Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Ssk' Nın İşverene Rücu Hakkı

Yazan : Av.M.Lamih Çelik [Yazarla İletişim]

SSK' nın İşverene Rücu Hakkında Son Durum

Av.M.Lamih ÇELİK
Şanlıurfa Belediyesi Hukuk İşleri Müd.V.


İş kazası veya meslek hastalığına maruz kalan sigortalıya yada hak sahibi kimselerine, 506 sayılı yasanın 12. ve müteakip maddeleri uyarınca, iş kazası ve meslek hastalığı kolundan, Sosyal Sigortalar Kurumunca yardımlar yapılmakta ve gelir bağlanmaktadır. Kurum sigortalıya yada hak sahiplerine yaptığı masraflar ve bağladığı gelirler ile bu gelirlerde meydana gelen artışları 506 sayılı yasanın 26/I. Maddesi çerçevesinde, zararlandırıcı sigorta olayına sebep olan işverenden rücu’an istemektedir. [1] Bu tür davalar işveren olarak belediyelere yüksek maddi külfetler getirmektedir.
SSK’nın işverene karşı açacağı rücu davasında işverenden neleri talep edebileceği 506 sayılı yasanının 26/I maddesinde açıklanmıştır. Buna göre,”Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22’nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı...”,işverenden geri alınır. Bu maddeye göre SSK, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu sigortalı ve hak sahibi kimselerine bağlanan gelirde ilerde yasa veya kararnamelerle ortaya çıkan artışlarda zamanaşımı süresi boyunca işverenden isteyebilmektedir. Sosyal Sigortalar Kurumu 26.maddeye dayanarak aynı iş kazası nedeniyle işverene tekrar tekrar rücu davası açmakta böylece işveren aynı iş kazası nedeniyle sürekli dava tehdidi altında bulunmaktadır.

506 sayılı yasanın 26.maddenin ilk fıkrasında geçen “...ve ilerde yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile ,gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22.maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamı işverenden alınır...” hükmünün Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesi yapılan itirazları daha önceleri Anayasa’ya aykırı bulmayarak iptal taleplerini red eden Anayasa Mahkemesi[2] önüne gelen yeni bir itirazda 23.11.2006 gün ve E:2003/10. K:2006/106 sayılı kararı ile 26.maddedeki "...sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere..." bölümünün Anayasaya aykırılık nedeniyle iptaline karar verilmiştir. Bu karar 21.03.2007 gün ve 26649 sayılı resmi gazetenin 39.sayfasında yayınlanmıştır.[3]
Anayasa Mahkemesinin iptal kararının işverenin rücu davasındaki sorumluluk kapsamına olan etkisini Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin E. 2007/6313 K. 2007/10127 T. 18.06.2007 kararı[4] ışığında ele alınacaktır.[5] Yazımızda kararın tahlili yapılacağından çalışma konusu kararla sınırlandırılmıştır.

1-Anayasa Mahkemesinin İptal Kararının Derdest Davalara etkisi;

İncelenen Yargıtay kararına göre; Anayasa'nın 152 ve 153. maddelerine göre, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmesi ve giderek elde bulunan ve kesinleşmemiş tüm davalarda uygulanmasının zorunlu olması karşısında; iptal kararının Resmi Gazetede yayınlandığı 21.03.2007 tarihinden sonra Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 76. maddesi uyarınca yürürlükteki yasaları tatbik etmekle yükümlü bulunan mahkemelerin ve Yargıtay'ın,iptal kararı ile keenlemyekun (yok hükmünde) olan ve böylece yürürlükten kalkan bir yasa maddesine dayanarak inceleme yapma ve karar verme yetkilerinin bulunmadığının kabulü doğal olup,bu yönde bir uygulama yapılmasına cevaz yoktur.İÇ,BBGK’nın 1960/21 Esas ve 9 sayılı kararı “Şu ciheti açıklayalım ki, usuli müktesep hakka aykırı içtihadı birleştirme kararı çıkınca Temyiz Daireleri içtihadı birleştirmeye aykırı ve fakat usuli müktesep hakka uygun olan kararları bozacaklar, bozma kararı üzerine davayı incelemekte olan diğer mahkemeler dahi içtihadı birleştirme kararını kesin olarak öğrenince bozma kararıyla gösterilen yolu bırakarak içtihadı birleştirme kararı gereğince inceleme yapmaya başlayacak ve o karar gereğince hüküm vereceklerdir. “(HGK T. 21.01.2004 E.2004/10-44 K. 2004/19) Gerçekten de,usuli kazanılmış hak gereğince uygulanması gereken bir kanun hükmü,sonradan (karar kesinleşmeden önce) Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilirse;artık usuli kazanılmış hakka göre değil;aksine,usuli kazanılmış hakkın istisnası olarak;iptal kararından sonra oluşan yeni hukuki duruma göre karar verilmesi gereği vardır.(Baki Kuru,s.4784)”
Burada Usuli Müktesep hak kavramının açıklanması yerinde olacaktır;
“Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda "usuli kazanılmış hak" kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. "Usuli kazanılmış hak" olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir ( 09.05.1 960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı )
Mahkemenin, Yargıtay'ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur. ( 04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı )
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen "usuli kazanılmış hak" olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı ( 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi'nce iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir .( HGK.nun 21.01.2004 gün, 20004/10-44 E,19K. ).
Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez ( Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü-6. Baskı, cilt 5, 2001 ) Yani yargılama bitinceye kadar görev itirazı yapılabilir ve dava dilekçesi görev noktasından red edilebilir.(Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 4.2.1959 T. E.1957-13 K.1959/6)[6]
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir. (Hukuk Genel Kurulu'nun 12.07.2006 gün ve 2006/4-519-527 sayılı ilamı, HGK.'nun 31.05.2006 gün ve 2006/10-307-337 sayılı ilamı)Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2007/4-16 K. 2007/25 T. 24.1.2007)
Özetlemek gerekirse;ister bozmadan sonra duruşmaya devam ediliyor olsun isterse işveren bilirkişi raporuna itiraz etmesin mahkeme Anayasa Mahkemesinin iptal kararı nedeniyle yeniden bilirkişi hesabı yaptırması gerekir,bu durumda usuli müktesep haktan söz dilemez.Karar temyiz aşamasında ise Yargıtay konuyu resen dikkate alarak bozma gerekçesi yapacaktır.
2-SSK’nın Rücu hakkının Hukuki Niteliği;
a) Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce;
Sigortalı veya hak sahiplerinin zararlarını karşılayan S.S.Kurumunun ,yaptığı yardımları işverenden geri alma hakkı olarak bilenen rücu hakkının hukuki niteliğinin ne olduğu konusunda Kuruma bu hakkı tanıyan 506 sayılı yasanın 26.maddesinde herhangi bir açıklama yoktur.

Yargıtay İçtihadı birleştirme Genel Kurulu,1.7.1994 günlü, 1992/3 E., 1994/3 K., sayılı kararında şunu demiştir: “İş Kazası veya meslek hastalığına maruz kalan sigortalılara ya da bunların hak sahiplerine iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası kolundan Sosyal Sigortalar Kurumunca sağlanan gelirlerde,Kanun,kararname ve katsayı değişikliği nedeni ile yapılacak artışlar,506 Sayılı Kanunun 26/1 maddesi çerçevesinde sorumlulardan geri istenebilir.Bu bağlamda açılacak rucü davaları,Kanundan doğduğu ve temelinde geri alma hakkı bulunan ve kendine özgü(has = mahsus) nitelikte,haleflik hukuki temeline dayandığı ve on yıllık zamanaşımına tabi olduğu cihetle zamanaşımı,her bir gelirin artışı için Kurumun yetkili organının onayladığı tarihtir.”[7] Görüldüğü üzere Yargıtay göre,Kurumun açtığı rucü davasının ,hukuksal dayanağının temelinde,rucü hakkı bulunan ,kanunun çizdiği sınırlarla içinde ve kanundan doğan kendine özgü bir halefliktir.

Sosyal Sigortalar Kurumu, sigortalı veya hak sahiplerine bağladığı gelirler ölçüsünde sigortalının haklarına halef olmakta ve işvereni sorumluluktan kurtarmaktadır. Kurumun rücu hakkının doğabilmesi için; gelirlerin yetkili son makamca onanması, giderlere ilişkin harcamaların yapıldığının kanıtlanması gerekir. Bu hak yasal koşullar gerçekleştiğinde doğmakta, sigortalının hakkından bağımsız nitelikte ve kendine özgü ve kanunun saptadığı bir halefiyettir. “Kendine özgü haleflik tanımlanmasıyla,zamanaşımı başlangıcının gelir bağlama kararının onay tarihi olarak alınması gereğiyle;Kurumun rücu hakkını ortadan kaldıracak ibra,feragat gibi işlemlerin kurum yönünden bağlayıcı olamayacağı ifade edilmek istenmektedir.”[8]
b) Anayasa Mahkemesinin iptal kararından SONRA; İnceleme konusu Yargıtay kararında;” 26.madde de sayılan koşullarda kurumun sigortalının ardılı (Halefi) olarak kabul eden anılan yasa maddesinin 1.fıkrasındaki “itiraz konusu” kuralın Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra bu madde uyarınca açılan davalarda artık “halefiyet ilkesi’ne” dayanılamayacağı Kurumun rücu hakkının hukuki temelinin (halefiyet değil) bundan böyle; yasadan doğan,sigortalı yada hak sahiplerinin alacaklarından bağımsız, kendine özgü basit rücu hakkına dönüşmüştür. “denilmektedir.[9]
“Kurumun rücu hakkının hukuksal temeli, halefiyete değil; Kanundan doğan basit rücu hakkına dayanır. “(Yargıtay 10. HD E. 2006/12047 K. 2007/6287 T. 19.4.2007)
3-SSK’nın Rücu hakkının kapsamı
a) Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce; Halefiyet ilkesi kabul edildiğinden sigortalının işverenden isteyebileceği miktar SSK’nın rücu hakkının üst sınırını (dış tavanı) ifade etmekteydi. Bu durumda Kurumun işverene açtığı rücu davasında istenilebilecek tazminat miktarın sınırının belirlenebilmesi için öncelikle zararlandırıcı sigorta olayına maruz kalan sigortalı ve hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri tazminat miktarının belirlenmesi gerekmekteydi. “Başka bir anlatımla davalı, tavan incelemesi yapılmasını istemese dahi yasa gereği ve hakkın özüne ilişkin bulunması nedeniyle mahkemece, tazmin sorumlularının ödeyebileceği miktarın ( tavanın )belirlenmesinde yasal zorunluluk vardı.”(Yargıtay 10. HD E. 2004/9078 K. 2004/8864 T. 12.10.2004)
SSK,ilk rücu davasında iç tavan miktarı kadar yani hak sahiplerini yapılan gider ve bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerlerini dava yoluyla işverenden talep ediyordu.Daha sonra artışlar nedeniyle ek davalarla dış tavana ulaşıncaya kadar işveren aleyhine rücu davası açıyordu.
SSK,sigortalı ve hak sahibi kimselerine yaptığı masrafları işverenden dış tavanla sınırlı olmak üzere isteyebiliyordu. işveren tarafından sigortalıya veya ölümü halinde hak sahiplerine daha önceden ödenmiş bir maddi tazminat varsa bunun da açılan rücu davasından düşülmesi gerekmekteydi .
“506 Sayılı Kanunun 26. maddesine dayalı açılan rücu davaları halefiyet ilkesine dayanmakta olup, Kurumun rücu hakkı, sigortalı veya hak sahiplerinin tazmin sorumlusundan isteyebileceği tazminat miktarıyla sınırlı olup o miktarı geçemez. Dolayısıyla tazmin sorumlusunun sigortalıya noter vasıtasıyla yaptığı harici ödemenin rücu alacağından ( tavandan ) düşülmesi gerekir. (Yargıtay 10. HD E. 2004/11761 K. 2005/732 T. 7.2.2005)

b)Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra ise; İncelenen Yargıtay kararında belirtildiği üzere;”Artık maddi zarar ( Tavan ) hesabı yapılması gerekmemektedir.
Artık SSK işverendenzararlandırıcı sigorta olayı nedeniyle,sigortalı veya hak sahiplerine kurum tarafından bağlanan gelirin (başladığı tarihteki) ilk peşin sermaye değerinin ; tazmin sorumlularının (işverenin)kusuruna isabet eden miktarı” kadar talep edebilecektir.Yani SSK peşin sermaye değerli gelirlerde oluşan artışları işverenden talep edemeyecektir .
506 sayılı yasanın 10.maddesini[10] uygulanmasını gerektiren durumlarda da artık,tavan zarar hesabı yerine,kurumun sigortalıya başlangıçta bağladığı ilk peşin sermaye değeri üzerinden hesaplama yapılması gerekmektedir.”
Yargıtay Kararında belirtildiği üzere;nitekim, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının gerekçesinde “….. Kanuna uymayan eylem sonucunda hukuksal yaptırıma maruz kalan ve bunun sonucu olarak da bağlanan gelirin sermaye değerini Kurum'a ödeyen ve böylece ilgi ve ilişkisi kesilen işverenin, kanun, kanun hükmünde kararname ve kararlarla bağlanan gelirlerde yapılacak artışlardan ve bu artışların peşin sermaye değerlerinden sorumlu tutularak dava tehdidi altında bulundurulması, sosyal güvenlik kuruluşlarına ait olması gereken risklerin işverene yükletilmesi anlamına gelir. Böyle bir durum hakkaniyet ve sorumluluk ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi sosyal hukuk devleti ilkesine de aykırılık oluşturur…” denilerek;gelirlerdeki artışların tazmin sorumlularından (işverenlerden) istenemeyeceği;kesin bir anlatımla ortaya konmuştur. Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçeleriyle (konuyu açıklayıcı özelliği itibariyle,her kesimi bu arada mahkemeleri)de bağlayıcıdır.”[11] “Kaldı ki,normlar hiyerarşisinde Anayasa Mahkemesi en tepededir.Anayasa Mahkemesinin kararları her kesimi,yargıyı bu arada Yargıtay’ı da bağlayıcıdır.Öyle ki kanunu iptal yetkisi bulunan Anayasa Mahkemesi kararlarıyla İçtihadı Birleştirme kararının çatışması halinde,Anayasa Mahkemesi kararlarıyla amel edilmesi gereği da normlar hiyerarşisinin doğal bir sonucudur.Bu açıdan da,1994 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı bağlayıcı olmaktan çıkmıştır.”[12]

“Anayasa Mahkemesi de kendi kararlarının bir bütün olarak bağlayıcılığını şu sözlerle ifade etmektedir. “Başta yasama organı olmak üzere yasama ve yürütme, kararların yalnız sonuçları ile değil, bir bütünlük içinde gerekçeleri ile de bağlıdır. Gerekçeleriyle birlikte kararlar, yasama işlemlerini değerlendirme ölçütlerini içerirler ve yasama etkinliklerini yönlendirme işlevi de görürler. (…)
Hukuk devletinde, yasama organını da kapsayacak biçimde devletin bütün organları üzerinde, hukukun ve Anayasa’nın mutlak egemenliği vardır. Yasakoyucu her zaman hukukun ve Anayasa’nın üstün kuralları ile bağlıdır. Anayasal denetim bu amacı gerçekleştirmektedir. Bu nedenle de Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesine yer verilmiştir.[13] “Yargıtay kararlarında , Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının kapsamı konusunda içtihat birliği gözlenmemektedir. “Anayasa Mahkemesinin yorum ve kararlarında yazılı gerekçelerin bağlayıcı olmadığı” ifade edilmiştir.[14]
Tazmin sorumlusunun(işverenin) sigortalıya veya hak sahiplerine yapmış olduğu her türlü ödemenin Kurumun rücu alacağından düşülmesine imkan kalmamıştır. [15]
;506 sayılı yasanın 10.maddesinin uygulanmasında artık,tavan zarar hesabı yerine,kurumun sigortalıya başlangıçta bağladığı ilk peşin sermaye değeri üzerinden hesaplama yapılmalıdır.Ayrıca tazmin sorumlusunun(işverenin),sigortalıya yada hak sahiplerine yapmış olduğu;her türlü ödeme ibranın da kurumun rücu alacağından düşülmesine imkan yoktur.
“Sigortalı veya hak sahibi kimselerin, sorumluları ibra etmesi veya yapılan her türlü ödeme Kurumun rücu hakkını etkilemeyeceğinden, rücu davasında dikkate alınmaz. “(Yargıtay 10. HD E. 2006/12047 K. 2007/6287 T. 19.4.2007)
4-Sigortalı veya hak sahipleri tarafından işverenler aleyhine açılan tazminat davasının SSK’nın rücu davasına etkisi
a)Anayasa Mahkemesinin İptal kararından önce; “Hukuk Genel Kurulu'nun 20.12.2002 tarih, 814-989 sayılı ve 27.09.2006 tarih, 657-599 sayılı kararlarında, tazminat davasında alınmış kusur ve tavan raporunun rücu davasında bağlayıcılının, 506 Sayılı Kanunun 26. maddesinde tanımlar dikkate alınarak düzenlenmesi koşuluna bağlı olacağı hususu açıkça ifade edilmiştir. “(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2006/10-696 K. 2006/704 T. 8.11.2006 )26.madde koşullarını içermeyen kusur raporu kesinleşse dahi SSK’nın rücu davasında bağlayıcılığı yoktur.

“Sigortalının açmış olduğu dava sonucunda, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Açılmamış sayılmasına karar verilen tazminat davası esnasında alınan kusur ve hesap raporunun, SSK’nın işverene karşı açtığı rücuan tazminat davasında esas alınması olanaksızdır.”( Yargıtay 10. HD E. 2006/7610 K. 2006/11518 T. 25.9.2006-10. HD E. 2004/13054 K. 2005/102T. 26.1.2005)

“506 sayılı Kanunun 26. maddesine göre Kurumun açmış olduğu rücu davasının hukuksal temeli halefiyet esasına dayandığı ve bu çerçevede sigortalı veya hak sahipleri tarafından açılan tazminat davalarında kesinleşen kusur ve tavan tazminat miktarı ile sınırlı olarak talepte bulunabilir. (Yargıtay 10. HD E. 2005/1231 K. 2005/1997 T. 1.3.2005 -10. HD E. 2004/11761 K. 2005/732 T. 7.2.2005)”

“506 sayılı Kanunun 26. maddesi halefiyet ilkesine dayanmaktadır. Kurumun rücu alacağı hak sahiplerinin tazmin sorumlularından isteyebilecekleri maddi tazminat miktarı ile sınırlıdır. Hak sahiplerince işveren aleyhine tazminat davası açılmışsa, halefiyet ilkesi gereğince bu davada alınan kusur ve hesap raporları hem Kurum açısından hem de davalı işveren açısından bağlayıcı olacak ve eldeki rücu davasında yeniden rapor alınmasına gerek olmayacaktır. (Yargıtay 10. HD E. 2004/2394 K. 2004/2439 T. 29.3.2004)”

b)Anayasa Mahkemesinin İptal Kararından sonra;
Verilen ve incelenen Yargıtay kararında;” Sigortalı veya hak sahipleri tarafından tazmin sorumluları (işverenler) aleyhine açılan tazminat davasında alınan kusur ve hesap raporu,rücu davasında artık bağlayıcı olmayıp;güçlü delil niteliğinde sayılması gerekir.”denilmektedir.
“Tazminat davasında alınan kusur ve hesap raporu, rücu davasında bağlayıcı değildir. Güçlü delil niteliğindedir. " (Yargıtay 10. HD E. 2006/12047 K. 2007/6287 T. 19.4.2007)
Bu durumda SSK’nın açacağı rücu davalarında yeni kusur ve bilirkişi raporu alınması gerekecektir.

5-Rücu Davasında Zamanaşımı[16]

Anayasa Mahkemesinin iptal kararı zamanaşımı konusunda bir değişikliğe yol açmadığından karardan önce ve sonra ayırımına gidilmemiştir.
“Zamanaşımı, en basit anlatımla, yasanın öngördüğü belli bir sürenin geçmesiyle, bir hakkın kazanılmasına veya bir borçtan kurtulmasına olanak veren bir hukuki müessesedir. Borçtan kurtulma olanağı tanıyan yönüyle, zamanaşımı, maddi hukuka ilişkin bir müessese değildir; borçluya borçtan kurtulmasını sağlayacak savunma vasıtalarını sunarsa da, gerçekte bizatihi kendisi borcu ortadan kaldırmaz; sadece, alacağın istenebilmesi hakkını zaman itibariyle sınırlar. Borç varlığını sürdürdüğü halde, borçlu, zamanaşımı müessesesine dayanarak, artık o borcun kendisinden istenilemeyeceğini savunabilir; yargılama usulüne ilişkin kurallar kendisine böyle bir zamanaşımı def' inde bulunma olanağı tanır.[17](Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2003/4-603 K. 2003/594 T. 22.10.2003-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1980/11-2802 K. 1983/1047 T. 2.11.1983)[18]

İncelenen Yargıtay kararında “Zamanaşımının,süregelen eski uygulamalar gibi,işverenler açısından Borçlar kanunu’nun 125.maddesine göre 10 yıllık belirlenmesi gerekir.Bu arada zamanaşımının başlangıcı konusuna gelince;506 sayılı yasada özel olarak zamanaşımı düzenlenmediğinden,genel hükümlere göre Borçlar kanunu’nun 128.maddesinde: ”Zamanaşımı,alacağın muaccel olduğu zamanda başlar”denilmektedir.SSK açısından alacak hakkı,bağladığı gelirin yetkili organ tarafından onaylandığı tarihte ödenebilir hale geleceğinden muacceliyetin onay tarihi olacağı açıktır.O halde,26.maddeye ilişkin davalarda zamanaşımı,masraflar için sarf;gelirler için ise ilk peşin sermaye değerinin başlanğıçtaki gelir bağlama onay tarihinden başlatılmalıdır.”

İncelenen Yargıtay kararında da belirtildiği üzere Anayasa Mahkemesinin İptali kararızamanaşımına ilişkin herhangi bir değişikliğe yol açmamıştır.Nitekim daha önce de “ 506 sayılı yasanın 26.maddesine dayanan rücu davaları 10 yıllık zamanaşımına tabidir ve başlangıcı yetkili organlarca onaylandığı tarihtir.”(HGK 18.03.1998 T. E.1998/10 -229 K.1998/234-01.07.1994 gün ve 3/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı)[19] kararları verilmişti.
“506 Sayılı Yasanın 26/1'inci maddesi gereğince işveren aleyhine açılan davalar 10 yıllık zamanaşımına tabi olup zamanaşımının başlangıcı faile ve zarara ıttıla tarihidir. “Kurum açısından alacak hakkı,bağladığı gelirin yetkili organ tarafından onaylandığı tarihte ödenebilir hale geleceğinden,muacceliyetin onay tarihi olacağı açıktır.”[20]Masraflar yönünden ise her bir masrafın sarf ve ödeme tarihidir. Dava 28.02.2001 yılında açıldığına göre 28.02.1991 yılından önce onaylanan gelirlere ilişkin istek zamanaşımına uğrar. (Yargıtay 10. HD E. 2004/6482 K. 2004/9286 T. 14.10.2004”

“Rücu davasında işveren yönünden zamanaşımı, BK 125. maddesine göre. 10 yıldır. Zamanaşımı gelirin onay tarihinden başlar. 3. kişiler yönünden ise BK 60 gereğince 1 ve 10 yıldır. “(Yargıtay 10. HD E. 2006/12047 K. 2007/6287 T. 19.4.2007)

6-Rücu Davasında Faiz

Anayasa Mahkemesinin iptal kararı faiz konusunda bir değişikliğe yol açmadığından karardan önce ve sonra ayırımına gidilmemiştir.

Faiz,alacaklının alacak olarak talebe yetkili olduğu bir miktar parayı kullanmaktan belirli bir süre mahrum kalması sebebiyle kendisine ödenen karşılıktır.Faiz,para borçlarında sözkonusu olup,asıl alacağa bağımlı feri bir haktır.Bu nedenle asıl alacak zamanaşımına uğrarsa,faizde zamanaşımına uğrar.[21]

İncelenen Yargıtay kararında “.SSK açısından alacak hakkı,bağladığı gelirin yetkili organ tarafından onaylandığı tarihte ödenebilir hale geleceğinden muacceliyetin onay tarihi olacağı açıktır.O halde,26.maddeye ilişkin davalarda faiz,masraflar için sarf;gelirler için ise ilk peşin sermaye değerinin başlanğıçtaki gelir bağlama onay tarihinden başlatılmalıdır.”
“SSK'nin açtığı rücu davalarında bağlanan gelire onay tarihinden itibaren faiz uygulanması gerekir .(Yargıtay 10. HD E. 2003/10792 K. 2004/1121 T. 23.2.2004)”

“Rücu davalarında faize;gelirler yönünden ayrı ayrı onay,masraflar yönünden ise ödeme tarihlerinden itibaren hükmedilmelidir.”(10.HD. 6.6.2002 T. E.2002/4551 K.2002/5143)[22]

“Faiz başlangıcı, ilk peşin değerli gelirin tahsisi onay tarihidir. “(Yargıtay 10. HD E. 2006/12047 K. 2007/6287 T. 19.4.2007)









[1] Coşkun, Öztürk ,Anayasa Mahkemesi’nin İptal Kararı Karşısında 506 Sayılı Kanunun 26. Maddesine İlişkin Rücu Davalarının Hukuki Sonuçları-http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1843&id=

[2] Aynı maddenin iptal talebi Anayasa Mahkemesinin 23.05.1972 T. E.1972/2 K.1972/28 -18.3.1976 T. E.1975/198 K.1976/18-20.12.1983 T. E.1982/4 K.1983/17-2.5.1991 T. E.1990/28 K.1991/11 sayılı kararları ile reddedilmişti.Bu kararların incelemeleri için “OKUR,Nurdan,İş kazası ve meslek hastalığı dolaysıyla İşverenin Sorumluluğu-TBB Dergisi sayı 2007/70 s.326-344” bakınız.


[3] İptal kararından sonra İşverenin Sorumluluğunu düzenleyen maddenin son şekli şöyledir;
MADDE 26 - (Değişik: 3395 - 20.6.1987) İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22 nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı (....) Kurumca işverene ödettirilir.


[4] İnceleme konumuz Yargıtay kararının tam metni için Türkiye Barolar Birliği Dergisinin sayı 2007/72 s.382-386 bakınız.

[5] ERBAŞ,Coşkun,Yargıtay 10. HD. 20.03.2007 T. E.20007/1502 K.2007/3964 sayılı Kararın tahlili-İstanbul Barosu Dergisi sayı. 2007/3 s.1092-1108

[6] AKGÜNDÜZ,Güzin-SALTIK,Saadettin “Usul Hukukunda Kazanılmış Hak” TBB Dergisi sayı 1993/2 s.170

[7] 31.3.1954 Traih ve 17/10 sayılı, 29.6.1960 Tarih ve 13/15 sayılı, 17.1.1972 Tarih ve 2/1 sayılı Yargıtay İçtihatı Birleştirme Kararları. Kararlar için bkz Güzel/Okur, age, sf:215 dipnot-149 vd

[8] Turan,Ercan ,Anayasa Mahkemesi kararı karşısında 506 sayılı Yasa’nın 26.maddesine dayalı Rücuan Tazminat Davaları,Sicil iş hukuku Dergisi Haziran 2007 sayı 6 sayfa 165

[9] Aynı doğrultuda bkz.:Yargıtay 10.HD. 16.04.2007 T. E.2006/17088 K.2007/6037,İstanbul Barosu Dergisi C.82 S.2008/1 s.210

[10] Aynı doğrultuda bkz.:”10.maddeye dayanan rücu davalarında da gelirlerdeki artışlar istenemez.İşveren kusursuz ise ilk bağlanan gelirin peşin değerinden %50’den az olmamak üzere indirim yapılması gerekir.”Yargıtay 10.HD. 30.04.2007 T. E.2006/16565 K.2007/6554,İstanbul Barosu Dergisi C.82 S.2008/1 s.229


[11]Yargıtay Kanunun 45.maddesine göre;içtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay genel Kurullarını,dairelerin ve adliye mahkemelerine bağlar.Bu nedenle….kural olarak Yargıtay içtihadı Birleştirme kararları konuları ile sınırlı,gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır.(YİBBGK 26.01.1990 T.1988/5 E.1990/1 K-13.HD. 20.05.2002 T.2002/3339 E.2002/5822 K.) “Hiç kuşku yoktur ki, içtihadı birleştirme kararları ilke kararlarıdır ve benzeri hukuki konularda da Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar. Bu husus Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Mahkemelerin ve hakemlerin içtihadı birleştirme kararına aykırı karar vermiş olmaları temyiz ve bozma sebebidir. Dahası, yeni bir içtihadı birleştirme kararının çıkmış olması usule ilişkin kazanılmış hakkın istisnası olup; bir dava hakkındaki karar Yargıtay'ca bozulmuş ve mahkemenin bu bozmaya uyması ile usule ilişkin kazanılmış hak doğmuş olsa bile, mahkeme bozma kararının içeriğini bırakarak bu yeni içtihadı birleştirme kararı gereğince inceleme yapıp karar vermek zorunluluğundadır. (HGK E. 2005/15-728 K. 2006/1 T. 25.1.2006)”

“İçtihadı Birleştirme kararları konularıyla sınırlı, gerekçeleri ile açıklayıcı, aydınlatıcı, yol gösterici, sonuçlarıyla bağlayıcı soyut kararlardır.İçtihadı Birleştirme Kararlarının gerekçesi ile sonuç bölümü bir bütündür. Bu nedenle sonuç bölümü kararın gerekçelerinden soyutlanamaz. İçtihadı Birleştirme Kararları uygulanırken ve yorumlanırken gerekçeden yararlanılması zorunludur. Ayrı metinler halinde düzenlendiği halde kanunların yorumlanması sırasında gerekçelerinden yararlanıldığı, kanun koyucunun amacına uygun olarak yorum ve uygulama yapıldığı hukukun bilinen bir gerçeğidir. Aynı metin içinde düzenlenen ve birbirinin ayrılmaz parçası olan İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinden yararlanılmaması düşünülemez. (HGK E. 2003/7-42 K. 2003/39 T. 29.1.2003 )”

Turan,Ercan ,Anayasa Mahkemesi kararı karşısında 506 sayılı Yasa’nın 26.maddesine dayalı Rücuan Tazminat Davaları,Sicil iş hukuku Dergisi Haziran 2007 sayı 6 sayfa 167


[12] Erbaş,Çoşkun,”Sosyal Sigortalar Kurumu’nun Rücu davaları,Anayasa Mahkemesi’nin İptal Kararı Karşısında öngörülen Hukuki Sonuçları ve uygulamadan örnekler” Sicil İş hukuku Dergisi sayı Eylül 2007 sayı 7 sayfa 100

[13] Anayasa Mahkemesi’nin 13.5.1998 gün ve 1996/51 E. Sayılı kararı.

[14] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 29.01.1992 gün ve 1992/20 K Sayılı Kararı - Hukuk Genel Kurulu’nun 27.2.2002 gün ve 2002/1-19 E. Sayılı kararı-( Av.Turabi TURAL ,Bir Kararın Sonuçları ve Düşündürdükleri, http://www.turabitural.av.tr/html/gerekce.html-erişim 15/10/2007)

[15] Aynı doğrultuda bkz.:Yargıtay 10.HD. 08.05.2007 T. E.2006/13885 K.2007/7127,İstanbul Barosu Dergisi C.82 S.2008/1 s.232


[16] YILMAZ,Alper ,Sosyal Sigortalar Kanunu uyarınca Kurumun İşverene rücu hakkı,kapsamı ve sonuçları- Yerel yönetim ve Denetim Dergisi sayı 2003/Mart
SSK' nın İşverene Rücu Hakkı-Yrd. Doç.Dr. Süleyman Başterzi-Arş. Gör. Gaye Burcu Yıldız-(http://www.hukuki.net/hukuk/index.php?article=437)
İşverenin Kurum Karşısındaki Sorumluluğu" Adnan Harman (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

[17] Çelik Ahmet Çelik, Tazminat ve Alacaklarda Zamanaşımı- -Legal Yayıncılık s.37-38 ve 331

[18] Zamanaşımı-izzet DOĞAN –Legal Hukuk Dergisi Nisan 2007 sayı :52 s.1165

[19] Çelik Ahmet Çelik ,Tazminat ve Alacaklarda Zamanaşımı- -Legal Yayıncılık s.332


[20] Aynı doğrultuda bkz.:Yargıtay 10.HD. 21.05.2007 T. E.2006/14434 K.2007/8284,İstanbul Barosu Dergisi C.82 S.2008/1 s.215


[21] KOÇ,Ali Rıza,”Hukukumuzda Faiz” Eskişehir Barosu Dergisi Şubat-2006 sayı 9 s.37-47

[22] ARSLAN,Çetin & KIRMIZI,Mustafa ,Faiz ve Munzam zarar,Asil yayınevi 2004 s.173
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Ssk' Nın İşverene Rücu Hakkı" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Av.M.Lamih Çelik'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
08-02-2009 - 14:38
(5560 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 6 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 6 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
25390
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 1 saat 8 dakika 35 saniye önce.
* Ortalama Günde 4,57 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 44998, Kelime Sayısı : 3961, Boyut : 43,94 Kb.
* 8 kez yazdırıldı.
* 12 kez indirildi.
* 3 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 969
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,20441294 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.