Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale İdari Yargı

Yazan : Alper Uysal [Yazarla İletişim]

İDARİ YARGI DERS NOTLARI

Danıştayın sivil idari yargıdaki en üst derece yüksek mahkeme olan Danıştay ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalar önem taşıyor. Çünkü ülkemizde genel görev ilkesi uygulandığından genel görevli mahkeme idare mahkemeleridir. Onun dışında vergi mahkemelerinde veya Danıştay da veya askeri yüksek idare mahkemesinde dava açabilmek için mutlaka özel yasal düzenleme gerekir. İşte bu özel yasal düzenlemelerden bir tanesi Danıştay kanununda yer almaktadır ve Danıştay kanunun 24. maddesi bakımından çok önemlidir danıştayın ilke derece olarak bakacağı davalar. Bu 2000 yılında yapılan 4575 sayılı yasa ile kapsamı bayağı daraltıldı önceki kanunda danıştayın ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalar daha fazlaydı geniş bir alana yayılmıştı ama yeni yapılan yasa ile Danıştayın ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalar bir hayli sınırlandırıldı. Danıştay ilk derece mahkemesi olarak öncelikle bakanlar kurulu kararlarına karşı açılan davalara bakıyor, bakanlıkların düzenleyici işlemlerine ( tüzük, yönetmelik ) karşı açılan davalara bakıyor, kamu kuruluşlarının özellikle ülke çapında uygulanan düzenleyici işlemlerine karşı açılan davalara bakıyor, önceden müşterek kararname ile atanan bazı yüksek üst düzey memurlara ilişkin davalara bakıyordu yeni yasa ile müsteşarın atanmasına başbakanlık ve bakanlıklardaki ve diğer kuruluşlardaki müsteşarların atanmasına ilişkin müşterek kararnamelere karşı açılan davalar alındı, özellikle birden çok idare mahkemesini veya vergi mahkemesinin yeki alanına giren davalar. Bir dava birden fazla idare mahkemesinin veya vergi mahkemesinin yetki alanına giriyorsa bu davaya ilk derce mahkemesi olarak Danıştay da bakılır. Özellikle danıştayın idari dairesince veya idari işler kurulu tarafından verilmiş olan kararlar üzerine alınmış olan kararlar veya yerine getirilen eylemlere ilişkin davalara da Danıştay da ilk derece mahkemesi olarak bakılır. Eğer tahkim yolu öngörülmemişse tahkim yolu öngörülmeyen kamu hizmetlerine ilişkin imtiyaz şartlaşmaları ve sözleşmelerinden doğan idari davalara da Danıştay ilk derece yargı yeri olarak karara bağlıyor. Tahkim yolu öngörülmeyen imtiyaz ve şartlaşmalara ait davalara aslında günümüzde sayısı bir hayli belli uygulama alanı bir hayli daralmış durumda 1999 yılında anayasa da bir değişiklik yapıldıktan sonra ulusal veya uluslar arası tahkimi idari sözleşmelere ilişkin tahkime gitme yolu açıldıktan sonra bu yol özellikle idarenin yapmış olduğu sözleşmelerde bir hayli bu tahkim yolu kullanılmaya başlamıştır. Bundan dolayı danıştayın bu davalara bakması da bir hayli zayıflamış oldu. Özellikle il özel idareleri ve belediyelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kaybetmesi davalarında da bakar.
Ülkemizde ayrı yargı düzenleri adli, askeri, idari yargı düzenlerinin farklı yargı düzenlerinin bulunmasından dolayı her bir yargı düzeninin görev alanı sorunu karşımıza çıkıyor. Görev alanı sorunu birlikte görev alanlarını çatışması sorununu da getiriyor dolayısıyla bir takım görev uyuşmazlıkları sorununu da getiriyor. Bu soruna spesifik olarak idari yargının görev alanı bakımından baktığımız zaman özellikle 1960 lı yıllardan sonra idari yargının gerek Fransa da ki gelişmelere uygun olarak gerekse ülkemizdeki düzenlemelere uygun olarak görev alanının genişlemeye başladığını görmekteyiz. Bunun nedeni idare hukukunun alanının genişlemesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla idare hukukunu uygulama alanı genişledikçe idari yargının da görev alanı genişliyor. Fakat 90 lı yılara kadar gerek Fransa da gerekse ülkemizdeki bu durum 90 lı yıllardan sonra değişmeye başladığını görüyoruz. Hep korunmaya çalışılan geliştirilen idari yargının görev alanının artık belli bir noktadan sonra belli konularda sınırlandırılmaya başlandığını ve sadece idari yargının değil bütün yargı düzenlerinin alanlarının da korunmaya çalışıldığı yasal düzenlemelerle karşılaşıyoruz. Yani 90 lara kadar hep genişletilme amacında olan idari yargının görev alanı özellikle 90 lı yıllardan sonra biraz sınırlandırma daraltılma yoluna gidilmiştir. Bu neden kaynaklanıyor bu idari yargının görev alanına alınmış olan konuların özelliğinden ve konuların bir çok hukuk disiplinini birden ilgilendirmesinden kaynaklanıyor. Mesela rekabet hukuku gibi veya sermaye piyasası hukuku gibi. Bu alanlardan kaynaklanacak olan sorunları çözmek mümkündür. Özellikle bu alanlardan idari yargının alanının bir hayli sınırlandığını görüyoruz. Bunların dışında tahkim yolunun ortaya çıkması tahkim yolunun genişlemesi idari yargının görev alanının sınırlandırılmasına ilişkin bir gelişme olmuştur. Bazı yasal düzenlemeler kendine özgü bazı kuruluşların sui jeneris dediğimiz bazı kuruluşların kamu kurum ve kuruluşlarının veya özel kuruluşların idare hukukunda yapmış olduğu işlemleri idari yargının görev alanına çıkarmıştır. Kamu kurumlarının özel hukuka göre yapmış oldukları işlemler bundan sayılabilir. Daha önce örneğini verdiğimiz futbol federasyonu gibi kendine özgü sui jeneris yapıya sahip olan aslında özel hukuk tüzel kişisi olmasına rağmen yaptığı kamusal yetki ve usuller kullanmasından dolayı yaptığı işlemler idari işlem olarak kabul edilen ve 1991 yılına kadar kararları Danıştay tarafından denetlenen bir kuruluşun o yıldan sonra 3842 sayılı yasayla yapılan değişiklikle idari yargının görev alanı dışına çıkarılmıştır. Özellikle futbola ilişkin olan futbol federasyonu kararları idari yargının görev alanları dışına çıkarılmıştır. İşte sermaye piyasası özellikle rekabet hukukunun birden çok disiplini ilgilendirmesi özellikle özel hukuktan tutunda kamu hukukunun ceza hukukuna kadar birçok alanı ilgilendirmesi yasa koyucuyu adaletin iyi yönetilmesi gibi bazı münazaalarla bu tür davaları belli bir yargı düzeninin görev alanı içinde toplamaya itmiştir dolayısıyla bu sadece ülkemizde olan bişey değil aynı şekilde Fransada da gerçekleşmiş olan bir şeydir. Önemli olan şudur, artık aslında idare hukuku kurallarını uygulamak sadece idari yargının tekelinde olan bir şey değil yani bunu diğer adalet mahkemeleri de idare hukuku kurallarını uygulayarak bir takım uyuşmazlıkları çözmesi mümkündür. Yani bu idare hukukunu uygulamak sadece idari yargının tekelinde olan bir husus değildir. Artık öyle ki Fransa da yeni bir disiplin olarak adli idari yargıdan bahsedilmektedir. Yani adli yargıcın adalet mahkemesinin idare hukuku kurallarını kavramlarını uygulayarak idari uyuşmazlıkları çözmesi anlamında artık bir adli idari yargıdan bahsedilmektedir. Tabi şu var idari yargıcında aynı şekilde özel hukuk hüküm ve kavramlarını uygulaması mümkündür. Aslında her iki yargı düzeni arasında bir geçişme bir enterpenattasyon dediğimiz bir geçişme söz konusudur. Her yargı düzeninin görev alanını salt kesin çizgilerle ayırmak kolay değil her bir yargı düzenin diğer bir yargı düzeni içinde yer alan konularda o yargı düzeninin kurallarını uygulayarak çözmesi uygundur. Artık günümüz de hukuk disiplini adına ortaya çıkan sorunların niteliği mahiyeti artık bunu gerektirmektedir. Dolayısıyla bunu genel bir saptama olarak söyleyelim. Ortada bir geçişme bulunmasına rağmen idari yargı alanının belirlenmesi gerekir. Bunu belirlerken idari yargının kesinlikle adli yargının görev alanının çatışması görev uyuşması mutlaka ortaya çıkıyor. Bunun için uyuşmazlık mahkemesi denen bir yüksek mahkemeye gerek doğmuştur. Askeri yargı daha sonra ortaya çıktığı için özellikle idari yargıyla adli yargının çatışması sorunu karşımıza çıkıyor bu tabi ülkemizde aslında çok uzun geçmişi olan bir sorun değil. Danıştay ilk kurulduğunda 1868 de kurulduktan sonra adli yargıyla idari yargı arasında ortaya çıkacak görev uyuşmazlıkları konusu fazla düşünülmüş olan bir konu değildi. Dolayısıyla zaten 1876 anayasası da Danıştayın görevlerini bir hayli kısıtladığından dolayı pratik olarak sorun kendiliğinden kalktı. Gerçek yargı yeri kimliğini kaybetmiş şekilde cumhuriyet dönemine kadar görevini sürdürdü. Dolayısıyla görev uyuşmazlığı kimseyi meşgul etmedi. Cumhuriyetten sonra Danıştay gerçek bir yargı yeri niteliğini kazandıktan sonra o zaman adli yargıyla idari yargının görev alanları arasında çatışma olabileceği konusu o zaman meclisleri hükümetleri endişelendirmeye başladı. Bu durum 1945 yılına kadar devam etti. Bu yıla kadar uyuşmalıkları çözmek için herhangi bir yargı yeri mevcut değildi. 1945 yılında 4788 sayılı yasa ile uyuşmalık mahkemesi kuruldu. İlk kurulduğunda 1979 daki yeni yasal düzenlemeye kadar görev alanı daha dar bir yüksek mahkeme niteliğindeydi. Sadece hukuk alanındaki uyuşmazlıkları çözüyordu ceza alanındaki uyuşmazlıkları çözmüyordu. Görev alanı daha dardı 1945 yılında kurulduğu zaman ama 1961anayasası uyuşmazlık mahkemesini bir anayasa kuruluşu haline getirdive 1961 anayasasından 18 yıl sonra uyuşmazlık mahkemesi şimdiki kanun numarasıyla gerçek bir uyuşmazlık mahkemesi haline dönüştü bu düzenleme beraberinde sadece hukuk alanındaki uyuşmazlıkları değil aynı anda ceza alanındaki uyuşmazlıkları da uyuşmazlık mahkemesinin görev alanı dahil etmiştir. Uyuşmazlık mahkemesi 1982 yılından sonra artık görev uyuşmazlıklarını değil hüküm uyuşmazlıklarını da çözmeye yetkili olmuştur. Hem olumlu olumsuz görev uyuşmazlıklarını hemde hüküm uyuşmazlıklarını çözen yüksek mahkeme niteliğinde olmuştur. 1 başkan 12 üyeden kuruluyor. 1982 de üyelerin seçimi değişikliğe uğradı. Çünkü o zamana kadar her bir yüksek yargı organı Danıştay, Yargıtay, askeri Yargıtay kendi üyeleri arasından seçip gönderiyordu uyuşmazlık mahkemesine üyeleri seçme işini hakimler ve savcılar yüksek kurulu ile cumhurbaşkanı üstlendi. Dolayısıyla üyelerin bir kısmını hakimler ve savcılar yüksek kurulu seçiyor diğer bir kısmını da Cumhurbaşkanı seçiyor. Uyuşmazlık mahkemesinin başkanı 1961 anayasasına kadar olan dönemde Danıştay ve Yargıtay birinci başkanları sırayla uyuşmazlık mahkemesine başkanlık ediyorlardı bu durum her başkan değişikliğinde bir içtihat değişikliğine yol açıyordu bu bir içtihat tutarsızlığına yol açıyordu bundan dolayı 1961 anayasası ise anayasa mahkemesinin kendi üyeleri arasından uyuşmazlık mahkemesinin başkanını belirleme yöntemini seçmiştir. Bu düzenleme aynen 1982 anayasında da kabul edilmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNİN GÖREVLERİ

Uyuşmazlık mahkemesi bir görev uyuşmazlıkları konusuna bakıyor bide hüküm uyuşmazlıkları konusunun çözümüne bakıyor. Görev uyuşmazlıklarına baktığı zaman 2 tür uyuşmazlığı çözüyor. 1-) Olumlu görev uyuşmazlıkları 2-) Olumsuz görev uyuşmazlıklar-ını çözüyor.
Olumlu Görev Uyuşmazlığı ; Uyuşmazlık mahkemesi kanununda 2 durum öngörülüyor. Asıl olumlu görev uyuşmazlığı 10 madde tanımlanandır. Bide 17 maddede olumlu görev uyuşmazlığından bahsediliyor ama bu madde belirtilmek istenen olumlu görev uyuşmazlığı pek olumlu görev uyuşmazlığına benzemiyor. Hipotetik bir durumu düzenliyor 17. madde. Olumlu görev uyuşmalığı bir davanın görülmekte olan mahkemede olumlu görev uyuşmalığına başvuracak kimse genellikle davalıdır açılmış olan bir davada ilgili kişi veya makamın mahkemeye görevsizlik itirazında bulunması ve mahkemenin de bu görevsizlik itirazını reddetmesi ve bu görevsizlik itirazının reddine ilişkin kararın kesinleşmesiyle uyuşmazlık mahkemesinden görev konusunun incelenmesinin istenmesidir. 17 madde ile kıyaslanınca şu ortaya çıkıyor olumlu görev uyuşmazlığından söz edebilmek için ortada bir görevsizlik itirazının bulunup bu görevsizlik itirazının reddi gerekir. yani iki tane ayrı mahkemede açılmış olan dava gibi bir kişinin konusu sebepleri aynı olan bir davayı gidip iki yerde açması gibi akıl dışı tutum çok karşılaşılabilecek bir tutum değildir. Olumlu görev uyuşmazlığı denince 10 madde uygulanır.
Koşulları ;
- Açılmış bir dava bulunmalıdır. Yani yargı yerine açılmış olan bir dava. Davanı açılmış olması gerekir. Ön koşullar yönünden yada başka bir eksiklik yüzünden davanın red edilmemiş olması gerekir. Davanın açılmış olması gerekir.
- Bir görevsizlik itirazında bulunması gerekir. Görevsizlik itirazında bulunulması uyuşmazlık mahkemesi kanununda süre koşullarına bağlanmıştır. Görev ve yetki kamu düzenine ilişkin olduğu için aslında davanın her aşamasında görev itirazında bulunulması aslında mümkün olması gerekir. Fakat kanun bazı kötüye kullanmaları önlemek bakımından belli süre koşulları getirmiştir. Ne zaman görevsizlik itirazında bulunulabilir? Hukuk davalarında en geç birinci oturumda yani ilk celsede bulunulabilir. Bu tabir uyuşmazlık mahkemesi tarafından dar bir biçimde yorumlanmaktadır. Yani yasal temsilci ilk oturumda bulunuyorsa bu ilk celse kabul edilir. Dolayısıyla ilk celseye tesadüfen yada bilgisi olmadan gelmiş olan yasal temsilcinin daha sonraki davada görevsizlik itirazında bulunması mümkün değildir. Uyuşmazlık mahkemesi bu gibi durumlarda itirazın zamanında yapılmadığından talebi incelememektedir. Ceza davalarında ise daha delillerin ikamesine başlanmadan önce görevsizlik itirazında bulunması gerekir. idari yargı davalarında idare uyuşmazlıklarına ilişkin davalarda daha savunma ve iddia aşaması tamamlanmadan önce görevsizlik itirazında bulunması gerekiyor. Bu tür süreler uyuşmazlık mahkemesi kanununda belirtilmiş sürelerdir. Bu sürelerin dışına çıkılması mümkün değildir. Bu süreler hukuk düzeniyle bağdaşmayan sürelerdir.
- Görevsizlik itirazının mahkeme tarafından red edilmesi gerekiyor. Mahkeme burada görevlilik kararı alıyor. Bu karar ara karar niteliğindedir. Bu nedenle tek başına temyiz edilmesi mümkün değildir. Ancak son kararlarla birlikte temyiz edilmesi mümkündür. Mahkeme eğer görevsizlik kararına başvurduktan sonra eğer karar vermeden davanın esasını görüşmeye başlarsa ne olacaktır? Görevsizlik itirazına bulunduğunuza ilişkin ve görev uyuşmalığının mahkeme tarafından incelenmesine ilişkin bu dilekçeyi tekrar mahkemeye vermek gerekir. çünkü daha sonra mahkeme esasa ilişkin kararı verdiğinizde ve davayı temyize götürdüğümüzde bu bir bozma nedeni olacaktır.

NOT : Kişi mahkemeye böyle bir başvuru yapmadan direk uyuşmazlık mahkemesine başvuramaz. Bireysel başvuru yolu kapalıdır.
NOT : Kişiler başvurmasa bile mahkemenin resen görevsiz olup olmadığına bakabilir. Ama yasaya göre mümkün değildir ( uyuşmazlık mahkemesi kanununa göre ) aslında mümkün olmalıdır. Yasada belirtilmiş süreler kesin sürelerdir.

- Davanın esasının karara bağlanmaması gerekir. Esas hakkındaki kararın verilmemiş olması gerekir. Esas hakkında karar verilmişse artık kesin hüküm kazandığı için bu konunun uyuşmazlık mahkemesi tarafından görüşülmesi mümkün değildir.

Uyuşmazlık kim tarafından ortaya çıkarılıyor? Mahkemeye görevsizlik itirazında bulunduk mahkeme bu başvurumuzu itirazımızı red etti. Bu red üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin dilekçeyi yetkili makama sunmak için görevsizlik itirazını red eden mahkemeye vereceksiniz. Yetkili makam yargı düşenlerinin Baş Savcılarıdır. Adli yargı için Cumhuriyet Baş Savcısı, idari yargı için Danıştay Baş Savcısı, askeri yargı için askeri Yargıtay Baş Savcısı ve askeri yüksek idare mahkemesi Baş Savcısı. Hangisinin görev alanı korunmak isteniyorsa görev alanı korunmak istenen yargı düzeni hangi düzense onun Baş Savcısına gidilecek. Yani görev itirazı görevsizlik itirazında bulunulduğu zaman bu dava konusu bu sulh mahkemesinin adli yargının görev alanına girmemektedir fakat idare mahkemesinin görev alanına girmektedir deniliyorsa o zaman Danıştay Baş Savcısına gidilmek zorundadır. Olumlu görev uyuşmazlığına ait çıkartılan dilekçe mahkemeye verilecek ve mahkemede örnek olarak Danıştay Baş Savcısına gönderecek. Şimdi eskiden ilk kurulduğunda uyuşmazlık mahkemesi aslında görev alanı sorunları hep idari yargının görev alanının korunmak istenmesinden dolayı uyuşmazlık çıkarılması istemesi yetkisi sadece idari yargının o dönemde Danıştay baş kanun sözcüsüne bugün baş savcı diyoruz sadece Danıştay Baş Savcısına bırakılmıştı. Diğer yargı düzenlerinin baş savcılarının olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma yetkileri yoktu. Sadece ya bakanın ya valinin isteğiyle Danıştay Baş Savcısı olumlu görev uyuşmazlığı çıkarabiliyordu neden çünkü o dönemde idari yargının görev alanı adli yargının görev alanına karşı korunmak istediği için bundan dolayı sadece Danıştay Baş Savcısına verilmişti. Ama yeni yasal düzenlemede 2247 sayılı yeni uyuşmazlık mahkemesi kanununda 4 baş savcı yada Danıştaydan Cumhuriyet Baş Savcısına kadar uyuşmazlık çıkarma yetkisi tanınmıştır. Bu başvuruyu alan baş savcı diyelim ki işte Danıştay Baş Savcısı eğer talebin gerçekten incelenmesi gereken görüşü savunuyorsa bu durumda uyuşmazlık çıkarılması için Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruyor. Uyuşmazlık mahkemesine başvurmasıyla beraber işte olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmış oluyor. Ama Baş Savcı uyuşmazlık çıkarılması görüşünde değilse talebi yeterince ciddi olduğunu öngörmüyorsa bu durumda talebi red eder. Baş Savcının talebi red etmesi kesindir. Bu konuda Baş Savcının aldığı karar kesindir hiçbir yargı mercinde incelenmesi artık mümkün değildir. Tabi Baş Savcı bu konuda 10 günlük bir süre tanınmıştır uyuşmazlık mahkemesine başvurması konusunda. 10 gün içinde uyuşmazlık mahkemesine başvurur ve uyuşmazlık mahkemesi başsavcının başvurusunu görüşmeye başlar. Dilekçe verildikten sonra mahkemeye 7 günlük bir süre tanınmıştır. Mahkeme isterse bu arada kararını bir kez daha düşünerek görevlilik kararını kaldırabilir. Yani görevsizlik itirazını kabul edebilir. Bu durumda iş hiç Baş Savcıya gitmemiş olacaktır. Bu olanak yeni yasal düzenlemede var. Eğer Baş Savcıya giderse bu konu davayı gören mahkeme eğer Baş Savcı uyuşmazlık mahkemesine başvurmuşsa yani olumlu görev uyuşmazlığı kararı çıkarılmışsa Baş Savcı uyuşmazlık mahkemesine başvurduğunu mahkemeye haber verir ve mahkeme davayı görmeyi durduracaktır. Ne zaman durdurma kararı sona erecektir? En geç 6 aylık bir süre için davanın görülmesini durduruyor. Eğer bu 6 aylık zaman zarfında uyuşmazlık mahkemesinden bir karar gelmezse bu durumda mahkeme almış olduğu görevlilik kararına binaen davayı görmeye tekrar başlıyor ve esas hakkında kararı vermişse ve bu karar temyiz süreleri ya geçirilip yada temyiz edildikten sonra onanmışsa kesinleşmişse karar bu aşamadan sonra uyuşmazlık mahkemesinin kararının gelmesi hiçbir şeyi değiştirmez. Ama eğer vermiş olduğu esasa ilişkin karar henüz kesinleşmeden dava temyizdeyken gelmişse o zaman uyuşmazlık mahkemesinin kararını temyiz yeri dikkate almak zorundadır. Bu aşamada temyiz yeri kararı görev yönünden bozuyor. Mahkeme de bu bozma kararına uymak zorundadır. Uyuşmazlık mahkemesi iki şey yapabilir. Ya ilk derece mahkemenin almış olduğu görevlilik kararını kaldırabilir kaldırırsa görevli olan yargı yerini de belirtir yada şunu yapabilir o konuda ne sulh mahkemesinin nede idare mahkemesinin görevli olmadığını askeri bir mahkemenin görevli olduğunu da belirtebilir. Tarafların yada Baş Savcının talepleriyle bağımlı değildir.
Uyuşmazlık mahkemesi kanunun 17. maddesinde de bir olumlu görev uyuşmazlığı daha düzenleniyor. Burada düzenlenen durum biraz mantık dışı çok teorik bir durumdur. Olumlu görev uyuşmazlığı 10. maddedeki gibi olur. 17. maddede belirtilen ayrı açılan tarafları konusu aynı olan bir davada aynı kişinin gidip de iki yargı düzeninde birden dava açacak ve her iki yargı düzenindeki mahkemeler de görevli olduklarına karar verecekler. Bu tür bir olasılık çok az akıl dışı bir olasılık çünkü zaten ikinci açacağı davada davalı bu davanın başka bir yargı yerinde açıldığını belirterek bu davanın red edilmesini zaten baştan sağlayabilir. Zaten bu davanın açılması çok zordur. Ama 17. madde de böyle bir varsayımsal bir durumda ortaya konmaktadır. Bu durumun çözülmesi için ise olumsuz görev uyuşmalığına uygulanan yöntem uygulanır. Bundan dolayı bu pek de olumlu bir görev uyuşmazlığı değildir. Nitelik olarak olumlu bir görev uyuşmazlığı gibi gözükse de çözümde böyle değildir.
Olumsuz Görev Uyuşmazlığı ; tarafları konusu sebebi aynı olan bir davada iki yargı yerinin kendilerinin görevsiz olduklarını karşılıklı olarak birbirlerini görevli olarak saymalarından dolayı kendilerinin görevsiz olduklarına ilişkin bir karar almaları ve bu görevsizlik kararlarının da kesinleşmiş olmasıdır. Burada davanın ortada kalması durumu vardır. Burada iki mahkemede kendilerinin görevsiz olduğu sonucuna varıyorlar dolayısıyla dava mahkemesiz kalıyor.
Koşulları ;
- İki görevsizlik kararı olması gerekir. Yani iki ayrı yargı düzenindeki mahkemenin de görevsizlik kararı vermiş olmaları gerekiyor. Dosyanın kapatılmasına ilişkin bir karar veya gerekçedeki eksiklikler yüzünden ön koşullar yüzünden davayı reddedip vermiş olduğu bir karar olmuyor. Doğrudan doğruya diğer mahkemeyi görevli saymasından dolayı kendini görevsiz görmesi gerekiyor.
- İki ayrı yargı düzeni içinde yer alan iki mahkemenin görevsizlik kararı vermiş olması gerekiyor. Burada birçok istisnalar karşımıza çıkıyor. Eğer bu mahkemeler iki ayrı yargı düzeni içinde değilseler o zaman uyuşmazlık mahkemesinin devreye girmesi söz konusu değil. Çünkü aynı yargı düzenindeki uyuşmazlıkları müşterek vazifeli olan yüksek mahkeme çözüyor. Kendi yargı düzeninin tepesinde yer alan üstteki müşterek vazifeli olan yüksek mahkeme çözer. Dolayısıyla iki ayrı yargı yerinde olacak eğer böyle olmazsa bu uyuşmazlığı uyuşmazlık mahkemesi çözmez.
- Görevsizlik kararı vermiş olan kurulun veya organın mahkeme niteliğinde olması gerekiyor. Dolayısıyla bir yargı görevi taşıyan Bazı özel yargısal yetkileri bulunan bir kurul ile bir mahkeme arasındaki görev uyuşmazlığı olumsuz görev uyuşmazlığının çıkması bakımından yeterli değildir. Mesela il idare kurulu ile adli yargı içindeki bir başka mahkeme asliye veya sulh mahkemesinin arasındaki uyuşmazlık, uyuşmazlık mahkemesi tarafından giderilmez. Bu anlamda bir olumsuz görev uyuşmazlığı olarak kabul edilmez. Yani görevsizlik kararlarının mutlaka mahkeme niteliği taşıyan bir organdan çıkması gerekiyor veya seçim kurulu olabilir il seçim kurulu veya ilçe seçim kurulu bir il idare kurulu ile sulh mahkemesinin arasındaki uyuşmazlığı bir görev uyuşmazlığı olarak kabul edemiyoruz. Dolayısıyla uyuşmazlık mahkemesi bu uyuşmazlığın giderilmesi için devreye girmiyor veya seçim kurulu il seçim kurulu ilçe seçim kurulları var bu konuda uyuşmazlık mahkemesine başvurular var ama bir hakim üyenin olmasına seçim kurullarının bir mahkeme niteliğinde olmadığını belirtiyor bundan dolayı uyuşmazlık mahkemesinin görevi alanına girmiyor.
mesela kamu kuruluşlarındaki özel hukuk uyuşmazlıklarında genellikle bir hakem görevlendiriliyor. Dolayısıyla bu hakemde adli yargıdan bir hakim olduğu için bu hakemin hakim sıfatıyla vermiş olduğu karar ile adli yargı düzeni ile arasında yada diğer yargı düzenleri ile arasında çıkacak olan uyuşmazlık bu kapsam dışına çıkar olmuş. Ceza kovuşturmasına ilişkin konularda bir kurul ile bir mahkeme arasında çıkan uyuşmazlık, uyuşmazlık mahkemesinin görev alanı dışına çıkartılmış. Yargıtay ceza genel kurulu bu tür bir uyuşmazlığın çözülmesinde yasada yetkili olan mahkeme olarak gösteriliyor. Dolayısıyla görevsizlik kararlarının bu tür kurullar dışında kalan mutlaka mahkeme niteliği taşıyan iki organ tarafından iki mahkeme tarafından alınmış olması gerekiyor ki görevsizlik kararlarının bir olumsuz görev uyuşmazlığından söz edebilelim.
- Görevsizlik kararlarının kesinleşmesi gerekiyor. Görevsizlik kararı ne zaman kesinleşir? Mahkemenin durumuna göre ya kişiye bildirmiş olduğu zamanda kesinleşiyor olumsuz görev uyuşmazlığı için bildirim tarihinden itibaren olumsuz görev uyuşmazlığı için başvurulabilir. Bunun süresi yasada belirtilmemiştir. Özellikle hukuk davaları bakımından 10 yıllık bir zamanaşımının burada geçerli olduğunu söylemek lazım idari yargıya ilişkin davalara da ise idari dava açma süresinin geçirilmemesi gerekir. İdari davalar bakımından 60 günlük dava açma süresidir. ,
- Davaların aynı olması gerekiyor. Taraflarının, sebebinin, konusunun aynı olması gerekiyor.
Olumsuz görev uyuşmazlığı nasıl çıkartılır? Olumsuz görev uyuşmazlığının çıkartılmasını isteyen taraf davacıdır. Davacı dilekçeyle mahkemeye başvuruyor,mahkeme bu başvurusunu Baş Savcılara göndermeden doğrudan doğruya uyuşmazlık mahkemesine gönderir.uyuşmazlık mahkemesi olumsuz görev uyuşmazlığıyla ilgili bir karar alıyor, görevli mahkemeyi tayin ediyor. Görevsizlik kararı veren mahkemenin birisinin görevsizlik kararını kaldırıyor ve bu durumu görevli mahkemeye bildiriyor. Uyuşmazlık mahkemesinin kararını alan mahkeme ayrıca bir görevlilik kararı almadan davayı görmeye başlıyor. Yasada uyuşmazlık mahkemesinin görevli mahkemeye görevli olduğunu bildirmemesi durumu da düzenlenmiştir. Bu durumda uyuşmazlık mahkemesinin kararını alan kişi gidip mahkemeye başvuracak. Uyuşmazlık mahkemesi bu iki mahkeme haricinde başka bir mahkemede belirleyebilir. Böyle bir durumda davacı bu kararla beraber diğer mahkemeye başvuramayacak o mahkemede yeni bir dava açmak zorundadır.
İkinci mahkeme görevsizlik kararı vermeye bilir ama uyuşmazlık çıkarılmasını isteyebilir. Bu mahkeme görevli mahkemenin belirlenmesi için doğrudan doğruya uyuşmazlık mahkemesine başvurabilir. Uyuşmazlık mahkemesi kanununda bu yolda açık tutulmaktadır.
Sayıştay anayasa içtihatlarında da Danıştay içtihatlarında da bir yargı yeri olarak kabul edilmemiştir. Bu durum burada da geçerli uyuşmazlık mahkemesi içtihadında da görevsizlik kararlarından birini verenin Sayıştay olması durumunda olumsuz görev uyuşmazlığı olarak kabul edilmiyor. Bu sistem içinde çok vahim bir durumdur. Çünkü bir sulh ceza yada asliye ceza mahkemesiyle özellikle sorumluların hesap ve işlemlerindeki aklanma veya zimmete ilişkin konular da ceza mahkemesinin vermiş olduğu bir görevsizlik kararı diğer tarafta da sayıştayın vermiş olduğu görevsizlik kararındaki uyuşmazlığı uyuşmazlık mahkemesi bu uyuşmazlığı çözmüyor. Bu uyuşmazlığın kendi görev alanına girmediğini söylüyor. Dolayısıyla böyle bir durumda dava ortada kalıyor ve dahası hüküm uyuşmazlığı bakımından önemli çünkü kişinin sayıştayca aklanması ve ceza mahkemesinde ceza mahkumiyetine karar verilmesinde halinde özellikle mali işleri gören kamu görevlileri yönünden önemli hesap sorumluları yönünden önemli sayıştayca aklanan ceza mahkemesince mahkum olan kişinin içine düştüğü durum hukuk açısından kabul edilemez bir durumdur. Ne görev uyuşmazlığı bakımından ne de hüküm uyuşmazlığı bakımından uyuşmazlık mahkemesi sayıştayı bir yargı yeri kabul etmediği için bu organın sayıştayın vermiş olduğu kararları göz önüne almıyor yargı yeri kabul etmiyor.
Hüküm Uyuşmazlığı ; tarafları, konusu, sebebi aynı olan bir dava hakkında iki ayrı yargı düzeni adli idari askeri yargı düzenleri içinde yer alan en az 2 yargı yerinin esas hakkında farklı kararlar vermiş olmaları çelişkili kararlar vermiş olmaları nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız olduğu bir durumdur. Burada tarafları biraz sınırlandırmak gerekir burada eski yasal düzenleme tarafların ikisinin aynı olması gerekirken yeni yasal düzenleme taraflardan en az birinin aynı olması yetmektedir.
Koşulları ;
- Esasa ilişkin kararın verilmiş olması gerekiyor ve bu kararın kesinleşmiş olması gerekiyor. Ya bu karar temyiz süresi geçirilerek veya temyiz yerine başvurularak onanmış olması gerekiyor.
- Davanın iki mahkemenin de karar vermiş olduğu davanın sebep ve konusunun aynı olması gerekiyor. Fakat yeni yasal düzenleme tarafların hepsinin aynı olması gerekmiyor. Çünkü tarafların her ikisinin de aynı olması hüküm uyuşmazlığı bakımından ağırlaştırıcı bir koşuldur. Çok sınırlandırıcı bir koşuldur. 2247 sayılı yasa çıktığı zaman bu koşul daha da hafifletilerek taraflardan en az birinin aynı olması yeterlidir. Bu koşullar bir araya gelmişse hüküm uyuşmazlığının çıkarılabilir.
- Kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin mümkün olmaması gerekir. Yani taraflardan birinin hakkının ihlal edilmiş olması gerekir ki hüküm uyuşmazlığı çıkabilsin. Çelişkili kararlar yüzünden tarafların herhangi bir hak mahrumiyeti yoksa o zaman hüküm uyuşmazlığından bahsedilemez. Uyuşmazlık mahkemesi böyle bir talebi red ediyor. Mesela davanın taraflarından birinin yurda kaçak mal getirdiği, getirdiği bu mallara el konulduğu ilgili hakkında ceza davası açıldığı yargılandığı dolayısıyla mahkemeden çıkan ceza kararından sonra ilgilinin berat ettiği fakat kaçak malların bakanlık tarafından iadesi yönünde bir karar çıkmış ise yurt dışına çıkarmamak kaydıyla o zaman bu kişi idareye başvurarak idari yargıdan bu malların teslimi hakkında bir karar çıktığını düşünelim ceza mahkemesinden ise bu malların verilmemesi yönünde bir karar çıktığını düşünelim. O zaman bu iki karar arasında bir çelişki vardır fakat arada kişiye malların bir kısmı yada tazminat ödenmişse o zaman kişinin mağduriyetinden söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla aradaki iade veya giderimden dolayı mağdur olmamıştır. Bu olay uyuşmazlık mahkemesine gelmiş olan bir uyuşmazlıktır. Uyuşmazlık mahkemesi bu davada uyuşmazlığı red etmiştir. Çünkü mağduriyet olmadığından dolayı arada bir kısım malların iadesi ve diğer kısım içinde kişye tazminat ödenmiştir. Bir mal müdürünün Sayıştay denetlemesi sonunda aklandığı fakat aynı olayda ceza mahkemesi tarafından suçlu bulunduğu söz konusu olmuştur. Bu durumda Sayıştay kararıyla ceza kararı arasındaki uyuşmazlığı uyuşmazlık mahkemesi maalesef sayıştayı bir yargı yeri kabul etmediği için bu uyuşmazlığın kendi görevi dışında kaldığını belirtmiştir. İlgili mal müdürü ne yapacağını bilmez bir durumda hukuk sisteminin kurbanı olmuştur. Sayıştay kararları da kesindir ilgilinin aklanmasına ilişkin aldığı kararda kesindir. Aslında ceza davasının almış olduğu karar hüküm uyuşmazlığına tabi olması gerekmektedir. Ama bu durum sistemimiz de çözümü olmayan bir sorun olmaya devam etmektedir. Uyuşmazlık mahkemesi uyuşmazlığı alınan iki hükümden hangisi doğruysa onu onaylayarak çözüyor uyuşmazlığı. Hukuk davaları bakımından hüküm uyuşmazlığını gideriyor fakat ceza davaları bakımından hüküm uyuşmazlığını gidermiyor. Ceza davalarında bizzat kendisini ceza mahkemesi yerine koyarak gidermiyor yetki mahkemeyi belirterek gideriyor. Uyuşmazlık mahkemesi ceza mahkemesini tayin ediyor ve bu uyuşmazlığı gidermesini talep ediyor. Hukuk davalarından farklı olarak bizzat kendisi esasa ilişkin hüküm vermiyor. Kararı veren tayin ettiği ceza mahkemesidir.

İDARİ YARGIDAKİ DAVA TÜRLERİ ve BUNA İLİŞKİN SORUNLAR

İdari yargıdaki dava türleri zaman içinde değişiklik göstermiş olan bir husus idari yargıda 521 sayılı eski Danıştay kanununa göre bugün 1982 de çıkarılmış olan gerek yeni Danıştay kanunu gerek bölge idari yargı mahkemeleri kanunu, idari yargılama usul kanununun yürürlüğe girmesiyle idari yargıdaki dava türlerin de azalma olduğunu bir kısmının kaldırıldığının bir kısmının dönüştürüldüğünü görüyoruz. Eskiden Danıştay kanununa göre idari yargı türünde ki dava türleri iptal davaları, tam yargı davaları vardı birde yorum davası vardı birde temyiz davası vardı. 4 tür dava türü öngörüyordu kanun. Yorum davası esası adli yargıda görülmekte olan bir adalet mahkemesinde görülmekte olan bir dava sırasında davayla ilgili bir idari işlemin anlam ve kapsamının tayini hususunda bir belirsizlik ortaya çıkması durumunda bu idari işlemin anlam ve kapsamının belirlenmesi amacıyla mahkeme kararı üzerine idari yargıda açılacak olan davayı ifade ediyor yorum davası dolayısıyla bu sistem içinde yorum davasının olduğu dönemde adli yargıcın ister ceza yargıcı olsun ister hukuk yargıcı olsun idari işlemi yorumlama idari işlemin anlam ve kapsamını belirleme yetkisi bulunmuyordu. Bu konuda bir karar verilmek üzere mahkeme kararı üzerine bir yorum davası açılıyordu idari yargıda sonra bu yorum davası yeni usul kanunda 1982 de çıkarılmasıyla kaldırıldı bugün yorum davası artık yok böyle bir dava türü yok fakat yorum davasının özünü oluşturan sorun ortadan kalktı mı? Hayır bu sorun tam olarak ortadan kalkmadı ne yapıldı hukuk davalarında da ceza davalarında da adli yargıcın idari işlemin kendisinin yorumlaması geçerlik konusunda bir karar verilmesi yolu açıldı. İdari işlem konusunda ihtisaslaşmış olan idari yargıçlar varken bir idare mahkemesi varken bir Danıştay varken bu konuda pekte uzmanlığı olmayan adli yargıcın bir idari işlemin geçerliliği konusunda anlamı kapsamı konusunda bir karar vermesi tabiî ki çok fazla sağlıklı görülmeyebilir. En azından her durumda bir yönetmelik olabilir bireysel bir idari işlem olabilir bu konuda adli yargıcın karar vermesi çok sağlıklı olmayabilir. Ama önemle şunu söyleyelim adli yargıcın böyle bir durumda dahi yani bir idari işlemi yorumlaması geçerliliği konusunda karar vermesi sadece dava konusuna özgü bir sonuç yaratacaktır. Yorum davalarının kalkmasıyla birlikte adli yargıca bu yetkinin verilmiş olması idari işlemin geçerliliği konusunda anlamı konusunda verdiği yargıcı verdiği karar sadece davaya özgüdür. Yani bu yönetmeliğin geçersiz olduğu veya bireysel idari işlemin hukuka aykırı olduğu bahisle bu işlemi genel olarak hukuk düzeninden kaldıracak bir karar vermesi zaten söz konusu değildir. Yani o davaya özgü olarak yargıç bu yönetmelik geçersizdir dolayısıyla sadece davanın çözümünden o yönetmeliği göz önüne almadan karar verir veya bireysel idari işlemin geçersiz olduğuna karar verirse sadece o dava bakımından göz önüne almaz yapacağı şey budur. Bu konu Fransız idare hukukunda da çok tartışılan bir konudur. Öğretide çok geniş derin görüş ayrılıkları var. Adli yargıcın idari işlemlerin yorumu geçerliliği konusunda yorumu konusunda karar verme yetkisi. Yorum davası kalkmıştır ve yorumlama yetkisi adli yargıca geçmiştir. Temyiz davaları vardı eski 521 sayılı Danıştay kanununda. Temyiz davaları kaldırıldı yeni yasayla temyiz yoluna dönüştürüldü. Yani bu değişiklik yapıldı. Temyiz davası değil de temyiz yolu olarak öngörülmeye başlandı. Dolayısıyla bugünkü idari yargı sistemimizde 2 dava vardır. Bunlar iptal davası bir idari işlemin hukuka aykırılığından dolayı idari yargı yerince iptal edilmesini sağlayan bir dava türü diğeri de tam yargı dava türü hakkı bir idari işlem veya eylemden dolayı hakkı ihlal edilmiş olan kişinin hakkının yerine getirilmesi için açtığı dava ve yaptığı idari sözleşmelerden dolayı açılmış olan davalar tam yargı davalarını oluşturmaktadır. Sistemimiz içinde var olan davalar bunlardır ancak başka davatürleri var olabilir mi? Bu konuda öğretideki görüşler incelenebilir. Öğretide de çok üstünde durulan aslında olması da gereken bazı yüksek mahkemelerin içtihatlarıyla da desteklenen bir dava türünün idari yargıda olmasının gerçekten çok faydalı olacağı öğretide belirtiliyor. Özellikle bazı uyuşmazlık mahkemesi kararlarında da belirtiliyor. Bu tespit davaları idari yargıda tespit davası olabilir mi olması gerekir mi? Bu konuda danıştayın yaklaşımı nedir? Tespit davası asıl edim davasında dayanak olacak olan bir hukuksal ilişkinin varlığını yokluğunu veya bir hakkın bulunup bulunmadığını mahkeme kararıyla tespit edilmesini sağlayan bir dava türüdür. Adli yargıda kullanılan bir dava türü. Dolayısıyla bu dava türünün idari yargıda var olup olmayacağı hem öğretide hem de içtihatlarda tartışma konusudur. Danıştayın tutumu idari yargılama usul yasasında böyle bir dava türünün bulunmadığından bahisle bu tür açılan davalar da davanın reddi kararını vermektedir. Gerekçesi yasada bulunmadığı için böyle bir davanın açılamayacağını söylemiştir. Danıştayın red kararı gerekçesi doğru mudur? Bu gerekçesi pek doğru değildir. Aslında uyuşmazlık mahkemesinin de son yıllarda verdiği iki önemli kararda belirttiği gibi tespit davası aslında daha sonra açılacak olan bir iptal davası bakımından veya bir tam yargı davası bakımından adli yargıda kullanıldığı gibi davayı kolaylaştıran kişini ihlal edilen menfaati veya hakkının yerine getirilmesinde kolaylık sağlayan bir dava türüdür. Bu tür davalar en çok atama konularında memurların kamu görevlilerini atanması konusunda açılmıştır. Gerek idare mahkemelerine gerekse danıştaya açılmış olan bu tür davalar atama nakil konularında açılmıştır. Ne istemektedir ? tayin konularında ileri sürülen husus idareye karşı birisine bakmakla yükümlü olduğunun mahkeme tarafından tespit edilmesi. Bakıma muhtaç annesinin veya babasının kendisinin bakmakla yükümlü olduğu onun bakıma muhtaç olduğu hususunun mahkeme kararıyla tespit edilmesi. Ne olacak bu tespit mahkeme bu şekilde bir tespitte bulunursa bu kararı alacak ve atama isterken idareden tayinini isterken atamaya esas oluşturacak başvuruyu yaparken bir mahkeme kararını bir dayanak olarak idareye karşı ileri sürecektir ve gerçekten bu durumda idare mahkemenin verdiği tespit kararıyla bağlı değil ama çok büyük ölçüde bu atama kararını yapmakta kendi açısından hukuki açıdan faydası olacağını düşünecektir. Çünkü tespit kararı zaten bu kişinin bakıma muhtaç olduğunu memurun ona bakmakla yükümlü olduğunu tespiti noktasında olduğu için yani haklı gerekçenin mahkeme kararıyla tespiti olduğu için bu tayin istemini red etmesi halinde memur iptal davası açacak ve aslında çok büyük ölçüde idare kaybedecek yani bu tespit davası için başvuran kişinin tesbit davası isteyen kişinin atama konusundaki gerekçesinin haklı olduğunu belgeleyen bir karar niteliğindedir. Ama Danıştay bunu kabul etmiyor ne yapması gerekir normal prosedürü izlesin iş daha uzasın atamasını istesin atama isteğinin reddine ilişkin bir karar versin idare ve bu karar üzerine kendisi gitsin iptal davası açsın bu şekilde tayinini sağlasın mümkün olan sınırlar içerisinde. Bu yaklaşım mahkemelerin iş yükünü artıran bir yaklaşımdır. Uyuşmazlık mahkemesi de bu tür önüne gelmiş bir davada yakın gerekçelerle aslında idari yargıda bir tespit davasının bulunmasının faydalı olacağı görüşündedir. Bu konuda içtihat verme danıştaya düşmektedir. Davayı kabul etme son noktada idare mahkemesinden verilen red kararını temyiz olarak danıştaya götürülmektedir. Son halinde danıştayın görüşü önem kazanmaktadır yada en basit çözümü yasa koyucunun bu görüşleri dikkate alarak idari yargılama usul kanunda tesbit davasına yer verilmesi ve danıştayında bu konuda ki çekincesini kaldırmış olur bu karar. Diğer bir sorunda istirdat davalarını geri alma idari yargıda var olup olamayacağı sorunu. İdareye fazla yapılmış olan ödemelerin ilgili kişi tarafından geri alınmasını sağlayan bir geri alım davasıdır istirdat davası. İlgili kişi idareye ödemiş olduğu fazla parayı almak için idari mahkemeye geri alım davası istirdat davası açtığı zaman bizim mahkemelerimiz danıştayın görüşünü alarak davayı red etmektedirler. Burada danıştayın görüşü yine aynıdır. Nedeni kanunda istirdat davası adı altında bir davaya yer verilmemektedir. Dolayısıyla Danıştay bu davayı red etmektedir. Doktrin de kabul edilmesi istenen bir dava türü de vergi uyuşmazlıklarının ayrı bir dava olarak kabul edilmesidir. Bu davalara zaten vergi mahkemeleri bakıyor ama dava türü olarak vergi uyuşmazlıklarının niteliğinin ayrı bir dava türü olarak yer almasını isteyen öğretide görüşler var. Bu da aslında vergi uyuşmazlıklarının ne iptal davasının tüm özelliklerini gösterdiği nede tam yargı davasının tüm özelliklerini gösterdiği dolayısıyla kendine özgü vergi uyuşmazlıklarının kendine özgü bir dava türü olarak düzenlenmesi gerektiği yönünde görüşler vardır. Başka bir sorun da idari sözleşmelere ilişkin olan davalar. İdari sözleşmeler normal olarak bir tam yargı davası yoluyla bu sözleşmeden doğan uyuşmazlıklar çözümleniyor fakat özellikle hukukumuzda ve Fransız hukukunda da tartışılan konulardan bir tanesi idari sözleşmelerin bir iptal davası konusu olup olmayacağı konusudur. İdari sözleşmeler normal olarak tabiatı gereği doğası gereği bir iptal davası konusu olmaz idari sözleşme çünkü bir iptal davasını konusunu bir idari işlem oluşturur. Oysa idari sözleşme doğası gereği bir idari işlem değildir çünkü iki taraflı idarenin yapmış olduğu iki taraflı bir işlemdir. İdarenin yaptığı tek yanlı işlemler iptal davası konusu olabilir. Oysa idari sözleşme iki yanlı bir işlemdir. Ama bizim Danıştayımız çok uzun zamandan beri yaklaşık 30 yıllık bir zamandan beri idari sözleşmeleri bir idari işlem olarak kabul edip idari sözleşmelerine karşı açılan iptal davalarını karara bağlamaktadır. Bunu sadece bir pratik nedenden dolayı yapmaktadır. Bir idari işleme karşı açılan bir iptal davasına bakmasının sebebi tümüyle pratik nedenlerdir. İdari sözleşmenin hukuka aykırı olması durumunda belli bir iptal yolundan kurtulmasını engellemektir. Tamamen yargı denetimin iptal davasının kapsamını genişleterek daha fazla mümkün olduğu kadar çok işlemi idarenin çok fazla işlemini iptal davası kapsamına almaktır. Bu Fransız danıştayında da 1989 yılına kadar Fransız danıştayı red etmiştir iptal davalarını idari sözleşmelere karşı açılan iptal davalarını çok uzun zaman boyunca Fransız danıştayı sadece idari sözleşmeye karşı üçüncü kişilerin açmış oldukları davaları kabul etmiştir. 1989 yılında aldığı bir içtihadı birleştirme kararıyla idari sözleşmelere karşı açılan davalara da Fransız danıştayı bakmaya başlamıştır. Gerekçe aynıdır mümkün olduğunca çok işlemi iptal davsı kapsamı altına almaktır. İdari sözleşmeye karşı iptal davasını kabul etmediğimiz zaman hiç olmazsa idari sözleşmeden ayrılabilir işlemlerinin ayrılabilir işlem teorisini uygulayarak bir kaçını sözleşmeye bağlı olarak yapılmış fakat kendi başına bir anlam ifade eden kendi başına hukuksal durumda değişiklik yaratabilen bir takım işlemleri iptal davası yoluyla denetlememize imkan vermek gerekir. İşte Fransız danıştayı 1989 yılına kadar bunu yapmıştır. Yani sözleşmeden ayrılabilir işlemleri mesela sözleşmenin yapılmasına izin veren karar bir idari karardır. Dolayısıyla sözleşmenin kendisinden ayrılabilir bir işlemdir. Bu karar bir iptal davası yoluyla denetlenebilir. Bu işlemin hukuki mahiyetine de uygundur. Normalde iptal davasına konu olmaması gerekir. Hukuk mantığına da uygunu da budur. Sadece sözleşmeden ayrılabilir idari işlem iptal davası konusu olabilir. Dediğimiz gibi ayrılabilir işlem teorisi uygulanarak bu tür işlemlerin iptal davası konusu yapılabilmesi gerekir. Başka bir sorun ise, ayrılabilir işlemin iptali idari sözleşmenin iptalini getirir mi? Eğer idari sözleşmenin temelini oluşturan sebep ayrılabilir işlem teorisine göre iptal davası açılabiliyor ve iptal edilmişse bu durumda idari sözleşmenin de iptal edilmesi gerekir.

İPTAL DAVASI

İptal davası idari yargılama usul kanununda 2. maddede tanımlandığına göre, idari işlemlerin yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden biriyle hukuka aykırı olduklarından bahisle iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalardır. 1994 yılına kadar gelen dönemde gene Danıştayın klasik uygulaması iptal davası menfaatleri iptal edilenler tarafından açılır. 1994 yılından sonra bir boşluk olmuştur. 1994 yılında 4001 sayılı yasa menfaat ihlali koşulunu ortadan kaldırarak. 1994 yılındaki değişiklikle menfaat yerine kişisel hak ihlalinin koşulu getirilmiştir. İlgilinin iptal davası açabilmesi için kişinin kişisel hakkının ihlali gerekir. Hukukta hak kavramı menfaat kavramına göre daha dar bir kavramdır. Dolayısıyla her menfaat ihlali bir hakkı ihlal etmez. Bu şu sonucu doğurmaktadır : iptal davasının açılması zorlaştırılmıştır. İptal davasını açacakların kapsamı daraltılmıştır. İptal davasının uygulama alanı kısıtlanmıştır. Çünkü menfaati ihlal edilenlerin sayısıyla kişisel hakları ihlal edenlerin sayısı aynı değildir. 100 kişinin menfaati ihlal edilmişse aynı işlemden veya eylemden dolayı ancak 20 kişinin hakkı ihlal edilmiş olur. Dolayısıyla 100 kişi iptal davası açabilecekken 20 kişi iptal davası açabilecektir artık. O dönemde bu değişikliğin neden yapıldığı da pek belli değildir. Hangi amaç güdüldüğü belli değildir. O dönemde bu madde tasarısı mecliste görüşülürken hiçbir millet vekili bu konu üzerinde konuşmamıştır. Aslında hukuk devleti ilkesinin bir bakıma çiğnendiğini söyleyebiliriz. İptal davası idari rejimin bir sonucu olarak hukuk devleti ilkesini sağlayan temel dava türlerinden bir tanesidir. İdarenin işlemlerinin yargı denetimine alınması iptal davası yoluyla olur yani hukuka uygun olması iptal davası yoluyla sağlanır. Bu değişiklikte iyi niyet aramak mümkün değildir. 1994 yılındaki bu değişiklik anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Anayasa mahkemesi bu maddedeki değişikliği belirttiğimiz gerekçelerle iptal etmiştir. İptal kararından dolayı yasal boşluk olmamasından dolayı iptal kararının yayımlanmasından 3 ay sonra yürürlüğe girmesi öngörülmüştür. Değil 3 ay ancak 5 yıl geçtikten sonra yeni bir yasal düzenleme yapmışlardır. Yasa koyucu 1994 te iptal edildikten sonra bu değişiklik ta 2000 yılında yeni bir yasal düzenlemeyle idari usul kanunun ikinci maddesinde yeni bir hüküm sevk etme yoluna gitmiştir. Bu 5 yıllık yasal boşluğu Danıştay kendi içtihatlarıyla doldurma yoluna gitmiştir. Danıştay orda ne yapmıştır? Bu iptal davasının bel kemiğini oluşturan menfaat ihlali koşulunu uygulamıştır. Fransada da ilk ortaya çıktığı zaman menfaat koşulunu hak ihlaline doğru daraltmak hem doğru değildir hemde idare hukuku ilkelerine aykırılıktır dolayısıyla bu dönemde Danıştay kendi içtihadıyla menfaat koşulunu uygulamıştır. Nitekim 2000 yılında da yapılan değişiklikle yasa koyucu tarafından menfaat ihlali koşuluna dönülmüştür. Dolayısıyla aradaki tanım yani kişisel haklarının ihlaliyle açılan davalardaki tanım da değişerek yasal olarakta değişerek menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar biçimine dönüşmüştür. İptal davası idarenin hukuka uygunluğunu sağlayan bir dava türüdür. İptal davasıyla ilgili önemli birkaç nokta sadece hukuka aykırılığın denetlenmesi amacını güden bir dava türüdür yani yerindeliği denetleyen bir dava türü değildir. İdarenin yaptığı işlemin sadece 5 unsuru açısından hukuka uygunluğunu denetleyen bir dava türümüdür yoksa alınan kararın yapılan işlemin yerindeliği denetlenmez. Yerindelik konusu yine idareye aittir. Yerindeliği tesbit etmek idarenin görevidir. Dolayısıyla idari yargı yeri iptal ettiği işlemin yerine kendisi hukuka uygun olan bir işlem koyamaz. İdari yargı yeri anayasamızda da idari usul kanununda da yasaklandığı gibi idari işlem niteliğinde bir karar veremez. İdarenin yerine geçerek onun yerini alarak iptal ettiği kararın yerine hukuka uygun bir kararı veremez. Sadece kararın hangi noktalardan hukuka aykırı olduğunu belirtir. Dolayısıyla da idarede bu iptal kararının gereğini göz önüne alarak yeni bir karar verir hukuka uygun bir karar verir. Ama kararı yine idare verir. İdare idari işlem niteliğindeki bir kararı mahkeme veremez. Öneride de bulunamaz. Aslında fransada ülkemizde çok büyük bir sorun iptal kararının uygulanması sorunu fransada bu iş 1995 yılında büyük ölçüde çözüldü. İdari yargı mercilerine idareye emir verme yetkisiyle çözüldü. Ülkemizde henüz böyle bir uygulama yok. Yerindelikle hukuka uygunluğu çok kesin sınırlarla ayırmak mümkün değildir. Mutlaka idari yargı yeri amaç unsuru yönünden bir denetim yaparken kamu yararı amacını göz önüne aldığında bir ölçüde yerindelik denetimine girmiş olur. Neden unsuru bakımından da olayı maddi ve hukuki unsurlara dayandırıyor. Bu maddi ve hukuki nedenleri nitelendiriyor vasıflandırıyor. Bir idari yargı yeri işlemi neden yönünden incelerken hukuka uygunluğunu incelerken yapılan nitelendirmenin maddi olayların nitelendirilmesinin hukuki olayların nitelendirilmesinin hukuka uygun olup olmadığının en azından maddi olayın gerçek olup olmadığını araştırıyor. Yani yapılan nitelendirmenin vasıflandırmanın hukuka uygun olup olmadığını inceliyor. Mesela memur görevi başına sarhoş geldiği için disiplin cezası uygulanıyor idare kötü niyetle davranırsa adama gerçekte sarhoş değil hasta olarak görevi başına gelmiş idare olayı nasıl nitelendiriyor? Sarhoş geldiği için disiplin cezası uyguluyor. Yargı yerine gittiği zaman yargı mercin de hasta olarak geldiğini belgelendirmişse sarhoş olmadığını göstermişse yapılan nitelendirmenin vasıflandırmanın hukuka aykırı olduğunu söylüyor. Bundan dolayıda verilen cezanın dayanaksız kaldığını bu nedenle işlemin hukuka aykırı olduğunu söylüyor. Buda ne demektir? Verilen cezanın yerinde olamadığı demektir. Mesela kamulaştırma konusunda idari yargı merciğinin yerindeliğe kayması kaçınılmaz. Mesela iki tane yan yana olan arsada bir tanesini kamulaştırıyor fakat diğerini kamulaştırmıyor. Kamulaştırılmasını istemeyen kişi gidip dava açıyor neden benimkide yandaki şahsın arazisi de bu iş için uygun dediği zaman idari yargı merci bu durumda kamulaştırma kararının hukuka uygunluğu için yerindeliği denetlemesi gerekir. Hangisini kamu yararı amacına hizmet edeceği konusunda bir karar vermesi gerekir kamulaştırma kararının hukuka uygunluğunu irdelerken özellikle bu takdir yetkisinin kullanılması konusunda da yerindelik denetiminin yapılmasının yasaklanmasına rağmen belli ölçüde o denetime kaymak zorunlu oluyor. İptal davası bir kamu düzeniyle ilgili bir davadır. Bunun sonucu şudur; hiç kimse önceden iptal davası yolundan vazgeçeceğini belirten bir ikrarda bulunamaz. Böyle bir beyan geçersiz olur. Önceden vazgeçme mümkün değildir. Sonradanda vazgeçmesi de mümkün değildir. İptal kararından sonra davadan vazgeçildiğinin beyan edilmesi işleme geçerlilik kazandırmaz. Çünkü kamu düzenine ilişkindir. İptal kararından sadece davayı açan kişi faydalanmaz iptal kararıyla ilgili olan diğer herkes bu iptal kararından faydalanır. Bu bakımdan iptal davsını objektif bir dava olarak kabul etmek mümkündür. Çünkü iptal davasında söz konusu olan dava konusu olan işlem eğer birçok durumda da böyle olabilir birden çok kişiyi ilgilendiriyorsa hele de bir düzenleyici işlemin bir iptali söz konusu ise bir kişinin açmış olduğu davada eğer yönetmelik iptal edilmişse bu iptal kararından herkes faydalanır. İptal davası objektif bir dava türüdür tam yargı davası da sübjektif bir davadır. Çünkü tam yargı davasında öznel bir hukuki durumun ihlali söz konusudur. İptal davası niye objektiftir ? Çünkü ya bir hukuk kuralının yada nesnel hukuksal bir durumun ihlali söz konusudur bundan dolayı iptal davasını objektif sayarız. Zaman içinde idare hukukunun alanı genişledikçe iptal davasının da alanı genişlemektedir. Bu hem konu bakımından birçok konu iptal davası konusu içine dahil edilmektedir. En önemlisi dava açma hakkı yönünden genişleme söz konusudur. Artık o menfaat koşulunun da aranana menfaat koşulunun da yargı yeri tarafında özellikle Danıştay tarafından davacılar lehine bireyler lehine yorumlandığını görüyoruz artık iptali istenen işlem davacı arasındaki Birey arasındaki en küçük bir ilişki hukuksal bir ilişki iptal davası açılması için yeterli sayılıyor. Özellikle bazı konularda imar uygulamaları konusunda özellikle vatandaş olmak dahi ilgiliye dava açma hakkı kazandırıyor. Eskiden menfaat koşulunu bu şekilde ilgililer lehine bireyler lehine yapıldığını görüyoruz bu dava açacak kişilerin sayısını da çoğaltıyor.

İPTAL DAVASININ ÖN KOŞULLARI

Göreve ilişkin koşullar var, konuya ilişkin koşullar var, davacıya ilişkin koşullar var, davalıya ilişkin koşullar var, süreye ilişkin koşullar var, usule ilişkin bir takım koşullar var.

GÖREVE İLİŞKİN KOŞULLAR :

Görevin yargı yerinin belirlenmesi konusunda 1982 yılında değişiklik yapıldığını bölge idare mahkemelerinin kurulmasıyla birlikte danıştayın genel görevli yargı yeri olmaktan çıkarıldığını onun yerine idare mahkemelerinin genel görevli yargı yerleri haline geldiğini söyledik. İdare mahkemeleri genel görevli yargı yeri haline getirilmiştir. İdare mahkemesi dışında başka bir yerde dava açabilmek için mutlaka yasa da açık bir hüküm bulunması gerekir. Danıştayda vergi mahkemesinde askeri yüksek idare mahkemesinde dava açabilmek için mutlaka açık bir yasal dayanak gerekmektedir. Dolayısıyla bu genel görev ilkesi gereğince idare mahkemeleri genel görevli mahkemelerdir. Tabi bu çok gecikmiş olan bir uygulamadır. Fransada 1953 yılında bu değişiklik yapılmış Danıştay genel görevli mahkeme olmaktan çıkarılmış bizde ise 1982 yılında bu değişiklik yapıldı bu değişikliği ülkemizde 30 yıl sonra görebildik. Dava görevsiz yargı yerinde açılmışsa ne şekilde açılabilir? İdarenin danıştayın hiçbir şekilde görev alanına girmeyen idari yargının görev alanına girmeyen bir konu da dava açılmışsa yargı yeri görevsizlik kararı verir. Başka bir işlem yapmaz. İkinci bir durum olarak da idari yargının görev alanı içinde bir dava konusu olmakla birlikte yanlış bir idari yargı mercine başvurulmuşsa yani idare mahkemesinde açmak gerekiyorken davayı danıştayda açılmışsa ne olur? Bu durumda da idari yargı yeri görevsizlik kararı verir fakat dosyayı ilgili olan idari yargı mercine gönderir. Mesela danıştaya açmışsak davayı Danıştay görevli olan idare mahkemesine gönderir. Üçüncü durumda şu olabilir; idari yargı da açmamız gereken bir davayı yanlışlıkla adli yargıda veya askeri yargıda açmış isek bu durumda ilgilinin başvurucunun davayı açan kişinin mağduriyete neden olmamak için yasa koyucu özel bir düzenleme getirmiştir. Bu durumda yanlışlıkla adliye mahkemesine başvurmuşsak adliye mahkemesi görevsizlik kararı verir görev yolunda davayı red eder bu görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra 30 gün içinde görevli olan idare mahkemesin de veya Danıştay da dava açmak mümkündür. Tabi burada da hak kaybını engellemek açısından yasa koyucu yanlış başvurduğunuz adli yada askeri hangi mahkeme ise yanlış başvurduğunuz yargı yerine başvurma tarihini idari yargıya başvuru tarihi olarak sayılacağı hükmünü getirmiştir.
Yani dolayısıyla göreve ilişkin koşularda bunları söyleyebiliriz.

KONUYA İLİŞKİN KOŞULLAR:

İptal davasını en geniş ve en önemli hususlardan bir tanesi burada yatıyor. Konuya ilişkin koşullar derken şunu söylemek lazım iptal davasının konusu idari işlemdir. Dolayısıyla idarenin yapmış olduğu işlemlerden hukuksal işlemlerden sadece idari işlem niteliğini taşıyanlar iptal davası konusu olabilir. İdari işlem niteliği taşıyanlar iptal davası konusu olabilir. Yani idarenin tek yanlı hukuksal tasarrufları iptal davası konusu edilebilir bu konuda bir idari işlemin taşıması gereken 2 temel nitelik vardır iptal davası konusu olabilmesi için idari işlem iki nitelik taşıması gerekmektedir. Bir defa icrai olması etkili olması veya İYUK ta söylendiği gibi yürütülmesi zorunlu bir işlem olması ve idari işlemin kesin olması eğer idari işlem bu iki niteliği taşıyorsa iptal davası konusu edilebilir. İşlemin etkili olması ne anlama geliyor? Söyleyelim illaki idare tarafından yürütülebilmesi anlamına gelmiyor sadece ilgilinin hukuksal durumunda değişiklik yapması mümkün mü mümkün değil mi Bu anlama geliyor. İlgilinin hukuksal durumunda değişiklik yaratıyor mu yaratmıyor mu yaratıyorsa etkili işlemdir. Bu etkiye sahip olamayan idari işlemlerde var görüş belirten idari işlemler, danışman niteliğinde işlemler var veya hazırlık çalışmaları var veya idarenin iç yapısına ve işleyişine örgütlenmeye ilişkin olan işlemler var uygulamaya ilişkin işlemler var dolayısıyla bu işlemler etkisiz işlemler yani kural olarak görüş belirten işlemler iptal davası konusu olmaz. Ama sadece görüş belirtmenin dışında ilgilinin hukuksal durumuna etki yapıyorsa bu tür bir işlem iptal davası konusu edilebilir. Danışma işlemleri etkisiz işlemlerdir. Bunların aleyhine dava açılması mümkün değildir. Uygulamaya ilişkin işlemler de etkisiz işlemlerdir. Bu işlem daha önce alınmış bir kararı hatırlatan uygulanmasını isteyen nitelikte veya yürürlükteki mevzuatı hatırlatan bir işlemdir böyleyse bunun bir iptal davası olması söz konusu değildir. Ama ilgiliyle ilgili bir unsur içeriyorsa işlemle ilgili bir unsur içeriyorsa o zaman bunu dava etmek mümkündür. Aynı şeyi idarenin iç yapısına ilişkin işlemler içinde mümkün normalde idarenin iç yapısına ilişkin işlemler özellikle hiyerarşik olarak en üste bulunan kişilerin yetkililerin yasaların tüzüklerin yönetmeliklerin nasıl yorumlanmasının nasıl uygulanması gerektiğini gösteren kurallar bütünü içerir. Yönergeler direktifler gibi bir takım işlemler. Bunlar iptal davası konusu olmazlar ama genelde ilgililerin hukuksal durumunda değişiklik yaratma amacındaysa bu iptal davası konusu olabilir. Özellikle genelge bakımından ülkemizde sık rastladığımız bir durumdur. Genelge duyuru niteliğini aşarak bir takım başka hususlara giriyor bir takım kişilerin haklarını etkileyecek düzenlemelerde bulunuyor. Bu memur içinde olabilir çalışanlar vatandaşlar içinde olabilir. Her durumda da iptal davası açılması mümkündür. Demek ki işlem etkili olacak yani yürütülmesi gerekli olacak ama şu var illaki idarenin yürütmesinin zorunlu olması mümkün değil. Kararın idare tarafından yürütülebilir olması o ayrı bir sorundur? Bunu karıştırmamak lazımdır. İkinci temel nitelik ise kesin olmasıdır. Yani işlemin kesin olması neyi ifade ediyor. Ya yasada bu işlemin bu kararın kesin olduğunu belirtilmesini ifade ediyor yada idari başvuru yollarının tüketilmesini ifade ediyor. İdari başvuru yolları yasada gösterilmesine rağmen tüketilmeden dava açılmışsa iptal davası kabul edilmez. Yani idari başvuru yollarının tüketilmediğinden dolayı dava red edilir. Şimdi 1959 yılına kadar mahkemeler tabi Danıştay bu tür davaları idari başvuru yolları tüketilmeden açılan davaları idari merci tecavüzü nedeniyle red ediyordu. 1959 da yapılan değişiklikle ve Danıştay kanununda ve idari yargılama usul kanununda davaların bu şekilde reddini önlemek amacıyla yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Buna göre yargı yeri idari başvuru yolu tüketilmeden açılan davayı reddetmez idari merci tecavüzü nedeniyle yetkili olan idari merciye gönderir. Yetkili idari mercide uyuşmazlık incelenerek bir üst makama başvuru yolu varsa bunlar incelenerek ondan sonra dava konusu edilebilir. Eğer yasada idari başvuru süresi gösterilmişse ve idari başvuru süresi geçirilmişse bu şekilde mahkemede dava açılmışsa mahkeme bu durumda iptal davasını red eder. Yani idari başvuru süresi bu anlamda hak düşürücü bir süredir. Eğer idari başvuru süresi geçirildikten sonra mahkemeye iptal davası açılmışsa mahkeme iptal davasını red eder. Bu durum da ilgili kişi hem idari başvuru hakkını kaybeder hem de iptal davası hakkını kaybeder. Çünkü bu hak düşürücü bir süredir. Ama idari başvuru süresi geçmeden iptal davasını açmışsa bu durumda mahkeme merci tecavüzü nedeniyle yetkili idari merciye gönderir. Mahkemeye başvuru tarihide idari merciye başvuru tarihi olarak kabul edilir. Şimdi bu başvuru yolu zorunlu başvuru yollarıdır. Yasada gösterilmiş olan zorunlu başvuru yollarıdır. Birde onun dışında yasalarda ihtiyari denebilecek başvuru yolları vardır. İdari yargılama usul kanunun 11. maddede üst makama başvuru hakkı olarak belirtiliyor. Bunu hem uygulayıcılar bakımından hemde diğer bazı yazarlar ve işin için de olan kişiler bakımından zaman zaman karıştırıldığını görüyoruz idare mahkemelerinin bu karışıklık içinde yanlış kararlara ulaştığını görüyoruz Zorunlu olan başvuru yolu ile 11. maddede düzenlenen üst makama başvuru hakkı aynı şey değildir. Üst makama başvuru hakkı 11. maddede belirtilen başvuru yolu ihtiyari bir başvuru yoludur. Buna ilişkin olarak ilgili yasa da açık hüküm yasada bu ihtiyari başvuru yolu bu zorunlu başvuru yolu diye belirtilmiyor bundan dolayı karışıklıklar meydana geliyor. Mesela 2547 sayılı yasada yüksek öğretim kanunun da fakülte yönetim kurulunun kararları var bu kararlar ışığında üniversite yönetim kurulunun almış olduğu kararlar var şimdi dolayısıyla yasada bu konuda bir açıklık yok üniversite yönetim kurulu acaba fakülte yönetim kurulunun almış olduğu kararları zorunlu olarak bir başvuru makamı olarak bozabilir mi? Bir kişi illaki fakülte yönetim kurulunun kararına karşı önce üniversite yönetim kuruluna başvurup orda kararın bozulmasını isteyip ondan sonramı dava açması gerekir yoksa doğrudan doğruya fakülte yönetim kurulu kararı iptal davasına konu edilebilecek bir karar mı? Başlı başına kesin bir karar niteliğinde midir? Çünkü bu yasada üniversite yönetim kurulunun görevleri arasında fakülte yönetim kurulu kararlarının bir daha görüşülerek gerektiğinde bozulması yetkisi üniversite yönetim kuruluna verilmiştir. Dolayısıyla uygulamada idare mahkemeleri sanki üniversite yönetim kuruluna başvurma yolunu zorunlu başvuru yolunu olarak kabul etmektedirler. Danıştay ise bu tür kararları bozmaktadır. Çünkü Danıştay mahkemesi 2547 sayılı yasada belirtilen hükümler ve üniversite yönetim kuruluna başvuru yolunun 11. madde de düzenlenen bir üst makama başvuru yolu hakkı olduğunu yani ihtiyari bir başvuru yolu hakkı olduğunu ilgilinin fakülte yönetim kararını doğrudan doğruya dava edebileceğini yani fakülte yönetim kurulu kararının kesin bir karar niteliğinde olduğunu belirtmektedir. Yani ihtiyari dediğimiz seçimlik bir başvuru yolu çünkü yasada açıkça fakülte yönetim kurulu kararına karşı üniversite yönetim kuruluna başvurulmasını zorunlu olmasına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Eğer böyle olsaydı üniversite yönetim kuruluna mutlaka başvurup ondan sonra dava açılması gerekiyordu. Böyle bir zorunluluk yasada öngörülmediğinden dolayı üniversite yönetim kuruluna başvuruyu Danıştay 11. madde belirtilen üst makama başvuru hakkı olarak belirtilmektedir. Dolayısıyla bu tür idare mahkemesi kararlarını bozulmaktadır. İdare mahkemeleri bu tür yanılgılara düşmektedir. Yasada nasıl bir açık hüküm olabilir? Mesela askeri kanunda bütün askerlik işlemlerine karşı alacağınız ilk kararı alt derece makamlarının vermiş olduğu kararların milli savunma bakanlığına başvurulduktan sonra ancak kesinleşeceği açıkça yazılmaktadır. Dolayısıyla bu kanuna göre bir işlem varsa yasa açıkça milli savunma bakanlığına başvuru yolunu zorunlu bir yol olarak görmektedir. Ancak bakanlığa başvurduktan sonra karar kesinleşmektedir. Dolayısıyla askerlik konusuna ilişkin kararı bundan sonra askeri yüksek idare mahkemesine götürebilirsiniz. Bakanlığa başvurmadan dava açarsanız merci tecavüzü nedeniyle askeri yüksek idare mahkemesi dosyayı bakanlığa gönderir, bakanlıkta incelenmesi için. Dolayısıyla 11. maddedeki üst makama başvuru hakkı ile ihtiyari başvuru hakkı yasanın gösterdiği zorunlu başvuru yolu hakkını birbirine karıştırmamak gerekir. Nitekim askeri yüksek idare mahkemesi kanunda aslında bu kanunda çok sarih olarak açık olarak idare başvuru yolları ile zorunlu başvur yolları birbirinden ayrılmıştır. Bir karmaşaya sebep vermemek açısından ihtiyari başvuru yolları zorunlu başvuru yolları olmak üzere aslında İYUK daki 11. maddede böyle bir düzenlemeye gidilmiş olsa üst makama başvuru hakkını zorunlu başvuru hakkı olarak kolay kolay karışıklığa mahal vermeye bilir. Zorunlu başvuru yolu öngörülmüşse onun kullanılması gerekir kararın kesinleşmesi bakımından. Ancak idarenin kararını kesinleştikten sonra ve etkili bir karar yürütülmesi zorunlu bir karar durumunda iptal davası konusu edilebilir konuya ilişkin en temel iki husus budur.

DAVACIYA İLİŞKİN KOŞULLAR :

Davacıya ilişkin en önemli koşul menfaat koşuludur. Dolayısıyla menfaat koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğidir. İlgilinin dava açacak olan kişinin kişisel doğrudan doğruya bir menfaatini ihlal edilmiş olması gerekir iptal davası açabilmesi için. Tabi bu menfaat maddide olabilir manevide olabilir. Menfaatin mutlaka meşru bir menfaat olması gerekir. Hukuksal hukuki bir menfaat hukuksal bir kuruma dayanan bir menfaat olmalıdır. Hiç kimse hukuka aykırı bir menfaatin korunmasına yönelik bir dava açma hakkına sahip değildir. Hukuka ayrılığın devam etmesini isteyen yönde bir talepte bulunarak (böyle bir talep meşru değildir) dava açmak mümkün değildir. Bir menfaatin doğrudan doğruya kişisel bir menfaat olması gerekir. Bu durumun nasıl saptanmaktadır? Bunu yasada bir sayma yoluyla yapmak mümkün değil. Bunu yargı kararları saptamaktadır. Danıştay içtihadı olarak uygulamada bir takım ölçütler getiriyor yani bir takım ana kriterler getiriyor. Ne kişisel menfaat sayılabilir ne kişisel menfaat sayılamaz? Bu konuda gerek Fransız danıştayının gerek Türk danıştayının getirmiş olduğu bir takım ölçütler var menfaatin kişisel menfaat olduğunu saptamaya yönelik bir takım ölçütler. Kiracı olma niteliği ilgili kişiye oturduğu eve ilişkin tasarruflar hakkında iptal davası açma yetkisi verir. Evin kamulaştırılmasına evin yıkımına ilişkin işlemlere karşı ilgili kişi kiracı iptal davası açabilir. Bu Türk danıştayın da hemen kabul edilmiş bir davranış değildir sonradan 1988 yılında almış olduğu bir genel kurul kararıyla kabul edilmiştir. Oysa Fransa da çok eskiden beri uygulanıyor kiracı olma kişiye iptal davası açma bakımından kişiye kişisel bir menfaat sağlıyor. Diğer bir ölçütte hizmetten yararlanma ölçütü. Yani siz belediyeden veya herhangi bir kamu kuruluşunun sağlamış olduğu hizmetten yararlanıyorsanız bu hizmete ilişkin kararlara karşı iptal davası açabilirsiniz. Yani telefon tarifesine ilişkin konularda iptal davası açabilirsiniz. Vatandaş olma her durumda iptal davası açma hakkı sağlamıyor. Vatandaş olma belli konularda iptal davası açma hakkı sağlıyor. Mesela çevre konusu da, kamuya ait malların kullanım konusunda her hangi bir vatandaş tarihi eser konusun da iptal davası açabilir. Mesela Turgut Özal’ın mezar yeri konusunda Danıştay da açılmış olan dava Turgut Özal’ın kamu malı üzerine mezarının yapılmış olmasını bir vatandaş konuya ilişkin bakanlar kurulu kararını Danıştay da dava açmıştır. Dava Danıştay tarafından kabul edilmiştir. Çünkü söz konusu olan bir kamu arazisinin kullanımıdır dolayısıyla üzerinde tüm vatandaşların hakkının olduğu söz söyleme yetkisini olduğu kamu malı söz konusu dolayısıyla doğrudan doğruya ilgisi olmasa da vatandaş olma hakkı birçok kişiye dava açma hakkı sağlamıştır. Atatürk’ün savarona yatını da söylemiştik o yat için de açılan dava danıştayca kabul edilmiştir. Dolayısıyla bu gibi durumlarda vatandaş olma hakkı bir dava hakkı sağlıyor. Diğer ölçütler de belde de oturma belde sakini olma bir mahallede veya köyde oturma buralarda oturuyorsanız belediye meclisinin kararlarını her hangi bir vatandaşın dava etme adına iptal davası açma hakkı vardır. Doğrudan doğruya ilişkisi olmasa bile dava edilebilir. Bu yeşil alanlara ilişkin olabilir çevre düzenine ilişkin olabilir belediye meclisinin imara ilişkin almış olduğu karara olabilir vs. bu konuları dava edebilir. Türk danıştayının kabul etmediği Fransız danıştayının kabul ettiği yerel yönetimlerin belediyelerin özel idarelerin vergi yükümlüsü olanların açmış oldukları davalar kabul ediliyor. Yani yerel yönetimde vergi yükümlüsü olma başlı başlına bir menfaat ihlali olarak kabul ediliyor. Menfaat koşulunun gerçekleşmesi bakımdan yeterli kabul ediliyor. Devlet vergi yükümlüleri için kabul edilmiyor sadece yerel yönetimler için kabul ediliyor bu iptal davası açma hakkı. Acaba milletvekili olma her konuda idarenin kararlarına karşı dava açma hakkını sağlar mı? Bizim Danıştayımız milletvekili olmayı her konuda iptal dava açmak için yeterli bir neden görmemiştir. Sadece milletvekili sıfatına milletin temsilcisi sıfatıyla tek başına menfaat koşulu için yeterli görmemektedir. Dolayısıyla bunu da bu şekilde kabul etmek gerekir. Başka bir koşul olarak ekonomik menfaatte bir koşul olarak kabul ediliyor. Bu rekabet menfaate dayanan bir ekonomik rekabettir. Bu koşul menfaat koşulunun yerine gelmesi için yeterli sayılıyor. Mesela aynı semte yada pasajda yada aynı mahallede iki tane eczanenin açılması ona ruhsat verilmesi yada market açılması konusunda diğer market sahibi yada diğer eczacı menfaat koşulu bakımından bu koşullu yerine getirmiş sayılır buraya yeni bir eczanenin açılmasında dolayı menfaatinin ihlal edilmiş sayılacağından dolayı iptal davası açabilir ve sonuçta bu tür davalar kabul edilmiştir. Aslında bizim Türk danıştayının bu konuda tutumu çok tutarlı değildir. Bazı davalarda bu tür bir menfaat ihlalini kabul ederken bazı davalarda etmemektedir. Bundan dolayı tutarlılık yoktur. Aslında ekonomik menfaat koşulu burada vardır. İkinci açılan yer kişinin ekonomik olarak menfaatini etkileyecektir.

DAVALI YÖNÜNDEN KOŞULLARI :

Davanın yöneltileceği hasmın davalı idarenin belirlenmesidir. Husumetin doğru yöneltilmesidir. Dava açılacak idarenin doğru belirlenmesidir doğru saptanmasıdır. Ama bunun artık çok fazla önemi kalmamıştır. Husumet yanlış yöneltilmiş olsa bile yargı yeri bunu düzeltme yetkisine sahiptir. Yargı yeri husumet yanlış yöneltilmişse bunu kendiliğinden düzeltebilir. Yanlış bir idareye karşı dava açmışsa husumeti düzeltebilir.



SÜRE YÖNÜNDEN KOŞULLARI :

Yasada belli bir süre öngörülmemişse ayrı bir düzenleme öngörülmemişse genel olarak süre 60 gündür. Tabi yasada idare mahkemeleri bakımından 60 gün vergi mahkemeleri tarafından 30 gün genel kural olarak öngörülmüştür Yasada ayrı bir süre öngörülmemişse. Yasada ayrı bir süre öngörülmüşse mesela kamulaştırma konusunda 30 günde iptal davası açılması öngörülmüştür. 30 günü geçmek mümkün değildir. Süre açık bir karar söz konusu ise zımnı red kararı sözkonusu değil ise idarenin işleminin bildirimi tarihinden itibaren 60 gündür. Bu bildirim ilgiliye tebli niteliğinde yapılmışsa tebli gününden itibaren 60 gündür. Bunun dışında zımnı bir red kararı söz konusu ise o durumda idareye başvurduktan sonraki 60 günün dolmasından sonraki günden sonra 60 günlük bir süre vardır. Eğer zımnı red kararı söz konusu ise idarenin kararı 60 gün beklenecek 60ıncı gün dolduktan sonra 60 gün dava açma süresi tanınacaktır. Ama şu var olaki idare 58. gün bir cevap verir olumlu yada olumsuz bu durumda 58. günün dolmasıyla birlikte 60 günlük bir süre işlemeye başlar veya 35 gün sonra cevap verir bu durumda da 35. günün sonunda 60 günlük zaman işlemeye başlar. Yani 60 gün bekleyeceğimiz anlamına gelmiyor idare ne zaman kararını açıklarsa o zamandan itibaren 60 günlük dava açma süresi işlemeye başlıyor.


NOT 1 => Acaba derneklerin sendikaların veya meslek kuruluşlarının üyeleri adına dava açmakta menfaatleri var mıdır? Sendika dernek veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu üyelerin menfaatini korumak amacıyla dava açabilir mi? Bu saydığımız kuruluşlar bakımından dava açmayı Danıştay kabul etmemektedir. Ancak üyeler şahsen gidip kendi menfaatlerini savunmak için dava açabilirler.

NOT 2 => Özellikle vesayet makamlarının denetim yapan merkezi yönetim kuruluşlarına karşı dava açıp açamayacakları veya merkezi yönetim organlarının yerinden yönetim kuruluşlarının kararlarına karşı dava açıp açamayacaklarını sorunu. Vesayet makamları merkezi yönetim organlarının kendi işlemleri eylemleri kararları üzerindeki denetimleri bakımından bu merkezi yönetim yerinin kararlarına karşı dava açabilirler. Vesayet makamları merkezi yönetim organlarının kendilerini ilgilendiren eylem ve işlemlerini ilgilendiren kararlara karşı dava açabilirler. Dava açmakta menfaatleri vardır. Bundan dolayı bu tür davalar kabul edilmektedir. Aynı şekilde merkezi yönetim organları da yerinden yönetim kuruluşlarının vesayet yetkisini kullanarak iptal edemedikleri kararlarına karşı idari yargıda dava açabilirler. Merkezi yönetim organları da yerinden yönetim kuruluşlarının vesayet yetkilerini kullanarak iptal edemedikleri kararlarına karşı iptal davası açmakta menfaatleri olduğu kabul edilmektedir. Aslında bu bakımdan merkezi yönetim organlarının açacakları dava sayısı da bir hayli azalmıştır. Çünkü özellikle yerel yönetim kanunlarında il özel idaresi kanunun da belediye kanunlarında yapılmış olan değişiklikler özellikle vesayet yetkisinin bir hayli hafiflemesine yol açmıştır. Son yasalar yerel yönetimle ilgili olanlar yerel yönetim üzerindeki vesayeti bir hayli hafifletmiştir. Dolayısıyla eskiden olduğu gibi merkezi yönetim organları yerinden yönetim kuruluşları üzerinde vesayet yetkisi kuramamaktadır. Artık önlerindeki tek hukuksal dayanak dava açmaktır. Valinin il genel meclisi kararına karşı, belediye başkanının belediye meclisi kararına karşı artık doğrudan doğruya karar üzerinde hukuksal tasarrufu söz konusu değildir. Yapacağı tek şey idari yargıda 10 gün içinde dava açmaktır. Dolayısıyla bu yasayla da tesbit edilmiş olan sarihleştirilmiş bir husustur. Merkezi yönetim organının yerinden yönetim kuruluşlarının kararlarına karşı dava açması menfaati olduğunun kabul edilmesi artık yeni sıradan bir hal almıştır.
NOT 3 => Kamu tüzel kişileri iptal davası açabilirler mi? Kamu tüzel kişileri iptal davası açabilirler. Danıştay bu tür davaları kabul etmektedir. Kamu tüzel kişileri birbirlerine karşı iptal davası açabilmektedirler. Ama sorun sadece iki bakanlığın birbirine karşı dava açıp açamayacağı konusunda düğümlenmektedir. İki bakanlık birbirlerine karşı iptal davası açabilirler mi? Bu konudaki öğretideki görüşler tam olarak bir mutabakat sağlamış değildir. Ama daha baskın olan görüş öğretide iki bakanlığın birbirine karşı dava açamayacağı yönündedir. Zaten aslında hukuki olarak da kabul edilmesi gereken çözüm budur. İki bakanlık birbirine karşı dava açamaz. Arada Danıştay iki bakanlığın birbirine karşı açtığı davayı kabul etmiştir. Ama sonradan içtihadını değiştirmiştir. Hukuken dava açması mümkün değildir iki bakanlığın birbirine karşı. Neden dava açamaz? Çünkü bakanlıkların devlet tüzel kişiliğinden farklı bir tüzel kişiliği yoktur. Her bir bakanlık o devlet tüzel kişisinin bir organıdır. Dolayısıyla ayrı tüzel kişiliği olmayan iki organın birbirine dava açamaz. Hukuken mümkün değildir. İki bakanlığın arasındaki idari uyuşmazlıkların daha çok anlaşma yoluyla yada kabine içinde çözülmesi yönünde görüş bildirmektedir. Ama şu olabilir danıştaydan istişare mutala istenebilir. İki bakanlığın uyuşmazlığın çözümü bakımından istişare istene bilir ama iptal davası açılamaz.
NOT 4 => Özellikle menfaatin güncelliği bakımından menfaatin ne zaman güncel olduğu konusunda tartışmalar vardır. Danıştayın ve askeri yüksek idare mahkemesinin arada çelişkili kararları da çıkıyor. Menfaatin güncelliğinden ne anlamak gerekiyor. Dava açıldığı zaman doğrudan doğruya menfaatin kişisel olmasıdır. Bu menfaatin dava boyunca devam etmesi gerekir. Bu menfaat dava karara bağlandığı ana kadar devam etmesi gereken bir menfaat söz konusudur. Şimdi her olayda menfaatin ne kadar süre devam ettiğini tespit etmekte araya giren olaylardan dolayı bunu tesbit etmek kolaylıkla mümkün olmuyor. Mesela askeri yüksek idare mahkemesine gelmiş olan bir davada bin başı rütbesinde olan kişinin 1991 yılında çıkarılan yasaya göre baraj sistemi getirilmiştir. Binbaşılıktan yarbaylığa, yarbaylıktan albaylığa terfi için onu anayasa mahkemesi 2 yıl sonra iptal etti arada geçen 2 yıllık dönemde binbaşılıktan yarbaylığa terfi ettirildiğinde fakat yarbaylıktan albaylığa terfi ettirilirken mutlaka yarbaylıkta 3 yıllık sicil alması öngörülüyor. Kişinin bu arada geçen 2 yıllık dönemi binbaşılıkta geçen sicili olarak kabul ediliyor. Yarbaylıkta geçen sicili olarak kabul edilmiyor. Dolayısıyla ilgili kişi askeri idare mahkemesine dava açıyor fakat askeri yüksek idare mahkemesi arada menfaatin kesilmesinden dolayı Anayasa mahkemesi kararından dolayı o iki yıllık sürenin yarbaylıkta geçen süre olarak kabul edilmesi bakımından bir menfaati olmadığını kabul ediyor menfaatin güncel olmadığını kabul ediyor. Buda bir çelişkidir arada bir kesintiye uğramış olsa bile binbaşılıktan albaylığa terfi edeceği döneme kadar arada geçen dönemde menfaati devam ediyor. Arada çıkan yasadan veya daha sonraki anayasa mahkemesi kararından dolayı kişinin kendi kusurundan dolayı menfaatinin kesilmesi konusu değil işte bu tür çelişkili kararlar da var. Oysa Danıştay içtihadına baktığımız zaman bu konuda daha esnek ve daha geniş yorumladığını görüyoruz. Mesela kiracı olma başlı başına menfaat koşulunun yerine gelmesi için yeterli sayılıyor. Dolayısıyla mesela kiracı olan kişi mal sahibine belediye tarafından verilen ruhsatın iptali için dava açmakta menfaati vardır. Mesela danıştaya gelen bir dava vardır bu konuda. Bir kişi inşaat ruhsatı almıştır. Orayı yıkıp yeniden yapmak bakımından kiracı olan kişi inşaat ruhsatının iptali için dava açmıştır. Fakat aradaki zaman içinde ev sahibi tahliye davası açmıştır ve tahliye kararı kesinleşmiştir. Buna rağmen Danıştay kiracının dava açmakta menfaatinin devam ettiğini belirtmiştir.

İPTAL NEDENLERİ

İptal nedenleri idari işlemin 5 unsuru bakımından yapılan denetimde bir hukuka aykırılık saptanması halinde bu işlemin iptal edilmesiyle sonuçlanıyor. Bu 5 unsur yetki yönünden, şekil yönünden, konu yönünden, amaç yönünden ve neden yönündendir.

YETKİ YÖNÜNDEN HUKUKA AYKIRILIK :

4 bakımdan yetki saymak mümkündür. Yer bakımından yetki, zaman bakımından yetki, konu bakımından yetki ve kişi bakımından yetkidir.
Yer bakımından yetkisizlik, idareye tanınmış olan coğrafi alan içinde yetkisini kullanması gerekir. Eğer idare kendisine tanınmış olan coğrafi alan dışında geçerli olabilecek nitelikte işlem tesis ederse bu işlem yer yönünden yetki bakımından hukuka aykırı olur. Yer yönünden bir yetkisizlik oluşturur. Mesela belediyenin kendi alanı dışında bir kamulaştırma kararı almasını örnek gösterebiliriz. Bu durumda yer yönünden yetkisizlik mevcut olur. Dolayısıyla işlem yetki yönünden iptal edilir. Belediye kanununda da yerel yönetim kanunda da belli toplantı yerleri belirlenmiştir. Bu toplantı yerleri dışında toplanmakta yer yönünden yetkisizlik olur. Artık yeni kanunda bu hüküm yoktur.
Zaman bakımından yetkisizlik, zaman yönünden yetkiyi iki bakımdan düşünmek mümkündür. Bir, idareye verilmiş olan yetkinin zaman yönünden sınırlandırılmış olması, iki, kamu görevlilerine verilmiş olan yetkinin zaman yönünden sınırlandırılmış olması. İdareye belli bir süre için tanınmış olan yetki sadece o süre içinde idarenin o yetkisini kullanmasını gerektirir. Dolayısıyla bu zamanın dışına çıkarak yetkisini kullanmaya çalışırsa zaman yönünden yetkisizlik durumu ortaya çıkar. Mesela disiplin cezası vermeye yönelik 15 günlük sürenin böyle bir süredir. Danıştay bu süreyi idarenin ceza verme yetkisini kaldıran bir niteliği olmasına rağmen danıştayın bu görüşün tam tersi bir görüş belirtmiştir. Danıştay idareyi hızlandırmaya çalışan idareyi hızlı karar almaya yönlendiren bir hüküm gibi yorumlamıştır. Oysa ki 15 günlük süre aslında idarenin yetkisini ortadan kaldırır ama Danıştay bu bakımdan düşünmüyor. Danıştay bu hükmü yönetilenlere güvence sağlamak amacıyla konulmuş bir hüküm olarak görmüyor. Sadece idareyi hızlandırıcı bir hüküm olarak görüyor. Kamu görevleri yönünden zaman sınırlandırılmış olabilir. Kamu görevlilerinin atama işlemleri tamamlandıktan sonra göreve başlayabilirler yetkilerini kullanabilirler. Ne zamana kadar kullanabilirler? Görevden alınıncaya kadar ya da istifa edinceye kadar yani bir şekilde görevle ilişkisi kesilinceye kadar devam eder. Göreve seçilmişse göreve seçimle ataması yapılan kişiyse görev süresinin dolmasıyla yetkilerini artık kullanamaz. Dolayısıyla kamu görevlisinin atama görevi tamamlanmadan yapacağı işlemler zaman yönünden yetkisizlik oluşturur veya kamu görevlisinin istifa ettikten sonra veya görevle ilişiği kesildikten sonra yapmış olduğu işlemler zaman yönünden yetkisizliği oluşturur veya kamu görevlisinin herhangi bir türde izindeyken kamu görevlisi yetkisini kullanamaz. İzindeyken yapmış olduğu işlemler zaman yönünden yetkisizlik oluşturur.
Konu bakımından yetkisizlik, her bir idari kuruluşun görev alanı görev alanı yasayla belirlenmiştir. Bir idari kuruluşun diğer bir kuruluşun görev alanına giren bir konuda karar alması konu yönünden bir yetkisizlik çıkarıyor veya kendi görev alanına giren bir konuda karar almaktan kaçınıyorsa yine konu yönünden yetkisizlik oluşuyor. Birinde olumlu yetkisizlik diğerinde ise olumsuz yetkisizlik durumu ortaya çıkıyor. Eğer kendi görev alanına girdiği halde karar almaktan kaçınmışsa olumsuz yetkisizlik durumu ortaya çıkıyor eğer başka bir kuruluşun yetki alanına girdiği halde karar alıyorsa buda olumlu yetki uyuşmazlığı oluyor. Konu bakımında yetkisizlik oluyor bu durumlarda.
Kişi yönünden yetkisizlik, buna yetki gaspı da denir. Aslında karar alınan konu veya işlem yapılan konu idarenin görev alanına girmektedir fakat idare adına irade beyanında bulunan kişi kendisidir. Kararı alan kişi idare adına irade açıklamasında bulunmaya yetkili kişi değildir. Dolayısıyla bundan dolayı yetki gaspı denir mutlak butlan durumuna bundan dolayı sokmuyoruz daha çok nispi butlan durumuna sokarız. Oysa görev gaspı bunun gibi değildir. Görev gaspı mutlak butlandır. Görev gaspında hiçbir biçimde idarenin görev alanına girmeyen hiçbir biçimde idari kuruluşun da görev alanına girmeyen bir konuda karar alabilir. Kişi yönünden yetkisizlik değişik biçimlerde ortaya çıkabilir. Aynı hiyerarşi içinde aynı kuruluş içinde üstün ast yerine karar almasında yada astın üst yerine karar almasında karşımıza çıkıyor. Astın üst yerine karar alması aslında hiç söz konusu değil. Ast zaten hiyerarşik yetki gereğince de üst yerine karar alması mümkün değil. Ama daha çok sık karşılaştığımız husus üstün ast yerine karar almasıdır. Hiyerarşi yetkisi üste astın yetkisini denetleme astın izleyeceği yolu bildirme ona izlemesi gereken yöntemi emretme ona şu kararı almasını emretme yetkisini içerir. Fakat astın yerine geçip karar alma yetkisini vermez. Üst ast yerine geçerek karar alamaz. Kararı yine ast almak zorundadır. Dolayısıyla üst bunu yapmıyorsa astın yerine geçerek doğrudan karar alıyorsa bu işte yetki gaspıdır ve yetki yönünden işlemi sakatlar. Bide aynı kuruluşun organları arasında olabilir. Mesela belediye başkanının belediye encümeni yerine karar alması durumunda veya belediye meclisinin belediye encümeninin yerine karar almasıdır. Yani birinin diğeri yerine il genel meclisinin il encümeni yerine bir organın diğer bir organ adına karar almasıdır. Yasayla görev o organa verildiği halde birinin diğeri yerine karar alması yetki gaspı oluşturur. Diğer yasada para cezası verme yetkisi belediye encümenine veya il encümenine verilmişse o zaman belediye başkanının belediye encümeni yerine ceza verme yetkisi yoktur veya valinin il encümeni yerine geçerek bir ceza verme yetkisi yoktur. Kendisine tanınan birkaç istisna dışında yasayla tanınan istisna dışında. Bunlar nedir? Yetki gaspı oluşturur. Kendi kuruluşları arasında değil farklı kuruluşlar arasında da olur. Bir bakanlığın diğer bir bakanlık yerine karar alması yetki gaspıdır. Maliye bakanlığının sanayi ve ticaret bakanlığı yerine karar almasıdır görev konusuna girmediği halde buda bir yetki gaspıdır. Görev gaspı kişi yönünden yetkisizlikten ayıran en önemli husus, yetki gaspında olduğu gibi konu hiçbir şeklide idarenin görev alanına girmez. Yani idare veya idari bir kuruluş yasama organının veya yargı organının konusuna giren bir konuda karar alıyor. Buda görev gaspıdır. İdare hiçbir şekilde hiçbir idari kuruluşun görev alanına girmeye aslında yasal organı veya yargı organın görev alanına giren bir konuda karar alıyor. Bu görev gaspıdır. Mutlak butlandır. Yok hükmünde olan bir işlemdir. Bunun aslında iptal edilmeyebile ihtiyacı yoktur. Sadece yokluğun tesbiti söz konusudur. Yok hükmünde olan bir işlem idarenin yargısal bir konuda karar vermesi almış olduğu karar mutlak butlandır. Yokluğun mahkeme tarafından tesbiti yeterlidir. Yetki koşutluğu ilkesine aykırılıklar yetki yönünden işlemi sakatlar. Yasa başka türlü düzenlememişse işlemi yapan organ kaldırır. Yetki koşutluğu ilkesi hukuk genel ilkesidir. Normlar hiyerarşisinde bu tür ilkeler en üstte tutulur. Yetki devrinde ve imza devrinde yapılmış olan sakatlıklar da işlemi yetki yönünden sakatlar.
İdareye takdir yetkisi tanınmamıştır yetki ve amaçta.
ŞEKİL YÖNÜNDEN HUKUKA AYKIRILIK:

İdari biçim idari usul konusu önemli bir konudur. Çünkü burada bir şekil serbestisi söz konusu değildir. İdari işlemin önemli bir unsurudur şekil unsuru. İdari biçimin iki yönden faydası vardır: birincisi bireylere bir güvence sağlamaktadır. İkincisi idareye yapacağı şekillerde alacağı kararlarda yol göstermesi bakımından faydalıdır önemlidir. İdare önceden saptanmış olan bir takım yöntem kurallarını uygulayacak olursa idarenin işleyişi de o yönde daha sağlıklı ve daha hızlı olacaktır. Ama şekil konusu bireylere güvence sağlamak bakımından daha önemlidir. Her tür şekil koşullarına eksiklik aykırılık her tür biçim eksikliği biçim yönünden her sakatlık idari işlemin iptalini doğurmuyor. Bir kısım biçim sakatlıkları ihmal edilebilir düzeyde kabul edilebilir gözüküyor yargı yerlerinde ve idari işlemin iptalini getirmiyor. Oysa bir kısım biçim eksiklikleri sakatlıkları doğrudan doğruya idari işlemin iptalini gerektiriyor. Bunun tesbitinde yargı yerleri bir takım ölçütler geliştirmiştir. Özellikle Fransız danıştayının getirmiş olduğu bir takım ölçütler var bir takım ayrımlar var buna göre tesbit ediliyor. Her bir somut durumda şekil eksikliğinden idari işlemin iptalini gerektirip gerektirmediğini ona göre belirleniyor. Bu ayrım ölçütlerden en önemlisi ölçüt yöneten yönetilen idare ve idare edilen ayrımıdır. Ölçüt eğer uyulmamış olan ihlal edilmiş olan şekil kuralı doğrudan doğruya bireyi ilgilendiriyorsa doğrudan doğruya yönetilenlere güvence niteliğinde olan bir şekil kuralı ise bunun ihlal edilmesi buna aykırı bir işlem yapılmış olması işlemi de sakatlar. Eğer bu işlem yönetilenlere güvence niteliğinde değil idareye yol gösterici nitelikte bir kural ise bunun iptal edilmesi gerekmez. İkinci ölçüt ise, Ana kural ( birincil ) ikincil kural ayrımıdır. Birincil kural, yönetilenlere güvence niteliğinde konmuş olan ve işlemin içeriği de kararın içeriği de doğrudan doğruya ilişkili olan kurallardır. Yani işlemin içeriğini doğrudan doğruya etkileyecek olan biçim kuralları birincil nitelikteki kurallardır. Yani birincil kural idarenin işlemini etkileyecek nitelikteyse uyulması gereken kural ana kuraldır. Dolayısıyla birincil kuralın ihlali işlemi biçim yönünden sakatlar. İşlem iptal edilir. Mesela bir kararnamedeki imza eksikliği böyledir. Veya bir tüzüğün danışatayın incelenmesinden geçirilmemiş olması böyledir. Bu şekil birincil bir kuralladır. Eğer bu kurala uyulmamışsa bu tüzük biçim yönünden sakattır. Ama işlemin içeriğini etkilemeyen ikincil kural söz konusu ise işlemin iptal edilmesini gerektirmez. Mesela bir tutanakta eksik olan imzanın sonra tamamlanması veya bir bilim sınavında juri üyelerinden birisinin akademik elbisesini giymemiş olması veya sınav süresinin normal yasada ön görülen süreden daha fazla sürmüş olması bunlar sınavın sonucunu etkileyen nedenler olmadığından iptal edilmesi gerekmez. Mesela kanunda juri de 3 üyenin bulunması söylenirken eğer juri de 5 üye olursa bu sınavın onucu etkileyecektir ve iptal davası açılabilecektir. Çünkü kanun da belirtilen 3 üye kuralı ana kuraldır. Diğer bir ölçüt ise sonucu etkileyen ve etkilemeyen sakatlıklar ayrımıdır. Sonucu etkileyen sakatlık esas itibariyle işlemin içeriğini değiştirecek işlemin niteliğini değiştirecek sakatlıklardır. Sonucu etkilemeyen sakatlık ise işlemin içeriğine etkide bulunmayacak kadar ihmal edilebilir sakatlıklardır. Örneğin jurinin 3 kişi yerine 5 kişiden oluşması sonucu etkileyen bir sakatlıktır. Ama sınavın daha uzun sürmüş olması sonucu etkilemeyen bir sakatlıktır. İşlemin yazılı veya sözlü olması iptal davası için önemli değildir. Anayasanın 125. maddesinde kısmen işlemlerin yazılı olması gerektiği söylenmiştir. Çünkü dava açma süresinin yazılı bildirim tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı belirtilmek suretiyle bildirimde mutlaka yazılı yapıldığına göre işlemin yazılı olması usul açısından önemlidir. Özellikle de dava konusu edilmesi bakımından. Şekil yönünden idari işlemlerin tek yanlı yalın işlemler karma işlemler olarak iki ayrılır. Karma işlemlerde birden çok irade zincirleme işlem dediğimiz birden çok irade bir araya geliyor halka işlemden bir ana işlem oluşuyor. Dolayısıyla her bir işlem halkasında yapılmış olan şekil sakatlığı ana işlemi de sakatlayabiliyor. Veya özellikle ön işlem de mesela danışma işlemi gibi soruşturma işlemleri gibi inceleme işlemleri gibi bir takım işlemler yapılıyor. Ön işlemler de yapılan sakatlıklarda ana işlemi sakatlayabilir. Ana işlemin iptalini getirebilir. Mesela danışma işlemlerinin bir kısmının tümüyle isteğe bağlı olduğunu yani ne uyulması nede istenmesinin zorunlu olduğunu bir kısmının ise istenmesinin zorunlu olduğunu fakat uyulmasının zorunlu olmadığını bir kısmının da hem istenmesinin hemde uyulmasının zorunlu olduğunu söylemiştik. Yasayla istenmesi zorunlu olan bir görüş bir danışma işlemi gerçekleşmeden karar alınmışsa asıl kararda karar sakat olur. Yasayla istenmesi zorunlu olan bir görüşün alındıktan sonra uyulmadan bağlayıcı olarak kabul etmeden görüşe aykırı bir karar alınmışsa işlem yine sakat olur. Dolayısıyla ön işlemde yapılan sakatlık bu özellikle danışma işlemleri yada soruşturma sırasında yapılan sakatlık ana işlemi sakatlayabilir. Ama ön işlemler tek başına dava konusu olmaz. Ön işlem asıl işleme karşı açılacak bir iptal davasına karşı o zaman hukuka aykırılığı iddia edilebilir. Neden tek başına dava edilemezler? Çünkü etkili değildir. Asıl kararı alacak olan makam belli bir danışma kurulunun görüşü isteniyorsa o kurulun toplanarak istişareli mütaaları gerekir. Bu kurul toplanmadan işte oradaki karar alacak yetkililer tek tek telefonla veya yazılı bir metin göndererek görüşünüzü bildirin demişse bu bir ana kural sakatlığıdır. Çünkü kurulun mutlaka toplanarak karar alması lazımdır. Toplanmadan bu işlem yapılmışsa bu danışma görüşü sakattır. Dolayısıyla sonradan yetkili kişinin aldığı kararlardan dolayı iptal davası açılırsa bu sakatlıktan dolayı iptal edilir. Biçim konusunda birde gerekçe sorunu vardır. Gerekçe normal olarak işletim şartı olarak kabul ediliyor. Şekil şartı sayılmasına rağmen ana kural olarak kabul edilmiyor Danıştayın içtihadında. Bunun tam tersi idari dava daireleri genel kurulunun kararı bulunmaktadır. Yani gerekçe eksikliği tek başına bir iptal nedeni olarak kabul edilmez şeklinde bir kararı vardır. Bu yeni yaklaşımlara uygun değildir. Savunma haklarına uyulmaması önemli bir şekil eksikliği olarak kabul ediliyor. Çünkü disiplin hukukunda savunma alınmadan ceza verilmesi temel bir iptal nedeni olarak kabul edilmektedir.

KONU YÖNÜNDEN HUKUKA AYKIRILIK :

İşlemin konusu işlemden beklenen hukuksal sonuçtur. Dolayısıyla konu yönünden aykırılık ne demek? Bu hukuksal sonucun oluşması bakımından bir hukuk kuralının işlemin özüne ilişkin hukuk kuralının ya hiç uygulanmaması ki bu açık bir sakatlıktır. Yada yanlış uygulanmasıdır. Yani işlemden beklenen hukuksal sonucun oluşması sırasında işlemin özüne ilişkin olan bir hukuk kuralının ya hiç uygulanmamasıdır yada yanlış uygulanmasıdır. Bir kısmı hiç uygulanmaması yani açık sakatlık biçimde ortaya çıkıyor. Yasanın açık kuralı işlem yapılırken uygulanmıyor. Yasa ne diyor? Mahkeme kararı eğer bir iptal kararı çıkmışsa yada yürütmenin durdurulması kararı çıkmışsa bir mahkeme kararı gereklerine göre en geç 30 gün içinde idare tarafından işlem yapılmak zorundadır. Buna karşı idare mahkeme kararını göz önüne almadan mahkeme kararını hiç uygulamadan keyfi sayılabilecek nitelikte mahkeme kararının aksi yönde bir işlem yapıyor. Bu işte açık bir sakatlıktır. Ve bu tür bir işlem normal olarak yok hükmünde bir işlemdir. Mahkeme kararını göz önüne almayan mahkeme kararını uygulamayan bir işlem yok hükmündedir çünkü yasanın açık kuralını göz ardı edilerek yapılan bir işlemdir ve konu yönünden sakattır. Yasada yasaklanmış konular hakkında idarenin karar alması. Yasada belli kamu görevlileri bakımından belli izin zamanları öngörülmüşse mesela öğretmenler için yıllık izinlerinin yaz aylarında kullanabileceği onun dışında izinin kullanılamayacağı belirtilmişse bu açık kurala bu yasağa karşı bir öğretmene normal ders zamanı izin verilmişse bu tür bir işlem konu yönünden sakat olur. Veya bir memura bir kamu görevlisine sadece 3 aylık bir süre için ücretsiz vekalet görevi verilebilir. Ama memura 6 aylık ücretsiz vekalet verilmişse buda konu yönünden iptal davası olur. Yasal dayanağı bulunmayan bir yükümlülük getirilmesi durumunda da olabilir. Hiçbir yasal dayanak olmadan idarenin yükümlülere yükümlülük getirmesi. Yasal dayanağı olmadan belediye diyor ki dükkanlarınızı şu semtte açabilirsiniz. Yada dükkanınızı sabaha kadar açık tutmak zorundasınız diyor. Bu işlemler konu yönünden hukuka aykırıdır. Dolayısıyla iptali gerektiren bir nedendir. Belli kişiler belli kesimler için öngörülmüş olan düzenlemeleri özellikle düzenleyici işlemlerin uygulama alanı genişletilerek başka kişilere veya kesimlere verilerek uygulanması da konu yönünden hukuka aykırılık oluyor.

NEDEN YÖNÜNDEN HUKUKA AYKIRILIK :

İdari işlemin nedeni idareyi söz konusu işlemi veya kararı almaya götüren hukuki red maddi olaylar. Neden yönünden hukuka aykırılık denince de idarenin işlemini dayandırdığı nedenin hukuka aykırı olması ve idarenin işlemini dayandırdığı nedenin gerçeğe uygun olmamasını anlıyoruz. İdarenin işlemini dayandırdığı neden hukuka uygun olmalıdır ve gerçeğe uygun olmalıdır. Gerçeğe nasıl uygun olacaktır? Yani o olay var mıdır yok mudur veya olmuş mudur yada olmuşsa öylemi olmuştur. İdarenin söylediği gibi mi olmuştur yoksa başka bir şekilde mi cereyan etmiştir. Gerçeğe uygun olması mesela memurun görevinin başına sarhoş geldiğini iddia ediyor veya uygunsuz bir hareket yaptığını söylüyor. Oysa sonra ortaya çıkıyor ki olay idarenin istediği şekilde olmamıştır. Bu durumda bu işlemler neden yönünden iptal edilebilir. Hukuka uygun olması gerekir idarenin yaptığı işlemin nedeninin hukuka uygun olması gerekir. Hukuka uygun olması bakımından nedenleri 3 grupta toplamıştık; yasada gösterilmiş işlemler var yasada gösterilmemesine rağmen neden gösterilmesi zorunlu olan işlemler var birde kararda neden gösterilmesi gerekmeyen işlemler var. Yasada nedeni gösterilmiş olan işlemler nedeni belli işlemler yasanın nedenlerini açıkça gösterdiği işlemler söz konusu ise o zaman yasada gösterilen nedenlerden işlemin idarenin işlemi dayandırdığı işlem midir değimlidir? Buna bakıyoruz. İdare işlemini yasada gösterilen nedene dayandırmış mıdır? Dayandırdığı halde bu neden başka bir hukuksal sonuç mu doğurmuştur veya sonuçla neden arasında normal bir ilişki var mıdır yok mudur ona bakılır. Bu gerçekleşmişse neden yönünden uygundur böyle bir ilişki yoksa böyle bir uygunluk yoksa o zaman işlem hukuka aykırı olur. Bazı işlemlerden dolayı yasada neden gösterilmemiştir. Ama mutlaka işlemin bir nedene dayanacağı ve bu işlemin nedeninin işlemde gösterilmesi gerektiği gösterilmiştir. O zaman hukuka aykırılık nasıl ortaya çıkar eğer idare kararında hiçbir neden göstermemişse veya göstermiş olduğu neden kamu yararına hizmet gereklerine uygun bir neden değilse bu işlem neden yönünden hukuka aykırıdır. Belli bir neden göstermiş olabilir ama bu neden keyfi bir nedendir. Kamu yararını göz önüne almayan hizmet gereklerini göz önüne almayan bir nedendir. Dolayısıyla hukuka aykırıdır. Yasa kararda herhangi bir neden gösterilmemesini aramamış olabilir. İdare bir karar alıyor fakat yasa bu karar metninde bu işlemle bir nedenin gösterilmesini zorunlu kılmıyor. İşte görevden aldık müsteşarı alınma dilekçesinde bir neden gösterilmesi gerekmiyor. Gerekmiyor ama her idari işlem bir nedene dayanmak zorundadır. Bunu sadece gösterilmesi gerekmiyor. İdarenin gene bir nedeni olmak zorundadır. Bu neden ne zaman ortaya çıkıyor ilgili ancak mahkemeye başvurduktan sonra mahkemenin idareye işlemin dayandığı nedenleri sormasıyla ortaya çıkıyor. Eğer mahkemenin isteği üzerine sayılan nedenler kamu yararına özellikle hizmet gereklerine uygun nedenler değilse işlem yine sakattır. İşlem hukuka aykırıdır ve iptal edilir. Mahkeme özellikle neden yönünden hukuka aykırılığı denetlerken bir yerde mutlaka idarenin olay hakkında maddi olay hakkında yapmış olduğu değerlendirmeyi de vasıflandırmayı da denetlemiş oluyor. Özellikle maddi olayın doğurması gereken sonuç nedenle sonuç arasındaki ilişki makul gibi değilse ve idarenin yapmış olduğu vasıflandırma yanlış ise işlem neden yönünden sakat olarak kabul ediliyor. Memurun kamu görevlisinin haysiyet kırıcı bir davranış da bulunduğunu belirterek memurun herhangi bir davranışını haysiyet kırıcı onur kırıcı olarak nitelendirerek değerlendirerek memura disiplin cezası vermek kolaydır. Eğer mahkeme bu değerlendirmeyi bu nitelendirmeyi denetlemezse memurun hiçbir güvencesi kalmaz idare karşısında. O zaman mahkeme olayın nitelendirilmesini de yapıyor vasıflandırılmasını da yapıyor. Bu hareket bu davranış haysiyet kırıcı bir davranış mıdır yoksa değil midir? Eğer olayın değerlendirilmesi tümüyle idareye bırakılacak olursa her hareketi idare haysiyet kırıcı olarak kabul edebilir memura disiplin cezası uygulayabilir. Dolayısıyla her bir vasıflandırma değerlendirme mahkeme tarafından denetlenmelidir.

NOT => Belli bir gizlilik derecesinde olan belgeler bakanlığın veya başbakanlığın izniyle gönderiliyor mahkemeye. Danıştayın bu konuda içtihadı şudur. Eğer bütün bu şeye rağmen izin verilmemişse belgeye mahkeme o zaman onları yok sayarak karar veriyor. İdarenin geçerli bir varlık nedenine dayanmadığını kabul ediyor. Çünkü bu gizlilik şeyini idare genel de tabi ki haklı olduğu durumlarda olabilir ama genelde bir keyfi tutumlara gerekçe olarak kullanıyor idare. Dolayısıyla Danıştay veya mahkeme olayın nedenine ilişkin bilgiler istediğinde bunlar gizlidir diye gönderilmemişse bir neden olmadığı kabul ediliyor. Gizlilik olabilir ilgiliye açıklanmaya bilir ama mutlaka bu nedenin mahkemeye açıklanması gerekir. Dolayısıyla bu nitelendirmede değerlendirme de mahkeme tarafından denetleniyor denetlenmek zorunda. Denetlenmezse denetimin hiçbir anlamı kalmaz.

AMAÇ YÖNÜNDEN AYKIRILIK :

Bütün idari işlemlerin amacı kamu yararıdır. Dolayısıyla kamu yararı dışında bir amaç güden idari işlem amaç yönünden hukuka aykırı olur. Sakat ve iptali gerekir. Nasıl kamu yararı dışında bir amaç güdebilir? Ya 3. kişileri koruyabilir kişisel amaç güdebilir veya siyasal bir amaç güdebilir. Dolayısıyla bu gibi durumlarda kamu yararı dışında bir amaç güdülmüşse idari işlemin mutlaka iptali gerekir. Amaç yönünden aykırılığı saptamak daha kolaydır. Genel amaç kamu yararıdır. Kamu yararı yönünden yapılan denetim genel amaç yönünden yapılan denetimdir. Bide özel amaç yönünden denetim var. Özel amacın yasanın belirttiği özel amacın genel amaç olan kamu yararına aykırı olması düşünülemez. Yani hiçbir yasanın çıkıp da kamu yararı dışında bir amaç gütmesi zaten düşünülemez. Ama burada söz konusu olan şudur; genel amaç olan kamu yararı dışında belli yasalar idare için özel amaçlar öngörmüş olabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda böyle bir idari kuruluşun almış olduğu karar tesis etmiş olduğu işlemin hukuka uygun sayılabilmesi için hem genel amaca kamu yararına uygun olması gerekir hem de özel amaca uygun olması gerekir. Kanunun göstermiş olduğu özel amaca da uygun olması gerekir. Eğer özel amaca aykırılık varsa kamu yararına uygunluk gerçekleşmiş olsa bile işlem iptal edilir. Sadece genel amaca uygunluk yetmez. Eğer özel amaç varsa. Bide çok amaçlı işlemler vardır. İdare işlemini yaparken aslında çok amaçlı işlem bir yerde yargı denetiminin sınırını oluşturuyor. Eğer idare işlemini yaparken birden çok amaç gütmüşse ve bu amaçlardan bir kaçı kanuna uygun hukuka uygun bir kaçı da hukuka aykırı ise ne olacak? İşlemin asıl sonucu belirleyen amaç hukuka uygunsa diğer hukuka aykırı amacı da ihmal edilebilir. Yani asıl amaç hukuka uygunsa belirleyici amaç hukuka uygunsa o zaman işlem hukuka uygun kabul edilebilir. Arada hukuka aykırı amaçta ihmal edilebilir. Bağlı yetki durumunda amaç yönünden hukuka uygunluk denetimi yapılması çok zor hatta mümkün değildir. Bağlı yetki varsa amaç yönünden hukuka uygunluk denetimi yapılması mümkün değildir. Yani işlem hukuka aykırı bile olsa amaç yönünden böyle bir aykırılık söz konusu olsa bile işlemin bu nedenden dolayı iptal edilmesi mümkün değildir. Eğer bağlı yetki söz konusu ise çünkü bağlı yetkide idarenin birden çok karar seçeneği içinden seçim yapma olanağı yoktur. Birden çok yönde hareket edebilme olanağı yoktur. İdare ancak kendisine sunulmuş olan tek seçenekle yetinmek zorundadır. Dolayısıyla idareyi bu sonucu seçmiş olmaktan dolayı amaca aykırı hareket ettiğinden söz etmek mümkün değildir. Amaca aykırılık dahi olsa idare yasanın öngördüğü sonucu seçmiştir. Başka seçeneği yoktur. Elinde başka alternatifi yok. Dolayısıyla bu iki durum çok amaçlı işlemle bağlı yetki durumu bir yerde amaç yönünden denetimi sınırlayan hususlardır. Yani amaç yönünden denetimin sınırlarını oluşturan iki önemli sınırlamadır. Çok amaçlı işlemler bile bağlı yetki durumu. Belki bu çok amaçlı işlemler ilişkin olarak neden yönünden aykırılık durumundan da söyleyebiliriz. Yani orda da birden çok nedene çok nedenli işlemler doğabilir. Yani burada çok amaçlı işlemler dediğimiz gibi burada da çok nedenli işlemler olabilir. Şimdi çok nedenli işlemlerde de bir iki neden hukuka uygunsa bir iki neden hukuka aykırı ise yine asıl işlemin sonucunu etkileyen belirleyen nedene bakılacak eğer idarenin işleminin dayandırdığı temel neden hukuka uygunsa bu işlem neden yönünden uygundur. Ama diğer nedenler hukuka uygun fakat idarenin işlemini dayandırdığı nedenler hukuka aykırı ise o zaman işlem sakattır. İşlemin nedeniyle konusu arasında çok sıkı bir bağlantı var. Yani neden yönünden sakatlık bir çok yönden konu yönünden sakatlığı da birlikte getiriyor. Neden ile konu arasında bir uyumsuzluk olduğu durumda işlem ya neden yönünden yada konu yönünden sakat oluyor. Yasada polis vazifesine aykırı kanunu da uyuşturucu kullanan yerin kapatılması öngörülüyorsa veya 18 yaşından küçüklerin girmesinin yasak olduğu yerlerde bu tür faaliyetlerin yapıldığı belirlenmişse sonuç kapatılmadır. İşlemin konusu orada bir kapatma cezasının uygulanmasıdır. Neden uyuşturucu kullanılmasıdır ve faaliyetler yapılmasıdır. Eğer kapatma kararı yerine başka tür bir ceza uygulaması gidilirse nedenle konu arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkar ve işlem konu yönünden hukuka aykırı olur. Konunun dayandırıldığı neden doğru konu yani işlemin doğurması gereken sonuç yasanın gerçekleşmesini istediği sonuç gerçekleşmiyor. İdare tarafından başka bir sonuç öngörülüyor. Mesela kamulaştırmaya hiç gerek yokken idarenin ihtiyaç duyduğu bir miktar yol yapımı için gereken malzemeyi temin etmek için işgal yoluna başvurması gerekirken gidip orayı kamulaştırmasıdır. Burada kamulaştırma yanlıştır. Konu yönünden işlem hukuka aykırıdır.





İPTAL DAVASININ SONUCLARI

İptal Davasında Yargıcın Yetkısı(rolü):Yargıcın yetkısının sınırı nedır?ıptal davası ıdarı ıslemın bes ozellıgının iptalı ıcın acılan davalardır. Yargıc ıptal davasında sadece idari işlemin hukuku uygunlugunu denetler. Yargıcın yetkısı yerındelık sınırlarında bıter. Yargıc yerındelık denetımı yapamaz. Yargıc davada ıdarı ıslemın esasen tumunu ıptal etmelıdır. Ama bır bolumunude ıptal edebılır. İşlemın bır bolumunun ıptal edılebılmesı dıger ıslemden ayrılabılmesıne baglıdır. Yargıc kısmen veya tamamen idari işlemı ıptal edebılır.** Ancak yargıc ıdareye ne yapması gerektıgı konusunda emır ve talımat veremez. Ama ıslemın ıptalının gerekcesınde dolaylı olarak yol gosterebılır. Yargıcın yetkısı uc bakımdan sınırlanır:
*Yargıc ıdarı işlem ve eylem nıtelıgınde karar alamaz. Yanı ıdarenın yerıne gecemez.
*Yerındelık denetımı yapamaz.
*Idarenın takdır yetkısını kaldıracak bır karar alamaz.
Takdır yetkısı yerındelık alanında uygulama alama alanı bulan bır yetkıdır.Hukuka aykırılık ıle yerındelık unsurundakı sınır nasıl tespıt edılmelıdır? Yargıcın bazı davalarda yerındelıgı denetlemesı kacınılmazdır. Örnegın kamulastırma konusunda ılgılı olan kısı kamulastırma kararına karsı ıptal davası acıyor ve dıyorkı aslında ıdarenın elındekı parseller ıhtıyacı olan ış ıcın yeterlıdır. benım parsellerıme ıhtıyacı yoktur. Idare mahkemesı ılk aşamada bu talebı yerındelık denetımıne gırdıgı ıcın reddetmıstır. Ancak danıstay bu kararı bozmustur. Çunku bılırkısı ıncelemesı yoluyla bu ıhtıyac varmı yokmu tesbıt edılmesı gereklıdır. Ondan sonra yerındelık kararı verılmesı gerekır demıstır danıstayımız. Fransadan sıyasal yerındelık kuramı vardır. Fransız danıstayı sıyasal yerındelık kararlarını ıncelemıyor ama sınırlarını ıyı cızıyor. Ama onun dısında yuksek duzeyde ıkı kamu gorevlısı arasında secım yapılması durumunda fransız danıstayı hızmet gereklerıne ve ihtıyaca uygun olup olmadıgı denetımını yapıyor . bızdede boyle durumlar vardır. Takdır yetkısının ortadan kaldırılması yonunde yargıcın karar vermesı mumkun degıldır. Ancak takdır yetkısıde denetlenır. Fakat yerındelık denetımı yapılamaz. Sadece yargı yerı tarafından kamu yararı ve hızmet gereklerı bakımından denetleme yapılır. Dıyelım kı bakanlar kurulu bır kararında bır kamu gorevlısı gurubu mesela mufettışler,bakanlar kurul kararında belırtılen hzımet guclugu zammı kapsamı dısında bırakıldı. O guruptan bır kısı danıstayda dava acıyor ve kendısıne yer verılmedıgını belırterek ek bır kararname cıkarılmasını talep edıyor . Danıstay bu basvuruyu reddetmıstır. Cunku burada bakanlar kuruluna kesın olarak tanınmıs bır takdır yetkısı vardır. Ayrıca danıstayın ıdareye ek bır kararname cıkarın dıye bır karar alarak emır ve talımat vermesıde mumkun degıldır. Ancak fransız yargı sıstemınde emır ve talımat yetkısı tanınmıstır. Turkıyede bu mumkun degıldır. AYİM(askerı) de bazı subaylık ıcındekı belırlı sınıflara tanınmıs olan fakat bazı sınıflara ıse tanınmamıs olanayrıcalıklara ılıskın olarak almıs oldugu karara karsı kendısıne acılan davaları reddetmıstır. Çunku bu dogrudan takdır yetkısıne müdahale olur. Ancak aynı kadroya iki aday varsa daha yeteneksız olan kısının atanması halınde sadece takdır yetkısıne dayanmak mumkun degıldır. Bu ıslem takdır yetkısının kotuye kullanılması nedenıyle ıptal edılır. Takdır yetkısı keyfı yetkı nıtelıgınde degıldır. Yatgıc tarafından ıdarı eylem ve ıslem nıtelıgınde bır yargı kararı verılemez. Yanı yargıc ıdarenın yerıne gecerek hukuka uygun bır karar veremez. Ayrıca yargıc ruhsat verılmesıne onay veremez. Yanı yapı ıznını veremez bu ıdarenın gorevıdır. Kamulastırma kararı alındıktan sonra ıdareyı bır an once kamulastırmaya baslasın dıye zorlayacak bır sekılde takdır yetkısını kaldıracak bır karar verılemez ve bu amacla bır dava acılamaz.

İPTAL DAVASININ SONUCLARI

İptal davasının ıkı tur sonucu vardır.*İptal Davası Reddedılır: taraflar bakımından ıslemın hukuka uygunlugunun tescılıdır. Dolayısıyla tarafların aynı nedenlerle dava acması mumkun degıldır. Fakat aynı ısleme aynı nedene dayanarak ucuncu kısıler dava acabılır. Fakat bu yargı yerı tarafınden reddedılır. Eger dava ıptal nedenlerı degılde bazı eksıklıkler yanı dava ön kosulları nedenıyle reddedılmısse bu eksıklıkler tamamlattırılarak tekrar aynı nedenlerle ıptal davası acılabılır. Ancak esasa ılıskın bır karar cıkmıssa aynı nedene dayanarak ıptal davası acılamaz. *Iptal Kararı Alınır : İptal akararının yerıne getırılmesı bakımından anayasa 138 ve İYUK 28 maddede emredıcı hukumler avrdır. Mahkeme kararının ardından engec 30 gun ıcınde ıdarenın ıptal kararının geregını yerıne getırmesı zorunludur. Eger ıdare engec 30 gun ıcerısınde kararı yerıne getırmez ıse tekrar ıptal davası acılabılırmı? Acılamaz ancak ıptal kararının yerıne getırılmemesıne ılıskın olarak maddı ve manevı tazmınat davası acılması mumkundur. Ayrıca yargıtay kararlarına gore bır sekılde gorevı kotuye kullanma , gorevı ıhlal sucuda olusturmaktadır. ### Fransada bu surec 1995 e kadar aynı sekılde devam ettı. Bu tarıhten sonra bır devrım nıtelıgınde degısıklıkle ıdarı mahkemelere ıdareye emır verme ve bunu para cezasıyla destekleme yetkısı tanınmıstır . dolayısıyla bu ıster olumlu ıster olumsuz bır karara karsı acılan bır ıptal davası konusu olsun her ıkı durum da da yargıc ıdarenın alması gereken kararın ne oldugunu kendı kararında belırtıyor. Yargıc goreve ıade bakımından acıkca bu kısının bu goreve ıade edılmesını belırtıyor. Eger karara uyulmassa kısı dogrudan yargı yerıne basvuruyor ve yargıc burada bır sure koyuyor. 8 gunluk sure ıcınde bu kararın uygulanması gıbı. Sınır dısı kararı mahkemece ıptal edıldıgınde ıdarenın oturma ıznı vermesı gerektıgını ve 30 gun ıcınde bu karar uygulanmassa hergun ıcın ıdareye 500mılyon ceza ongoruyor. Veya unuversıteye kaydı yapılmadıgı ıcın dava acıp kazanan kısı ıcın ıslemın duzeltılmesı konusunda yargı yerı bakımından 5 gunluk bır sure konuyor. Bu sure ıcınde ıdare kısının kayıt ıslemını yapmalıdır. Bu sure gecırılırse para cezası verılır. Bu önemlıdır. Idarenın yerıne getırdıgı hızmet ve bu hızmettekı kısılerın ıslemı yapmaması kısısel bır kusur olusturur. Ve kısıye karsı dava acılması ve ıdareye karsı dava acılması soz konusu olabılır ve bu cok caydırıcıdır. Çunku kamu gorevlısı mahkeme kararının yerıne getırılmesınde caba harcar. Turkıyede bu durum uygulansa pek cok sorun cozulur. Ama ulkesmızde boyle bor uygulama yoktur.
àBazı ıptal kararları kendılıgınden sonuc dogurur: Bazı ıptal kararları vardır kı kendılıgınden sonuc dogurur. Yanı ıdarenın ıptal kararının yerıne getırılmesı ıcın ıdarenın bır ıslem yapmasına gerek kalmıyor. Örnegın yonetmelık mahkeme tarafından ıptal edılmısse artık ıdarenın yonetmelıgı kaldırmak ıcın bır ıslem yapmasına gerek yoktur. Kamulastırma kararlarıda boyledır. Iptal edıldıgınde kendılıgınden mulk eskı sahıbıne verılır. Kendılıgınden sonucunu dogurur ama her ıslem bakımından bu sonuc dogmaz.
àBır kısım ıptal kararlarında ıse ıdare aynı sonucu doguracak bır karar almalıdır.: Eger işlem yetkı ve sekıl bakımından ıptal edılmısse ıdare tarafından bu aykırılık gıderılerek aynı hukuksal sonucu doguran kararı ıdare alabılır. Ancak yetkı ve sekıl bakımından ıptal edılmıs bır ıslem olmalıdır.

àBazı kararlardada ıdarenın tersı yonde karar alması gereklıdır. Olumsuz ıdarı kararlara karsı acılan dava sonucunda red kararı ıptal edılmısse . Bu ıdarenın tersıne bır ıslem yapması yanı olumlu yonde bır karar almasını gerektırır. Örnegın idarenın ruhsat talebıne ızın vermemesı durumunda ,mahkemece bu karar ıptal edılırse ıdare bu ıslemın tersını yapmak ve ruhsat vermek zorundadır. Ancak burada ıdarenın mutlaka olumlu karar alması seklınde bır yargıya varılamaz. Idarenın olumsuz kararının ıptalı halınde mutlaka olumlu karar alma yukumlulugu yoktur. Idarenın buradakı yukumlulugu (olumsuz karar ıptal edılmısse)yenı bır ınceleme yapmak ve bu yenı ınceleme sonucunda yenı bır karar alma yukumlulugudur. Bunu mahkemenın kararı aldıgı tarıhtekı yasa hukumlerıne gore yapmalıdır. Yanı ruhsat ıznının reddı kararı alınırsa ıdare ınceleme yapacak ve baskaca bır engel yoksa ruhsat verecektır. Fakat ınceleme sonucunda eksık varsa ıdare buna olumsuz cevap verecektır. Olumsuz kararın ıptalı: mutlaka olumlu kararın alınmasıdır denılemez.
à Başka bir durum ise hukuksal durumda değişiklik yapılması gereken iptal kararları yani ilgilinin hukuksal durumunda değişiklik yapılması gereken kararlar: Memurun idare tarafından resen emekli edilmesi halinde memur iptal davası açıp emeklilik işlemini iptal ettirmişse memur iptal kararını alarak görevine başlayamaz. İdarenin burada emekli olan memuru tekrar aktif memur statsüne geçirmesi gerekir. İptal kararı sadece göreve başlamayı içermiyor aradaki sürenin değerlendirilmesinide gerektiriuyor. Yani örneğin eksik kalan ücret, kıdem vs. görevden alma işleminin yargı yerince iptal edilmesi kişinin doğrudan işe başlaması sonucunu doğurmaz. İdarenin ayrıca bunun için bir ilşlem yapması gerekir. Örneğin kişi emniyet müdürlüğü görevinden alındı ve bu işlem iptal edildi. İdare atama kararını kaldırarak o görevi boşaltacak ve ondan sonra kişiyi görevine getirecektir. Böylece iptal kararı yerine getirilmiş olur. Kişinin eski görevine döndürülmesi mümkün değilse kişi eş değer bir göreve verilebiliyor ( FRANSA) fakat bizim danıştayımızda ancak ilgili eski görevine getirilmelidir. İptal kararı ancak böyle yerine getirilmiş olur.
àAyrıca yerıne getırılmesı olanaksız ıptal kararlarıda vardır: Bu bırkac sekılde karsımıza cıkar. Fıılı durumlar celısıyorsa veya buyuk haksızlıklar yaratıyorsa yasa koyucu bır yasa cıkararak yasa yoluyla ıptal kararının doguracagı sonucları ortadan kaldırabılır. Ancak herdurumda yasa koyucunun ıptal kararının uygulanmasını engelleyen yasa cıkarması kesın hukme saygısızlık olur. Örnegın bır gırıs sınavının ıkı yol sonra ıptalı halınde cok buyuk haksızlıklar ortaya cıkacaktır. Artık boyle bır durumda bırcok kısının magdurıyetı soz konusu olacaktır . cunku ıptal kararı uygulanırsa ogrencılık statulerı ortadan kalkacaktır. Burada yasakoyucu bır yasayla ögrencılerı koruyabılır. Davacılar ıcın ıse ozel bır gırıs sınavı organıze edebılır ve magdurıyetın herıkı taraf ıcınde gıderılmesı soz konusu olabılır. Fakat bu bı ıstısnadır. Özellıkle ulkemızde yasakoyucunun bu yetkısını kotuye kullanma yonunde mudahale etmesı soz konusudur.
àMaddı ve hukukı ımkansızlıktan dolayı yerıne getırılmesı olanaksız olan iptal kararı: genellıkle bu durum secımle gelınen gorevlerde soz konusu olmaktadır. Ornegın rektorluk dekanlık beledıye baskanlıgı vs. beledıye baskanının baskanlıktan dusurulmesıne danıstay 1. daıresı karar verıyor ve bu daırenın kararı yargısal degıl ıdarı kesınlık tasır. Yanı bu karar dava edılebılır bır karardır. Ve ılgılı kısı baskanlıktan dusurulme ıslemıne karsı bır ıptal davası acıyor ancak dava sonuclanana kadar yenı beledıye baskanı secılıyor. Danıstaydan ıse kısının beledıye baskanlıgına dondurulmesı kararı cıkıyor. Boyle bır durumda eskı beledıye baskanının goreve donmesı mumkun degıldır. Yanı davacı davayı kazansa bıle ıptal kararı uygulanmaz. Ayrıca özellestırmede yabancılara satıs durumunda satıs ıslemı butun malvarlıgıyla ve personelıyle yabancıya devrı gerceklestıkten sonra ıdare mahkemesınden cıkacak ıptal kararının uygulanması mumkun degıldır. Burada hukumet bır prensıp kararı almıstır ve uluslar arası hukukun ıhlal edılecegı belırtılmektedır bu karar uygulanırsa. Bu gerekce yabancılara satıs ıcın soz konusudur. Yoksa turkler ıcındekı satıslarda soz konusu degıldır. Ancak uygulamada yerlı satıslardada ıptal kararı verıldıgınde bu karar hukumet tarafından uygulanmamaktadır.

TAM YARGI DAVALARI ( TAM KAZA DAVALARI )

İYUK ta belirtilen bir dava türüdür. Tam yargı davaları özel hukutaki edim davalarına benzer. Bu davayla davacı ihlal edilmiş hakkın yerine getirilmesini, uğradığı zararın giderilmesini ve eski halin yerine getirilmesini ister. 521 sayılı Danıştay kanununda ilk kez pozitif hukukumuza girmiştir. Fakat bundan öncede vardı. Tam yargı davası idari eylemler ve işlenler nedeniyle hakları ihlal edilenlerin açtığı davalardır.

İptal davasıyla Tam yargı davası arasındaki farklar;

àHer iki davayada aynı yargılama yöntemi uygulanır. Ama fransada iptal davaları bakımından daha farklı bir yargı yöntemi uygulanır.


à İptal davasının konusu idari işlem ve kararlardır oysa tam yargı davasının konusu hem idari işlem, idari eylem ve idari sözleşmelerdir. Yani tam yargı davasının kapsamı daha geniştir.

à Davacıya tanınmış olanaklar: İptal davası tek olarak idari işlemin iptalini gerçekleştirir iptal davasında daha farklı bir şey istenemez. Tam yargı davasında ise eski hale getirme, saldırının durdurulması gibi bir çok haklar tanınmıştır.

à Tam yargı davası öznel nitelikli bir davadır. İptal davası ise nesnel nitelikli bir davadır. Çünkü iptal davasıyla bir idari işlemin hukuka uygunluğu sağlanır. Tam yargı davasında ise davacı davalıya bir yük getirilmesini istemektedir.

à*** İptal davasını sadece menfaati ihlal edilenler açabiliyor. Oysa tam yargı davasında menfaat ihlali yeterli değildir. Ayrıca adli yargıda dava açmak için gerekli olan hak ihlalide gerekir. ( ÖNEMLİ )

à İptal davasında iptal kararında yararı olan herkes iptal davası sonucunda verilen karardan yararlanabilir. Ancak tam yargı davasında dava sonunda sadece kişinin kendisi yararlanabilir.

TAM YARGI DAVASININ TÜRLERİ

- Tazminat davaları : Tazminat idarenin mali sorumluluğuna dayanıyor. Tazminat davaları en sık rastlanılan tam yargı dava türüdür.

- İstirdat davaları ( Geri alma davaları ) : Haksız bir nedenden dolayı idarenin malvarlığına geçmiş para veya malın geri alınmasını sağlayan davalardır. Ancak danıştay bu tür bir davayı kabul etmiyor. Eğer davacı istirdat davasıyla takipte ısrar ediyorsa danıştay yasanın ardına sığınarak bunu red eder. Örneğin, fazla alınmış bir verginin idareden geri alınması için kişi istirdat davası biçiminde bu davayı yürütmak isterse bu dava red edilir ama normal vergi davası olarak açılırsa bu dava kabul edilir ve mahkeme tarafından görülür.

- Vergi davaları : Tam olarak hangi kategoriye gireceği konusunda bir anlaşma yoktur. Ancak iptal davası olarak nitelendirilebilecek kısımlarıda vardır. Vergi uyuşmazlığının niteliğine bakarak hangi dava türüne girdiğine bakılması gereksede danıştayımız ve fransız danıştayı bunu bir tam yargı davası olarak kabul etmektedir.

- İdari sözleşmelerden doğan davalar : İdari sözleşmelerin uygulama aşamasında çıkan uyuşmalıklar, ihtilaflar bu kategoriye girer. İdari sözleşme yapılana kadara geçen aşamadaki işlem ve kararlar bakımından bu işlem ve kararlar iptal davası konusu olur. Sözleşme yapıldıktan sonra taraflardan idare yada diğer tarafın hizmeti yerine getirmemesi halinde tam yargı davası açılabilir. Örneğin, imtiyaz sözleşmesinde hizmeti üstlenen kişinin veya idarenin hizmeti yerine getirmemesi halinde bir tam yargı davası açılabilir. Veya idarenin tek yanlı olarak fesh etme işleminin iptali bakımından açılacak dava tam yargı davası olarak kabul edilir. Örneğin, sözleşmenin yapılmasına izin verilen karar iptal davası konusu olur. Tam yargı davası konusu olamaz. Sözleşmeyi onaylayan karar ayrılabilir bir işlemdir ve tek başına iptal davası konusu olabilir. Ayrıca 3. kişilerin açacağı, sözleşmenin iptalini isteyen davalar ise bir iptal davasıdır. 3. kişinin sözleşmenin iptali için açacağı davada menfaat ihlali gerekli ve yeterlidir ve bu bir iptal davasıdır.

TAM YARGI DAVASININ ÖN KOŞULLARI

à Göreve İlişkin Koşullar : İptal davasında yapılan açıklamalar burada da geçerlidir. Tam yargı davası bakımından genel görevli yargı yeri idare mahkemeleridir. İdare mahkemeleri dışında Danıştayda, AYİM de dava açabilmek için açık yasal düzenleme gerekir. Tam yargı davası alanında idarenin sorumluluğuna dayanan bir davanın idari yargı yerleri dışında adli yargıda açılması mümkündür. Örneğin, tapu sicilinin tutlşmasından doğan davalar idari yargı da değil adli yargıda görülür.

à Konuya İlişkin Koşullar : Tam yargı davasının konusu idari işlem, eylem, idari sözleşmelerden doğan idarenin sorumluluğudur. İdari işlemlere karşı açılacak tam yargı davaları bakımından doğrudan doğruya idareye başvurmadan tam yargı davası açılabilir. Ancak idari eylemler bakımından idareden idarenin tutumunu belirleyen bir ön karar alınmadan bir tam yargı davası açılamaz. Bir ön karar sadece idari eylemler bakımından alınır. Ön karar neden alınmalıdır? Bu karar ile idareden talepte bulunuluyor. Bu karar ile idarenin tutumu ortaya konulmaktadır ( davacının yargı yerine gidebilmesi için ). Bu talep karşısından idarenin bu ön karar sayesinde kişiyle uzlaşması söz konusu olabilir. Ancak bu teoride kalır. Ülkemizde hiç uygulanmamaktadır. Bütçe kanununa bakılacak olursa dava kararı getirilmeden idare para ödeyemez. Ülkemizde idarelere bu gibi durumlarda idare bu ücreti ödemeyi kabul etse bile bu ücret bütçesinde bulunmamaktadır. Bütçede sadece mahkeme masrafları için bir miktar para vardır. Dolayısıyla idare istesede böyle bir yola başvuramaz. Yani bizde idareyle kişinin anlaşması sistemi gelişmemiştir. Aslında burada esas yarar idarenin tutumunu ortaya koymaktır. Ne kadarlık bir süre içinde ön karar alınmalıdır? Yasada 1 yıllık ve 5 yıllıklık iki süre vardır. Yani zararın öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl ve zararın doğduğu tarihten itibaren 5 yıldır. Bu 5 yıllık süre hak düşürücü bir süredir. Ön karar alındıktan sonra dava açma süresi 30 veya 60 gündür. Ön karar almadan dava açılamaz. Ön karar almadan dava açılırsa ne olur? İYUK ta değişiklik yapılmadan önce Danıştay böyle bir durumda bu davayı red ediyordu. Eğer ön karar alınmadan tam yargı davası açılmışsa idari yargı yeri bunu idari merci tecavüzü kabul eder ve dosyayı görevli idari merciye gönderir. Ancak idari sözleşmeler bakımından böyle bir şeye gerek yoktur. Sözleşme uygulanmaya başlandıktan sonra birinin talebi üzerine diğerinin yükümlülüğü yerine getirmeyeceği cevabını verdiği andan itibaren 60 gün içinde tam yargı davası açılır. İdari işlemlere karşı tam yargı davası açılırsa bazı özel dururmlar vardır. Yani idari işleme karşı nasıl tam yargı davası açılıyor? Bunun için birkaç varsayım düşünebiliriz. 1. varsayım : ilgili kişi aynı idari işleme karşı iptal davası ile tam yargı davasını birlikte açabilir. Birlikte açılırsa hem idari işlemin iptalini ister hemde idari işlemin neden olduğu zararın giderilmesini ister. Ancak ikisinin birlikte açılması için mutlaka hak ihlali gerekir. Tam yargı davası açılması için idari işlem ilgilinin hakkını ihlal etmelidir yoksa sadece menfaat ihlal edilmişse o zaaman sadece iptal davası açılır. Ancak idari karar uygulanmaya başlandıktan sonra zarar doğurur dolayısıyla bu ikisinin birlikte açılması pek sık görülmez. Genel olarak idari kararın alınması tek başına bir zarar doğurmaz. Dolayısıyla karar yürütülmeye başlandıktan sonra bir tam yargı dava konusu olabilir. Yani idari işlem tek başına ilgilinin hakkını ihlal eder ve zarar verirse iptal davasıyla tam yargı davası birlikte açılabilir. Zarar hemen doğmaz işlemin yürütülmesiyle doğar. Örneğin, memur askerlik görevi için görevinden ayrıldı döndüğünde görevine yeniden başlatılmadı bunda idarenin göreve yeniden başlatmama kararı tek başına hem iptal davası konusu hemde tam yargı davası konusu olabilir. Böyle bir durumda örneğin bir yıl sonra karar çıktı fakat mahkeme kararında göreve başlatmama kararını red etti fakat tazminatla ilgili bir karar vermedi burada ilgilinin yeniden tam yargı davası açması hakkı yoktur. Mahkeme tazminat konusunda herhangi bir hükümde bulunmamışsa ilgili bir tazminat davası yani bir tam yargı davası açamaz sadece bu durum karar düzeltmesi için kullanılabilir. Ancak yeni bir dava hakkı vermez. 2. varsayım : İptal davası sonuçlandıktan sonra tam yargı davasının açılması. İdari işleme karşı iptal davası açılıyor ve iptal kararı çıkıyor. İptal kararı üzerine tam yargı davası açılıyor. Buda mümkündür. Bu daha kolaylık ve yarar sağlar menfaat ihlali olduğu mahkemece kabul edildiğinde tam yargı davasında tazminat elde etmesinin dayanakları çok daha sağlam olur. Mahkeme iptal davasını red ederse tam yargı davası açılabilir mi? Açılabilir. Yani iptal davasını mutlaka kazanmış olamak tam yargı davasının ön koşulu değildir. Ancak danıştay bir süre iptal davası red edildikten sonra tam yargı davası açmanın süre aşımı yönünden mümkün olamdığını kabul etmiştir. Fakat sonra bir yasa değişikliğiyle bu durum düzeltilmiştir. Artık bunun süre aşımı yönünden red etmek mümkün değildir. Bu karar aynen İYUK tada mevcuttur. 3. varsayım : İdari işleme karşı doğrudan tam yargı davası açmak mümkün müdür? Yani idari işlemin iptalini istemeden doğrudan doğruya uğradığı zararın istenmesi mümkün müdür? Veya sadece zarara karşı bir tam yargı davası açmak mümkün müdür? Danıştay idari işlemin iptalini istemeden sadece zararın giderilmesinin mümkün olmadığını savunmuştur. Ancak bugün İYUK taki değişiklikle idari işleme iptal istemeden doğrudan tam yargı davası açmak yani zararı istemek mümkündür. Böyle bir durumda idari işlem hukuka uygun bir işlemdir. Bundan dolayı doğrudan işlemin zararını gideren bir tam yargı davası açma yoluna gidiyor. Hukuka uygun işlemlerden doğan zararlar kusursuz sorumluluğa göre giderilir. Yani ilgili işlemin iptalini istemesede bir tam yargı davası ile zararını isteyebilir. Ayrıca işlemin iptalini istemeden işlem tesis edildikten sonra değil idarece yürütülmeye başlandıktan sonra yürütülmesinden doğan zararın istenmesi mümkündür. Uygulamada imar planlarının iptali istenmeden imar planının uygulamaya başlandıktan sonra ortaya çıkan zararın giderilmesi ilgili tarafından bir tam yargı davasıyla istenebilir. Burada kararın uygulama, yürütülme tarihi dava açma süresinin başlangıcı kabul ediliyor. 60 gün içinde dava açılmalıdır. İdari sözleşmeler bakımından ise bir ön karar gerekmiyor. İdari sözleşme doğrudan doğruya uygulamaya başlandığı andan itibaren çıkan uyuşmazlıklarda ilgiliye cevabın bildiriminden itibaren 60 gün içinde tam yargı davası açılabilir.

à Davacıya İlişkin Koşullar : İptal davasında menfaat koşulu önemlidir. Burada ise hak koşulu önemlidir. Yani idarenin bir eylemi tarafından davacının hakkı ihlal edilmiş olmalıdır.

à Davalıya İlişkin Koşullar : Davalının doğru tesbit edilmesi iptal davasına göre çok daha önemlidir. Burda bir giderim kararı çıkacağından bu giderimi kimin ödeyeceği önemlidir. Tam yargı davası bakımından idari işlemi tanzim etmiş olan en üst düzeydeki makam davalıdır. İşlemi tesis eden idarenin en üst merci davalı olarak gösterilir. İdari eylemler bakımdan ise dava ita amiri hangi merici ise ona yöneltilir. İdari sözleşme bakımından ise taraflardan bir tanesidir yani ya idare yada gerçek veya tüzel kişidir. Normalde idari davalarda davalı idaredir. Ancak davalının idare olmadığı davalarda olabilir. Husumetin yanlış yönlendirilmesi halinde yargı yeri bu yanlışılığı kendiliğinden düzeltebilir.

Süreye İlişkin Koşullar : İdari eylemler bakımından süre zararın doğduğunun öğrenilmesinden itibaren 1 yıl içinde ön karar alınması ve nihayet olay tarihinden itibaren 5 yıl içinde ön karar alınmalıdır. Bu süreler dava süresi değildir bu süreler idarenin tutumunu belirlemeye yönelik olan hak düşürücü sürelerdir. Ön karar alındıktan 60 gün içinde dava açılmalıdır. İdari işlem bakımından iptal ve tam yargı davası birlikte açılacaksa ilgiliye bildirimden itibaren uyuşmazlığın türüne göre 30 yada 60 gündür. İdari işleme karşı iptal davası ve tam yargı davası birlikte açılıyorsa idari işlemin ilgiliye bildirildiği tarihten itibaren 10 gündür. İptal davası sonuçlandıktan sonra tam yargı davası açılacaksa mahkemenin iptal davasını sonuçlandıran kararının ilgiliye bildirmini izleyen günden itibaren 60 günlük bir süre başlar doğrudan doğruya idari işleme karşı tam yargı davası açılacaksa işlemin ilgiliye bildiriminden itibaren 60 gün içinde açılır. Uygulamada doğan zarara karşı bir tam yargı davası açılacaksa burada kararın yürütma tarihinden itibaren dava açma süresi işler. İdari sözleşmeler bakımından taraflar arasındaki uyuşmazlık çıktıktan sonra tarafların birbirlerine taleplerini bildirdikten sonra talebe verilen cevapla dava süresi işlemeye başlar.

NOT : TAM YARGI DAVASINDA SORUMLULUK NEDENLERİ geçen seneki notlardan bakılacak. ( Kusurlu sorumluluk – Kusursuz sorumluluk )

İPTAL DAVASININ KONUSUZ KALMASI

İdari işlemin geri alınması ile iptal davası konusuz kalır. Çünkü gerti alma bir iptal kararının doğuracağı bütün hukuki sonuçları doğurur. İdare iptal davası sonuçlanıncaya kadar işlemi geri alabilir. İdare iptal kararını uygulamazsa kendisine tazminat davası açılabilir. Kişi mahkeme ilamının uygulanması yani iptal kararının uygulanması bakımından ön görülen zamanaşımı süresi 10 yıldır. Yani iptal kararı aldıran kişi 10 yıla kadar bu kararın uygulanması için idareye başvurabilir. İptal kararının geç uygulanması halinde ( iptal kararı 30 gün içinde uygulanmalıdır ) bu zararın tazmini için kişi idareye ne kadarlık bir süre içinde başvurabilir? 5 yıllık zamanaşımı süresi içinde kişi idareden alacağı talep edebilir. Bu 5 yıllık süre idarenin geç olarak kararın yerine getirdiği tarihten itibarebn başlar zımnı red süresi İYUK ta 60 gün olarak öngörülmüştür. Bu süre idareye başvurulduğu andan itibaren başlar. 60. gün dolduğundan itibaren 60 günlük bir dava süresi başlar zımni red süresi geçtükten sonra idare talebe cevap verirse ne olur? Burada idarenin verdiği cevap kişinin lehinde ise kişinin dava açmasına gerek yoktur. ancak olumsuz bir karar çıkarsa bu tarihten itibaren yani idarenin zımni red süresinin geçmesinden sonra verdiği cevap tarihinden itibaren 60 günlük dava süresi işler. Zımni red ve dava süresi geçtikten sonra yani 120 günlük süre geçince idare talebimize olumsuz yönde cevap verirse ne olur? Tekrar ilgili lehine dava açma süresi işlemeye başlar. Bu ilgili lehine çok olumlu bir durumdur. Dolayısıyla diyelim 1 yıl sonra bile idare cevap verse bu cevaptan itibaren ilgili lehine 60 günlük bir süre işlemeye başlar.

TAM YARGI DAVASININ SONUÇLARI

- Tam yargı davasında yargıcın yetkisi iptal davasındaki yargın yetkisine benzermi? İptal davasında yargın yetkisi hukuka aykırı olduğu iddia edilen işlemin iptali ile sınırlıdır. İdareye emir vermesi mümkün değildir. Ama sadece idarenin ne yönde haraket etmesi gerektiği konusunda yol gösterebilir. Tam yargı davasında ise yargıcın yetkisi çok daha fazladır. İdarenin haksızlığın ne şekilde gidermesini açıkça belirtme yetkisine sahiptir. Tam yargı davası yargıcının eğer haksızlığın giderilmesi tazminatı gerektiriyorsa idareye bu tazminatı kişiye ödeyeceksin demesi mümkündür.
- Kararın yerine getirilmeside iki dava bakımından farklıdır. Tam yargı davası red edilirse ne olur? Eğer ön koşul eksikliği nedeniyle red edilmişse eksiklik giderilerek tekrar dava açılabilir. Esastan red edilmişse davacının aynı nedene dayanarak aynı konuda bir tam yargı davası açması mümkün değildir. Dava kabul edilirse mahkeme haksızlığın giderilmesine karar verir. Karar idarece nasıl yerine getirilir? Kararın yerine getirilmesinde yani belli bir miktar içeren tam yergı davası kararının bir başka deyişle tazminat içeren kararın yerine getirilmesi genel hükümlere göre olur. Eğer idare mahkeme kararını yerine getirmezse kararın yerine getirilmesi için icra dairesine başvurmak gerekir. bu durumda icra dairesi haciz dışında kalan yolları kullanır. Çünkü kamu malları haciz edilemez. Yargıtayın içtihadına göre de kamu hizmetine tahsis edilmiş belediye alacakları haciz edilemez.








II.DÖNEM
01/03/2007

İdari işlemin hukuka uygunluğunun değerlendirmesi zamanı idari işlemin yapıldığı tarihteki hukuka uygunluğu değerlendirilir. Anayasa mahkemesinin vermiş olduğu iptal kararı resmi gazetede yayınlandığı tarihten itibaren uygunlanmaya başlar. Şöyle bir sorun var Anayasa Mahkemesinin verdiği gerekçeli karar resmi gazetede yayınlanmadan önce idari yargı yeri bu kanuna dayanarak yaptığı işlemleri iptal edebilir mi? Bu konuda Danıştayın içtihadı birleştirme kararı var. Danıştayın içtihadı Anayasa mahkemesinin iptal kararı yayınlanmadan diğer idari mahkemelerin kanuna dayanarak yaptıkları işlemleri iptal etme yetkisine sahiptir. Yani iptal kararının resmi gazetede yayınlanmasına gerek yoktur. Eğer yasa Anayasa Mahkemesinde iptal edilmiş diğer mahkemeler kanuna dayanarak bir takım işlemler yapmışsa bu işlemleri henüz resmi gazeteyi beklemeden idari yargı yeri buna dayanarak yapılan işlemleri iptal eder. Bu yasaya dayanarak yapılan işlem hukuka aykırı ise bu durumda iptal edilir. Önemli olan bunun resmi gazetede yayınlamasının beklenmemesidir.

İdari Yargılama Yönteminin Özellikleri :

İlk dönem kaynaklar konusunda da üstünde durmuştuk. 5277 sayılı yasa çıkmadan önce ki dönemde 521 sayılı önceki Danıştay kanununda usul hükümleri yer alıyordu ama bir dağınıklık söz konusuydu. Çünkü hem 521 sayılı sayılı Danıştay kanunu yürürlükteydi hemde vergi usul kanunu uygulanıyordu. İtiraz komisyonunda temyiz komisyonunda uygulanan prosedür yöntem bakımından vergi usul kanunu uygulanıyordu. Ama kaynaklar bakımından önemli bir durum vardır. Vergi usul kanunu bakımından esasen idari yargılama yöntemini düzenleyen yöntemleri ilkeleri kuralları içeriyor. Bunun dışında idari yargılama usul kanunu bazı hususlarda Hukuk Usulu Muhakemesi Kanuna göndermeler bulunmuştur kendi düzenlemediği konularda. HUMK da idari yargılama yönteminde idari yargılama usul kanununa göndermede bulunduğu ölçüde geçerlidir. Vergi uyuşmazlıklarında vergi usul kanunun hükümleri uygulanmaya devam ediyor. Esasen kaynaklar üzerinde durulduğu gibi 1982 yılında çıkarılmış olan yasalar HUMK ve vergi usul kanunu ve bide idari yargıla usul kanunun yürürlüğe girmesinden sonra çıkarılan bazı yasalar anayasa aykırı görmediği bazı yasalar özellikle yöntem konusunda ana kuraldan ayrılabilecek özel nitelikte bazı kurallar içeriyor. Temelleri nedir idari yargılama usul kanunlarının? En önemli temel niteliği yazılı olmasıdır. Yazılılık neyi ifade ediyor? Yargılama işlevinin prosedürünün nerdeyse çoğu durumunun tümünün yazılı olması yani dosya üzerinden yürütülmesi. İdari yargıda davanın yürütülmesi birçok durumda dosya üzerinden inceleme yapılır. Yani sözlü yargılama yönteminin uygulanabilmesi için yasanın açıkça düzenlemesi gerekir. Bu durumda idari yargıda sözlü yargılama sistemi uygulanır. Onun dışında prosedür yazılıdır. Örneğin davanın duruşmalı olarak görülebilmesi için mutlaka yasada belirtilen koşulların gerçekleşmesi gerekir. dolayısıyla bu önemli bir husus. İkinci temel niteliği ise kendiliğinden inceleme yetkisi. İdari yargı organlarının resen inceleme yetkisinin bulunmasıdır. Bu neyi ifade ediyor? Hukuk yargılama yönteminde davayı yargılamayı taraflar yönetir yani yargıç tarafların ancak isteğiyle hareket eder taraflerın talepleri ölçüsünde hareket eder. İdari yargılama yönteminde yargıcın bu şekilde pasif bir durumu söz konusu değildir. İdari yargılama usulunde davayı yargıç yönetir. Yani yargış davanın yürütülmesinde kanıt araştırılmasında resen hareket edebilme yetkisine sahiptir. Yargıç taraflardan kendi sundukları bilgi ve belgeler dışında ek bilgi ve belge isteyebilir dahası idari davalarda kanıtların çoğu idarenin elinde bulunduğu için ilgili kişinin davacının bunlara ulaşma imkanı olmadığı için idareden bu bilgi ve belgeleri isteyebilir idareden işlemin gerekçesini bildirmesini isteyebilir ve idare bunları yerine getirmek zorundadır. İdare yargıçın mahkemenin talebine rağmen bu bilgi ve belgeleri göndermiyosa bu durum davacının lehinde değerlendirirlir. Mesela bir sınav kağıdına ilişkin uyuşmazlıkta mahkeme sınav kağıdını istemesine rağmen idare okul yönetimi kaybolduğundan bahisle sınav kağıdını göndermiyorsa bu durum ilgili davacının lehinde değerlendiriliyor ilgilinin iddialarının doğru oldu yönünde değerlendirilir. Dolayısıyla yargıcın idari davada aktif bir rolü bulunmaktadır yargıç davayı yönetmektedir. Her iki taraftan da idareden de istediği bilgi ve belgeleri elde etmek olanağı vardır kanıtları daha ileri taşıma k geliştirmek olanağına veya hiç olmayan davacının talep ettiği belgeleri isteme olanağına sahiptir. Dolayısıyla bu anlamda idari yargılama yöntemini biraz daha ceza yargılama yöntemine benzetmek daha uygun olur. Bir başka önemli niteliğide savcılık kurumudur. Aslında gerçek anlamda bir savcılık kurumu değil kanunun sözcülüğü. İdari yargılam yönteminde önemli bir unsur kanun sözcüsüdür. Hakim ve savcılar yüksek kurulu kanunu değiştikten sonra kanun sözcüsü terimi çıkarıldı yasadan savcı terimi kondu. Ona uygun olarakta danıştay ve diğer idari yargı yasalarında da savcı terimi getirildi. Oysaki geerçek anlamda savcılık kurumuyla bir alakası yok çünkü burdaki savcı idareyi temsil etmemektedir. Yani idare adına konuşmamaktadır. Sadece dava dolayısıyla hukukun ne olduğunu söylemektedir. Kimseyi temsil etmemektedir. Sadece kanunun hukukun ne olduğunu söyleyen bir kişidir. Dolayısıyla bunu her ne kadar yanlış olarak savcılık olarak değiştirmiş olasa bile aslında sadece bu kanun sözcüsüdür. Fransada bu kanun sözcüsü olarak adlandırılmaktadır. Zaten bu anlamda savcılık kurumuda kanun sözcüğü kurumuda sadece Danıştayda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde vardır. Yani diğer idari yargı kuruluşlarında zaten kanun sözcüsüne yer verilmemiştir. Başka bir özellik olarak şunu söyleye biliriz ama artık bunun çok bir özellik olduğunu söylemek mümkün değildir bu eskisi gibi değilidir. Buda idari yargı alanının biraz daha az masraflı olduğu söyleniyor. Artık bunun uygulamada pek göremiyoz. Aslında diğer yargılama yöntemlerine bakılarak biraz daha az masraflı olduğunu görüyoruz. Çünkü yargıcın davayı yönetmesinden dolayı kanıtları kendisinin talep edebilmesi bilirkişi incelemesi keşif gibi unsurlara daha çok fazla yer verilmemesinden dolayı tabiki daha az masraflı olduğu söylenebilir. Ama yinede yasada avukatlık ücretinin vekalet ücretinin yargı yerinin hükmedebilmesi olması bu az masraflı olma ve iptal davasının amacıylada bağdaşmıyor çünkü davayı açan kişinin idari işleme karşı idari karara karşı davayı açan kişinin eğer haksız çıkarsa idare avukatının vekalet ücretine kendisini mahkum ettirme gibi bir korku karşısında dava açmaktan caydırıcı bir özelliği var bununda asla iptal davasının ana amacıyla bağdaştırmak çok fazla mümkün değil. Yani kısaca bu üç temel nitelik az masraflı olmayı bir tarafa bırakalım önemli olan yazılı olması, kendiliğinden resen inceleme yetkisinin bulunması ve kanun sözcüsü bunalr idari yargılama yönteminin üç temel özelliği olarak kabul edilir.

YARGICIN TARAFSIZLIĞI

Yargıcın sadece yasama organı karşısında yürütme organı karşısında bağımsız olması yetmez. Bide davalı karşısında davacı karşısında da tarafsız olmalı bağımsız olmalıdır. Bu ne ile sağlanıyor? HUMK yollamada bulunulduğu şekliyle aynen ordan aktarıldığı gibi yargıcın reddi ve yargıcın davaya bakmasının yasaklandığı hallerle sağlanıyor. İYUK 31 md. HUMK 28-29 md lerine göndermede bulunuyor. Ama yöntem konusunda İYUK kendi usulünü düzenliyor. Çekinme veya reddin hangi merci tarafından karara bağlanacağını kendi düzenliyor. Bu İYUK 56-57. maddelerinde çekinme ve reddin ne şekilde hangi yöntemle karara bağlanacağının yasa bizzat kendisi düzenliyor. Bu çekinme ve red hususları dışında aslında bizim ülkemizde de ve genel olarak kara avrupası sistemine dahil olan ülkelerde uygulanan danıştay tipi idari yargı örgütlenmesinin de genel olarak yargıcın tarafsızlığını sağlamadığı yönünde eleştiriler var iddialar var. Danıştay tipi idari yargı örgütlenmesinde özellikle ülkemizde ve fransada veya lüksemburgta uygulanan sistem danıştay tipi yargı sisteminin yargıcın tarafsızlığının tam olarak sağlamadığı yönünde bir takım eleştiriler var hatta sadece eleştirilerde değil daha önemlisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihadıylada doğrulanmış durumda bu eleştiriler çünkü avrupa insan hakları mahkemesi 1995 yılında Lüksenburg danıştayının bu şekilde bir yandan idari diğer yandan da yargısal görev aynı bizdeki gibi Fransadaki gibi diğer yandan da yargısal görev yapmış olmasını avrupa insan hakları mahkemesinin 6. md adil ve tarafsız yargılama ilkesine aykırı bulmuştur. Dolayısıyla Lüksemburgun 1995 yılındamahkum etmiştir tarafsızlığın zedelenmesi bakımından tabi her ne kadar idari işleri yerine getiren bölümle daire ile diğer daireler ayrılmış olsada daha önce bu hususta mahkemenin bir bütün olarak danıştayın bir bütün olarak yüksek bir yargı organı olarak daha önce açıkladığı görüşle kendisini bağlı saymayacağı yolunda mutlaka davacıda bir duraksama bir tereddüt ortaya çıkacaktır. Danıştay idari görüş bildiriyor mütehala bildiriyor. Dolayısıyla daha önce açıklamış olduğu bu görüşle yargıçların daha sonra etkilenip etkilenmeyeckleri kendilerini bağlı sayıp saymayacakları bir terreddüt konusudur. Bir duraksama konusudur. Bu duraksamanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre yargılamanın tarafsızlığına gölge düşürdü kanısındadır. Bu karar 1995 de verildikten sonra ülkemizde de uygulanan danıştay tipi yargı örgütlenmesi konusunda büyük tartışmalar başlamıştır. Hem idari iş hemde yargısal görev ifa ediyor olması. Bu tartışmalar halen devam etmektedir. HUMKtaki nedenler aynen geçerlidir İYUK tada. Yargıcın kendine ait veya yakınlarının davaya bakmasının nasıl yasaklandığı gibi burda da İYUK bu nedenler aynen geçerlidir. Bu yasak nedenlerinin bulunması durumunda yargıcın kendiliğinden çekinmesi gerekir. eğer yargıç kendiliğinden çekinmiyorsa o zaman bu ilerde yargının yenilenmesi durumunu karşımıza çıkarır. Tabi sadece çekinmeyle sınırlı değil bunun dışında başka yargıcın tarafsızlığını şüpheye düşürecek bir takım sebepler ortaya çıkabilir bu noktada da yargıcın reddi yetkisi tanınmıştır taraflara. Taraflar yargıcın reddi isteminde bulunabilirler. İşte yargıcın oy ve düşüncesini belli etmiş olması, taraflardan birine yol göstermişse, aralarında düşmanlık bir dava bulunuyorsa, 4. dereceye kadar civar hısımlarına aitse nedenlerinden HUMK sayılan 6 nedenden birisi gerçekleşmişse taraflar reddi hakim talebinde bulunabilirler. Reddi hakim bakımından tam bir kanıtlamaya gerek yoktur. sadece yargıcın red nedeninin muhtemel görünmesi red telebi için yeterlidir. bunu ne zaman yapılacağı konusunda da yine İYUK HUMK göndermede bulunduğu için burda da aynı şey geçerli diyebiliriz. Ama ordaki hukuk yargılama usuli ile idari yargılamadaki usul arasındaki farklılık hemen hemen pek aynı şeyleri söylemeye imkan vermiyor. Yani bu bakımdan yapılan yollamayı idari yargılama yöntemiyle pek bağdaştırmak biraz güçtür. Çümkü HUMK red nedenini bilen taraf en geç birinci oturumda ileri sürmesi gerekir daha sonra öğrenmişse dava sırasında ondan sonraki oturumda öne sürmesi gerekir. burada genelde yazılı prosedür idari yargılama yönteminde dolayısıyla birinci oturumda ikinci oturumda sürecek diye bişey söz konusu değil. Burda ne olacak? En geç red nedenini bilen tarafın idari bir davada en geç cevap süresi içinde reddi hakim talebinde bulunması gerekir. Eğer yargılama sırasında öğrenmişse reddi hakim sebebini yine kendisine tanınan cevap yada savunma süresi içinde mutlaka ileri sürmesi gerekir. Ne zamana kadar işte burda da hukuk yargılamasında olduğu gibi nihai karar verilene kadar. Kişiye mahkeme ne kadar cevap süresi vermişse o arada yada bir duruşma yapılıyorsa ve durumlar gerçekleşmişse o duruşmanın başında hiçbir işlem yapılmadan önce reddi hakim talebini öne sürmesi gerekir. bunun nasıl yapılacağı yani yöntemi İYUK 56 ve 57. md düzenliyor. Reddi hakim yöntemi nedir? Danıştayda görülen davalarla idare ve vergi mahkemelerinde görülen davalar farklı sonuçlandırıyor farklı değerlendirme yöntemi öngörüyor. Önce Danıştayda görülen davalar bakımından reddi hakim talebini organ nasıl değerlendiriyor nasıl sonuçlandırıyor. Eğer bir Danıştay dairesinde görülen bir dava sırasında reddi hakim talebi varsa red edilenlerin sayısı 2 ise eğer red edilen başkan veya üyelerin toplamı 2 ise o zaman daire diğer yedek üyelerle toplanarak reddi hakim konusunda kendisi karar veriyor. Eğer 2 den fazla ise danıştay ilgili dairesinde red talebinde bulunulan üye veya başkan 2 den fazla ise bu durumda iş uyuşmazlığın konusuna göre vergi davaları genel kuruluna veya idari dava daireleri kuruluna gidiyor. Demekki red talebinde bulunulan yargıç sayısı 2den fazla ise bu durumda ya idari dava daireleri genel kuruluna gidiyor veya vergi dava daireleri genel kuruluna gidiyor. Bu kurullar reddi hakim talebinin veya çekinme talebinin yerinde olup olmadığını karar veriyor. Eğer bir başka durumda şu gene bazı davalar idari dava daireleri genel kuruluna yada vergi dava daireleri genel kuruluna gidiyor. Bu kurullarda reddi hakim talebinde bulunulmuşsa bu durumda da başka dairelerden kurula üye tamamlanarak reddi hakim talebini bu kurul değerlendirir. Yasa da şöyle bir yasaklayıcı durum var genel kurulun toplanmasını engelleyecek şekilde reddi hakim talebinde bulunulamaz. Bu kurulun teşekkül etmesini toplanmasını etkileyecek biçimde reddi hakim talebinde bulunulursa yasa bunu yasaklamıştır. Danıştayda bide tetkik hakim ve tetkik savcıları var. Bunlar hakkında da reddi hakim ileri sürülebilir. Veya bu tetkik hakim ve savcıları gerekçe göstererek neden göstererek davadan çekine bilir. Bu talebleride ilgili daire bu hakim ve savcıların bağlı bulundukları ilgili daire inceler. Dolayısıyla Danıştaydaki durum bu şekildedir. Eğer idare veya vergi mahkemelerinde böyle bir durum ortaya çıkmışsa bunu hangi yargı organı nasıl karara bağlayacak? Öncelikle tek yargıçla bakılan davalar düzenlenmiş bazı davalara tek yargıçla bakılır. Tek yargıçla görülen davalarda yargıcın reddi talebinde bulunulmuşsa bu durumda yargıcın bağlı olduğu mahkeme tarafından reddi hakim konusunda bir karar verilir. Eğer kurul olarak görülen işlerde veya mahkemenin kurul olarak toplandığı idare yada vergi mahkemesinin kurul olarak toplandığı reddi hakim talebinde bulunulmuşsa mahkeme yada o üyenin katılmadığı şekilde yedek üyeyle toplanarak idare yada vergi mahkemesi bu konuda karar alır. Eğer idare mahkemesinde veya vergi mahkemesinde reddedilenlerin sayısı birden fazla ise o yargı çevresi içinde bulunduğu bölge idare mahkemesi red kararı alır. Kendi yargı çevresi içinde farklı bir bölge idare mahkemesinin görev alanı içindeyse Danıştay karar verir. Sonucu nedir? Burda hukuk yargılama farklı bir sonucu vardır. Nedir çekinmenin ve reddin sonucu hakim o davaya bakamaz. İYUKta şöyle bir düzenleme vardır : reddi hakim konusunda bölge idare mahkemesi karar vermişse esasınıda bölge idare mahkemesi kararlaştırır. Eğer Danıştay karar vermişse esasınıda Danıştay kararlaştırır. Reddi hakim konusunda Danıştay vergi ve idare dava daireleri genel kurulu karar vermişse esasınıda bu kurullar kararlaştırır. Reddi hakim konusunda bir üst yargı mercine gidilirse bu durumnda davayıda merci sonuçlandırır. Bölge idare mahkemesine gidilmişsebölge idare mahkemesi danıştaya gidilmişse danıştay eğer genel kurullara gidilmişse genel kurullar işin esasını karara bağlar. Red talebine ilişkin kararı temyiz edilebilir bir karardır dolayısıyla kural burda da aynen geçerlidir.


GÖREV ve YETKİ

Görev ve yetki önemli bir sorundur. Hem diğer yargı düzenleriyle hemde aynı yargı düzeni içinde görev ve yetki sorunu. Görev esasen davanın konu itibariyle hangi mahkemede görülebileceği kuralları içeriyor. Yetki sorunu ise yer yönünden görevli mahkemenin hangisi olacağını belirleyen saptayan kuralları içeriyor. Yer yönünden hangi mahkeme yetkilidir. Görev sorunu hem idari yargı düzeni içinde hem danıştayda alt düzeydeki idare vergi mahkemeleri arasında olabileceği gibi idare mahkemeleri arasında da vergi mahkemeleri arasında da olabilir. Oysa yetki sorunu sadece alt düzeydeki mahkemeler arasında çıkarılabilir. Yetki sorununun ortaya çıkması için aynı türden birden çok mahkemenin bulunması gerekir. danıştaydan askeri yüksek idaresi mahkemesi bakımından böyle bir sorun çıkması söz konusu değildir. Yetki sorunu sadece idare mahkemeleri veya vergi mahkemeleri arasında söz konusu olabilir.

GÖREV =>

Görev bakımından 1982 de ki reform düzeyindeki düzenleme yapılana kadar eski 521 sayılı Danıştay kanunu yürürlükte olduğu sürede Danıştay genel görevli bir yargı organıydı. Hem ilk derece hemde temyiz yeri olarak görev yapan bir mahkeme durumundaydı. Daha sonra 1982 de 2576 2577 yasalar çıkarıldıktan sonra ve ilk derece yargı organları ihdas edildikten sonra artık danışatyın genel görevli olma sıfatı sona ermiştir. Bu alanda genel görevli mahkeme idare mahkemeleri olmuştur. Yasanın açık hükmüde böyledir. Yani idare mahkemeleri ilk derece yargı yeri olarak Danıştayın ve ergi mahkemelerinin görev alanına girmeyen davalarda genel görevli yargı yeridir. İdare mahkemeleri genel görevli mahkemedir. Danıştayın görevleri nasıl düzenlenmiştir yasada? Şuanki yasada danıştayın görevli oldu davalar bir ilk derece olduğu davalar var bide temyiz yeri olarak danıştayın görevli olduğu yerler var. Danıştayın ilk derece yargı yeri olarak davaya baktığı yerler önemlidir. Danıştayın ilk derece yeri olarak baktığı davalar. Danıştay kanunun 24. md. de düzenlenmiştir. Danıştay önceden ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalar önceden fazla iken şimdiki yeni yasal düzenleme ile bayağı sınırlandırmıştır. *Bakanlar Kurulu kararları, bakanlıkların düzenleyici işlemleri var, *Diğer kamu kurum ve kuruluşlarının veya kamu kurumu niteliğinde olan meslek kuruluşlarının ama ülke çapında uygulanan mesela bir üniversitenin yönetmeliği bu düzenlemenin içine girmez. Çünkü ülke çapında uygulanan düzenleyici işlemler karşı açılacak davalrda açılacak davalarda Danıştayda açılır. Demek ki kamu kurum ve kuruluşlarının düzenleyici işlemleri ülke çapında uygulanıyorsa Danışayda dava açılıyor. *Müşterek kararnameler. Bu hususta 2004 yılında değişiklik yapıldı. Önceden tüm müşterek kararname ile atanan kişilerin üst düzey bürokratların kararnamelerine ilişkin davaların hepsi önceden Danıştayda görülüyordu. Bu düzenleme daha kısıtlandı daha sınırlandı şuanda başbakanlıklar bakanlıklar ve kamu kurum ve kuruluşlarının sadece müsteşar düzeyinde olan müşterek kararnameleri ancak danıştaya gidebiliyor. Daha 2004 den önceki düzenlemede daha 2000 yılında yapılmıştı ve kısıtlanmıştı fakat 2000 yılındaki düzenlemede daha henüz genel müdürlerde vardı daire başkanlarıda vardı bunların kararnameleride Danıştaya gidiyordu ama bu son düzenlemeyle müsteşarların atanmasıyla ilişkin müşterek kararnamelere karşı açılacak olan davalar Danıştaya gidiliyor. Dolayısıyla buda bayağı bir sınırlandırma getirmiştir. Daha önceden başbakanca alınan kararlar bile Danıştaya gidiyordu veya Başbakanın imzasıyla tekemmül etmiş olan bütün işlemlere karşı açılan davaların hepsi danıştaya gidiyordu. Birden çok idare mahkemesinin veya vergi mahkemesinin yetki alanına giren davalar. İdari yargı alanında yetki konusunda birden çok yetkili mahkeme olamaz. Bu hükmün konulma nedenide budur danıştay kanununda. Birden çok mahkeme bir konuda yetkili olamaz bunadan dolayı birden çok idare mahkemesinin veya vergi mahkemesinin yetki alanına giren davalar Danıştayda görülür bu nasıl olabilir? Bu uygulamada en çok özelleştirme konusunda karşımıza çıkıyor işte özelleştirme yüksek kurulunun mesela almış olduğu kararlarda mesela birden çok taşınmazı bulunan değişik yerlerde değişik coğrafi alanlarda taşınmazı bulunan bir kuruluşun özelleştirilmesi durumunda özelleştirme kararına karşı açılacak olan dava bakımından kural olarakl taşımazın bulunduğu yerdeki idare mahkemesi yetkilidir. Ama bu durumu engellemek için değişik yerlerde değişik davalar açılması ve hatta değişik kararlar çıkmasını engellemek bakımından dolayısıyla böyle bir durumda birden çok kuruluşun veya birden çok taşınmazı bulunan bir kuruluşun özelleştirilmesi halinde açılacak dava Danıştayda açılır bu hüküm gereğince. Danıştay idari dairesi tarafından veya idari işler kurulunun vermiş olduğu kararlara dayanılarak tesis edilmiş olan işlemlere karşı açılacak olan davalarda yine danıştayda açılır bide Danıştay yüksek disiplin kurulu kararlarına karşıda ilk derece yeri olarak danıştayda görülür. Bunların dışında da tahkim yolu öngörülmemiş olan bir kamu hizmetinin yürütmesi nedeniyle yapılan bir idari sözleşmelerden dolayı tarafların arasında çıkan uyuşmazlıktan dolayı davalar var. Kamu hizmetlerine ilişkin tahkim yolu öngörülmeyen idari sözleşmeden doğan davalar da da Danıştayın ilk derece yargı yeri olarak bakması gerekir. bu kanunun 24. md bakımından. Bunun dışında kalan ve yasayla vergi mahkemelerinin görev alanına giremeyen davalarada idare mahkemeleri bakıyor. İdare mahkemeleri demekki iptal davalarına tam yargı davalarına yasayla başka bir merciye bırakılmamış olan davalara genel görevli mahkeme olarak bakıyor. Yasada 6. md. vergi mahkemelerinin görev alanıda yine aynı şekilde düzenlenmiş yine burda vergi resim harçlara ilişkin uyuşmazlıklar gümrük idaresi tarafından tahsil edilen vergileri, resimlere ilişkin uyuşmazlıklar ödeme emrinin düzenlenmesine 6183 sayılı amme alacaklarının usulü hakkındaki kanun hakkındaki uyuşmazlıklar yani bir kamu alacağının tahsiline ilişkin uyuşmazlıklar dolayısıyla vergi mahkemelerinin görev alanına giriyor. Çünkü idare mahkemesi genel görevli olduğuna göre Danıştayın ki belirtilmesi lazım vergi mahkemelerinin kinin belirtilmesi lazım oda 6. md belirtilmiştir. Görev konusunda her yasada sayılmasına rağmen sarahatle belirlenmesine rağmen her durumda kolaylıkla görev alanını tesbit etmek kolay değildir. Mutlaka bir takım görev uyuşmazlıkları karşımıza çıkıyordur. Görev uyuşmazlığı Danıştayla alt düzey mahkemeleri arasında olabileceği gibi idare mahkemeleriyle vergi mahkemeleri arasında da ortaya çıkabilir ve hatta idare mahkemelerinin kendi arasında görev uyuşmazlığı çıkabilir. Vergi mahkemelerinin kendi arasında uyuşmazlık çıkabilir. Görev konusu sadece nerde yargılacağını belirtiyor. Zaten açıkça yasada belirtilmiş vergi ve vergi mahkemesi danıştayın görevi dışında kalan idare mahkemesinde açılacağı. Uyuşmazlık çıkabilir ancak şu durumda ortaya çıkabilir. Aynı konu üzerinde açılacak dava bakımından görev uyuşmazlığı ancak o yargı çevresinde birden çok idari yargı yeri varsa mesela büyük yerlerde 1. nolu idare mahkemesi 2. nolu idare mahkemesi 3. nolu idare mahkemesi gibi birden çok veya 1nolu 2 nolu 3 nolu vergi mahkemesi gibi eğer birden çok idare mahkemesi varsa oyargı çevresinde birden çok vergi mahkemesi varsa ancak durumda iki idare mahkemesi ya iki vergi mahkemesi arasında görev uyuşmazlığı çıkabilir. Yoksa normalde idare mahkemesinde vergi mahkemesinde görev uyuşmazlığı çıkması mümkün değildir. Dolayısıyla esasen nerde çıkabilir? Danıştayla alt düzey mahkemeleri arasında idare ile vergi mahkemeleri arasında. Yani konu idari dava konusu olabilecek bir konumudur yoksa vergi uyuşmazlığı türünden bir uyuşmazlıkmıdır bu bakımdan bir idare mahkemesine bir vergi mahkemesinde görev uyuşmazlığı çıkabilir. Bu çıkabildiği gibi danıştayın kendi daireleri arasında da uyuşmazlık çıkabilir. Çünkü ilk derece yargı yeri olarak Danıştayın baktığı davalae vardır. Danıştayın kendi daireleri arasında da uyuşmazlık çıkabilir. Normalde uygulamada pek rastlanan bir durum olmasada çıktığıda olmaktadır. Normalde danıştaya giden davalarda davanın konusu itibariyle hangi daireye gideceğini bir büro danıştay genel sekreterinin yönetiminde olan bir büro var. O bürodan ilgili daireye gönderiliyor. Olaki daire bu uyuşmazlığın bu dava konusunun kendi görev alanına girmediği iddiasında bulunabilir. Dosyayı başka bir daireye gönderebilir görevsizlik kararı vererek o dairede kendisininde görevli olmadığını iddia edebilir. Bu şekilde bir görev uyuşmazlığı çıkabilir. Bu danıştay içindeki görev uyuşmazlığını kim çözecektir? Bunu Danıştay başkanlar kurulu çözüyor. Danıştay daire başkanlarını oluşturduğu bir başkanlar kurulu var bu kurul görev uyuşmazlığını kesin olarak çözüyor. Asıl karşılaşılan husus idare mahkemeleriyle vergi mahkemeleri arasında uyuşmazlıktır. Normalde bir idare mahkemesi iki tür görevsizlik kararı verebilir. Bitanesinde konunun idari yargının görev alanına girmediğini belirtebilir. Bu durumda zaten görevsizlik kararı vermez aslında davayı görev yönünden red eder. Eğer konu idari yargının görev alanına girmiyorsa davayı görev yönünden iptal eder. Ama idare mahkemesi davanın dava konusunun idari yargının görev alanına girdiğini fakat kendi görev alanına girmediğini belirtirse bu durumda görevsizlik kararı verir ve dava dosyasını görevli olduğunu düşündüğü mahkemeye mesela vergi mahkemesine gönderir. Eğer bu mahkemede kendinin görevli olmadığı iddiasında bulunursa buda görevsizlik kararı vererek dosyayı idare mahkemesine gönderir. Böylece iki mahkeme arasında görev uyuşmazlığı da ortaya çıkmış olur. Bunu çözümü için iki yol öngörülmüştür. Birincisi bu idare makemesiyle vergi mahkemesi aynı bölge idare mahkemesinin yargı çevresinde bulunuyorsa o zaman bu uyuşmazlığı kesin olarak bölge idare mahkemesi giderir. Ama eğer bu idare mahkemesiyle bu vergi mahkemesi aynı bölge idare mahkemesinin çevresi alanında bulunmuyorsa o zaman uyuşmazlığı Danıştay çözer. Ve danıştay görev uyuşmazlığını kesin olarak sonuçlandırır. Danıştayın bu tür görev uyuşmazlığına ilişkin olarak vermiş olduğu karar kesindir. Yani bu karara karşı direnme yoluna gitmesi mümkün değildir. Altaki mahkemenin direnme yoluna gitmesi mümkün değildir. Aynı türden bir mahkeme varsa mesela 1 nolu 2 nolu gibi vergi mahkemesi varsa aynı yargı çevresi içinde ve uyuşmazlık iki idare mahkemesi arasında veya iki vergi mahkemesi arasında çıkmışsa şöyle halledilir konunun türüne göre ya danıştay 3. dairesi vergiye ilikin isede danıştay 10. dairesi tarafından kesin olarak çözülür. Demekki görev uyuşmazlığına ilişikin olarak İYUKun getirmiş olduğu düzenleme ve uyuşmazlıkların bu türden çözülerek hallediliyor.
Danıştay ve alt düzeydeki mahkemeler arasında uyuşmazlık çıkarsa ne olur? Bu olabilirmi? Evet olabilir alt düzeydeki bir idare mahkemesinde veya vergi mahkemesinde dava açıldığında eğer mahkeme bu dava konusunun kendi görev alanına girmediğini ilk derece yargı yeri olarak danıştayın görev alanına girdiğini söylerse ne yapar? Bu dosyayı danıştaya gönderir ve danıştay eğer kendi görevli olduğunu düşünüyorsa yani mahkemenin iddiasını haklı buluyorsa davaya bakar ve davayı sonuçlandırır. Ama kendisinin görevli olmadığını düşünüyorsa Danıştay alt düzeydeki mahkemenin görevli olduğunu düşünüyorsa bu durumda dosyayı ilgili mahkemeye gönderir ve bu durumda mahkemenin davayı görmesi zorunludur. Bu bakımdan da direnme kararı alması mümkün değildir davaya bakmak zorundadır. Eğer alt düzeydeki mahkemenin görevli olduğunu düşünüyorsa danıştay. Bu sorunda bu şekilde çözülür.

YETKİ =>

Yer yönünden hangi mahkemenin görevli olduğunun sorununu ortaya çıkarıyor. Ve biraz önce dediğimiz gibi yetki sorunu sadece idare mahkemeleri ile vergi mahkemeleri arasında ortaya çıkabilir. İdare mahkemelerinin kendi arasında veya vergi mahkemelerinin kendi arasında ortaya çıkar. Yüksek mahkemelerde böyle bişey olmaz çünkü ülkede o yüksek mahkemden sadece bir tane var.

İdari Yargıda Öngörülen Yetki Kuralları

İdari yargıda bir genel yetki kuralı var bide özel yetki kuralları var. Genel yetki kuralı: eğer yasada davaya uyuşmazlığa kimin bakacağı hangi yargı organının bakacağı gösterilmemişse o uyuşmazlığa ilişkin olarak açılacak dava idari işlemi veya sözleşmeyi yapan idari kuruluşun bulunduğu yerdeki idare mahkemesinde açılır veya vergi mahkemesinde açılır. Bunun dışında birde yasanın öngörmüş olduğu özel yetki kuralları bulunmaktadır. Kamu görevlerine ilişkin açılmış olabilir, taşınmazlara ilişkin özel yetki kuralları öngörülmüştür bunu gibi bir takım özel yetki kuralları var. İdarede özel yetki genel yetkiyi kaldırır. Eğer bir dvaya ilişkin olarak bir uyuşmazlık türüne ilişkin olarak yasa özel bir yetki kuralı öngörmüşse bu durumda genel yetki kuralı uygulanmaz. Dolayısıyla yasanın öngörmüş olduğu özel yetki kuralı nerde davanın açılmasını öngörüyorsa davanın orda açılması gerekir. özellikle danıştayın ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalar bakımından sonradan bazı kanunlarla eklemeler yapılmıştır. Mesela rekabetin korunması hakkında kanun rekabet kurulu kararlarına karşı açılacak olan davalarda doğrudan doğruya danıştayı ilk derece mahkemesi olarak göstermiştir. Özel yetki kuralları bir kısım kamu yetkililerinin durumlarına göre öngörmüştür. Kamu görevlilerinin atanmaları yer değiştirmeleri halinde hangi mahkemenin görevli olduğu disiplin cezası tesis edildiğinde kamu görevlisi hakında hangi mahkemenin yetkili olduğu konusunda özel bir takım yetki kuralları öngörüyor. Mesela kamu görevlilkerinin atanmasına ilişkin olarak atanma kararnamesinin iptaline ilişkin ilgili kuruluşun atamayı yapan idari kuruluşun olduğu yerdeki idare mahkemesine disiplin cezalarına karşı sicil yükselmesi gibi işlemlerde ilgilinin görev yaptığı yer idare mahkemesinin görevli olduğuna ilişkin veya ilgilinin görevine son verilmesi halinde çekinmiş olması halinde son görev yaptığı yer idare mahkemesinin yetkili olduğuna ilişkin bir takım özel yetki kuralları içermiştir. İşte bunu gibi taşınmaz mallara ilişkin olarak uyuşmazlıklarda açılacak olacak tam yargı davalarında veya diğer tür davalarda esasen taşınmazın bulunduğu yerdeki mehkemenin yetkili olduğu yolunda hüküm sevk edilmiştir. Taşınmazın bulunduğu yerdeki mahkemenin yetkili bulunduğu belirtilmiştir. Bir taşınmaz olmayabilir birden çok tazınmaz olabilir. İşte bu durumda o yer mahkemesi değil danıştay yetkilidir. Tam yargı davaları bakımından hizmetin görüldüğü bir bayındır hizmetinden bir ulaştırma hizmetinden doğmuşsa hizmetin görüldüğü yer mahkemesinin olduğu idari sözleşmeye ilişkinse idari sözleşmeyi yapan kuruluş bulunduğu yer mahkemesinin görevli olduğun ilişkin bir takım yetki kuralları öngörülmüştür. Dolayısıyla bu tür özel yetki kurallarının öngörüldüğü mahkeme tarafınca davanın görülmesi gerekir. ama bu özel yetki kurallarına da rağmen bu aradaki ilişkiyede rağmen mazluplarında çıkması mümkündür. İki idare mahkemesi arasında veya iki vergi mahkemesi arasında buna rağmen yetki uyuşmazlığı çıkması mümkündür. Bu olumlu bir yetki uyuşmazlığı olabileceği gibi olumsuz bir yetki uyuşmazlığıda olabilir ki uygulamada olumlu yetki uyuşmazlığından daha çok olumsuz yetki uyuşmazlığına rastlıyoruz. Herbir mahkeme kendisinin yetkili olmadığını diğerinin yetkili olduğunu söylüyor. Bu halde yetki uyuşmazlığı nasıl çözümleniyor. Yetki uyuşmazlığı görev uyuşmazlığında olduğu gibi çözümleniyor. Eğer yetki uyuşmazlığına ilişkin olarak iki mahkemede aynı bölge idare mahkemesinin yargı çevresi içinde bulunuyorsa bölge idare mahkemesi tarafından diğer aynı yargı çevresi içinde bulunmuyorsa danıştay tarafından yetki uyuşmazlığı çözümleniyor. Sadece olumlu yetki uyuşmazlığı bakımından biraz daha farklı. Olumlu yetki uyuşmazlığında sorunun çözümü daha zor neden zor? olumsuz yetki uyuşmazlığında dava yargıçsız kalıyor. Dolayısıyla bölge idare mahkemesinine veya danıştaya başvuruyosunuz merci tayininde bulunuluyor. Olumlu yetki uyuşmazlığında durum biraz farklı çünkü olumlu görev uyuşmazlığında her iki mahkemede davanın kendi yetki alanına girdiğini söylüyor. Dolayısıyla davayı görmeye başlıyor ve yetkisizlik itirazında bulunmuş olmanıza rağmen mahkeme yetkisizlik itirazını kabul etmeyip yine davayı görmeye devam ediyor. Yetkisizlik itirazını red kararını da tek başına temyiz etmemiz mümkün değil dolayısıyla mahkeme davayı görmeyi devam ediyor. Zaten bu durumda iki mahkemeden herhangi birinin merci tayini için bölge idare mahkemesine ve Danıştaya başvurması mümkün değil. Çünkü her iki mahkemede kendini yetkili sayıyor. Bu durumda yapılacak tek şey var gerçi İYUK 4. md. mahkemelerinde merci tayini için bölge idare mahkemesine ve danıştaya başvurabileceğini söylüyor. Ama bu çok teorik gerçekleşmesi mümkün olmayan bir yoldur. Tek çözüm yolu ise ancak taraflar her iki mahkemede kendini yetkili sayarak davayı görmeye başladıktan sonra merci tayini için bölge idare mahkemesine veya Danıştaya başvurmasıdır. Taraflar başvurduktan sonra ancak bu yolun işlemesi mümkündür.
NOT: Taraflar anlaşarak yetkili mahkemeyi belirlemeleri mümkün değildir. İdari yargı çünkü kamu düzenine ilişkindir.
Taraflar mahkemeye yetki için başvurmasalar bile mahkeme bunu resen inceler.

Bir davanın görülmesine fiili bir engel yada hukuki bir engel çıkmış ise merci tayini çıkmış olabilir. Bir takım fiili engeller mesela doğa olayları deprem su baskını veya yargıcın ölmesi hastalanması ve yeni bir yargıcın hemen davaya bakamayacak olması durumlarında fiili engel söz konusu oluyor. Ve davanın görülmesini engellemiş oluyor. Adalet bakanlığını önerisi üzerine hakimler savcılar yüksek kurulunca bir yargıç görevlendirerek bu davanın görevlendirilmesi sağlanıyor. Hukuksal engelde çekinme dolayısıyla red dolayısıyla mahkemenin teşşekkül edemeyecek durumda olması durumunda bir hukuki engel ortaya çıkabilir bu durumda aynı yargı çevresinde aynı türden bir mahkeme varsa orda sonuçlandırması mümkündür. İdari yargıda da bu merci tayini aynen geçerlidir.
15/03/2007

NOT => İdare mahkemeleri ile vergi mahkemeleri arasındaki görev uyuşmazlığı konusunda uyuşmazlığın nerde çözümleneceği ve normalde iki idare mahkemesi ile iki vergi mahkemesi arasında uyuşmazlığın ne şekilde çıkabileceği konusunda küçük bir tekrar. Normal olarak görev uyuşmazlığı davanın konu itibariyle dağılımıyla ilgilidir. Dolayısıyla normal olarak görev uyuşmazlığı idare mahkemesi ile vergi mahkemesi arasında çıkabilir. Yani iki idare mahkemesi arasında iki vergi mahkemesi arasında görev uyuşmazlığı çıkması çok istisnai bir durumdur ve şu halde gerçekleşir aynı yetki çevresi içinde birden fazla idare mahkemesi varsa birden fazla vergi mahkemesi varsa ve davalar konu itibariyle bölüştürülmüşse bu idare mahkemeleri veya vergi mahkemeleri arasında ancak bu halde iki idare mahkemesi arasında bir görev uyuşmazlığı veya iki vergi mahkemesi arasında bir görev uyuşmazlığı çıkabilir. Bunun dışında çıkması mümkün değildir. Böyle olursa bu tür bir görev uyuşmazlığını kim çözer? İki idare mahkemesiyle iki vergi mahkemesi arasında veya bir vergi mahkemesiyle bir idare mahkemesinin arasındaki uyuşmazlığı aynı bölge idare mahkemesi çevresi içinde bulunuyorlarsa bölge idare mahkemesi tarafından çözülür ama ayrı bölge idare mahkemelerinin çevresi içinde bulunuyorlarsa bu durumda uyuşmazlığı Danıştay çözer. Danıştayda nerde çözülür? Eğer iki idare mahkemesi arasında veya iki vergi mahkemesi arasında uyuşmazlık çıkmışsa Danıştayın daireleri tarafından çözülür. Vergi uyuşmazlığı bakımından 3. daire tarafından çözülür idare mahkemeleri tarafında ki uyuşmazlığı da 10. daire tarafından çözülür. Ama bir vergi mahkemesiyle bir idare mahkemesi arasında farklı yetki çevrelerinde bulunan bu mahkemeler arasında yetki uyuşmazlığı çıkmışsa bunuda Danıştay Başkanlar Kurulu çözer. Nasıl ki iki Danıştay dairesi arasındaki uyuşmazlığı Danıştay Başkanlar Kurulu çözüyorsa farklı bölge idare mahkemelerinin yetki çevresinde bulunan bir idare mahkemesi ile bir vergi mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlığını Danıştay Başkanlar Kurulu çözer. Reddi hakimin ve hakimin çekinmesinin nasıl çözüleceği Danıştay ve bölge idare ve diğer idare ve vergi mahkemeleri üzerinde nasıl çözüleceği talebin kim tarfından nasıl çözüleceği sorununu 56 ve 57. madde hükümlerinde iyi derecede bilinmesi gerekiyor. İdare mahkemeleri bölge idare mahkemeleri düzeyinde bir yargıç red edilmişse yada çekinme talebinde bulunmuşsa mensup olduğu mahkeme tarafından birden fazla ise idare mahkemeleri düzeyinde bölge idare mahkemeleri tarafından eğer bölge idare mahkemelerinde birden fazla yargıç reddedilmişse veya çekinme talebinde bulunulmuşsa Danıştay tarafından çözülüyor. Yani idari yargı usulune ilişkin hususların daha çok bilinmesinde fayda var. Taraflar konusunda olduğu gibi.

İDARİ DAVALARDA TARAFLAR

Genellikle idari davalarda davalı idaredir. İptal davalarında tam yargı davalarında fakat idari sözleşmelerden doğan davalarda idare dışında bir özel hukuk kişisinin de davalı olma durumu vardır. Neden genelde idari davalarda davalı durumunda olan idaredir? Çünkü icrai karar alma yetkisi ve resen yürütme yetkisine sahip olan idaredir. Bundan dolayı idarenin almış olduğu bu tür kararlar kesin ve yürütülmesi gereken kararlar olduğundan dolayı genellikle idari davalarda davalı durumunda olan idaredir. Davanın nereye karşı kime karşı açılacağının yetkili doğru davalı idari kuruluşun seçilmeside belki davacı bakımından iptal davaları bakımından önemli değil fakat tam yargı davları bakımından önemlidir. Aynı kamu kuruluşunun organları birbirlerini dava edemezler. Aynı hiyerarşi içinde bulunan kuruluşların birbirlerini dava etmeleri olanakları yoktur. yani bir kaymakamın işte bir bakanlığın çıkarmul olduğu yönetmeliğin iptali için dava açma yetkisi yoktur kaymakamın veya valinin. Eğer kaymakamın veya valinin şahsi bir menfaati etkiler nitelikte değilse aynı hiyerarşi içinde fakat şu var farklı kamu tüzel kişileri birbirlerini dava etme yetkisine sahiptirler.

à Taraf Ehliyeti :
Burada idari kuruluşlar bakımından kamu tüzel kişileri ve özellikle tüzel kişilikleri olmayan kamu kuruluşlarının taraf ehliyetini nasıl değerlendirmek gerekir. Taraf olma ehliyeti medeni hukuktan da bildiğimiz gibi medeni haklardan yararlanma yeteneğine sahip olmanın bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Gerçek kişiler bakımından ayrı olarak değerlendirlmektedir. Sağ olarak doğma anından itibaren tüzel kişiler bakımından da tüzel kişiliğin kazanılmasına bağlıdır. Taraf ehliyeti tüzel kişiliğin hukukun ön gördüğü biçimde kurulmuş olmasına kişilik kazanmasına bağlıdır. Bu kişilik kazanıldıktan sonra tüzel kişilik taraf ehliyetini kullanabilir. Kamu tüzel kişileri bakımından baktığımız zaman kamu tüzel kişileride tüzel kişilik olduğuna göre taraf ehliyetini kullanırlar. Bir kamu tüzel kişiliğin tüzel kişiğinin var olup olmadığı onu kuran kamu kuruluşunun yasasında düzenlenir. Eğer bir kuruluş yasası yoksada o kamu kuruluşunu düzenleyen yasada kamu kuruluşuna ilişkin bulunan yasada bu kamu kuruluşunun tüzel kişiliği olup olmadığı hakkında bir hüküm bulmak mümkün olur. Bu tür kamu tüzel kişilerinin taraf ehliyetleri vardır. Dava ehliyetleride dava açma yetenekleride bulunmaktadır. Burda bir sorun bulunmamaktadır. Asıl sorun tüzel kişiliği olmayan kamu kuruluşlarının taraf ehliyetlerinin ve hatta dava ehliyetlerinin bulunup bulunmadığı noktasında düğümlenmektedir. Tüzel kişiliği olmayan kamu kuruluşları davada taraf olabilirler mi? Sorunu hukuk yargılamsından farklı düşünmek gerekir. Normal olarak özel hukuk hükümlerine göre düşünecek olursak tüzel kişiliği olmayan kuruluşun davada taraf ehliyeti yoktur. herhangi bir davada taraf olma ehliyeti yoktur. yani davalıda olamaz davacıda olamaz. Kural özel hukuk bakımından hukuk yargılaması bakımından düşündüğümüzde kamu kuruluşlarına eğer bu ilke çerçevesinde düşünecek olursak davada taraf olmaları mümkün değildir. Ancak idare hukukundaki durum bundan biraz daha farklıdır. Neden? İdare hukukunun yapısı gereği ilkeri gereği özelliklede idari davaların niteliği gereği durum bundan farklıdır. Bu hem fransız idare hukukunda hemde türk idare hukukunda durum böyledir. Ama sorunu nasıl ele almak lazım? İki dava türü arasında bir ayrım yaparak yani tam yargı davaları bakımından biraz daha farklı düşünmek lazım iptal davalrı bakımından biraz daha farklı düşünmek lazımdır. Tam yargı davaları açısından bakacak olursak tam yargı davaları bakımından normal adli yargıdaki davalar gibi tam yargı davası edim davasına nerdeyse aynısı sayılır dolayısıyla tam yargı davası bakımından taraf olma ehliyetinin bütn unsurlarını aynen aramak gerekir. tam yargı davası bakımından özel hukuk ilkelerine burada aynen uyulması gerekir çünkü tam yargı davası idari davalar içinde ayrı bir yere sahiptir. Çünkü tam yargı davası bir hak ihalaline dayanır. Dolayısıyla hak ihlaline dayandığından dolayı mahkeme davanın sonunda davalıyı bir borca bir tazminat ödemeye mahkum edebilir. Yani davalıya bir borç yükleyebilir. Dolayısıyla bu borcun yerine getirilmesi bakımından davalının mutlaka taraf olma ehliyetine sahip olması tüzel kişiliğinin bulunması gerekir. aksi halde çıkacak olan ilamın yerine getirilmesi dahi büyük güçlükler yaratır. Tam yargı davası bakımından demkki taraf olma ehliyetinin ve hatta dava ehliyetinin de bütün unsurlarının aranması gerekir. nitekim fransız danıştayı gerek türk danıştayının uygulamasıda bu yöndedir tam yargı davaları bakımından. İptal davalrı bakımından durum nasıl? Daha çok farklı olan iptal davalrı bakımından durum çok farklı neden iptal davalrı bakımından durumun çok farklı olması gerekiyor? Bu şundan dolayı iptal davasının niteliği iptal davasının amacı gereğince durumun farklı olması gerekir. taraf olma ehliyetinin ve hatta dava ehliyetinin tam olarak iptal davaları bakımından aranması idarenin hukuka uygun davranması bu amacın gerçekleşmesini engeller. Bu sebep iptal davasının amacının idarenin hukuka uygunluğunu sağlamak olması hukuka aykırı bir kararın düzenden kaldramasını sağlamak olmasından dolayı iptal davaları bakımından taraf ehliyetinin bu tür davalarda aranmadığı söylemek gerekir. Taraf olma ehliyeti bu tür davalarda iptal davaları bakımından aranmamaktadır. Bu nerden kaynaklanıyor? Taraf ehliyeti aranmaması ne demek tüzel kişiliği olmayan bir kamu kuruluşunda taraf olma ehliyeti var olarak kabul edilir. Türk ve Fransız Danıştayının uygulaması bu yönde yani danıştay içtihadı birleştirme kararında idari yargı organları tarafından dava gerek davalı durumda olan gerekse davacı durumda olan idarenin ehliyeti konusu üzerinde idarenin tüzel kişiliği üzerinde durulmuyor. Yani söz konusu kuruluşun tüzel kişiliği var mı yok mu davalı olan idari kuruluşun kişiliği varmı yokmu konusu üzerinde durmuyor idari yargı organları. Neden durmuyor? Çünkü iptal davaları nesnel davalardır. Yani aslında iptal davaları idari karara karşı açılmış olan nesnel bir davadır. Dolayısıyla belkide davalının hiç belirtilmesine gerek olmadığı söyleyebiliriz. Davalının kim olduğunun o kadar da önemi yoktur. tüzel kişiliğinin taraf ehliyetinin olup olmadığı bu konuda önemi yok. Öenmli olan idari karar hukuka aykırı idari kararın ortadan kaldırılması veya verdiği kararın hukuka uygunluğunun denetlenmesi önemli olan bu. Bu işlemi tesis etmiş olan idari kuruluşun tüzel kişiliğinin olup olmadığı fazla önemli değil. Tabi bu durum hemen gerçekleşmemiştir. Özel hukuktan farklı olarak bu gelişme 1970-71 yıllarına kadar Danıştayda normal olarak bu tür davaları ehliyet yönünden red etmiştir. Yani taraf ehliyeti 70 de önce özel hukuktaki gibi aranmıştır taki 1971 yılında danıştay 12. dairesinin ilk olarak vermiş olduğu kararla başlamıştır ve bu gelişme bu süreç herhangi bir idari kuruluşun kendi faaliyetinden doğan uyuşmazlıklar bakımından tüzel kişiliğinin olup olmadığı idare hukukunda önemli olmadığı danıştay 12. daire bu kararı 1974 yılında bir kararla tekrarlanmıştır. Ondan sonra 5. dairede farklı bir karar çıkmıştır. Bunun üzerine 1979 yılında danıştay bir içtihadı birleştirme kararı almıştır. Bu içtihadı birleştirme kararını 12. dairenin kararı doğrultusunda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla idari davalarda taraf olma ehliyetinin bir idari kuruluşun tüzel kişiliği bulunsada bulunmasada kendi yetki ve görev alanına giren işlere ilişkin olarak var olduğu kabul edilmiştir. Bu kabulun gerekçeside dediğimiz gibi iptal davasının niteliğidir. İptal davasının amacıdır. Danıştay 5. dairesini önüne gelen dava o zaman bir meslek odaları mimarlar odası gibi bunalrın tüzel kişiliği yok. Bu tür tüzel kişiliği olmayan meslek odalarının idari davalarda taraf ehliyeti ve dava ehliyetlerinin olup olmadığı konusunda o dönemde farklı kararlar çıkmıştır. Danıştayın içtihadı birleştirme kararı aldığı 1979 yılına kadar. Arada özellikle 5. daire çelişkisi şurdan doğuyor. 5. daire aslında tüzel kişiliği olmayan idari bir kuruluşun davalı olabileceğini kabul edebiliyodu.fakat dava ehliyetini kabul etmiyordu yani bir tüzel kişiliği olmayan bir tüzel kuruluş idari bir davada davalı olabilir dava ehliyeti yoktur dava açamaz. Tabi bu bir çelişkidir usul yönünden de bir çelişkidir. Çünkü içtihadı birleştirme kararlarında da belirtildiği gibi ilgili idarenin davanın bir aşamasında davalı olup diğer bir aşamasında davacı oalbilmesi söz konusudur.dolayısıyla bu eşitlik idari usul bakımından aykırı bu çelişkinin giderilmesi gerekiyordu. Dolayısıyla bu içtihadı birleştirme kararından sonra hem tüzel kişiliği olmayan kamu kuruluşlarının hemde diğer kuruşluşların hem davalı olabilecekleri davada hemde davacı olabilecekleri kabul edilmiştir. Kendi yetki ve görev alanlarına giren işler bakımından kendi faaliyetlernden doğan uyuşmazlıklar bakımından bu tür tüzel kişiliği olmayan kuruşların hem taraf ehliyetlerinin hemde dava ehliyetlerinin olduğu bu şekilde kabul edilmiştir. Ama her karar temyiz edilip Danıştaya gitmiyor. Dolayısyla bu dönemden sonraki içtihadı birleştirme kararı alındıktan sonraki dönemde alınan bazı idare mahkemesi kararlarına baktığımız zaman aslında uygulamda yine farklı diyebileceğimiz kararların çıktığını görüyoruz. Tabiki burda danıştayın içtihadı birleştirme kararının hukuka aykırı bir karar niteliğinde olması değil fakat bu özelleştirme konusunda özellikle sorun ortaya çıkmıştır. 4046 sayılı özelleştirme yasası gereğince özelleştirme idaresi başkanlığının tüzel kişiliği bulunmaktadır yasada açıkça özelleştirme idaresi başkanlığının tüzel kişiliği bulunduğu belirtilmektedir. Ancak özelleştirme idaresi başkanlığının dışında özelleştirme kararlarını alan bir özelleştirme yüksek kurulu bulunmaktadır başbakanın başkanlığında ve bazı bakanlarında katılmış olduğu özelleştirme yüksek kurulu bulunmaktadır. Özelleştirme yüksek kurulunun tüzel kişiliğinin bulunup bulunmadığı konusunda yasada açık bir hüküm yoktur. özelleştirme yüksek kurulu hem başbakanlıktan ayrı bir kuruluştur hemde özelleştirmesi idaresi başkanlığı içinde yer almakla birlikte asıl özelleştirme kararlarını alan icrai yürütülmesi gereken kararları alan kurul olmuştur. İşte bu özelleştirme yüksek kurulunun almış olduğu kararlara karşı açılacak iptal davalarında özelleştirme yüksek kurulunun taraf ehliyetinin gösterilip gösterilmeyeceği konusunda farklı idare mahkemesi kararları çıkmıştır. Bu durum hiçbir şekilde içtihadı birleştirmesi kararına halel getirmez çünkü ortada bir içtihadı birleştime kararı var yani husumet davalı olarak özelleştirme yüksek kurulu gösterildiği halde mahkeme kendiliğinden hususumeti özelleştirme yüksek kurulu yerine özelleştirme idaresi başkanlığına yönlendirmiştir. Tabi bu kararlar temyiz edilse mutlaka husumetinde Danıştay tarafından düzeltilmesi büyük muhtemeldir. Çünkü bu içtihadı birlkeştirme kararı gereğince ve danıştay daireleri kararı gereğince olsada olmasada bu kuruluşalrın taraf ehliyeti vardır ve dava ehliyetleride bulunmaktadır. Çok farklı bir kararda mesela özelleştirme konusunda konya idare mahkemesinden çıkmıştır. Özelleştirme yüksek kurulunun konyadaki pınar holding tesislerinin özelleştirilmesine ilişkin açılan bir iptal davasında konya idare mahkemeside doğruda doğruya başbakanlığa atfetmiştir. Yani özelleştirme başkanlığı idareside değil özelleştirme yüksek kurulu değil doğrudan doğruya düzeltme yaparak başbakanlığa atfetmiştir. Gerekçesinin ne olduğuna belirtilmemektedir. Ama yanlış bir karardır. Danıştay içtihatları göz önüne alındığında yanlış bir yönlendirmedir husumetin düzeltilemesi bakımından çünkü özelleştirme idaresi başkanlığına karşı bile yönlendirmeye gerek yoktur. çünkü özelleştirme yüksek kurulu tüzel kişiliği olmasada davalı olarak gösterilebilir. Ehliyeti vardır. Bunlar alt mahkemeler düzeyinde çıkmış olan kararlardır. İçtihadı birleştirme kararı gereğince tüzel kişilik idari kuruluşarın taraf olma ehliyetleri bakımında çok fazla önemli değildir. Tüzel kişiliği var olarak kabul edilir. Tam yargı davaları ile iptal davaları arasında da bir ayrım yapmak gerekiyor bu konu üzerinde.

à Dava Ehliyeti :
Medeni hakları kullanmaya yetkili kişilerin kullandıkları bir ehliyet. Gerçek kişiler bakımından hemde tüzel kişiler bakımından dava açma ehliyetini tüzel kişilerde kuruluş tüzüğünde yetkili organlar dava açma ehliyetini tüzel kişilik adına kullanırlar. Derneklerde sendikalarda federasyonalrda konfederasyonlarda tüzükte kimin yetkili olduğu temsile yetkili olan organın dava açma ehliyetinde kullandığını biliyoruz. Kamu tüzel kişilerinin dava ehliyetini nasıl kullandıklarını inceleyelim. Kamu tüzel kişilerinin temsile yetkili olan organ dava açma ehliyetini de yasayla belirtir. Mesela belediye tüzel kişiliğini kim temsil eder? Belediye başkanı temsil eder. İl özel idaresini vali temsil eder mesela köyü köy muhtarı temsil eder dolayısıya bu tür kuruluşları ilgilendiren davaları temsile yetkili kişiler açar. Üniversite de yürütme organı olan rektör yetkilidir. Üniversitenin davalarını da rektör açar. Özellikle bu genel hükümler dışında yürütme organlarının dava ehliyetini kullanmasına bu genel hükümlerin dışında bazı yasalarda özellikle kamu tüzel kişiliği yargı organları önünde düzene ilişkin yasal düzenlemeler bulunmaktadır. 3553 sayılı yasa özellikle kamu kuruluşlarının hukuk müşavirleri tarafından bakanlık hukuk müşavirleri tarafından temsiline ilişikin bazı özel düzenlemelerde öngörülmüştür. Ama genellikle kamu tüzel kişisinin dava ehliyetini kullanan yürütme organlarıdır.


Dava ehliyeti bakımından kamu kuruluşlarının üzerinde duruyoruz idare hukuku açısından ama bazı noktalarda bazı gerçek kişilerin durumu da idari davalar bakımndan dava açma ehliyetleri bakımından önemli olabiliyor. Mümeyyiz olan küçüklerin normalde dava açma ehliyetleri yok. Ama sadece kişiliklerine bağlı hakları kullanmaları bakımından yasala temsilcinin izni aranmıyor. Kişiliklerine bağlı hakları kullanmaları açısından mümeyyiz olan küçükler temsilcilerinin izni olmadan bu haklarını kullanabiliyorlar. Dolayısıyla temsilciliğin aracılığı olmadan dava açabiliyorlar. Tabi burda idari davalar bakımından yargı yerinin takdirini gerektiren bir husus şu kişiliğe bağlı hakkın değerlendirilmesi sorunu. İşte burda Danıştay kararının arasında birçok çelişki olmuştur. Mesela öğrenim hakkı var. Öğrenim hakkı konusunun kişiliğe bağlı haklardan olup olmadığı konusunda Danıştayın farklı dairelerinin farklı zamanlarda farklı kararlar çıkmıştır. Öğrenim hakkının kişiliğe bağlı haklardan olup olmadığı konusunda. Mesela sınıf geçme konusunda idari yargıda mümeyyiz olan bir küçüğün tek başına dava açma hakkı dava ehliyeti varmıdır yokmudur? İstikbalini ilgilendiren ve kişiliğine bağlı hak olan bir hak söz konusudur. Dolaysıyla bu durumda Danıştayın bazı kararlarında bu durumdaki küçüğün örneğin sınıf geçme kaydının silinmesi öğrenime ilişkin konularda tek başına bu hakkını kullanabileceği yasal temsilcinin izni olmadan aracılığı olmadan dava ehliyetinin kullanabileceği yolunda kararları var ama bunu red eden kararıda var.

à Davalı :
Özellikle idari kuruluşlar bakımından önemli olan husus daha çok burda düğümleniyor. Davalının davalı gösterme zorunluluğu varmıdır idari yargıda? Davalının tesbit edilmesi kamu düzenine ilişkin bir sorun mudur? Yanlış gösterilirse ne olur? Genel olarak idari yargıda idari davalarda da davalının gösterilmesi zorunludur. Diğer davalr bakımından da idari davalar bakımından da davalı gösterilmesi zorunludur. Davacı açısından davalının doğru gösterilmesi önemini kaybetmiş isede İYUK hükümlerinden davalı gösterilmesinin zorunlu olduğu sonucu çıkmaktadır. Kanunda 14. md. yargıç tarafından ilk inceleme aşamasında yapılacak olanlar sayıldığı durumda bu konularda yargıcın dikkat etmesi gereken gözden geçilmesi gereken hususlardan birininde davalının gösterilip gösterilmediğinin tesbit edilmesidir. Yine İYUK ta çıkan kararda yargı kararlarında her iki tarafında adlarının soyadlarının adreslerinin yer alması gerekliliği belirtiliyor. Ve bide 15. md. davalının yanlış gösterilmesi halinde yapılması gereken işlemler belirtiliyor. Dolayısıyla bu hükümler bir arada değerlendirildiğinde davalının gösterilmesinin zorunlu olduğu ortaya çıkıyor. Davalı gösterilmesi idari davalarda da zorunludur ama bu zorunluluğa uyulursa ne olur uyulmazsa ne olur o konuda yapılacak olanlar biraz farklıdır. Davanın hasım gösterilmeden açılması davacı tarafından mümkündür ama davacı hasım göstermeden davayı açmış ise bu durumda mahkeme kendiliğinden resen davalıyı belirtmek zorundadır. Bu tür idari davalarda genellikle davalı durumunda olan idaredir. Bir tek idari sözleşmeleden doğan davalarda davalının bir özel hukuk kişisi olması mümkündür. Davalının saptanması kamu düzenine ilişkin midir? Özel hukukta yargılama yönteminde davalının doğru gösterilmesi kamu düzeninden sayılmaz. Dolayısıyla mahkeme kendiliğinden resen doğru davalıyı tespit etme bu konudaki sorunu çözme yetkisine sahip değildir. Özel hukuktaki yargılama yönteminde bu sorun davalının doğru saptanması sorunu kamu düzenini ilgilendirmez. Burda durum aynı değil idari davalarda Danıştayın kararlarından içtihatlarından çıkan sonuca göre davalının saptanması ve doğru olarak saptanması kamu düzenini ilgilendirir. Mahkeme kendiliğinde ama istem üzerinede inceleyebilir hasmın doğru gösterilip gösterilmediğinide ama mahkeme kendiliğinden de resen davalının doğru gösterilip gösterilmediğini inceleyebilir araştırabilir ve bu sorunu kendiliğinden çözebilir. Taraflar istemesede mahkeme tarafların doğru gösterilip gösterilmediğini resen göz önüne alıp inceleme ve çözme yetkisine sahip kılınmıştır.

NOT : Davanın ilerleyen safhalarında davalının yanlış olduğunu anlaşılması üzerine yeni davalı belirtileterek davalı bakımından yapılan usul işlemlerinin yenilenmesi gerekir. ilk incelemeden sonra dava tekemmül ettikten sonra eğer davalının yanlış gösterildiği mahkeme tarafından tesbit edilecek olursa o ana kadar yapılmış olan usul işlemlerinin yenilenmesi gerekir.

Davalı somut olarak işlemi kesin surette icrai nitelikte yürütülebilir nitelikte tesis eden idari mercidir. Ama şu var bazı durumlarda işlemi tesis eden makam ile işlemi yürüten makam farklı olabilir. Eğer işlemi tesis eden makam ile işlemi yürütecek olan makam farklı ise bu durumda husumet kime yönetilmesi gerekir? husumetin işlemi yürütecek makama yönetilmesi gerekir. bu genel ilke çok önemlidir. Bunu her durumda saptamak kolay değildir. Mesela belediye encümeninin veya belediye meclisinin kararı var. Bu karara karşı iptal davası açıyoruz. Husumeti kime nereye yöneltmemiz gerekir? belediye başkanlığına yöneltmemiz gerekir. çünkü belediyenin yürütme organı belediye başkanlığıdır. Mesela üniversitede üniversite yönetim kurulu kararına karşı veya üniversite senatosuna karşı husumetin kime yöneltilmesi gerekir? rektörlüğe yöneltmemiz gerekir. eğer davalı yanlış gösterilmişse ne olur? Eğer davalı yanlı gösterilmişse 1973 yılına nkadar gelen uygulama şu şekildeydi dava Danıştay tarafından 30 gün süre verilerek doğru hasım göstererek dava açılmak üzere dava red ediliyordu ve başvuru sahibi davacı eğer 30 gün içinde davasını açarsa doğru hasım göstererek davayı ilk başvuru tarihinde açılmış kabul ediyordu. Bu durum davalrın yürütülmesini zorlaştırıyodu engeliyodu. İşte 1973 de yapılan bir değişiklikle o zamanki eski danıştay kanununda yapılan değişiklikle artık yanlış hasım gösterilen davada mahkemenin doğru hasma doğru davalıya tebliğ etmesi dava dilekçesinin doğru davalıya tebliğ etmesi yöntemi getirilmiştir. Yani mahkeme kendiliğinden resen davalının yanlış gösterilmesi durumunu düzeltme yetkisine sahip kılınmıştır. Dolayısıyla idari yargılama usul kanunun 15. md. bu düzenlemeyi benimsemiştir. Davalı yanlış gösterilmiş olsa dahi mahkeme kendiliğinde dava dilekçesini doğru davalıya tebliğ eder.

Husumetin yönlendirilmesi bakımından kamu kuruluşlarının durumu: Mesela cumhurbaşkanlığı. Cumhurbaşkanlığının kararlarına karşı açılacak olan davalarda kim hasım gösterilir? Cumhurbaşkanı iki tür işlem yapar. İdari kararlarını kararname biçiminde yapar ve ilgili bakanlığında yada bakanlarında imzası bulunur. Dolayısıyla cumhurbaşkanının bu tür idari kararlarına kararnamelerine karşı açılacak olan davalarda kararı yürütecek olan ilgili bakanlık hasım olarak gösterilir. Mesela kaymakamın atanma kararnamesine karşı açılacak olan davada cumhurbaşkanı imzalamıştır fakat kararı yürütecek olan bakanlık içişleri bakanlığıdır. Dolayısıyla dava içişleri bakanlığına karşı açılır. Eğer cumhurbaşkanının doğrudan doğruya tek başına yaptığı bir işlem söz konusu ise dava açılamaz. Çünkü yargı denetimi dışında bırakılmıştır. Cumhurbaşkanının tek başına yapmış olduğu işlemler yargı denetimi dışındadır.
Başbakanlıktaki durum. Burda bakanlar kurulu kararları var. Bakanlar kurulu kararlarına karşı kim hasım gösterilerek dava açılacak kararı yürütmekle görevli olan bakanlığa karşı dava açılır. Bu bakanlar kurulu kararını sağlık bakanlığı yürütecektir başka bir bakanlık yürütecektir deniyorsa o sağlık bakanlığına karşı bakanlar kurulu kararı hasım gösterilerek dava açılacaktır. Kararın yürütülmesi başbakanlık tarfından yapılacaksa bu durumda bakanlar kuruluna karşı başbakanlığa dava açılır. Başbakanın almış olduğu bizzat yapmış olduğu işlemelere karşı yapılacak olan davalarda da başbakanlık hasım göstererek dava açılır. Başbakanın başkanlık yaptığı bir takım kurullar vardır. Bazı bakanlarında katıldığı bir takım kurullar var. Mesela özelleştirme yüksek kurulu dolayısıyla bu tür kurulların almış oldu kararlarda kimin hasım gösterileceği konusunda Danıştay düzeyinde değil daha alt düzeyde idare mahkemeleri düzeyinde bir belirsizlik var bir çelişkili uygulama var. Çünlü bazı idare mahkemesi kararları işte bu tür kurulların almış oldukları kararlarda yerinde olmayarak başbakanlığı hasım göstermektedir. Bu kararı almış olan kurulun tüzel kişiliği olsun veya olmasın bu kurulun hasım olarak gösterilmesi gerekir. Bide başbakanlığa bağlı kuruluşlar var. Başbakanlığa bağlı kuruluşların almış oldukları kararlarda kime karşı dava açılacaktır? Başbakanlığın içinde yer alan kuruluşların kararlarına karşı açılan davalarda başbakanlık hasım gösterilir. Bağlı kuruluş statüsünde olan (mesela Devlet Planlama Teşkilatı gibi) kuruluşların kararına karşı açılacak davalarda bizzat bu bağlı kuruluş hasım olarak gösterilir. Onun dışında bakanlıklar düzeyinde kararı almış olan bakanlığa karşı dava açılır ama burda şunu söylemek lazım Bakanlık içinde aynı hiyerarşi içinde yer alan kuruluşların kararlarına karşı açılacak davalarda da bizzat bakanlık hasım gösterilecektir. Jandarma genel komutanlığın emniyet genel müdürlüğünün yapmış oldukları işlemlere karşı açılacak davalarda Jandarma genel komutanlığı değil emniyet genel müdürlüğü değil doğrudan doğruya içişleri bakanlığı hasım gösterilir. Merkezin taşra teşkilatında yer alması valilik ve kaymakanlıkların işlemlerine karşı açılacak davalarda bu kaymakamlık veya valilik hasım gösterilir. Yerinden yönetim kuruluşları bakımından mesela yerel yönetim kuruluşları bakımından belediye encümeni karar almışsa belediue meclisi karar almışsa belediye başkanlığına karşı açılır veya üniversite gibi bir kuruluş içerisinde yönetim kurulu senato kararlarına da karşıda rektörlüğe dava açılır. Yerel yönetimler üzerinde bir vesayet denetimi var vesayet makamlarınında almış oldukları bir takım kararlarda var. Yani yerel yönetim organı karar alıyor bu kararın yürürlüğe girmesi vesayet makamının onayını gerektiriyor. Yani ortada 2 karar bulunuyor. Dolayısıyla yerel yönetim organının vesayet makamınca onay gerektiren kararlarında husumetin kime yönlendirecektir? Eğer yerel yönetim organının almış olduğu karar vesayet makamının onayını gerektiren bir karar olsa dahi eğer yerel yönetim makamı vesayet makamının kararını benimsemişse bu durumda asıl işlemi yapmış olan yerel yönetim organı hasım göstererek dava açılmalıdır. Ama eğer yerel yönetim organı vesayet makamının onayını değiştirmek bakımından idari yargıda dava açmışsa benimsememişsse o zaman bu işleme karşı açılacak dava vesayet makamına karşı açılır. Yani esasen asıl işlemi yapmış olan kararı almış olan yerel yönetim organı gösterilir. Eğer yerel yönetim organı vesayet makamının almış olduğu kararı değiştirmek amacıyla idari yargıya başvurmuşsa bu durumda vesayet makamı hasım göstererek dava açılır. Birden çok kamu kuruluşunun birlikte hasım gösterilmesi mümkün müdür? Mesela birden çok bakanlığın birlikte hasım gösterilerek dava açılması mümkün müdür? Bu mümkündür. Birçok kamu kuruluşu birlikte davada hasım gösterilebilir. Yani aynı bir dava dolayısıyla ulaştırma bakanlığıda sağlık bakanlığıda başka bir genel müdürlükte birlikte hasım gösterilebilir. Danıştay bunu kabul etmektedir. Her ne kadar davalı idareler buna itiraz etselerde Danıştay birlikte husumeti kabul etmektedir. Birde KİT lerin durumu var. KİT ler bakımından husumet kime yönlendirilir? Kararı almış olan KİT karşı yöneltilir husumet. Eğer KİT ortaklıkları veya müesseleri varsa bunlar tarafıdan bir işlem yaılmış ise ve işlem için bir iptal davası açılmış ise bunda da müessede gösterilebilir hasım olarak KİT in kendide gösterilebilir. Bu konuda da ilgili müesse hasım gösterilerek yada KİT hasım gösterilerek dava açılması mümkündür. Dolayısıyla husumetin yönlendirilmesi konusunda somut durum budur.

29/03/2007

Genel olarak yabancıalrın idari dava açma konusunda Türkiye de nasıl dava açar? Yabancının konutu yoksa Türkiyede güvence göstermesi gerekir mi? Bu konuda aydınlatcı kaynağımız Danıştay içtihadıdır. Danıştayın bu konudaki içtihadı tam tersi yönde yani danıştay hukuk yargılama yönteminde olduğu gibi diğer mahkemelerde olduğu gibi yabancının Türkiyede konutu olmasada güvence gösterme ilkesini aramamaktadır. Buna ilişkin önemli bir karar var vatandaşlıktan çıkarma kararına karşı bir almanın açmış olduğu davada Danıştay konutuda olmadığı halde güvence gösterme ilkesini aramamıştır. Dolayısıyla bu içtihattan yola çıkarak genellikle idari yargıda yabancının dava açması konusunda komutuda yoksa güvence göstermesi ilkesinin uygulanmadığını söyleyebiliriz içtihaddan yola çıkarak.

à Davaya katılma : Hakkı veya borcu görülmekte olan bir davanın sonucuna bağlı olan üçüncü kişiler dava katılma talebinde bulanabilirler. Talepte bulunmaları otomatik olarak dava katılmaları anlamına gelmez bu talebin yargı yeri tarafından kabul edilmesi gerekir. bu usul bu sistem aynen idari yargıda da uygulanmaktadır. İdari yargıda uygulandığı şekliyle dava katılma genellikle uygulamada idarenin yanında davaya katılma şeklinde olmaktadır. Yani uygulamada karşılaştığımız türü genellikle idarenin yanında davaya katılma dolayısıyla özellikle iptal davaları bakımından işlemin iptalini önlemek bakımından hukuki durumun korunmasını muhafaza edilmesini sağlamak bakımından karşımıza çıkıyor. Davaya katılmanın genel olarak koşullarını zaten biliyosunuz. Üçüncü kişiler davaya katılma isteğini bildiriyorlar katıldıkları takdirde tarafla ancak birlikte hareket edebiliyorlar. Taraf niteliğini kazanmıyorlar dolayısıyla idari yargıda da aynen böyle katıldığı tarafta aynı istemde talepte bulunamıyor yani tek başına temyiz isteyemiyor veya tek başına karar düzeltmesi isteyemiyor tek başına duruşma isteyemiyor aynı şekilde ilgili tarafa yapılmış olan bildirimler davaya katılanada yapılabiliyor. Bu önemli bir nokta yine hukuk yargılama yönteminde olduğu gibi mahkemede karar asıl taraf adına veriliyor. Yani katılan taraf lehine veya aleyhine bir hüküm verilmesi burda da mümkün değil. Mahkeme masrafları tarafından da yine asıl taraflara yükletiliyor. Sadece davaya katılmadan doğan masrafları ilgili kişiye yükletilmesi olanak dahilinde burda o kadarda özgül bir durum yok. İYUK da bu konuda da HUMK na yollamada buluyor.

à Davanın İhbarı : davanın üçüncü kişiye veya kişilere bildirilmesi ne için bildirilmesi? Yardım etmesi için. Davayı yürüten tarafa yardım etmesi için yani ya davaya katılması için veya onun yerini alarak bizzat davayı yürütmesi için bir yardım talebinde bulunulması üçüncü kişye duyurulması. Maksat dava sonunda üzerine alabileceği bir sorumluluğu üçünücü kişilerle paylaşmak veya kişilerin karara itirazını peşinen önlemiş olmak. Davanın duyurulması eski danıştay kanununda yoktu. Ne eski danıştay kanunda düzenlenmişti nede HUMK na bir yollama yapılmamıştı. Ama uygulamada Danıştay tarafından uygulanıyordu ve idari yargılama usul kanunu bu konudaki boşluğu doldurmuş ve yine 31. maddede HUMK na da bu konuda yollamada bulunarak konu bir açıklık getirmiştir. Davanın duyurulması katılmadan daha geniş kapsamlı olduğu için yani olanakların çok fazla olmasından dolayı idari yargıda tümüyle uygulanması pek mümkün değildir. İdari yargıda uygulanabilecek bir kısmı genellikle duyuru yapılan kişinin davaya katılmasını sağlamaktan ibarettir. Yani davayı yürüten kişinin yerini alması prosedürleri burda çok uygulanması uygulamada pek fazla uygulanması mümkün olmayan hususlardır. Genellikle idari yargılama hukukunda davanın ihbarı yoluyla ilgili kişinin duyuru yapılan kişinin davaya katılması sağlanır. Tabi mahkeme tarafından kabul edilirse. Çünkü davanın duyurulması yoluyla otomatik olarak ilgili kişinin katılma isteminde bulunması onu otomatik biçimde davaya katmaz. Davanın duyurulması yönteminde de yine burda da üçüncü kişiler için duyuru yapılması söz konusudur. Açılmış olan mutlaka bir dava olması gerekiyor. Yani dava açılmadan veya karara bağlanmadan sonra davanın ihbarı duyurulması söz konusu değil. Ve yine hukuk yargılama yöntemin de de olduğu gibi burda da duyuru yapan kimsenin bir menfaatinin olup olmadığı hususunu mahkemenin kendiliğinden incelemesi söz konusu değil. Duyuru yapan tarafın menfaatinin bulunduğunu kendisinin tesbit etmesi takdir etmesi burda da yeterli. Esasen sonuçları bakımından katılmanın sonuçlarına benziyor ihbarın sonuçlarıda. Burda da eğer duyuru yapılan kimse sadece katılmayla yetiniyorsa katılmaya ilişkin kurallar uygulanıyor talepte bulunuyor mahkeme bu talebi kabul ederse katılıyor yok eğer davayı yürüten tarafın yerini almak istiyorsa bu durumda yine taraf niteliği kazanmıyor sadece onu temsil yetkisine sahip oluyor. Dolayısıyla burda idari yargılama yönteminde yerini alması çok fazla karşılaşılan bir yöntem değil. Daha çok özellikle davacının yanında yer alması davacının yanında davaya katılmasını sağlamak üzere davanın ihbarı yöntemi idari yargıda uygulanıyor.

DAVA AÇMA SÜRESİ

Bu konu çok önemli idari yargılama yönteminde. Şimdi idari yargılama yönteminde dava açma bildiğiniz gibi belli sürelere bağlanmıştır. Süre biraz sonra üzerinde duracağımız gibi hak düşürücü bir süredir. Belli bir iki istisna dışında bu süre geçtikten sonra işleme karşı dava açılması mümkün değildir. İşlemin dava edilmesi işlem hukuka aykırı bile olsa işlem artık bu andan sonra dava edilmesi mümkün değildir. Bunu gerekçesi nedeni nedir? İdari yargıda idari davalar bakımından dava açmanın bir süreye bağlanmasının belki daha önce idare hukukunda da üzerinde durmuştuk bi idare bakımından bide ilgili kişi fert birey bakımından önemi var. İdare bakımından önemi, idari işlemlerin idari kararların sürekli bir iptal tehdidi altında bulunması idarenin işleyişini olumsuz yönde etkiler. Dolayısıyla kamu hizmetlerinin görülmesini olumsuz yönde etkiler. Yani idari kararlarda idari işlemlerde istikrar dediğimiz veya idari işlemlerde kararlılık ilkesini istikrar ilkesini zedeler. Kamu hizmetinin, idarenin işleyişini olumsuz yönde etkiler. Dolayısıyla bir süreye bağlanmanın en temel gerekçeside aslında budur. Birey bakımından da tabiki önemi var. Birey bakımından önemi ne belli bir süre içinde düşünecek belli bir süre içinde kararın kendisi hakkında verilmiş olan kararın hukuka uygun olup olmadığını dava açıp açmamasının gerekip gerekmediğini bir zaman dilimi içinde bir müddet içinde ciddi olarak düşünecek ve karar verecek. Dava açıyım mı açmayım mı. Ama bildiğimiz gibi en temel gerekçe idare tarafından düşünülmüş olan gerekçedir. Yani idari işlemde istikrarı saplamak idarenin düzenli işleyişini korumak asıl gerekçe budur. Tabiki birey isteyebilir. Dava açma süresinin daha uzun olmasını 6 ay olmasını 1 yıl olmasını ama bu durum idare bakımından idarenin işleyişi bakımından mümkün değildir. Bizde İYUK da dava açma süresi bakımından idare mahkemeleri Danıştay ve vergi mahkemeleri arasında bir ayrıma gidilmiştir. Ayrım bazen uygulamada sorunlarada yol açmaktadır. Danıştayda idare mahkemelerinde 60 günlük bir dava açma süresi var. Vergi mahkemelerinde 30 günlük bir dava açma süresi var. Tabi idari yargılama usul kanunun 7. maddesinde belirtildiği gibi eğer yasalarda ayrı süre ön görülmemişse yasada ayrı süre öngörülmeyen hallerde danıştayda ve idare mahkemelerinde 60 vergi mahkemelerinde 30 gün bizde bu süre 60 güne 1982 yılında indi. 1938 den 1982 ye kadar 90 gündü bu süre 90 günlük süre 1982 yılında 60 güne indirildi. Oysa bu idari davanında idare hukukununda bütün özelliklerini hatta kurum olarak bütün özelliklerini aldığımız Fransada bu dava açma süreleri ta 1930 lardan beri 60 gün olarak uygulanıyor. 1982 yılında yapılan bu reform niteliğindeki düzenlemeler hem idari usul kanundaki düzenlemeler idare mahkemelerinin vergi mahkemelerinin kurulması bayağı bir düzen getirdi önceki zamanda hakem heyetleri itiraz komisyonları takdir komisyonları vs önünde çok farklı yargısal yetkiye sahip olan bu kurullar önünde çok farklı dava açma süreleri ön görülüyordu idari usul kanunu bunları yeteri kadar birbirine yanaştırdı. Tabi her ne kadar yakınlaştırmış olsada 60 günlük süre ile 30 günlük süre yinede uygulamada davanın vergi mahkemesinin mi yoksa idare mahkemesinin mi görev alanına girdiği kuşkusunu uyandırıyor. Bu durumda 30 gün geçirildikten sonra eğer dava gerçekten vergi mahkemesinin görev alanına giriyorsa ve orda açılmamışsa bundan sonra açılırsa vergi mahkemesine süre aşımı yönünden red edilebiliyor dava. Bu yüzden bu düzenleme bu şekilde devam ettiğine göre yapıalcak en güzel şey bir terreddüt bir kuşku duyuluyorsa o zaman gidip 30 günden önce vergi mahkemesinde davayı açmaktır veya idare mahkemesinde maksat 30 günlük süreyi geçirmemektir. Dava açma süresi idari dava bakımından kamu düzenini ilgilendire bir sorundur. Dolyısıyla davanın süresinde açılıp açılmadığını hem taraflar ileri sürebilir taraflar davanın her aşamasında ileri sürebilir karar alınana kadar ileri sürebilir hemde mahkeme davanın süresinde açılıp açılmadığını inceleyebilir. Zaten İYUK 14. md ilk inceleme aşamasında bakılacak ilk hususlardan biriside budur. Mahkeme davanın süresinde açılıp açılmadığını inceler davanın esasına girmeden önce eğer dava süresinde açılmamışsa süre aşımı söz konusu ise daha esasa girmeden ön koşullar yönüden davayı red eder. Dolayısıyla idari davalar bakımından süre davanın süresinde açılıp açılmadığı ön koşullar niteliğindedir, davanın ön koşullarındandır. Bu bakımdan hukuk yargılama yönteminden farklılaştığını söyleyebiliriz. Kaldıki hukuk mahkemeleri önünde görülen davalarda hakka uygulanan dava konusu hakka uygulanan zamanaşımı süresi dışında bir süre yoktur. Önemli olan bildiğimiz gibi hukuk mahkemesi hakka uygulanan zaman aşımı süresi içinde davayı açmaktır. Ama buna rağmen zamanaşımına uğramış bir hak ile ilgili bir dava açsak hukuk mahkemesinde mahkeme kendiliğinden davanını esasına geçmeden davayı red edemez. Zamanaşımına uğramış olsa bile hak bu ancak esasa girdikten sonra red söz konusu olur ama burda idari dava bakımından bu böyle değil mahkeme kendiliğinden davanın süresinde açılıp açılmadığını inceler karara bağlanana kadar. Dava nerde sonuşlanır? Temyiz aşamasında sonuçlanır. Karar düzeltmesi aşamasında eğer taraflar ileri sürerlerse davanın süresinde açılmadığını taraflardan biri. Bu konuda danıştayın bit içtihadı birleştirme kararı var. Davanın süresinde açılıp açılmadığını ne zaman nereye kadar nasıl denetlenebileceği incelenebileceği konusunda. Normalde ilk derece mahkemesinde dava sonuçlanana kadar yeni temyize gidene kadar ve karar düzeltmesi aşamasında taraflar ileri sürmeseler bile taraflar davanın zamanında açılmadığı savında bulunmasalar bile karar düzeltmesi aşamasında da danıştay bu durumu kendiliğinden dikkate alınabilecektir. Yani davanın süresinde açılıp açılmadığını danışltay karar düzeltmesi aşamasında da taraflar ileri sürmeselerde kendiliğinden resen inceleme yetkisine sahiptir. Bu durum mevzuatla yasal düzenleme ile çelişiyor neden çelişiyor? Çünkü bu içtihadı birleştirme kararını aldığı zaman Danıştayın 1974 de eski danıştay kanunun karar düzeltmesine ilişkin hükmü bugün kü İYUK 54. maddesinde aynen yer alıyor ve taraflarca karar düzeltmesi aşamasında danıştayın dava daireleri veya idare dava daireleri veya vergi dava daireleri genel kurulu yani kısaca Danıştay taraflarca ileri sürülen sebeplerle bağlıdır. Yasal düzenleme böyle. Demmekki karar düzeltmesi aşamasında tarafaşrın ileri sürdüğü sebeplerle bağlıdır. Şimdi eğer tarafların ileri sürdüğü sebeplerle bağlı ise Danıştay o zaman nasıl taraflar davanın süresi içinde açılmadığı savında bulunmadıkları hal de Danıştay bunu nasıl kendiliğinden dikkate alabilir kendiliğinden inceleme konusu yapabilir? Bunu bu yasal çerçeve içinde yapılmaması gerekir. ama böyle yapmıştır ve böyle uygulanması gerekmektedir. danıştayın bu konuda içtihadı birleştirme kararı var ve dolayısıyla karar düzeltmesi aşamasıylada taraflar böyle bir iddiada bulunmasalarda resen davanın süresinde açılıp açılmadığını danıştay inceliyor. Bu mevzuata yasal düzenlemeye ters düşen bir nokta. Bide zaman zaman Danıştayın bu ilkelere aykırı düşen yaklaşımları var. Şimdi yok hükmünde olan işlemler var biliyosunuz. Ve bu dava açma süresi bakımından en önemli istisnayıda bu oluşturuyor. Yoklukla malul olan işlemlere zaman sağlık kazandırmaz. Ne kadar zaman geçerse geçsin yoklukla malul olan bir işlem sağlık kazanmaz. Dolayısıyla yok hükmünde olan bir işleme dava açma süresinin uygulanması mümkün değildir. Dava açma süreleri geçirilmiş olsada ne kadar zaman geçmiş olursa olsun yok hükmünde olan bir işlemin iptali için daha doğrusu yok hükmünde olduğunun saptanması için bir dava açılması mümkündür. Tabi mecburen iptal davası açılacak bildiğimiz gibi tesbit davası idari yargıda uygulanamadığından dolayı neticede bir iptal davası açılacak ve yargı yeri işlemin yok hükmünde olduğunu saptadıktan sonra davayı red edecek. Çünkü normal olarak yok hükmünde olan bir işleme karşı dava açılması mümkün değil sadece işlemin yok hükmünde olduğunu saptayacak mahkeme ve davayı red edecek. Bu şekilde maksat işlemin yok hükmünde olduğunun saptanmasıdır. Bunun en sağlıklı yolu tesbit davasıdır. bu olmadığından dolayı neticede bir iptal davası gerekiyor. 1960 – 1970 arası dönemde Danıştayın bazı dairelerinin özellikle 6. dairenin bu tür işlemlerin yok hükmünde olan işlemlere karşı açılacak olan davaları süre yönünden red etttiği görülür. Bu genel olarak idare hukuku genel ilkelerine aykırı düşen bir uygulamaydı. 1970 den sonraki dönemde Danıştay olması gereken yolu seçmiş ve yok hükmünde olan bir işleme karşı açılan davanın süre ile bağlı olamksızın açılabileceğine karar vermiştir. Fransız Danıştayının eskiden beri uygulamasıda bu yöndedir ve olması gerekende budur. Dava açma süresinin en önemli istisnası budur. Dava açma süresi bakımından iki tür dava açma süresi uygulanıyor. 1- Genel dava açma süresi 2- Özel yasalarda belirtilen dava açma süresi.
Genel dava açma süresi, yasada başka türlü gösterilmemeişse idare mahkemesinde 60 gün ve vergi mahkemesinde 30 gündür.
Özel dava açma süreleri yönünden kanunlarda değişik hükümler var. Yani bu alandaki çeşitlilik tam olarak giderilmiş değildir. Mesela bunlardan önemli olanlardan bir tanesi 6183 sayılı Alacakları tahsil usulüne ilişkin kanun. Bu yasanın 58. maddesinde ödeme emrine karşı itiraz süresi 7 gündür. Vergi mahkemesine 7 gün içinde itiraz edilecek. Karışıklık yapan şu 7 gün içinde itiraz edileceğinden söz ediliyor davadan söz edilmiyor. Buda davalarda duraksamalara yol açıyor. 7 gün içinde nasıl itirazda bulunuluyor vergi mahkemesine ödeme emrine karşı? Aslında burda çok fazla karışıklık yok. İdare ve vergi mahkemelerinin kuruluşunu düzenleyen 2576 sayılı yasaya bakmak gerekir. 2576 sayılı yasada 13. maddede bu yasada geçen itiraz komiyonu (çünkü eskiden vergi mahkemeleri yoktu) deyiminin vergi mahkemesi anlaşılacağı ve itiraz komisyonuna vergi mahkemesinde dava açılması gerekeceği belirtilmektedir. Bu açıkça 2576 sayılı yasada bu bu şekilde belirtilmektedir. İtiraz komisyonu vergi mahkemesi, itiraz deyimide vergi mahkemesinde dava açılması anlamına gelmektedir. Nitekim Danıştay bir içtihadı birleştirme kararı ile son vermiştir. Dolayısıyla bu 7 günlük sürenin normal bir itiraz süresi değilde bir özel dava açma süresi olarak kabulünün zorunlu olduğu görürüz. Dolayısıyla bu 7 günlük süre normalde her ne kadar bu eski tarihli yasadan söz edilsede özel bir dava açma süresidir. Bunun dışından önemli yasalardan bir taneside kamulaştırma kanunudur. Kamulaştırma kanunu kamulaştırma davalarına karşı açılacak davalarda süre yasada 30 gün olarak saptanmıştır. İdare kamulaştırılacak malın değer tesbiti için dava açıyor bu adli yargıdaki kararın tebliğinden itibaren 30 gün içinde kamulaştırma işlemine karşı kişinin dava açması gerekiyor. Yine önemli bir yasada vatandaşlık kanunudur. İç işleri bakanlığının vatandaşlığa ilişkin kararlarına karşı 1 ay içinde açılabileceği burda da bir aylık bir süre öngörülüyor. Bunun dışında vergi usul kanununda var bazı önemli süreye ilişkin süreler. Vergi takdir komisyonu bazı matrahlar hakkındaki tahkir komisyonu kararlarına karşı 15 gün içinde vergi mahkemesine dava açılacağı belirtiliyor. Matrahlara ilişkin vergiye ilişkin bir uyuşmazlık olmasına rağmen vergi usul kanununda sadece 15 günlük bir süre öngürülmüş bir durumda yine vergi usul kanunda bi kere 49. madde de emlak vergisi beyanında kullanılan bina maliyetleri inşaat maliyetleri olarak yapılan gazetede yapılan tesbitler inşaat maliyetlerine ilişkin tesbitlere karşı 15 gün içinde Danıştayda dava açılması uygun görülüyor odalar birliği tarafından 15 gün içinde Danıştayda dava açılması öngörülüyor. Bunun yanında petrol kanunda bir hüküm var 20 günlük bir süre öngörüyor. Bunun gibi örnekleri bulmak mümkün. Tabi bu sürelere uyulması gerekiyor. Eğer özel yasal düzenleme işleme karşı bu sürede açılmasını öngörüyorsa bu süreye uyulacak yani 15 gün demişse götürü matrahlarına karşı 15 gün 15 gündür. Genel vergi mahkemesinde genel süre 30 gündür ben davamı 30 gün içinde açıyım diyemezsiniz. Yasal düzenleme var vergi usul kanununda.

à Sürenin Başlangıcı : Bir çok sorun bu konu üzerinde olur. Yazılı bildirim tarihinden itibaren başlar. Bunun bir çok özel durumu var. Süre başlangıcını gerek yazılı bildirim açısından gerek sözlü bildirim açısından idareye başvuru bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekiyor. Zımni red bakımından ayrı düzenleyici işlemler bakımından ayrı bireysel işlemler bakımından ayrı değerlendirmek gerekiyor.


Önemli bir konu süre başlangıcı konusudur. Uygulamada karışıklığa yol acçan bazı davaların bu sebeple temyize gitmesine sık sık hatta temyize gitmesine yol açan bir durum davanın süre başlangıcının yanlış belirlenmesinden dolayı süre aşımı yönünden red edilmesi durumunda temyize gitmesine yol açan bir durum. Esas hem anayasada 125. md de belirtiliyor hemde İYUKta 7. md belirtiliyor yazılı bildirim esası getiriliyor. Yani idari işlemin kararın ilgiliye tebli tarihinden itibaren süre başlar. Yani biraysel idari işlemlere karşı açılacak davalarda işlemin kararın ilgiliye yazılı olarak bildirilmesi gerekiyor. Bu hem Anayasal hemde yasal bir zorunluluk yazılı bildirim esası. Bu birden çok kişiyi doğrudan doğruya ilgilendiren kararlar işlemler bakımındanda aynen geçerlidir. Yani bir karar bir işlem birden çok kişiyi doğrudan doğruya ilgilendiriyorsa bunalrın herbirinede ayrı ayrı yazılı bildirim yapılması gerekiyor. Ancak dolaylı olarak karar ile dolaylı olarak ilgili olanların herbirine ayrı ayrı yazılı bildirim yapılması mümkün değil. Dolayısıyla bir karar veya işleme dolaylı olarak ilgili olanların sahip oldukları dava açma süresinin işlemeye başlayabilmesi için ilgili kararın veya işlemin yayınlanması gerekiyor. Yani bir karar ile dolaylı olarak ilgili olanların dava açma süreleri bu kararın yayınlanmasından itibaren başlar. Yani bir atama kararnamesi için kararnamenin doğrudan doğruya ilgili olan kişiye yazılı bildirim yapılıyor zaten yazılı bildirim tarihinden itibaren dava açma süresi başlıyor. Bu kararname ile atama kararnamesi ile dolaylı olarak ilgili olanlar bakımından ise süre bu kararnamenin yayınlanmasından itibaren başlıyor. Eğer şimdi kararname yayınlanmamışsa atama işlemi yayınlanmamışsa ne olacak normal olarak bu kişiler bakımından dava süresinin işlemeye başlamadığını kabul etmek gerekiyor. Fransız danıştayının uygulaması bu yöndedir. Yani eğer atama işlemi yayınlanmamışsa o zaman bu işlemle dolaylı olarak ilgili olanlar bakımından süre işlemeye başlamaz. Yazılı bildirim çok önemli. Bizim danıştayında fransız danıştayının da çok önem verdiği bir ilkedir. Dolayısıyla yazılı bildirimin ne şekilde yapılacağı yazılı bildirim koşulunun ne zaman gerçekleşmiş olacağı koşulunu biraz içtihadlara bakarak tesbit etmek mümkündür. Yazılı bildirim konusunda temel noktalardan biri şu; yazılı bildirimin tam olması gerekiyor. Yazılı bildirimin tam olması ne demek? Danıştay içtihadlarında yazılı bildirimin tam olması daha sonrada İYUK geçtiği şekiliyle yeterli bilgi ve açıklık içermesidir. Yetkili makamlar tarafından yapılması yani kararı almış olan işlemi tesis etmiş makam tarafından yapılmış olan makam tarafından yapılmıuş olması ve yeterli bilgi ve açıklığı içermesi gerekir. yeterli bilgi ve açıklığı nasıl giderecek? Yani karar metninde ilgili hakkında alınmış olan karar metninde ilgiliye gönderilmesi bildirilmesi gerekir. yani sadece hakkınızda şu karar alınmıştır şeklinde bir bildirim yazılı bildirim koşulunu karşılamaz. Mutlaka karar metnide gönderilecek ki ilgili kişi bu metinden kararın hukuka uygun olup olmadığını dava açması gerekip gerekmediğini tesbit edebilsin inceleyebilsin düşünebilsin. Dolayısıyla karar metni mutlaka gönderilecek. Gerekçeli bir karar söz konusu ise gerekçenin de mutlaka bildirilmesi gerekir. yani sadece kararın sonuç kısmı bildirilerek gerekçe bildirilmemişse buda tam bildirim anlamına gelmez. Ancak şu var eksik bildirim yapıldığı durumunda tam bildirim yapılmadığı durum da dava açma süresi işlemeye devam eder. Danıştayın içtihadı bu yöndedir. Dolayısıyla ilgili kişinin ne yapması gerekir? ilgili kişinin idareye kararın tam olarak kendisine tebli edilmesini isteyebilir. Yoksa dava süresi işlemeye devam eder. Eğer idareye başvurmazsa tam bildirimin yapılması için. Mesela gerekçesi yoksa kararın gerekçesinin bildirilmesini ister. Ancak şu var Danıştayın bu alanda dabazı ters uygulamaları var. Özellikle gerekçe konusunu bizde tam olarak hukuki sonucu tam olarak açıklığa kavuşmuş bir konu değil veya hukuksal gücü konusu. Dolayısıyla gerekçeyi danıştay bir şekil şartı saymadığı gibi gerekçesiz bir kararın gerekçesinin bildirilmesi yolunda yapılan bir başvurunun da süreyi kesmediğini belirtmektedir. Demekki gerekçenin istemesi için yapılan başvuru süreyi kesmiyor Danıştay içtihadlarında. Bu ters bir durumdur. Gerekçenin olmamasıda eksik bildirimdir ve kişinin yapmış olduğu başvuruda normal olarak süreyi kesmesi gerekir. Gerekçeyi işlemin temel unsurlarından biri olarak bir şekil koşulu olarak görmüyor. İlgiliye karar metni gönderilmemişse ilgili başvuruda bulunuyor ve normal olarak süreyi kesiyor. Ama sadece gerekçe eksikliğinden doğan gerekçeli kararlarda danıştayın içtihadı bu yöndedir. Bu yazılı bildirime karşı önemli bir sorunda şu, yazılı bildirim tarihinin saptanması sorunu.
Yani bildirimin kanıtlanması bildirimin belgelendirilmesi. Bildirim tarihinin kanırlanması idareye düşen bir ispat yüküdür. İdarenin yazılı bildirimi şu tarihte yapıldığını ispat etmesi gerekir. bu idareye düşen bir görevdir, ispat yüküdür. Eğer bildirim tarihi saptanamıyorsa yani idare bildirim tarihini kanıtlayamıyorsa bildirim tarihi belli değilse o zaman Danıştay içtihadlarında birkaç olasılık birden ortaya çıkıyor. Genel olarak danıştay idare bildirim tarihini kanıtlayamıyorsa bu durumda idarenin süre aşımı olduğu yolundaki iddiasını kabul etmiyor. Ve davanını esasını incelemeye giriyor. Yani bildirim tarihi idare tarafından kanıtlanamamışsa davayı açan kişi davacı bakımıdan davacı lehine değerlendiriyor ve süre aşımı iddiasını red ediyor. Çünkü bildirim tarihi kanıtlanamamıştır idare tarafından ama şu olabilir ikinci bir olasılık, bildirim tarihi kanıtlanamamış olmakla birlikte davayı açan kişi hiyerarşik bir başvuruda bulunmuştur veya kararı alan yere başvuruda bulunmuştur. Yani bu kararın değiştirilmesi geri alınması kaldırılması maksadıyla idareye başvuruda bulunmuştur. Ya hiyerarşik bir makama yada bu yoksa kararı alan merciye başvurıda bulunmuştur. Bu durumda danıştay hiyerarşik makama yada kararı alan makama başvuru tarihini süre başlangıcına esas almaktadır. İdareye başvuru tarihini sürenin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bir diğer uygulamada şu, eğer karar alındıktan sonra idare tarafından uygulamaya geçirilmişse yani karar alınmış işlem yapılmış fakat ilgili kişiye tebli edilmemiş bildirilmemiş yazılı bildirimi yapılmamış fakat ilgili hakkındaki karar uygulanmaya geçirilmiş. Danıştay bu durumu maalesef ilgili kişi aleyhine yorumlama yoluna gidiyor. Ve kararın uygulamaya konulduğu tarihi dava açma süresinin başlangıcı olarak kabul ediyor. Burda işlemin uygulanmasını yazılı bildirim olarak kabul etmek mümkün değildir. Yazılı bildirimin idare tararfından yeterince bilgi içeren açıklık içöeren bir bildirim olarak kabul ettiğimizi düşündüğümüzde sadece işlemin uygulamaya geçirilmiş olması yazılı bildirim koşulunu normal olarak karşılamaz. Ancak danıştay daha önceki dönemde 1960 dan önceki dönemde yaptığı uygulamanın hala etkisi ile işlemin uygulanmasını ilgiliye işlemin tebli edilmesi biçimde yorumluyor. Bu doğru değil neden doğru değil çünkü, bu normal olarak ilgili mutlaka işlem uygulamaya başladıktan sonra işlemden haberdar olacaktır ama sadece işlemden haberdar olacaktır sadece işlemden haberdar olma ile bildirim aynı şey değildir. Danıştayın bu konudaki yaklaşımı eleştirilebilecek bir yaklaşımdır. Çünkü daha işlemin bildirilmeden önce uygulamaya geçilmiş olması hukuk düzenine ters düşen bir uygulamadır. Yani sadece bir intibak işlemi konusunda ertesi ay başında intibaka ilişkin maaş bodrosunu imzaladığı zaman işlemden haberdar olmuş olacaktır ama işlemin ne için yapıldığını sebeplerini gerekçelerini tam mahiyetini ilgili kişi bilmeyecektir. Veya sadece bir makbuz verilmesi makbuz danıştay kararlarında bir idari işlem olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla makbuzun verilmesi tarihi süre başlangıcı olarak kabul kabul ediliyor Danıştay tarafından. Uygulama geçilmiş olma her durumda mutlaka işlemin bildirildiği anlamına gelmez. Yazılı bildirim koşulunu karşılamaz ama Danıştayın içtihadı böyle eğer işlem uygulanmışsa. Onun dışında bir durumda sözlü bildirimin dava süresini başlatıp başlatamayacağı konusundadır. Sözlü bildirim her idari işlemin yapılışında kolay kolay rastlanan bir durum değildir. Bu özellikel akademik yükselme sınavlarında karşılaşılan bir durumdur. Danıltaya giden davalar bu yöndedir. Özellikle doktora sınav jürilerinde veya doçentlik sınav jürilerinde jüri başkanının sözlü olarak adaya yapmış olduğu bildirimin dava süresini başlatıp başlatmayacağı bu karara karşı dava açma süresini başlatıp başlatmayacağıda bir hayli tartışma konusu olmuştur. Fransız danıştayı bu tür bir uygulamayı kabul etmemektedir. Bizim danıştayın uygulamasında bu konuda 8. dairenin ilk verdiği konuya ilişkin kararda sözlü bildirim yeterli kabul etmiştir. Dava süresinin başlatılması konusunda sözlü bildirimin bildirimi 8. daire bunu kabul etmiştir. Ancak daha sonra kararın temyizi üzerine idari dava daireleri genel kurulu sözlü bildirimin özel bir yasal düzenlemede yer almış olmasına rağmen bu konudaki anayasa kuralına rağmen ve idari yargılama usul kanunuyla bağdaşmadığı gerekçesiyle sözlü bildirimin yazılı bildirim yerine geçmeyeceğini ve dava süresini başlatmayacağı kararını almıştır idare dava daireleri genel kurulu. Nerde var sözlü bildirimin bu tür akademik sınavlarda süreyi başlatabileceği doğrudan süreyi başlattığını söylemiyoda sözlü bildirimde bulunabileceği mesela doçentlik sınav yönetmeliğinde jüri başkanının sözlü olarak jürinin kararını adaya bildireceği belirtiyor. Özel bir yönetmelik hükmü bu. Üniversiteler arası kurul tarafından hazırlanmış olan bir yönetmelik. İşte bu bu hükmü gereğince süreyi başlatıp başlatamayacağı sorunu Danıştayda 8. daire tarfından başlatabileceği yönünde bir görüş belirmiş ancak dava daireleri genel kurulu bu yönetmelik düzenlemesinin anayasa ve yasa kuralıyla bağdaşmadığını dolayısıyla uygulanamayacağını yazılı bildirim yerine geçmeyeceğinin sonucuna varmıştır. Yani çok yeterli ve açık bir bilgiyi içermesi koşulu ile bu bildirimin dava açma açma süresini başlatabileceği hakkında görüşler var ancak bizim danıştay uygulamasında da sözlü bildirimin yazılı bildirim koşulunu karşılamayacağı genellikle kabul edilmektedir. Bide ilgili kişinin idari işlemin varlığını bir şekilde öğrenmesi onun bu işleme karşı dava açabilmesine olanak verirmi? İdari işlemin varlığını bir şekilde öğrenmiş olma süreyi başlatırmı? İdari işlemin haricen öğrenmesi herhangi bir yoldan öğrenmiş olması bu işleme karşı dava açmaya olanak verir. Yani yazılı bildirim yapılmamış olsada ilgili kişi işlemin varlığını öğrendiği andan itibaren işleme karşı dava açabilir. Neden dava açabilir çünkü bu idari işlemin varlığıyla ilgili idari işlemin hukuki rejimi ile ilgili bir sorundur. İdari işlem bildiğimiz gibi tesis edildiği andan itibaren hukuki varlık kazanır geçerlilik kazanır. Hukuk aleminde o işlem artık vardır. İşlemin tebli edilmesi işlemin bildirilmesi sadece işlemin ileri sürülebilir olup olmamasını ilgilendiren bir sorundur. Yani işlemin geçerliliğini ilgilediren bir sorun değildir. Geçerlilik ile ileri sürülebilirlik aynı şey değildir. Bunu tam Fransız hukukunda karşılaştırdığımızda geçerlilik valitide ileri sürülebilirlik oppozalite dediğimiz tam iki farklı kavramdır. İşlem vardır ama ileri sürülebilir bir işlem değildir. İşlem geçerli bir işlemdir ama ileri sürülebilir değildir. Tebliğin bildirimin amacı sadece ilgili kişinin işleme karşı yasal haklarının kurulmasına olanak tanımaktır. İlgili kişinin işleme karşı dava hakkını kullanmasına olanak tanımaktadır. Bizim danıştayında görüşü bu yönde olması işleme karşı dava açılmasına engel teşkil etmez çünkü işlem yapıldı andan itibaren geçerli bir işlemdir. Dava süresini başlatır mı? İlgilinin yazılı bildirimi olmadan işlemi bir şekilde haricen yapılmış olması dava açma süresini başlatır mı? Bu öğrenmenin şekline göre danıştay kararlarında çelişkili kararların çıktığı bir durum çünkü Danıştay bazı kararlarında özellikle uygulamaya geçmiş bazı kararlarında olduğu gibi kişinin bir şekilde kararı işlemi öğrenmiş olmasını yeterli saymaktadır. Ama bazı kararlarında da duruşmada görülmekte olan bir davanın duruşmasında idari işlemin öğrenilmiş olmasını dava süresinin başlatmayacağını belirtmektedir. Yani değişlik durumlarda çelişkili kararların çıktığı bir husus bu öğrenme yoluyla bir işlemin varlığının öğrenilmesi dava süresini başlatırmı başlatmazmı duruşmada öğrenmeyi mesela Danıştay dava süresini başlatmayacağını belirtmektedir. Bir hukuk maahkemesinde görülmekte olan bir dava sırasında idari işlemin varlığını öğrenen kişi hakkında dava açma süresinin duruşma tarihinden değil fakat davayı sonuçlandıran hukuk mahkemesi kararının kendisine tebliğinden itibaren dava süresinin işlemeye başlayacağını Danıştay kabul etmektedir. Aslında ne duruşmada öğrenme nede hukuk mahkemesini kararının yada başka bir otoritenin başka bir merciğin kararından idari işlemi öğrenme normal olarak dava açma süresini başlatmamasını gerektiriyor. Çünkü yazılı bildirim olsada bildirim tam bir bildirim niteliğinde değildir. Yani ne bunu sözlü olarak öğrenme veya bir mahkeme kararından öğrenme idarenin yapacağı bir tebliğin yerini tutmaz. Çünkü idarenin göstermiş olduğu gerekçeler kararın tam ve açık bir biçimde öğrenilmesini sağlamaz. Kaldıki İYUK da da Danıştay içtihatlarında da yetkili makamın tebli yapmasından söz ediliyor. Dolayısıyla tebliğ yapmak bakımından bir mahkeme veya bir merci yetkili değildir. Yetkili makamın tebliği yerine geçmez. Normal olarak geçmemesi gerekir. Ama Danıştay bunu kabul ediyor. Başka bir durum ise şudur, zımni red kararında süre başlangıcı İYUK 10 madde de kişilerin idareye başvuru tarihinden itibaren 60 gün içinde idarenin cevap vermesi gerekiyor. Eğer bir cevap vermediği halde bunu istemin reddi yani olumsuz bir cevap yerine geleceği bundan dolayı bir zımni red kararı olması gerektiği bununda dava konusu olabileceği belirtiliyor. Ve dolayısıyla iptal davaları ile tam yargı davaları arasında bir ayrım yapılmıyor. Her iki haldede zımni red süresinin dolmasından itibaren ertesi gününden itibaren uyuşmazlığın türüne göre dava açma süresi içinde davanın açılabilecei belirtiliyor. Bu konuda Fransız idare hukukunda iptal davaları ile tam yargı davaları arasında yani iptal davaları bakımından bizdeki gibi zımni red süresi dolduktan sonra dava süresi içinde dava açılıyor. Tam yargı davaları bakımından ise zımni red süresinin dolması dava açma süresini başlatmıyor. İdare açıkça karar verene kadar süre işlemiyor veya söz konusu hak zamanaşımına uğrayana kadar. Dolayısıyla dava süresi idarenin açık karar verdikten sonra işlemeye başlıyor. Bizde böyle bir ayrım söz konusu değil. Bizde iptal davaları bakımından da tam yargı davaları bakımından da aynı şey uygulanıyor. Bu madde kapsamında konuşalım idareye başvuru kapsamında zımni red süresinin işleyebilmesi için yetkili makama başvurmak gerekir. yetkisiz bir makama başvuru zımni reds mekanizmasını işletmez. Dava hakkı doğurmaz. Hakkında dava konusu olabilecek icrai bira karar alınması için bir işlem tesis edilmesi için başvurulacak yoksa iyi dileklerini bildirmek için yada yoksa şöyle olursa iyi olur şöyle yapılsa iyi olur gibi temenni niteliğinde bir arzu niteliğine olmayacak bir icrai karar için, bir işlem tesis edilmesi için başvuracak. Başvurunun süresi yok. Tabi eğer genel zamanaşımı süreleri dışında idareye başvurulabilir. Tabi eğer bu yasal düzenlemede sınırlandırma getirilmemişse. İdareye başvurduk o bi cevap verdi fakat kesin cevap değil. Yani mesela konu incelenmektedir, konunun incelenmesi şu makama havale edilmiştir, bilhare yazınıza kesin cevap verilecektir şeklinde kesin olmayan bir nitelikte cevap veriyor. Bu durumda idari yargılama usul kanunu kişiye iki seçenek sunmuş; ya ilgili kişi cevabı kesin olmayan bu cevabı red olarak sayabilir ve hemen o karara karşı dava açabilir yada kesin cevabı bekleyebilir. Kesin cevabı 6 ay bekleyecek. Başvuru tarihinden itibaren 6 ay bekleyecek dolayısıyla bu süre içinde mutlaka dava açması gerekecek. Zımni red süresi dolmadan dava açarsa ne olacak? Normal olarak davanın red edilmesi gerekir neden? Çünkü ortada henüz bir idari karar yok 60 günlük zımni red süresi dolmadığından ortada bir idari karar olduğuda söylemek doğru değil. Dolayısıyla davanın red edilmesi gerekir. Ama uygulamada hem Fransız danıştayında hemde bizim danıştayımızda dava karara bağlana kadar zımni red süresi dolmuş ise mahkeme davanın esasını görüşmektedir. Eğer bu arada zımni red süresi dolmuş ise ve bir zımni red kararı mevcut ise bu durumda davayı red etmek yerine beklemeyi uygun görebilmektedir. Peki zımni red süresi geçttükten sonra dava açma süresi içinde idare cevap verirse o durumda süre nasıl başlayacak? İdarenin yazılı bildirim tarihini esas almak gerekir. zımni red zamanı geçtikten sonra dava süreside geçtikten sonra ne olur? Cevap verdiği tarihten itibaren yeniden bir dava açma süresi doğar. İlan yoluyla bildirimlerde süre nasıl başlar? İlam yoluyla bildirimlerde usul kanun adresleri belli olmayanlara ilan yoluyla bildirimin bu konuda yargısal düzenlemeyle yapılacağını belirtmektedirki bunda anlaşılan yasal düzenleme tebligat kanunudur. Fakat onun dışında vergi usul kanununda da kamulaştırma yasasında da ilam yoluna ilişkin özel hükümler var. İYUK da son ilam tarihini izleyen günden itibaren 15 gün sonra bildirimin yapılmış sayılacağı dava süresinin işlemeye başlayacağı belirtilmektedir. Düzenleyici işlemler bakımından süre başlangıcı, düzenleyici işlemin yayınladığı tarihten itibaren 60 günlük süre içinde davanın açılması gerekir. bu tarih geçtikten sonra düzenleyici işlemin dava konusu edilmesi mümkün değildir. Ancak düzenleyici işlemin ilgiliye uygulanması durumunda uygulama işleminin ilgiliye bildirildiği tarihten itibaren ilgili kişi için yeniden bir dava açma süresi doğar. İlgili kişi bu durumda düzenleyici işlem kendisine uygulanıyorsa sadece uygulama işleminin iptalinide isteyebilir uygulam işlemiyle birlikte düzenleyici işlemin genel dava süresi geçmiş olsada düzenleyici işlemide uygulama işlemiyle birlikte iptal edilmesinide isteyebilir. Yani uygulama işlemi dolayısıyla ilgili kişiye düzenleyici işlemi iptal ettirme bakımından yani bir dava açma süresi doğar. Uygulama işlemi normal olarak vergi mehkemesinin görev alanına giren bir uyuşmazlık söz konusu olduğu durumda uygulama işlemi dolayısıyla süre 30 gün olsada düzenleyici işlem bakımından 60 günlük dava süresi uygulanır. İkisinin iptalini birlikte istiyorsa. Ve genel bir düzenleyici işlem söz konusu isse vergi mahkemesinde değil davanın danıştayda açılması gerekir. eğer vergi uyuşmazlığı olsada genel düzenleyici işlemin iptalinide istiyorsa o zaman dava açma süresi 60 gün olur bundan dolayı davayıda Danıştayda açmalıdır. İdari işelmin doğurduğu zararlara karşı bir doğrudan tam yargı davası mümkündür. Bu durumda idari işlemin icra tarihi uygulanma tarihi yani bir zarar hasıl olduğuna göre işlemin uygulandığı tarih icra edildiği tarih dava başlangıç süresi olarak kabul edilir. İdari eylemler bakımından ön karar alma gerekiyor. Ön karar almamın bir istisnası var. Mutlaka tam yargı davasının açılabilmesi için haklı olrak bir ön karar alınması gerekiyor. Ön karar alındıktan sonra dava açma süresi içinde 60 günlük dava açma süresinde dava açılması gerekiyor. Zararın öğrenilme tarihinden itibaren 1 yıllık süre içinde ve her halde de kararın doğdu andan itibaren 5 yıllık süre içinde idareye başvurarak ön karar almak gerekiyor. Bu ön karar alma tarihinden itibaren de 60 günlük dava açma süresi içinde de davanın açılması gerekiyor. Ön kararın gerekmediği bir tek durum var. Oda dava görevsiz bir yargı yerine açılmışsa yani görevsiz derken idari yargı dışında bir adli mahkemede bir askeri mahkemede görevsiz bir yargı yerinde dava açılırsa tam yargı davası açılabilmesi bakımından ön karara gerek yoktur. ilgili kişi görevsizlik kararın kesinleşmesinden itibaren 30 gün içinde tam yargı davasını açabilir. Bu durumda bir ön karar ihtiyaç bulunmamaktadır.
5/3/2007

Taraf değişmesi konusunda mahkeme nasıl bir usul izler? Bu konuda az çok HUMK da yollamada bulunuluyor. Dosyayı işlemden kaldırıyor taraflar tekrar başvurursa dava hakkını yenilerse dava tekrardan görülmeye başlıyor. Özellikle 4 ay boyunca mahkemeye dava hakkının yenilenmesi için başvurulmazsa tarafların değişmesi halinde yürütmenin durdurulması kararı hükümsüz kalıyor. Sadece öleni ilgilnediren davalarda sadece ölen
ilgilendiriyorsa dava bu yargı yerinin yorumuna bağlı öleni ilgendirip ilgilendirmediği öleni ilgilendiriyorsa dava dilekçesinin iptaline karar veriyordu mahkeme. Özellikle maddi sonuçlar mirasçılar üzerinde maddi sonuçları varmı yokmu mahkeme bunalrı göz önüne alıyor. Bu açıdan sadece öleni ilgilendiren dava ise dava dilekçesinin iptaline karar veriyor. Aksi halde mirazsçıların dava devam etme durumları oluyor. Danıştayın bu konuda çelişkili kararları var. Bir memur görevden uzaklaştırma kararına karşı dava açmış iken ölmesi durumunda davaya mirasçıların davaya mesela devam etmesine izin vermemiştir danıştay sadece öleni ilgilendirdiğini belirterek. Oysaki görevden uzaklaştırma davasının sonundan çıkan sonuç eğer emeklilik hakları ölen kişinin kıdem durumuna göre hizmet yılına göre mirasçılar üzerinde maddi bir kazanç sağlayabilir bu yoruma bağlıdır.
İdari sözleşmelerden doğan davalarda süre konusu ; idari sözleşmelerde bir idari sözleşmenin kendisi var bida idari sözleşmeden ayrılabilir işlemler var. İdari sözleşme dolayısıyla yapılan idari sözleşmeden ayrılabilir nitelikte işlemler var işte sözleşmenin yapılmasına izin verilen karar sözleşmeyi onaylayan karar gibi dolayısıyla bu tür sözleşmeden ayrılabilir nitelikte işlemlerin ayrı bir özelliği yok dava açma süresi bakımından yani idari işlemler konusunda söylediğimiz yazılı bildirim tarihinden itibaren veya yayınlanmışsa yayınlanma tarihinden itibaren dava açma süresi içinde davanın açılması gerekir. asıl idari sözleşemeden doğan hakların istenebilmesi bakımından bu hakların talep edilmesi bakımından dava süresi nasıl işler ve ne zaman dava açılabilir? İdari sözleşmeden doğan bir hakkın talep edilebilmesi bakımından. İdari sözleşmelerde genellikle uygulamada sözleşmede bir hakkın istenebilmesi talep edilebilmesi açısından süreler öngörülmüş olabilir. Yani 6 aylık bir süre 3 aylık bir süre öngörülmüş olabilir ya bu süre içinde ya bu süre sonunda hak istenebilir duruma gelir. Sözleşmede bu konuda nasıl bir yol gösterilmişse denmişse 3 ay içinde veya 3 ay sonunda 6 ay içinde veya 6 ay sonunda bu hak istenebilir duruma gelir demişse ona göre ya bu süre zarfında yada bu süre sonunda diğer taraftan hakkın yerine getirilmesi için talepte bulunulur ve diğer taraın cevabına görede cevabın tebliğini izleyen 60 gün içerisinde de dava açılabilir eğer sözleşmede hakkın istenebilir duruma gelmesi için bir süre öngörülmüş ise. Bu süreler idare hukukunda kamu düzenine ters düşmediği şekilde uygulanır. Veya özel bir yasada bir süre öngörülmüşse bu süreye uyulur. Eğer yasada bir süre öngörülmemişse sözleşmede bir süre öngörülmemişse o zaman hak ne zaman istenebilir? Zamanaşımına uğrayana kadar hak karşı taraftan taleb edilebilir. Bu talebe verilen cevaba görede 60 gün içerisinde dava açılabilir. Hakkın yerine getirilmesi için davalar olduğundan dolayı bir tam yargı davası niteliğindedir. Gerçek kişiler arasındaki yada gerçek kişiyle tüzel kişi arasındaki uyuşmazlık bu hakka ilişkin uyuşmazlık tam yargı davası olarak görülür. Üçüncü kişilerce iptal davasına konu edilebilirler. Danıştya bu davaları kabul etmektedir. Bu idari sözleşmeler bakımından bu imtiyaz sözleşmeleri bakımından hizmetten yararlanıcı durumda olan kişiler imtiyazlı şirketi davalı göstererek hasım göstererek idari yargıda dava açabilir. Onun dışında hizmetten yararlananlarla imtiyaz sahibi arasındaki ilişkiler özel ilişkiler sayılıyor ve adli yargının görev alanına giriyor.

à Sürenin Hesaplanması :

İdari dava süreleri kolay olması için gün olarak belirtilmiştir. Hesaplamada kolay olsun diye 60 gün, 30 gün, 15gün, 20 gün olarak belirtilmiştir. Tatil süreleri bu süreye dahildir. Sadece sürenin son gününün tatille rastlaması durumunda bu tatil gününü izleyen ilk iş gününün mesai saatine kadar süre uzamış olur. Bide çalışmaya ara verme idare veya danıştayın çalışmaya ara verme zamanına sürenin son günü gelmişse o zaman çalışmaya ara verme gününü izleyen ilk çalışma gününden itibaren 7 gün uzar. Ara verme zamanları Danıştayda 20 temmuzdan 6 eylüle kadar diğer vergi ve idare mahkemelerinde 20 temmuzdan 21 Ağustos a kadar çalışmaya ara verme zamanı olarak öngörülmüştür. Bunun dışında dava süreleri değil sözleşmede belirtilen süreler idari işlemle ilgili yapılan bütün süreler için bir takım kurallar öngörülmüştür. Yanlızca idari dava açma süresi değil. Eğer süre gün olarak belirtilmişse biraz önceki durum oluşuyor, süre hafta olarak belirtilmişse bildirim günüde esas alınıyor. Mesela bir pazartesi yapılmış olan bildirim öteki hafta pazartesi akşam süre doluyor. Eğer ay olarak süre belirtilmişse mesela ayın 1 inde yapılan bir bildirmde gelecek ayın 1 de mesai saati sonunda süre doluyor. Yıl olarak belirtilmişse mesela 15 şubat 2006 dan 15 şubat 2007 ye kadar bir süre belirtilmişse o zaman 15 şubat 2007 yılında çalışma saatinin sonunda süre doluyor. Yani bildirim günüde esas alınıyor. Süre hafta, ay, yıl olarak belirtilmişse.

à Sürenin Durması :

Sürenin durmasını hangi nedenler sağlayabilir hangi hallerde süre durabilir? Sürenin durması esasen idareye başvurma durumunda gerçekleşir. İdare dava süresi içinde başvurma süreyi durdurur, süreyi keser. Tabiki idareye başvurma 2 şekilde gerçekleşebilir. Birincisi, üst makama başvurmadır. İkincisi, eğer bir üst makam yoksa kararı alan idari makama başvurmadır.
Üst makama başvurma süreyi nasıl durdurur? İYUK 11. maddede düzenlenmiştir. Üst makama başvuru zorunlu bir yol değildir. Bu konuda mahkemelerde yanılgıya düştükleri olmuştur. Üst makama başvurulmadığından davayı merci tecavüzü nedeniyle red ettikleri ama bu kararların danıştaydan geri dönmüştür. Dolayısıyla üst makama başvuru zorunlu bir yol değil. Eğer yasada aksi öngörülmemişse. Üst makama başvuru yolu ihtiyari seçimlik bir yoldur. Bildiğimiz gibi idari işlemin kesinleşmesini sağlayan bir yol değildir. İdari işlemin icrai bir yol izlemesini sağlayan bir yol değildir. Üst makama başvuru hakkı mahkeme idari yargı yeri sadece hukuka uygunluk açısından işlemi denetler oysa üst makama başvurursak hem işlemi hukuka uygunluk açısından hemde yerindelik açısından işlemi denetleyebilir. Dolayısıyla ilgili aleyhine alınmış bir kararın düzeltilmesi imkanı vardır. İlgili bu yolu kullanarak kendi aleyhine alınmış bir kararın kaldırılmasını değiştirilmesi yeni bir işlem yapılmasını sağlayabilir. Bunun için üst makama başvuru hakkı kullanılır. Ancak üst makama başvuru hakkının süreyi durdurabilmesi için bir takım koşulların yerine gelmesi gerekir. bi defa üst makama başvuru hakkını kullanırken aynı hiyerarşi içinde yer alan makama başvurmak gerekir. aynı hiyerarşi içinde yer almayan başka bir idari merciye yapılacak başvuru süreyi durdurmaz. Aynı hiyerarşi içinde yer alan mesela fakülte yönetim kurulunun kararına karşı üst makam neresidir üniversite kuruludur. Fakülte yönetim kurulunun kararını inceleyecek olan gerektiğinde değiştirebilecek olan üst makam üniversite kuruludur. Dolayısıyla aynı hiyerarşi içinde dekanlık rektörlük yani aynı hiyerarşi içinde olmalıdır. Mesela belediye başkanlığından alınan vir yapı ruhsatının iptali için gidipte valiliğe başvurmak olmaz. Çünkü valilik belediye başkanlığının hiyerarşik üstü değildir. Ve yahut ziraat odasının seçimleri için gidipte kaymakamlığa ve yahut valiliğe başvurulmaz çünkü ne valilik ne kaymakamlık ziraat odasının hiyerarşik üstü değildir. Dolayısıyla hiyerarşik üst makam olması gerekir. ikinciside başvurunun kesin dava açma süresi içinde yapılması gerekir. Dava açma süresi geçtükten sonra hiyerarşik makama yapılan başvuru artık süreyi etkilemez. Geçmiş olan dava süresini tekrar başlatmaz. Hiyerarşik makama başvuru hakkında işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi, yeni bir işlem yapılamsı gibi taleplerin yer alması gerekir. Bu şekilde icrai bir nitelik taşıyan bir karar değişikliğini talep etmek gerekir. sadece işlem hakkında bilgi istemek, üst makamdan işlemin gerekçesini sormak süreyi durdurmaz. Gerekçe için yapılan başvurular bizim danıştayın yerleşik içtihadına göre süreyi kesmez, süreyi durdurmaz veya işlem hakkında bilgi sormak süreyü durdurmaz. Yani kesin olarak işlemin değiştirilmesini kaldırılmasını isteyen bir talep olmalıdır. Bu şekilde üst makama yapılan başvuru üzerine üst makam açıkça olumsuz bir karar alacaktır yada zımni red süresi dolacaktır. Açık karar alınmışsa kararın tebliği tarihinden itibaren dava açma süresi kaldığı yerden işlemeye devam edecektir. Veya zımni red süresi dolmuşsa hiyerarşik makam cevap vermemişse isteği red etmiş sayılıyorsa bu durumda da zımni red süresinin dolduğu tarihten itibaren dava açma süresi kaldığı yerden devam edecektir. Yani bu ne demektir sizin hiyerarşik makama başvurana kadar geçen süre dava açma süresinde dikkate alınacaktır. Mesela idare kararını bildirdikten 15 gün sonra hiyerarşik makama başvurusak hiyerarşik makam 60 günlük zımni red kararını geçirdikten sonra dava açma süresi yeniden başlar bu günden itibaren 45 günlük dava açma süresi kalır. Kaldığı yerden dava süresi işlemeye başlar. İdare mahkmelerinin de sık sık karıştırdıkları bir konudur bu. Davayı süre aşımından red etmeleri gerekirken esasına girerek inceledikleri ve sonra Danıştay bu kararı bozması gibi bir uygulama var. Zımni red süresi geçtikten sonra idareye ilk yapılan başvuru üzerine zımni red geçtikten sonra idarenin cevap vermesi tekrar ilgili lehine süreyi işletmeyi başlatıyodu. Hiyerarlşik başvuru üzerine itiraz üzerine zımni red süresinin dolmasından sonra idare açık bir red kararı vermiş ise bu durum süreyi tekrar canlandırmaz bitmiş olan dava süresini tekrar başlatmaz. Eğer hiyerarşik başvuru yolunu kullanmışsak ve hiyerarşik makam zımni red çıkarırsa zımni red ortaya çıktıktan sonra 60 gün geçti mesela 90 gün sonra idare açık bir red kararı verdi. Bu karar size artı 30 günlük bir süre kazandırmaz. Mesela 4 ay sonra cevap verdi dava süreside geçmişti bu cevap yeni bir dava açma süresi kazandırmaz. Düşmüş olan dava hakkını tekrar canlandırmaz. İlk başvuru yolu ile üst makama başvuru yolunda zımni red farklı sonuçlat doğuruyor. İtiraz üzerine yapılan başvuru tekrar böyle bir hak doğurmaz. İtiraz başvurusu tekrar bi dava hakkı doğurmaz. Çünkü kötüye kullanma suistimali bir bakıma önemlemek amacıyla. Bireylerin bu hakkı kötüye kullanmaları mümkündür. Her defasında itiraz ederek yeni bir dava süresi kazanır ve buda idarede düzeni bozar. Kişi ilk itirazda bulunuyor ve sonra 3 ay sonra 8 ay sonra 1,5 yıl sonra tekrardan aynı karar için tekrar itiraz ediyor. Danıştaya bu tip kararlar çoık gitmiştir. Sonrada idarenin vermiş olduğu cevapla sürenin tekrardan başladığını düşünüyor. Bu şekilde dava açıyor ve idare mahkemeside burda yanılgıya düşüyor. Cevap süresinden itibaren yeni bir dava süresinin işlediği yanılgısına düşüyor ve davaya bakıyor. Daha sonra dava danıştaya gittiğinde danıltay kararı bozuyor. Bazı durumlarda yasa özel başvuru yolu düzenliyor. Bu durumda İYUK 11. md hükmü uygulanmaz. Burdaki süreler burdaki esaslar üst makama başvurudaki esaslar bu durumda uygulanamaz. Bu durumda özel yasa hükmü uygulanır. Mesela ne var? 657 sayılı Devlet memurları kanununda memur hakkında kamu görevlisi hakkında sicil raporunda yetersizlik kararı çıkmışsa memurun eksilkiğinden dolayı bir kusurundan dolayı onun için yetersizlik kararı çıkmışsa memurun gizli bir şekilde uyarılması bakımından atamaya yetkili amir memura kusurunu gizli bir yazı ile bildirir. Memur (bu devlet memurları kanunda 157.md) bu şekilde uyarılmışsa sicil yetersizliğinden dolayı bir uyarma almışsa yasaya göe bu durumda en fazla 1 ay içinde atamayı yetkili amire itiraz etmesi gerekir. atamaya yetkili amirde yasaya göre 2 ay içinde ilgiliye bir yazılı cevap vermesi gerekir. bu yasada ön görülmüş olan özel süre özel prosedür durumunda bu yargılama usul kanunun 11. md hükmü uygulanmaz. Nitekim danıştayında içtihadı bu yöndedir. Bu yasada hiyerarşik başvuru yolu ve süresi uygulanır. Eğer üst makam yoksa kararı almış olan makama yine kararın değiştirilmesi kaldırılması yeni birşlem yapılması amacıyla başvurulabilir. Yine dava açma süresi içinde üst makam yoksa o zaman kararı alan makama başvuruda bulunabilir. Üst makam var olduğu halde mevcut olduğu halde kararı alan makama başvuru süreyi durdurmaz. Danıştayın uygulaması bu yöndedir. Fransız danıştayının uygulaması ise tam tersi yöndedir. Aynı makamada başvursak üst makama da başvursak her ikisinin de süreyi durduracağını belirtmektedir Fransız danıştayı. Bizde üst makam varken aynı makama başvurmak süreyi durdurmaz. Dava açma süresi içinde mutlaka idareye başvurmak gerekir. dava açma süresi içinde başvurduk idareye idare eski kararını teyid eden bir karar değilde yeni sayılabilecek eski kararını bir ölçüde değiştirmiş sayılabilecek yeni bir karar alırsa o zaman bu işlemin bu kararın yazılı bildirim kararından itibaren yeni bir dava açma süresi doğurur. Eğer idareye dava açma süresi geçtikten sonra başvurmuş olsak bile bu durumda idare yeni sayılabilecek bir karar almışsa o zaman dava açma süresi yeniden canlanır. Değişikliğin niteliği önemli yani yeni kararında icrai sayılacak nitelikte bir değişiklik olması gerekir. yani idare kararı yinelemete sadece gerekçeleri değişirtirmiş bu durum yeni dava açma süresi işletmez. Yani kararın icrai bir biçimde değişikliğe uğraması gerekir. sadece gerekçe değişikliği dava açma süresini canlandırmaz veya artı dava süresi ilgiliye sağlamaz. Eğer idare eski kararını teyid eden konfirmatif bir karar almışsa ilgili hakkında o zaman dava açma süresi içinde idareye başvurmuş iseniz bu durumda eski kararın tebliğinden itibaren yine kaldığı yerden süre işlemeye devam eder. Ama dava açma süresi içinde idareye başvurmamışsak o zaman artık bize yeni bir dava hakkı doğurmaz. Bide bunalrın dışında vesayet makamına yapılan başvurular olabilir. Belediye başkanının belediye meclisinin almış olduğu bir karara karşı gidp valilie yada kaymakamlığa başvuruyorsunuz. Bu durum süreyi etkilermi? Bu durum genel olarak süreyi etkilemez. Vesayet makamına yapılan başvuru süreyi etkilemez süreyi durdurmaz. Çünkü yasada süreyi durduran durumlar olarak hiyerarşik makama başvuru ve kararı alan makama başvuru olarak sayılmıştır. Dolayısıyla açık bir yasa kuralı gerekir. yani vesayet makamına başvurunun süreyi durdurması ancak yasada açık bir hüküm varsa olur. Bu gerçekleşirse o halde sürenin durması olur yoksa mümkün değildir.

à Ek Süreler :

Ek süreler uygulamada iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bir, davanın görevsiz yargı yerine açılması durumunda iki, dava dilekçeinde dilekçenin reddini gerektiren bir takım eksikliklerden dolayı ek süre verilmesi zorunlu oluyor. Öncelikle görevsiz yargı yerine dava açılmasında ek süre nasıl işliyor ne zaman işlemeye başlıyor? Birinci şart, Görevsiz yargı yerinde dava açılması durumunda ilgilinin gerekli yargı organın da dava açabilmesi için 30 günlük bir yasada ek süre tanınmıştır. Tabi bu 30 günlük ek sürenin kullanılması bir takım koşullara bağlanmıştır. Koşulların büyük bir kısmı görevsizlik kararının verilmesine ilişkin şartlardır. Davanın görevsiz bir mahkemede görevsiz bir yargı düzeni içinde yer alan mahkemede açılması gerekiyor. Ya adli yargı organı önünde yada askeri yargı organı önünde davanın açılmış olması gerekir. dava böyle adli yada askeri yargı yerinde değilde görevli olmayan fakat idari yargının görev alanına giren uyuşmazlıklara bakan bir idari mahkemede yada bir vergi mahkemesinde açılmış ise o zaman 30 günlük ek sürenin kullanılmasına hem imkan yoktur hemde gerek yoktur. çünkü böyle bir durumda mahkeme dosyayı kendiliğinden görevli olan mahkemeye gönderir. Yani görevsiz yargı yeri derken adli yada askeri bir mahkemeyi anlıyoruz. İkinci şart, Davanın görevsiz yargı yerindede olsa mutlaka dava açma süresi içinde dava açılması gerekir. yani davayı idari işlemin nasıl ilgiliye bildirildiyse tebli yada ilan olduysa o tarihi izleyen günden itibaren 60 yada 30 gün içerisinde görevsiz yargı yerinde dava açmamız gerekir. eğer bu süre geçirilmişse ordan bir görevsizlik kararıda çıksa bu daha sonra 30 günlük ek süreyi kullanıp dava açmanıza imkan tanımaz. Dolayısıyla zaten bu kanunda da görevsiz yargı yerine başvurma tarihi ilgili idare mahkemesine veya Danıştaya başvurma tarihi olarak kabul edilir deniyor. Bundan maksat davanın mutlaka süresi içinde açılmış olmasıdır. Dava açma süresi içinde dava açmış olmasıdır. Eğer bu süre geçirilmişse artık dava hakkı yitirilmiş olur. Üçüncü şart, görevsizlik kararının kesinleşmesi gerekiyor. Görevsizlik kararı iki biçimde kesinleşir. Ya kanun yollarına başvurarak kanun yollarındaki sürecin tamamlanmasını tamamlayan kararın ilgiliye tebliğinden itibaren bu 30 günlük süre işlemeye başlıyor veya kanun yollarına başvurulmamışsa bu kanun yollarına başvuru süresi geçirildikten sonra karar kesinleşiyor. Asliye mahkemelerinde 15 gün sulh mahkemelerinde 8 günlük temyiz süresi geçirildikten sonra karar kesinleşiyor eğer başvurdu iseniz ya temyizde onama kararının yada karar düzeltmesi kararının tebliği gerekiyor. O tebliğiden itibaren 30 gün içinde dava açma süresi başlıyor. Bu olumsuz görev uyuşmazlığı bakımından gerçekleşecek bir durumdur. Bide olumlu görev uyuşmazlığı bakımından da böyle bir karar ortaya çıkabilir. Dava açıldıktan veya dava görülüyorken davalı mahkemenin görevsiz olduğu iddiasında bulunabilir. Mahkeme bu talebi red edebilir. Bu durumda diğer yargının baş savcısı olumlu görev uyuşmazlığı çıkarır. Bu uyuşmazlık mahkemesine gider uyuşmazlık mahkemesi eğer o mahkemenin görevsiz olduğuna karar verirse o zaman mahkeme bu görevsizlik kararına uyarak kendide görevsilki kararı alması gerekir. çünkü görev kararını uyuşmazlık mahkemesi kaldırdığına göre uyuşmazlık mahkemesinin kararına göre ilgili mahkeme görevsizlik kararı alır. Görevsizlik kararının ilgiliye tebliğinden itibaren ilgili 30 günlük dava açma süresini kullanabilir. Dolayısıyla bu 30 günlük süre bakımından ya görevsizlik kararının kesinleşmesi gerekir kendi yargı düzeni çerçevesi içinde yada olumlu görev uyuşmazlığı bakımından uyuşmazlık mahkemesinin görev kararını kaldırmasından sonra mahkemenin görevsiz olduğu yolunda vermiş oldu kararın ilgiliye tebli edilmesi gerekir bu tebli den itibaren 30 günlük dava açma süresi işlemeye başlar. Bu 30 günlük sürede ilgilinin görevli olan idari yargı organı önünde davayı bizzat açması gerekir. dava hakkını kullanması anlamında bizzat açması gerekir. işte görevsiz olan yargı yerinin dava dosyasını idare mahkemesine göndermesi ilgilinin mahkemeye başvurarak dava dosyasının ordan getirtilmesini talep etmesi dava hakkını kullandığı anlamına gelmez. İlgili yeni hazırlayacağı bir dava dilekçesiyle gidip dava açması gerekmektedir.
Dava dilekçesinin reddini gerektiren bir takım eksikliklerin yüzünden çıkan ek sürelerdir. Dava dilekçesindeki eksikliklerin giderilebilmesi için verilen süredir. Dava dilekçesinin reddini gerektiren nedenler nelerdir? Dava dilekçesinde bir takım yanlışlıkların eksikliklerin olması durumda dilekçe red edilir. 30 gün içinde dava dilekçesi yeniden oluşturularak dava yeniden açılır. Veya avukatı olmayan vekil tarafından açılmışsa yine dava dilekçesi red edilir. Yine 30 günlük sürede davasını açması istenebilir. Bir kişinin birden çok işleme karşı birkaç işleme karşı dava açması veya bir karara karşı biden çok kişinin birlikte dava açması müşterek dava açması halinde eğer bu iki tür durumun koşulları belirtilen koşulları belirtilmemiş ise yine yargı yeri 30 günlük sürede dava açılması için dava dilekçesini red eder ve yyine 30 günlük bir dava açma süresi verilir tekrar davasını açması bakımından. Bu eksikliklerin 30 gün içinde tamamlanarak tekrar davanın açılması gerekir. eğer tekrar hazırlanan dilekçede de bir kısmını şimdi hazırlayalım diğer kısmını sonra hazırlayalım gibi bir tutuma girilirse dava red edilir ve dava açma hakkını tümüyle yok eder.


Davanın açılması, dilekçenin düzenlenmesi ve birden çok karara karşı tek bir dilekçe ile dava açılması veya tek bir karara karşı müşterek dava açılması, davanın birleştirilmesi konuları üzerinde duracaz.
Dava dilekçesinde nelerin bulunacağı yasanın 3. maddesinde belirtiliyor. Genel olarak herhangi bir dava dilekçesini düzenlerken var olan hususlarında bu dilekçede olması gerekiyor. Taraflar var olacak tarafaların adları adresleri olacak vekilleri varsa vekilleri temsilcileri varsa temsilcileri davanın konusu olacak konunun neden ibaret olduğu davanın dayandığı hukuksal nedenler. Hukuksal nedenler konusunda türk danıştayının durumu biraz daha hoşgörülü bir durum dava dilekçesinde hukuka aykırılık sebeplerinin ne olduğunun çok ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiş olmasını bizim danıştay genel olarak aramıyor. Oysa Fransız danıştayı bu konuda tam aksi bir tutum içinde hukuksal nedenlerin hukuka aykırı nedenlerin ayrıntılı bir biçimde belirtilmesi isteniyor. Bizim danıştay ise sadece hukuka aykırılık savı bile yeterlidir. dilekçe mutlaka imzalanacak, imza dava dilekçesinin tamamlanması açısından yazılı şekle tabi olduğundan dolayı mutlaka tamamlanma tekemmül etme açısından önemli imzasız dilekçe hiçbir sonuç doğurmaz. Ve sonuç sonuç kısmı çok önemli. Neden önemli? İdari yargı organının ilgilinin talep ettiğinden ileri geçme hakkı yoktur. mahkeme ilgilinin talep ettiğinden öne geçemez. İlgili ne istiyorsa ne talep ediyorsa sonuç kısmında belirtir. Çünkü bu sonuçtan ileri gidemez mahkeme. Daha sonradan idari davalar bakımındanda dava süresi bittikten sonra iddianın değiştirilmesi veya genişletilmesi mümkün değildir. Davada dilekçenin sonuç kısmında ne gibi bir istekte ne gibi bir talepte bulunuyorsa onu çok dikkatli bir biçimde belirtmesi gerekir. daha sonra hukuk yargılama yönteminde olduğu gibi tevzi etmesi veya değiştirmesi artık talebini mümkün değil. Sonuç kısmı çok önemli. Sonra dilekçeyi ilgili mahkemeye eğer orda ilgili mahkeme yoksa yani idare mahkemesi vergi mahkemesi yoksa asliye hukuk hakimliğine verebiliyor. Onlarda ilgili idare mahkemesine gönderebiliyor. Eskiden dilekçelerin kaymakamlıklara veya valiliklerer verilmesi mümkündü. Sonradan İYUK bu usulu kaldırdı. Böylece asliye hukuk mahkemesine veriliyor eğer mahkeme yoksa yurtdışında bulunuyorsa türk konsolosluğuna dilekçenin mahkemeye iletilmesi mümkündür. Dilekçenin kaydı yapılıyor ve dilekçenin kaydı yapıldığı tarih davanın açıldığı tarrih olarak kabul ediliyor. Dilekçenin kaydı yapılırken harç ve posta ücretinin de yatırılması gerekiyor. Posta ücreti veya harç yatırılmamışsa veya eksik yatırılmışsa o zaman 30 günlük iki defa bildirimde bulunuyor mahkeme. Mahkeme ilk bildirimde bulunuyor kişi 30 gün içinde parayı yatırmamışsa ikinci bildirimde bulunuyor yine 30 gün içinde yatırmazsa parayı o zaman dava açılmamış sayılıyor. Eskiden danıştay kanununda bu süre 1 yıldı.

Birden çok karara kişinin dava açması veya bir karara karşı aynı kişinin tek dilekçe ile dava açması :
Birden çok karara karşı tek kişinin tek bir dilekçe ile dava açması : birden çok idari işlem var birden çok idari işleme karşı ilgili kişi tek dilekçe ile dava açabiliyormu? Dava açabiliyor ama bunun koşullarının yerine gelmesi gerekiyor. Yasada belirtilen koşulların yerine gelmesi gerekiyor. Koşullar yerine gelirse tek bir dilekçe ile dava açılması mümkümdür. Tabi burdaki koşulların en önemlisi dava edilmesi düşünülen kararlar mesela iki karar diyelim bu iki karar arasında maddi ve hukuki bağlılık olması gerekiyor. Yani sebep sonuç ilişkisi olması gerekiyor. İki karar arasında maddi ve hukuki bir bağlılık varsa sebep sonuç ilişkisi varsa bu durumda diğer koşullarda yerine geliyorsa tek dilekçe ile bu iki kararın dava edilmesi mümkündür. Bu iki karar arasında bağlılık varmı yokmu bu yorum meselesidir. Bu yorumu yargı organı yapmaktadır. İdare yapıyor, Danıştay yapıyor, askeri yükse idare mahkemesi yapıyor. Bazı durumlar sebep sonuç ilişkisi olsada kararlar arasında bağlılık olmadığı olmadığı yönünde karar veriyor. Bir memura kınama cezası verildikten sonra onun naklen tayinin yapılması başka bir yere tayin edilmesi. Burda bir kınama cezası ve tayin işlemi var burda normal olarak iki işlem birbiri ile bağlantılı çünkü o kınama işlemi olmasa tayin işlemi olmayacaktır. Tayin işleminin nedeni kınama cezasıdır. Danıştay bu durumda tek dilekçe ile iki işleme dava açılmasını kabul etmiyor. Yani tam bir sebep sonuç ilişkisi olduğuna varmıyor. Ama bir kişinin terfi edilmemek için emekli edilmesi işlemi arasında bağlılık olduğunu kabul ediyor. Dolayısıyla iki işlemin birlikte tek dilekçe ile dava edilmesini kabul ediyor. Bu işlemlerin birlikte dava edilmesi için süre yönünden de uygunluk göstermesi gerekiyor. İki karar içinde dava açma süresinin geçmemiş olması gerekiyor. Eğer birisi için süre geçmişse geçmiş olan kararın diğer kararla birlikte dava edilmesi artık mümkün değildir. İki karara karşı açılacak davada aynı yargı organının görevli olması gerekiyor. Mesela bir karara karşı açılan davada askeri yüksek idaresi mahkemesi görevli ise veya bir adliye mahkemesi görevliyse bu karara karşı açılacak davada ise Danıştay veya idare mahkemesi görevli ise o zaman tek bir dilekçe ile dava açılamaz. Yani bir işlemi yapmış olan milli savunma bakanlığının diğer işlemi yapmış olan başka bir idari kuruluşun iki kararının birlikte dava edilmesi bu açıdan mümkün değil çünkü milli savunma bakanlığını kararına karşı askeri yüksek idare mahkemesine diğer idari kuruluşun kararına karşıda idare mahkemesine veya Danıştaya gitmek gerekir. Kaldı ki davalılarında aynı olması gerekiyor. Yani iki kararın davalılarınında aynı olması gerekiyor. Yani davalı yönündende uygunluk bulunaması gerekiyor. İki karara karşı hasım gösterilecek idari kuruluşun aynı olması gerekiyor. Verdiğimiz örnekte hem dava organları aynı değil hemde yargı organları ayno değil. Kararların aynı türden kararlar olması gerekir. biri yargısal kararı temyiz etmek biride iptal davası açmak koşuluyla iki kararı götürüp danıştayda dava etmek mümkün değil. Eğer bu koşullar yerine geliyorsa tek dilekçe ile birden çok karara karşı dava açmak mümkündür.
Müşterek dava : aynı karara karşı aynı işleme karşı birden çok kişinin bir araya gelerek dava açmasıdır. Bununda yasada belirtildiği şekliyle koşulları vardır. temel koşul, hak ve menfaate iştirak yani davayı açacak kişilerin hak ve menfaatte iştirak halinde olmaları gerekir. İptal davası için hakkın ihlal edilmesine gerek yok. Tam yargı davası bakımından hak ve menfaatte iştirak olsa bile iptal davasının niteliği gereği davayı açacak olanların arasında menfaat birliği yeterlidir. Bir hak iştirakine gerek yoktur. Danıştayın almış olduğu kararlarda iptal davaaları dışında bunu dar bir yoruma soktuğunu görüyoruz. Danıştay şunu kıstas alıyor eğer ilgililerin birlikte dava açma niyetinde olan ilgililerin gördükleri zarar birbirinden farklı ise bu durumda hak ve iştirakte ortaklık olmadığa karar veriyor. İlgililerin gördükleri zarar bakımından eğer nitelik yönünden nicelik yönünden bir fark varsa o zaman hak ve iştiraki kabul etmiyor. Taşınmazların yapım çalışması sırasında gördükleri zararlarda her bir taşınmaz sahibinin gördükleri zarar farklı ise o zaman Danıştay bir hak ve menfaat birlikteliğinin olduğunu kabul etmiyor. Davacıların aynı maddi ve hukuk sebeplere dayanması gerekiyor birlikte dava açabilmek için. Ama aralarında hak menfaat ilişkisi yoksa birlikte dava açmaları söz konusu değildir. Yani işlemin veya eylemin ilgililerin menfaatini veya hakkını ayrı ayrımı ihlal etmiştir yoksa birliktemi etmiştir.
Davaların birleştirilmesi : bağlantı hususu eski danıştay kanununda yer almıyordu. Bunu danıştay 1951 tarihli içtihadı birleştirme kararı ile doldurmuştu. Birinin hakkında verilen hüküm diğerine de tesir edecek mahiyette isede bu tür davaların bağlantılı olduğu ve birleştirilmesi o dönemde danıştay tarafından kabul edilmiştir. İdari yargıla usulu 38. maddeden başlayarak ayrıntılı bir şekilde bu konuyu düzenlemiştir. Neden idari yargılama usul kanunu ayrıntılı olarak düzenliyor. Zaten 1982 den önce idare mahkemeleri yoktu vergi mahkemeleri yoktu ve dolayısıyla bağlantı sorunu birleştirme sorunu o kadarda çzöülmesi gereken bir sorun olarak ortada yoktu. Ama 1982 yılından sonra idare ve vergi mahkemelerinin ortaya çıkması bağlantı sorununuda ortaya çıkarmıştır. Bundan doalyı 1994 yılındaki değişiklikle hem bağlantının tanımı yapılmıştır hemde bağlantı kararı alma bu tür davaya bakmanın hangi mahkeme tarfından yapılacağını hangi mahkemede görüleceği kimin hangi mercide görüleceği ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Bağlantının tanımı 38 madde HUMK tan çok büyük ölçüde esinlenerek yapılmıştır. Aynı maddi veya hukuki sebepten doğan biri hakkında verilecek hükmün diğerinide etkileyecek olan davalar bağlantılıdır şeklinde bir tanıma gidilmiştir. Ve bunu izleyen maddelerde de bağlantı kararının nasıl alınacağı ve birleştirilen davaların hangi mahkemede görüleceği kimin karar verileceği sorunu ayrıntılı olarak düzenleme konusu yapılmıştır. Eğer davalardan bir tanesi danıştayda ise diğeri idare veya vergi mahkemesinde bulunuyorsa ve bağlantılı olduğu iddia ediliyorsa mahkemenin kendisinin bağlantılı olduğu görüşünde ise bu durumda dosyalar danıştaya gönderilir. Ve danıştayın ilgili dairesi bağlantılı olduğu yolunda bir karar alırsa dosyaları birleştirerek davayı kendisi sonuçlandırır. Ama eğer bağlantılı olmadığını düşünüyorsa o zaman dosyaları tekrar mahkemelere gönderir. Aynı mahkeme içindeyse ya taraflar yada mahkeme karar alıp davaları birleştirip görebilir. Yasadan bir idare mahkemesi ile bir vergi mahkemesinin, iki vergi mahkemesinin veya iki idare mahkemesinin arasıdan çıkan bağlant sorununun nasıl çözüleceği belki karıştırılabilir. İki idare mahkemesi arasında veya iki vergi mahkemesi arasında veya bir idare mahkemesi ile bir vergi mahkemesi arasında bağlantı sorunu ortaya çıkmışsa bu durumda bağlantı kararının alınması ve birleştirilecek davaya kimin bakacağı sorunu bu mahkemelerin aynı bölge idare mahkemesinin mi yoksa farklı bölge idare mahkemelerinin mi yargı çevresinde olduğuna göre değişiyor. Bağlantı sorunu çıkan idare ve vergi mahkemeleri aynı bölge idare mahkemesinin görev alanına giriyorsa bu durumda bağlantı sorununu bölge idare mahkemesi çözer. Davanın hangi mahkeme tarafından bakılacağınada karar verir. Ama eğer bu mahkemeler farklı bölge idare mahkemelerinin görev alanında ise bağlantı sorununu çözmek ve kararını almak danıştaya düşer. Ancak somut duruma göre danıştayın bir dairesinin mi bağlantı kararını alacağı yoksa danıştay başkanlar kurulunun mu bağlantı kararını alcağı somut duruma göre değişir. İki idare mahkemesi arasında veya iki vergi mahkemesi arasında bağlantı sorunu çıkmışsa bağlantı kararını almak ve davalara kimin bakacağını belirlemek danıştay dairelerinin işidir. Vergi uyuşmazlıkları bakımından 3 daire, idari uyuşmazlıklarda ise 10 daire bakar. Ama eğer bağlantı sorunu bir idare mahkemesi ile bir vergi mahkemesi arasında çıkmışsa bu bakımdan bağlantı sorununu çözmek danıştay başkanlar kuruluna düşmektedir. Danıştayın daireleri arasında bağlantı sorunu ortaya çıkabilir. Danıştayın bir dairesinde görülmekte olan bir davanın diğer bir dairede görülmekte olan bir dava ile bağlantılı olduğu ileri sürülebilir. Eğer böyle bir talepte bulunulmuşsa her iki dairede bağlantılı olduğunu düşünüyorsa o durumda bir bağklantı ortaya çıkmış olur. Fakat bu bağlantı kararının alınmasında gerekse davaya hangi mahkemenin bakacağı konusunda bir yasal boşluk bulunmaktadır. Hem yasal bir boşluk hemde içtihadi bir boşluk bulunmaktadır. Yani yasada bu konuda herhangi bir hüküm yoktur. Yani danıştayın iki dairesi arasında bağlantı sorunu ortaya çıkması halinde bağlantı kararını kimin alacağı ve bağlantılı davaya hangi dairenin bakacağının belirlenmesi konusunda herhangi bir hüküm yok. İki daire eğer bu davaların bağlantılı olduğunu düşünüyorsa bağlantılı olduğunu karar veriliyor ama bağlantı sorununa kimin bakacağı sorunu ortaya çıkıyor.
Davaların ayrılması : zaten idari yargı tarafından birleştirilen davaların ayrılması çok söz konusu olan bir durum değil. Burda ayrılma birlikte açılmış olan davanın ayrılması sözkonusu olabilir.
İddianın ve savunmanın sınırlandırılması sorunu : özellikle dava dilekçesi verildikten veya ilk savunma verildikten sonra bunların dışında hak iddiasında bulunamaz diye hüküm vardır. Hukuk yargılama yönteminde de olduğu gibi iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı sınırlıda olsa uygulanmaktadır. Özellikle idari davalar bakımından dava açma süresi önemlidir. Dava açma süresi geçtikten sonra artık iddianın değiştirilmesi savunma bakımından da ilk savunmayı yaptıktan sonra bu yasak başlıyor. Bu durumun tek bir istisnası var. Kamu düzenine ilişkin bir sorun varsa mahkemenin resen dikkat edebileceği göz önüne alabileceği bir husus varsa iddia yasağı savunma yasağı uygulanmaz. Dava sonuçlanana kadar. Hüküm verme zorunluluğu burda da var hukuk yargılaması gibi. Anayasanın koymuş olduğu 138. madde hükmüne paralel olarak davalarda da mahkemenin bir davaya bakmaktan kaçınması söz konusu olamaz. Bir karar vermek zorundadır. Bundan imtina etmesi kaçınması mümkün değildir.


NOT : İptal ve tam yargı davalarının birlikte açılması mümkündür. Yasada 12. maddede iptal ve tam yargı davalarının bir dilekçe ile birlikte açıldığı mümkün bulunmaktadır. Be ne zaman mümkün idari işlem aynı zamanda ilgilinin hakkını ihlal eder nitelikteyse idari işlem ilgilinin hakkınıda ihlal ediyorsa ilgili kişi tek dilekçe ile iptal ve tam yargı davasını aynı idari işleme karşı açabilir. Yasada belirtildiği gibi açmayabilirde önce iptal davasını açıp sonuçlandırdıktan sonra tam yargı davasını açabilir.

NOT : Dava dilekçesinin reddi halinde ilk yaptığımız taleple bağlıyız. Değiştirme yasağı uygulanır.


12/04/2007

à Dava Açma Süresinin Sona Ermesinin Sonuçları : Dava açma süresinin sona ermesinin en temel sonucu bu süre geçtükten sonra dava açılması sonucunda dava esasa girmeden red edilir. Bu süre hak düşürücü bir süredir. Dolayısıyla dava açma süresinin sona ermesinin en temel sonucu bu süreden sonra açılacak olan davanın yargı yeri tarafından ilk incelemede esasa girmeden red edilmesidir. Hak düşürücü bir süre oluşturmasıdır bu sürenin. İkinci olarak da dava süresi sona erdikten sonra iddianın ve savunmanın genişletilmesi yasağının başlamasıdır. Yani dava dilekçesinde ileri sürülen hususlar mahkemece dava süresi sona erene kadar dikkate alınır. Yani dava süresi içinde ileri sürülen hususlar ancak mahkeme tarafından göz önüne alınır. Talepler istekler dikkate alınır. Dava açma süresi geçtikten sonra ileri sürülecek iddialar eğer kamu düzenine ilişkin değilse artık mahkemece göz önüne alınmaz. Yani mesela yönetmeliğin 3. ve 5. maddelerinin iptalini istedik açtığımız dava dilekçesi ile sonradan dava süresi geçtikten sonra ikinci bir dilekçe verek yönetmeliğin 19. ve 20. maddelerinin de iptalini istiyoruz. Bu istek artık mahkeme tarafından göz önüne alınmaz. Çünkü bu davanın genişletilmesine girer. Genişletme yasağı idari yargıda kesin bir biçimde uygulanır. Dolayısıyla dikkate alınmaz. Dava dilekçesi verdik iptal davasını açtık dava süresi sona erdi ondan sonra ikinci bir dilekçe ile maddi kayıplarında tazminini istiyorsunuz. Buda mümkün değil buda genişletmeye girer. Dolayısıyla bu talebinde kabul edilmesi artık mümkün değildir. Bir diğer sonuçta şu; dava açma süresi geçtikten sonra idari işlemin dava edilme imkanının kalmaması. Yalnız burda hemen bir yanlış anlamayı önleyelim. İdari işlemin dava edilme olanağının ortadan kalkması idari karara bir mahkeme kararı niteliği kazandırmaz. Yan i idari karar bir mahkeme kararı gibi muhkem kaziye etmez. Neden etmez? Şundan dolayı etmez. Dava yolu kapanmıştır. Dava edilmesi mümkün değildir fakat idarenin işlemi geri alması veya kaldırması veya değiştirmesi mümkündür. İdarenin özellikle işlemi geri alması veya kaldırması bakımından danıştayın tutumuki bu noktada Fransız danıştayından ayrıdığını söylemiştik. Sadece belli intibak işlemleri terfi işlemleri konusunda dava süresi içinde geri almanın olanaklı olduğunu kabul ediyor danıştay ama onun dışında belli bir süre öngörmüyor. İdari işlemin doalyısıyla geri alınması kaldırılması belli istisnalar dışında belli bir süre koşulluna bağlanmamıştır. Mesela Danıştay 1.5 yıllık bir süreyi makul bir süre olarak öngörmüştür. Yani dava süreleri çoktan geçmiş aradan 1.5 yıl geçmiş idarenin işlemini geri almasını kaldırmasını Danıştay makul bir süre olarak kabul etmiş. Dava yolu kalmamasına rağmen hiçbir zaman idari işlem mahkeme kararı niteliğini kazanmaz. İdare işlemini kaldırabilir, değiştirebilir veya ilgili hakkında ilgilinin talebi üzerine yeni bir işlem tesis edebilir. Yeni bir karar alabilir. Dolayısıyla bu önemli bir nokta. Dava süresinin geçmiş olması karara bir mahkeme niteliğini asla kazandırmaz.

à Dava Açmanın Sonuçları : Birisi zamanaşımıdır. Dava açmakla zamanaşımı süresi kesilir. Yani dava açmak hakkın zamanaşımına uğramasına engel olur. Ve daha öncede söylediğimiz gibi idari yargıda zamanaşımı konusunu mahkeme kandiliğinde resen göz önüne alır. Taraflar ileri sürmeseler bile kendiliğinden dikkate alır. Hatta bunun temyiz aşamasında hatta danıştayın içtihad kararına göre karar düzeltmesi aşamasında yine kendiliğinden göz önüne alınabilir. Özel hukukta mahkemenin kendiliğinden ele alması söz konusu değildir. Zamanaşımı iddiası ileri sürülmeden. Bir başka önemli sonuçta derderstlik durumudur. Yani dava açılmakla mahkeme önünde görülmeye başlanan uyuşmazlık o dava konusu bakımından derderst hale gelir. Yani mahkeme önünde görülmeye başlanmış bir dava olur. Dolayısıyla aynı nedene dayanarak aynı taraflarca aynı konuda bir başka yargı yerinde dava açılması mümkün değildir. Açılabilir ama diğer taraf derderslik savunmasında bulunursa yani bu davanın konusunun aynı taraflarca başka yerde açıldığını ve görülmeye başlandığını savunursa mahkemede bu iddiayı yerinde görürse davanın açılmamış sayılmasına karar verir yani davayı red etmez. Bu ikinci davanın açılmamış olmasına karar verir. Gerek Yargıtayın gerekse Danıştayın içtihadları bu yöndedir. Yani ilerde taraflar arasında muhkem kaziye teşkil edecek şekilde bir davanın reddi usule aykırıdır ama ancak davanın açılmamış olduğuna karar verir. Bu konu İYUKta düzenlenmiş değildir. Derderstlik konusu üzerinde uygulamada pek fazla üstünde durulmuyor. Uygulamada üstünde durulmadığından çok fazla hüküm uyuşmazlığının uyuşmazlık mahkemesine gitmesine yol açıyor. Başka bir sonuç ise; iddia ve savunmanın sınırlandırılması. Dava açıldıktan sonra idari davalar bakımından davacı bakımından dava açma süresi geçtikten sonra artık vereceği yeni dilekçeye dayanarak yeni bir hak iddiasında bulunamaz. Yani iddiasını değiştiremez genişletemez. Davalı bakımından ise birinci savunmada verdiği cevap verme süresi geçtükten sonra artık savunmasını değiştirmesi mümkün değildir. İYUK 16. maddede açık biçimde olmasa da bu şekilde tarafların dava dilekçesinde veya cevap verme süresi geçtikten sonra verdiği dilekçeler haricinde hak iddiasında bulunamayacakları ifade edilmektedir. Dava dilekçesinin eksiklerinden dolayı red edildikten sonra yeniden dava açıldıktan sonra dava dilekçesi yenilendikten sonra ilk dilekçede yer vermediği hususların ikinci dilekçede ileri sürülmüş olsada bunun yargı yeri tarafından kabul edilmeyip bunlar göz önüne alınmaz. 30 günlük ek süre veriliyor eksikliklerin tamamlanması için ilk davayı açtığımda farklı bir istekte bulunuluyor. Dilekçe eksikliğinden daloyı red ediliyor ve 30 günlük süre içinde yeniden dava açıyor. Bu dilekçede ilk dilekçedeki taleplerinden başka taleplerde de bulunuluyor. İşre yargı yeri bunu kabul etmiyor. Çünkü genişletme yasağına giriyor. İlk dilekçesinde ileri sürmüş olduğu hususlar dışında başka hususlarda da taleplerde bulunuyor. Bu genişletme yasağından kabul edilmiyor ve son verilen dilekçedeki bu hususlar incelenmiyor. Mahkeme bu hususlar için inceleme gereği yoktur gibi bir karar veriyor. Başka bir sonuçta; hüküm verme zorunluluğu. Bu genel olarak yargı yerlerinde uygulanan bir kural anayasada da ifadesini bulan bir kural. Hiçbir mahkeme kendi görev yetkisi için bulunan davaya bakmaktan kaçınamaz diye anayasada hüküm vardır. dolayısıyla bir davayı yüz üstü bırakamaması yani hakkı yerine getirememekten kaçınamaması anlamına geliyor. Yani görevli ve yetkili olmasa bile mutlaka karar vermek zorunda yoksa böyle bir durum yargıcın sorumluluğunu gerektirir.
Dava açıldıktan sonra ilk inceleme aşaması gerçekleşiyor. İlk inceleme aşamasında İYUK ta belirtildiği gibi ilk inceleme sırasında gözden geçirilecek incelecek hususlar yasada açıkça belirtilmiş durumda önce görev ve yetki konusuna bakacak. Mahkeme görevlimi açılan dava konusunda yetkilimi? Eğer görevsizse başka bir yargı düzeninin görev alanına giriyorsa davayı red edecek. Ama eğer idari yargının görev alanına girdiği halde yanlışlıkla kendisinin görevli olmadığı bir konuda açılmışsa dava bu durumda dava dosyasının yetkili olan merciye gönderecek. Yani bir vergi mahkemesi görevli ise idari mahkemesine açılmışsa dava dosyasını vergi mahkemesine gönderecek. Sonra neye bakacak? Husumet doğru yönlendirilmişmi. Husumet yanlış yönlendirilmişse husumeti doğru davalıya yönlendirecek. Sonra davanın süresinde açılıp açılmadığı konusuna zamanaşımı konusuna dikkat edecek. Müşterek dava açılmışsa müşterek dava açma koşullarının yerine gelip gelmediğine bakacak. Eğer bir vekil ile açılmışsa bunu avukat olup olmadığına bakacak dilekçenin biçim şekil koşullarına dilekçenin düzenleniş biçiminin yerine gelip gelmediğine bakacak eğer buralarda bir eksiklik görmezse o zaman dava dilekçesinin ilk inceleme aşamasını bitirerek dava dilekçesinin tebliğine geçecek. Bildirim konusunda tebligat kanunun hükümleri uygulanarak yapılır. İki taraf arasında gerek davalıyta gerekse davacıya karşılıklı olarak tebligatların bildirimi dolayısıyla tebligat kanunu hükümlerini zaten özel hukuk dersinde HUMK da gördüğümüzden ayrıntılı olarak durmayacaz.

Cevap verme, kaç defa cevap süresi tanınıyor ve bunların süreleri nelerdir? Bu konu üzerinde duracaz.

Dava dilekçesi karşı tarafa mahkeme tarafından tebli ediliyor. Yani davalıya tebli ediliyor. Davalıya tebli edildikten sonra davanın bu dava dilekçesine 30 gün içerisinde cevap verme hakkı vardır. 30 gün içinde bu dava dilekçesine cevap veriyor. Bu verdiği cevap buna birinci savunma deniyor. Bu verdiği birinci savunma bu defa davacıya mahkeme tarafından tebli ediliyor. Ve davacıda 30 gün içerisinde bu savunmaya cevap veriyor. Ve mahkeme bu cevabıda davalıya tebli ediyor. Ve yine 30 günlük bir süre tanınıyor. Ve davalı bu 30 gün içinde ikinci savunmasını yapıyor. İkinci savunma yapıldıktan sonra mahkeme bu ikinci savunmayı davacıya tebli ediyor. Ancak davacı artık bu ikinci savunmaya cevap veremiyor. Normal olarak bunu bir istisnası var kural olarak bu cevaplar alındıktan sonra dosya tamamlanmış sayılıyor. Dosya tekemmül etmiş sayılıyor. Artık bu ikinci savunmaya cevap vermemesinin bir istisnası var eğer mahkeme daha sonra davacının yaptığı ikinci savunmaya cevap vermesinin zorunlu olduğuna kanaat getirirse buda davalının bu savunmaya cevap vermesini olanak tanıyor. Burda 30 günlük süreler uzatılmayacak süreler istisna olarak eğer mahkeme gerek görürse ilgililerin talebi üzerine o zaman bu ilgililerinin talebi üzerine bu 30 günlük cevap sürelerini bir defaya mahsus olmak üzere 30 günü geçmemek üzere uzatabilir. Bu şekilde cevaplar tamamlandıktan sonra dosya tamamlanmış oluyor. Duruşma yapılabilir. Duruşma iptal davalarında tarafların sitemi üzerine yapılması zorunludur. Mahkemede uygun görmesi durumunda. Tam yargı davalarında ve diğer vergi davalarında ise miktarı her yıl maliye bakanlığı tarafından belirlenen yeniden değerleme oranına göre artırılan dava miktarlarını aşan dava konularında tarafların istemi üzerine duruşma yapılmasına mahkeme karar veriyor.

à Adli Yardım : Adli yardım için ilgili tarafın istemde bulunması fakirlik koşulunun gerçkleşmesiyle beraber haklı olması durumda adli yardım isteyebilir. Haklı olması derken yargıçta haklı olduğu yönünde bir kanı oluşturması yönünde bir izlenim bıralması anlamına gelir.

à Yürütmenin Durdurulması Kararı : Yürütmenin durdurulması kararı bir önlem kararıdır. Bir tedbir kararıdır. İlgili tarafında bu talepte bulunan ilgili tarafa yapılan haksızlığın en azında giderilmesi dava boyunca giderilmesi yada zararın azaltılması amacını güden ve dolayısıyla yargılamanın bir parçası olarak düşünülmesi gereken bir önlem kararıdır. Önlem kararı olmasıylada davanın açılmasıyla yürütme kendiliğinden durmaz. Dava açılmayla yürütme durmaz. Kural olarak durmaz. Bunu istisnası var. Yasada gösterilen istisnası var. Ama dava açılmakla yürütme kendiliğinden durmaz. Dolayısıylada durabilmesi için idari işlemin ilk derece yargı yeri kararının yürütmesinin durabilmesi için ilgili tarafın belli bir istemde bulunması gerekir. şimdi yürütmeyi durdurma kararı mahkemenin vermiş olduğu bir ara karar niteliğindedir. Bunun tek başına temyiz edilmesi yada karar düzeltmesi yoluna gidilmeside mümkün değildir. Buna karşı sadece bir tek yol öngörülmüştür. Buda bir itiraz yoludur. Dava açmanın otomatik olarak yürütmeyi durdurmaması sebebi idarenin işleyişi ile ilgilidir. Dolayısıyla işlemin yürütülmesinin durdurulmasının yargı yerine bırakılması çok yerinde bir karardır. Aksi halde her işlem için dava açıldığında ki haklılığı haksızlığı daha saptanmamış olan bir durum dolayısıyla işlemin durmasının idarenin işleyişini heliyle felç eder. Dolayısıyla bu yerinde bir yoldur. 521 Danıştay kanununda yürütmenin durdurulması konusunda mahkemeye çok geniş yetki tanıyan bir düzenleme vardı. Talebi ciddi bulması ve bir zarar usule getirilmesi durumda Danıştay yürütmenin durdurulması kararı verebiliyordu. Bu 1973 yılına kadar sürdü. O dönemde yapılan danıştay kanundaki değişikliklerle yürütmenin durdurulması yavaş yavaş ağırlaştırılmaya başlandı. Telefisi güç sonradan giderilmesi mümkün olmayan zararların giderilmesi gibi bazı zararlar eklenmeye başlandı asıl 1982 yılında İYUK çıktıktan sonra bu koşullar ağırlaşmaya başladı. 1990 da yapılan değişiklikle yürütmenin durdurulması kararı ağırlaştırıldı iyice 1994 yılında yapılan değişiklikle bir kısım engeller kaldırıldı fakat ama bugün yürütmenin durdurulması kararı verilmesi bayağı kısıtlamalara tabidir. Belkide bu usulun önemle kararının neiteliğiyle yargılama şekliyle bağdaşmayacak şekilde bir takım kısıtlamalara tabi tutulmuştur. Hatta bu kısıtlamaların bazıları anayasada yer almaktadır. Anayasanın 125. md yürütmenin durdurulmasına ilişkin. Bir usul kanunuyla düzenlenebilecek bir konunun anayasada yer alması mantığın kabul edeceği bir iş değildir. Bizim anayasamızda göz altına alınamadan göz altı sürelerine kadar bir çok ayrıntı sayılabilecek yasanın düzenleyebileceği konular çok kazuistik bir biçimde gereksiz biçimde ele alınmıştır. Yürütmenin durdurulması kararının gerekçeli alımasının anayasada ne işi var. Bu kısıtlamaların bir kısmı anayasada yer alıyor. Bir kısım engeller 1994 yılında kaldırılmış durumda. Ama hala yürütmenin durulması kararının koşulları çık ağırdır. Ve mahkemenin bu konuda ki takdirini gereğinden fazla kısıtlayan niteliktedir. Şimdi yürütmenin durdurulması kararı 2 durumda verilebilir. Yani 2 tür karara karşı verilebilir. 1-) İdari işlemlere karşı verilebilir. 2-) İlk derece yargı kararlarına karşı verilebilir. Normal olarak bunun dışında yürütmenin durulması kararı vermek mümkün değildir. Ama danıştayın bu kuralın dışına çıkan kararları var. Yani bir imtiyaz sözleşmesine ilişkin olarak açılan davada yürütmenin durdurulması kararı verdiği olmuştur. Veya herhangi bir kamu hizmetinin görülmesine ilişkin olarak açılan bir davada yine yürütmenin durdurulması kararı verilebilir. İdari işlemlere karşı yasanın 27. md. sinde ilk derece yargı kararlarına karşı yürütmenin durulması kararları 52. md çerçevesinde düzenlenmiştir. Uygulamada daha çok sorun olan ve asıl yürütmenin durulması kararının varlık sebebi olan konu idari işlmelerdir. Esas olan asıl olan bireyin idari işleme karşı korunmasıdır. Çünkü iptal davaları bakımından çok önemlidir. Çünkü bir idari işlemin dava sonuçlanana kadar ilgiliye davacıya maddi olarak ölçülemeyecek parasal olarak ölçülemeyecek manevi zararlar da vermesi mümkündür. Sonrada tazminatla giderilemeyecek manevi zararlar vermesi mümkündür. Bu nedenle özellikle iptal davaları bakımından bireyin idari işlemlere karşı korunmasından özellikle yürütmenin durdurulması yöntemi çok önemlidir. Yürütmenin durdurulması kararının mahiyeti nedir? Söz konusu olan dava konusu olan idari kararın idari işlemin bir anlamda icrasının tehir edilmesidir. Bir anlamda uygulamasının sonraya bırakılmasıdır. Ne zamana kadar dava sonuna kadar yada geçici olarak idari işlemin uygulanmasının ertelenmesidir. Bu ertelenme sadece yürütmenin durdurulması kararı ile mümkündür. Yürütmeyi durdurma kararı esasen yasa koyucunun elindedir. Yasa koyucu bu yetkiyi tanıyıp tanımamakta özgürdür. Türk anayasa mahkemesinin de görüşü bu yöndedir. Yani mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı verebilmesinin bu yetkiyi tanımak da yasa koyucunun düzenleme alanına girmektedir. Öğretide başka görüşleri savunanda vardır. yasa koyucu bu yetkiyi tanımasada mahkeme kendiliğinden böyle bir durumda yürütmeyi durdurma kararı verse gibi ama türkiye de bu geçmişten beri böyledir.

à Yürütmeyi Durdurma Kararının Koşulları : Yürütmenin durdurulması sadece kural olarak sadece olumlu kararlara karşı verilebilir. Zaten yürütmenin durdurulması yönteminin özüne aykırı düşer. Sadece olumlu kararlara karşı. Olumsuz kararlara karşı bir telebi red eden kararlara karşı yürütmenin durdurulması kararı mümkün değildir kural olarak. Ancakk şu var idarenin vermiş olduğu olumsuz kararlar içinde ilgilinin hukukşi durmunda veya fiili durumunda değişiklik yapannkararlar bakımından yürütmenin durdurulması kararı verilebilir. Gerek türk Danıltayının gerekse Fransız Danıştayının uygulaması bu yöndedir. Mesela bir yabancının oturma izninin uzatılması ilgilinin hukuki ve fiili durumda değişiklik yapacak bir konudur. Şimdi oturma izninin yenilenmesi idare tarafından red edilmesi ve ilgilininde bu red işlemine karşı dava açması halinde yürütmenin durdurulması gereken kararın verilmesi zorunlu bir karardır. Çünkü yabancı oturma iznine ilişikin dava bitmeden yürütmenin durdurulması kararı verilmezsa sınır dışı edilmiş olur. Sınır dışı edildikten sonrada davanın sonuçlanması ilgili bakımından çokda bir anlam ifade etmeyebilir. Dolayısıyla bu tür bir olumsuz karara karşı yürütmenin durdurulması kararı verileblir. Fransada nitekim uygulamada bu tür davalrda yürütmenin durdurulması kararı hemen hemen her davada verilmektedir. Yani talebin ciddi bulunduğu yani hukuka aykırılığın mahkemece bir ölçüde görüldüğü durumlarda mutlaka yürütmenin durdurulması kararı verilmektedir. Ama ilgilinin var olan hukuki durumunda henüz hiçbir değişiklik yapmamış olan birt olumsuz karara karşı yürütmenin durdurulması kararı verilemez. İşte mesela bir belediyeden bir yapı ruhsatı için yaptığımız başvurunun red edilemesi üzerine red kararına karşı açtığımız davada yürütmenin durdurulması kararı verilemez. Bu yargı organın idarenin yerine geçip karar alması anlamına gelir. Çünkü red kararına karşı açılan davada yürütmenin durdurulması kararı alınması demek bu kişiye hemen yapı ruhsatını verin hemen inşaata başlasın demektir. Bu mümkün değil. Doğal olarak kararın olumlu bir karar olması gerekir. ikinci koşul, sonradan telafisi güç olan zararın doğacak olması ve idari kararın açıkça hukuka aykırı olması. İdari kararın açıkça hukuka aykırı olması koşulunda mahkemenin böyle bir karar alması mahkemenin açıkça görüşünü belirtmiş olur. Zaten uygulamada en çok eleştirilen koşulda bu koşuldur. Yani açıkça hukuka aykırı olma koşulu. Yargı yeri eğer yürütmenin durdurulması kararı verdiğinde açıkça hukuka aykırı koşulu yerine gelmiştir dediğinde idari işlemin hukuka aykırılığı konusunda görüşünü açıkca ortaya koymuş olur. Bu çok yanlıştır. Çünkü özellikle görüyoz mahkeme kararlarında danıştay kararlarında hem bir yandan kararını gerekçeli olarak verecek mahkeme açıkça hukuka aykırı olduğunu söyleyecek diğer taraftan da esas hakkında görüşnü belirtmeyecek. Bu nerdeyse olanaksızdır. Dolayısıyla aslında bir yerde yürütmeyi durduruma kararını vermiş olması iptal davasının esasını bir yerde karara bağlanmış olması anlamına geliyor. Yani dolayısıyla açıkça hukuka aykırılığın peşinen saptanması davanın esasını etkileyecek bir koşuldur ve bu iki koşulun yani sonradan telafisi güç olan zararın doğacak olması ve idari kararın açıkça hukuka aykırı olması koşullarının ikisinin birlikte gerçekleşmesi gerekiyor yasaya göre. Ve hatta Anayasaya göre. Bu iki koşulun birlikte gerçekleşmiş olması gerekiyor. Bu iki koşul birlikte gerçekleşmemişse idari yargı yeri bir yürütmeyi durdurma kararı veremiyor. Çok kısıtlayıcı bir koşul. Yürütmeyi durdurma kararının istenebileceği zamana ilişkin olarak yürütmeyi durdurma dava açıldığında ya dava dilekçesi ile birlikte yada dava açıldıktan sonra karara bağlanana kadar davanın her aşamasında istenebilir. Dava açılmadan yürütmenin durdurulması talebinde bulunmak mümkün değildir. Bide tarafların istemi üzerine yürütmenin durdurulması kararı verilebilir. Yani taraflar istemeden mahkeme kendiliğinden yürütmenin durdurulması kararını veremez. Ancak tarafların mutlaka birisinin talepte bulunmuş olması gerekiyor. Tabi bu talepte bulunmuş olması yetmiyor. Mutlaka hert durumda istisnası var. İptal davaları bakımıdan. Talepte bulunan tarafın bir teminat göstermesi gerekiyor. Teminat neden gerekiyor? Çünkü işlem karar dava sonunda iptal edilmezse idare özellikle parasal konularda bir zarar görebilir. İşlem iptal edilmemişse ve mezunun konusu parasal bir konu ise idare bundan zarar görebilir. İşte bu zararı karşılamak üzere yürütmenin durdurulması talebinde bulunan taraf bir teminat göstermek zorundadır. Ama şu var idareden teminat istenmez. İdare teminat göstermek zorunda değildir. veya adli yardımdan yararlanan bir kişi varsa bu da teminat göstermez. Mahkeme kararında nasıl bir teminat istediğini kural olarak belirtir. Ancak şu var idare ile yürütmeyi durdurmayıo isteye tarafın aralarında anlaşıp bu teminatın türünü belirlemeyede mahkeme karar verebilir. Ve taraflar aralarında anlaşırlarsa teminatın miktarında konusunda o zaman sorun yok yok eğer anlaşamazlarsa o zaman mahkeme kendiliğinden bu teminatın miktarına ve türüne karar verir. Uygulamada özellikle konusu parasal olan konuşlarda teminat istenmektedir. iptal davaları bakımından uygulamada teminat istenmemektedir. Özellikle iptal davasının niteliği gereği hukuka aykırı bir kararın ortadan kaldırılmasını amaçlayan nesnel bir dava olmasından dolayı ve açanlarında genellikle kamu görevlileri öğrenciler gibi sivil yurttaşlar olması ve amacın da bir hukuka aykırı bir işlemin ortadan kaldırılması olmasından dolayı uygulamada iptal davaları bakımından pek fazla teminat koşulu aranmamaktadır. Zaten mahkeme teminatın aranıp aranmamasına kendisi karar vermektedir. Yürütmenin durdurulması bakımından özel tebligat kurallarının da uygulanması mümkündür. Yürütmenin durdurulması ilişkin istemin memur eliyle tebli edilmesine mahkeme karar verebilir. Bu yola özellikle yürütmenin durdurulması kararında başvurulmaktadır. Yürütmenin durdurulması kararına itiraz edilemesi mümkündür. Bir defaya mahsus olmak üzere ve 7 günlük süre içerisinde bu ne zaman başlıyor yürütmenin durdurulmasına ilişkin talebin kararın ilgililere tebli edildiği gün tarihi izleyen günden itibaren işleyen 7 günlük itiraz süresi var. Nereye itiraz ediliyor. Yasa bunu ayrıntılı olarak belritmiş durumda danıştay dairesi tarafından yürütmenin durdurulmasına ilişkin bir karar verilmişse yani bu karar illaha Yürütmenin durdurulması ile bir karar çıkmış olmayabilir, Yürütmenin durdurulmasının reddi ile ilgili bir karar da olabilir. Bu talebe ilişkin danıştay dairesinin vermiş olduğu karar danıştay idari dava daireleri veya vergi dava daireleri kurulu tarafından incelenir. Demekki danıştay dairesinin vermiş olduğu Yürütmenin durdurulması kararına itiraz ya konusuna göre vergi yada idari dava daireleri genel kurulunca incelenir. Eğer bölge idare mahkemesi kararına itiraz edilmişse nereye itiraz edilecek en yakın bölge idare mahkemesine itiraz edecek. En yakın bölge idare mahkemesinin nerde olduğunu en yakın mahkemenin de kim olduğunu hakimler savcılar yüksek kurulunun kararıyla tesbit ediliyor. Nöbetçi mahkemenin kim olacağı hakimler savcılar yüksek kurulunun kararıyla tesbit ediliyor. Eğer yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararı bir idare mahkemesi veya bir vergi mahkemesi vermişse gerek tek yargıçla gerekse heyet olarak vermişse bu durumda itiraz bölge idare mahkemesine yapılır. Ancak şu var çalışmaya ara verme döneminde ise bu durumda idare mahkemesinin veya vergi mahkemesinin almış olduğu karara karşı itiraz en yakın nöbetçi mahkemeye yapılır. Bu itiraz bir defa yapılabilir. İtiraz edildikten sonra tabi aldığı karar kesin yasaya göre ilgili yargı mercinin aldığı karar kesin itiraz ettikten sonra ya yürütmenin durdurulması kararını kaldırdıysa veya yürütmenin durdurulması istemini red etmişse diğer mahkeme bu itiraz mercisinin vermiş olduğu kararda dava sonuna kadar geçerliliği devam eden bir karar değildir. davanın bu aşamasında yürütmeyi durudurma kararı verildi itiraz edildi yürütmeyi durdurma kararını kaldırdı. Fakat tarafların yeniden bazı koşullarda değişiklik olması durumda yeniden yürütmeyi durdurma kararı verilebilir. Yani dava sonuna kadar mutlaka değişmeyen bir itiraz kararı bu karar niteliğinde değildir. itiraz mercinin vermiş olduğu karardan sonra koşullarda değişiklik olmuşsa taraflar tekrar başvurmuşlarsa yürütmeyi durdurma kararı için mahkeme yeniden yürütmeyi durdurma kararı alabilir veya yürütmeyi durdurma kararının kaldırılmasın karar verebilir. İYUK ta bunu yasaklayan bir madde bulunmamaktadır. İtiraz mercinin almış olduğu karar kesin bir karar niteliğinde değildir. her ne kadar yasada kesindir dense de bu karar dava sonuna kadar kesin bir karar değildir. vergi uyuşmazlıklarına ilişkin olarak bu yürütmeyi durdurma konusunda öenmli bir istisna getirilmiştir. Vergi davaları bakımından davanın açılması kural olarak yürütmeyi kendiliğinden durdurur. Kural olarak dava açıldığında yürütme durmaz demiştik. Bunu önemli istisnası vergi davalarıdır. Vergi uyuşmazlıklarından doğan davalarda yürütme kendiliğinden durur. Fakat bu kuralında yine 4 istisnası vardır. yani vergi davaları bakımından yürütmenin kendiliğinden durmasınında 4 istisnası var ( 3 ü 27. madde de 1 i 48. madde de belirtilen. ). İstisnalar esasen vergi uyuşmazlığının içeridiğine uygun olarak dava konusu dosyanın işlemden kaldırılıp tekrar işleme konması ve bu durumda dava açılmasına ilişkin olarak 2 tane istisna var. Bunalrdan bir tanesi dava dosyası işlemden kaldırıldıktan sonra tekrar dava açılırsa önceden durmuş olan tahsil işlemine tekrar devam edilir. Bu durumda davanın açılması yürütmeyi kendiliğinden durdurmaz. Veya işlemden kaldırılmış olan dava dosyasının yeniden işleme konulması durumunda da yine tahsil işlemine ait bir dava açılırsa yürütme yine kendiliğinden durmaz. Bu durumlarda yürütmenin durabilmesi için mutlaka ilgili yargı yerinden yürütmeyi durdurma kararı talebinde bulunulması gerekir. 3. istisna olarak ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere ilişkin tasil işlemlerinden doğan davalar için açılan davalar yürütmeyi kendiliğinden durdurmaz. Bu tür ihtirazi kayıtla verilmiş olan beyannamelere ilişkin tahsil işlemlerine karşı açılan davalarda yürütmenin durabilmesi için mutlaka yargı yerinden ayrıca yürütmenin durdurulması talebinde bulunulması gerekir. Önemli bir kural uygulamada bazı avukatların yanılgıya düştüğü bir istisna. 48 md istisna ise dava açıldığı zaman vergi mahkemesinde otomatik olarak durma ne zamana kadar devam eder. Vergi mahkemesinde görülmekte olan davanın sonuna kadar devam eder. Yani vergi uyuşmazlığı dolayısıyla yürütmenin kendiliğinden durması ancak vergi mahkemesinde açılmış olan davanın sonuna kadar geçerlidir. Dolayısıyla temyiz aşamasını kapsamaz. Yani dava vergi mahkemesininde sonuçlandıktan sonra ne tür bir karar çıkmış olursa olsun yürütme tekrar işlemeye başlar. Dolayısıyla dava temyiz aşamasını kapsamadığı için eğer temyiz aşamasında da yürütmenin durması isteniyorsa bu durumda temyiz yerinde mutlaka yürütmenin durdurulması talebinde bulunulması gerekir. ancak temyiz yerinin yürütmeyi durdurma kararı vermesi durumunda tahsil işlemi ancak durabilir. Dolayısıyla bu önemli bir istisna otomatik olarak durma temyiz aşamasını kapsamaz temyiz yerinin ayrıca bu yönde mutlaka bir karar alması gerekir.

à Yürütmeyi Durdurma Kararlarının Yerine Getirilmesi : Yürütmeyi durdurma kararı ara bir karar olsalar bile bir mahkeme kararıdır. Dolayısıyla yürütmeyi durdurma kararının yerine getirilmesi bakımından herhangi bir nihai kararla arasında hukuksal bir fark yoktur icrası bakımından. Yani bu tür bir kararı idarenin yerine getirmesi yasal bir zorunluluktur. Dolayısıyla anayasada da ifadesini bulan İYUK tada ifadesini bulan yerine getirme zorunluluğu yürütmeyi durdurma kararlarınıda kapsar. Yani bu kararında İYUK 28. md belirtildiği gibi 30gün içinde idare tarafından yerine getirilmesi gerekir. 30 gün içinde yürütmeyi durdurma kararının yerine getirilmesi gerekir. burda bir ayrım yapmak gerekir. 30 gün içinde yerine getirme zorunluluğu neyi kapsıyor neyi kapsamıyor. Bazı tür idari kararlar idari işlemler varki bunlar için yürütmeyi durdurma kararının gereğinin yerine getirilmesi hiçbir işlem yapmaya lüzüm göstermez. Dolayısıyla burda 30 günlük bir süreyi beklemeye gerek yoktur. yürütmeyi durdurma kararının alındığı günden itibaren bu kararın uygulanması gerekir. ve normal olarak da uygulanır. Yani 30 gün içinde yerine getirme zorunluluğu ancak idarenin yeni bir işlem idarenin yeni bir karar alması durumlarında söz konusudur. Yani bir naşka şekilde kendiliğinden yürütmeyi durdurma kararının yerine gelmesi kendiliğinden olan durumlarda 30 günlük süreye ihtiyaç yoktur. dolayısıyla 30 günlük sürenin uygulanması da söz konusu değildir. yani somut olarak söyleyelim bazı durumlarda idarenin yürütmeyi durdurma kararının gereğini yerine getirebilmesi için hiç bişey yapmasına gerek bulunmaz. Mesela bir vergi oranının yükseltilmesi veya bir tarifenin artırılması gibi durumlarda iptal davasında yürütmeyi durdurma kararı çıkmış ise ve bu yürütmeyi durdurma kararını yerine getirmek için idarenin hiç bişey yapmasına gerek yoktur. kararın çıktığı günden itibaren eski tarife eski oranlar uygulanır. İdarenin yeni bir karar alıpta eski oranlar uygulanacaktır demesine gerek yoktur. yürütmeyi durdurma kararının çıktığı gün eski oranlar uygulanmaya başlar. Mesela bir kapatma cezasına ilişkin olarak açılmış olan davada yürütmeyi durdurma kararı çıkmışsa idarenin yeniden bir karar vermesine gerek yoktur. Bu karar o günden itibaren uygulanır. 30 günlük bir süreye gerek yoktur. ama daha öncedende biliyoruz ki bazı iptal kararlarında bazı yürütmeyi durdurma kararlarında da idarenin yeni bir işlem yapmasını gerektiren yeni bir karar almasını gerektiren durumlar olabilir. Mesela atama işlemlerinde atama işlemlerine karşı açılan iptal davalarında, emeklilik konusunda resen emekli edilme konusunda açılan davalarda da, kamu görevlilerini ilgilendiren davalarda da mutlaka atama işlemine karşı açılan davada yürütmeyi durdurma kararı çıkmışsa idarenin yeni bir işlem yeni bir karar tesis etmesi gerekirki yürütmeyi durdurma kararının gereği yerine gelebilmiş olsun veya ilgili kişi resen emekliye sevk edilmiş ise yürütmeyi durdurma kararı çıkmışsa bu kararın yerine getirilebilmesi için bu görevlinin derhal görevine geri döndürülmesi gerekir. görevinden alımışsa görevine iade edilmesi gerekmektedir. yani bir işlem yapılması gerekiyorsa o zaman 30 günlük süre bu tür durumlarda söz konusudur. Yani idare 30 gün içinde ilgiliyi görevine iade edecek veya ilgilinin atama işlemine karşı dava açılmışsa eski görev yerine iade edecek. Eski durumun kendiliğinden yerine geldiği durumlarda bu süre uygulanmaz.

à Yürütmeyi Durdurma Kararına İlişkin Kararı Yerine Getirmemedeki Sorumluluk : Genel olarak yargı kararlarını iptal kararlarının yerine getirilmemesinden doğan gerek idarenin sorumululuğu gerek kamu görevlisinin kişisel sorumluluğu konusunda geçen yıl söylediğimiz şeyleri aynen tekrarlamak zorundayız. İdarenin yargı kararını yerine getirmemek ağır bir hizmet kusurunu oluşturur. Bundan dolayı tazminatı gerekirir. Bunun yanında kamu görevlisinin kişisel kusurunu gerektirir. Yargıtayın bu konuda almış olduğu içtihadi birleştirme kararı burada önemlidir. Bu Yagıtayın almış olduğu içtihadi birleştirme kararı doğrultusunda bir hüküm getirilmiştir. İlgili kamu görevlisinin yargı kararını yerine getirmemesinde kasıt aramaya gerek yoktur. yargı kararı yerine getirilmemişse ilgili kamu görevlisi doğrudan doğruya kusurludur sorumludur. Ayrıca kamu görevlisini sorumlu tutup ona karşı bir tazminat davası açılabilmesi için ayrıca bir kasıt aramaya gerek yoktur. dolayısıyla böyle bir durumda yargı kararının yürütmeyi durdurma kararının yerine getirilmemesinden dolayı hem idare aleyhine tazminat davası açılabilir idare hasım gösterilerek hemde ilgili memur ilgili kamu görevlisi lehine tazminat davası açılabilir adliye mahkemelerinde. Dolayısıyla böyle bir durumda her ne kadar 1982 anayasası memur bakımından güvence sistemini getirmiş ise de davanın idare aleyhine açılabileceği kuralını getirmiş ise de yargıtay 1982 anayasasından sonrada bu tutumunu devam ettirmiştir. Bu çokta yerinde olmuştur. Kamu görevlisini böyle kalkan gibi koruyan bir siper gibi koruyan bir anayasa hükmüne rağmen bir mahkeme kararını yerine getirmeme gibi çok ağır bir kusurun cezasını sadece idareninde çekmesi hakkaniyete uygun değildir.

NOT : Dava açma süreleri bu konu çok önemli. Yürütmenin durdurulması konusu önemli. Kanun yolları idari yargıda biraz önemli. II. Dönem değindiğimiz konular içinde en önemli konular bunlar.



















10/05/2007

KANUN YOLLARI

Kanun yolları olağan kanun yolları ve olağanüstü kanun yolları olarak 2 ye ayrılıyor. Olağan kanun yolları içersinde kesinleşmemiş olan bir mahkeme kararının yeniden incelenmemesi değerlendirilmesi sağlanıyor ve değiştirilmesi mümkünse değiştirilmesi sağlanıyor dolayısıyla kural olarak kesinleşmemiş bir mahkeme kararının incelenmesini ve değiştirilmesini sağlayan bir yasa yolu, olağan yasa yoluları. Tabi şu var burada istisna olarak her ne kadar olağan kanun yolu içinde saysak da kanun yararına bozma yada kanun yararına özel bir temyiz yolunda temyiz yolundan geçmeden kesinleşmiş olan bir yargı kararına karşı öngörülmüş olan bir temyiz yolu söz konusu bunu sadece bir istisna olarak kabul edebiliriz. Ama onun dışında kural olarak kesinleşmemiş olan bir yargı kararının tekrar incelenmesini sağlayan yasa yollarından bahsediyoruz. Ne var ? Temyiz var ve karar düzeltmesi var. Olağanüstü kanun yolu konusunda da yargılanmanın yenilenmesi muhakemenin iadesi konusunu ele alacaz.

ð TEMYİZ :

Yargı kararının kesinleşmesini engelleyen ilk derece yargı yerince verilen kararın kesinleşmesini engelleyen ve kesinleşmeden değiştirilmesini sağlayan bir yasa yolu temyiz yolu. Temyiz yolunun ülkemizdeki önemi idari yargı da henüz istinaf yolunun işlerlik kazanamamış olmasından dolayı daha önemli bir hale geliyor. Dolayısıyla normalde belki temyiz yolu içerisinde incelenmesi mümkün olmayan konularında istinaf yolunun işlerlik kazanmamış olmasından dolayı tenyiz yolunda ele alındığını görüyoz. Çünkü kural olarak temyiz yolunda hüküm mahkemesinin vermiş olduğu incelemiş olduğu olguların bir kez daha incelenmiş birkez daha incelenmesi normal olarak söz konusu değildir. çünkü temyiz yeri yeniden bir yargılama yeri değildir. ama istinaf yolunun gelişmemiş olmasından dolayı hüküm mahkemesinin vermiş olduğu kararı bazen yeniden yargılamak zorunda kalıyor temyiz mahkemesi. İYUK tan önce eski Danıştay kanunun düzenlemesinde bu yol temyiz davası olarak kabul ediliyordu yani eski Danıştay kanunun yasalar arasında temyiz yolunu kabul etmemişti bunu bir temyiz davası olarak nitelendiriyordu İYUK yeni örgütlenmeyi idari yargıdaki yeni teşkilatlanmayı uygun olarak gerçek anlamda alt derece idari yargı mercilerinin kurulmasına paralel olarak ne yapmıştır bu temyiz davasını kaldırarak temyiz yolunu getirmiştir. Temyiz yolunu getirmiştir temyiz mercileri neler olmuştur? İdari yargıda 2 tane temyiz merci öngörülmüştür. Bunlardan biri danıştaydır, biride adına her ne kadar itiraz ile incelenme yoluda denmiş olsada alt idari yargı yerlerinin kararını inceleyen bölge idare mahkemeleridir. Danıştay idari yargı alanında genel görevli temyiz mercidir. Bunun dışında yasada gösterilen hallerde yasada gösterilen idare ve vergi mahkemesi kararlarının incelenmesi ancak bölge idare mahkemelerince mümkündür. Yani bölge idare mahkemeleri idari yargı alanında özel görevli bir temyiz merci olarak nitelendirmek mümkündür. Tabi zaman içinde bölge idare mahkemelerinin itiraz adı altında kullanılan temyiz yetkisi zamanla genişletilmiştir. Bölge idare mahkemesinin kullandığı temyiz yolunun kapsamı genişletilmiştir. Çünkü 4577 sayılı yasa ile 2000 yılında yapılan değişiklikten önce sadece idare ve vergi mahkemelerinin tek yargıçla vermiş oldukları kararlar bölge idare mahkemesince itiraz adı altında temyiz edilebiliyordu. 4577 sayılı yasa 2000 yılında çıkarılmış olan yasa bu alanda da önemli bir değişiklik yapmıştır. Değişikliğin gerekçesi nedir? Büyük ölçüde Danıştayın yükünü hafifletmektir. Ve bu amaçla idare ve vergi mahkemelerinin tek yargıçla vermiş oldukları nihai kararlar dışında yanında idare ve vergi mahkemelerinin kurul olarak heyet olarak almış oldukları bazı kararlarda bazı nihai kararlardaki bu yasada 45. maddede 5 bend olarak sayılmıştır. Bu 5 durumda almış oldukları heyet kararlarıda itiraz yoluyla bölge idare mahkemesinde temyiz edilebilmektedir. Ve dolayısıyla bu tek yargıçla alınan kararlar ve kurul olarak alınan kararlar yasanın öngördüğü itiraz yolu içine alınmış olan kararlar Danıştaya temyiz yoluyla götürülemez. Zaten İYUK açık hüküm var. Bu tür itiraz yolu açık olan idare ve vergi mahkemesi kararları temyiz yoluyla danıştayda incelenemez. Dolayısıyla bölge idare mahkemesini aslında bir anlamda istinaf mahkemesine bir anlamda da temyiz mahkemesine benzetmek mümkündür.

Temyiz edilebilecek kararlar nelerdir? İdari yargı alanında verilmiş olan her mahkeme kararı temyiz edilebilir mi?

Danıştay dava dairelerinin vermiş oldukları nihai kararların temyizi yolu açılmıştır 1990 yılında yapılan değişiklikle. Bu 1990 yılından önceki dönemde danıştay dava dairelerinin vermiş oldukları nihai kararlar temyiz edilemiyordu. 1990 yılında yapılan değişiklikle Danıştay dava dairelerinin vermiş oldukları nihai kararlara karşıda temyiz yolu açılmıştır. Dolayısıyla bugün danıştay dava dairelerinin vermiş oldukları kararlar temyiz edilebilen kararlardır. Tabi bunun temyizinin yapılacağı merci farklıdır heyet kurul farklıdır. Nerede temyiz edilmektedir? İdari dava dairelerinin kararları idari dava daireleri genel kurulunda, vergi dava dairelerinin kararlarıda vergi dava daireleri genel kuruluna gitmektedir. Demekki, dairelerin kararları dava daireleri genel kurulunda temyiz edilebilmektedir. Bu değişiklik çok tartışılmıştır. Anayasa mahkemesine götürülmüştür hem o dönem anamuhalefet partisi tarafından hem de idari dava daireleri genel kurulu itiraz yoluyla anayasa mahkemesine başvurmuştur ama anayasa mahkemesi danıştay dava dairelerinin kararlarına karşı temyiz yolunun açılmasını anayasa aykırı bir hüküm görmemiştir. Gerçekten de görülecek bir durum yoktur. çünkü o zaman anayasa mahkemesininde kararında belirtiği gibi bir yargı organının kararına karşı bir yargılama hukukunda temyiz yolunun varlığı hak arama yolunu kısıtlayan bir hak değildir aksine bu hak arama özgürlüğünü olanağını demokratik olarak dahada genişleten bir yolsur kaldıki anayasa mahkemesinin de kararında belirtiği üzere yüksek yargı organlarının hangi organların ilk derece mahkeme olarak belirleyeceği veya bu yüksek organlarının ilk derece de verdikleri kararların temyiz edilip edilemeyeceği konusunun takdiri yasama organına aittir. Bu yasama organının takdir hakkıdır ayrıca anayasanın bildiğimiz üzere Danıştayı düzenleyen 155. maddesinde bu temyiz olanağını kısıtlayan veya engelleyen herhangi bir anayasal engelde bulunmamaktadır dolayısıyla bu anayasaya aykırılık iddiası o dönemde rededilmiştir ve bu düzenleme yürürlüktedir. Yürürlükte olması önemli çünkü nerdeyse askeri yüksek idare mahkemesi dışında varlığıda hala tartışılan neden askeri idari yargı kararlarının ayrı bir askeri mahkemede görüşülmesi tartışma konusu olurken burda bir kez daha kendini göstermiştir. Böylece bu askeri yüksek idare mahkemesi dışındaki tek dereceli idari yargı merci kalmamıştır. Bütün bu askeri yargı dışında bütün idari yargı mercileri iki dereceli yargılama yöntemini uygulayan mahkemelere dönüşmüşlerdir dolayısıyla bu çok önemli bir adım olmuştur gerçekten idari yargı alanın da bide tabi buna bide istinaf yolunun da bulunaması bu iki dereceli yargılama yöntemin getirilmiş olmasının faydasını bir kat daha artırmaktadır. Temyiz edilebilen kararlara böylece danıştay dava dairelerinin kararlarıda eklenmiştir. Onun dışında normal olarak temyizi kabil olan kararlar bildiğimiz üzere mahkemelerin vermiş oldukları nihai kararlardır. Yani mahkemelerin dava sırasında vermiş oldukları ara kararlarının temyizi mümkün değildir. bilirkişi incelemesi, keşif, bilgi ve belgelerin istenmesi gibi ara kararlarının tek başına temyizi mümkün değildir. bunlar ancak bildiğimiz gibi nihai kararla birlikte temyiz edilebilecek olan kararlardır. Tabi şu var nihai karar derken mahkemenin burda sadece uyuşmazlığı çözen işin özünü karara bağlayan kararı anlamamak gerekir. çünkü görev yönünden davayı red eden bir kararda nihai bir karardır süre yönünden veya ehliyet yönünden davayı red eden kararda nihai bir karardır. Dolayısıyla sadece uyuşmazlığı çözen bir karar değildir. yani davayı sona erdiren bir karardır, Nihai karar dediğimizde. Bunun dışında kalan kararlar mesela yargıcın reddi talebine ilişkin kararların temyizi kabildir. Bu kararın tek başına temyiz edilmesi mümkündür.

à Temyiz Nedenleri : İYUK ta 49. maddede 3 başlık altında ele alınmıştır temyiz nedenleri. Ana temyiz nedeni hukuk kuralının yanlış uygulanmış olmasıdır. Yöntem olarak 19. maddede 3 başlık halinde ele alınmış temyiz nedenleri bunlardan bir tanesi görev ve yetki dışında karar verilmiş olmasıdır. Bir diğeri hukuka aykırı bir karar verilmiş olması belki en sık karşılaşılan durum budur. Ve son olarakta usul hükümlerine mahkemenin uymamış olmasıdır. İdari yargılama yönteminde temyiz yolunda kullanılan bu bozma nedenleri iptal davasında kullanılan iptal nedenlerine çok benzemektedir. Görev ve yetki dışında karar verilmiş olması hali bildiğimiz gibi yetki yönünden hukuka aykırılığa benzemektedir. Hukuka aykırı karar verilmiş olması iptal nedenleri içinde konu ve sebep bakımından hukuka aykırılığa benzemektedir. Ve usul yöntemlerine uyulmamış olmasıda şekil yönünden hukuka aykırılık yöntemine benzemektedir. Ancak idari yargılama yöntemi içerisinde bulunulan temyiz yolunda amaç yönünden hukuka aykırılık durumu genel olarak kabul edilmemektedir. Fransız danıştayının da uygulaması bu yöndedir. Neden amaç yönünden temyiz yolunda hukuka aykırılık kabul edilemez? Çünkü normal olarak bir iptal davasında idarenin karar alırken kamu yararı dışında bir amaç güdmüş olması mümkündür. Çünkü idare bir yargı kuruluşu değildir. dolayısıyla kamu yararı dışında kişisel bir amaç siyasal bir amaç 3. kişiyi kollayan bir amaç gütmüş olması mümkündür. Bu yöndende incelenmesi zaruridir. Ama bir mahkemenin bir idari yargı organının kamu yararı dışında yetki saptırması yoluna başvurarak karar aldıracağını düşünmek mümkün değildir. usul işlemindeki hukuka aykırılık mahkemenin işleyişine ilişkindir. Dolayısıyla bu işleyişe ilişkin olarak yapmış olduğu bir sakatlık bir temyiz nedeni olarak kabul edilmektedir. Ama hukuka aykırı karar verilmiş olması mahkemenin işleyişine ilişkin değildir. ilk derece yargı yerinde dava konusu edilmiş olan idari işlemin hukuka aykırılığının değerlendirilmesi noktasında yapılmış olan sakatlığa ilişkindir. Yani ilk derece yargı yargı yerinin hukuka aykırılığına ilişkin olarak ileri sürülen iddiaları savları değerlendirirken bir hataya yapmış olduğu bir sakatlığa ilişkindir. Dolayısıyla bir temyiz yeri bir danıştay bir bölge idare mahkemesi bu hususta hukuka uygunluk denetimi yaparken ilk derece yargı yeri önünde ileri sürülmüş iddiaları ve savunmaları göz önüne alır. Yani ilk derece yargı önünde ileri sürülmemiş olan iddiaları temyiz makamı önünden sürmek mümkün değildir. kamu düzenini ilgilendiren bir sakatlık varsa o zaman ileri sürülebilir. Kamu düzenine ilişkin sakatlık ilk derece mahkemesinin önünden temyiz mahkemesinin önünde sürülmemiş olsa dahi bunu temyiz yeri kendiliğinden göz önüne alabilir. Ve bunuda bir bozma nedeni olarak kabul edebilir. Temyiz nedenleri 3 başlıkta ele alınmıştı. Görev yetki dışında karar verilmiş olması hali; yetki dediğimizde bir mahkemenin coğrafi alan olarak yetkili olduğu alanı kasdediyoruz. Yetkili mahkemenin saptnaması kolay bir iştir. Özellikle mülki idare bölümlerinden yararlanarak her bir yargı çevresini belirlemek son derece kolaydır. Ya danışaty gibi tüm ülkede yetki sınırı olan ve ya daha alt derece yargı yeri sadece bir ille sınırlı olan mahkeme gibi. Dolayısıyla bu konuda çok fazla bir sorun çıkmaz. Ama işte bazı durumlar bu kadar kolay olmayabilir. Mesela işlemi yapan idari makamın bulunduğu yer, işlemi yapan memurun son görev yaptığı yer veya eylemin yapıldığı yer gibi kavramlardan faydalanılmaktadır. Bu gibi durumlar da duraksama çıkabilir. Bu durumda idari mahkeme idari merci ne yapabilir? Yetkili olduğu bir davada yetkisizlik verebilir veya yetkisi olmadığı halde bir davaya bakmış olabilir. İşte bu durumda böyle bir var sayım gerçekleşmişse danıştay bu kararı görev ve yetki bakımından bozar. Aynı şeyi görev bakımından da söylemek mümkündür. Bu yargı düzenleri içinde görev sorunu çıkmış olabilir veya özellikle idari yargı düzeni içinde idari yargı organları içinde görev sorunu çıkmış olabilir eğer mahkeme kendi görev alanı dışında kalan bir konuda karar almışsa görevsizlik itirazınıda red ederek kendi görev alanına giremeyen bir konuda karar almışsa veya tam tersi kendi görev alanına giren bir konuda karar almamışsa bu durumda karar görev yönünden danıştay tarafından bozulur. Danıştayın görevine giren bir davada idari yargı yeri kendisini görevli sayarak bir karar almışsa nihai karar almışsa davaya görerek sonuçlandırmışsa danıştay kararı bozmakla yetinmez ve davayı kendisi esastan karara bağlar. Diğer durumlar kararı bozmakla yetinir. Bir idare mahkemesinin bir vergi mahkemesinin görev alanına giren bir konuda karar vermesi yada bir vergi mahkemesinin bir idare mahkemesinin görev alanına giren bir konuda karar vermesi mümkün olduğu gibi idare mahkemesinin veya vergi mahkemesinin tek yargıçla çözmesi gereken bir davada yanlışlıkla mahkeme kurul olarak karar almışsa buda bir temyiz nedenidir. Bu durumda danıştay davayı görev yönünden bozar. Tabi bu durumda tek yargıçla alması gereken kararı heyet olarak almışsa artık itiraz yolunun kullanımı mümkün değildir. bu davanın temyizinin danıştay gitmesi gerekiyor yani bölge idare mahkemesine gidilmez. Hukuka aykırı karar verilmiş olması; durumuna uygulamda rastladığımız durum daha çok iptal nedeni olarak söylediğimiz konu ve neden olarak hukuka aykırılık durumu. Yani ilk derece yargı yerinin hukuka aykırılık savlarını değerlendirirken yapmış olduğu hata yapmış olduğu yanlışlık durumuna. Hukuka aykırı karar verilmiş olması esasen hukuk kuralının yanlış uygulanması anlamına geliyor. Hukuk kuralının yanlış uygulanmasında ne olabilir? Bir hukuk kuralında yanlışlık yapılmış olabilir. Hukuk kuralının seçiminde somut olaya uygulanmasında yanlışlık yapılmış olabilir. Mahkemece saptanan olayların saptanmasında o olayların değerlendirilmesinde yapılmış olabilir. Veya bu olayların mahkemece vasıflandırılmasında nitelendirilmesinde yanlışlık olabilir. 3 durum hukuka aykırı karar verilmiş olmasından 3 ayrı durumu ayırt etmek gerekir. bir demekki hukuk kuralında yanlışlık yapılmış olması şimdi hukuk kuralında yanlışlık yapılmış olması ne demekdir? Yani mahkemenin önüdeki somut olaya yanlış hukuk kuralını uygulaması veya eksik uygulaması veya hiç uygulamaması gereken kuralı hiç uygulamış olması anlamına gelir. Mesela mahkemenin önünde olan olayda bir vergi cezası usulsuzluk cezası gibi bir ceza zamanaşımana uğramış fakat mahkeme buna rağmen ilgili yasayı uygulamış. Veya bu tür bir olay dışında işte bir disiplin yönetmeliğini idare tarafından bir kamu görevlisine uygulanmış mahkemede aslında uygulanmaması gerekirken yani somut olayların koşulları o disiplin hükmünün uygulanmaması gerekirken uygulandığı halde mahkemede bu işlemi kabul etmiş mesela kınama cezası verilmiş meslekten ihraç cezası verilmiş. Olayın somut koşulları öyleki bu disiplin hükümlerinin uygulanması gerekmiyor. Gerekmediği halde bu disiplin hükmü memura kamu görevlisine tatbik edilmiş uygulanmış dolayısıyla bu nedir hukuk kuralının yanlış uygulanmasıdır. Ve temyiz merci bu durumda kararı bozar. İkinci olarak olayın saptanmasında alt idari yargı yerinde olayın saptanmasında bir hataya düşülmüş olabilir. Aslında bu tür bir durumun mümkün olmaması gerekir. bildiğimiz gibi saptanan olaylar bir mahkeme tarafından saptanmıştır. Dolayısıyla normal olarak bir mahkemenin saptanmış olduğu olayların gereçeğe aykırı olduğunu ileri sürmek normalde mümkün değil. Mahkemece olayların gerçeğe aykırı olarak saptandığı yolunda bir itirazın normal olarak kabul edilmemesi gerekir. olayın saptanmasında mahkemenin bir hataya düştüğünün bir yargı organının gerçeğe aykırı olarak saptadığını sürmek mümkün değil. Ancak burda da istinaf yolunun bulunmayışından dolayı temyiz merci danıştay özellikle zaman zaman olayın saptanmasının gerçeğe uygun düşüp düşmediğini incelemektedir. Olayın gerçeğe uygun olarak saptanmadığı konsunda bir temyiz nedeni olarak ileri sürülmülşse Danıştay bu iddiayı zaman zaman incelemektedir. Ve olayın saptanmasında bir hataya düşüldüğünü tesbit ederse danıştay kararı bozmaktadır. Bu aslında normalde bir istinaf mahkemesinin görevidir. Olayın saptanmasında yanlışlık yapılmasını saptanmasını her tür idari dava bakımından düşünmek mümkün. Yani sorumluluk hukuku bakımından idari işlemin iptali bakımından idari işlemin iptale sebep olarak gösterilen nedeninin hukuka uygun olarak saptanması bakımından düşünmek mümkün. Eğer mahkeme olayı saptadığı şekil gerçeğe aykırı ise danıştay ne yapıyor? Kararı bozuyor. Çünkü ileri sürülen zarar tazmini istenen zarar olayın bir defa doğru olarak saptanmasına bağlı olay doğru olarak özellikle sorumluluk hukuku bakımından önemli. Kusurlu sorumluluğumu var objektif sorumluluğumu var idarenin bri defa olayın doğru saptanması gerekir. olayın sorumluluk hukuku bakımından çok önemli. Eğer alt idari yargı yeri olayı o şekilde bir saptamış olurki neticede zarar görenin kusuru var dolayısıyla zarar ile idarenin eylemi arasında illiyet bağı mevcut değildir. dolayısıyla idarenin sorumluluğuna hükmetmek mümkün değildir şeklindebir sonuç ortaya çıkabilir. Dolayısıyla kişinin uğramış olduğu zararı tazmin ettirmesi mümkün olmaz. Ama olay gerçeğe uygun olarak saptandığı durumda sadece zarar görenin kusurundan doğmamışsa ve idare her hangi bir hizmet kusuru doğmadan da objektif sorumluluk ilkelerine göre sorumluluktan kurtulması mümkün ise olay bu şekilde saptanmış ise bu durumda idarenin tazmin zorunluluğu çıkar dolayısıyla bu husus önemli olayın gerçeğe uygun olarak saptanmış olması hususu çok öenmli özellikle bu tür davalarda sorumluluk hukuku davalarında danıştay ileri sürülen gerçeğe aykırı saptama iddialarını incelemektedir. Ve incelediği yerde de olayın gerçeğe aykırı saptanması varsa o zaman karar bozulmaktadır. Bir diğer durumda şu olabilir; nitelnedirmede vasıflandırmada olayın vasıflandırılmasında bir hataya düşülmüş olması. Yani memurun hareketi haysiyet kırıcı bir hareket mi değil mi? Yargı yeri bu nitelendirmeyi denetlemektedir. Eğer öyleyse verilen cezanın hukuka uygun olduğu yoksa hukuka aykırı olduğu sonucuna varılıyor. Burda da alt idare yargı yerinin olayı nitelendirirken vasıflandırırken düşmüş olduğu hata yanlışlık temyiz yeri tarafından bir bozma nedeni olarak kabul ediliyor. Davacı belgeleri ile olayın gerçeği yansıtmadığını ispat ediyor temyiz mercine ve karar bozuluyor. Ama normalde bu yol olmamalı ama yine istinaf yolunun bulunmamasından dolayı bu yol kullanılmaktadır. Mesela bir yerin umumi bir yer sayılıp sayılmayacağı hususu. Alt idari yargı yeri bu hareketin işlenmdiği yeri umumi bir yer olarak kabul etmiş fakat danıştay incelemesinde bu tip bir yerin kamusal alan umumi yer olarak kabul edilemeyeceğine hüküm etmiş. Dolayısıyla burda ne yapılır? Karar bozulur. Veya video müzik eserlerinin denetlenmesi ile ilgili yasa var kanun var bu kanunun uygulanmasına ilişkin olarak bazı tür filimlerin ahlaka aykırı olup olmadığı hususunda alt idari yargı yeri tarafından yapılmış olan incelemede eksik incelemeyle hüküm tesis edilmişse yani film incelenirken sadece birkaç sahnesi üzerinde durulup filmin ahlaka uygun olup olmadığına karar verilmişse burda da karar bozulur. Dolayısıyla olayın incelenmesinde bir hataya düşülmüş olduğundan dolayı karar bozulma yoluna gidilir. Yasada gösterilen üçüncü bozma nedeni usul hükümlerine uyulmamış olması. Usul hükümleri iptal davasında gördüğümüz yöntem kuralları biçim şekil kurallarına ilişkin husustur. Dolayısıyla danıştayın özelikle biçim eksikliğini şekil eksikliğini her durumda bir iptal nedeni olarak görmediğini söylemiştik. Danıştay bu konuda bir takım ayrımlara gidiyor. Sonucu etkileyen sakatlıklar sonucu etkilemeyen sakatlıklar kişiye güvence ön gören sakatlıklar idareye sadece yön gösteren kurallar dolayısıyla bu ayrımlar çerçevesinde sadece kişiye güvence için öngörülen yöntem kurullarının ihlali yani sonucu etkileyen yöntem kurallarının ihlalini bir iptal nedeni olarak kabul ediliyor. İdareye kimi durumlar da hoşgörülü olarak davranıyor. Sonucu etkilemeyen bir sakatlığı bir iptal nedeni olarak saymıyor. Ama burda mahkeme bir idari kuruluş olmadığı için bu konuda danıştay herhangi bir hoşgörü göstermiyor. Bir mahkemenin yöntem kuralına uymaması ihal etmesi hataya düşmesi bir bozma nedeni olarak kabul ediliyor. İşte bu konuda sav ve savunmanın yapılması ilgililere savunmaların yada savların zamanında yapılması sırasındaki ihlal mesela ikinci savunmanın tebli edilmesi yada ikinci savunma yapılmadan karar verilmesi bunlar bir yöntem sakatlığıdır. Mesela toplantı ve karar yeter sayısına uyulmaması veya kararın gerekçeli olmaması any 141. md göre her mahkemenin kararının gerekçeli olması gerekir. yada eksik gerekçeye dayanması bir bozma nedenidir. Tabi alt idari yargı yerlerinin kararları yeterli gerekçeye sahip olmasıbı danıştay bir koşul olarak aramaktadır fakat kendisinin özelikle temyiz taleplerini red eden kararlarında yeterli gerekçeye yer verdiğini söylemek mümkün değildir. danıştay kendisi alt idari yargı yerlerinin kararlarında yeterli gerekçe aramaktadır. Özelikle kendisi temyiz kararlarının redi kararlarında daha çok kişeleşmiş formüller kullanmaktadır. Mesela alt idare yargı yerinin kararının bütün üyelerce yargıçlar tarafından imzalanması gerekiyor. Burdaki bir imza eksikliği dahi kararın bozulması için yeterli bir durumdur. Mesela danıştayın dairesi 5 kişi işle toplanıyor 5 kişi ile toplanıp en az üç kişinin oyu ile karar alması gerekir. eğer 5 kişi ile toplanıpta üyelerin görüşleri zıtlaşmışsa 3 oy elde edememişse daire karara varamamış demektir. Dolayısıyla toplantı yeter sayısı hükmüde önemli bir usul hükmü olarak uygulanmaktadır.


à Temyiz Yolunun Koşulları :

Temyiz yolu kendiliğinden işleyen bir yol değildir. dolayısıyla temyiz yolunun işleyebilmesi için esas davanın temyize konu edilen esas davanın taraflarından birinin mutlaka temyiz yoluna başvurması gerekir. Bu başvuru üzerine danıştay temyiz incelemesinde bulunabilir. Sadece esas davanın tarafları temyiz yoluna başvurabilir. Dolayısıyla davaya katılan kişinin tek başına temyiz yoluna başvurması mümkün değildir veya mahkemenin kararına karşı azınlık oyu kullanmış olan yargıçların temyiz yoluna başvurması mümkün değildir. Ama müşterek dava bir karara karşı birden çok kişinin müşterek dava açması durumunda davacılardan herbiri ayrı ayrı kararı temyiz edebilirler. Bu mümkündür. Sadece bir taraf temyiz yoluna gidebileceği gibi her iki taraf birden tabi kendi açılarından temyize başvurabilirler. İki taraf birdende başvurabilirler buda mümkün fakat temyize başvuranın mutlaka bir yararının olması gerekir. yani kararın bozulmasında bir fayda beklemesi gerekir. yani bütün istekleri kabul edilen bir tarafın gidipte temyiz yoluna başvurması düşünülemez. Temyiz yoluna gidebilemk için mutlaka alt idari yargı yerinin hüküm fıkrasının bozulması talep edilmek zorundadır. Hüküm fıkrası kalsın sadece gerekçenin bozulmasını istiyorum ben bu mümkün değil. Demekki bu koşullar gözetilerek temyize başvurmak mümkündür. Bu koşulların dışında kalan bir temyiz incelemesi başvurusu daha ilk incelemede red edilir. Önemli hususlardan biride temyiz sürelerine dikkat edilmesi gerekir. Temyiz süresi 1990 yılına kadar 60 gün 1990 yılından sonra ise 30 gündür. Alt idari yargı yerinin kararının tebli tarihinden itibaren o tebliği izleyen günden itibaren 30 günlük süre içinde temyiz başvurusunda bulunulması gerekir. Bu 30 günlük süre geçtikten sonra temyiz başvurusunda bulunulması halinde bu başvuruyu kararı temyiz edilen mahkeme süre yönünden red eder. Sadece bu durumda temyiz başvurusunun süre yönünden reddine ilişkin bu karar 7 gün içinde danıştayda temyiz edilebilir. İlk derece yargı yerinin temyiz başvurusunun süre yönünden red eden kararı 7 gün içerisinde Danıştayda temyiz edilebilir. Bunun dışında da temyiz dilekçesinde ki eksiklikler nedeniyle bunların daha sonra tamamlanmaması nedeni ile mahkeme temyiz başvurusuna bulunulmamış yönünde bir kararda alabiliyor. İşte bu kararda 7 günlük süre içerisinde danıştayda temyiz edilebilir. Süre burda kamu düzenine ilişkin hatta taraflarca öne sürülmese de temyiz yeri bunu mutlaka kendiliğinden dikkate alacaktır. Bir taraf temyize gittiğinde diğer taraf temyiz süresini geçirmiş olsa bile temyiz dilekçesine cevap verme süresi içerisinde olmak kaydıyda kararı temyiz edebilir. Bazı yasalarla özel temyiz süreleride öngörülebiliyor mesela vergi usul kanununda var mesela böyle bir süre arsa ve arazilerin birim tesbitine ilişkin davalarda mesela 15 günlük bir süre öngörülmüştür.

à Temyiz Başvurusunda Prosedür nasıl İşliyor?

Temyiz yolunun işlemesi için taraflardan birinin başvurması gerekiyor. Bir dilekçe ile başvuracak. Dilekçeyi itiraz yolu dışında danıştay başkanlığına yazacağı bir dilekçe olacak dilekçeyi bu yasanın ilgili maddesininde öngörülen şekilde yazacak ve sonra temyiz edilecek kararı koyacak temyiz nedenlerini koyacak temyize başvuru tarihini koyacak bir takım hususları dilekçeye eklemesi gerekiyor. Mesela örnekleri ekleyecek karşı tarafın sayısı kadar. Dilekçeyi daha önce dava açacağı yerlere burda da verebilir yani kararı vermiş olan mahkemeye vermiş olabilir veya bir idare mahkemesine vergi mahkemesine vermiş olabilir danıştaya vermiş olabilir veya bunlar yoksa bir asliye hukuk mahkemesine verebilir eğer yurt dışında ise türk konsolosluğuna verebilir. Ordan alındığı tarih kayıdın yapıldığı tarih karar temyiz edilmiş sayılıyor. Eğer bir takım eksiklikler varsa dilekçede bu eksikliklerin tamamlanması için daha öncede dava dilekçesinde gördüğümüz gibi mahkeme tarafından burda da 15 günlük bir süre veriliyor ve bu süre içinde de eksikliğin giderilmesi isteniyor, eğer eksiklik giderilmezse o durumda mahkeme temyiz isteminden vazgeçilmiş sayılacağı yani temyiz isteminde bulunulmamış sayılmasına karar veriyor. Bu karar 7 gün içinde danıştayda temyiz edilebilir. Harç ve giderlerin ödenmemesi durunda da aynı şeyler yaşanır. Eğer bir eksiklik yoksa mahkeme temyiz dilekçesini karşı tarafa tebli ediyor. Karşı tarafta isterse 30 gün içinde cevap veriyor. Karşı taraf şunuda yapabiliyor 30 günlük süre içinde kararı cevap dilekçesi içerisinde temyiz etme olanağına sahip. Cevap dilekçesinde oda temyiz ediyor bu durumda cevap dilekçesi bir temyiz dilekçesinin yerini tutmuş oluyor. Ve mahkeme bu aşamadan sonra cevap verme süresi geçtikten sonra dosyayı temyiz mercine gönderiyor yani vergi veya idare dava daireleri genel kuruluna yoluyor. Mahkemenin kararına karşı temyiz yoluna gidilmiş olması kararın yürütülmesini durduruyormu? Hayır durdurmuyor. Burda iki şey var. Bir mahkeme kararının yürütülmesi durduruluyomu kendiliğinden iki eğer bir iptal davası söz konusu ise idari işlemin yürütülmesi durduruluyomu? Mahkeme kararının yürütülmesi kural olarak durmuyor. Çok istisnai mesela yıkım kararında olduğu gibi kesinleşmeden yürütülemeyecek icra edilemeyecek kararlar var eğer idare temyizden daha sonuç çıkmadan bir yıkım kararını uygulamaya koymuşsa temyiz lehine sonuçlanmışsa burada idarenin sorumluluğu gerekiyor. Ama kural olarak mahkeme kararının yürütülmesi durmuyor. Durabilir nasıl durabilir? Teminat karşılığında temyiz yeri mahkeme kararının yürütülmesini durdurabilir. Ama mesela iptal davalarında genellikle teminat istenmiyor. Peki konusunda bir iptal davasında idari işlem temyiz yerine başvurması idari işlemin yürütülmesini durduruyor mu? Hayır durdurmuyor. Temyiz yerinin ayrı bir yürütmenin durdurulması kararı alması gerekiyor. Ama temyiz yerinin alacağı yürütmenin durdurulması kararı konusunda bir ayrıma bir farklılaşmaya gidilmiştir İYUK düzenlemesinde. Nasıl bir farklılaşma? Yani bir durumda temyiz yerinin yürütmenin durdurulması kararı vermesi zorlaştırılmış bir durumda yürütmenin durdurulması kararını vermesi daha kolaylaştırılmıştır. Farklılaşma şu noktadadır; alt idare mahkemesine açılmış olana davanın reddine ilişkin kararın temyizinde bu zorlaştırılmıştır. Neye bağlanmıştır? 27. maddede öngörülen koşulun varlığına bağlanmıştır. Bu kısıtlama davanın reddine ilişkin kararların temyizi halinden söz konusudur. Ancak eğer davanın kabulune ilişkin olarak verilmiş olan bir karar dolayısıyla idari işlem hakkında yürütmenin durdurulması kararı vermesi bu sınırlamalara temyiz yeri tarafından verilmesi bu sınırlamalara bağlı olmadan uygulanmaktadır. Dolayısıyla burdaböyle bir ayrıma gidlimiştir idari işlem hakkında yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi bakımından bu önemli bir ayrım. Eğer yürütmenin durdurulması kararı talep ediliyorsa temyiz yerinden yürütmenin durdurulması talep ediliyorsa bu durumda temyiz dilekçesini alan alt idari yargı yeri bu kararı acil olduğu için karşı tarafa tebli etmeden doğrudan doğruya Danıştaya gönderir. Karar bu durumda karşı tarafa tebli edilmez. Talep hakkında temyiz merci bir karar verdiktan sonra danıştayın yürütmenin durdurulması hakkında bir karar verdikten sonra karşı tarafa tebliği kendisi yapar. Tenyiz merci incelemesini gerçekleştirdi tenyiz nedenini kabul edilebilir buldu bu durumda kararı bozacak. Veya alt idari yargı yerinin kararını hukuka uygn buldu o zamanda temyiz talebini red edecek. Ama şuda mümkün kararı kısmen onayıp kısmende bozabilir. Buda mümkündür. Ama bu durumda mutlaka hangi kısmın onandığını kesinleştiğinin mutlaka belirtilmesi gerekir. bide şu mümkündür kararın düzeltilerek onanmasıda mümkündür. Ancak düzeltme konusuda yanılmamak gerekir. Ne düzeltilebilir ne düzeltilemez? Düzeltilebilecek olan yeni İYUK ta sadece maddi hatalardır maddi yanlışlıkların düzeltilip bu şekilde onanması mümkündür. Alt idari yargı yerinin vermiş olduğu bir tazmin kararında tazminat tutarı bir yerde doğru yazıldığı halde sonuç bölümünde yanlış yazılmış veya toplama hatası yapılmış bu gibi yanlışlıkların düzeltilmesi mümkündür. Eskiden bu yeni yasal düzenlemeden önce 49. madde hükümünde özellikle uyuşmazlığın hukuki noktalara ilişkin olması diye temyiz mercine çok geniş bir düzenleme yetkisi vardı. Uyuşmazlığın özelikle hukuki noktalara özel olması halinde dolayısıyla bu düzenleme kaldırılmıştır. Tenyiz kararı verildikten sonra dosya geri gönderiliyor ilgili idari yargı mercine. İdari yargı merci kural olarak bozma kararı çerçevesinde yeniden karar veriyor. Fakat İYUK eski dönemde bu yoktu sadece idare ve vergi mahkemelerine yani danıştay dava daireleri yok danıştayın bozma kararına uymama hakkını tanımıştır. Yani kararında direnme hakkını kararında ısrar etme hakkını tanımıştır. Ama bu hak sadece idare ve vergi mahkemelerine tanınmıştır. Dolayısıyla danıştay dava dairelerinin direnme hakkı yoktur. danıştay dava dairelerinin ilk derece olarak vermiş oldukları kararlarda bu kararın temyizi halinde dava dairelerinin vereceği temyiz kararı karşında direnme hakkı yoktur. onlar bu karara uygun yeni bir karar almak zorundadır. Bu danıştay içinde daha karmaşık bir durumun ortaya çıkmaması için düzenlenmiştir. Dolayısıyla alt idari yargı yeri kararında direnirse ısrar ederse o zaman isteyen taraf bunu temyiz yoluyla danıştaya götürebilir. Bu direnme kararı danıştaya gittiği zaman ya idari dava daireleri genel kurulunda yada vergi dava daireleri genel kurulunda incelenir. Eğer dava daireleri genel kurulu direnme kararını haklı bulursa bu durumda alt idare yargı yerinin kararını onar. Ama haksız bulursa bu durumda direnme kararını kaldırır. Direnme kararının kaldırılması kararına artık alt idare yeri uymak zorundadır. İdari dava veya vergi dava daireleri genel kurlunun kararı artık uyulması zorunlu bir karardır.

İtiraz yolu, ismi itiraz olmasına rağmen buda bir temyiz yoludur. Çünkü itirazın aynen temyizin şekil ve usulüne tabi olduğu yasanın 45. maddesinde de açıkça yazmaktadır. itiraz yolunda da süre 30 gündür. Bölge idare mahkemesine başvurulan durumlarda bölge idare mahkemesinin kararı kesindir. Bu karara karşı temyiz yoluyla danıştaya başvurulması mümkün değildir. Temyiz yoluyla itiraz yolunu ayıran en temel farklılık nedir? İtiraz yolunda da temyiz yolunda da karar kesin bu açıdan bir fark yok. Dolayısıyla en temel farklılık bölge idare mahkemesinin kararı bozup geri gönderme yetkisinin olmamasıdır. Danıştayın yaptığı gibi bölge idare mahkemesi kararı bozup dosyayı geri gönderemez kural olarak. Çünkü bunun bir istisnası yasada öngörülmüştür. Kural olarak kararı bozup dosyayı ilgili mahkemeye gönderemez. Kendisi esas hakkında yeniden karar verir. Tabi bu kararı verebilmesi içinde bir istinaf mahkemesi gibi gerekli inceleme ve tahkikatı yapma yetkisine sahiptir. Bölge idare mahkemesini bir çeşit istinaf mahkemesi gibi düşünmek mümkün. Çünkü bölge idare mahkemesi yeniden inceleme ve tahkikat yaptırma yetkisine sahiptir. Bu incelemeyi yaptırıp konu hakkında yeniden karar verir. Ve bu karar kesindir ve bu kararla ilgili danıştaya temyiz için başvurmak mümkün değildir. sadece ilk inceleme üzerine verilen kararlara itiraz halinde bölge idare mahkemesi itirazı haklı bulursa bu durumda kararı bozup dosyayı geri gönderir. Sadece ilk inceleme önüne verilen kararlara itiraz edilmişse bu durumda bölge idare mahkemesi kararı bozar ve dosyayı geri gönderir. Tek yargıçla verilen kararlara karşı bu yol ilk başta öngörülmüştü yani itiraz yolu önce sadece tek yargıçlı mahkemeler içindi. Bu durumun kapsamı itirazın kapsamı 2000 yılında 4577 sayılı yasayla yapılan değişiklikle genişletilmiştir. 45. maddesinde yapılan değişiklikle itirazın kapsamı bir hayli genişletilmiştir. Bu değişikliğe paralel 47. maddede değiştirilmiştir. O maddedeki düzenleme itiraz yolu açık olan kararlar temyize konu edilmez şeklinde değiştirilmiştir. İdare ve vergi mahkemelerinin itiraza konu olan kararları temyiz edilemez. 45. madde de ne yapılmıştır? 45. maddede idare ve vergi mahkemelerinin kurul olarak verdikleri5 tür uyuşmazlığa ilişkin karar nihai kararlar itiraz yoluyla bölge idare mahkemesi tarafından incelenebilmesi olanağı getirilmiştir. Bu maddede sayılan 5 tür uyuşmazlığa ilişkin karar kurul olarak heyet olarak verilen karar ancak bölge idare mahkemesinde temyiz edilebilir. Bu 5 tür uyuşmazlığın iyi bilinmesi gerekir. Tek yargıçla verilen kararlar dışında sadece 5 durumda heyet kararlarının bölge idare mahkemesine götürülmesi mümkün. Bunlardan ilki, ilk ve orta öğrenimdeki öğrencilerin sınıf geçmelerine not tesbitlerine ilişkin almış oldukları kararlar. Bu kararlar idare mahkemesinde heyet olarak karara bağlanmış olmasına rağmen ancak bölge idare mahkemesine gidilmesi mümkündür. İkincisi, kamu görevlilerini ilgilendiriyor. Kamu görevlilerine ilişkin olarak valilikler kaymakamlıklar merkezi idarenin taşra teşkilatı tarafından kamu görevlikleri tarafından yapılan geçici görevden uzaklaştırma görevlendirme izinlerine ilişkin işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar. Bu kararda bölge idare mahkemesine götürülebilir. Üçüncüsü, yine önemli bir konu 3091 sayılı kanunda taşınmaz mal zilyetliğinde yapılan tecavüzlerin önlenmesi hakkındaki yasanın uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıklar bu konuda da yine nihai kararlar kurul olarak verilmesine rağmen bölge idare mahkemesine itiraz yoluyla götürülmesi ancak mümkündür. Dördüncüsü, kimsesizlere güçsüzlere aylık bağlanması hakkındaki kanun sosyal yardımlaşmayı teşvik kanunu çerçevesindeki uygulamalarda yine bölge idare mahkemesine götürülebilecek olan kararlardan. Beşincisi, bide vergi usul kanunundaki düzenleme var. Vergi usul kanununa göre iş yeri kapatma cezalarına ilişkin olarak ortaya çıkan uyuşmazlıklara ilişkin kararlarında ortaya çıkan kararlarada bölge idare mahkemesine itiraz yoluyla götürülmesi mümkündür. Dolayısıyla bu durumlarda danıştaya temyiz için başvurmak mümkün değil. Ancak bölge idare mahkemesine itiraz yoluyla gitmek mümkündür. İtiraz süresi 30 gündür. Bu süre geçtikten sonra yapılan başvuru red edilir. Temyiz yolunda olduğu gibi itiraz yoluna başvurulmuş olması kararın yürütülmesini otomatik olarak durdurmuyor. Burda da aynı şey geçerli. Dolayısıyla bölge idare mahkemesinin mutlaka bir yürütmeyi durdurma kararı vermesi gerekiyor. Tenyizde dediğimiz şeyler burada da geçerlidir.

à Kanun yararına temyiz : Kanun yararına temyiz dediğimiz yol özel bir yol olarak öngörülmüş olan bir temyiz yolu ve hangi tür kararlara karşı mümkün? Temyiz yoluna başvurmadan kesinleşmiş olan yargı kararları için söz konusudur. Dolayısıyla temyiz yolu kullanılmadan kesinleşmiş yargı kararları içinde hukuka aykırı sonuç doğuran hukuk düzenine ters düşen sonuçlar olan kararlar için danıştay baş savcısının başvurabileceği bir yol. Danıştay baş savcısı ya kendiliğinden yada ilgili bakanlığın talebi üzerine bu yola başvurabilir. Tabi bu yolun kullanılması kesinleşmiş olan mahkeme kararının hukuksal sonuçlarını ortadan kaldırmıyor. Yargı yeri bu karar üzerine yeni bir karar alamıyor ve haliyle herhangi bir direnme hakkıda söz konusu değil. Bozma kararına yeni bir karar alması direnme kararı alması mümkün değil direnme hakkını kullanması mümkün değil.

18/05/2007

ð KARAR DÜZELTMESİ YOLU

Hukuk yargılama yönteminde de gördüğümüz gibi temyiz yerlerinden verilmiş olan yargı kararlarının bir kez daha incelenmesini ve gözden geçirilmesini sağlayan bir kanun yoludur. Karar düzeltmesinin bu bakımdan idari yargılama yöntemi içersinde HUMK düzenlenen şekline göre aslında çok fazla ayrım noktaları yok büyük ölçüde benzerlik var birkaç noktada ayrıldığını söyleyebiliriz. Karar düzeltmesi yönteminde ik karşımıza çıkan sorun hangi kararların düzeltilmesi istenebilir. İdare ve vergi mahkemelerinin karraalrı dışında kalan çünkü ilk derece yargı yerlerinin kararlarının düzeltilmesi istenemez. Danıştay dairelerinin temyiz yeri olarak vermiş oldukları kararlar veya danıştay dava daireleri genel kurulunun temyiz yeri olarak vermiş oldukları kararlar ve bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine vermiş oldukları kararlar. Bu kararlar genel olarak karar düzeltmesi yoluna gidebilecek kararlardır. İlk derece mahkemesi olmayarak verilmiş olan danıştay dairelerince veya danıştay vergi ve idare dava daireleri genel kurullarınca temyiz yeri olarak verilmiş olan kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine vermiş oldukları kararlar karar düzeltmesine konu olabilecek kararlardır. Bunların dışında kalan kararların özelikle ilk derece yargı yeri olarak verilen kararların karar düzeltmesine konu olması zaten söz konusu değildir. Ancak buna rağmen hukuk sistemimizde bazı kararların karar düzeltmesine konu olması mümkün değildir. bunların en önemli grubunuda özelikle idare ve vergi mahkemelerinden veya danıştay dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararlar oluşturur. İkinci bir grup ise, yürütmenin durdurulması kararlarıdır. Yürütmenin durdurulması kararı ister temyiz merci tarafından verilmiş olsun yada ilk derece yargı yeri tarafında verilmiş olsun karar düzeltmesine konu olamaz. Üçüncü grup ise, memurların yargılanmasına ilişkin olarak danıştay tarafından verilmiş olan kararlar var. Yargılama gerek olması yada yargılamaya luzum olmaması şeklinde verilmiş olan kararların karar düzeltmesi yoluna konu olamaz.

à Karar Düzeltmesi Nedenleri :

Karar düzeltmesi nedenleri İYUK 54. maddede belirtilmektedir. HUMK ta kullanılan karar düzeltmesi yolunun nedenlerinin aynı olarak görülür. Bunlardan bir tanesi belgede sahtecilik yapılmış olması, kararda birbirine aykırı hükümler bulunmuş olmasıbazı iddia ve itirazların kararda karşılanmamış olması gibi nedenler yer alıyor karar düzeltmesi için.

· İddia ve itirazların kararda karşılanmamış olması : Yani sav ve savunmaların dava dilekçesinde veya savunma dilekçesinde veya cevaba cevap dilekçesinde tarafların ileri sürdükleri iddiaların savunmaların yargı yerinin kararında gerekçeli olarak savunmamış olması karar düzeltmesi yoluna başvurma nedeni olarak kabul ediliyor.
· Kararda birbirine aykırı hükümlerin bulunması : Kararda birbirine aykırı hükümlerin bulunması derken kararın hüküm fıkrasında birbirine aykırı hüküm bulunmasını kast ediyoruz. Yoksa kararın gerekçesinde bildiğimiz üzere birbirine aykırı görüşler yer almış olabilir. Bu bir karar düzeltmesi nedeni oluşturmaz. Hüküm fıkrası ile gerekçe arasındaki aykırılık düzeltme nedeni olabilir mi bu öğretidede tartışmalı. Öğretide bazı yazarlar bunun tek başına bir karar düzeltme nedeni olarak sayılmasını söylüyor fakat bir kısım yazarlarda bunun mümkün olmadığını danıştay uygulamasına baktığımız zaman içtihad uygulamasına baktığımız zaman sadece gerekçe ile hüküm fıkrası arasında aykırılığı bir düzeltme nedeni olarak görmediğini görüyoruz danıştay uygulamasında. Kaldıki kararda birbirine aykırı hükümlerin yer alması ayrıca bir açıklama nedenidir. Ancak açıklamada eski kararın ortadan kaldırılması gibi bişey söz konusu değildir. açıklamada sadece bazı aykırılıkların yanlışlıkların giderilmesi söz konusudur. dolayısıyla gerekçe ile hüküm fıkrasındaki aykırılığı pekte karar düzeltmesi nedeni olarak görmek mümkün değildir. Mesela idari yargının görev alanına girmeyen bir konu mahkemenin önüne geldi ve yahut idari yargının görev alanına girmekle birlikte o mahkemenin görev alanına girmiyor. Burda danıştayın dava dairesinin görevsizlik kararı vermesi gerekirken ve hüküm fıkrasında bunu belirtmişken daha sonra dönüp davayı esastan red etmesi. Yani önce görevsiz olduğuna ilişkin hüküm fıkrasında açıklamalarda bulunuyor bu ilişki özel hukuk ilişkisi sayılması gerekir diye. Dolayısıyla normal olarak görevsizlik kararı vermesi gerekirken dönüyor sonra savayı esastan red ediyor. İş bu bir çelişkidir. Kararın hüküm fıkrasında birbirine aykırı iki hüküm yer almaktadır. Bu bir düzeltme nedenidir. Bu durum temyiz aşamasında danıştay dairesi tarafından yapılmışsa yada dava dairesi genel kurulu tarafından yapılmışsa böyle bir karar verilmişse bu bie düzeltme nedenidir ve düzeltme aşamasında yine kararı vermiş olan daire veya kurul tarafından düzeltilmesi mümkündür. Dolayısıyla bu önemli bir düzeltme nedendir.
· Belgelerde sahtecilik yapıldığının anlaşılması : Belgelerde sahtecilik yapılması yani hükmün esasını etkileyen belgelerde öyle her belgede sahtecilik karar düzeltmesine konu olmaz. Hükmün esasını etkileyen belgede sahtecilik yapıldığnı sonradan anlaşılması bir karar düzeltmesi nedenidir. Tabi bu nedene dayanabilmek için bu sahteciliğinin temyiz aşamasında ortaya çıkmış olması ve karar düzeltmesi süresi içinde yani 15 günlük karar düzeltmesi süresi içinde ilgilinin bu durumu öğrenmiş olması gerekir. Bu süre geçtikten sonra öğrendi kişi sahteciliği o zaman yargılamanın yenilenmesi durumu ortaya çıkar. Yani karar kesinleştikten sonra belgede sahteciliğin ortaya çıkmış olması o bir yargılamını yenilenmesi nedeni olur. Tabi bunun nedenide farklı bu sahteciliğin mahkeme tarafından onaylanması yada resmi bir makama ikrar edilmesi gibi bir takım nedenler ortaya çıkar.
· Kararın usul ve yasaya aykırı olması : Kararın usul ve yasaya aykırı olması geniş kapsamlı ve bu düzeltme nedenleri içinde belkide en fazla kullanılan düzeltme nedeni budur. Özelikle yasaya aykırı olması denmesinden maddi olarak anlamamak gerekir. burda geniş anlamda bir yasa tabiri hukuk genel ilkeleri içtihadları anlamak gerekir. düzeltilmesi istenen kararla çatışan yeni bir içtihadı birleştirme kararı düzeltmesi nedeni sayılabilirmi? Bu sayılabilir. Çünkü danıştayın uygulaması bu yöndedir. Yani durum şöyle karar verildikten sonra temyiz aşamasından sonra içtihadi birleştirme kararı çıktı ve dairenin veya dava daireleri genel kurulunun temyizde verdiği kararla çatışan bir içtihadi birleştirme kararı çıktı. Karar düzeltmesi talebi istemi karara bağlanmadan önce bu içtihadi birleştirme kararı çıkmışsa bu bir düzeltme nedenidir. Bu durumda ilgili daire veya genel kurul hangi kurum ise düzeltme talebini inceleyen bu içtihadi birleştirme kararına uymak zorundadır ve kararını değiştirmek zorundadır. Süre nedir? Süre 15 gündür. Kararın tebli tarihini izleyen günden itibaren 15 gündür. Kararın sözlü olarak bildirimi kara düzeltmesi yolunun süresini işletmez. Burda da karar düzeltmesi süresinin bitimi eğer çalışmaya ara vermeye rastlamış ise bu durumda 6 eylül tarihinden itibaren 7 gün uzatılmış sayılır.

Bir tarafın karar düzeltmesi isteminde süresi içinde bulunmasında sonra karşı taraf karar düzeltmesini geçirmiş olsa bile karar düzeltmesine vereceği cevap dolayısıyla bğir karar düzeltmesi talebinde bulunabilir mi? Yani karşı taraf süreyi geçirdikten sonra karşı tarafın düzeltme isteminde bulunan tarafın karar düzeltmesine vereceği cevap ile birlikte karar düzeltmesi yolunu kullanabilir mi? İYUK ta böyle bir hüküm yok. Dolayısıyla danıştay bunu kabul etmemektedir. Yani HUMK daki uygulamanın hükmün İYUK yer almamış olmasından yola çıkarak danıştay karar düzeltmesine verilecek cevap dolayısıyla düzeltme yolunu düzeltme hakkını kabul etmemektedir yani süre geçtikten sonra. Başka bir sorun ise şudur, karar düzeltmesinden çıkan karara karşı karar düzeltmesi yoluna gitmek mümkünmüdür? Bu artık mümkün değildir. 1990 yılında İYUK ta yapılan değişiklikle özellikle 1990dan önceki dönemde ön koşullar yönünden vermiş oldukları kararlara karşı temyizden sonra karar düzeltmesi yoluna gidildiğinde ve bu düzeltme sistemi kabul edilipte dava ilk derece yargı yerlerinde görüldükten sonra sonra bu karara karşı bir kez daha temyizden sonra karar düzeltmesi yoluna gidilebiliyordu. Bu hüküm 1990 yılında kaldırılmışır. Çünkü temyiz yolu ilk derece yargı yerlerinin vermiş oldukları ön koşullar nedeniyle vermiş oldukları karara karşı açılmıştır. Yani ilk derece yargı yerlerinin ön koşullar yönünden verdikleri kararı temyiz kapsamına alınmış olması bir kez daha karar düzeltmesi yoluna gidilmesine ihtiyaç bırakmamıştır. Dolayısıyla karar düzeltmesi kararına karşı bir kez daha karar düzeltmesi yoluna gitmek artık mümkün değildir. bu yasadada belirtildiği gibi bir kereye mahsus olmak üzere ancak bu hak kullanılabilir. Karar düzeltmesi yoluna gidilmesi yürütmeyi kendiliğinden durdurmaz. Ancak bu düzeltme talebini inceleyen yargı mercinin talep üzerine yargı yerinin kararının yürütmesini durdurması mümkündür. Karar düzeltmesi gerekçesinde karşı taraf mutlaka belirtilmektedir. Karşı taraf değişmektedir. Davacı karar düzeltmesi yolunda bulunuyorsa karşı taraf davalıdır. Ama davalı başvuruda bulunuyorsa o zaman karşı taraf davacıdır. Yani duruma göre karşı taraf kavramı değişmektedir. Bunun mutlaka dilekçede belirtilmesi gerekmektedir. Sonra karar düzeltmesi yolu incelendikten sonra yargı yeri ne yapabilir? İlk inceleme yapıldıktan sonra yani ön koşullar yönünden inceleme yapıldıktan sonra ilk inceleme yapılmışmı karar düzeltmesine konu olabilecek bir karar söz konusumu dilekçede eksiklikler varmı bu hususlar gözden geçirildikten sonra esas yönünden inceleme yapılıyor. Ön koşullar yönünden bir eksiklik görülmemişse iki şey yapabilir yargı yeri. Ya karar düzeltmesi talebini red edebilir eğer ileri sürülen düzeltme nedenleri tam görülmemişse yada karar düzeltmesi talebini kabul edebilir. Kabul ettiği durumda bir çok durum ortaya çıkabilir. Kabul etmesi otomatik men eski kararın kaldırılması anlamına gelmez. Eğer karar düzeltmesi talebini kabul ediyorsa bu durumda yargı yeri önce şunu yapabilir dilekçede öne sürülen düzeltme nedenleri haklı görülmüşse ve eski kararın tümüyle ortadan kaldırılmasını gerektiriyorsa bu durumda eski kararı kaldırır. Mesela idare mahkemesinin kararı temyize konu oldu ilgili daire inceledi (6. daire) ondan sonra karar düzeltmesi yoluna gidildi düzeltmede öne sürülen gerekçeleri haklı görüyorsa 6. daire önce temyizde verilen kararı kaldırır. Ve idare mahkemesinin vermiş olduğu kararı onar. Bu bir seçenek. Ama bunun dışında şunu yapabilir eğer düzeltme nedenleri kararı tümüyle değiştirecek nitelikte değilse bu durumda kararında değişikliğe gider. Tabi bu kararında yapacağı değişiklik belki eski kararın değiştirilmesini gerektirmeyecek nitelikte ise sonuçta eski kararını yineler. Bozma kararlarına karşı düzltme yoluna gidilemez. Neden bozm kararına karşı şimdi gittiniz temyize karar bozuldu çünkü bozma kararı nihai karar değildir. Neden? Çünkü bozma kararı üzerine dosya tekrar gönderiliyor ilgili idare yerine ve orda ya bir ısrar kararı çıkabilir ilk derece yargı yerinde veya dava yeniden görülebilir veya eğer 49 maddenin 2 fıkrasında belirtilen durum gerçekleşmişse temyiz yeri kendisi karar verir. Dosyayı göndermeden yani yanlışlıkların düzeltilebilecek nitelikte ise kendisi karar vermesi gerekmektedir. Karar düzeltmesi dilekçesinde ileri sürülen nedenlerle bağlıdır yargı yeri ama bunun danıştayda özellikle bir bakımdan uygulanmadığını söylemiştik. Açık hüküm olmasına rağmen danıştayın bir içtihadı birleştirme kararı var bu açık yasa hükmüne rağmen özellikle süre yönünden süre yönünden herhangi bir talepte bulunulmasada yani süre aşımı bir düzeltme nedeni olarak ileri sürülmese bile danıştay kendiliğinden süre aşımını göz önüne almaktadır.

ð YARGILAMANIN YENİLENMESİ :

Olağan üstü bir kanun yolu ve kesinleşmiş olan yargı kararının değiştirilmesine yönelik olan bir kanun yolu. Mesela elinde olmayan nedenlerle aleyhine karar verilmiş olan taraf daha sonra haklılığını daha bir takım verilere bir takım bulgulara ulaşmış olabilir ki bu durumda haksızlık yaratan yargı kararının ortadan kaldırılmasını sağlayabilsin. Ama bu yol gerek HUMK ta gerekse İYUK ta sayma yoluyla belirtilen nedenlere dayanmak zorundadır. Dolayısıyla bu nedenler dışında başka bir nedenden dolayı yargılanmanın yenilenmesini talep etmek mümkün değildir. Çünkü yargılanmanın yenilenmesi kesin hüküm halinin almış olan bir yargı hükmünün olması gerekir. Yasanın belirtmediği nedenler dışında olması mümkün değildir. Kesinleşen hükmün otoritesi ile bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla yargılanmanın yenilenmesi yoluna gidilebilmesi için bir dafa ortada nihai bir karar olması gerekir. Ve bu nihai kararında kesinleşmiş bulunması gerekir. Dolayısıyla ara kararlarına karşı yargılanmanın yenilenmesi yoluna gitmek mümkün değildir. İkinci koşulda süresi içinde gitmek gerekir. Yasada belirtilen nedenlerden bir veya bir kaçına dayanmak gerekir. Yasanın 53. maddesinde bunlar sayma yoluyla belirtilmeiştir ; belgenin sonradan ele geçirilmiş olması olabilir. Nasıl bir belge ? davanın görüldüğü sırada var olan bir belge hükmün esasını etkileyecek olan bir belge ve elde olmayan nedenlerden dolayı zorlayıcı nedenlerden dolayı ele geçirilememiş olan veya karşı tarafın dürüst olmayışından dolayı ele geçirilememiş olan bir belge olmzk zorundadır. Eğer davacı kendi kusurunda dolayı veya üçüncü bir kişinin kusurundan dolayı belgeyi ele geçirememiş ise bu bir yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak bildiğimiz gibi kabul edilmiyor. İkinci neden belgede sahtecilik yapılmış olabilir. Eğer düzeltme zamanında öğrenmişse belgede sahteciliği bu bişr karar düzeltmesi nedeni olur. Ama süre geçmişse karar kesinleşmişse karar kesinleştikten sonra bu bir yargılamanın yenilenmesi nedeni olur. Tabi bu nedene dayanabilmesi için mutlaka bu neden konusunda özellikle bir savda bulunması için belgenin sahteliği yolundaki iddianın bir mahkeme kararıyla bir hüküm alınmış olması veya resmi makam huzurunda yada mahkeme önünde ikrar edilmiş olması. Üçüncü neden mahkeme kararına esas teşkil eden bir mahkeme ilamının sonradan ortadan kalmış olması. Nasıl kalkmıştır? Bozma yoluyla kalkmıştır. Eğer karara esas teşkil eden hüküm ortadan kalmış ise ikinci hükmün yargılanmanın yenilemesi yoluyla değiştirilmesi istenebilir. Dördüncü neden bilirkişinin gerçeğe aykırı rapor vermesi. Bilirkişinin kasti olarak olarak rapor vermesi. Her bilirkişi gerçeğe aykırı rapor verdi diye yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmesi gidilmez. Mutlaka karara etkili olması olması gerekir. Hükmün esasını etkileyecek bir bilirkişi raporu bilerek gerçeğe aykırı düzenlenmişse bir yargılanmanın yenilenmesi nedeni olarak kabul edilebilir. Beşinci neden hile kullanılmış olması. Tabi burdaki hileli tutum sahtecilik gibi yalan yere and içme gibi tutumların dışında kalan hileli tutumlardır. Mesela karşı tarafın avukatı ile anlaşma durumu söz konusu olabilir. Bu hileli tutumun orta çıkmasından sonra yargılanmanın yenilenmesi için dava açma süresi olan 60 gün işlemeye başlar. Altıncı neden vekil olmayan yasak temsilci olmayan bu nitelikleri taşımayan kişi eliyle davanın yürütmüş olmasıdır. Burda şu önemli hükmün esasının etkilenmiş olup olmaması önemli değildir. Bu doğrudan doğruya yargılanmanın yenilenmesini gerektirir. Yedinci neden çekinme konusu var. Çekinmeye mecbur olan mahkeme başkanın veya üyenin çekinmemesi davaya katılarak bu şekilde karar alınması buda bir yargılamanın yenilenmesi durumudur. Sekizinci neden çekilişkili birbirine aykırı hükümler verilmiş olmasıdır. Birbirine aykırı hükümler bu iki mahkeme tarafından da verilmiş olabilir. Bir mahkeme tarafından da aynı konu hakkında birbiriyle çelişen karar vermesi. Taraflarıda konusuda sebebide aynı olan bir dava hakkında sonradan herhangi bir yasal dayanağı yokken ya aynı mahkemenin veyahut da başka bir mahkemenin önceki ilam hükmüne aykırı bir karar vermiş olması halidir. Bu iki kararın mutlaka kesinleşmiş olması gerekiyor. Bu durumda yargılamanın yenilenmesinde ilk karar bırakılıyor ikinci karar iptal ediliyor. Bir sorun var burada aynı konu aynı taraflar hakkında bir mahkemeden veya iki ayrı mahkemeden iki çelişkili karar çıktı ise bunu bu yargı yerlerinden hangisi önünde yargılanmanın yenilenmesinin yapılacağı konusu bu yasada düzenlenmemiştir. Bunun gerçekleşmesi çok zor bir durumdur fakat böyle bir varsayımın gerçekleştiği düşünüldüğünde eğer çelişki kararlar iki ayrı mahkemeden çıkmışsa bunu kimin yargılamanın yenilemesi yoluyla çözmesi gerektiği konusu düzenlenmemiştir bu İYUK da. Burada ancak HUMK daki son kararı veren mahkemenin çözmesi gerekeceği şeklinde bir çözüm yolu düşünülebilir. Ancak burda bir durumu ayrık tutmak gerekir. Eğer Danıştay ile bir idare mahkemesi arasında çelişkili durum ortaya çıkmışsa bu durumda son kararı veren kim olursa olsun mutlaka yenilemenin danıştayda çözümlenmesi gerekecektir. Bir idari yargı kararı çıktı bu yragı kararında mahkemenin dayandığı yasa anayasa mahkemesi tarafından iptal edildi bu sonradan bir yargılanmanın yenilenmesi nedeni olur mu? Bu bakımdan olabileceğini söylemek mümkün nitekim AYİM özellikle bu konuda almış olduğu önemli iki karar var anayasa mahkemesinin iptal kararının bir yargılanmanın yenilenmesi nedenini oluşturabileceğine ilişkin olarak. Ancak anayasa mahkemesinin iptal kararı bir yargılanmanın yenilenmesi nedeni oluşturmakla birlikte süre aşımı nedeniyle red edilen davalar bakımından uygulanamaz. Süre 60 gündür. Sebebin gerçekleştiği tarihten itibaren yargılanmanın yenilenmesini isteme süresi 60 gündür. Sadece önceki mahkemenin vermiş olduğu ilama aykırı bir karar verilmesi çelişkili kararlar durumunda bu süre 10 yıldır. Önceki ilam hükmüne aykırı karar verilmiş olması durumunda bu süre 10 yıl olarak kabul edilmektedir. Yargılanmanın yenilenmesi istemi esas kararı vermiş olan mahkeme önünde talep edilmektedir. Yargılanması yenilenmesi kararı ne temyize nede karar düzeltmesine konu olması mümkün değildir. çünkü yargılanmanın yenilenmesi talebi zaten yasal başvuru hakları tüketilmiş bir karara karşı yapılmaktadır. Dolayısıyla kararı esas kararı vermiş olan mahkeme vermiş olacaktır.





Alper UYSAL
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"İdari Yargı" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Alper Uysal'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
18-03-2009 - 19:03
(5517 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 13 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 9 okuyucu (69%) makaleyi yararlı bulurken, 4 okuyucu (31%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
44621
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 9 saat 52 dakika 11 saniye önce.
* Ortalama Günde 8,09 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 377094, Kelime Sayısı : 47275, Boyut : 368,26 Kb.
* 15 kez yazdırıldı.
* 1 kez arkadaşa gönderildi.
* 39 kez indirildi.
* 10 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 996
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,25001693 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.