU / ALTOP, s. 581 vd.; EREN, C II, s. 362 vd.; von TUHR Andreas (Çeviren: EDEGE Cevat), Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, Ankara, 1983, s. 104 vd.; SCHWARZ Adreas B. (Çeviren: DAVRAN Bülent), Borçlar Hukuku Dersleri C I, İstanbul, 1948, s. 132 vd.; TANDOĞAN, Mesuliyet, s. 253 vd.; TUNÇOMAĞ, C I, s. 479-481; TİFTİK, Mustafa, Akit Dışı Sorumlulukta Maddi Tazminatın Kapsamı, Ankara, 1994, s. 63 vd.; NOMER, Haluk N., Haksız Fiil Sorumluluğunda Maddi Tazminatın Belirlenmesi, İstanbul, 1996, s. 43 vd; BÜYÜKSAĞİŞ, Erdem, Yeni Sosyo-Ekonomik Boyutuyla Maddi Zarar Kavramı, İstanbul, 2007, s. 330; TOPUZ, Murat, İsviçre ve Türk borçlar Hukuku ile Karşılaştırmalı Olarak Roma Borçlar Hukukunda Maddi Zarar ve Bu Zararın Belirlenmesi, İstanbul, 2011 (Zarar), s. 257-261; AYDIN ÖZDEMİR, s. 122-124. Türk-İsviçre hukukunda, aynen veya nakden tazmin arasında bir öncelik sırası belirlenmediğine, bu hususta TBK m 51 gereği hakimin takdir hakkı bulunduğuna dair, DAVER, Hilal, Zararın ve Tazminatın Belirlenmesinne İlişkin Haksız Fiil Hükümlerinin Borca Aykırılıkta Kıyasen Uygulanması, İstanbul, 2023, s. 331.
107 Zararın para olarak karşılanmasının (nakden tazminin) indirim sebeplerini dikkate alması, cebri icra aşamasında kolaylık sağlaması, zarar görenin parayı istediği gibi kullanabilmesi nedenleriyle daha çok tercih edildiğine dair DAVER, s. 149.
108 DAVER, s. 148.
109 Y. 15. HD. 8.4.2005, 762/2124.
110 Y. 15. HD. 19.7.2010, 2009/3546, 4171; Y. 15. HD. 8.11.1999, 2701/3969; Y. 15. HD. 5.12.1996, 4010/6467.
111 Y. 14. HD. 13.5.2010, 4585/5623.
112 Y. 6. HD. 1.12.2022, 2021/6562, 5610.
113 YTKHK m 11/1-ç uyarınca, tüketicinin bağımsız bölümün ayıpsız bir misli ile değiştirilmesini isteyebileceğine dair, KAYA, Elif Ceren, Konut Satışı Sözleşmelerinde Ayıptan Doğan Sorumluluk, Ankara, 2025, s. 183
114 OĞUZMAN/ÖZ, s. 576.
115 Somut olayın durumuna göre kısmen aynen tazmin, ksımen de nakden tazmine hükmedilebilir, TOPUZ, Zarar, s. 259; DAVER, s. 148.
116 Kira sözleşmesi ile ilgili olarak Yargıtay’ın ilginç bir kararı mevcuttur. Kiralayan, ilk kiracıya kullanımını bıraktığı dükkanı daha sonra, ihkakı hak suçunu işleyerek geri almış ve ikinci bir kiracıya kiralamıştır. İlk kiracının dükkanın kendine teslimi için açtığı dava, ikinci kiracının da davacıya haksız eylemde bulunduğu gözetilerek, BK m 43 uyarınca kabul edilmiştir, Y. 13.HD. 7.12.1981, 7372/7937, KARAHASAN, Mustafa R., Tazminat Hukuku Maddi Tazminat, İstanbul, 2001, s. 69-70.
117 Y. 15. HD. 7.12.1995 5009/7284, UYGUR, Turgut, İnşaat Hukuku Cilt: II, Ankara, 1998, s. 221.
118 Y. 15. HD. 21.3.2002, 2001/5084, 1301; Y. 15. HD. 7.12.1995 5009/7284, UYGUR, C II, s. 221.
119 YHGK 17.4.1996 15-135/274; Y. 6. HD. 11.5.2022, 2021/5056, 2591. Benzer doğrultuda, Y. 15. HD. 16.6.2021, 2020/2094, 2762; Y. 15. HD. 8.4.2005, 762/2124.
120 Alacaklının 3. kişilere ödemek zorunda kaldığı tazminat cezai şart ve diğer ödemeler, alacaklının mallarını değerinden düşük olarak satmak zorunda kalması nedeniyle uğradığı zarar, borcun zamanında ödenmemesi nedeniyle alacaklının yüksek faizli ve maliyetli kredi alması nedeniyle uğradığı zarar, alacaklının daha önce aldığı bir krediyi ödeyememe durumuna düşmesi nedeniyle uğradığı zararlar gibi…
121 Y. 14. HD. 18.11.2014, 8088/13006.
122 Y. 15. HD. 25.5.2021, 2020/1332, 2208; Y. 14. HD. 11.7.2011, 7753/9112; Y. 2. HD. 10.1.2017, 2016/20608, 171.
123 YHGK 1.10.2014, 2013/1-1117, 745.
124 Bu ayrımın nedenine ilişkin 3095 sayılı Kanun gerekçesinde de bir hüküm bulunmamaktadır. Ticari işlerde farklı bir faiz oranı benimsenerek kimilerine ayrıcalık tanındığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru üzerine, AYM tarafından aynen; “Ticari iş veya işlemlerle ticari olmayanlar aynı nitelikte olmadığı gibi tacir ile tacir olmayanlar da aynı hukuksal konumda değildirler. Bu nedenlerle, ticari işler için farklı temerrüt faizi öngörülmesi eşitlik ilkesine aykırı değildir” denilmiştir, AYM 15.12.1998, 1997/34, 79. Burada eşitlik ilkesinin ihlal edilmesi nedeninden ziyada, faiz oranı konusundaki uyuşmazlıkların ve çelişkili kararların ortaya çıkmasının önlenmesi, dolayısıyla uygulamada birlik ve istikrarın sağlanması için ayrımın ortadan kaldırılması gerekmektedir.
125 3095 SK m 2/2-“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı, yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile ticari işlerde temerrüt faizi bu oran üzerinden istenebilir. Söz konusu avans faiz oranı, 30 Haziran günü önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan avans faiz oranından beş puan veya daha çok farklı ise yılın ikinci yarısında bu oran geçerli olur”.
126 Örneğin, TKHK m 6/A-d uyarınca TKHK kapsamındaki taksitle yapılan satımlarda, temerrüt faizi oranı, sözleşmede belirlenen faiz oranının yüzde otuz fazlasını geçemez. Sözleşme ile kararlaştırılacak anapara (henüz temerrüt oluşmadan önceki) faiz oranı, mevzuata (3095 sayılı Kanun m 1’e) göre belirlenecek faiz oranının %50 fazlasını aşamaz (TBK m 88). Yıllık temerrüt faizi oranı da mevzuat (3095 sayılı Kanun m 2) hükümlerine göre belirlenen oranın %100 fazlasını aşamaz (TBK m 120/2).
---------------
------------------------------------------------------------
---------------
------------------------------------------------------------
2
2
|
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :
"Hukukta Paranın Değer Kaybını Telafi Arayışları Ve Olması Gereken" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Av. Dr. Nezih Sütçü - Av. Cihad Çağrı Düzgün'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (https://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
|
|