Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Yeni Kurumları İle Ceza Muhakemesi Kanunu

Yazan : Serdar Mermut [Yazarla İletişim]
Avukat

Makale Özeti
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun belirli maddelerinin incelenmesi şeklinde hazırlanan bu çalışmada , kanuna yönelik eleştirel yaklaşımlarda bulunulmuştur.

YENİ KURUMLARI İLE CEZA MUHAKEMESİ KANUNU

Av.Serdar Mermut*


Giriş

Toplum düzenini sağlamaya yönelik kanunların başında gelen ceza hukuku kurallarının nasıl, ne zaman ve ne şekilde uygulanacağını belirten Ceza Muhakemesi Kanunu, Türkiye’de yürürlüğe girdiği 20 Nisan 1929 tarihinden bu yana köklü değişikliklerle bugüne kadar geldi. Ceza Kanununda olduğu gibi bu kanun üzerinde de yıllardır usul hukukçuları çalıştılar. Ancak Avrupa Birliği sürecinde Türkiye tarafından verilen sözlerin yerine getirilmesi çabası içerisinde, ceza hukukunun üç temel kanunu olan Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu ve Güvenlik Tedbirlerine ve Cezaların İnfazına Dair Kanunu, büyük bir hızla Meclisten hemen hemen hiç tartışılmadan geçirildi ve siyasi bir baskı altında kalan cumhurbaşkanı tarafından da onaylanarak 17 Aralık müzakere tarihine yetiştirildi. Çıkartılan kanunla ilgili, taslak halindeyken yapılan tartışmalarda kanunun hem uygulayıcılar hem de akademisyenler tarafından pek kabul görmediği, birçok eksiklikler içerdiği belirtilmişti. Ancak yapılan bu tartışmaların hiçbirisi mecliste veya alt komisyonda yapılmadı. Belki de Cumhuriyet tarihinin bu kadar önemli olmasına ve toplumsal hayatı bu kadar yakından ilgilendirmesine rağmen mecliste tartışılmadan geçen kanunları bunlar olsa gerek. Ancak bu tartışmaların artık mevcut durumu çok fazla etkilemeyeceği de görülüyor. Bu sebeple, mevcut düzenlemeleri ele almak ve bunlar üzerinde tartışmak, eksik olanları ama aynı zamanda yerinde yapılan düzenlemeleri belirtmek gerekmektedir. Bu sebeple çalışmamızda 17 Aralık 2004 tarih ve 25673 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan, yürürlük tarihi 1 Nisan 2005 olarak gösterilen ve önemli yenilikler getiren Ceza Muhakemesi Kanunu’yla getirilen yenilikleri kısaca açıklayarak başlıklar halinde sıralamak amacını taşımaktayız. 5271 sayılı kanunun henüz yürürlüğe girmemesi ancak kabul edilmiş olması nedeni ile “Yeni Kanun”, 1412 sayılı kanun ise “yürürlükteki kanun” olarak nitelendirilecektir.

I.Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu ile yapılan değişiklikler :

Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ilk dikkati çeken husus kanunun adının değişmiş olmasıdır. Daha önce usul kanunu olarak belirtilen kanun, artık muhakeme kanunu olarak isimlendirilmiştir.

Kanunun hemen ikinci maddesinde, daha önceki kanunda dağınık şekilde yer alan bazı tanımlamaların toplandığını görmekteyiz. Kanunun sonraki maddelerinde tüm bu tanımlamalar yer almış ve böylelikle uygulamada ortaya çıkabilecek sorunlar giderilmeye çalışılmıştır. Bu tanımlamalardan hemen sonra, eski kanunda dağınık ve farklı bölümlerde düzenlenen göreve ilişkin hususlar, görev başlığı altında bir araya getirilmiştir. Bu düzenlemenin yerinde olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Daha sonraki yetki ve bağlantılı davalara ilişkin bölümlerde eski kanun sistematiğinin korunduğu görülmektedir. Ancak bu bölümde, 18. maddede daha sonra kurulmaları kararlaştırılan bölge adliye mahkemelerinde yetkisizlik iddiasının ne zaman ve nasıl yapılacağı da hüküm altına alınmıştır.

Bu bölümlerden sonra hakimin davaya bakamaması ve reddine ilişkin hükümler 22-31. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Burada iki önemli değişiklikten bahsedebilmek mümkündür. Bunlardan birincisi, eski kanunun 22. maddesinin yorumundan çıkartılan ve daha önce reyini belli etmiş hakimin aynı konu ile ilgili yargılamaya katılamayacağına ilişkin belirlemenin bu defa, yeni kanunun 22. maddesinin 2. fıkrasında yer almasıdır. Böylelikle daha önce yoruma ve karışıklığa neden olan madde, yeniden düzenlenerek sarih hale getirilmiştir. İkincisi ise, hakimin reddi yönündeki talep ile ilgilidir. Red talebinin, zamanaşımına yönelik hareketlerin önlenmesi bakımından, red sebebinin öğrenilmesinden itibaren 7 gün içinde yapılması gerektiği belirtilmektedir. Kanunda gösterilen hallerde, reddin kabulüne ilişkin verilen kararlar kesinken; reddin reddine ilişkin verilen kararlara karşı yeni bir düzenleme ile itiraz yolu açılmıştır.

Yeni Kanunun getirdiği önemli ve yerinde yeniliklerden bir tanesi de , mahkeme ile ilgili tüm tebligatların doğrudan doğruya mahkemenin kendisi tarafından yapılabilmesidir. Yargılamanın hızlılığı bakımından son derece yerinde olan bu düzenleme ile daha önce savcılık kanalı ile tüm özel ve tüzel kişilerle, kamu kurum ve kuruluşları yapılan yazışmalar, mahkeme başkanı veya hakimi tarafından yapılabilecektir.

Yargılamanın hızlandırılması bakımından yapılan bir düzenleme de , 43. maddede görülebilmektedir. Buna göre tanıklar, telefon, faks, telgraf ve elektronik posta gibi araçlarla davet edilebilecektir. Ancak bu durumda bir ispat problemi yaşanabileceği için tanıkların bu yolla yapılan çağrıya cevap vermemesi durumunda 43. maddenin 1. fıkrasında belirtilen zorla getirmeye ilişkin hükmün uygulanmayacağı belirtilmiştir.

Tanıklar için bir başka düzenleme de, devlet sırrı niteliğindeki bilgilere ilişkin tanıklıkta karşımıza çıkmaktadır. Yürürlükteki kanunda tanıklık yapacak kişinin, mahkeme huzurunda tanıklık yapacağı konudaki bilgilerin devlet sırrı olabileceği gerekçesi ile çekilebilme hakkı varken; 47. maddedeki bu düzenlemede tanığın sadece heyet veya hakim huzurunda tek olarak dinelebileceği, bu yönde tanığın çekinme hakkı bulunmayacağı belirtilmiştir.

Ceza muhakemesi hukukunun en önemli konularından biri olan tutuklama konusunda ise iyileştirme gibi görülebilecek, ancak aksine, tutuklamayı daha da kolaylaştıran düzenlemelerle karşı karşıyayız. Yeni kanunun 100. maddesinde tutuklama nedenleri başlığı altında yürürlükteki kanunda da yer alan belli sebepler sayıldıktan sonra, TCK’da yer alan bazı suçlarla birlikte özel bazı kanunlarda yer alan suçlar sayılmak suretiyle, bu suçların işlendiği yönünde kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama kararı verilebileceği belirtilmiştir. Bu düzenlemenin son derece sakıncalı olduğunu söylemek gerekir. Nitekim, dosya sayısı fazla olan ve çoğu zaman dosyaları inceleme fırsatı bulamayan hakimler, kanunda sayılan suçlardan birini işlediği iddiası ile karşılarına gelen olayda, otomatik olarak tutuklama kararı verebileceklerdir. Bu durum ihtiyari nitelik taşıyan ve zorunlu olmadıkça uygulanmaması lazım gelen tutuklamanın amacından sapmasına ve tutuklamanın ihtiyariliği ilkesinin ihlal edilmesine neden olacaktır. Tutuklamaya ilişkin düzenlemelerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının yansıması da görülmektedir. Nitekim 100. maddenin 1. fıkrasında, “işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde” şeklindeki belirlemeler yer almaktadır. Bu hallerde tutuklama kararı verilemeyeceği, güvenlik tedbirlerine başvurulacağı belirtilmektedir. Yürürlükteki kanunda yer alan ‘ infial ’ ibaresinin çıkartılmış olması da keyfi uygulamaları önlemek bakımından önemlidir.

Yeni Kanunun 102. maddesinde tutuklulukta geçecek süreler belirlenmiştir. Buna göre ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen suçlarda tutukluluk halinin en fazla altı ay olabileceği, bu sürenin dört ay daha uzatılabileceği belirtilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında ise ağır cezalık suçlar bakımından tutukluluk süresinin en fazla iki yıl olacağı, bu sürenin uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Buradaki sorun, tutukluluk süresinin uzatıldıktan sonra mı 3 yılı geçemeyeceği; yoksa uzatma süresinin mi toplam 3 yıl olacağıdır -dolayısıyla toplam tutukluluk süresinin 5 yıl olabileceği bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. 102. maddenin birinci fıkrasında uzatma süresinin “dört ay daha” şeklinde belirtilerek sınırlandırılmış olması , ikinci fıkrada yer alan “uzatma süresi üç yılı geçemez” şeklindeki hükmün, iki yıldan sonra gerekçeleri gösterilmek suretiyle sürenin 5 yıla kadar uzatılabileceğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple tutuklama süreleri kısaltılmamış, aksine, hakime takdir yetkisi verilerek ağır cezalık suçlar bakımından 5 yıla kadar tutuklu bulundurma imkanı verilmiştir. Son derece sakıncalı bir düzenleme olan bu maddenin uygulamada sorunlar yaratacağını söylemek kanaatimizce hatalı olmayacaktır.

Yeni kanunda devrim(!) olarak nitelendirilen bir düzenlemeye yer verilmiştir : Adli Kolluk.

Kanunun 109. maddesinde, tutuklama sebepleri bulunmasına rağmen üst sınırı üç yılı geçmeyen suçlar bakımından getirilen bu müessesenin uygulanabilirliği bakımından tereddüt yaşamaktayız. 109. maddenin 3 fıkrasında tutuklama yerine başvurulabilecek tedbirler belirtilmiştir: yurt dışına çıkmama, belirlenen yerlere belirlenen sürelerde başvurma, mesleki uğraşlara veya eğitime ilişkin çağrılara uyma,her türlü taşıtı kullandırmama gibi Türkiye şartlarında uygulanması zor tedbirlere yer verilmiştir. Dolayısıyla her ne kadar teorik bakımdan yerinde bir düzenleme ise de, uygulama ihtimali bakımından düşük bir hüküm olduğunu belirtmek gerekmektedir. Nitekim alt yapısı olmayan, henüz belirtilen tedbirleri uygulayacak birimleri hazırlamamışken, böyle bir düzenlemeye yer vermek sadece bazı kesimleri tatmine yönelik olarak görülebilir.

Yeni kanunun 141. maddesi ile 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanunun ilga edildiğini söylemek mümkündür. Bu maddede tazminat istenebilecek haller ayrıntılı olarak belirlendikten sonra, kişinin belirtilen sebeple uğradığı zararı, kararın tebliğinden itibaren üç ay ve herhalde bir yıl içinde isteyebileceği belirtilmiştir. İlgiliye verilecek tazminat , tazminat hukukunun esaslarına göre belirlenecektir.

1412 sayılı yürürlükteki kanunda yer almayan adli kolluk müessesesinden bahsedilerek soruşturma işlemlerinin Cumhuriyet Savcısının emir ve talimatları doğrultusunda hareket edecek olan bu kurum tarafından yapılması düzenlenmiştir. Özellikle hazırlık soruşturmasında ve delillerin toplanması aşamasında sistemi bilen, profesyoneller tarafından yapılacak delil toplama ve iz sürme işlemi, daha hızlı bir yargılamayı sağlayacağı gibi, yargılama makamlarını da rahatlatacaktır. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi , henüz kolluk kuvvetlerinin bu yönde eğitilmemiş oluşu, altyapı ve araç yetersizliği kanunun uygulanabilmesini zor hale getirecektir.

Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nun sanık hakları bakımından kısmen de olsa faydalı hükümler getirdiğini belirtmek gerekir. Nitekim “ifade alma ve sorguda yasak usuller” başlığını taşıyan 148. maddesinin 4. fıkrasında müdafi hazır bulunmaksızın alınan ifadenin sanık tarafından kabul edilmemesi halinde , hükme esas alınamayacağı açıkça belirtilmiştir. Yerinde bir düzenleme olarak göze çarpan bu maddenin , özellikle uygulamada nasıl kabul edileceği büyük önem taşımaktadır.

Özellikle uygulamada hazırlıksız , sadece ifadelere ve bazı isnadlara dayanılarak açılan davaların önüne geçebilmek ve dosyanın yargılama makamı önüne hazır halde getirilebilmesini sağlamak açısından yeni kanununda hakime ve mahkeme heyetine iddianamenin iadesi imkanı sağlanmıştır. 174. maddede yer alan bu müessese ile hakim veya heyet, iddianamenin kendilerine tesliminden itibaren 7 gün içerisinde iddianamenin kanunda belirtilen şartları ve unsurları taşımadığı kanaatine varırsa, eksik ve hatalı noktaları belirtmek suretiyle iddianamenin iadesine karar verebilecektir. Ancak hakim veya heyete yedi gün gibi kısa bir zaman verilmesi yine dosyaların tam anlamıyla incelenememesine neden olacak ve belki de bu kurumdan beklenen amaç elde edilemeyecektir. Nitekim uygulamada onlarca sanıklı, yüzlerce klasörlü davalarla karşılaşıldığı görülmektedir. Böyle bir davada hakimden yedi gün içerisinde dosyayı incelemesini ve karar vermesini beklemek hatalı olacaktır. Belirtilen bu süre hakimi bir anlamda iddianameyi kabule zorlamaktadır.

Kanunun 201. maddesiyle Avrupa’da ve özellikle İtalya’da uygulanmakta olan çapraz sorgu sisteminin biraz daha farklı bir şekli getirilmeye çalışılmıştır. Bu sistem ile Cumhuriyet savcısı, katılan, sanık ve avukatların , tanıklara, katılana, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, doğrudan soru yöneltebilecekleri kabul edilmiştir. Burada önemli olan hususun tuzak soru sorulmaması ilkesi olduğu düşünüldüğünde , başkanın veya hakimin sürekli olarak tetikte olmaları, ülkemizdeki yargılama şekli dikkate alındığında sürekli müdahalelerin yaşanacağı açıktır. Yine madde metninde sorulan sorulara karşı ilgili kişilerin itiraz yani karşı gelme hakkı bulunduğu da belirtilmiştir. Bu madde ile avukatların yargılamaya daha hazır ve aktif olarak katılmaları sağlanmaya çalışılmıştır.

Yeni kanunun “gaibe ihtar” başlığını taşıyan 245. maddesinde , gaibe , duruşmaya gelmesinin uygun bir iletişim aracı ile bildirileceği belirtilmektedir. Dolayısıyla bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra televizyon veya diğer iletişim araçlarında “aranıyorsunuz” ibaresini görebilmek söz konusu olabilecektir.

Gaiplerin yargılanması ile ilgili ilginç bir düzenleme de 246. maddede yer almaktadır. Bu maddeye göre, mahkeme, gaip olan sanık hakkında duruşmaya gelmesi hâlinde tutuklanmayacağı hususunda bir güvence belgesi verebilir ve bu güvence koşullara bağlayabilir. Ancak sanığa verilecek bu güvence belgesinin , sanığın hapis cezası ile mahkûm olması veya kaçma hazırlığında bulunması veya güvence belgesinin bağlı olduğu koşullara uymaması halinde hükmü kalmayacak ve sanık hakkında tutuklama kararı verilecektir. Bu madde ile gaip olan sanıkların kaçak durumuna düşmesinin engellenmesi ve böylelikle yargılamanın tamamlanması amaçlanmaktadır. Ancak yukarıda bazı kurumların uygulanabilirliği bakımından yaşadığımız tereddütü bu kurum içinde yaşadığımızı belirtmek isteriz.

5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu’nun 73. maddesinde düzenlenen ve Türk Ceza Hukukuna yeni giren uzlaşma kurumunun uygulanmasına ilişkin hükümler 253, 254 ve 255. maddelerde ayrıntıları ile düzenlenmiştir. Buna göre hakime ve Cumhuriyet Savcısına , failin sözkonusu kusurlu hareketten doğan zararın tamamını veya bir kısmını gidermesi koşulu ile fail ile mağduru uzlaştırma imkanı verilmiştir. Tarafların uzlaşması ile birlikte cumhuriyet savcısı veya hakim tarafından düşme kararı verilecektir.

Yeni kanunla , daha önce var olan ancak kaldırılan bir kanun yolu olan istinafa yer verilmiştir. Kanunun 272-285. maddeleri arasında düzenlenen bu olağan kanun yolu ile yüksek mahkeme olan Yargıtay’ın yükü hafifletilmeye çalışılmıştır. Bir ilk derece mahkemesi gibi düzenlenmeye çalışılan istinaf mahkemelerine hangi kararların geleceği ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Ancak bu yolun kabulü ülkemizde geciken adaleti daha da geciktirecek niteliktedir. Nitekim şu an yargılama yapan adliyelerin durumu ortadayken, bu kadar hakim savcı açığı varken, gerekli alt yapı hazır değilken böyle bir düzenlemeye yer vermek , adaleti hızlandırmanın aksine tekraren belirtelim ki yavaşlamasına neden olacaktır.

Yargılamanın hızlandırılması yönündeki bir başka düzenlemeye kanunun çeşitli hükümler başlığını taşıyan 332. maddesinde yer verilmiştir. Bu madde ile tüm kurum veya kuruluşlara cumhuriyet savcısının veya mahkemenin soruşturma veya kovuşturma ile ilgili istediği bilgileri on gün içerisinde verme zorunluluğu getirilmiştir.

Son olarak belirtmek gerekir ki, yürürlükteki kanunda yer alan şahsi dava, ceza kararnamesi, memnu hakların iadesi, acele itiraz ve karar düzeltme yollarına bu kanunda yer verilmemiştir.

Sonuç :

Avrupa Birliği sürecinde çıkartılmış Ceza Muhakemesi Kanunu’nun kısmen de olsa faydalı hükümler getirdiği söylemek mümkündür. Ancak özellikle tartışılmadan, uygulayıcıların ve akademisyenlerin görüşleri dikkate alınmadan çıkartılan bu kanunun sakıncaları veya faydaları uygulama sırasında görülecektir. Nitekim kanunlar ne kadar adil olursa olsun yargılamanın üç ana unsurundan olan uygulayıcıların, anlayışları ve olaylara bakış açıları büyük önem taşımaktadır. Bu kanununda neler getireceği yürürlüğe gireceği 1 Nisan 2005 tarihinden sonra görülecektir. Ancak şunu tekrar ve önemle belirtmek gerekir ki , kanunlar kadar önemli olan, onun uygulayıcıları ve uygulama koşullarıdır.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Yeni Kurumları İle Ceza Muhakemesi Kanunu" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Serdar Mermut'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
18-01-2006 - 09:24
(6674 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 7 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 5 okuyucu (71%) makaleyi yararlı bulurken, 2 okuyucu (29%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
10330
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 9 saat 1 dakika 28 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,55 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 16122, Kelime Sayısı : 2009, Boyut : 15,74 Kb.
* 23 kez yazdırıldı.
* 1 kez arkadaşa gönderildi.
* 29 kez indirildi.
* 14 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 227
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,03525996 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.