Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Kan Gütme Saikiyle Adam Öldürme

Yazan : Reşit Karaaslan [Yazarla İletişim]
stajyer avukat

Bilindiği gibi adam öldürme bir kimsenin hayatına kasten son vermektir. Çok çeşitli sebeplerle yapılan bu eylemin cezalandırılması çok eski çağlardan beri uygulanmaktadır. Arz ettiği vahamet itibariyle suçlar sıralamasında en önde yer alır. Ferdin yaşam hakkını korumak devletin en önemli ödevidir. İnsanı diğer canlı varlıklardan ayıran özellik onun şahsiyetidir. İnsanın sahip olduğu yaşama hakkı soyut bir hak olmayıp, güvenlik içinde yaşama hakkıdır. Adalet esasına dayalı ilişkilerin hakim olduğu bir toplumda fertlerin sahip olduğu haklar arasında bir çatışma söz konusu olmaz. Hukuken koruma altına alınan kişilerin hukuka uygun menfaatleridir. Hukuk aynı zamanda, kişinin bedeni üzerinde meşru amaç dışında tasarrufta bulunmasına izin vermez. Aynı şekilde insan, kendi hayatı üzerinde serbestçe tasarrufta bulunamaz.
Anayasamız 17. maddesinde “herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” demektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2/1. maddesinde de “her ferdin yaşama hakkı kanunun himayesi altındadır. Kanunun ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infazı dışında hiç kimse kasten öldürülemez” denilmek suretiyle kişi koruma altına alınmaktadır. Bu hükümler gereğince devlet öldürme fiillerini cezalandırmakla yükümlüdür[1].
Toplumumuzun değer yargılarından kaynaklanan iki tür şiddet kullanımı vardır[2]. Bunlardan ilki “kan gütme saikiyle öldürme” ve diğeri ise “töre saikiyle öldürme”dir. Biz çalışmamızın kapsamını “kan gütme saikiyle öldürme[3]” ile sınırlandıracağız.
“Kan gütme saikiyle öldürme” suçunun ne olduğunun tam olarak anlaşılabilmesi için öncelikle “kan gütmenin” yani “kan davası[4]”nın ne olduğu açıklanmalıdır. Doktrinde verilen tanımlara göre, kan davası aile bireyleri arasındaki ilişkilerin sıkı olduğu toplumlarda öç alma duygusundan kaynaklanan, misilleme biçiminde karşılıklı cinayetlerle süren aile ve gruplar arası ölümlü çatışmalardır[5]. Başka bir tanıma göre ise, kan davası olarak belirtilen olay, iki alt insan grubu arasında, belirli sebeplerle, karşılıklı olarak kişiler üzerinde devamlı teselsül eden cebir ve şiddete başvurulmasıdır[6]. TEZCAN’a göre ise, kan davası, bir aile kabile veya aşiretin üyelerine karşı, başka bir aile, kabile veya aşiret üyelerinin çeşitli nedenlerle duydukları kin dolayısıyla birbirlerinin hayatlarına son vermeleridir[7]. Bir tanıma göre de kan davası, failin evvelce öldürülen bir kimsenin intikamını almak maksadıyla, ilk öldürme fiilinin husule getirdiği elem ve hiddetin tesiri altında olmaksızın, öldüren tarafa mensup bir şahsı kasten öldürmesidir[8]. Uygulamada ki tanıma göre ise, kan davası daha önce öldürülen kimsenin intikamını almak için bir kimsenin görev bilinci içinde öldürülmesidir[9].
Araştırmalar, toplumda siyasal otoriteyi kontrol eden güç ne derece zayıf olursa, kan gütmelerin de o oranda devam ettiğini, önlenmesinin hayli zor olduğunu ortaya çıkarmıştır. Demek oluyor ki, sistem, hısımlık grupları içinde yer alan kişileri, bu sosyal dayanışma görevini hiç tereddüt göstemeden ifa edebilecek şekilde sosyalleştirmekte, yapılan telkinler çocuk yaşlarda başlatılmaktadır. Bu yapılan telkinlerle öç alma duygusu devamlı gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Ölenin bazı eşyalarını zaman zaman ortaya çıkartıp, olayın hafızalarda yeniden canlandırılması gibi[10].
Sosyoloji ve kriminoloji bakımından kan gütme, hısımlık grupları arasında yer alan ve şiddet hareketleri ile kendini gösteren bir düşmanlık ilişkisidir. Ancak her türlü şiddet hareketi kan gütme olarak nitelendirilemez. Kan gütmenin olabilmesi için, şiddet hareketlerine öç almak, misli ile karşılıkta bulunmak, bağlı olduğu grup için zafer kazanmakamaçları ile girişilmesi gerekmektedir. Bir bakıma kişi grup için amaç grupta takdir edilmek, yücelmektir[11]. Hısımlık ve zafer kazanma noktasında DÖNMEZER, kan gütme sebebiyle tanımadığı kişiyi öldüren kişi ile savaşta tanımadığı kişiyi öldüren askerin duygularının aynı olduğunu belirtmektedir. Yazara göre her iki durumda da kişi bir görev duygusunun etkisinin altında ve başka suretle hareketin caiz olmadığı mutlak inancı içinde hareket etmektedir[12].

CEZA KANUNLARIMIZDA “KAN GÜTME SAİKİYLE ADAM ÖLDÜRME” SUÇUNUN DÜZENLENİŞİ

I) GENEL TARİHÇE
Türk Hukuku’nda kan gütme saikiyle adam öldürme 1953 yılından beri cezayı arttıran bir hal olarak düzenlenmiştir. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 450. maddesine 6123 sayılı Kanun ile 10. bent eklenmiştir. 6123 sayılı Kanundan önce kan gütme saikiyle adam öldürme durumlarında 765 sayılı TCK’nun 450/4 maddesi uygulanmaktaydı. Bilindiği gib, 450/4 ile cezayı ağırlatıca neden olan “taammüd” düzenlenmişti[13]. Gerçi 1953 yılından önce de kanunkoyucular, kan davalarının önüne geçebilmek için çeşitli yollar aramış ve hatta bu durum ile ilgili 11 Haziran 1937 tarih ve 3236 sayılı “Kan Gütme Sebebile İşlenen Adam Öldürme ve Buna Teşebbüs Cürümleri failleri Hısımları Hakkında Tatbik Olunacak Muameleye Dair Kanun[14]” çıkartılmıştır. Kanun’un 11.02.1964 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından cezada şahsilik ilkesine aykırılık nedeniyle iptal[15] ettiği 1. ve 2. maddelerine göre uzaklaştırma mümkündü. Şöyle ki, kan gütmenin ana sebebi mağdurun ailesinin, katilin ailesi mensuplarına her gün küçük çevrelerinde rastlamaları mümkün olduğundan, öldürenin aile mensuplarını ve yakınlarını bu çevreden uzaklaştırma etkili bir tedbir olarak düşünülmüştür. Bu sebeple kanunkoyucu failler suçu işledikleri zaman onlarla birlikte bir dam altında yaşayan usul furuğ, kardeşler ve karı veya kocanın, ikametgahlarının bulunduğu yerden en az 500 kilometre mesafede başka bir yere nakledilmelerini ve faille bir dam altında yaşamasalar da lüzumu halinde nakle karar verebileceğini, dayı, hala, teyze, kaynana hakkında da aynı esasın geçerli olduğunu, keza kan gütme fail ve saikini bilerek suça iştirak etmiş etmiş bulunan kişiler hakkında da aynı esasların geçerli olduğunu belirtmişti.
5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu’nda da kan gütme saiki ile adam öldürme adam öldürme suçunun ağırlatıca nedenlerinden biri olarak kabul edilmiştir (TCK md. 82/1-j). Bu suçun işlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılacaktır. TCK’nun 82. maddesinin (i) bendi gerekçesinde “yerleşmiş Yargıtay kararlarında da kabul edildiği üzere, kan gütme saiki ile öldürme halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilmesi, fiilin sadece kan gütme saikine bağlı olarak işlenmesi halinde söz konusu olabilecektir. Ancak, belirtilmelidir ki, haksız tahrikin koşullarının bulunduğu hallerde, bu bent hükmü uygulanmaz” denilmiştir.

II) KAN GÜTME SAİKİ
Kan gütme saiki ile adam öldürme suçunda saik, kötü bir duygunun tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır.
Saik, kasttan önce gelen, kastı hazırlayan bir duygu ve düşüncedir. Suçun işlenmesine neden gerekçedir. Kişisel hesaplardır. Suç tipinde ki belirlenen eylemin yapılmasına yönelik kararın alınmasına etkendir[16].
Kural olarak saik suçun meydana gelmesi için aranan bir özellik değildir. Genel olarak kanun, fiilin sadece bilinerek ve istenerek işlenmesini aramaktadır. Ancak kanun koyucu bazı hallerde genel kasta ek olarak failin cezayı gerektiren fiilin işlenmesi sırasında özel bir amaç gütmesini de aramıştır[17].
Yargıtay verdiği karalarda bir suçun hangi şartların varlığı halinde kan gütme saikiyle adam öldürme suçu oluşturduğunu açıklamıştır. Yargıtay’a göre şu koşullar var olmalıdır.
1. Kan gütme saiki ile hareket eden kişide kendisini istila eden ve evvelce bir suça bağlı olan hal dolayısıyla tam irade serbestliği yoktur. Kan ve husumet, intikam alma duygusu benliğini o derece de kaplamıştır ki, her şeyi göze alarak birinci suç failini ya da onun mensup olduğu gruptan, aileden başka birisini tutkusu altına girdiği ihtirasın etkisi ile öldürmekte ve bunu adeta bir görev bilinci ile yapmaktadır. Taraflar arasında bir kan davası bulunsa bile fail kapıldığı bir tevehhür ile ya da başka bir nedenle öldürme suçunu işlemiş olsa bile kan gütme saikinin varlığından söz edilemez.
2. Önce ki olay ölümle sonuçlanmalı ve suç öldürülen kişinin intikamını almak için işlenmiş olmalıdır.
3. İlk öldürülen ile ikinci suçun faili arasında kan hısımlığı şart olmayıp, suçun kan gütme saiki ile işlenmesi yerterlidir.
4. İlk ölüm olayı ile ikinci olay arasında çok kısa olmayan bir süre geçmiş olmalıdır. Bu süre içerisinde fail ilk öldürme olayından duyduğu her türlü acı, kızgınlık ve öfkeden arınarak, akraba ve ailenin etkisiyle bir görevi yerine getirme bilinci ile hareket etmelidir[18].”

ARADAN GEÇMESİ GEREKEN ZAMAN: Bir kasten öldürme eyleminin kan gütme saikiyle işlendiğinden bahsedilebilmesi için iki taraf arasında önceden bir öldürme olayının gerçekleşmiş olması ve bu olayın üzerinden çok kısa olmayan bir sürenin geçmiş olması gerekmektedir[19]. Gerçekten de gerek doktrin gerek Yargıtay, karşılık öldürmenin ilk öldürmenin meydana getirdiği acı ve elemin etkisiyle mi, yoksa ailevi ve toplumsal bir yükümlülüğün etkisiyle mi işlendiğine dikkat etmektedir[20]. EREM’de ilk öldürme fiilinin etkisi altında ve uzun bir zaman geçmeden işlenen ikinci öldürme eylemlerinde kan gütme saikinin varlığını kabul etmememktedir[21]. Doktrinde ki bir başka görüşe göre ise zaman aralığı sadece faktörü sadece kan gütme saikinin ispatında rol oynayabilir. Eğer kan gütme saiki ispat edilmiş ise artık arada geçen zaman aralığının bir anlamı yoktur. Kan gütme saikinin ispatında zorluklar yaşanıyorsa ancak o zaman zaman aralığı yol gösterici olabilir[22].
Uygulamada kan gütme saikinin belirlenmesinde ilk öldürme ile karşılık öldürme arasında geçen zaman aralığı kan gütme saikinin belirlenmesinde etkin rol oynamaktadır. Ancak bu zaman aralığının ne kadar olması gerektiği önceden belirlenmemekte, somut olaya göre farklı yorumlanmaktadadır.
Yargıtay’a göre “ ilk ölüm olayı ile ikinci olay arasında çok kısa olmayan bir süre geçmelidir. Bu zaman içerisinde fail ilk öldürme olayından duyduğu her türlü acı, kızgınlık ve öfkeden arınarak geleneklerin etkisiyle bir görevi yerine getirme bilinci içinde hareket etmelidir.[23]” Yargıtay’ın önüne gelen, bir olayda, kişinin cezaevinde bulunduğu sırada oğlu öldürülür. Kişi, cezaevinden çıktıktan 4 ay sonra, oğlunun öldürülmesinden 1 yıl 10 ay sonra oğlunun katilini öldürür. Yüksek Mahkeme olayda kan gütme saiki ile adam öldürmeyi kabul etmemiştir. Yargıtay’a göre, mahkeme, adam öldürme fiilinin bu kızgınlık içinde mi, yoksa girilen görev bilinci içinde mi işlenmiş olduğunu tespit edecektir. Aradan geçen süre uzun dahi olsa, bazı olaylarda ikinci suçu işleyen, ilk suçun üzerinde bıraktığı acı, üzüntü ve kızgınlıktan kurtulamamış olabilir. Mesela, çocuğun öldürülmesinden sonra 1 yıl 10 ay geçmiş dahi olsa bu acı ve kızgınlık saiki ile öldürme fiilini işlemiş olan kişide kan gütme saiki ve görev bilinci oluşmamış olabilir ve bu durumda suçun ağır tahrik altında işlenmiş olduğu kabul edilecektir[24].
Gerçekten TANER’e göre de bir hadisede eğer hakikaten kan gütme saiki müessir olmuş ise, bu saikin oluşturduğu öldürme kararı, fiilin işlendiği anda değil, ondan daha önce verilmiş demektir. Oğlunu veya kardeşini öldüren bir şahsa hemen bu fiilin işlenmesini takiben yapılan öldürme olayında bu kişi kan gütme saiki ile hareket etmiş olmayıp, tahrik üzerine ve intikam hissi ile hareket etmiştir. Bu kan gütme saiki ile adam öldürme değildir[25].
Bir başka olayda ise Yargıtay zaman kıstası kullanmıştır. Olayda taraflar arasında kan davası bulunmaktadır. Sanık Mustafa, kardeşinin katilini, ceza evinden çıktıktan sonra 8 ay sonra öldürmüştür. Yargıtay olayda kan gütme saikini şu gerekçelerle kabul etmemiştir.
“Maktül, tahliye edildikten 8 ay sonra öldürülmüştür. Bu süre sanığın; kardeşinin öldürülmesinden duyduğu acı, üzüntü ve kızgınlığın yerini, kan gütme saikine bıraktığını kabule yeterli bir süre değildir. Sanığın, karakolda alınan ifadesinde “kardeşimin intikamını aldım, beni rahatsız eden şahsı öldürdüm” demesi de, suçun münhasıran kan gütme saiki ile işlendiğinin kesin kanıtı değildir. Bu beyan diğer delillerle ispatlanmamıştır. Olaydan pişman olunmadığını belirtmek amacıyla “intikamını aldım” denilmesi olasıdır. Sanık, kardeşinin öldürülmesi olayının gazap, şiddet ve elemini halen yaşamakta, ayrıca maktülün takibi ile rahatsız edici davranışlarda bulunması sonucu ağır tahrik altında önceden verdiği kararı yerine getirmek amacıyla arkadaşıyla motosikletle giden maktülden önce, çay yatağından gizlice giderek maktülün geleceği bahçede bir çalı dibinde saklanarak beklemiş ve 6-7 m. yaklaşan maktülün karşısına çıkarak av tüfeği ile ateş etmiş ve onu öldürmüştür. Sanığın; ilk olayın elem ve infiali geçtikten sonra kan gütme, öcalma, görev bilinci ile hareket ettiğinden bu ananeyi sürdürdüğünden sözedilemez[26].”
İntikam almaya yönelik, kan gütme saiki ile işlenen fiil, ilk öldürme eyleminin etkisi altında işlenmemiş olmalıdır. Başka bir ifade ile, fail önceki öldürmeden kaynaklanan acı ve elem altında eylemini gerçekleştirmiş olmamalıdır[27]. Yargıtay’da babası öldürüldüğü sırada yedi yaşında olan ve babasını öldüren maktülü cezaevinden tahliye olmasından üç yıl sonra öldüren sanığın, sadece ve sadece kan gütme, intikam alma görevini yerine getirme maksadıyla işlendiğinin tam olarak belirlenemediğine, babası öldürüldüğünde küçük yaşta olduğu anlaşılan sanığın büyüdükçe babasının yokluğunu daha çok hissettiğini, ona duyduğu özlemin giderilmesinin mümkün olmamasından kaynaklanan elem ve ıstırabın zaman içinde maktüle yönelik bir husumete dönüştüğüne ve bu husumetten kaynaklanan basit düzeydeki tahrikin etkisiyle sanığın, maktülü öldürmesi dolayısıyla kan gütme saikinin bulunmadığına karar vermiştir[28].
AKRABALIK: Kan gütme saikinin varlığı için sonraki öldürme eyleminin failinin, önceki eylemin mağduruyla akrabalık ilişkisinin bulunması gerekip gerekmediği sorusuna verilecek yanıt şudur. Kan davası tanımları incelendiği zaman akrabalık ilişkisi gereklidir. Ama uygulama da ise ne böyle bir bağ aranmakta ne de böyle bir bağın türü araştırılmaktadır.
Gerçekten, Yargıtay’a göre failin, mağdur ile akrabalık ilişkisi içinde olmasına gerek yoktur. Gerçi Yargıtay eski tarihli bir kararında[29] bu hususu aramış ise de artık aramaktadır[30][31]. Bu uygulamayı doğru bulan HAKERİ’ye göre de bir akrabalık bağı olmaksızın kan gütme saikyle adam öldürme gerçekleşebilir. Bu nedenle baştan böyle bir sınırlama yapılmaması yerinde olmuştur. Yazarın verdiği örneğe göre öldürülenin yakın bir arkadaşı da arada akrabalık ilişkisi olmamasına rağmen kan gütme saikiyle intikam alabilir[32].
ÖLDÜRENİN ÖLDÜRÜLMESİ: Yargıtay içtihatlarını çok meşgul eden bir başka konu ise “önceki öldürme eyleminin failinin ikinci öldürme eyleminin mağduru olması gerekip gerekmediği”dir.
Kural olarak fail yerine failin bir yakınının öldürülmesi de kan gütme saikiyle adam öldürme olabilecektir. “Sanığın kız kardeşinin kocası Günerri’nin olaydan 40 gün önce maktülün oğlu tarafından öldürülmesi eyleminde maktülün rolünün olmamasına karşın, sanığın çocuklarının yetim kalması nedeniyle öç almak için maktülü öldürdüğü olayda, snığın eyleminin kan gütme saiki ile adam öldürme olarak nitelendirilmesi gerekmektedir[33].”
“Öldürenin öldürülmesi” şeklinde formüle edilen durumda ise kan gütme saikinin varlığı hususunda Yargıtay farklı kararlar vermiştir.
Yargıtay önce “öldürenin öldürülmesi” hallerinde kan gütme saikinin kabul edilmeyeceğine ilişkin içtihatların artık geçerli olmadığına karar vermiştir. “Maktül Hüseyin’in 28.07.1960 yılında dedesi Hasan’ı ağır tahrike maruz kalarak öldürmüş ve TCK.nun 448, 51/2. maddeleri 12 yıl ağır hapis cezasına mahkum olmuş, cezası infaz edilmiştir. 1972 yılında sanık dünyaya gelmiştir. Öldürme olayını, dedesini bilmemektedir. Ancak, aradan geçen 39 yıl sonra dedesini öldüren Hüseyin’i öldürmesi sadece kan gütme saiki ve intikamı alma duygusundan başka bir sebebe bağlanamayacağından ve açıklanan özel ve istisnai nitelikler karşısında “öldürenin öldürülmesi halinde kan gütme saikinin düşünülemeyeceği yönünde ki içtihatların geçerliliği de ortadan kalktığından” sanığın TCK 450/10 ile cezalandırılması gerekirken...[34]
Ancak Yüksek Mahkeme daha sonraki tarihli kararlarında bu içtihatından dönmüş ve öldürenin öldürülmesi hallerinde kan gütme saikinin kabul edilmeyeceğini, varsa başka hususlara bakılması gerektiğini belirtmiştir.
Gerçekten de Yargıtay’a göre “sakim ve çağdışı bir ananenin dürtüsüyle, geçmişte öldürülen bir yakınının canına bedel sayarak, hiçbir kışkırtıcı davranışı bulunmayan masum bir kişiyi, salt yakınının katiline akraba oluşu nedeniyle kana-kan almak bilinciyle öldürmeyi görev sayan kan gütme saikinin; öldürenin öldürülmesi hallerinde geçerliliğini yitireceğine ilişkin süreklilik kazanan uygulama gözetilmeyerek, tasarlama için aranan; “öldürme kararını koşulsuz biçimde verme, makul süre geçmesine rağmen caymama ve belli bir hazırlıkla soğukkanlı biçimde eylemini icra etme” öğelerinin, konu olayda gerçekleşmesi nedeniyle TCY’nın 450/4. maddesince hüküm tesisi yerine, sanıkların, Yasanın 450/10. maddesince cezalandırılarak suç vasfında yanılgıya düşülmesi[35]” bozma sebebi sayılmıştır.
Hakkında herhangi bir Yargıtay kararı bulamadığımız ama doktrinde tartışılmış iki problem vardır.
İLK ÖLDÜRME EYLEMİNİN KASTEN İŞLENMİŞ OLMASININ GEREKİP GEREKMEDİĞİ: bu problemin cevabını doktrin farklı şekillerde cevaplamaktadır. Gerçekten bir görüşü göre ilk öldürmenin kasten ya da taksirle işlenmiş olmasının bir önemi yoktur. Çünkü bu nitelikli halin uygulanmasında önemli olan nokta ikinci adam öldürmenin kan gütme saiki ile işlenmiş olmasıdır[36]. Kan gütme saikinin ağır cezalandırılmasının nedeni, öç, intikam almayı önlşemektir.Bu nedenle hükmün amacı göz önünde tutulduğu zaman bu nitelikli hal, ilk öldürme taksirle işlenmiş olsa dahi uygulanabilecektir[37].
İLK ÖLDÜRME EYLEMİ MUTLAKA KAN GÜTME SAİKİ İLE Mİ İŞLENMİŞ OLMALIDIR? Bu ikinci problemli nokataya ise ilişkin ise KEYMAN, “ilk öldürme eyleminin de kan gütme saikiyle işlenmiş olması gerekir[38]” demiştir. Aksi görüşü savunan yazarlara göre ise, ilk öldürme eylemi herhangi bir saikle işlenmiş olabalir. Olayların çoğunda da zaten başka bir saikle adam öldürme eylemi işlenmiş olur ve böylece kan davası başlar[39].
FAİL MÜNHASIREAN KAN GÜTME SAİKİ İLE Mİ HAREKET ETMİŞ OLMALIDIR? Yargıtay içtihatları incelendiği zaman ortaya çıkan bir başka sonuç ise, kan gütme saikinin kabul edilerek failin ağır cezalandırılabilmesi için failin münhasıran bu saik ile hareket etmiş olması gerekmektedir. Nitekim Yüksek Mahkeme, kararlarında “kan gütme saiki ile öcalma saikinin birbirine karıştırılmaması gerekir. Kan gütme memleketimizde bazı mıntıkalarında devam eden ilkel ve cemiyet dışı bir geleneğe uymak amacıyla ve bir görevi yerine getirme inancı ile işlenen suçlarda kabul edilebilir. Eğer sanık, adam öldürme suçunu katlin ilk husule getirdiği haklı ve şiddetli elemin etkisi altında ve o eylemi yapana karşı işlenmişse, sanığa TCK.nun 450/10. maddesi uygulanamaz. Kan gütme saikinin varlığını kabul edebilmek için, olayda başka bir saikin bulunup bulunmadığı araştırılmalı ve ancak münhasıran kan gütme saikinin etkisiyle fiilin işlendiği kesin olarak saptanırsa TCK.nun 450/10. maddesi uygulanmalıdır. Ceza Genel Kurulu’nun son yıllarda benimsediği ve istikrar bulmuş görüşü de bu yöndedir[40]” , “Olaya başka sebepler katılmadığı hallerde, kan gütme saikinden söz edilebilir. Bu nedenle kan gütme saikinin varlığını kabul edebilmek için, hakim olayda başka herhangi bir saikin söz konusu olup olmadığını araştırmak zorundadır[41]”, “Süreklilik kazanan Yargıtay içtihatlarına göre kan gütme saikiyle adam öldürme suçunun kabul edilebilmesi için öldürmenin münhasıran bu saikle işlenmesi gerektiği, öldürenin öldürülmesi olayında önceki olayın elem ve öfkesinin göz ardı edilemeyeceği ve inzimam eden tahrik nedeninin kan gütme saikini bertaraf edeceği kabul edildiği, incelen olayda sanığın 1998 yılında babasını öldüren ve .... Mahkemesi’nin 09.12.1998 tarih ve ... sayılı kararı ile mahkum olup 2001 yılında 4616 sayılı yasa ile tahliye olan maktülü bu nedenle tasarlayarak öldürdüğü olayda sanığın önceki olayın etkisinden kurtulup, duyduğu üzüntü ve kırgınlıkları sana erdiri münhasıran kan gütme saiki ile hareket edip etmediği tam olarak anlaşılamadığından TCK.nun 450/4 yerine 450/10. maddesi ile hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir[42]” demiştir.
TASARLAMA: Kan gütme saiki ile tasarlama arasında ki ilişki de açıklanmaya muhtaçtır.
Ceza hukukumuzda “tasarlama” yani “taammüd”den bahsedebilmek için iki unsurun bulunması gerekir. Bunlardan birincisi, suç işleme kararı ile harekete başlama arasında bir zaman fasılasının bulunması, ikincisi, failin soğukkanlılıkla hareket etmesidir. Ceza Kanunumuz taammüden adam öldürmede, sanığın belirli bir süre içinde düşünüp taşınması, ana hatlarıyla plan kurmasını aramaktadır. Nitekim, Yargıtay 1. CD. 1.7.1971 gün E. 2153, K. 2474 sayılı kararında “tasarlama, failin işlemeyi niyet ettiği bir suçu işlemezden önce soğukkanlılıkla ve sükûnetle düşünüp taşındıktan sonra, bu niyetinden vazgeçmeyerek fiili işlemesidir” şeklinde tanımlamıştır. Yine Yargıtay 1. CD. 21.12.1982 gün ve E. 1982/3465, K. 1982/4255 sayılı ilamında, “sanığın eyleminde kararla icra arasında çok kısa süre geçtiği gözetilmeden TCK.448 maddesi yerine 450/4 maddesinin uygulanması doğru değildir” demektedir.
Kan gütme saiki ile tasarlamanın beraber olabileceği pek muhtemeldir. Başka bir ifade ile kan gütme saikinin var olduğu hemen hemen her olayda tasarlama da vardır. Ancak her olayda her iki saikin de var olmasının gerekmediği veya bunların varlığının diğerinin varlığı için önkoşıul olmadığı, kan davasının tamamen tesadüf ile işlenebileceği veya ani bir kararla da olabileceği doktrin tarafından kabul edilmiştir[43]. Uygulama da aynı yönde kararlar vermiştir. Nitekim Ceza Genel Kurulu bir kararında “kan gütme saikiyle işlenen öldürme suçlarında tasarlama bulunmayabilir[44]” demiştir.
YANILGI/SAPMA HALLERİ: Tasarlama da olduğu gibi yanılgı/sapma halleri ile kan gütme saiki arasında ki ilişkiye bakmak gerecektir.
Kan gütme saiki ile ETCK md 52, YTCK md 30’un uygulanmasını gerektirir biçimde hedef tuttuğu mağdur yerine, hata ya da sapma sebebi ile başka bir kimsenin öldürülmesi halinde, öldüren hakkında kan gütme saikinin uygulanıp uygulanmayacağı tartışılmıştır.
Yargıaty’a göre “hedefte inhiraf sonucu kendisine karşı suç işlemek istenen kişi ile beraber gitmekte olan mağdura sıkılan kurşunların isabet ederek, böylece esas mağdurdan başkasının yaralanması halinde mevcut bulunduğu anlaşılan kan gütme saikinin fiilen zarar gören mağdura sirayet etmeyeceği[45]” saptanmıştır. Yine başka bir kararda “Sanıklar M. ve TA’nın mensup oldukları aile ile müdahil sanık HHÇ’nin mensubu aile arasında karşılıklı öldürmeler sonucu kan davasının oluştuğu, olay tarihinde her iki sanığın HHÇ’i kan saikiyle öldürmek için misafir olarak bulunduğu eve geldikleri ancak kapıyı açan mağdur AÜ’yü HHÇ zannıyla sanıl M’nin ateş ettiği, bu sırada seken kurşunlarla küçük AÇ’nin de yaralandığı olayda, sanıklar kastettiklerinden farklı kişiye karşı suçu işlediklerinden ağırlaştırıcı nedenden sorumlu tutulamayacakları nazara alındığında ...[46]” denilmiştir.
Doktrinde de Yargıtay ile aynı doğrultuda düşünen yazarlar olduğu gibi farklı düşünen yazarlar da mevcuttur. Örneğin, DÖNMEZER’e göre kan gütme saiki mağdurun şahsından kaynaklanan bir ağırlatıcı nedenir. Dolayısıyla yanılma ve sapma hallernde bu ağırlatıcaa neden uygulanamaz[47]. Oysa HAKERİ’ye göre ise kan gütme saikini nitelikli hal olarak kabulünü gerektiren nedenler ile sapma ve yanılmaya ilişkin nedenler birbirinden farklıdır ve bağımsızdır. Ayrıca kan gütme gibi kınanan bir saik ile hareket eden kimsenin sırf yanılgı veya yanılma sonucu hedeflediği kişi dışında bir kimseye isabet ettirmesi dolayısıyla daha hafif cezalandırılmasını kusur ilkesi karşısında izah etmek olanaksızdır[48].
KAN GÜTME – HAKSIZ TAHRİK: Kan gütme saikiyle işlenen adam öldürme eylemlerinde “haksız tahrik” müessesesi uygulama alanı bulabilecek midir? (YTCK md 29)
Yargıtay, bu soruya olumsuz cevap vermektedir. Gerçekten Yargıtay bir kararında “Kan gütme sebebiyle adam öldürme eylemini, adiyen öldürme suçundan ayıran özellik birincisinde söz konusu olan acı ve öfke duygusundan değil, öç almak şeklinde beliren ahlaka aykırı düşünce ve tutkunun etken olduğundandır. Bu tür suçlar için ayrı bir bent ile daha ağır bir ceza müeyyidesi konmasındaki sosyal amaç, toplumda kökleşmiş olan kötü bir göreneğin ortadan kaldırılmasından ibarettir. Böyle olunca TCK.nun 51. maddesinde öngörülen haksız tahrikin bu özellikler dışındaki davranışlarda aranması gerekmektedir. Nitekim kan kan gütme saikiyle adam öldürmek suçlarında bu maddenin uygulanmaması gerektiği genellikle benimsenmiş yargı görüşleri arasında yerini almıştır[49]” demiştir. Bir başka kararda da Yargıtay “kan gütme saikiyle işlendiği olayın oluş şeklinden açıkça belli olan öldürme suçunda 51/2. maddenin sanık lehine uygulanması yasaya aykırıdır[50]” demiştir. Doktrinde de Yargıtay ile aynı görüşü paylaşan yazarlar vardır. Örneğin GÖZÜBÜYÜK’e göre de “kan gütme saiki halinde haksız tahrik hükmü uygulanamaz. Zira kan gütmede fiil, evvelki öldürme cürmünden duyulan elem ve hiddet ile değil, sadece ve yalnız intikam almak saiki ile işlenir[51]”. Ancak doktrinde ki ağırlıklı görüş haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiği yönündedir[52]. Yargıtay’da eski tarihli bir kararında bu fikri benimsemiştir: “Mağdur Şehbar, hadiseden dört ay gibi kısa bir müddet evvel ehemmiyetsiz bir sebeple maznunun babası Ali’yi öldürdüğü ve bundan dolayı duruşmanın devam etmekte olduğu anlaşılmış, maznunun babasının öldürülmesinden dolayı gazap ve elem duyduğu aşikar bulunmuş, bu gazap ve elemin zail olması veya hafiflemesi için aradan kafi bir zaman da geçmemiş, suçun kan gütme saikiyle işlenmiş olmasına mukabil suçlunun öldürülmesinden dolayı 51. maddenin tatbikine de mani bulunmamış olduğu halde maznun hakkında 51 yerine 59. maddenin uygulanması yasaya aykırıdır[53]” demiştir.
TAKDİRİ İNDİRİM: “Kan gütme saiki” ile ilgili olarak değinilmesi gereken bir başka önemli nokta ise, kan gütme saiki ile işlenen eylemlerde takdiri indirim ile ilgili düzenlemelerin uygulanabilir olup olmamasıdır.
Kan gütme saiki ile hareket eden fail hakkında TCK 62. maddenin uygulanıp uygulanamayacağı tartışmalıdır. Doktrinde, ilk öldürme eyleminin varlığının takdiri indirim nedeni olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, zira bunun kan gütme saikinin cezayı artıran nitelikli hal olarak kabulünün arkasında yatan amaca aykırı olacağı ileri sürülmektedir[54]. Kanunkoyucu tarafından ağırlaştırıcı neden olarak kabul edilmiş bir hususun takdiri indirim sebebi uygulamasında göz önünde tutulması tezatlık olacaktır[55]. Takdiri indirim sebenin uygulanmasını gerektiren yazarlara göre ise, hakime yetki verilmiştir ve uygulanması ihtiyaridir. Hakimin bu yetkisinin önünün en baştan kesilmesi doğru değildir[56].
Uygulama ise kan gütme saikiyle işlenen eylemlerde takdiri indirimi kabul etmemektedir[57].
İLK İŞLENEN SUÇ ADAM ÖLDÜRME SUÇU MU OLMALIDIR? Kan gütme saiki ile adam öldürme suçunda önem arz eden bir başka nokta ise, aileler ve gruplar arasında meydana gelmiş ilk suçun adam öldürme suçu olması gerekmektedir. Bu suç adam öldürme kastı ile gerçekleştirilmiş ancak teşebbüs derecesinde kalmış olması halinde, ikinci suçun kan gütme saiki ile işlenmiş olduğu kabul edilmez[58]. Uygulamaya göre kan gütme saikinde öldürülen kimsenin intikamının alınması söz konusudur, bu itibarla ortada bir ölüm neticesi yoksa bu nitelikli hal uygulanamaz[59]. Doktrin bu noktada Yargıtay’dan farklı düşünmektedir ve bu nedenle eleştirmektedir. Şöyle ki, kan gütme saiki ile eylemin tamamlanamaması arasında bir bağlantı kurmak doğru değildir. İlk eylemin teşebbüs aşamasında kalmış olması önemli değildir[60].
BİRDEN FAZLA NİTELİKLİ HALİN MEVCUDİYETİ; somut olayda birden fazla nitelikli hal mevcut ise kaç tane ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vereceğiz ve hangi nitelikli halden hüküm kuracağız?
Eski TCK döneminde Yargıtay bu sorunun cevabını çok net olarak vermiştir. Yargıtay’a göre “450. maddede adam öldürmenin mevsuf şekilleri sayılı ve sınırlı olarak on bent halinde gösterildiğine göre, kanun koyucunun amacı her biri idam cezasını müstelzim birden ziyade adam öldürme suçlarının işlenmesi halinde her bir adam öldürmeden ayrı ayrı uyduğu bentlere göre ölüm cezası tayini gerekir[61].” Başka bir kararda da Yargıtay “sanığın kan gütme saiki ile tasarlayarak öldürmek suçundan hem TCK 450/4 hem de TCK 450/10 maddeleri uyarınca mahkumiyeti yerine sadece kan güme saiki ile adam öldürmekten mahkumiyetine karar verilmesi yasaya aykııdır[62]” demiştir.
Doktrinde ise iki temel düşünce mevcuttur. İlk görüşe göre Yargıtay kararları YTCK zamanında uygulanamz. Yani, başka bir ifade ile artık tek bir ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilecektir[63]. Diğer taraftan SOYASLAN’a göre ise husus kanunda açıkça düzenlenmediğinden durum, 61. madde[64] çerçevesinde çözümlenmelidir[65].
YAPTIRIM; kan gütme saiki ile işlenen adam ödürme suçunun ve diğer nitelikli hallerin yaptırımı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır (YTCK md 82[66]). Ayrıca TCK 53 gereğince kişi eğer kasten işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına çarptırılırsa bu durumun bazı sonuçları da olmaktadır[67].

NEDENLERİ
Genelde gelişmemiş topluluklara mahsus bir gelenek olan kan davaları, bugün dahi ülkemizin birçok bölgelerinde görülmektedir. Ülkemizin özellikle Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yoğunlaşan bu olayları az da olsa İç Anadolu bölgelerinde de görmek mümkün olmaktadır.
İnsanın grup içinde bulunması toplumsal varlık olmasının kaçınılmaz sonucudur. Grubun ortak amaçları, beklentileri, duyguları, düşünceleri, istekleri, inançları ve kuralları vardır. Aile, arkadaş, ev ve iş ilişkilerinde grup dinamiği söz konusudur.
İnsan içinde yaşadığı toplumun gelenek, görenek, din, eğitim, hukuk düzeni gibi temel toplumsal kurumlarıyla ve bunları içeren kültürleriyle çatışma içinde olabilir. Çocuk ve genç toplumsallaşma sürecinde içinde yaşadığı kültürün, gelenek, görenek, din, eğitim, hukuk düzeni gibi temel toplumsal kurumlardan gelen kimi davranış kalıbını benimser. Bu kalıplar insanın yaşamında bireysel ilkeleri, kuralları, idealleri, inançları oluşturur. Özellikle gençler benimsedikleri ideallerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bundan ödün vermek istemezler. Esneklik göstermezler. Uyum sağlamak için çaba harcamazlar. Ancak, ideallerle içinde yaşanılan toplumun gerçeği arasındaki uyumsuzluk oldukça, çatışma ortaya çıkar[68].
Birçok memleketlerde olduğu gibi, ülkemizin muhtelif bölgelerinde insanlar, yaşam imkânlarını, devletin gücüne rağmen, çeşitli sebeplerle, küçük otarşik grupların varlığına bağlı görmekte ve buna inanmaktadırlar. Bir bakıma sözde devlet içinde devlet diyebileceğimiz grubun korunması, savunulması mensuplar için vazife addedilmektedir.
Araştırmalar, toplumda siyasi otoriteyi kontrol eden güç ne derece zayıf olursa, kan gütmenin de, o oranda sürüp gittiğini ve ortadan kaldırılmasının da o denli güç olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Çeşitli durumlar, ülkemizde kan davası sonucu adam öldürmelerin nedenleri olarak gösterilmektedir. Bunlardan bazıları, arazi ihtilafları, kız ve kadın kaçırma olayları, evlilik dışı ilişki kurmalar, dini kurallara aykırılıklar şeklinde sıralanabilir. Ancak, genelde toplumda kan davası sebebi olarak gösterilen bu sebepler, netice itibariyle adam öldürme fiillerinin sebebi olabilirler. Özel olarak kan gütme sebebiyle adam öldürmeler konusunda esas itibariyle kan davasına konu olabilecek sebeplerin olması gereklidir. Diğer nedenler, kan davasını tahrik eden ilk adam öldürmenin nedeni olabilirler. Zaten bu haldeki adam öldürmeler kan davası nedeniyle işlenmemiş fiillerdir.
Demek ki, araştırılması gereken konu kan davasına sebep olabilecek olaylardır. Bu olayların ilk başlangıç nedenleri olabilecek sebepleri şu şekilde toplamak mümkündür :
A – Ekonomik Sebepler:
Kan davalarının sıkça rastlandığı illerimizden Mardin’de kan davaları ile ilgili olarak şu müşahadelere varılmıştır: “Mardin’de kan davaları, şehir ve ilçe merkezlerinden çok köylerde görülür. Nedenleri çok değişik olan kan davalarının oluş sebeplerini şöyle açıklayabiliriz: Kız kaçırma, riya, küçük münakaşaların büyümesi, arazi anlaşmazlıkları, çekememezlik gibi. Çoğu kez hiç yoktan çıkan münakaşalar büyümekte yıllar sonra kan davalarına dönüşmektedir. Bu kan davaları da zamanla mahalli particiliklere ve gruplaşmalara yol açmaktadır. Birbirlerine cephe alan aileler genelde köyü terk etmektedirler. Köyü terk eden ailenin malı köyde kalan hasmı tarafından yağma edilmektedir. Günümüzde köylerdeki kan davalarının çoğu sonuçlanmış, bu davalar asgariye indirilmiştir. Patlak veren davalar üzerine etkin bir şekilde gidilmekte, aileler karşılıklı oturtulup barıştırılmakta olay büyümeden tatlıya bağlanmaktadır. Türkiye düzeyinde tüm illerde olduğu gibi, bugün için Mardin ilinde de ekonomik gelişme, nüfus artışı, mahalli huzursuzluklar ve köyde ekilecek arazinin sınırlı olması neticesinde köylerden merkezlere, Mardin’den büyük illere sürekli göç bulunmaktadır”[69].
B – Toplumsal Sebepler
Kan gütme olaylarının toplumsal nedenlerinden en önemlisi olarak, kız kaçırma olayları gösterilmektedir. Kan güdülen bölgedeki ailelerin başlık parasını hayli fazla talep etmeleri veya hediye isteklerinin aşırılığa kaçması nedenleriyle kız kaçırma olayları meydana gelmekte, bu da kan davalarına yol açmaktadır. Bunun yanında kadın kaçırmalar ve zina olayları da kan gütmeye yol açabilmektedir.
Kan gütme olaylarının en büyük etkenlerinden biri de çevrenin baskısıdır. Özellikle küçük yaştakiler, ailelerin telkinlerine daha kolay adapte olmaktadırlar. Yapılan teşvik ve telkinlerle kişinin bir bakıma beyni yıkanmakta, kendi iradesinin yerini teşvik edenlerin iradeleri almaktadır. Toplumsal baskının iradesi bireye yansımaktadır. Babasının veya en yakın bir akrabasının öcünü almayan kimse artık o çevrede şerefli ve haysiyetli olarak yaşayamaz. Çevresinde daima hor görülür.
Bir toplulukta insan yerine konup sözleri bile dinlenmez. Cezaevlerinde yapılan mülakatlarda, “Niçin kan güdüyorsunuz?” sorusuna verilen cevaplar hayli ilgi çekicidir. Şöyle ki bir tutuklu,“Bizim orada adettir, öç mutlaka alınır”. Diğer bir hükümlü, “Vurmazsam kimsenin yüzüne bakamazdım”, bir başkası ise, “Öç almayanı bizim oralarda erkekten saymazlar” demişlerdir[70].
Namus, şeref anlayışı da, toplumsal nedenlerin diğer bir görünümüdür. Herhangi bir kimse, ailesinden birisine karşı girişilecek adaba aykırı harekette, namusunu temizlemek için gerektiğinde hayatı pahasına da olsa suç işleyebilmektedir. Bu durum da kan gütme olaylarına yol açabilmektedir. Çünkü namus meselesi Türk değerler hiyerarşisinde en başta gelenler arasındadır[71].
Ülkemizin örf ve geleneklerinde, ırzına geçilen ve tasaddi olunan kimselerin kamu oyunda vakar ve haysiyetlerinden çok şey kaybettikleri ve bu bakımdan, hemen daima, ayıplı bir insan gibi sayıldıkları bilinmektedir[72].
C – Siyasal Sebepler
Devletin etkin gücünü tam anlamıyla gösteremediği bölgelerde, ağa, şeyh, aşiret reisi gibi kişiler kendi çıkarları açısından mahiyetleri altındaki kişileri kan gütme olaylarına kadar götürmektedir[73].
Ağaların, aşiret reislerinin nüfuz bölgelerini artırmak için birbirleriyle sürekli olarak mücadelelerinde halkı aracı olarak kullanmaları kan gütmelerin devamlılığını sağlamaktadır.
Feodal ya da yarı feodal toprak düzeni, Diyarbakır’da “beylik” temeline, Şanlıurfa ve Mardin’de aşiret temeline dayanmaktadır. Bu nedenle Şanlıurfa ve Mardin’de kişisel bağımlılık ilişkileri daha yoğundur. Aşiret yapının dönüşümüyle geçilen feodal sistemde, toprak sahibi üretimin önemli bir dilimine rant biçiminde el koyarken, değerlerin transferinde ortaya çıkabilecek anlaşmazlığı, “hoşnutsuzluğu” kan bağı ilişkileriyle de geliştirilen ve bir bakıma mekanizmaya dönüşmüş bulunan akrabalık duygusuyla aşabilmektedir. Bu ise,bu yapılardaki üretim ortamında, feodala bağlı aşiret mensubunun, “teslimiyet” noktasına kadar taşındığını düşündürmektedir. İşlerin bazen “iyi gitmediği” durumlarda ise, yani aşiret mensubunun bağlılığı konusunda ayrışma yaşandığı gibi bir endişenin doğmuş olduğu durumlarda ise ağa, milisler edinebilmektedir. Milis, gerektiğinde, dışa dönük bir güç olarak da kullanılabilmektedir[74].
D – Hukuksal Sebepler
Kan davalarının henüz gelişmemiş bölgelerimizde sıkça görülmesinin nedeni, devlet gücünün bu bölgelerde yetersizliği gelmektedir. Yapılan araştırmalarda, kan gütme geleneğinin en zayıf olduğu bölgelerin aynı zamanda Türkiye’nin en gelişmiş bölgeleri olduğu; genellikle orta ve az gelişmiş bölgelerimizde ve köy düzeyinde ise kan gütme olaylarının yoğunlaştığı sonucuna varılmıştır[75]. Kan gütme olaylarının yoğunlaştığı kırsal alanlardaki köyler, dağlık ve ormanlık arazide kurulmuş, alt yapı tesisleri, özellikle yol, içme suyu gibi hizmetlerden yeterince istifade edemeyen yerleşim bölgeleridir. Ayrıca bu yörelerin insanları toprak genişliği ve yıllık gelir düzeyleri yönlerinden sınırlı bir ekonomi düzeyine sahiptir.
Gelişmemiş bölgelerde devlet otoritesinin gerek personel, gerekse araç gereç eksiklikleri nedeniyle zamanında olayın meydana geldiği yere ulaşamamaları faillerin kısa sürede yakalanmalarını engellemektedir.
Faillerin yakalanmamaları veya olayla ilgili hazırlık soruşturması sırasında dinlenen tanıkların mahkeme safhasında çeşitli sebeplerle bulunamamaları gibi mahkemenin sonuçlanmasını engelleyecek olayların ortaya çıkması yargılamayı olumsuz yönde etkilemektedir. Bu hal ise, mağdur tarafın kamu adaletine olan inancını sarsmaktadır. Yine, bazı politik düşüncelerle sık sık çıkartılan af yasaları, yeni kan davalarına zemin hazırlamaktadır.
E – Eğitsel Sebepler
Kan gütme olaylarının meydana geldiği bölgelerimizde, bölge halkının büyük çoğunluğunun cahil olduğunu görmekteyiz. Ülkemizde ilköğretim mecburi olmasına rağmen, bu tahsili tamamladıktan bir müddet sonra kişilerin öğrendiklerini zaman içerisinde kullanmamaları nedeniyle yeniden cahil duruma düştükleri görülmektedir.
Kan gütme olaylarından mahkum olanların eldeki istatistiklere göre % 80’i olay sırasında ilkokul ve daha aşağı bir eğitim düzeyinde, % 56’sı 19 yaşından, % 83’ü de 26 yaşından küçüktür. Ayrıca % 80’i bekar, % 20’si de evlidir. Bu rakamlardan da anlaşılabileceği gibi hasım aileler arasında sürdürülen kan davalarında daha çok genç ve bekarların ön plana çıktıkları göze çarpmaktadır. Bunun sebebi, iki şekilde açıklanabilir. Birincisi Türk Ceza Kanunu’nun 18 yaşını doldurmamış suçlulara daha az cezalar tertip etmesi, ikincisi ise, büyüklerin cezaevlerine girmelerinin aileleri ekonomik ve sosyal yönden yıpratacağı endişesidir. Hem intikam hissine veya telkinlere daha çabuk kapılan, hem de ailevi sorumlulukları fazla olmayan genç ve bekarların aile şerefinin bekçiliğini yapmaları kolaylaşmaktadır[76].
Güneydoğu Anadolu bölgesi illerimizden olan Siirt ilinde Valilikçe yapılan araştırmada; “Siirt ilinde, ilköğretim çağında olmalarına rağmen okula gitmeyen büyük çoğunluğu kız olmak üzere binlerce çocuk tespit edilmiştir. Bunların yaşamlarında güzel Türkçe konuşma ve anlama güçlüğü çektikleri, halkın genelde yoksul olduğu, gençlerin çoğunun işsiz olduğu, bunların yanı sıra, ilköğretim çağında olup da okula gidemeyen ya da okul öncesi yaş grubunda olup, Türkçe’yi dahi konuşamayan çocukların aile şefkatinden yoksun bir şekilde sokaklarda çamur içinde oynadıkları müşahade edilmiştir” denilmektedir[77].
Kan gütme olaylarının faillerinin ülkemizin az gelişmiş bölgelerinden ve cahil kimselerden çıktığı artık herkesçe bilinmektedir. Gerek televizyon ve gerekse basın sayesinde, tüm toplumsal olaylar bütün ayrıntılarıyla anında topluma aktarılmaktadır[78].

[1] TEZCAN, Durmuş/ERDEM, Mustafa Ruhan/SANCAKDAR, Oğuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Ankara, 2004, s. 205.

[2] ERGİL, Doğu, “ Namus Cinayetlerinin Toplumbilimsel Çözümlemesi”, Seha L. Meray’a Armağan, C. 1, Ankara 1981, s. 289-303

[3]Gazetelerden rastgele seçtiğimiz bazı örnekler: Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesine bağlı Başöncü Köyü'nde 10 yıl önce meydana gelen olayda Hacı Duran, araziye hayvanların girmesi meselesi yüzünden tartıştığı Mehmet K.'yı öldürdü. Öldürülen Duran'ın ailesi, katil zanlısı ve ailesine kin gütmeye başladı. 10 yıllık bu kin, dün otogarda işlenen cinayetle son buldu. K. Ailesi'nin 15 yaşındaki çocuğu H., dün Çoğulhan Otogarı'ndan kıstırdığı babasının katili Hacı Duran'ın kardeşi İsa Duran'a (39) kurşun yağdırdı. Vücuduna 6 kurşun isabet eden ve kanlar içerisinde yere yığılan İsa Duran, çevredekiler tarafından Afşin Devlet Hastanesi'ne kaldırılmak istendi. Ancak Duran yolda hayatını kaybetti. Otogardan kaçan H.K. ise bir süre sonra silahıyla birlikte polise teslim oldu. (Sabah Gazetesi, 23.07.2004). VAN'dadün sokak ortasında meydana gelen olayda 19 yaşındaki Doğan Karaman adlı genç aralarında kan davası bulunan 20 yaşındaki Kemal Gökay'ı sokak ortasında kurşun yağmuruna tutarak öldürdü. Olaydan sonra yakalanan genç, pişman olmadığını söyledi. Katil zanlısı gencin poliste verdiği ifadeye göre, bir yıl önce Başkale Büklümdere Köyü'nde çıkan bir kavgada Gökay'ın amcası, Doğan Karaman'ın amcasını öldürdü. Bunun üzerine iki aile arasında kan davası başladı. Karaman ile amcası Nahit Karaman, uzun süredir takip ettikleri Gökay ile kent merkezinde bulunan Tebriz Oteli önünde karşı karşıya geldi. Karaman yanında taşıdığı ruhsatsız tabancasıyla Gökay'ı kurşun yağmuruna tuttu. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırılan Kemal Gökay, doktorların tüm müdahalelerine rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Olay yerinden kaçmaya çalışan katil zanlısı ise Cumhuriyet Caddesi üzerinde üzerinde yapılacak bir basın açıklaması için güvenlik şeridi oluşturan polis ekipleri tarafından suç aleti ruhsatsız tabanca ile birlikte kıskıvrak yakalandı. Amca Karaman ise hâlâ firarda. (Sabah Gazetesi, 10.02.2004). Başka örnekler; Adana’da oto tamircisi çırağı olarak çalışan 12 yaşındaki çocuk bugün bile bir kan davası kurbanı olabiliyor (Posta, 17 Haziran 1998); İstanbul Kartal Adliyesi’nde yüzlerce kişi önünde kan davası nedeniyle “çifte infaz” gerçekleşebiliyor (Hürriyet, 18 Mart 1998); Gaziantep’te “babasının intikamını alan” bir genç “töre için öldürdüm” diyebiliyor (Hürriyet, 17 Şubat 2002); Konya’da bir babanın öyküsü “cezaevinden salıverildi... oğlu öldürüldü... intikam yemini etti” başlığıyla verilebiliyor (Hürriyet, 24 Aralık 2000); Kırşehir’de cezaevinde cinayet tutuklusu bir yakınlarını ziyaret eden beş kişi hasım aile üyeleri tarafından pusuya düşürülerek öldürülebiliyor (Hürriyet, 7 Ocak 2000). Bir başka ilde, Çorum’un merkez Karapürçek köyünde bir kan davası pususu sırasında “vücudunu siper edip kızını kurtaran anne” ağır yaralanırken amca çocukları olan katillerin kurşunlarıyla aynı ailenin dört erkeği ölebiliyor (Hürriyet, 14 Ekim 2002); İstanbul Bakırköy’de babasının ölümüne neden olduğu gerekçesiyle yengesini öldüren genç bayan kan davası iddiasını reddediyor ve onu “beni sevmediği için öldürdüm” diyebiliyor (Hürriyet, 24 Mart 2003). Güneydoğu’da Şanlıurfa Siverek’te örneğin Beşyamaç köyünde 1920’lerde başlayan bir kan davası 80 yıldır sürüp giderken günümüzdeki kan davalıların bu düşmanlığın “sebebini bile unuttukları”na dikkat çekiliyor; Siverek’in “46 yetimli” Yeniköy’ünde ise kadınların “nöbette” oldukları bildiriliyor. (Hürriyet-Pazar, 11 Mayıs 2003). Öte yandan geleneksel kan davalarının dışında da bilinçsiz öç alma duygusu sadece büyük aileleri, aşiretleri ilgilendirmiyor. Örneğin on yıl önce İskenderun’da bademcik ameliyatı sırasında beş yaşındaki kızını yitiren anne kendince suçlu gördüğü ameliyatı yapan doktorun izini sürerek onu öldürebiliyor (Hürriyet, 28 Ocak 1996) ya da Aydın’ın Çine ilçesinde köpeğini vuran komşusunun yaşamına son verecek kadar öç alma duygusu güçlü insanlara rastlanabiliyor (Hürriyet, 12 Eylül 2002).

[4] AKBULUT, kan davasının ne olduğu konusunda şu satırları yazmıştır: “Genelde, gelişmemiş topluluklara mahsus bir gelenek olan kan davaları, halen dahi ülkemizin bazı bölgelerinde görülmektedir. Bu olayların meydana gelmesinde sosyolojik faktörlerin varlığı inkar edilemez. Aynı soydan meydana geldiğini kabul eden toplumlarda, soyun müşterek özelliklerini ifade eden hüküm ve kanaatler gelenekleri oluşturur. Bu gelenekler daima o soyu methedici, yüceltici vasıfta hükümlerdir. Bu gelenekler, toplumun ömrünü geriye doğru uzatarak aynı toplum üyeleri arasındaki bütüne dahil olma durumunun, eski köklü, sağlam olduğunu benimsetirler. Herhangi bir nedenle öldürülmüş olan kimsenin kan hısımlarından olan erkekler kan gütme yani öç alma saiki ile öldürenin veya kan hısımlarının bir erkek kimseyi öldürmek kastıyla cürümler işlemekte ve böylece karşılıklı adam öldürme cürümleri devamlı tekrarlanmaktadır. Şahsi intikama dayanan bu kötü geleneğin tesirinden henüz kurtulamamış olan bu ilkel düşüncedeki aileler arasındaki sürüp giden kan gütme, ülkemizin özellikle Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yoğunlaşmaktadır. Bu olayları az da olsa İç Anadolu ve Güney Anadolu bölgelerinde de görmek mümkün olmaktadır.Kökeninde, henüz devlet düzeninin ortaya çıkmadığı kabile sisteminde, klanlar ve kabileler arasındaki ilişkiler alanının tümünü düzenleyerek üstün bir otoritenin ve hukukun bulunmaması, dolayısıyla her klanının kendi üyelerini korumak ve onlara diğer klanlardan gelebilecek saldırıları cezalandırmakla yükümlü tek merci olması yatar.Kökeninde, henüz devlet düzeninin ortaya çıkmadığı kabile sisteminde, klanlar ve kabileler arasındaki ilişkiler alanının tümünü düzenleyerek üstün bir otoritenin ve hukukun bulunmaması, dolayısıyla her klanının kendi üyelerini korumak ve onlara diğer klanlardan gelebilecek saldırıları cezalandırmakla yükümlü tek merci olması yatar.Gelişmemiş toplumlarda, merkezi bir siyasal otoritenin bulunmadığı dönemlerde, adaletin sağlanması konusunda kollektif sorumluluk esasının yani herkesin meydana gelen olaydan suçluyu bulmaları konusunda bir bakıma mükellefiyet yüklendiği görülmektedir. Bu toplumlarda, suçluya veya mensubu bulunduğu gruba karşı öç alma hakkının bulunduğu konusunda hiçbir tereddüt yoktur.Toplumların gelişmesiyle, kan davalarını durdurmak amacıyla kısas, diyet, uzlaşma gibi usullere başvurulduğu görülmektedir. En nihayetinde de, devletin oluşturulmasıyla, ceza vermek yetkisinin sadece devlete bırakılmasıyla, diğer usullerin ortadan kalktığı bilinmektedir.Devlet toplumu içindeki bireylerin düşünce yapılarının çağın ve teknolo-jinin gelişmesiyle birlikte otomatik olarak geliştiği ve değiştiği neticesine varmamak gerekir. Günümüzde bile, insanoğlunun aya ayak bastığına veya uzaya gidildiğine inanmayanlar vardır. Toplumlarda sayıları fazla olmamakla birlikte, halâ öç almanın gerekli olduğunu düşünenler vardır. Bu düşüncede olan insanlar için bir bakıma zaman durmuş gibidir. Babasının, dedesinin yıllar önceki düşüncelerini aynen korurlar. Bir bakıma tutucu tabir ettiğimiz aile çeşidinin muhafaza ettiği töre geleneğinin sürdürülmesidir. Toplumumuzda Töre cinayetleri olarak belirtilen bu olaylarla ilgili olarak toplumun çeşitli kesimlerinde araştırmalar yapılmaktadır.Günümüzde ise kan davası, uyuşmazlıkların iki taraf açısından kabul edilebilir bir çözüme kavuşturulamadığı toplumlarda ortaya çıkar ve geleneksel yapının güçlü olduğu yerlerde çeşitli biçimler altında varlığını sürdürür.Kan davası genellikle haksızlığa uğrayan taraftan bir kişinin intikamını alma, onurunu kurtarma ya da misillemede bulunma biçiminde başlar. Düşman toplulukların aynı siyasal ya da kültürel birimin üyeleri olmak gibi ortak özellikleri vardır. Her topluluk içinde, tek tek üyeleri dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı koruyan güçlü bir kollektif dayanışma anlayışı hakimdir. Benzer yapıda bir başka topluluğun üyelerinin yol açtığı zarardan bu yabancı topluluğun bütün üyeleri kollektif biçimde sorumlu tutulur. Her iki tarafın ilk cinayete karşılık bir intikam cinayetini “hakkın yerine gelmesi” olarak görmesi durumunda kan dava doğmaz.” http://www.icisleri.gov.tr/_icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/%DD.Akbulut%2067-94.doc (çevirim tarihi: 30.12.2006)

[5] CENGİZ, Recep, “Kan Davasının Toplumsal Değer ve Normlar Açıından Sosyolojik Görünümü; Tokat ve Erbaa Örneği”, Sosyolojik ve Hukuksal Boyutlarıyla Töre ve Namus Cinayetleri Uluslararası Sempozyomu, Bildiriler, Editörler: Atalay/Uluğ/Ayak, Diyarbakır 2003, s. 62

[6] DÖNMEZER, Sulhi, Kriminoloji, 8. Bası, s.210-211

[7] TEZCAN, Mahmut, “Türkiye’de Kan Davası ve Önleme Çareleri” Adalet Dergisi, Yıl 65, Ağustos 1974, Sayı 8, s.667

[8] GÖZÜBÜYÜK, Abdullah Pulat, Türk Ceza Kanunu Açıklaması, İstanbul 1981, s. 355

[9] 1. CD 13.03.1979 E. 127 K. 1066, YCGK 11.03.1991, E. 1-36 K. 76 ( HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.244)

[10] DÖNMEZER, Sulhi, “Kiminoloji Açısından Kan Gütme Saikiyle İşlenen Suçlar”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 40. Yıl Sayısı Cilt XL, Sayı 1-4, s. 6

[11] AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 14

[12] DÖNMEZER, Sulhi, Kriminoloji, 8. Bası, s.214

[13] AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 20

[14]Kabul Tarihi 11.06.1937, Yayımlandığı Resmi Gazete 23.06.1937- 3638 Madde 1 - (İptal: A. Mahkemesinin, 11/02/1964 tarihli ve E.: 1963/330, K:1964/15 sayılı kararı ile)Madde 2 - (İptal: A. Mahkemesinin, 11/02/1964 tarihli ve E.: 1963/330, K:1964/15 sayılı kararı ile)Madde 3 - Kan gütme saikına vakıf olduğu kimselerin azim veya tahrikine vasıta olarak adam öldüren veya öldürmeğe teşebbüs edenlerin birinci ve ikinci maddelerde yazılı derecelerdeki hısımlarından cürüm işlendiği zaman failin ikametgahının bulunduğu köy veya kasaba veya şehir içinde ikamet edenlerin de takdir edilecek lüzuma göre nakillerine karar verilebilir.Madde 4 - Kan gütme saiki ile adam öldüren veya öldürmeğe teşebbüs edenler ve kan gütme saikına vakıf olduğu kimselerin azim veya tahrikine vasıta olarak bu cürümleri işliyenler ve bu saikı bilerek cürme iştirak etmiş olanlar haklarında da mahküm oldukları cezanın çektirilmesinden veya bu cezanın bir suretle düşmesinden sonra birinci madde hükmü tatbik olunur.Madde 5 - Kasten öldürülen bir şahsın yukarıdaki maddelerde yazılı derecelerdeki hısımlarından birini, öldürdüğünü veya öldürttüğünü zannettiği kimseyi veya onun yakınlarından birini kan gütme saiki ile öldüreceğine veya öldürteceğine dair kuvvetli emareler mevcut olduğu takdirde Cumhuriyet Müddeiumumisinin talebi ile ağır ceza işlerini gören mahkemece nakline karar verilebilir. Salahiyetli mahkemenin tayininde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun hükümleri caridir.Madde 6 - Haklarında nakil kararı verilenler ikametgahlarının bulunduğu yerden beş yüz kilometreden daha az bir mesafe dahilinde ikamet edemezler. Bu mesafe dışında olmak üzere istedikleri yeri kendileri tayin edebilirler.Madde 7 - Kan gütme saikı ile işlenen adam öldürme veya öldürmeğe teşebbüs cürümleri hakkında verilen hüküm katileştikten sonra bu kanuna göre nakilleri lazım gelenler hakkındaki karar Cumhuriyet Müddeiumumisinin talebile duruşma yapılmaksızın hükmü veren mahkemece verilir.Bu karar aleyhine, tebliğ tarihinden itibaren bir hafta zarfında haklarında nakil kararı verilenler tarafından itiraz olunabilir. İtiraz yazı ile veya bu hususta bir zabıt varakası yapılmak üzere mahkeme katibine yapılacak beyanla olur. İtiraz üzerine mahkeme duruşma yaparak karar verir. Bu kararlar Cumhuriyet Müddeiumumisile haklarında karar verilenler tarafından temyiz olunabilir.Duruşma ile temyize dair olan muameleleler Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri dairesinde yapılır.Madde 8 - Bu kanun hükümlerinin tatbik olunacağı yerleri İcra Vekilleri Heyeti tayin eder.Madde 9 - Bu kanun neşri tarihinden muteberdir.Madde 10 - Bu kanunun icrasına İcra Vekilleri Heyeti memurdur. Kanun’un 1. ve 2. maddelerini iptal eden ANAYASA MAHKEMESİ kararı aşağıdadır: İtirazın konusu : Kangütme sebebiyle işlenen adam öldürme ve buna teşebbüs cürümleri failleri hısımları hakkında tatbik olunacak muameleye dair 11/6/1937 günlü ve 3236 sayılı kanunun Anayasa'ya aykırılığı sebebiyle iptaline karar verilmesi istenmiştir.İptal istemenin dayandığı gerekçeler :Mahkemenin iptal istemi aşağıda yazılı gerekçelere dayanmaktadır :1- 3236 sayılı kanunun amacı, kangütme sebebiyle suç işleyenleri ve belli hısımlarını, suçun işlendiği bölgede oturmaktan men ederek oradan uzaklaştırmak ve o bölge ile ilgilerini kesmek suretiyle birbirleriyle kavgalı bulunan aileler arasında çıkabilecek öldürme olaylarını önlemektir.Bu tedbir, sonuç olarak, bir ceza niteliğini taşıdığından Anayasa'nın, (Cezaların şahsiliği) prensibini kabul eden 33 üncü maddesine aykırıdır.2- Bir ailenin fertlerini, ileride suç işleyeceklerini kabul etmek suretiyle cezalandırmak (Suçsuz ceza olmaz) prensibi ile de bağdaşamaz.3-Vatandaşın (Dilediği yerde yerleşme hürriyeti) ni sınırlandırabilmek için Anayasa'nın 18/2 nci maddesinde yazılı sebeplerin var olması şarttır. 3236 sayılı kanundaki sınırlama ise, bu sebeplere dayanmamaktadır.İnceleme :Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15 inci maddesi gereğince yapılan ilk incelemede, kangütme sebebiyle öldürmeye teşebbüsten sanık bazı kimseler hakkındaki mahkûmiyet kararının kesinleşmesi üzerine bunların hısımlarının 3236 sayılı kanuna göre nakillerine 24/1/1952 tarihinde karar verildiği görülmüş; bu karara vâki itirazların müddetinde olup olmadığı anlaşılamadığından kararın tebliğ edildiği ve itirazların yapıldığı tarihlerin bildirilmesi ve itirazdan sonraki işlemlere ait tutanak örneğinin gönderilmesi mahkemesinden istenmiştir. Eksiklerin tamamlanmasından sonra itirazların süresinde olduğu anlaşıldığından esasın incelenmesine dair verilen karar üzerine düzenlenen rapor okunarak gereği görüşülüp düşünüldü:Gerekçe :l- Haklarında nakil kararı verilenlerin durumu bakımından Urfa Ağır Ceza Mahkemesi, itirazın karara bağlanmasında, 3236 sayılı kanunun yalnız l inci ve 2 nci maddelerini uygulayabileceğinden, Anayasa'nın 151 inci ve 22/4/1962 günlü ve 44 sayılı kanunun 27 nci maddeleri uyarınca ancak bu hükümlerin iptali isteğiyle Mahkememize başvurma yetkisine sahip olduğundan, kanunun tümü üzerinde değil, l inci ve 2 nci maddelerine hasren inceleme yapılmasına oybirliği ile karar verilmiştir.2- 3236 sayılı kanunun, inceleme konusu yapılan l inci maddesinde "kangütme sebebiyle adam öldüren veya öldürmeye teşebbüs eden veya başkasını bu cürmü işlemeye azmettiren veya tahrik eyleyen kimsenin, cürüm işlendiği zaman bir dam altında yaşayan usul ve füruları ve kardeşleri ve karı veya kocası ikametgâhlarının bulunduğu yerden başka bir yere nakledilirler".Aynı kanunun 2 nci maddesinde de "fail ile bir dam altında yaşamasalar bile cürüm işlendiği zaman failin ikametgâhının bulunduğu köy veya kasaba veya şehir içinde ikamet eden birinci maddede yazılı hısımlarından ve amca, davı, hala, teyze, yeğen, kaynana veya kaynatasından herhangi birinin de takdir edilecek lüzuma göre nakillerine karar verilebilir" denilmektedir. İtiraz eden mahkeme, yukarıda yazılı kanun hükümlerinin, Anayasa'nın 33 üncü ve 18/2 nci maddelerine aykırı olduğu kanısındadır.Anayasa'nın 33 üncü maddesinde cezaların ve ceza tedbirlerinin ancak kanunla konulacağı ve ceza sorumluluğunun şahsî olduğu belirtilmiştir. 18 inci maddesinde de herkesin dilediği yerde yerleşme hürriyetine sahip olduğu; bu hürriyetin, ancak millî güvenliği sağlama, salgın hastalıkları önleme, kamu mallarını koruma, sosyal, iktisadî ve tarımsal gelişmedi gerçekleştirme zorunluğuyla ve kanunla sınırlanabileceği açıklanmıştır.3- İtiraz eden mahkemenin gerekçesinde Anayasa'nın iki maddesine aykırılık söz konusu edildiğinden meseleyi bu maddeler açısından incelemek gerekmektedir :A - Anayasa'nın 33 üncü maddesi hükmü ile 3236 sayılı kanunun l inci ve 2 nci madelerini karşılaştırmadan önce suçlu hısımlarının başka yere nakillerinin hukukî niteliği üzerinde durulmak gerekir :a) 3236 sayılı kanunun Hükümet gerekçesinde, kangütme sebebiyle işlenen adam öldürme suçlarından failin hısımlarının, bulundukları yerlerden başka yere sürülecekleri, suçluyu katil fiiline tahrik eden veya azmettiren ve bilerek buna vasıta olanların da aynı cezaya tabi tutulacağı, sürgün yerinin 500 kilometre uzakta olmasının uygun görüldüğü yazılıdır.Bu gerekçeye göre kanun, l inci ve 2 nci maddede yazılı olan hısımları sürgün cezasına çarptırmak amacını gütmektedir.Adalet Komisyonu, kanun tasarısını esas bakımından benimsemekle birlikte, ceza hukukunun ana prensiplerinden biri olan, cezaların şahsi olması esasına aykırı bulunduğu düşüncesiyle sürgün cezasının uygulanmasına ilişkin hükmü kaldırmış, yerine bir emniyet tedbiri olmak üzere bu kimselerin belli bir bölgede oturmalarının yasaklanması esasını öngörmüştür.Böylece, kanundaki müeyyide (Sürgün cezası) olmaktan çıkarılarak (Emniyet tedbiri) şekline sokulduğundan bu tedbirin hukukî niteliğinin araştırılması, kimler hakkında uygulanabileceğinin belli edilmesi ve 3236 sayılı kanunun l inci ve 2 nci maddelerinde yazılı kimselere uygulanmasında Anayasa'nın 33 üncü -maddesine aykırılık bulunup bulunmadığının araştırılması gerekir.b) Suçları önlemek, faillerinin yeniden suç işlemelerine engel olmak için ceza yeterli gelmemekte, bazı suçlular sorumsuz oldukları için cezalandırılamamakta bazılarına verilen cezalar yeniden suç işlemelerini önlemeye yetmemektedir.Toplumun tehlikeden korunması, sözü geçen şahısları, mümkünse terbiye, islâh veya tedavi etmek; değilse topluma zarar vermiyecek hale sokmakla mümkün olabilir. Bunun sağlanması için de, bunlar hakkında, cezadan ayrı olarak bazı tedbirler alınması gerekir. Bunlara ceza hukukunda emniyet tedbirleri denilmektedir. Ruh hastalarının muhafaza ve tedavi atına alınması; onbir yaşını bitirmemiş küçüklerle farık ve mümeyyiz olmayan dilsizlerin - terbiye ve ıslâhı için - bir kuruma konulması; uyuşturucu madde kullanmada ve sarhoşlukta alışkanlığı düşkünlük derecesine varan kimselerin, iyileşinciye kadar bir hastahanede muhafaza ve tedavi edilmeleri hakkında Ceza Kanunumuzun 46 ncı, 53 üncü, 58 inci, 404 üncü ve 573 üncü maddelerindeki müeyyideler, durumları dolayısiyle, kendilerine ceza verilemiyenlerin ıslâh ve tedavileri amaciyle konulmuş ve bugünkü anlamında emniyet tedbiri niteliğinde bulunmuş olduğu halde böyle adlandırılmamış; Ceza Kanunumuzun 28 inci maddesinde yer alan (Emniyeti Umumiye İdaresinin nezareti mahsusası altında bulundurulmak) müeyyidesi de, yine bir emniyet tedbiri niteliğinde iken kanunda (Fer'i ceza) olarak kabul edilmiştir.Kanunumuz, bu haliyle kendilerine ceza verilmekle birlikte suç işlemeğe alışan kimseler hakkında -emniyeti umumiye nezareti altında bulundurulmaktan başka - bir emniyet tedbiri alınmasına elverişli bulunmamaktadır. Halbuki, yeni ceza kanunlarında, mahkûmların yeni bir suç işlemelerini önleyici emniyet tedbirlerinin alınması için mahkemeIere geniş bir takdir hakkı tanınmış; mahkemeler, böylece, kararlarında suç ile suçlunun hususî durumunu birlikte ele almak; bazı suçlulara yalnız Ceza Kanununda gösterilmiş cezayı vermek; bazılarına da buna ek olarak bir emniyet tedbiri uygulamak suretiyle toplumu, bu suçlular tarafından yeniden suç işlenmesi tehlikesinden kurtarmak yetkilerine sahip kılınmış olmaktadırlar.c) Emniyet tedbirleri, bir suçun diğerlerini kovalamasını önlemek suretiyle toplumu tehlikeden korumak amacını güttüğüne göre, emniyet tedbirlerinin alınması için, evvelâ ortada bir suç ve suçlu bulunması, bunun sonucu olarak emniyet tedbirlerinde de (Kanunilik) ve (Şahsilik) prensiplerinin gözönünde tutulması gerekir. Nasıl bir fiil, ancak kanunda suç sayıldığı ve faili, belli olduğu takdirde, ceza verilebilecekse emniyet tedbirinin uygulanması da aynı şartlara bağlıdır. Böylece emniyet tedbirinin uygulanabilmesi için yine ortada kanunun suç saydığı bir fiil bulunacak; bu fiilin faili belli olacak ve bu fail ruh hastası, küçük, farik ve mümeyyiz olmayan dilsiz, uyuşturucu madde kullanmakta veya sarhoşlukta alışkanlığı olan bir kimse ise kendisine ceza verilemiyecek bu fail, yeniden suç işlemesine engel bir emniyet tedbiri olarak ıslâh evine veya hastahaneye konacaktır. Öte yandan faile ceza verilmesi halinde de bu cezanın yeni bir suç işlemesini önleyecek derecede olup olmadığı ve bu kimsenin cezasını çektikten sonra yine toplum için tehlike teşkil edip etmeyeceği mahkemece takdir olunacak, böyle bir tehlike varsa onun hakkında da cezadan başka emniyet tedbiri uygulanacaktır. O halde suçların kanuniliği ve şahsiliği prensiplerinin, ceza uygulanmasında olduğu gibi, emniyet tedbirleri alınmasında da gözönünde bulundurulması gerektiğine şüphe edilemez.Ceza hukuku müellifleri de bu görüşü desteklemektedir.d) Anayasa'nın 33 üncü maddesinde "Cezalar ve ceza tedbirleri ancak kanunla konulur... Ceza sorumluluğu şahsidir" denilmektedir.Anayasa'da (Emniyet tedbirleri) yerine (Ceza tedbirleri) teriminin yanlış olarak kullanıldığı, amacın (Emniyet tedbirleri) olduğu aşikârdır. Zira ne ceza kanunumuzda ne de ceza hukukunda (Ceza) dan ve (Emniyet tedbiri) nden başka ayrıca bir (Ceza tedbiri) müessesesine yer verilmemiştir. Ceza hukuku bilginlerinin de bu hususu benimsedikleri anlaşılmaktadır.3236 sayılı kanunla emniyet tedbirleri konulmasında hukuk kurallarına ve dolayısiyle Anayasa'ya aykırılık yoksa da; kanunun l inci Ve 2 nci maddeleri, yer değiştirme tedbirinin suçlu veya ortakları hakkında değil, suçla bir ilgisi bulunmıyan hısımlar hakkında uygulanmasını öngörmekle ceza sorumluluğunun şahsiliği prensibini zedelediğinden Anayasa'nın 33 üncü maddesine aykırı bulunmaktadır.B- Anayasa'nın 18 inci maddesinin ikinci fıkrasında (Herkes, dilediği yerde yerleşme hürriyetine sahiptir. Bu hürriyet, ancak millî (güvenliği sağlama, salgın hastalıkları önleme, kamu mallarını koruma, sosyal, iktisadî ve tarımsal gelişmeyi gerçekleştirme zorunluğuyla ve kanunla sınırlanabilir) denilmektedir.a) Kangütme sebebiyle adam öldürülmesi veya buna teşebbüs olunması halinde failin yakın hısımlarının başka yerlere naklinde, salgın hastalıkları önleme, kamu mallarını koruma, iktisadî ve tarımsal gelişmeyi gerçekleştirme maksatlarının bulunmadığı açıktır.b) Anayasa'nın 33 üncü maddesinin ikinci görüşülmesi sırasında Temsilciler Meclisinin bir üyesi bu maddeye "kangütme sebebiyle işlenen suçlar hakkında kanunla konacak hükümler saklıdır" fıkrasının eklenmesini isteyince komsiyon sözcüsü : "böyle bir hükmün Anayasa'ya konulması için bir sebep yoktur.... Eğer sosyal gelişmemiz bakımından bir zaruret halini almışsa seyahat ve yerleşme hürriyelerini düzenliyen maddelerdeki kayıtlar gerekli hükmün konulmasını mümkün kılar" cevabını vermiştir.Bu düşünce kangütme sebebiyle işlenen suçlar hakkında, Anayasa'nın 33 üncü maddesine bir istisna konulmasının istenmediğini göstermektedir. Kangütme sebebiyle adam öldüren veya öldürmeye teşebbüs eden veya başkasını bu cürmü işlemeğe azmettiren veya tahrik eyleyen kimsenin hısımları hakkındaki 3236 sayılı kanunun (Yeni suçlar işlenmesini önleyerek cemiyeti tehlikeden koruma) amacını hedef tuttuğu gözönüne alınınca bu kanun hükümlerinin Anayasa'nın 18 inci maddesinde yer alan (Sosyal gelişmeyi gerçekleştirme) şartı ile bir ilgisi bulunmadığı ortaya çıkar. Bu sebeple, Temsilciler Meclisinde geçen bu görüşmenin 3236 sayılı kanunun, Anayasa'nın 18 inci maddesine uygunluğu hakkında bir karine olarak kabulü mümkün değildir.c) 3236 sayılı kanunun (Millî güvenlilği sağlama) amacının gerçekleşmesini sağlıyacağı da düşünülemez.Çünkü, 18 inci maddenin görüşülmesi sırasında komisyon sözcüsünün belirttiği gibi bu şartın maddeye konulusu bazı bölgelere girmeyi ve özellikle yerleşmeyi yasaklamaya imkân vermek içindir.Kaldı ki, 18 inci maddede güdülen amaçlar genel niteliktedir. Bir bölgeye girmek veya yerleşmek millî güvenliği sarsıyorsa, oraya hiç kimsenin girmemesi ve yerleşmemesi, yerleşmiş olanların da oradan çıkarılması gerekir. Yoksa, yalnız kangütme sebebiyle adam öldüren veya buna teşebbüs eden kimselerin hısımlarına uygulanabilecek bir yasakta millî güvenliği sağlama amacının bulunduğu düşüncesi savunulamaz.Şu halde 3236 sayılı kanunun l inci ve 2 nci maddeleri Anayasa'nın 18 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmime de aykırıdır.Sonuç :Yukarıda yazılı sebeplerden ötürü 3236 sayılı kanunun l inci ve 2 nci maddelerinin iptaline ve olayda 22/4/1962 günlü ve 44 sayılı kanunun 28 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmünün uygulanmasına yer olmadığına 11/2/1964 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

[15] 11.02.1964 tarih, E. 1963/330, K. 1964/15

[16] ARTUK, Mehmet Emin, Suç Genel Teorisi, Ceza Hukuku El Kitabı, İstanbul 1989, s. 225; ÖNDER, Ayhan, Ceza Hukuku Dersleri, İstanbul 1992, s. 304

[17] ARTUK, Mehmet Emin/GÖKCEN, Ahmet/YENİDÜNYA, Caner, Ceza Hukuku Genel Hükümler I, İstanbul 2002, s. 304

[18] YCGK, 11.03.1991, E. 1-36 K. 76 (AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 103-107)

[19] DÖNMEZER, Sulhi, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, İstanbul 2001, s. 82

[20] ÖNDER, Ayhan, Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler ve Bilişim Alanında Suçlar, İstanbul 1994, s. 35

[21] EREM, Faruk, Adam Öldürme Cürümleri, Ankara 1982, s. 112

[22] HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.248

[23] YCGK, 05.03.1990, E. 1-28, K. 45

[24] YCGK, 18.02.1991, E. 1-1, K. 41. Ayrıca bkz. DÖNMEZER, Sulhi, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, İstanbul 2001, s. 69, ÖNDER, Ayhan, Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler ve Bilişim Alanında Suçlar, İstanbul 1994, s. 35, HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.249.

[25]TANER, Tahir, “Türk Ceza Kanununun 9.7.1953 Tarihli ve 6123 Sayılı Kanunla Değiştirilen Hükümleri” İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası C. XIX, Sayı 3-4, İsatnbul 1953, s. 572

[26] YCGK, 11.03.1991, E. 1-36, K. 76 (AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 103-107).

[27] HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.246

[28] YCGK, 04.05.1999, E 1-191, K. 93(AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 78-80) . Aynı yönde başka bir karar için bkz. YCGK, 11.06.1996, E. 1-105, K. 130 (AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 92-94)

[29] 1. CD, 03.11.1970, E. 3616, K. 3010. Aktaran KEYMAN, Selahattin, “ Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme” Türk Hukuku ve Toplumu Üzerine İncelemeler , Ankara 1974, s. 393

[30] YCGK 11.03.1991, E. 1-36 K. 76

[31] ÖNDER, Ayhan, Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler, s. 35

[32] HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.247

[33] 1. CD, 20.05.2003, E. 772, K. 1015. (HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.249, AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 57)

[34] 1. CD, 11.05.2001, E. 1969, K. 2713. (EKİNCİ, Özcan/ÖZCAN, Şerafettin, Kasten Adam Öldürme Suçları, Ankara 2004, s. 197, HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.250, AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 74)


[35] Karar oybirliği ile verilmiştir. 1. CD, 19.02.2004, E. 2003/2060, K. 2004/390 (HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.250, AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 49-50). Aynı yönde başka bir karar için bkz. EKİNCİ, Özcan/ÖZCAN, Şerafettin, Kasten Adam Öldürme Suçları, Ankara 2004, s. 200 ( 1. CD, 10.05.2004, E. 4375, K. 1756)

[36] HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.251

[37] KEYMAN, Selahattin, “ Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme” Türk Hukuku ve Toplumu Üzerine İncelemeler , Ankara 1974, s. 399

[38] KEYMAN, Selahattin, “ Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme” Türk Hukuku ve Toplumu Üzerine İncelemeler , Ankara 1974, s. 397

[39] HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.250; Ayrıca yazarın aktardığına göre uygulama da ilk öldürme eyleminin kan gütme saiki ile işlenmesini aramamaktadır. ( 1.CD, 08.04.1966, E. 2368, K. 814, kararda “herhangi bir nedenden ötürü” ibaresi yer almıştır, age, s. 250)

[40] 1. CD, 10.04.1991, E. 19917750, K. 1991/981 (AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 101-102). Aynı yönde başka bir karar için bkz. YCGK, 19.02.1973, E. 356, K. 160

[41] 1. CD, 04.05.1936, E. 2613, K. 1049

[42] 1. CD, 12.05.2005, E. 2004/1684, K. 2005/1245

[43] DÖNMEZER, Sulhi, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, İstanbul 2001, s. 78, GÖZÜBÜYÜK, Abdullah Pulat, Türk Ceza Kanunu Açıklaması, İstanbul 1981, s. 356, KEYMAN, Selahattin, “ Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme” Türk Hukuku ve Toplumu Üzerine İncelemeler , Ankara 1974, s. 396, EREM, Faruk, Adam Öldürme Cürümleri, Ankara 1982, s. 113, HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.249.

[44] YCGK, 19.02.1973, E. 356, K. 160

[45] 1. CD, 25.12.1975, E. 975/3006, K. 975/4139 (DÖNMEZER, Sulhi, “İçtihatlarla Kan Gütme Saiki” İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Ord. Prof. Dr. Ernst E. Hirsch’e Armağan, İstanbul 1977, s.11)

[46] 1. CD, 18.05.2005, E. 2004/1083, K. 2005/1358 (AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 18)

[47] DÖNMEZER, Sulhi, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, İstanbul 2001, s. 80

[48]Bizimde katıldığımız bu görüş için bkz. HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.251-252.

[49] YCGK, 04.06.1973, E. 332, K. 458 (AKBULUT, İlhan, Yeni Türk Ceza Kanunumuza Göre Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme, İstanbul, 2006, s. 18, dn. 17, ARTUK, Mehmet Emin/ GÖKCEN, Ahmet/ YENİDÜNYA, Caner, Ceza Hukuku Genel Hükümler I, İstanbul 2006, s. 681)

[50] 1. CD, 27.12.1978, E. 4119, K. 4714 (ARTUK, Mehmet Emin/ GÖKCEN, Ahmet/ YENİDÜNYA, Caner, Ceza Hukuku Genel Hükümler I, İstanbul 2006, s. 681)

[51] GÖZÜBÜYÜK, Abdullah Pulat, Türk Ceza Kanunu Açıklaması, İstanbul 1981, s. 357

[52] DÖNMEZER, Sulhi, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, İstanbul 2001, s. 74, KEYMAN, Selahattin, “Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme” Türk Hukuku ve Toplumu Üzerine İncelemeler , Ankara 1974, s. 402, BAŞAR, Nur, “türk ceza Hukukunda haksız Tahrik” Adalet Dergisi, 1980, Sayı 4, s. 357

[53] 1. CD, 20.11.1959, E. 1085, K. 3318 (ARTUK, Mehmet Emin/ GÖKCEN, Ahmet/ YENİDÜNYA, Caner, Ceza Hukuku Genel Hükümler I, İstanbul 2006, s. 681)

[54] Bizimde katıldığımız bu görüş için bkz. DÖNMEZER, Sulhi, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, İstanbul 2001, s. 81

[55] KAVALALI, Mümin, “Kan Gütme”, Adalet Dergisi, 1963, s. 270

[56] HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.252

[57] BECERİK, Hilmi, Kan Davası Seminer Çalışması, Ankara, 1975, s. 67. Aktaran HAKERİ, age, s. 252

[58] 1. CD, 08.04.1966, E. 2368, K. 814

[59] YCGK, 28.12.1964, E. 1-505, K.1

[60] KEYMAN, Selahattin, “Kan Gütme Saiki İle Adam Öldürme” Türk Hukuku ve Toplumu Üzerine İncelemeler , Ankara 1974, s. 399

[61] YCGK, 26.09.1988, E. 234, K. 319

[62] YCGK, 14.02.1994, E. 1-21, K. 48

[63] HAKERİ, Hakan, Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara, 2006, s.256

[64]Cezanın belirlenmesi:MADDE 61. - (1) Hakim, somut olayda a) Suçun işleniş biçimini,b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,d) Suçun konusunun önem ve değerini, e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, g) Failin güttüğü amaç ve saiki,Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler. (2) Suçun olası kastla ya da bilinçli taksirle işlenmesi nedeniyle indirim veya artırım, birinci fıkra hükmüne göre belirlenen ceza üzerinden yapılır. (3) Birinci fıkrada belirtilen hususların suçun unsurunu oluşturduğu hallerde, bunlar temel cezanın belirlenmesinde ayrıca göz önünde bulundurulmaz.(4) Bir suçun temel şekline nazaran daha ağır veya daha az cezayı gerektiren birden fazla nitelikli hallerin gerçekleşmesi durumunda; temel cezada önce artırma sonra indirme yapılır.(5) Yukarıdaki fıkralara göre belirlenen ceza üzerinden sırasıyla teşebbüs, iştirak, zincirleme suç, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplere ilişkin hükümler ile takdiri indirim nedenleri uygulanarak sonuç ceza belirlenir.(6) Hapis cezasının süresi gün, ay ve yıl hesabıyla belirlenir. Bir gün, yirmidört saat; bir ay, otuz gündür. Yıl, resmi takvime göre hesap edilir. Hapis cezası için bir günün, adlî para cezası için bir Türk Lirasının artakalanı hesaba katılmaz ve bu cezalar infaz edilmez.(7) (Ek: 29/6/2005 – 5377/7 md.)Süreli hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı bu madde hükümlerine göre belirlenen sonuç ceza, otuz yıldan fazla olamaz. (8) (Ek: 29/6/2005 – 5377/7 md.) Adlî para cezası hesaplanırken, bu madde hükmüne göre cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine yönelik artırma ve indirimler, gün üzerinden yapılır. Adlî para cezası, belirlenen sonuç gün ile kişinin bir gün karşılığı ödeyebileceği miktarın çarpılması suretiyle bulunur.(9) (Ek: 6/12/2006 – 5560/1 md.) Adlî para cezasının seçimlik ceza olarak öngörüldüğü suçlarda bu cezaya ilişkin gün biriminin alt sınırı, o suç tanımındaki hapis cezasının alt sınırından az; üst sınırı da, hapis cezasının üst sınırından fazla olamaz (10) Kanunda açıkça yazılmış olmadıkça cezalar ne artırılabilir, ne eksiltilebilir, ne de değiştirilebilir.

[65] SOYASLAN, Doğan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2005, s. 110

[66]Madde 82- (1) Kasten öldürme suçunun;a) Tasarlayarak,b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle,d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı,e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,f) Gebe olduğu bilinen kadına karşı,g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla,i) (Ek: 29/6/2005 – 5377/9 md.) Bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle, j) Kan gütme saikiyle, k) Töre saikiyle, İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır

[67]Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma Madde 53- (1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak; a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,b) Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan,c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan, d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,Yoksun bırakılır.(2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.....

[68] ARAL,Vecdi, “Hukukta İnsan”, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt:71, Sayı, 1, Mart 1997, s.10.

[69]MARDİN İL YILLIĞI, Mardin Valiliği Yayını, 1987, s.132. http://www.icisleri.gov.tr/_icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/%DD.Akbulut%2067-94.doc (çevirim tarihi: 30.12.2006)

[70] TEZCAN, Mahmut, “Türkiye’de Kan Davası ve Önlenmesi Çareleri”, s. 668.

[71]http://www.icisleri.gov.tr/_icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/%DD.Akbulut%2067-94.doc (çevirim tarihi: 30.12.2006)

[72]DÖNMEZER, Sulhi, Genel Adap ve Aile Düzenine Karşı Cürümler, İstanbul 1975, s.115


[73]TEZCAN, Mahmut, “Türkiye’de Kan Davası ve Önlenmesi Çareleri”,s. 669.

[74]http://www.icisleri.gov.tr/_icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/%DD.Akbulut%2067-94.doc (çevirim tarihi: 30.12.2006)

[75]http://www.icisleri.gov.tr/_icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/%DD.Akbulut%2067-94.doc (çevirim tarihi: 30.12.2006)

[76]http://www.icisleri.gov.tr/_icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/%DD.Akbulut%2067-94.doc (çevirim tarihi: 30.12.2006)

[77]Cumhuriyetin 75. Yılında Siirt, Siirt Valiliği Yayını, Ankara 1998, s.163. (http://www.icisleri.gov.tr/_icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/%DD.Akbulut%2067-94.doc (çevirim tarihi: 30.12.2006)

[78] Bakınız yukarıda dipnot 3
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Kan Gütme Saikiyle Adam Öldürme" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Reşit Karaaslan'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
» Makale Bilgileri
Tarih
06-05-2007 - 19:57
(6203 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 4 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 4 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
22169
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 5 saat 12 dakika 49 saniye önce.
* Ortalama Günde 3,57 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 113900, Kelime Sayısı : 11042, Boyut : 111,23 Kb.
* 6 kez yazdırıldı.
* 1 kez arkadaşa gönderildi.
* 16 kez indirildi.
* 2 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 587
Yorumlar : 1
Sayın Reşit Karaaslan, Makale yazmadaki başarınızı bir kez daha göstermişsiniz.Elinize sağlık.Umarım diğerlerini okuma fırsatı da bulurum.Saygılarımla.. :)(...)
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,17166591 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.