Divitten Yapay Zekâya: Yazının Evriminde İnsanın Değişmeyen Rolü
Avukat İsmail DUYGULU
İnsanlık tarihinin en eski izlerinden bugüne uzanan yazı serüveni, yalnızca bilginin üretim ve aktarım biçimlerinin değişimini değil, insan emeğinin teknolojiyle kurduğu dinamik ilişkiyi de gözler önüne serer. Mezopotamya'nın ilk çivi yazılarından antik papirüslere, divitle çizilen satırlardan daktilonun mekanik ritmine ve bilgisayarların dijital ekranlarına kadar yazı, her çağda insanın yaratıcılığına eşlik eden bir araç olmuştur. Her yeni teknolojik aşama, yazının formunu dönüştürmüş; ancak yazının özündeki insan emeği ve yaratıcı akıl, değişmeden varlığını sürdürmüştür.
Ben ilköğretim döneminde, divitle yazı yazma, el yazısı geliştirme gibi eğitim almış birisi olarak, lisede de daktilo eğitimi aldım. Avukatlık mesleğimi yaparken, daktilo ve daha sonra kolayca intibak edebildiğim bilgisayar kullanımı konusunda, birçok meslektaşımdan daha avantajlı oldum. Daktilo ya da klavyenin tuşlarına bakmadan yazabilmenin keyfini ve kolaylığını yaşadım. Ama bu derinlik bana çoğu zaman zarar verdi. İnsan ilişkilerimi bozdu. Yazı yazarken, ziyaretime gelen çoğu insanla iletişim kuramadığım için eleştiri aldım. “Yüzüme bile bakmadın!” diyenler çok oldu.
Bugün yapay zekâ destekli yazı programları sayesinde, bilgiye erişim ve anlamlı metin üretimi, insanlık tarihinde daha önce hiç olmadığı kadar kolaylaşmış ve yaygınlaşmış görünmektedir. Ancak bu hız ve kolaylık, insan uzmanlığının, sezgisel yaratıcılığının ve düşünsel derinliğinin yerini alabilmiş değildir. Tıpkı tarımsal üretimde insan ve hayvan gücünden traktör gibi makine gücüne geçişte olduğu gibi, teknoloji insan emeğini tamamlamakta, fakat onu ikame edememektedir.
Bu makalede, yazının tarihsel serüveninden hareketle, teknolojik gelişmelerin insan emeği ile kurduğu bu derin ve vazgeçilmez ilişki tartışılacak; yazının yalnızca bir teknik araç değil, insanın düşünsel varlığının ayrılmaz bir uzantısı olduğu ortaya konulacaktır.
İnsanın Yazı ile Kurduğu İlişkinin Tarihsel Dönüşümü
İnsanlık tarihi boyunca yazı, yalnızca düşüncelerin kayda geçirilmesi için bir araç değil, aynı zamanda toplumsal örgütlenmenin, kültürel belleğin ve bireysel ifadenin temel taşı olmuştur. Yazı, insanın bilgiyi sistematik biçimde aktarma, hafızayı kolektif bir zeminde inşa etme ve anlam üretme çabasının somut ifadesi olarak doğmuş ve gelişmiştir.
Bu büyük serüven, Mezopotamya'nın ilk çivi yazılarından antik Mısır'ın papirüs rulolarına, Ortaçağ'ın divit ve kamış kalemleriyle işlenen metinlerine, modern çağın dolma kalemlerinin zarif satırlarına kadar kesintisiz bir evrim sürecini yansıtır. Divit ile yazmak, hem fiziksel ustalık hem de zihinsel yoğunlaşma gerektirirken, daktilonun icadı bu süreci kısmen mekanikleştirerek hız ve tekrarlama imkânı sağlamış; metin üretimini daha erişilebilir ve yaygın hale getirmiştir.
15. yüzyılda Gutenberg'in matbaayı geliştirmesiyle yazının toplumsallaşması büyük bir ivme kazanmış, bilgi üretimi ve aktarımı kitlesel bir boyut kazanmıştır. Ancak bu gelişme dahi, yazının özündeki insan emeği ve yaratıcılığını ortadan kaldırmamış; aksine onları çoğaltarak yeni ifade biçimlerine zemin hazırlamıştır.
Bilgisayar teknolojisinin yazım alanına girmesiyle birlikte yalnızca kelimelerin yazımı değil, belgelerin düzenlenmesi, saklanması ve paylaşılması da son derece pratik bir boyut kazanmıştır. Bugün yapay zekâ destekli yazı araçlarıyla süreç daha da hızlanmış görünse de, hangi çağda olursa olsun, yazının anlamını, derinliğini ve etkisini belirleyen temel unsur insanın düşünsel emeği olmuştur.
Araçlar değişmiş, ortamlar dönüşmüş, yazının fiziksel formu evrilmiş; fakat insan aklının yaratıcılığı ve insan emeğinin üretkenliği, yazının özündeki belirleyici yaratıcı güç olarak varlığını sürdürmüştür.
Teknolojik Gelişmelerin İnsan Emeği ile İlişkisi
İnsanlık tarihi, üretim süreçlerinde makinelerin artan rolüyle birlikte köklü dönüşümlere sahne olmuştur. Tarımsal faaliyette saban ve öküz gücüyle işlenen toprakların, motorlu traktörlerle sürülmeye başlanması, üretkenliği olağanüstü bir biçimde artırmış; ancak bu mekanizasyon, insan emeğini bütünüyle ortadan kaldırmamış, yalnızca biçimini ve niteliğini dönüştürmüştür. Traktör, sabanın yerini almış; fakat hâlâ onu kullanan, yöneten ve yönlendiren bir insan aklına ihtiyaç duyulmuştur.
Benzer bir süreç, yazının evriminde de kendisini göstermiştir. Daktilo, bilgisayar ve bugün yapay zekâ destekli yazı programları, yazım sürecini mekanikleştirip dijitalleştirerek hızlandırmış; ancak yazının anlamını inşa eden, düşünsel yönünü besleyen ve estetik değerini yaratan temel unsur yine insan kalmıştır. Teknoloji, insan emeğinin yerini almak yerine, onu dönüştürmüş ve yeni bir boyuta taşımıştır.
Bu bağlamda, yazı üretiminde kullanılan her yeni araç, insanın yaratıcılığının ve üretkenliğinin bir uzantısı olarak değerlendirilmelidir; insanı dışlayan bir ikame olarak değil. Teknolojik ilerleme, insan emeğini destekleyen, çeşitlendiren ve zenginleştiren bir unsur olmuş; fakat insanın düşünsel ve duygusal katılımı olmaksızın anlamlı bir üretimin varlığı hiçbir zaman mümkün olmamıştır.
Teknolojik dönüşüm süreçlerinde, araçların hızla değişmesi, insan emeği ve kültürüyle uyumlu bir geçiş stratejisi geliştirilmediğinde, toplumlar edilgenleşebilmekte ve özgün gelişim çizgilerini kaybedebilmektedir. Türkiye'de F Klavye sistemi “resmi ve millî” klavye olarak kabul edilmesine rağmen, bilgisayar teknolojisine hazırlıksız yakalanılması, toplumsal düzeyde Q Klavye kullanımının hâkim hale gelmesine yol açmıştır. Devlet daireleri ve resmî yazışmalarda F Klavye zorunluluğu getirilmesine rağmen, bireysel ve ticari kullanımda bu kültürel direnç sürdürülememiştir. Bu durum, teknolojik araçlarla insan kültürü arasındaki ilişkinin bilinçli yönetilmesi gerektiğini bir kez daha göstermektedir: Teknolojiyi kullanmak, onu yönlendirmek kadar önemlidir.
Yapay Zekâ ile Yazı Yazımı: İmkanlar ve Sınırlar
Son yıllarda yapay zekâ teknolojilerinin yazı yazım süreçlerine entegrasyonu, bilgiye erişimde hız ve verimlilik bakımından çığır açıcı gelişmelere imkân sağlamıştır. ChatGPT gibi ileri düzey dil modelleri sayesinde, kullanıcılar tekrara düşmeyen, yapılandırılmış ve bilgi açısından zengin metinler oluşturabilmekte; yazılarını hem dilsel hem de içeriksel açıdan daha etkin hale getirebilmektedir. Bu teknolojik kolaylık, yazının teknik boyutunda önemli kazanımlar sağlamış olsa da, yazının ruhunu oluşturan insan yaratıcılığının ve özgün düşünce gücünün yerini tam anlamıyla dolduramamıştır.
Yapay zekâ modelleri, mevcut veri havuzlarından öğrenerek yanıt üretmekte; ancak özgün düşünceler geliştirme, kavramsal derinlik katma ve bağlamsal sezgiler inşa etme noktasında insan aklına bağımlı kalmaktadır. Özellikle akademik, sanatsal veya hukuki yazım gibi yüksek düzeyde uzmanlık, estetik duyarlılık ve etik sorumluluk gerektiren alanlarda, yapay zekâ yalnızca bir yardımcı rolü üstlenebilmekte; nihai kaliteyi, özgünlüğü ve değer katmanlarını belirleyen ise yine insan emeği olmaktadır.
Tıpkı bir traktörün toprağı sürmesine rağmen hangi ürünün ekileceğine insanın karar vermesi gibi, yazının yönü, amacı ve ruhu da teknolojik araçlar tarafından değil, insan bilinci ve iradesi tarafından tayin edilmektedir. Bu gerçeklik, teknolojinin sağladığı imkânlardan yararlanırken insan merkezli bir üretim bilincinin korunması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Dijital Yalnızlık ve İnsan-Teknoloji Etkileşimi
Teknolojinin yazı yazım süreçlerini kolaylaştırması ve hızlandırması, bireyi daha üretken hale getirmiş görünse de, bu gelişmenin derin katmanlarında insanın yalnızlaşması olgusu da dikkat çekmektedir. Geleneksel yazım süreçlerinde, bireyler çoğu zaman tartışmalar, kolektif üretimler ve doğrudan insan ilişkileri üzerinden bilgi üretir, fikirlerini olgunlaştırırdı.
Oysa dijital çağda, birey çoğunlukla ekran başında, kendi düşünsel evrenine kapanarak üretim yapmaya yönelmektedir.
Yapay zekâ destekli yazı araçları, bilgiye erişimi ve metin üretimini kolaylaştırsa da, insanın düşünsel yalnızlığını derinleştirme ve iletişim ağlarını zayıflatma riskini de beraberinde getirmektedir. Teknoloji, bireye güçlü bir yardımcı ekipman sunmakta; fakat insan aklının, sezgisinin, deneyiminin ve etik değerlendirme yetisinin yerini dolduramamaktadır.
Bu gerçeklik, insanın teknolojik ilerlemeler içinde bir tamamlayıcı değil, bir yönlendirici ve güdücü olarak kalması gerektiğini göstermektedir. Yazı yazmak yalnızca sözcük üretimi değil; aynı zamanda anlam inşa etmek, duyguyu ve düşünceyi ifade ederek insanileşmeyi sürdürmektir. Bu nedenle, teknolojinin sunduğu imkânlardan yararlanırken, insan merkezli bir yazı bilinci geliştirmek ve korumak her zamankinden daha hayati bir sorumluluk haline gelmiştir.
Yazının Doğumu: Yumurta ve Döllenme Metaforu
İnsan tarafından yazılan her metin, tıpkı bir canlının biyolojik oluşumu gibi, aşamalı ve karmaşık bir yaratım sürecine sahiptir. Yumurta, içinde sonsuz potansiyeli barındıran bir başlangıçtır; fakat kendi başına bir yaşam oluşturamaz. Yazıya yön veren ilk fikir de böyledir: Zihinde beliren bir kıvılcımdır; ancak olgun bir metne dönüşebilmesi için bir başka düşünceyle, bir sezgiyle, bir deneyimle buluşarak döllenmesi gerekir.
Tıpkı bir spermin yumurtayı döllemesi gibi, yazının ham ve potansiyel taşıyan hali, yaratıcı bir kıvılcımla birleşerek gelişmeye başlar. Döllenen fikir zamanla büyür, biçimlenir, katmanlanır; ilk aşamalarda kırılgandır ve olgunlaşabilmesi için sürekli bir ilgi, özen ve emek gerektirir. Bir civcivin yumurtadan çıkışı ya da bir bebeğin anne karnından doğumu gibi, yazı da sancılı bir sürecin ardından kendi gerçek formuna kavuşur.
Ancak bu doğum nihai bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Yazının asıl yaşamı, okurla buluştuğunda, eleştirilerle, yorumlarla ve zamanla sınandığında devam eder. Böylece yazı, yalnızca yazarının bireysel ürünü olmakla kalmaz; içinde yaşadığı çağın, toplumun ve ortak hafızanın da bir yansıması haline gelir.
İyi Yazı ve Kötü Yazı: Doğuştan mı Sonradan mı?
İnsan doğasının doğuştan iyi mi, yoksa kötü mü olduğu sorusu, yüzyıllardır süregelen bir tartışma konusudur. Aynı sorgulama yazılar için de geçerlidir: İyi yazı doğuştan mı gelir, yoksa sonradan mı inşa edilir? Bazı görüşler, bireylerin doğuştan suça veya kötülüğe meyilli olduğunu savunurken; çoğu etik, psikoloji ve eğitim teorisi, insan karakterinin çevre, eğitim ve deneyimler yoluyla şekillendiğini öne sürer. Yazı da benzer bir gelişim sürecine tabidir.
Hiçbir yazı, doğuştan iyi ya da kötü değildir. Bir metnin değeri; içerdiği bilginin doğruluğu, düşünsel derinliği, ifade yetkinliği ve estetik kurgusuyla sonradan inşa edilir. Kötü yazı, yüzeysel düşünce, yetersiz ifade, önyargılar ve bilgisizlik gibi zayıf temellerin bir ürünüdür. İyi yazı ise bilgi birikiminin, deneyimin, yaratıcılığın ve eleştirel bakış açısının dengeli bir harmanıyla ortaya çıkar.
Tıpkı bir çocuğun iyi ya da kötü bir birey haline gelişinde çevresel faktörlerin, eğitimin ve değerler sisteminin belirleyici olması gibi, bir yazının da nitelikli veya niteliksiz hale gelmesi, üretim sürecindeki özen, bilgi disiplini ve etik duyarlılık ile doğrudan ilişkilidir. Bu sebeple, yazının asıl belirleyicisi onu oluşturan insanın düşünsel, kültürel ve ahlaki donanımıdır. İyi bir yazı, tesadüfen doğmaz; bilinçli ve emek yoğun bir inşa sürecinin ürünüdür.
Yumurta mı Tavuktan Çıkar, Tavuk mu Yumurtadan? Yazı mı İnsandan Çıkar, İnsan mı Yazıdan?
"Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan?" sorusu, insan düşüncesinin başlangıcından bu yana çözmeye çalıştığı en kadim bilmecelerden biridir. Bu soru, bir varlığın kaynağının mı yoksa ürününün mü önce geldiğini sorgulayan döngüsel bir düşünce modelini temsil eder. Benzer bir döngü, insan ve yazı arasındaki ilişkide de gözlemlenir: Yazı, insanın düşüncesinden doğar; ancak bir kez ortaya çıktığında, insanın bilincini, tarihsel hafızasını ve kültürel kimliğini şekillendirmeye başlar.
İnsanın öz varlık tasavvuru, geçmişi ve toplumsal belleği büyük ölçüde yazılı belgeler aracılığıyla inşa edilir ve yeniden kurulur. Bu anlamda yazı, yalnızca insan aklının ürünü değil; insanı yeniden doğuran, ona yeni kimlikler, yeni anlamlar kazandıran yaratıcı bir güçtür. Yazı, insan için bir ikinci rahim, bir ikinci doğum alanı haline gelir.
Antik Yunan düşünürleri, özellikle Platon, yazıya bu ikili doğayı atfetmiş; yazının hafızayı desteklediği kadar unutmayı da teşvik edebileceğini ileri sürmüştür. Yazı, hem bilgiyi koruyan hem de düşünsel bağımlılıklar yaratabilen bir güçtür.
Bu döngüyü bir bilmeceyle ifade etmek de mümkündür:
"Kimin doğurduğu daha önemlidir: Doğuran mı, doğan mı?"
Veya bir halk deyişiyle söylersek:
"Kılıç kını kesmez; kalem sahibini aşmaz."
Bu söz, yazının (kalemin) insan iradesinden bağımsız bir kudreti olmadığını, fakat ona biçim verme, onu yönlendirme kabiliyetine sahip olduğunu imler.
Öyleyse yazı, insandan doğar; fakat insan da yazının içinde yeniden doğar.
Bu karşılıklı doğum, bilgi ve anlam üretimi, kendi içindeki sonsuz döngüsünde her ikisi de birbirine ayrılmaz biçimde bağ kurar.
Yapay Zekâya Dair Endişeler: Bir Tarihsel Tekerrür
Günümüzde yapay zekâya yönelik kimi endişeler, tarih boyunca yeni teknolojilere karşı gösterilen kuşkucu tepkilerin modern bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Yakın zamanda bir resmi toplantıda dile getirilen ve yapay zekâyı "şeytani bir oyunun parçası" olarak nitelendiren ifadeler, teknolojiye duyulan tarihsel korkuların güncellenmiş bir versiyonu gibidir.
Tarih boyunca benzer tepkiler özellikle yazının, matbaanın ve iletişim teknolojilerinin gelişim süreçlerinde görülmüştür. Yazının ilk icadında, bazı antik düşünürler, yazının hafızayı zayıflatacağını, sözlü kültürün yerini yapay bir hafıza biçiminin alacağını savunmuşlardır. Matbaanın 15. yüzyılda Avrupa'da yaygınlaşması sürecinde ise, dinî ve muhafazakâr çevreler, kutsal bilgilerin kontrolsüz biçimde yayılacağı endişesiyle matbaaya şüpheyle yaklaşmış, hatta bazı coğrafyalarda yasaklama yoluna gitmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nda da matbaanın İslam dünyasına girişinin gecikmesi, geleneksel yapının yeni bilgi üretim araçlarına yönelik korkularından kaynaklanmıştır.
Benzer bir endişe bugün yapay zekâ teknolojilerine yöneltilmektedir. Oysa teknoloji, doğru kullanıldığında insan emeğinin, düşünsel kapasitesinin ve kültürel üretimin desteklenmesi için bir araçtır. Asıl mesele, teknolojinin nasıl ve hangi değerler doğrultusunda kullanılacağıdır.
İnsanın düşünsel derinliğini, etik bilincini ve yaratıcı iradesini koruduğu sürece, hiçbir teknoloji insanı ikame edemez. Dolayısıyla yapay zekâyı şeytanlaştırmak yerine, onu insanlık yararına etik bir çerçevede yönlendirmek temel amaç olmalıdır.
Tarihsel deneyimler göstermektedir ki, yazıdan matbaaya, matbaadan bilgisayara, her yeni iletişim ve bilgi teknolojisi, başlangıçta korku ve dirençle karşılanmış; fakat zamanla insanlık bu araçları kendi gelişimi için kullanmayı öğrenmiştir. Yapay zekâ da bu tarihsel sürecin bir parçası olarak değerlendirilmelidir: Ne kutsanmalı, ne de şeytanlaştırılmalıdır.
Teknolojiye yönelik bu tarihsel kaygılar, yalnızca bugüne özgü değildir; insanlık, bilgiyle kurduğu ilişkinin her evresinde benzer kırılmalar ve dirençlerle karşı karşıya kalmıştır. Yazının icadıyla başlayan bu büyük dönüşümler zincirini anlamak için, sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş sürecine yakından bakmak gerekir.
Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre, Yazılı Kültürden Dijital Nesnelleşmeye
İnsanın bilgiyle kurduğu ilişki, her teknolojik sıçramada değişmiş; sözlü kültürden yazılı kültüre, yazılı kültürden dijital evrene uzanan uzun yolculukta, bu dönüşümler hem korku hem umutla karşılanmıştır.
Sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş, insan bilincinde köklü bir dönüşüm yaratmıştır. Sözlü kültürlerde bilgi, topluluklar arasında doğrudan etkileşimle aktarılır ve kolektif hafıza aracılığıyla korunur. Yazının icadı ise, bilginin dışsallaşmasına, nesnelleşmesine ve bireysel hafızadan bağımsız, kalıcı bir varlık kazanmasına yol açmıştır. Böylece bilgi, bireyler arası doğrudan ilişkiden çıkarak, nesnel ve zamandan bağımsız bir formda var olmaya başlamış; insanın düşünme biçimi, anlam üretim süreci ve toplumsal örgütlenme dinamikleri köklü bir değişime uğramıştır.
Bugün yapay zekâ destekli bilgi üretimi süreçleri, yazının bu evrimsel sürecinde yeni bir aşamayı temsil etmektedir: Bilginin dijital nesnelleşmesi. Bilgi artık yalnızca yazılı metinlerde değil; algoritmaların, veri kümelerinin ve makinelerin hafızasında işlenmekte, dönüştürülmekte ve yeniden üretilmektedir. Ancak burada da belirleyici olan, bilgi üretiminin öznesi olarak insanın yaratıcılığı, eleştirel sezgisi ve etik bilincidir.
Her teknoloji gibi, yapay zekâ da insan aklının bir uzantısıdır. Yazı, matbaa, bilgisayar ve yapay zekâ; hepsi insan yaratıcılığının, bilgiye ulaşma ve onu çoğaltma isteğinin eseridir. Bu yüzden mesele, teknolojiyi reddetmek değil; onu insanı güçlendiren, özgürleştiren ve insanileştiren bir anlayışla sorumlu bir biçimde yönlendirmektir. Sorumlu teknoloji kullanımı, geleceğin bilgi üretiminde insan aklının merkeze alınması için vazgeçilmez bir etik zorunluluktur.
Sonuç Olarak
Yazının insanlık tarihi boyunca geçirdiği evrim, yalnızca teknik bir dönüşüm değil, insan emeği ile teknoloji arasındaki hassas ve dinamik ilişkinin derin bir yansımasıdır. Divitle başlayan, daktiloyla hızlanan, bilgisayarla dijitalleşen ve bugün yapay zekâ destekli programlarla yeni bir boyuta taşınan bu uzun yolculukta, araçlar ve yöntemler değişmiş; ancak yazının özündeki insan aklı, duygusu ve yaratıcı irade varlığını korumuştur.
Tıpkı tarımsal üretimde traktörün insan emeğinin biçimini değiştirmiş ama onu ortadan kaldırmamış olması gibi, yazı teknolojileri de insanın düşünsel emeğini dönüştürmüş; fakat asla ikame edememiştir. Bugün yapay zekâ, yazı yazım süreçlerinde güçlü bir yardımcı haline gelmişse de, insanın kavramsal derinliği, eleştirel sezgisi, estetik duyarlılığı ve etik bilinci olmaksızın özgün ve anlamlı bir metnin vücut bulması mümkün değildir.
Teknoloji, insan için vardır; insan teknoloji için değil. Bu temel ilke, yazının geleceğini de belirleyecek olan pusuladır. Dijitalleşmenin sunduğu olanaklardan yararlanırken, yazının merkezine insan emeğini, insan aklını ve insan yaratıcılığını yerleştirmek, hem bireysel hem de toplumsal varoluşta yazının insanileştirici işlevini sürdürebilmek açısından yaşamsal bir zorunluluktur.
Her yeni teknolojik güç, insanlığın yararına mı yoksa zararına mı kullanılacağını, onu yönlendiren aklın etik sorumluluğu belirleyecektir. Bu nedenle, teknoloji karşısında edilgen değil, bilinçli ve sorumlu bir özne olarak kalmak, insanlık onurunun da bir gereğidir.
Dijitalleşmenin sunduğu imkanlar, bilgiye erişimi ve üretimi kolaylaştırırken; insan varlığının mahremiyet alanını da giderek daraltmıştır. Günümüzde kamusal alanlar MOBESE sistemleriyle, özel alanlar ise apartman, işyeri ve ev kameralarıyla kesintisiz gözetim altına alınmıştır. Uydu teknolojileri, Google Earth ve parsel sorgu uygulamaları gibi araçlar sayesinde, mekânlar ve insanlar adeta şeffaflaştırılmıştır. Bilginin dijitalleşmesi gibi, varlığın da dijital haritalar üzerine taşınması, insanın hem özgürlüğü hem de özgünlüğü için yeni riskler doğurmuştur. Bu nedenle, teknolojiye yön verirken yalnızca üretkenlik değil, insanın onuru, özgürlüğü ve mahremiyeti de gözetilmelidir.
Geleceğin yazı dünyasında da, insanın hem üretici hem de yönlendirici rolü vazgeçilmez bir önem taşımaya devam edecek; yazı, insanla birlikte büyüyen, onunla derinleşen ve anlam kazanan bir varlık olmaktan vazgeçmeyecektir.
Tıpkı Sisyphos’un kayasını her defasında yeniden zirveye taşıması gibi, insan da yazı ve düşünce arasında sonsuz bir yaratım mücadelesi vererek, kendini ve dünyayı yeniden kuracaktır.
Kaynakça
1. Ong, Walter J., Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi, çev. Sema Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları, 2003.
2. Goody, Jack, Akıl ve Yazı, çev. Emine Onaran İncirlioğlu, İstanbul: Alfa Yayınları, 2006.
3. İnalcık, Halil, Osmanlı'da Matbaanın Gelişi ve Etkileri, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2009.
4. McLuhan, Marshall, Gutenberg Galaksisi: Yazılı Kültürün Oluşumu, çev. Murat Erşen, İstanbul: Küre Yayınları, 2002.
5. Tekeli, İlhan, İnsan, Teknoloji ve Toplum: Değişimin Dinamikleri, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002.
6. Batur, Enis, Yazı Üzerine: Dil, Anlam, Bellek, İstanbul: Sel Yayıncılık, 2011.
7. Toprak, Zeynep, Yapay Zekâ ve Etik: İnsanlık İçin Yeni Sınav, İstanbul: Alfa Yayınları, 2021.
8. Zuboff, Shoshana, Gözetim Kapitalizmi Çağı, çev. Emre Becer, İstanbul: Tellekt Yayınları, 2021.
(Özellikle dijitalleşme ve insanın yalnızlaşması teması için.)
9. Bianet.org, "TBMM Başkanı Kurtulmuş: Yapay Zekâ Şeytani Bir Oyunun Parçası", Bianet Haber Sitesi, 25 Nisan 2025.
10. Yıldırım, Hasan, Yazının ve Matbaanın Toplumsal Etkileri Üzerine, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :
"Divitten Yapay Zekâya: Yazının Evriminde İnsanın Değişmeyen Rolü" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı İsmail Duygulu'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (https://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
|
|