Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Aihm, Eğitim Hakkı, Alevilik

Yazan : Ali Nezhet Bozlu [Yazarla İletişim]
Avukat, Mersin Barosu AB ve Uluslararası İlişkiler Komisyonu Başkanı

Makale Özeti
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (bundan böyle “Mahkeme” olarak anılacaktır) önünde görülen Hasan ve Eylem Zengin-Türkiye davasının sonuçlanmasıyla (Başvuru no. 1448/04) beraber zorunlu din dersi eğitimi tartışmaları yeni bir boyut kazanmıştır. Bu çalışmada, karar ve karara temel olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (bundan böyle “Sözleşme” olarak anılacaktır) 1 Numaralı Protokolü'nün “Eğitim hakkı” başlıklı 2. maddesinin hukuki boyutu ele alınacaktır.
Sitemizin Yorumu
Türk Hukuk Sitesi, site ilkelerimiz gereğince siyasetle ve dinle ilgili konulara kapalıdır. Türk Hukuk Sitesi siyasetle ve dinle bağlantılı konuların sadece bilimsel hukuki yorumları ile ilgilidir ve kütüphanemize gönderilen bu bilimsel inceleme de hukuki nitelik taşıdığından ve hukuk notasyonuna uygun yazıldığından site kütüphanemizde yayınlanmıştır. Çalışmada ulaşılan sonuçlar ve ifade edilen görüşler yazarın kendi görüşleri olup, Türk Hukuk Sitesini bağlamaz. Türk Hukuk Sitesi işbu çalışmayı yayınlamakla çalışmadaki görüşleri onayladığını ya da onaylamadığını göstermemekte, site ilkeleri gereğince siyasete ve dini konulara karşı olan mesafeli duruşunu muhafaza ettiğinin önemle tekrar altını çizmektedir.


1. Giriş

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (bundan böyle “Mahkeme” olarak anılacaktır) önünde görülen Hasan ve Eylem Zengin-Türkiye davasının sonuçlanmasıyla (Başvuru no. 1448/04) beraber zorunlu din dersi eğitimi tartışmaları yeni bir boyut kazanmıştır. Bu çalışmada, karar ve karara temel olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (bundan böyle “Sözleşme” olarak anılacaktır) 1 Numaralı Protokolü'nün “Eğitim hakkı” başlıklı 2. maddesinin hukuki boyutu ele alınacaktır.

Sözleşme'nin yukarıda bahsedilen maddesi şöyledir:

“Madde 2
Eğitim Hakkı

Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.”

Bu maddenin ihlaline dayanan şikayetler daha önce Mahkeme'nin önüne gelmiş, bu konuda temel prensipler Mahkeme tarafından konulmuş idi. Örneğin, Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen - Danimarka davası, “Belçika Eğitim Dili”- Belçika davası, Campbell ve Cosans - Birleşik Krallık davası, Eriksson - İsveç davası gibi davalarda, Mahkeme tarafından eğitim hakkına ilişkin madde ayrıntılı olarak yorumlanmış, esaslı ilkeler oluşturulmuş, tekrarlanmıştı. Ancak, söz konusu davalarda, eğitimde kullanılan dil, eğitimde şiddet uygulanması, küçüğün kamu idaresi altına alınması gibi sorunlar ele alınmıştı. Sözleşme’nin düşünce, din ve vicdan hürriyetine dair 9. maddesi temelindeki Türkiye ile ilgili davalar Mahkeme önünde görülmüş ve Sözleşme’nin 9. maddesi ile 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesi ilişkiliyse de, bu maddelerin birbirinden farklı özellikler ve farklı kriterler taşıdıkları göz önünde bulundurulmalıdır.

Hasan ve Eylem Zengin-Türkiye davasında başvurucular Sözleşme’nin hem 9. maddesinin hem de 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin ihlal edildiğini öne sürmüşlerdir. Ancak, Mahkeme davayı 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesi temelinde ele almış, bu maddenin ihlal edildiğine karar vermiş, böylece artık sorunun 9. madde kapsamında bir değerlendirmeye tabi tutulmasına gerek olmadığına karar vermiştir.

1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinde düzenlenen eğitim hakkına ilişkin olarak Mahkeme önüne gelen davalar farklı sebeplere dayansa da, aşağıda görüleceği üzere, Mahkeme'nin bu maddeye ilişkin içtihatlarında koyduğu tanımlar ve temel ilkeler değişmemiştir. Mahkeme, Hasan ve Eylem Zengin – Türkiye davasında da, yukarıda bahsedilen farklı davalardaki içtihatlarına atıfta bulunmuş ve ilkelerini tekrarlamıştır.

2. Olaylar

a. Başvurucunun dini inancını tanımı

1960 doğumlu Hasan Zengin ve 1988 doğumlu kızı Eylem Zengin İstanbul'da yaşamaktadır. Kızı 7. sınıfta okurken, Hasan Zengin kendisi ve kızının adına Mahkeme'ye başvuruda bulunur. Başvurucu, ailesinin Alevilik inancına sahip olduğunu savunur. Başvurucuya göre Alevilik orta Asya kökenlidir fakat Türkiye'de geniş biçimde yaygındır. İki önemli sufinin öğretisi bu inancın ortaya çıkışını etkilemiştir: Hoca Ahmet Yesevi (12. yy.) ve Hacı Bektaşi Veli (14. yy). Bu inanç sistemi Türk toplumunda ve tarihinde derin köklere sahiptir, genel olarak İslami bir mezhep olarak göz önünde bulundurulmaktadır, özellikle Sufizm ve İslam öncesi inançlardan etkilenmiştir.

Başvurucuya göre, Alevilik, diğer kültürlerden, dinlerden ve felsefelerden etkilenmiş bir inanç veya felsefedir. Türkiye'de, İslam'ın Hanefi mezhebinden sonra gelen en geniş inançtır. Alevilik İslami inanç içinde tabiat ile yakın ilişkiyi, hoşgörüyü, tevazuyu ve komşuyu sevmeyi savunmaktadır. Aleviler şeriatı ve sünneti reddetmektedirler ve din özgürlüğünü, insan haklarını, kadın haklarını, hümanizmi, demokrasiyi, akılcılığı, çağdaşlığı, evrenselciliği, hoşgörüyü ve laikliği savunmaktadırlar. Aleviler Sünniler gibi ibadet etmezler (beş vakit namaz kılmazlar), ancak ibadetlerini dini şarkılar ve danslarla (semah) ifade ederler; dini ibadetler için camiye gitmezler ancak düzenli olarak cemevlerinde buluşurlar. Bunun gibi Aleviler Mekke'ye Hac'ca gitmeyi dini bir yükümlülük olarak görmezler. Onların inancına göre Allah her bir insanın içinde vardır. Aleviliğe göre, Allah Adem'i kendi suretinde yaratmıştır ve bu dünyadaki bütün tezahürleri insana bürünmüştür. Allah ne gökte ne de cennettedir, fakat insan kalbinin merkezindedir.

b. Başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmesi

Hasan Zengin 23 Şubat 2001'de İstanbul Valiliği Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bir başvuru yaparak, kızının din kültürü ve ahlak derslerinden muaf tutulmasını ister. Ailesinin Alevilik inancını benimsediğini, uluslararası anlaşmalar gereği, örneğin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gereği ailelerin çocuklarının eğitim tarzını seçme hürriyeti olduğunu ifade eder. Ek olarak, din kültürü ve ahlak dersinin zorunlu olmasının laiklik ilkesiyle uyumlu olmadığını belirtir.
2 Nisan 2001'de, idare tarafından verilen cevapta Anayasa'nın 24. maddesi gereği din ve ahlak eğitim ve öğretiminin devletin gözetimi ve denetimi altında yapılacağı, din kültürü ve ahlak öğretiminin ilk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu olduğu, bunun dışındaki din eğitim ve öğretiminin ancak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlı olduğunu belirtilir. Yine aynı cevapta, “Türk millî eğitiminde lâiklik esastır. Din kültürü ve ahlâk öğrenimi ilköğretim okulları ile lise ve dengi okullarda okutulan zorunlu dersler arasında yer alır” şeklindeki 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 12. maddesi belirtilerek, başvurucunun talebi reddedilir.

Bu red kararı üzerine, başvurucu İstanbul İdare Mahkemesi'nde idare aleyhine dava açar. Bu davada zorunlu din kültürü ve ahlak derslerinin esas olarak Hanefi İslam kurallarına dayandığını ve kendi inanç sistemine ilişkin eğitim verilmediğini belirtir. Ayrıca derslerin zorunlu olmasına da karşı çıkar.
İdare Mahkemesi 28 Aralık 2001 tarihli kararında Anayasa'nın 24. Maddesi ve Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 12. maddesi gereği davayı reddeder. Başvurucu bu kararı temyiz eder. Danıştay ilk derece mahkemesinin kararını onaylar.
Böylece iç hukuk yollarını tüketen başvurucu, Mahkeme’ye Türkiye aleyhine bir başvuruda bulunur.

3. Türkiye'de ilgili mevzuat ve uygulama

Mahkeme, bu başvuruda Türkiye'deki mevzuat ve uygulamayı incelemiştir.

Kararda, öncelikle Anayasa'nın 24. maddesi ve 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 12. maddesi zikredilmektedir.

Mahkeme, Eğitim Yüksek Konseyi'nin 9 Temmuz 1990 tarihli 1 numaralı kararını ele almıştır. Bu karara göre Türk uyruğunu taşıyan Hristiyan veya Yahudi dinlerine mensup ilk ve orta öğretim öğrencileri, bu dinlere mensup olduklarını teyit etmek kaydıyla din kültürü ve ahlak derslerine girmekle yükümlü olmayacaklardır.

Duruşma sırasında Türk hükümeti bu muafiyet prosedürünün diğer dinlere veya ateizm gibi felsefi anlayışlara genişletebileceğini ifade etmiş ne var ki özgül örnekler sunamamıştır.

Mahkeme, Türkiye'de 1997'den bu yana 6 – 14 yaş arası çocukların zorunlu eğitiminin (önceden 5 yıl iken) 8 yıl sürdüğünü göz önünde tutmuştur.

19 Eylül 2000 tarihli 373 sayılı kararla Milli Eğitim Bakanlığı din kültürü ve ahlak derslerinin 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıflarda okutulmasını kabul etmiştir. Bu karar ve karara ilişkin prensipler Mahkeme tarafından göz önünde tutulmuştur.

Başvurucu Mahkeme'ye söz konusu sınıflarda okutulan beş adet kitap sunmuştur. Bu kitaplar okullarda kullanılmaktadır ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından onaylanmıştır. Mahkeme bu kitapları incelemiştir.

Hükümet tarafından Mahkeme'ye 9. sınıf ders kitabı sunulmuş, bu kitap da incelenmiştir.

4. Uluslararası metinler ve karşılaştırmalı hukuk

Mahkeme, bu başvuruyla ilgili olarak Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 18. maddesini, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin 1396 (1999) ve 1720 (2005) sayılı tavsiyelerini, Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu tavsiyelerini incelemiştir.

Bunun yanı sıra Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin dini eğitim karşısındaki tutumları da Mahkeme tarafından göz önünde tutulmuştur. Buna göre Konsey’in 46 üyesinden 43’ü devlet okullarında din eğitimi vermektedir. Yalnızca Arnavutluk, Fransa ve eski Makedonya Yugoslav Cumhuriyeti bu kuralın dışında kalmaktadır.

46 üye ülkenin 25’inde (ki Türkiye’de bu gruptadır) din eğitimi zorunludur. Ne var ki bu eğitimin kapsama alanı ülkeden ülkeye değişmektedir. Beş ülkede; Finlandiya, Yunanistan, Norveç, İsveç ve Türkiye’de din derslerine katılmak yükümlülüğü mutlaktır. On ülkede; belirli şartlar altında muafiyete devlet izin vermiştir ki bunlar Avusturya, Kıbrıs, Danimarka, İrlanda, İzlanda, Lihtenştayn, Malta, Monako, San Marino ve Birleşik Krallık’tır. Bu ülkelerin çoğunluğunda dini eğitim mezhepsel temeldedir. Diğer on ülke, zorunlu din dersi yerine ikame bir ders seçme fırsatı tanımaktadır ki bunlar; Almanya, Belçika, Bosna ve Hersek, Litvanya, Lüksemburg, Hollanda, Sırbistan, Slovakya ve İsviçre’dir.

21 ülkede ise öğrenciler din eğitim derslerine girmek zorunda değildirler. Dini eğitim okul sistemi içerisinde verilmektedir fakat öğrenciler ancak talep ederlerse din dersleri almaktadırlar. Bu grup içerisindeki ülkeler Andorra, Ermenistan, Azerbaycan, Bulgaristan, Hırvatistan, İspanya, Estonya, Gürcistan, Macaristan, İtalya, Latviya, Moldova, Polonya, Portekiz, Çekoslovakya Cumhuriyeti, Romanya, Rusya ve Ukrayna’dır. Nihayet üçüncü grup bir dizi ülkede öğrenciler din dersine veya ikame bir derse girmekle yükümlüdürler, ancak daima laik bir derse katılma seçenekleri vardır.

Tüm bu sistemleri göz önünde bulunduran Mahkeme’nin değerlendirmesi şöyledir: Bu itibarla genel olarak bakıldığında Avrupa’daki dini eğitime bakış göstermektedir ki, farklı öğretim sistemlerine rağmen, hemen hemen tüm üye ülkeler öğrencilerin din eğitim derslerinden hariç tutulmalarını sağlayıcı en azından bir güzergah önermektedirler (muafiyet mekanizması veya ikameli bir ders seçmek suretiyle, veya öğrencilere din derslerine katılıp katılmama seçeneği tanımak suretiyle).

5. Tarafların iddia ve savunmaları

Başvurucu din kültürü ve ahlak derslerinin objektif, eleştirel ve çoğulcu bir tarzda yürütülmediğini, böylece 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin Mahkemece yapılan yorumundaki kriterlere uyulmadığını ileri sürmüştür. Müfredat tamamen dini bir perspektif içermekte ve İslam’ın Sünni yorumunu benimsemektedir. Ders kitapları Sünni İslam’ın geleneksel törenlerini içermektedir. 7. sınıf ders kitabında Yahudilik, Hristiyanlık, İslam, Hinduizm ve Budizm gibi belirli dinler yukarıda bahsedilen yorum ışığında on beş sayfada anlatılırken 6. sınıf ders kitabında ise sadece İslam’ın günlük çeşitli dualarına on dokuz sayfa ayrılmıştır.
Din kültürü ve ahlak derslerinde müfredat ve eğitimin içeriğinde başvurucunun inancı yok sayılmakta ve İslam dini Sünni bir perspektifle sunulmaktadır.
Başvurucuya göre, laiklikle yönetilen bir devlette dini eğitime bu kadar geniş bir alan tanınmamalıdır. Devlet, devlet okullarında eğitim gören öğrencilere dini eğitim vermemelidir. Devletin tarafsız ve yansız olma görevi dini inançları meşrulaştırmakla bağdaşmaz.

Hükümet eğitimin, din ve ahlak öğretiminin devlet gözetiminde yapıldığını, bunların kötüye kullanılmasının böylece önlendiğini savunmuştur. Hükümet, müfredatın dini otoriteler tarafından değil Milli Eğitim Bakanlığı tarafından oluşturulduğunu vurgulayarak, Anayasa’nın 24. ve Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 12. maddesine göre laiklik prensibine uygun olduğunu belirtmiştir. Din kültürü ve ahlak derslerinde belli bir doktrine özgü eğitim ve belli bir dine özgü ibadetler öğretilmemekte, çeşitli dinlere dair genel bilgi verilmektedir. Dersler objektif, çoğulcu ve tarafsız bir şekilde verildiğinden Müslüman inanca sahip olanların Sözleşme’ye aykırılık iddiasında bulunması temelsizdir. Hükümet, Alevi inancına dair bilgilerin 9. sınıfta verildiğini de belirtmiştir. Din derslerinin zorunlu olmasının sebebi çocukları fanatikliği artıracak olan mitlerden ve hatalı bilgilerden korumaktır. Ayrıca Lozan Anlaşması uyarınca ve Eğitim Yüksek Konseyi’nin 1 numaralı kararı uyarınca Yahudi ve Hristiyan çocuklar bu derslerden muaftır.

Hükümet, verilen eğitimin, laiklik prensibine sıkı sıkıya bağlı gözlemci olan idare mahkemelerinin denetimine tabi olduğunu, buna ek olarak ilk öğretim okul derslerini anlatan öğretmenlerin üniversitelerde eğitildiğini ve din kültürü ve ahlak disiplini diplomalarına sahip olduklarını, orta öğretim öğretmenlerinin ise ilahiyat fakülteleri mezunlarından oluştuğunu savunmuştur.

Hükümet Mahkeme’nin içtihatlarına göre müfredatı hazırlama yetkisinin devletin erki dahilinde olduğunu, 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin ailelere devletin bu yetkisine itiraz etme hakkı vermediğini, eğer aksi olursa kurumsallaşmış bir eğitimi yerine getirmenin imkansız olacağını ifade etmiştir.

6. Mahkeme’nin yaklaşımı

a. Genel prensipler
Yukarıda bahsedildiği gibi, Mahkeme, 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesine dair genel yaklaşımını Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen – Danimarka (7 Aralık 1976, Seri A, no. 23, sayfa 24-28, 50-54 paragraflar), Cambell ve Cosans – Birleşik Krallık (25 Şubat 1982, Seri A, no. 48, sayfa 16-18, 36-37 paragraflar), Valsamis – Yunanistan (18 Aralık 1996, Yargılama ve Karar Raporu 1996-IV, sayfa 2323-2324, 25-28 paragraflar), ve son olarak Folgero ve Diğerleri – Norveç (Büyük Daire, no. 15472/02, 84 paragraf, 29 Temmuz 2007) davalarında ortaya koymuştur. Buna göre, 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin her bir cümlesi sadece bir diğerinin ışığında değil, Sözleşme’nin 8., 9. ve 10. maddeleri ile birlikte okunmalıdır (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen davası, paragraf 52)

Mahkemeye göre, ana ve babanın dini ve felsefi inançlarına saygı bu temel hakla kaynaşıktır, devlet eğitimi ile özel eğitim arasında, birinci cümle ile ikinci cümle arasında ayrıştırma yapılamaz. 2. maddenin ikinci cümlesinin amacı eğitimde çoğulculuğun imkan dahilinde olmasını himaye altına almayı hedeflemektedir ki, bu imkan Sözleşme tarafından tanımlanan “demokratik toplum”un korunması için temeldir. Modern devlet erki bakımından, her şeyden önce tüm devlet eğitiminde bu hedef gerçekleştirilmek zorundadır (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen davası, paragraf 50).

1 No.lu Protokol’ün 2. maddesi dini eğitim ve diğer dersler arasında ayrım yapılmasına izin vermemektedir. Madde, devlete, baştan sona tüm devlet eğitim programında ana babanın dini ve felsefi inançlarına saygıyı emretmektedir (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen davası, paragraf 51). Bu görev uygulanırken geniş yorumlanmalı sadece eğitimin muhteva ve usulünde değil fakat devlet tarafından yerine getirilen tüm fonksiyonlarda göz önünde bulundurulmalıdır. Maddedeki “saygı” fiili “tanıma” veya “nazarı itibara alma” terimlerinden daha fazlasını ifade etmektedir. Bu fiil devletin negatif esaslı yükümlülüklerinin yanı sıra pozitif yükümlülüklerini de içermektedir. “İnançlar” kelimesi tek başına ele alındığında “fikirler” ve “görüşler” kelimeleriyle eş anlamlı değildir. Belli bir ikna edicilik, ciddiyet, tutarlılık ve ehemmiyet düzeyine ulaşmışlığı anlatmaktadır (Valsamis – Yunanistan davası, 25-27 paragraf, Cambell ve Cosans – Birleşik Krallık davası, 36-37 paragraf).
Ana ve baba çocukların eğitim ve öğretiminden birinci derecede sorumludurlar ve bu onların doğal görevleridir, bu nedenle ana baba devletten dini ve felsefi inançlarına saygı duyulmasını isteyebilir. Onların hakkı, böylece eğitim hakkının tatbiki ve tasarrufu ile yakın bağlantılı olarak bir sorumluluğa tekabül etmektedir.

Bununla birlikte, Mahkeme, müfredatın prensiplerini düzenleme ve planlama ehliyetinin sözleşmeci devletlere ait olduğunu açıkça tekrar etmiştir. 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesi, devletin okullarda, doğrudan veya dolaylı olarak dini veya felsefi tarzda objektif bilgilendirme yapmasını ve eğitimi yaymasını engellememektedir. Bu madde, ana babaya okul müfredatı içerisinde verilen böylesi bir eğitim ve öğretime katılmaya itiraz etme izni de vermemektedir ki aksi halde tüm kurumsallaşmış eğitim uygulanamama riski altına girecektir. (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen davası, paragraf 53).x

Mahkemeye göre, gerçekten de, okullarda öğretilen birçok dersin felsefi tarz ve içeriğe az veya çok sahip olmadığını söylemek çok zordur. Aynı şekilde dinlerin kendi yapısında felsefi, kozmolojik ve ahlaki tabiat konusundaki her soruna cevaplar bulmak da mümkündür.

Öte yandan 2. madde, devlete eğitim ve öğretimde müfredat dahilinde verdiği bilgi ve öğretide objektif, eleştirel ve çoğulcu olma ve böylece öğrencileri dine saygıyla eleştirel düşünce tarzını geliştirici bir şekilde eğitme yükümlülüğünü yüklemektedir. Bu eğitim sakin ve başkasını kendi dinine çevirme anlayışından bağımsız olmalıdır (Şefika Köse ve Diğerleri – Türkiye davası, no. 26625, 24 Ocak 1996). Devletin ana babanın dini ve felsefi inançlarına saygıyı bertaraf edecek telkinleri hedeflemesi yasaklanmıştır. Aşılmaması gereken sınır budur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen davası, paragraf 53).

Mahkeme çoğulcu demokratik bir toplum içinde, devletin dini inançları meşrulaştırma tarzında hareket etmesinin, devletin tarafsızlık ve yansızlık göreviyle bağdaşmayacağını tekrar etmiştir (Manoussakkis ve Diğerleri – Yunanistan davası, 26 Eylül 1996 tarihli karar, Hasan ve Chaush – Bulgaristan davası, Büyük Daire, no. 30985/96, paragraf 78, ECHR 2000-XI). Ek olarak devlet, dini cemaatlerin sürdürülmesi veya bir liderlik altında birleştirilmesini teminat altına almaya dönük ölçütler koymamalıdır (Şerif – Yunanistan davası, no. 38178/97, ECHR 1999-IX).

b. Bu prensiplerin uygulanması

Mahkeme, öncelikle söz konusu derslerin objektif, eleştirel ve çoğulcu tarzda icra edilip edilmediğini incelemiştir. Daha sonra Türk eğitim sistemi içerisinde ana babanın inançlarına saygının teminat altına alınıp alınmadığını incelemiştir.
Derslerin içerikleri Mahkeme tarafından ele alınmıştır. Mahkemeye göre, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile teminat altına alınan laiklik ilkesi, devleti belirli bir din veya inancı tercih etmekten men etmektedir, böylece devlet tarafsız hakem rolünde din ve inanç özgürlüğünün gereğini yerine getirmektedir. Bu bağlamda, hükümet tarafından dile getirildiği gibi, okullardaki din eğitimi öncelikle fanatikliğe karşı mücadelede uygun bir metoddur ve ikincisi idare mahkemeleri, laiklik ilkesine riayet edilmesinde hem müfredatın hazırlanmasından ve hem de yorumlanmasından sorumlu gözlemcilerdir .

Buna ek olarak, Mahkeme, eğitimin yukarıda bahsedilen prensiplere dayandığı halde, buna ek olarak eğitim programının öğrenciler arasında ibadet bilincini artırmayı hedeflediğini de gözlemlemiştir. Bunlar Allah’a duyulan sevgi, saygı ve şükran gösterisi olan ibadetlerdir ki, bireyleri bir gruba sevgi ve saygıyla bağlamayı, birbirine yardım etmeyi, dayanışma göstermeyi ve “farklı örnekler göstererek, mitlerden bağımsız olarak, İslam’ın akılcı ve evrensel bir din olduğunu ifade etmeyi” içermektedir. Müfredat Peygamber Muhammed’in davranışları ve Kur’ana dair çalışmaları da içermektedir. Aynı şekilde, 7. sınıf müfredatı İslam dininin “hac ve kurban”, “melekler ve diğer görünmez yaratıklar” ve “ahirete iman” gibi temel yönlerini de içermektedir.
Mahkeme, bu sınıfların ders kitaplarının dinlerle ilgili genel bir bilginin verilmesiyle sınırlı kalmadıklarını tespit etmiştir. Bu kitaplar aynı zamanda Müslüman inancının esaslı prensiplerinin öğretimini ve ibadet, beş vakit namaz, Ramazan, hac, melekler ve görünmez yaratık kavramları, ahirete iman gibi Müslümanlığın genel bakış açısını da içermektedir.

Aynı şekilde, öğrenciler Kur’an’dan belirli sureleri ezberlemek, çeşitli resimlemelerin desteğiyle günlük ibadetleri bilmek ve yazılı sınavlara da girmek zorundadırlar.

Mahkeme’nin görüşüne göre, İslam’ın Türkiye’de çoğunluk dini olduğu ve devletin laik olduğu birlikte göz önünde tutulduğunda, bunlar kendi başına, telkincilik olarak hesaba alınarak çoğulculuk ve objektiflik ilkelerinden ayrılmak anlamına gelmez (Folgero ve Diğerleri – Norveç davası, paragraf 89).

Ayrıca İslam öğretisinin öncelikle verilip verilmediği meselesi 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin amaçlarının sınırları içerisinde kabul edilebilir olarak göz önünde tutulabilir. Mahkemeye göre, gerekli olan şey, küçük çocukların zihinlerini etki altında bırakan müfredattaki bu bilgi ve malumatların objektif, eleştirel ve çoğulcu tarzda yayılıp yayılmadığını incelemektir.

Bu itibarla, başvurucu, zorunlu din kültürü ve ahlak derslerinde, okulda sunulan din kavramından birçok noktada farklı olan Alevi inancına veya ibadetlerine dair hiçbir şey öğretilmediğini savunmaktadır. Hükümete göre, bunun nedeni, söz konusu müfredatta İslam mezhebi mensuplarından hiçbirinin bakış açısının dikkate alınmamasıdır.

Alevi inancının Türkiye toplumunda ve tarihinde derin köklere sahip ve kendine özgü dini bir inanç olduğu hususunda taraflar arasında bir ihtilaf yoktur. Böylece, Alevilik okulda öğretilen Sünni İslam anlayışından ayrıdır. Alevilik ikna, ciddiyet, tutarlılık ve ehemmiyet düzeyine varmamış bir mezhep veya bir “inanç” da değildir (Campbell ve Cosans – Birleşik Krallık, paragraf 36). Mahkeme’ye göre, 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesindeki “dini inançlar” tanımlaması, hiç şüphesiz Aleviliğe uygulanabilirdir.

Mahkeme, hükümetin de kabul ettiği gibi, din kültürü ve ahlak derslerinde Türk toplumunda varlığını sürdüren dini farklılıkların hesaba katılmadığı görüşündedir. Bu özgülde Türkiye nüfusu içerisinde geniş yer tutmasına rağmen, Alevi inancına dair ayin ve ibadetler öğrencilere öğretilmemektedir. Hükümetin savunmalarına göre, Aleviler hakkında 9. sınıfta belirli bir bilgi verilmektedir. Mahkeme ise, başvurucular gibi, ilk ve orta öğretim okullarında Aleviliğin temel unsurlarına dair öğretimin olmamasını, bu inancın ortaya çıkışında yaşam ve felsefeleriyle büyük etki taşıyan iki bireyin 9. sınıfta öğretilmesini yetersiz bulmaktadır.

Herkesin kabul ettiği gibi, ana baba her zaman çocuklarını aydınlatabilir, yol gösterebilir, doğal ebeveyn fonksiyonu olarak onları eğitimci olarak eğitebilir, kendi çocuklarına kendi dini inanç ve felsefi inançları doğrultusunda rehberlik edebilir (Valsamis – Yunanistan davası, 31. paragraf). Bununla beraber sözleşmeci devletler muafiyet düzenlemelerini hesaba katmaksızın okul müfredatında din derslerini çalışma faaliyetinde bulunduklarında, ana babanın verilen bu derslerin objektiflik ve çoğulculuk kriterleriyle uyuşmasını ve kendi dini ve felsefi inançlarına saygılı olunmasını beklemeleri yasal haklarıdır.
Bu bağlamda, Mahkeme, bir demokratik toplumda, sadece eğitimde çoğulculuğun öğrencilerde dini meselelere düşünce, vicdan ve din özgürlüğü temelinde hoşgörü ile eleştirel bir zihniyet oluşturabileceğini göz önünde tutar (Parlamenter Meclisi’nin 2396 no.lu Tavsiyesi ve 1720 no.lu Tavsiye’nin 14. paragrafı). Mahkeme bu itibarla birçok olayda verdiği kararlarda bu özgürlüğün, dini boyutta inanç sahiplerinin ve onların yaşam anlayışları için en önemli bir yaşamsal unsur olduğunu, fakat bu özgürlüğün aynı zamanda ateistler, agnostikler, kuşkucular ve ilgisizler için de kıymet taşıdığının dikkate alınması gerekliliğine işaret etmiştir (Buscarini ve Diğerleri – San Marino davası, Büyük Daire, no. 24645/94, paragraf 34, ECHR 199-I).

Yukarıda bahsedilenlerin ışığı altında, Mahkeme, şu sonucu çıkarmıştır: Okullarda verilen din kültürü ve ahlak dersleri objektiflik ve çoğulculuk kriterlerleriyle uyuşma halinde görülemez ve özellikle başvurucunun özgül davasında, bayan Zengin’in Alevi inancına sahip babasının dini ve felsefi inançlarına saygı bakımından söz konusu müfredat açıkça eksiktir.

c. Devletin pozitif yükümlülüğü

Mahkeme ana babaya din eğitiminde devletten kendi dini ve felsefi inançlarına saygıyı talep etme hakkını veren 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin ikinci cümlesiyle Sözleşmeci Devletler’in pozitif yükümlülüklerinin hüküm altına alındığını belirtmektedir. Nerede Sözleşmeci Devlet’in müfredatta dini eğitimi içeren bir çalışması söz konusu olursa, orada Sözleşmeci Devlet’in öğrencilerin okulda aldıkları dini eğitimle öğrencilerin ana babalarının dini ve felsefi inançları arasında bir çelişki yaratılmasından mümkün olduğunca kaçınması gereklidir. Bununla ilgili olarak Mahkeme Avrupa’da dini eğitimle ilgili olarak birçok farklı öğretim yaklaşımları olmasına rağmen, neredeyse bütün üye ülkelerin öğrencilerin din derslerine katılmamayı dilemek, muafiyet mekanizması veya ikameli ders seçmek veya din derslerine katılımı tamamen seçmeli hale getirmek suretiyle en azından bir düzenleme getirdiklerine dikkat çekmiştir.

d. Mahkeme mevzuatın sorunlara neden olabileceğini saptamıştır

Öte yandan, Mahkeme, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 24. maddesi uyarınca “din kültürü ve ahlak” dersinin zorunlu olduğunu belirtmektedir. Bununla beraber Eğitim Yüksek Konseyi’nin 9 Temmuz 1990 tarihli kararı bir muafiyet imkanı getirmektedir. Ancak, bu karara göre muafiyetten sadece “Türk uyruğuna sahip Yahudi ve Hristiyan çocuklar bu inançlara sahip olduklarını teyit etmek suretiyle” yararlanabilecektir.

Mahkeme Yahudi ve Hristiyan inançlara sahip olduğunu teyit eden ve çocuklarının din eğitiminden muaf tutulmasını isteyen bu düzenlemenin 9. madde ile ilgili sorunlar çıkarabileceğinin de altını çizmiştir (Folgero ve Diğerleri davası, paragraf 97). Bu bağlamda Anayasa’nın 24. maddesi gereği “Kimse dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz”.

Öte yandan Eğitim Yüksek Konseyi’nin sadece Hristiyan ve Yahudi inançlarına sahip ana babaları olan Türk uyruklu öğrencilere muafiyet tanımasında da sorun vardır. Mahkeme, şu andaki durumun eleştiriye açık olduğunu tespit etmektedir ve Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nun (ECRI) 2005 Tavsiyesi’nden şu alıntıyı yapmaktadır: “Eğer bu ders gerçekten de farklı dini kültürlere yönelikse, sadece Müslüman çocuklara zorunlu olması için bir sebep yoktur. Bunun aksine, eğer bu ders esas olarak Müslüman inancını öğretmek için tasarlandıysa, bu belirli bir dine yönelik eğitimdir ve çocukların ve ana babaların dini özgürlüklerinin korunması için zorunlu olmaması gerekir.”

Hükümete göre, eğer gerektiği gibi talep edilirse böyle bir muafiyetin diğer inançlara da genişletilebileceğini savunmaktadır. Ancak, ana babanın dini veya felsefi inançlarını okul yönetimine açıklama yükümlülüğüyle karşı karşıya bırakılması, Mahkeme tarafından ana babanın inanç özgürlüklerinin teminat altına alınması esasına uygun bulunmamıştır. Kaldı ki bu konuda net bir mevzuat metni olmadığı gibi, okul yönetimi, bayan Zengin örneğinde olduğu gibi bu tür talepleri her zaman reddetme seçeneğine sahiptirler.

7. Sonuç

Sonuç olarak Mahkeme, yukarıda belirtilen tüm hususlarla beraber, muafiyet prosedürünün de yetersiz olduğunu saptamıştır. Mahkemeye göre muafiyet prosedürü hem uygun bir yöntem değildir, hem de ana babanın sözleşmedeki haklarını koruma altına almada yetersizdir. Bu prosedürde ana babanın dini inançlarını açıklamak zorunda bırakılmaları da sorun teşkil etmektedir.

Mahkeme, eğitim hakkını düzenleyen 1. No.lu Protokol’ün 2. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvurucu düşünce, vicdan ve din hürriyetini düzenleyen 9. maddenin de ihlal edildiğini iddia etmişse de, Mahkeme, 9. madde bağlamında ayrık bir sorun olmadığına, böylece bu madde bağlamında ayrık bir değerlendirme yapılmayacağına karar vermiştir.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Aihm, Eğitim Hakkı, Alevilik" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Ali Nezhet Bozlu'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
24-10-2007 - 15:56
(6030 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 2 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 2 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
6377
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 8 saat 21 dakika 28 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,06 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 27283, Kelime Sayısı : 3464, Boyut : 26,64 Kb.
* 2 kez indirildi.
* 1 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 699
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,03109503 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.