Hukuki Yarar Kavramı ve Dava Şartı Olarak Değerlendirilmesi
Av. İsmail DUYGULU
1.Hukuki yarar kavramının tanımı ve yargısal yorumu:
Hukuki yarar, bireyin mahkemeye erişim hakkı, adalet sisteminin etkinliği ve hak arama özgürlüğü ile doğrudan ilişkili temel bir dava şartıdır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 114. Maddesi (1. fıkra, h bendi)nde, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması dava şartları arasında sayılmıştır. Buna göre mahkemelerin bir davayı inceleyebilmesi için davacının korunmaya değer ve güncel bir menfaatinin bulunması zorunlu tutulmuştur.
Hukuki yarar, yalnızca usule ilişkin bir şart değil, aynı zamanda bireyin hukuk düzeni tarafından korunma hakkını kullanabilmesi için gerekli olan bir güvence mekanizmasıdır. Bu nedenle, hukuki yarar kavramı dar ve şekilci bir bakış açısıyla yorumlanmamalı; bireyin hukuki korunma ihtiyacına uygun şekilde esnek ve hakkaniyete uygun değerlendirilmelidir.
Hukuki yarar, davacının korunmaya değer bir menfaatinin bulunmasını gerektirir. Ancak, hukuki yararın varlığı salt şekli bir şart değildir; hukukun temel ilkeleri olan adalet, hakkaniyet ve mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hakim, hukuka ve hakkaniyete göre karar vermelidir (TMK.m.4).
Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararlarına göre hukuki yarar, davanın açıldığı tarih itibariyle mevcut olmalıdır. Dava açıldıktan sonraki aşamada meydana gelen değişikliklerle hukuki yararın olmadığı ileri sürülemez. Aksi takdirde, davacının hak arama özgürlüğü zedelenmiş olur.
Bu husus, hukuki güvenlik ilkesi ve hukuk devleti ilkesi ile doğrudan bağlantılıdır. Zira, bir davanın açılabilmesi için gerekli şartların sonradan meydana gelen idari veya yargısal işlemlerle ortadan kaldırılması, yargılamanın işlevselliğini zedeler ve davacı açısından öngörülemez sonuçlar doğurur.
Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler (HMK.m.115/1). Bu şartlar arasında hukuki yarar da yer almaktadır. Bu yaklaşım, hem Anayasa m.36’daki hak arama hürriyetinin dürüstlük kuralına uygun kullanılmasını sağlar hem de haksız davalarla yargının meşgul edilmesini önler.
2. Anayasal temel:
Dava hakkı, Anayasa ile teminat altına alınmıştır.
Herkes, meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri (mahkemeler)
önünde davacı veya davalı olarak iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir (Anayasa m. 36, AİHS m. 6/1). Ancak, dava hakkı hukuki yarar (menfaat) ile sınırlıdır ve mahkemenin bir davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için davacının dava açmakta hukuki yararının olması gerekir.
Dava takip yetkisi ise, talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Davayı takip yetkisi dava şartlarından olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebilir ve mahkemece de nazara alınır. Kural olarak, taraf ehliyeti ve dava ehliyeti bulunan kişinin davayı takip yetkisi de vardır. Ancak, bazı hallerde gerçek veya tüzel kişilerin taraf ehliyeti ve dava ehliyeti olsa da davayı takip yetkisi olmayabilir (Örn. müflisin durumu).
Bir subjektif hakkı, dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bu nedenle, o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine aittir. Bir davada, davacı ya da davalı sıfatına sahip olunup olunmadığı hususu gerçekte dava konusu hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur. Sıfatın usul hukuku bakımından önemi ise, mahkemenin o dava konusu hakkında inceleme yapıp, karar verebilmesine etkisi noktasındadır (YHGK’nun 2012/14-121 esas ve 25.04.2012 tarihli 2012/323 K.).
Hukuki yarar kavramı, yalnızca HMK m.114 kapsamında bir dava şartı olarak değil, aynı zamanda Anayasa’nın 36. maddesi (Hak Arama Hürriyeti) ve 125. maddesi (İdari İşlemlere Karşı Yargı Yolu) çerçevesinde de ele alınmalıdır.
Anayasa Mahkemesi de, bireysel başvurularda hukuki yararın dar yorumlanmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini vurgulamıştır. Bu nedenle, ulusal mahkemelerin hukuki yararı değerlendirirken davacının temel haklarının korunmasını önceliklendirmesi gerekmektedir.
3.Hukuki yararın değerlendirilmesinde dava tarihinin önemi:
Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararlarına göre hukuki yarar, davanın açıldığı anda
mevcut olmalı ve sonradan oluşan idari veya hukuki gelişmeler bu yararı ortadan kaldırmamalıdır. Aksine yorum ve yaklaşım, hukuki güvenlik ilkesine ve adil yargılanma hakkına aykırıdır. Dava açılırken, hukuki yarar mevcut olmalıdır. Ancak bazı durumlarda yargılama sürecinde tamamlanabilir.
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında, hukuki yararın dava açıldığı tarihte mevcut olup olmadığına bakılmaksızın, sonradan oluşan gelişmelere dayanarak davanın reddedilmesinin hukuka aykırı olduğu açıkça belirtilmiştir.
Mahkeme, davanın açılmasına neden olan hukuki hatanın dava tarihinde mevcut olup olmadığını dikkate almaz, bunun yerine sonradan yapılan idari düzeltmeleri gerekçe göstererek davayı hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddeder ise, bu isabetli olmaz. Oysa hukuki yarar, davanın açıldığı tarih esas alınarak değerlendirilmelidir.
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında da hukuki yararın dava açıldığı tarihte bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, sonradan oluşan gelişmelere dayanarak davanın reddedilmesinin hukuka aykırı olduğu açıkça belirtilmiştir. Bu doğrultuda, dava açıldıktan sonra yapılan idari düzeltmeler veya mevzuat değişiklikleri, davacının hukuki yararını ortadan kaldırmaz.
Yargıtay, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının davanın açıldığı tarihte belirlenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
4.Her davanın kendi somutunda değerlendirilmesi:
Her dava kendi somutunda, kendi koşullarında görülüp değerlendirilmelidir. Her dava,
açıldığı tarihte tesbit edilen kendi özelindeki durum ve koşullar esas alınarak hüküm kurulur.
Örneğin nafaka davalarında hükmün, dava tarihinden itibaren uygulanması gerektiği yönünde alınan içtihadi karar uyarınca, her davanın açıldığı tarihteki koşullarına göre görülüp sonuçlandırılması gerektiği ortaya çıkmıştır. İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar (Yargıtay Kanunu m. 45/5).
5. Hukuki yararın idari işlemlerle ortadan kaldırılması sorunu:
Bazı davalarda idari makamların yargılama devam ederken işlem tesis etmesi, hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın reddine gerekçe gösterilmektedir.
Örneğin, bir tapu kaydının düzeltilmesine ilişkin davada, mahkeme davacıya önce idari başvuruda bulunma ve reddedilmesi halinde dava açma yetkisi vermiştir. Ancak, idari başvurunun reddedilmesine rağmen, mahkeme hukuki yararın yokluğu gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
Bu durum, mahkemenin kendi kararlarıyla çelişmesi anlamına gelir ve adil yargılanma hakkının ihlal edilmesine neden olur.
Mahkemelerin verdiği yetki kapsamında açılan davalarda, mahkemelerin davacının hukuki yararını tartışmaya açması, diğer bir mahkemenin ya da kendi verdiği yetki belgesi doğrultusunda hukuki yararın kabul edilmesine rağmen, daha sonra hukuki yarar yokluğu gerekçesiyle davanın reddedilmesi, açık bir çelişki oluşturur. Mahkeme, davacıya tapu kaydının düzeltilmesi için idari başvuruda bulunma ve başvurunun reddedilmesi halinde dava açma yetkisi vermiş ise, davacı da mahkemenin verdiği yetkiye uygun olarak önce idari başvuruda bulunmuş, ret cevabı aldıktan sonra da dava açmış ise, buna rağmen, mahkemenin idari işlemleri gerekçe göstererek davayı hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddetmesi, mahkemenin diğer mahkemenin ya da kendi kararlarıyla çelişmesi anlamına gelmektedir.
Bu tür bir yargısal hata, özellikle mülkiyet hakkının korunması açısından önemli sonuçlar doğurabilir. Anayasa’nın 35. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 No’lu Ek Protokolü mülkiyet hakkının korunmasını güvence altına alır. Dolayısıyla, mülkiyet hakkı ihlal edilen kişilerin yargı yoluna başvurmasının hukuki yarar yönünden engellenmesi, bireylerin hak arama özgürlüğünü zedeler.
6. İdari işlemler sonrasında hukuki yararın devamı:
Dava açıldıktan sonra idari makamların yaptığı işlemler veya değişiklikler, davanın konusunu ortadan kaldırabilir. Örneğin davacı, bir idari işlemin iptali için dava açmışken idare bu işlemi geri alırsa, dava konusuz kalmış sayılır. Böyle durumlarda, mahkemeler hukuki yararın dava tarihindeki varlığına bakarak hareket eder. Yani davanın açıldığı anda davacının meşru bir menfaati bulunduğu kabul edilir; idari işlemin sonradan geri alınması, davanın açılma anındaki haklı yararı ortadan kaldırmaz. Uygulamada mahkemeler, davanın konusuz kalması halinde “esasa ilişkin karar verilmesine yer olmadığı” yönünde hüküm kurar ve sadece yargılama giderleri hakkında karar verir.
Bu tür durumlarda mahkemelerin önündeki kritik nokta, davacının elde etmek istediği hukuki sonucun idari işlemle gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Eğer idari işlem davacının talebini tam olarak karşılamışsa, davanın sürdürülmesinde hukuki yarar kalmamış olabilir. Ancak burada da bir ayrım gözetilir: Davacının başka talep veya zararları devam ediyorsa hukuki yararı tamamen ortadan kalkmamıştır.
Örneğin, yalnızca idari işlemin iptali istenen bir davada idare kendiliğinden işlemi geri almışsa, iptal talebi konusuz kalır; fakat davacı ayrıca bu işlem nedeniyle tazminat talep etmişse, bu yönden yargılama sürer (hukuki yararı devam eder). Yargıtay 10. Hukuk Dairesi de “dava tüm tarafları bakımından tamamen konusuz kalmadıkça yargılamaya devam edilmesi gerekir” diyerek kısmi konusuzluk halinde davanın kalan kısımları için hukuki yararın sürdüğünü belirtmiştir. Sonuç olarak, idari bir işlem sonrası davanın konusuz kalması durumunda, mahkeme hukuki yarar şartının dava açıldığı anda mevcut olduğunu varsayar ve genellikle davayı usulden reddetmez. Aksine, davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına dair hüküm tesis ederek, davacıyı başlangıçta haklı ise yargılama giderleri açısından korur. Bu uygulama, davacıların sonradan gelişen sebepler yüzünden geriye dönük olarak hak arama imkanından mahrum kalmamalarını sağlamaktadır. Aksi tutum, davacının dava açarken var olan meşru menfaatini göz ardı etmek anlamına geleceğinden hukuk güvenliği ile bağdaşmaz.
7. Özel hukuk yargılamasında hukuki yarar:
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.
Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır.
Aranılan bu yarar, hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın, ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması da gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez.
Hukuki yarar bir anlamda, hukuki korunma (himaye) ihtiyacıdır. Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.
Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu (HMUK)'nun yürürlükte olduğu dönem içinde öğreti ve yargısal kararlar, dava açarken hukuki yararın bulunması gerektiğini kabul etmiştir. Bu şart, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli şartlar arasında sayılmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.
Bundan hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığı mahkemece, taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir.
8.Tapu kaydı düzeltme davalarında hukuki yarar:
8.1.4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Düzeltme” başlıklı 1027.maddesinde:
“İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak
mahkeme kararıyla düzeltebilir.” Tapu kaydı düzeltme davası açabilmek için davacının hukuki yararı bulunmalıdır. Tapu kaydı düzeltme davalarında hukuki yararın varlığı, davacının kayıt üzerinde doğrudan bir hakkının bulunmasına bağlıdır.
Tapu kayıt düzeltilmesi davasını, kural olarak tapu maliki ile mirasçıları açabilir.
Örneğin, bir taşınmaz malikinin ismi tapuda yanlış yazılmışsa, malik hayatta olduğu sürece bir başkası (örneğin mirasçısı) onun yerine dava açamaz; zira hukuki yarar sadece hatadan doğrudan etkilenen kişiye aittir. Malikin ölmesi halinde ise, tapu kaydında malik isminin hatalı yazılması durumunda mirasçılar, miras bırakandan sonra dava açabilir mi? sorusu, hukuki yarar bakımından tartışmalıdır. Ancak malik öldükten sonra mirasçıları hukuki yarar sahibidir. Yargıtay kararlarına göre, mirasçılar ancak malik öldükten sonra hukuki yarara sahip olabilir.
8.2.Bakanlar Kurulunun 27.07.2013 tarih ve 2013/5150 sayılı kararı ile kabul edilerek
17.08.2013 tarih ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni Tapu Sicili Tüzüğünün 75. Maddesinde,
“(1) Kadastro çalışmalarından kaynaklanan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hataları ilgilisinin başvurusu üzerine;
a) Senetsizden tespitlerde; nüfus kayıt örneği ve taşınmazın bulunduğu belediye veya muhtarlıktan alınacak fotoğraflı ilmühaber,
b) Kayda dayalı tespitlerde; dayanağı kayıt ve belgeler, incelenmek ve gerektiğinde tanık ve varsa tespit bilirkişileri dinlemek ve zeminde inceleme yapmak suretiyle istemin gerçek hak sahibinden geldiği belirlenirse, istem yevmiye defterine kaydedilerek düzeltilir.
(2) Zeminde inceleme, kadastro müdürlüğü teknik personeli ile birlikte yapılır ve inceleme neticesinde teknik rapor düzenlenir. Zeminde incelemede, komşu parsel malikleri, muhtar ve diğer ilgililer dinlenir; vergi kaydı ve diğer her türlü bilgi ve belgeden yararlanılır.
(3) Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi ve eksikliklerin giderilmesinde de yukarıdaki fıkralar uygulanır.
(4) Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur.”
Yargıtayın kararına göre, düzenlemenin 75/4. maddesine göre, tapu kaydında düzeltim istemli bir dava açmadan önce müdürlüklere başvuru yapılması zorunlu tutulmuş ise de, bu zorunluluğun müdürlüğün verdiği kararlara karşı itiraz yollarının tüketilmesi aşamasını kapsamadığına işaret olunmuştur. Davacı, tapu kaydı düzeltme davası açmadan önce, ön şart olarak, tapu müdürlüğüne başvurarak düzeltim talep etmelidir. Talebin reddedilmesi halinde, mahkemeye başvurma hakkı doğmuş olur. Davacının tapu müdürlüğüne başvurusu zorunlu bir ön şart olsa da, idari itiraz yollarının tüketilmesi zorunlu değildir.
Tapu kaydının düzeltilmesi davalarında, tapu müdürlüğüne başvurunun dava şartı olarak kabul edilmesi gerektiğini, ancak idari itiraz yollarının tüketilmesinin zorunlu olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak, tapu kaydı düzeltim davalarında hukuki yarar, hatalı kayıttan doğrudan etkilenen kişinin menfaati olarak değerlendirilir. İlgili kişi, önce tapu sicil müdürlüğüne başvurarak düzeltim talep etmeli; talep reddedilirse hukuki yararı doğmuş olacağından mahkemeye başvurabilir. Yargıtay’ın yerleşik içtihadı, müdürlükten ret kararı alan kişinin dava açmakta menfaatinin olduğunu ve davanın esası incelenmesi gerektiğini kabul etmektedir.
8.3.4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 640/4.maddesinin "... mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır..." hükmü ile yine aynı Kanunun 702/4. maddesinin "...ortaklardan her biri, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir. Bu korumadan bütün ortaklar yararlanır..." hükmünde terekenin lehine olan durumlarda ortaklardan her birinin topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabileceği ve bu korumadan bütün ortakların yararlanabileceği öngörüldüğünden, elbirliği mülkiyetinde, ortaklardan herhangi biri de tek başına, tapuda miras bırakanla ilgili olarak düzeltme isteyebilir.
8.4.Tapuda kayıt düzeltilmesi davasını açabilecekler bununla sınırlı değildir. Yine bazı durumlarda, devam eden bir davada hakimin verdiği yetki belgesi, sınırlı menfaat sahiplerinin de dava açabilmesini sağlar. Tapu kaydındaki eksiklik ya da yanlışlık bir başka dava sırasında saptanıp da bu eksikliğin giderilmesi için taraflara yetki verildiğinde, yetki verilen kişi kaydın düzeltilmesi için dava açma olanağına sahiptir. Diğer bir anlatımla tapuyu doğrudan ilgilendiren davalarda tapu kaydındaki yanlışlıkların giderilmesi yeni bir hüküm tesisini gerektiriyorsa, mahkemece re’sen ya da ilgilinin talebi üzerine yetki verilerek dava açılması sağlanır.
Bir başka mahkemede yapılan yargılama sırasında “tapu kayıt malikinin kimliğinin tespiti”nin açıklanan şekilde bir ön sorun oluşturduğu hallerde de, o mahkeme; davanın görülebilmesi için öncelikle, tapuda kayıt düzeltilmesini sağlamak üzere ve konudaki hukuki yararın varlığını kabulle, o davadaki davacıya tapuda kayıt düzeltilmesi davası açmak ve yürütmek konusunda “yetki belgesi” düzenleyebilir. İşte bu halde de, dava açma konusunda “yetki belgesi” ile yetkilendirilen kişi ya da idare de tapuda kayıt düzeltilmesi davası açabilir.
Böyle bir durumda mahkemece, elindeki davanın yürütülebilmesi için görülen lüzum üzerine ve hukuki yararın varlığını kabulle düzenlenen yetki belgesi, lehine düzenlenen tarafa davayı takip yetkisi verir ve davada taraf olma sıfatı kazandırır. Burada artık davanın açıldığı mahkemenin, eldeki davanın yetki belgesi kapsamında açılıp açılmadığını incelemek dışında, bir başka mahkemece o yetki belgesinin düzenlenmesine dayanak alınan hukuki yararı ve bu hukuki yarara dayanarak yetkilendirilen kişiye verdiği davacılık sıfatını tartışması olanaklı değildir.
Bu şekilde, mahkemenin davacıya tapu kaydını düzeltme davası açma yetkisi vermesiyle, davacının hukuki yararının kabul edilmektedir. Mahkemelerin bu tür davalarda esasa girerek inceleme yapması gerekir. Bu ilke, tapu düzeltme davalarında gereksiz bürokratik engellerin önüne geçerek davacıların hukuki yararını korumaktadır.
Bu karar, tapu kaydındaki maddi hataların düzeltilmesi için açılan davalarda davacının hukuki yararının bulunduğunu belirtmektedir. Böyle bir durumda, yetki belgesine dayanarak dava açan davacının hukuki yararı ve davacılık sıfatı artık tartışılamaz. Mahkemenin verdiği yetki belgesine istinaden tapu kaydı düzeltimi davası açan davacının aktif dava ehliyeti olduğu, yerel mahkemenin bu yetkiye dayanarak davayı görmesi gerektiği ifade edilmiştir.
8.5.Anayasa Mahkemesi, tapu kaydında düzeltim davası açabilmek için idareye başvuru zorunluluğunun yalnızca bir tüzük düzenlemesi ile getirilemeyeceği, bu tür bir zorunluluğun mahkemeye erişim hakkını ihlal edeceği belirtmiştir.
Bu karar sonrasında Yargıtay, tapu kaydının düzeltilmesi davalarında Tapu Sicili Tüzüğü’nün dava şartı getiremeyeceğini belirtilerek, tüzük hükümlerine dayanarak davanın usulden reddedilmesinin hukuka aykırı olduğuna işaret etmiştir. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmemesi için davanın esasına girilerek değerlendirilmesi gerektiği yönünde karar verilmiştir.
8.6.Mahkeme, ancak davacının tapudaki yanlışlıkla hiçbir ilgisinin olmadığını veya usulen yetkisiz olduğunu tespit ederse hukuki yarar yokluğundan söz edebilir. Bu da örneğin davacının o taşınmazla hiçbir hak bağlantısı olmaması gibi durumlarda geçerlidir. Genel olarak, tapu kayıtlarının düzeltilmesinde kamu yararı da bulunduğundan, hukuki yarar şartı geniş yorumlanmakta ve hak sahiplerinin mahkemeye erişimi temin edilmektedir.
9. Mülkiyet hakkı ve hukuki yarar:
Mülkiyet hakkı (Anayasa m.35 ve AİHS Ek 1 No’lu Protokol m.1) kapsamında, hukuki yararın dar yorumlanması bireylerin mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurularda, mülkiyet hakkıyla bağlantılı
uyuşmazlıklarda mahkemeye erişimin engellenmesini Anayasa m.36 kapsamında değerlendirmekte ve ihlal kararları vermektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, başvurucunun kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkiyet edinme talebinin şekli nedenlerle reddedilmesini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Ek 1 No'lu Protokolü'nün 1. maddesi kapsamında mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir.
10. Hukuki yararın tapu iptal ve tescil davalarındaki yeri:
Tapu iptali ve tescil davalarında davacının taşınmaz üzerindeki hakkını mahkeme kararıyla koruma ihtiyacı bulunmalıdır.
Örneğin, bir taşınmaz miras yoluyla intikal ettirilmeden üçüncü bir kişiye satılmışsa, mirasçılar bu işlemi geçersiz kılmak için dava açabilir. Ancak, dava açan kişinin mirasçı sıfatı olmadığı veya taşınmazla hukuki bağlantısı bulunmadığı ortaya çıkarsa, hukuki yararın yokluğu nedeniyle dava reddedilir.
11. Tüketici davalarında hukuki yararın sınırları
Tüketici davalarında hukuki yararın değerlendirilmesi, özellikle haksız şartlar, ayıplı mal ve hizmetler ile kredi sözleşmelerinde önem taşır.
Tüketici davalarında da usul yönünden HMK kuralları uygulanacağından, özellikle kredisi sözleşmelerinde haksız şartların bulunması halinde tüketicinin hukuki yararının varlığının kabul edilmesi gerektiğinden, bu davalarda da hukuki yarar şartı aranacaktır.
Örneğin, bir bankanın müşterisinden usulsüz olarak tahsil ettiği dosya masrafları veya sigorta primleri nedeniyle açılan davalarda tüketicinin hukuki yararı açıktır. Ya da tüketiciye zorla kesilen sigorta primleri veya dosya masraflarının iadesi talebi, tüketicinin hukuki yararının bulunduğunu gösterir. Ancak, sözleşmenin geçerliliğine etki etmeyen ufak ihlallerde hukuki yararın yokluğu kabul edilebilir.
12. İş davalarında hukuki yarar:
Özel hukuk davalarında olduğu gibi, iş davalarında da hukuki yararın davanın açıldığı tarihte mevcudiyeti aranır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, hukuki yararın dava açıldığı anda mevcut olması gerektiğini, sonradan oluşan gelişmelerin davacının hukuki yararını ortadan kaldırmayacağını açıkça vurgulamıştır. Hukuki yararın yalnızca dava şartı olmadığını, aynı zamanda bireyin mahkemeye erişim hakkının bir unsuru olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Buna göre, dava açıldığı sırada hak aramak için mahkeme kararına ihtiyaç yoksa, hukuki yarar yok kabul edilir.
Anayasa Mahkemesi, işçilik alacaklarının ödenmemesi nedeniyle açılan davanın hukuki yarar yokluğu gerekçesiyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği tespit etmiştir. Mahkeme, belirsiz alacak davasının açılmasına ilişkin katı yorumun, işçinin hak kaybına yol açtığı ve hukuki güvenliği zedelediği belirtilerek başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine dair karar vermiştir.
13.Menfi tespit davasında, hukuki yarar:
13.1.Davalar eda, tespit ve inşai davalar olarak üçe ayrılmaktadır. Eda davalarında, bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile de var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.
Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesidir. Tespit davasında sadece tespit hükmü verilebilir.
Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir, diğer bir anlatım ile davalının varlığını inkar ettiği ilişkinin var olduğu veya yokluğunu inkar ettiği hukuki ilişkinin yok olduğu kesin olarak hükme bağlanır. Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
Tespit davasında, eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. Çünkü tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfi tespit davalarında aranılan hukuki yarar, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnasını oluşturur.
13.2.Menfi tespit davalarında davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukuki yararının) varlığı, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit altında olmasına bağlıdır. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar ve davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır.
Menfi tespit davalarında, borçlunun güncel bir hukuki tehditle karşı karşıya olması ve mahkeme kararına başvurmaktan başka bir yolu olmaması gerekmektedir. Örneğin eda davası açılabiliyorsa, tespit davasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilebilir. Ancak kişinin hukuki yararı var ise hem tespit, hem de eda davası açabilmelidir.
Menfi tespit davalarında hukuki yarar, borçlunun haksız bir icra takibine veya borç ilişkisine maruz kaldığını iddia etmesi ve mahkemeden bu durumu tespit ettirmesi gerekliliği ile doğrudan bağlantılıdır.
Borçlu, icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açabilir. Ancak, icra takibinden önce açılan davalarda hukuki yararın varlığı daha sıkı bir şekilde incelenir. Hukuki yararın bulunabilmesi için, borçlunun maddi bir risk veya hukuki belirsizlik içinde olması gerekmektedir. İcra takibi başlatıldıktan sonra menfi tespit davası açılması genellikle hukuki yarar şartını sağlar, ancak takip başlamadan açılan davalarda bu şartın somut olay bazında değerlendirilmesi gerekir.
Eğer borçlu, borçlu olmadığına ilişkin iddiasını icra takibine itiraz ederek veya başka yollarla ileri sürebiliyorsa, menfi tespit davası açmasında hukuki yarar bulunmayabilir. Bu sebeplerle, menfi tespit davasında hukuki yararın tespiti, borçlunun içinde bulunduğu koşullar ve mevcut hukuki risklerin varlığına göre değerlendirilmelidir.
14.Ceza yargılamasında hukuki yarar sorunu:
Ceza yargılamasında hukuki yarar, özellikle müştekinin veya zarar görenin davaya katılma talebi bakımından önem arz eder. Ceza davalarında hukuki yarar, özellikle müştekinin veya zarar görenin davaya katılma talebi bakımından değerlendirilir.
CMK m. 217 kapsamında, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler. Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır.
Müştekinin, suça konu olaydan doğrudan etkilenmemesi halinde davaya katılma talebinin hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddedileceği anlaşılmaktadır.
Örneğin, bir kişinin dolandırıcılık suçuna maruz kalmadan, sırf şahsi husumet nedeniyle ceza davasına katılmak istemesi, hukuki yararın yokluğu nedeniyle reddedilecektir. Ancak, suçtan doğrudan zarar gören kişiler bakımından hukuki yararın varlığı kabul edilmelidir.
15. İdari yargıda hukuki yararın sınırları:
İdari yargıda hukuki yarar, bireysel, güncel ve meşru bir menfaatin varlığına dayanmalıdır.
Danıştay kararlarında hukuki yarara işaret olunmuştur.
İdari işlemlere karşı açılan davalarda davacının doğrudan menfaatinin olması gerekmektedir. Örneğin, bir belediyenin imar planında değişiklik yapması halinde, o bölgede mülkiyet hakkına sahip olmayan bir kişinin bu düzenlemeye karşı dava açması mümkün değildir. Ancak, aynı bölgedeki bir arsa sahibi, imar değişikliği sonucu mülkiyet hakkı veya kullanım hakkı ihlal edildiyse, hukuki yararının varlığı kabul edilmelidir.
16. Hukuki yararın zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerle ilişkisi:
Hukuki yarar, davanın açılma süresi bakımından da değerlendirilmelidir. Zamanaşımı süresi dolduktan sonra açılan bir davada hukuki yararın artık mevcut olmayacaktır.
Örneğin, bir işçi kıdem tazminatı alacağı için beş yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra dava açarsa, hukuki yarar yokluğu nedeniyle davası reddedilir. Ancak, işçinin zamanaşımı süresinin kesildiğini gösteren bir belgesi (örneğin işverenin kabul beyanı) varsa, hukuki yararı devam etmektedir.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay’ın katı yorumuyla belirsiz alacak davasının reddedilmesinin dört yıllık yargılama sürecini boşa çıkarıp alacakları zamanaşımına uğrattığı belirtilerek 36. madde kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Öte yandan, 6098 syl. TBK m. 158 kapsamında, “davanın reddinde ek süre” başlığı altında yer alan m. 158 uyarınca, dava veya def'i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilecektir.
17. Adil yargılanma hakkı ve hukuki yarar:
Hukuki yarar, adil yargılanma hakkının bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Hukuki
yarar, bireyin mahkemeye erişim hakkının bir unsuru olup, aşırı biçimcilik nedeniyle dar yorumlanması adil yargılanma hakkını ihlal edebilir
Hukuki yararın ağır ve dar şekilcilikle yorumlanması, mahkemeye erişim hakkını
zedeleyebilir. Adil yargılanma hakkı (AİHS m.6), hukuki yararın dar yorumlanması halinde ihlal edilebilir.
AİHS m.6/1 her bireyin medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkını zımnen güvence altına alır. Bu hak mutlak değildir; devletler usule ilişkin bazı sınırlamalar getirebilir. Ancak AİHM’e göre bu sınırlamalar meşru bir amaç gütmeli ve kişinin mahkemeye erişim hakkının özünü zedelemeyecek oranda olmalıdır. Orantısız veya aşırı biçimci sınırlamalar, AİHS m.6/1’e aykırı sayılmaktadır. Hem Anayasa Mahkemesi (AYM) hem de AİHM kararları, bireylerin makul olmayan şekilde dava açmaktan alıkonulmasının hak arama özgürlüğüne aykırı olduğunu ortaya koymuştur. Anayasa Mahkemesi, hukuki yarar yokluğu nedeniyle davaların usulden reddedilmesinin, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamıştır. Anayasa Mahkemesi, hukuki yararın dar yorumlanmasının mahkemeye erişim hakkının ihlali olduğunu değerlendirmiştir. Bu kararda AYM, 6100 sayılı HMK’nın hakime dava şartı noksanlıklarını tamamlattırma imkanı verdiğini, dolayısıyla davanın doğrudan reddinin “son çare” olması gerektiğini belirtmiştir. Davacıya talebini düzeltme fırsatı verilmeden, salt hukuki yarar yokluğu gerekçesiyle davanın reddedilmesinin ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varılmıştır. AYM, yargı mercilerinin şekil şartlarını katı uygulayarak esası hiç incelememesinin, hakkaniyete uygun olmadığını vurgulamıştır. Mahkemelerin görevi, mümkün olduğunca davanın esasını ele alıp adil bir karara ulaşmaktır; usuli gereklilikler bu amacı aşırı ölçüde engelliyorsa, devreye adil yargılanma hakkı girer. Son yıllarda AYM’nin mahkemeye erişim hakkı konusundaki içtihadı, hukuki yarar eksikliği nedeniyle davanın reddi gibi durumlarda bireylerin Anayasa m.36 ile güvence altına alınan hakkının zedelendiğini ortaya koymaktadır. AİHM, mahkemeye erişim hakkının bireylerin medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili iddialarını mahkemeye sunabilmesini kapsadığını belirtmiştir. Karara göre, ağır biçimde hukuki yarar şartının uygulanmasının, bireylerin hak arama yollarını kapatmaması gerekmektedir. AİHM, Türkiye ile ilgili kararlarında benzer şekilde, mahkemeye erişimi ölçüsüz kısıtlayan uygulamaların 6. maddeye aykırı olduğunu ifade etmiştir. İşte bu prensip ışığında AİHM, ulusal mahkemelerin hukuki yarar yokluğu gibi gerekçelerle davaları dinlemeyeceği durumları yakından incelemektedir. Bu kapsamda, hukuki yarar şartı dar yorumlanmamalı, davacıya mümkün mertebe usuli eksikliklerini giderme veya talebini düzeltme imkanı tanınmalıdır. Aksi halde yargılama, şekilcilik nedeniyle esasa hiç girilmeden sona ermekte ve kişi yönünden etkili bir başvuru yolu kalmamaktadır. Sonuç olarak, adil yargılanma hakkı, hukuki yarar kavramının yorumunda bir rehber işlevi görmelidir. Yargıtay’ın da belirttiği gibi, hukuki yarar dava şartının gözetilmesi, hak arama özgürlüğünün dürüstlük kuralına uygun kullanılmasını sağlama amacına hizmet etmelidir. Bu amacın ötesine geçip bireylerin hak arama yolunu kapatan yorumlar kabul edilemez. Hem ulusal yargı mercileri hem de AİHM, bireylerin etkili bir mahkeme erişimi olmasını, hukuki yarar gibi dava şartlarının hakkın özünü zedelemeyecek şekilde uygulanmasını şart koşmaktadır. Bu bağlamda, hukuki yarar eksikliği nedeniyle davanın reddi istisnai olmalı; davacının talebi hukuken korunmaya değer değilse veya dava açıkça dayanaktan yoksun ise gündeme gelmelidir. Aksi takdirde, şekli prosedür engelleri, adil yargılanma hakkının ihlaline yol açacaktır.
18. Yargıtay içtihatları çerçevesinde hukuki yarar:
Mülkiyet hakkının korunması (Anayasa m.35 ve AİHS Ek 1 No’lu Protokol m.1) çerçevesinde, hukuki yarar şartının katı yorumlanması bireylerin mülkiyet haklarını etkileyebilir.
Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkı ihlal edilen kişilerin etkili bir yargısal başvuru yapabilmelerinin önemini vurgulamaktadır. Özellikle tapu kayıtlarına ilişkin hatalar veya mülkiyet uyuşmazlıklarında, davacının mülkiyet hakkını savunabilmesi için hukuki yararının varlığı kabul edilmelidir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yerleşik içtihatlarına göre, hukuki yararın değerlendirilmesinde esas alınması gereken tarih, davanın açıldığı tarihtir. Sonradan meydana gelen gelişmeler (idari işlemler vb.), davanın açıldığı tarihte mevcut olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz. Dava açıldığı tarihte mevcut olan hukuki durumun mahkemece göz ardı edilmesi, hukuka açıkça aykırıdır.
Benzer şekilde Anayasa Mahkemesi de mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkı ile ilgili kararlarında, davacıların mahkemeye başvurmasının önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini vurgulamıştır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, tapu kaydındaki yanlış isim düzeltimi davasında davacının menfaati olduğunu ve idari başvuru yapmış olmasının dava açmaya yeterli sayılması gerektiğini onamıştır.
19. Hukuki yararın bireysel başvurular kapsamında incelenmesi:
Anayasa Mahkemesi ve AİHM, hukuki yararın mahkemeye erişim hakkını etkileyip etkilemediğini inceler.
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurularda hukuki yararın dar yorumlanmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir.
Benzer şekilde AİHM, hukuki yararın yargı süreci boyunca korunması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu nedenle, mahkemelerin hukuki yarar yokluğu nedeniyle davaları usulden reddetmesi, ancak davacının başka bir yargısal mekanizmaya başvuru imkanı olması halinde hak ihlali doğurmamalıdır.
20. Anayasa Mahkemesi içtihatları çerçevesinde hukuki yarar:
Anayasa Mahkemesi de bireysel başvurularda, mülkiyet hakkıyla bağlantılı uyuşmazlıklarda mahkemeye erişimin engellenmesini 36. madde kapsamında değerlendirerek ihlal kararı verebilmektedir. Örneğin, tapu kaydındaki yanlışlığın düzeltilmesi talebinin usul engelleri nedeniyle incelenmemesi sebebiyle yapılan bireysel başvuruda, AYM mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Sonuç olarak, mülkiyet hakkının kullanımında hukuki yarar engeline takılmaması esastır. Davacının mülkiyet hakkını savunmak için dava açmasında meşru bir çıkarı varsa, mahkemeler bunu geniş yorumlamalı; aksi yorum mülkiyet hakkının özüyle bağdaşmaz.
21. AİHM içtihatları çerçevesinde hukuki yarar:
Bireylerin mülkiyet haklarının şekilcilik engeline takılmadan korunması gerekir. Aksi takdirde, mülkiyet hakkı fiilen ihlal edildiği halde salt usuli gerekçelerle davanın dinlenmemesi söz konusu olabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, mülkiyet hakkı uyuşmazlıklarında bireylerin mahkemeye erişiminin engellenmesini hak ihlali saymıştır.
AİHM, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkiyet ediniminin reddedilmesinin mülkiyet hakkının ihlali iddiasına dair verdiği kararında, bir kişinin kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkiyet ediniminin sırf şekli nedenlerle reddedilmesinin mülkiyet hakkının ihlali olduğu değerlendirilmiştir. Mahkeme, iç hukukta davacının mülkiyet iddiasını ileri sürebileceği etkili bir yolun kapatılmaması gerektiğine hükmetmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ise hukuki yararın mahkemeye erişim hakkı (AİHS m.6) ile doğrudan bağlantılı olduğunu kabul etmektedir.
AİHM’in Bellet v. Fransa (1995) kararında, ulusal mahkemelerin şekli gerekçelerle hukuki yararın yokluğunu kabul ederek davaları esastan incelememesi, mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle, ulusal mahkemeler hukuki yararı değerlendirirken, davacının temel haklarının korunması gerektiğini dikkate almalıdır.
Tüm bu içtihatlar, mülkiyet hakkının etkin korunabilmesi için hukuki yarar şartının hakkaniyete uygun ve esnek yorumlanması gerektiğine işaret eder.
22. Temyizde hukuki yarar:
22.1.Dava açılmasında hukuki yarar, dava şartı olduğu gibi, istinaf ya da temyizde de hukuki yarar şartı aranır.
22.2.Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna göre, hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır. İlk hükmü temyiz etmiş ancak sair temyiz itirazları reddedilmiş davalı lehine bozma konusu yapılan hususa ilişkin olarak mahkemece bozmaya uyulmuştur. Bu durumda eldeki davada davalının direnme kararını temyizde hukuki yararı bulunmadığından, temyiz başvurusunun reddine karar verilebilmektedir.
22.3.Yargıtay’a göre, ceza davalarında, suçtan doğrudan doğruya zarar görmeyen ve bu nedenle de davaya katılma hakkı bulunmayan katılanın davaya katılmasına ilişkin olarak verilen kararın hukuki değerden yoksun olduğu ve hükmü temyiz yetkisi bulunmadığı açıktır. Antalya BAM 6. Ceza Dairesine göre, Antalya Barosu Çocuk Hakları Merkezinin CMK m. 237 gereğince mağdur veya suçtan zarar gören sıfatıyla katılma ve istinafa başvurma hakkının bulunmadığı, ilk derece mahkemesinin katılma kararının hukuki değerden yoksun olması sebebiyle, Antalya Barosu Çocuk Hakları Merkezinin taraf sıfatı bulunmadığından, istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Aynı şekilde Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin de istinafını reddetmiştir.
22.4.Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna göre, 2576 karar sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu Ve Görevleri Hakkında Kanunun 3/C maddesi uyarınca, Bölge İdare Mahkemelerinin (BİM) kesin nitelikteki kararları arasındaki aykırılığın giderilmesi istemi bir kanun yolu değildir. Bu itibarla, söz konusu hukuki kurumun, başvuru konusu BİM kararlarının kesin olma niteliğine ve bu kararların hukuki sonuçlarına herhangi bir etkisi söz konusu olmayacaktır. Bölge idare mahkemesi başkanlar kurulu tarafından aykırılığın giderilmesi istemi Danıştay İdari veya Vergi Dava Daireleri Kuruluna iletildikten sonra benzer nitelikteki davalar ve bölge idare mahkemesi kararları için yeniden aykırılığın giderilmesi yoluna başvurulmasında herhangi bir hukuki yarar bulunmadığı içtihat edilmiştir.
23.Hukuki yararın dar yorumlanması hukuka aykırıdır:
Hukuki yarar kavramını dar yorumlamamak, hak sahiplerinin adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim ve hukuki dinlenilme hakkının ihlaline yol açmamak açısından büyük önem taşımaktadır.
Mahkemelerin hukuki yarar değerlendirmesi yaparken, dava açıldıktan sonra ortaya çıkan idari işlemleri dikkate alarak davayı reddetmesi, davacının temel haklarını ihlal edebilir. Bu nedenle, hukuki yararın dava açıldığı tarihte mevcut olup olmadığına göre değerlendirilmesi, yalnızca yasal bir gereklilik değil, aynı zamanda adil yargılanma ilkesinin bir zorunluluğudur.
İlk derece mahkemesinin hatalı değerlendirme yaparak hukuki yarar yokluğu nedeniyle davayı reddetmesi hukuka aykırı olup, istinaf incelemesi sonucunda kaldırılması gereken bir karar niteliğindedir. Hukuki yarar, mahkemeye erişim hakkı ve adil yargılanma ilkesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi içtihatları, hukuki yararın bireyin haklarını etkili bir şekilde kullanabilmesi için geniş yorumlanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, hukuki yarar, hakkaniyet ilkelerine uygun şekilde ve bireylerin hak arama özgürlüğünü engellemeyecek biçimde yorumlanmalıdır.
Sonuç olarak, hukuki yarar dar ve şekilci bir şekilde ele alınmamalı; bireylerin mahkemeye erişim hakkını ve adil yargılanma ilkesini koruyucu şekilde değerlendirilmelidir. Özellikle menfi tespit davalarında, borçlunun güncel bir tehlike veya hukuki belirsizlik içinde olup olmadığı titizlikle incelenmeli, gereksiz usuli engeller yaratılmamalıdır.
Bu prensip, hem ulusal yargı içtihatlarında hem de AİHM kararlarında temel bir hukuk ilkesi olarak benimsenmektedir.
24. Konusuzluk halinde yargılama giderlerinin tayini:
Yargıtay içtihatlarına göre, hukuki yarar dava tarihine göre belirlenir, ancak yargılama sürecinde konusuz kalan davalar için “karar verilmesine yer olmadığı” şeklinde hüküm kurulmalıdır. Yargıtay, dava konusuz kalsa dahi mahkemenin tarafların haklılık durumunu değerlendirmesi gerektiğini belirtmiştir.
Kararlarda, dava açıldıktan sonra oluşan gelişmelerin davacının hukuki yararını ortadan kaldıramayacağını belirtilmiştir.
Mahkeme, eldeki delil ve olgular çerçevesinde davacının dava açtığı anda korunmaya değer güncel bir menfaati bulunup bulunmadığını kendiliğinden incelemelidir. Bu ilke gereği, sonradan meydana gelen olaylar veya idari işlemler davanın başındaki hukuki yararı ortadan kaldırmaz.
Yargıtay kararları, davanın açılmasından sonra ortaya çıkan gelişmelere dayanarak davayı hukuki yarar yokluğundan reddetmenin hukuka aykırı olduğunu belirtir.
Örneğin, bir davada uyuşmazlığa konu hatalı işlemin dava açıldıktan sonra idarece düzeltilmesi durumunda dahi, dava açıldığı andaki hukuki durum göz önüne alınır. Bu halde mahkeme esasa girmese bile kararında “davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına” hükmeder.
HMK 331/1, davanın konusuz kalması hâlinde hâkimin “davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmedeceğini” öngörmektedir. Buna göre, dava konusuz kalsa bile, mahkeme, davanın açıldığı tarihte tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerine hükmeder. Bu düzenleme, hukuki yararın dava anında mevcut olup olmadığı esasına dayandığını gösterir.
Dolayısıyla, mahkeme açıldığı tarihte hukuki yarar bulunan bir davayı, sırf yargılama sırasında meydana gelen değişiklikler nedeniyle “yarar yokluğu” gerekçesiyle reddetmemelidir. Yargıtay kararları da bu prensibi teyit etmektedir.
Özetle, hukuki yarar değerlendirmesi dava tarihine göre yapılır; sonradan ortaya çıkan idari işlemler veya fiili gelişmeler, davanın açılış anında mevcut olan menfaati ortadan kaldırmaz.
HMK m.331/1 uyarınca hakim, “davanın konusuz kalması sebebiyle esasa ilişkin karar verilmesine gerek olmayan hallerde, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmeder.”
Bu hüküm gereğince, idari işlem sonrasında uyuşmazlık çözüldüyse mahkeme, dava şartı yokluğundan reddetmek yerine konusuz kalma nedeniyle davayı sona erdirir ve başlangıçtaki haklılığı dikkate alarak masrafları paylaştırır. Nitekim Yargıtay, idarenin sonradan yaptığı işlemlerle uyuşmazlığın giderildiği hallerde, davacının dava açmadaki yararının dava tarihinde mevcut olduğuna dikkat çekmektedir. Yargıtaya göre, alacak davasında borcun dava tarihinden sonra ödenmesiyle davanın konusuz kalmasına rağmen, davacının dava tarihinde haklı olduğu anlaşıldığından, yargılama giderlerinin davalılara yüklenmesi gerektiğine işaret olunmuştur. Böylece mahkeme “karar verilmesine yer olmadığına” hükmederken davacıyı haklı bularak yargılama giderlerini davalıya yüklemiştir.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :
"Hukuki Yarar Kavramı Ve Dava Şartı Olarak Değerlendirilmesi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı İsmail Duygulu'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (https://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
|
|