Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Bağışlama Sözleşmesinin İncelenmesi

Yazan : Şükrü Gökmen [Yazarla İletişim]
AVUKAT

BAĞIŞLAMA SÖZLEŞMESİ
(TBK.285 )

6098 sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’nun ikinci kısmının üçüncü bölümünde bağışlama sözleşmesi düzenlenmiştir. Bağışlama sözleşmesine genel bakış ve tanımı, bağışlama sözleşmesinden bahsedebilmek için gerekli olan unsurlar, bağışlamada ehliyet ve tasarruf yetkisi, bağışlamanın çeşitleri, bağışlama sözleşmesinde şekil unsuru, bağışlama sözleşmesinin kurulması ve hükümleri ve son olarak da bağışlama sözleşmesini sona erdiren haller sırasıyla incelenecektir.

1. Bağışlama Sözleşmesine Genel Bakış, Tanımı ve Niteliği

Bağışlama sözleşmesi; iki taraflı bir akittir. Bu sözleşmenin tanımını yapmadan önce niteliğinin ifade edilmesi gerekmektedir.Bağışlama sözleşmesi bağışlayanın sağlığında tek taraflı olarak malvarlığında tasarrufta bulunarak bağışlananı zenginleştirdiği sözleşme türü olarak nitelendirilebilir. TBK 285.madde de bağışlama sözleşmesinin tanımı yapılmıştır. Bu tanıma göre; “Bağışlama sözleşmesi, bağışlayanın sağlar arası sonuç doğurmak üzere malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak bir kazandırma yapmayı üstlendiği sözleşmedir.”şeklinde düzenlenmiştir.Kanunun tanımından anlaşılacağı üzere bağışlama sözleşmesinin temelinde bağışlananı zenginleştirme ve bağışlayanın malvarlığından belirli değer ya da değerlerin çıkması vardır.

Bağışlama sözleşmesinin unsurlarını bağışlama sözleşmesinin tanımını veren TBK 285.maddeye bakarak şu şekilde sıralamamız mümkündür.

* Bağışlayanın kendi malvarlığından yaptığı kazandırıcı bir muamele olması şartı

Bağışlayan kendi malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunduktan sonra fakirleşmekte, bağışlanan malvarlığına değer/değerler girdiğinden dolayı zenginleşmektedir. Zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun illiyet bağı kurulduğu zaman(bağışlama sebebi) bağışlama sözleşmesi meydana gelmiş olur. Zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun illiyet bağı kurulmadığı zaman; yani bağışlayan aslında bağışlama yapmak istemediği halde bağışlananın malvarlığını zenginleştirdiği takdirde, aradaki sebep bağışlama sebebi olmadığından dolayı sebepsiz zenginleşme teşkil eder ve bu durumda Borçlar Kanunu Genel Hükümler de düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulama alanı bulur.

Bağışlama iradesi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Örneğin ;bir taşınır malın zilyetliğinin verilmesi, taşınmazın tapuda tescil edilmesi, borçtan ibra edilmesi, fakirleşmenin önlenmesi gibi durumlar bağışlama iradesine örnek olarak gösterilebilir.

Bağışlayanın henüz malvarlığına dahil olmayan ancak ilerde dahil olması ihtimali kuvvetle muhtemel olan hak ve alacaklar için bağışlama iradesinden söz edilemez. Şöyle ki; bağışlama iradesi mevcut malvarlığında bulunan unsurlar üzerinde tasarruf yetkisini kapsamaktadır. Dolayısıyla; TBK 285 f.2 de belirtildiği üzere “henüz edinilmemiş olan bir haktan feragat etmek bağışlama değildir” şeklinde açıkça bu husus düzenlemiştir. Bağışlama iradesi ancak malvarlığın da mevcut olan hak ve alacaklar üzerinde kullanılır. Aynı sonuca dayanarak başkaca örnekler vermekte mümkündür. Örneğin; mirasın reddi tek taraflı irade beyanı ile kanunda belirtilen yasal sürelerde dava yolu ile mirasın reddedildiğinin tespitine dayanır. Tespit niteliğinde olan mirasın reddi beyanının mahkemece de tespit edilmesi ile mirasçı murisin malvarlığını aktif ve pasifi ile birlikte külliyen(bir bütün olarak) reddeder. Mirasın reddedilmesi bağışlama sayılmaz; çünkü bağışlama iradesi mevcut değildir. Vakıf kurmak yani belirli malvarlığı değerlerinin bir amaca özgülenmesi durumunda da bağışlama yoktur; çünkü vakıf kurmak bir sözleşme niteliğinde değildir.Sözleşme niteliğinden olmadığından ve bağışlama iradesi de bulunmadığından bağışlama olarak kabul edilemez. Ancak kurulmuş olan bir vakfa belirli bir malvarlığı değerini vermek yada kazandırmak aksi ispat edilmediği sürece(bağışlama iradesinin aksi ispatlanmadığı sürece) bağışlama sayılır.

* Kazandırmanın bağışlama sebebi ile yapılması

Zenginleşme ile fakirleşme arasında uygun illiyet bağının var olması gerekmektedir. Uygun illiyet bağı ise iradenin niteliğine dayanır. İradenin niteliği eğer bağışlama ise(causa donandi) bağışlama sözleşmesinden söz edilir. Eğer bağışlama iradesi yok ise o halde yapılan tasarruf aksi ispat edilmediği sürece sebepsiz zenginleşmeye konu olur. Bağışlama iradesinin mevcut olması bağışlama sözleşmesinin en önemli kurucu unsurlarından birisidir. Örneğin ahlaki bir görevin yerine getirilmesi ya da toplumsal bir ödevle ilgili olarak tasarrufta bulunulması bağışlama değildir, çünkü bağışlama iradesi mevcut değildir. BK 285.f.3 de “ahlaki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz” şeklinde bu hususu açıkça belirtmiştir.

Bağışlama iradesi çoğu kez bağışlayanın hal ve hareketlerinden yada olayın niteliğinden yahut bağışlayanın beyanından anlaşılır. Bu durumda ahlaki yada toplumsal bir ödev ile ilgili olarak tasarrufta bulunan kişi açısından bu davranış bir ifa sebebi teşkil eder ancak bağışlama sebebi teşkil etmez. Örneğin adet gereği verilen hediyeler, ahlaki vazife gereği güçsüz olan insanlara yardım edilmesi, darülaceze de kalmakta olan hastaları ziyaret ederek tedavi ve barınma masraflarının karşılanması gibi durumlar da bağışlama sebebi olmadığı için bağışlama sözleşmesine konu olmaz.

"Uyuşmazlık, evladın babaya karşı(babamın bana manen ve maddeten yardımına karşı babama bütün kazancımın yüzde otuzunu vereceğimi taahhüt ederim. Babam sağ kaldığı müddetçe) şeklindeki yazılı bağışlama taahhüdünden doğmuştur. Gerçekten Borçlar Kanunumuz Alman Medeni Kanunun aksine, ahlaki bir ödevin yerine getirilmesini bağışlama saymamıştır. Bu hüküm her ne kadar gerçekleşen bağışlamalara ilişkin ise de, ilkeyi bütün müesseseye şumullendirmenin gerektiği ileri sürülemez. Başka bir deyimle, kanunun benimsediği çözüm yolunun(bağışlama taahhütlerinde) de geçerli sayılmaması bir ilke çelişmesinin deyimi olacaktır. İrade açıklamasında özellikle(babamın bana manen ve maddeten yardımına karşı) sözlerinden daha sonraki tasarrufun amacı ve anlamı açıkça anlaşılmakta olup, böylece tasarruf bir hediye vaadi de sayılamaz. O halde, ahlaki bir görevin, baba oğul ilişkisinden doğan bir minnet borcunun yerine getirilmesi anlamında bulunan yazılı yükümlülük esas tutularak davalı evlat kazancının belli oranının karşılıksız babaya bırakmaya zorlanamaz. Davanın reddi bu bakımdan doğrudur."(Y 4 HD 12.01.1965,1031/82)

"Davaya konu ziynet eşyasının, davalı kadına evlenme sırasında davacı koca ve ailesi tarafından ve bir kısmının da davalı kadının yakınlarınca takı olarak tediye edildiği dosya içeriği delillerle anlaşılmaktadır. Gerçi taraflar geçimsizlik nedeniyle boşanmışlarsa da; boşanma dosyasının içeriği bir yana, olayda bağıştan rücu koşulları iddia ve ispat edilmiş de değildir. Mahkemenin buna rağmen kadına ait olan ziynet eşyasının da davalıdan alınıp davacıya verilmesi yolunda hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir."(Y 4 HD 25.12.1989,5919/9946)

Eksik borçların ifasında da bağışlama yoktur. Eksik borçlar bir takım sosyal düşüncelere dayanarak talep edilme ancak dava edilememe temeli üzerine var olan borçlardır. İfa konusunda zorlanamama ancak ifa edildiğinde geçerli bir ifanın bütün hukuki sonuçlarını doğurduğu borç türüdür. Eksik borçlarda ortada bir borç vardır ancak bir takım sebeplerden dolayı ifası konusunda karşı taraf devletin icra makamları tarafından zorlanamaz. İşte bu durumda eksik borçlar ilgilisi tarafından ifa edildiğinde; yapılan ifa bağışlama sebebi teşkil etmez, borçlu olunan şeyin yerine getirilmesi ya da ifa sebebi teşkil eder.

Hukukumuzda “karma bağışlama” adı altında bir bağışlama türü daha ortaya çıkmış ve doktrinde savunulmaktadır. Karma bağışlamayı örnek üzerinden açıklayacak olursak; A ile B arasında yapılan bir satış sözleşmesinde 18 ayar bileziğin piyasa fiyatı 15.000 TL olmasına rağmen A bileziği B ye 7.000 TL den satmıştır. Aradaki değer farkı bağışlama olarak; satım karşılığı yapılan ifa ise(semenin ödenmesi) ifa sebebi teşkil etmektedir. Doktrinde savunulan düşünceye göre; A burada B ye kısmı olarak dolaylı yoldan bağışlama yapmıştır(olayda 8.000 TL üzerinden) ve değerinden çok aşağıya satılan bu tür durumlarda karma bağışlamadan söz edilmektedir.

* Bağışlamanın sözleşme olması

Bağışlama sözleşmesi niteliği gereği iki taraflı sözleşmedir. Bağışlama sözleşmesinin meydana gelmesi için tarafların bağışlama iradesi konusunda anlaşmaları gerekmektedir. Bu sebeple bağışlama sözleşmesi tek taraflı bir muamele olmayıp, tek tarafa borç yükleyen(bağışlayan açısından) bir sağlar arası sözleşme(hukuki işlem) niteliğindedir. Taraflar sözleşme konusunda anlaşmaları aynı zamanda bağışlama sebebi konusunda da anlaşmalarını sonuçlamaz. Taraflar sözleşmeyi bağışlama sözleşmesi olarak nitelendirse bile “causa donandi” olmadığı sürece bağışlama sözleşmesi kurulmaz.

* Bağışlamanın sağlar arası bir muamele olması

Bağışlama sözleşmesi bağışlayanın sağlığında yapmış olduğu sözleşmedir. Dolayısı ile bağışlayan ölümüne bağlı olarak bir bağışlama yapmayı taahhüt etmişse, bu durumda bağışlama değil vasiyete ilişkin hükümler uygulanmaktadır. BK 290 f.2 ye göre “yerine getirilmesi bağışlayanın ölümüne bağlı olan bağışlamada vasiyete ilişkin hükümler uygulanır” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddenin sonucundan; bağışlamanın bağışlayanın sağlığında tek taraflı olarak tasarruf ederek bağışlanana bir kazandırma yapması aranmaktadır. Bu kazandırma da bağışlama iradesini yani "causa donandi" olarak ifade edilir. Bağışlamanın bağışlayanın ölümüne bağlı olması durumunda miras hukuku kuralları devreye girecek ve bağışlama sözleşmesinden farklı olarak vasiyete ilişkin hükümler uygulanacaktır.

2. Bağışlamada ehliyet ve tasarruf yetkisi

Bağışlama; bağışlayanın malvarlığından tasarruf ederek bağışlananı zenginleştirmesine yönelik bir hukuki işlem olarak nitelendirilmektedir. Bağışlama sözleşmelerinde öne çıkan temel unsur; malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunmak olduğundan dolayı bağışlama sözleşmesini sadece tam ehliyetli olan kişiler yapabilirler. Tam ehliyetli kişiler kendi fiilleri ile hak ve borç altına girebilirler. Velayet ve vesayet durumunda olan kişiler ile ilgili olarak; veli ya da vasi bağışlayan adına önemli bağışlarda bulunamaz. Önemli bağışlamalarda bulunmak velayet ve vesayet altında olan sınırlı ehliyetsizler ile tam ehliyetsizler açısında yasak muamelelerdir. Bu durum kanunda md.286/f.1 de “fiil ehliyetine sahip olan herkes bağışlama yapabilir” olarak ifade etmiştir. Bağışlama sözleşmesi yapmak için sınırlı ehliyetsizler kural olarak kendileri bağışlama sözleşmesi yapamazlar ancak veli ya da vasisinin izin yada icazeti ile bağışlama sözleşmesi yapabilirler.
Bağışlama önemli nitelikte ise veli ya da vasinin izni olsa dahi sınırlı ehliyetsizler bağışlama sözleşmesi yapamazlar. Sınırlı ehliyetsizler adına önemli bağışlarda bulunmak veli yada vasiler açısında yasak işlemlerden olduğu gibi veli yada vasi bu konuda sınırlı ehliyetsiz olan küçük yada kısıtlıya icazet(onam) veremez.

3. Bağışlamayı kabul ehliyeti

Bağışlama yapmak ile bağışlamayı kabul farklı durumlardır. Bağışlama da bağışlayan malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunurken, bağışlamayı kabul de ise bağışlanan bağışlamayı kabul etmekte, kendi malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunmamaktadır. Bu durumda ayırt etme gücüne sahip olanlar bağışlamayı kabul edebilirler. Bağışlamayı kabul etmede tam ehliyetli olmak gerekli değildir; çünkü malvarlığı üzerinde bir tasarrufta bulunulmamaktadır. TBK md.287 de “ehliyeti bulunmayan kişi ayırt etme gücüne sahipse bağışlamayı kabul edebilir.Ancak; bağışlananın yasal temsilcisi bu kişinin bağışlamayı kabulünü yasaklar veya bağışlanan şeyin geri verilmesini emrederse, bağışlama ortadan kalkar”şeklinde düzenlemiştir.

Bu madde şu şekilde yorumlanabilir. Yasal temsilci olan veli yada vasi bağışlayan adına önemli bağışlamalarda bulunamamaktadır; ancak yasal temsilci küçük yada kısıtlıyı korumak adına kanun tarafından kendisine verilen bu yetkiyi kullanarak bağışlama sözleşmesini iptal hakkına sahiptir. Bu durumda; bağışlamanın kabulü için kural olarak yasal temsilcinin onayı gerekmemekte, ancak bağışlananın menfaatine uygun olmayan bağışlamalara müdahale ederek bağışlamayı iptal hakkına sahip olmaktadır. Veli yasa vasi olan yasal temsilci bu yetkisini bağışlananın menfaatine, dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanmamalıdır.

4. Bağışlamada tasarruf yetkisi

TBK md.286 da “herkes, eşler arasındaki mal rejiminden veya miras hukukundan doğan sınırlamalar saklı kalmak üzere bağışlama yapabilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu hükümTBK md.26 genel hükümlerde düzenlenen sözleşme serbestisi ilkesinin bir istisnası durumundadır. Nitekim malvarlığı ve miras hukukundan doğan kısıtlamalar saklı kalmak üzere bağışlama sözleşmesi yapılabilecektir. Bağışlama sözleşmesi ile ilgili olarak bir başka sınırlayıcı hüküm ise md.286 f.1 de düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “bağışlamayı izleyen bir yıl içerisinde başlatılmış olunan bir yargılama sonucunda bağışlayanın, savurganlığı yüzünden kısıtlanmasına karar verilirse, o bağışlama mahkemece iptal edilebilir” şeklinde düzenlenmiştir. Mahkeme kararı gereği savurganlık sebebi ile tasarruf yetkisi kısıtlanan bağışlayan için iyiniyetli üçüncü kişilerin durumu; tasarruf yetkisinin kısıtlanmasının ilandan sonra hüküm ifade edeceğidir. İyiniyetli üçüncü kişilere yapılan bağışlama ilandan önce geçerlidir ve hukuki sonuçlarını doğurur.
Bağışlayan tasarruf yetkisini mahkeme kararı gereğince ve mal rejimi ile miras hukuku kuralları saklı kalmak üzere serbestçe kullanabilecektir ve bağışlama yapabilecektir.

5. Bağışlamanın çeşitleri ve şekil

Bağışlamanın çeşitleri arasında ilk olarak bağışlama sözü verme durumunun incelenmesi gerekir. Bağışlayan bağışlanana ileride malvarlığından bir kazandırma yapacağının sözünü vermektedir. Bağışlama sözü vermede henüz bağışlama gerçekleşmemiş, malvarlığından tasarrufta bulunulmamıştır.
Bağışlama sözü verme ileride bağışlayanın malvarlığından bir değerin bağışlanana geçirileceği konusunda vermiş olduğu bir taahhüttür. Bağışlama söz vermede; bağışlayan borç altına girmektedir ve girmiş olduğu borç bağışlama sebebini oluşturmaktadır. Bağışlama sözü verme borçlandırıcı işlemi, bağışlama ise tasarruf işlemini oluşturmaktadır yani yapılan bağışlama ifa sebebi teşkil etmektedir.

Bağışlama sözü verme konusunda kanun koyucu bir şekil şartı öngörmüştür. Ancak; TK.md.26 gereğince bağışlama sözü vermede de kıyasen taşınmazlar ve taşınmaz niteliğindeki şeyler için resmi şekil aranmaktadır. Taşınmaz dışında kalan şeyler ile ilgili olarak bağışlama sözü verme de yazılı şekil aranmaktadır. TBK md.288 f.1 de “bağışlama sözü vermenin geçerliliği, bu sözleşmenin yazılı şekilde yapılmasına bağlıdır” şeklinde düzenlemiştir.TBK 288 f.2 gereğince “bir taşınmazın ve taşınmaz üzerindeki ayni bir hakkın bağışlanması sözü vermenin geçerliliği, ancak resmi şekilde yapılmış olmasına bağlıdır” şeklinde düzenlenmiştir. O halde; bağışlama sözü verme taşınmazlar için TK. Md.26 ve TBK md.288 f.2 düzenlemesiyle resmi şekilde yapılmalıdır. Taşınmaz dışındaki diğer şeyler hakkında ise; bağışlama sözü verme yazılı şekilde yapılmalıdır.

"Kadastro sırasında 796 parsel sayılı 180 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, tapu kaydı, hibe ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeni ile Fatma adına tespit edilmiştir. Davacı Adile, taşınmazın babası İsmail adına tapuda kayıtlı olduğunu belirterek, mirasla geçen kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak dava açmıştır. Mahkemece davanın reddine ve dava konusu parselin davalı Fatma adına tapuya tesciline karar verilmiş, davacı Adile vekili tarafından temyiz edilmiştir.Çekişmeli parselin tarafların ortak miras bırakanı adına kayıtlı bulunan tapu kapsamında kaldığı, mahkemece toplanan ve doğru olarak değerlendirilen delillerle saptanmıştır. Miras bırakanın tapulu olan taşınmazı 1982 yılında davalıya bağışlamayı taahhüt ettiği, miras bırakanın 1986 yılında vefat ettiği ve Kadastro tespitinin ise 1987 yılında yapılmış olduğu anlaşılmıştır. Borçlar Kanunu'nun 238/2 maddesi gereğince; bağışlama vaadinin resmi senetle yapılması gerekir. Kanunda öngörülen şekil şartı ispat şartı olmayıp geçerlilik şartıdır. Tespit tarihine kadar 0 yıllık süre geçmediğine göre, dava konusu olayda 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 13/B-b maddesinde öngörülen tapu dışı iktisap şartlarının oluştuğundan söz edilemez. Hal böyle olunca; davanın kabulü ile taşınmazın payları oranında ve iştirak halinde mülkiyet şeklinde mirasçılar adına tesciline karar vermek gerekirken; geçersiz bağışa değer verilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz olduğundan; temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA karar verildi(Y 16 HD 31.10.1991;4007/14127)

Dava, el atmanın önlenmesi istemine ilişkindir. Yapılan incelemede; dava konusu 855,38 metrekarelik taşınmazın malikleri tarafından 45,50 metrekarelik bölümünün bağış sureti ile yola terkinin yapılması talep edildiği,09.05.1985 gün ve 139 sayılı encümen kararı ile dava konusu parselden 45,50 metrekarelik kısmın bağış sureti ile yola terk edilmesine karar verildiği halde; Tapu Sicilinde bu muamele gerçekleşmediği gibi,20.11.2000 tarihli işlem ile de davacının 855,38 metrekarelik taşınmazsa cebri satış yolu ile 1/3 oranında pay sahibi olduğu, bağışlama isteminin resmiyet kazanmadığı anlaşılmıştır. Şöyle ki;TMK'nun 706.maddesi ve Tapu Kanunu'nun 26.maddesi gereğince; bağışlanan şey tapuda kayıtlı bir gayrimenkul ise, bu işlemin resmi şekilde tapu sicil muhafızı veya memuru tarafından düzenlenmesi gerekir. Borçlar Kanunu'nun 238/2.maddesi de(6098 sayılı Kanunun 288/2 maddesi) bu şekil şartını zorunlu kılmıştır. Bu nedenle geçerli bir bağışlama söz konusu olmadığından, işin esası yönünden inceleme yapılıp sonuca göre hüküm kurulaması gerekirken, davanın reddine kadar verilmesi doğru görülmemiştir.(Y 5 HD 26.09.2012,12342/17633)

Medeni Kanun,evlenme sözleşmesi sırasında karı kocadan birinin diğerine bir mal veya para vermesini ya da vermeyi vaad edip bir süre ertelemesini yasaklamamıştır.Bu nedenle,eski hükümlere göre kurulmuş mehr,Medeni Kanun tarafından yasaklanmış bir hukuki illişki olark kabul edilemez.(02.12.1959 günlü,14/30 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesi).Mehr sözleşmeleri bu gün için de geçerlidir.(Y 2 HD 25.10.1965,4557/5028 sayılı kararı) Mehri müeccel, ileriye yönelik bir bağışlama vaadidir. Koca dışında üçüncü bir kişinin de bağışlama vaadi geçerlidir. Ancak, bu durum, Borçlar Kanunu'nun 110.(TBK 128) maddesinde yazılı üçüncü kişi yararına borç altına girme olmayıp, Borçlar Kanunu'nun 238(TBK 288) maddesinde düzenlenmiş bağışlama vaadidir. Bağışlama vaadinin geçerliliği, yazılı olma koşuluna bağlıdır. Esasen taşınmazın sicil kaydı(mülkiyeti) da davalıya intikal ettirilmiştir. Bu durumda değinilen ilkeler çerçevesinde iddia ve buna ilişkin olgular birlikte değerlendirildiğinde anılan belgeye değer verileceği kuşkusuzdur. Hal böyle olunca davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir."(Y 1 HD 13.10.2010,9242/10342)

6. Bağışlama vaadinin ifası

Yukarıda yer alan açıklamalarda da bahsedildiği üzere; bağışlama sözü verme bağışlayan açısından borçlandırıcı bir sözleşme, bağışlama ise malvarlığından tasarrufta bulunulması sebebi ile tasarrufi bir işlem yani ifa sebebi(causa donandi) teşkil etmektedir.

Bağışlama vaadi gerekli olan şekil şartına uyulmadığı sürece hüküm ve sonuç doğurmaz. Ancak TBK 288 f.3 de özel bir durum düzenlenmiştir. Şöyle ki; “şekle uyulmaması sebebi ile geçersiz olan bağışlama sözü verme; bağışlayan tarafından yerine getirildiğinde elden bağışlama hükmündedir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu durumda şekle aykırılık sebebi ile bağışlama sözü verme geçersiz sayılmamış; kanuni tahvil yolu ile elden bağışlama olarak kabul edilmiştir. Aynı hükmün son cümlesinde ise “ancak geçerliliği resmi şekle bağlanmış olan bağışlamalarda bu hüküm uygulanmaz” denilmek sureti ile taşınmazlar için gerekli olan resmi şekle uymama durumunda kanuni tahvil değil geçersizlik söz konusu olacaktır. Kanuni tahvil olarak elden bağışlama kabul edilen bu düzenlemenin kanunun resmi şekle bağlamadığı bağışlamalarda(taşınır ve taşınır niteliği taşıyan şeylerde) uygulanacağı şüphesizdir.


7. Elden Bağışlama

Elden bağışlama; bağışlayanın bir taşınırını bağışlanana teslim etmesi ile kurulmuş olur. TBK md.289 da düzenlenen bu hüküm elden bağışlamanın tanımını vermektedir. Madde metninden ve düzenlenişinden anlaşılacağı üzere elden bağışlama sadece taşınır ve taşınır niteliğinde ki şeyler için söz konusu olacaktır. Elden bağışlama bir taşınırın teslim edilmesini sonuçladığından dolayı tasarrufi bir hukuki işlemdir çünkü malvarlığı değeri üzerinden bir kazandırma gerçekleşmektedir. Elden bağışlama da taşınırlarda zilyetliğin geçirilmesi ile(malın verilmesi ile) olur. Taşınırlar dışında alacaklarda alacağın temlik edilmesi, haklarda ise hakkın devredilmesi(geçirilmesi) ile olur.

Elden bağışlama taşınmazlar üzerinde söz konusu olmaz. Taşınmazlarda tasarruf muamelesi tescil olduğundan ve tescilin de bir hukuki sebebi olması gerektiğinden dolayı tapu siciline tescil işleminin gerçekleştirilmesi aranmaktadır. Yargıtay’a göre tapusuz taşınmazlar taşınır olarak kabul edildiğinden dolayı; tapusuz taşınmazlar için elden bağışlamaya bir engel yoktur.

8. Koşullu Bağışlama

Genel olarak sözleşmelerde; sözleşmenin hüküm ifade etmesi yani kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları doğurması sözleşmenin kurulması ile olur. Ancak taraflar bazen sözleşmeye koydukları birtakım koşulların(şartların) gerçekleşmesi halinde sözleşmenin hüküm ve sonuçlarını doğuracağı konusunda anlaşabilirler. Bu durumda; sözleşme karşılıklı olarak irade beyanlarının uyuşması ile kurulmuş olur ancak sözleşmenin hüküm ve sonuçlarını doğurması koşulun gerçekleşmesine bağlıdır. İşte bu tür koşul içeren sözleşmelere koşula bağlı olan sözleşmeler yada koşullu sözleşmeler denilir. Koşul geciktirici olabileceği gibi bozucu da olabilir.

"Öncelikle çözümlenmesi gereken husus, bağışın kayıtsız şartsız olup olmadığı sorunudur. Gerçekten tapu sicilindeki akit tablosunda bağışın kayıtsız ve şartsız olduğu yazılı ise de; durum bununla kalmamış, aynı akit tablosunda bağışta koşulu öngören noterde düzenlenen belgeye açıkça göndermede bulunularak "Karamürsel Noterliğinde yapılan sözleşme hükümleri gereğince" kaydına yer verilmiştir. Hal böyle olunca olayda kayıtsız ve şartsız bir bağış değil, şarta tabi bir bağışın yapıldığının kabulü gerekir. Bu durum karşısında şartın yerine getirilmesinde temerrüdün gerçekleşip gerçekleşmediğinin incelenmesi zorunludur. Olayda şartın yerine getirilmesi için bir yıl içerisinde tesis kurmaya başlanacak,5 yıl içerisinde de tamamlanacaktır. Yukarıda açıklandığı üzere 1 yıl içerisinde herhangi bir tesis yapımına başlanmamış, hatta dava tarihine kadar da başlandığı iddia ve ispat edilmiş de değildir. O halde direnme kararı onanmalıdır."( YHGK 18.02.1987,20/109)

Bağışlama sözleşmelerinde de yukarıdaki anlatıma paralel olarak bağışlayan bağışlama sözleşmesine koşul koyabilir. Aşağıda bağışlama sözleşmesine konu olan başlıca koşul çeşitleri üzerinde durulacaktır.

* Bağışlayanın ölümüne bağlı olan bağışlamalar

Bağışlama sözleşmelerinde; bağışlayan ölümü halinde bağışlama sözleşmesinin kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları doğuracağı hususunda sözleşmeye hüküm koyabilir. Buradan sonuç olarak şu saptama çıkarılmaktadır. Bağışlayan; malvarlığından bir kazandırma yapmak istemektedir ancak bu kazandırmayı sağlığında kendisinde saklı tutmakta, ölümü halinde bu kazandırmanın gerçekleşeceğini kabul etmektedir. Ölüme bağlı olan bağışlamalardan; TBK 290 f.2 gereğince ölüme bağlı olan bir tasarruf muamelesinin çıkarılması gerektiği kabul edilmelidir.

Bağışlayan ecel yada ölüme bağlı olarak bir şart koyarak bağışlama sözleşmesi yapabilir. Bağışlayanın bu şart koymakla aslında bir ölüme bağlı tasarruf muamelesi yapmış olduğu sonucuna varılmaktadır.

* Bağışlayana dönme şartı ile yapılan bağışlamalar

Bu tür koşulu ihtiva eden bağışlama türünde; bağışlama sözleşmesi gereği bağışlayan bağışlanana malvarlığından bir değeri kazandırmaktadır ancak bağışlayan bağışlananın kendisinden önce ölmesi halinde kazandırdığı şeyi geri almak yetkisine sahip olmaktadır. Bu tür koşulları içeren bağışlama sözleşmeleri genellikle bağışlayan ile bağışlanan arasındaki yakın ilişki ve güvenden kaynaklanır. Bağışlayan; kazandırdığı malvarlığı değerini sadece bağışlananın kullanmasını istemekte, bağışlananın mirasçılarının kazanımına engel olmaktadır. Bu durum TBK 242 f.1 de “bağışlayan, bağışlananın kendisinden evvel vefatı halinde bağışlanılan şeyin mülküne rücu etmesini şart edebilir. ”TBK 242 f.2 de “bağışlanılan gayrimenkule veya gayrimenkul üzerindeki ayni hakka taalluk eden rücu şartı tapu siciline şerh olarak verilebilir.” denilmek sureti ile bağışlayana dönme şartını düzenlemiştir. Üstelik; bağışlayana dönme şartı bir taşınmaza ilişkin olup ta ileride taşınmaz el değiştirdiği zaman tapu siciline şerh verilmek sureti ile taşınmazın yeni malikine ileri sürülmesi de mümkündür. Bağışlayana dönme şartının tapu siciline şerh edilebilen haklardan birisi olması durumu eşyaya bağlı borç ilişkisi yaratmaktadır.

"BK 242.maddesi,ölüme bağlı olan bağışlamanın özel bir türünü oluşturmaktadır. Burada, bozucu "infisahi" koşula bağlı elden bağışlama söz konusudur. Diğer bir anlatımla, bağışın devamlılığı bir olaya(lehine bağış yapılanın ölümüne bağlanmış olmaktadır. Hal böyle olunca da; koşulun gerçekleşmesi halinde de bağışa konu olan şeyin iadeten temlikine veya teslimine hacet kalmaksızın malın veya şeyin mülkiyeti kendiliğinden avdet eder. Çünkü, bozucu(infisahi); koşulla askıda(muallakta) bulunan tasarrufi işlem, koşulun gerçekleşmesi ile hükümsüz hale gelir ve bağışlananın üzerinde kalan tapu kaydı da illetten ve sebepten yoksun, yolsuz bir tescil niteliğini alır. Bunun doğal sonucu olarak, hükümsüz hale gelen işlem ve tescil, zamanın geçmesi ile yeniden geçerlilik kazanamaz.Bu itibarla, mahkemece davanın esası incelenmesi ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yukarıda değinilen yanılgılı gerekçeye dayanılarak reddedilmesi isabetsizdir."(Y 1 HD 28.12.1988;9690/13087)

* Yüklemeli(mükellefiyetli) bağışlamalar

Yüklemeli bağışlamada; bağışlayan kendi malvarlığından bir bağışlama yapmakta ve bağışlanana malvarlığından bir değer kazandırmakta ancak aynı zamanda da bağışlayan bağışlanan dan belirli bir edimde bulunmasını yada bulunmamasını şart koşmaktadır. TBK 291 f.1 de bu durum “bağışlayan bağışlamasına yüklemeler koyabilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bir şeyin yapılması yada yapılmaması bağışlayan tarafından şart koşulduğundan bu husus teknik anlamda bir edim değil, bir mükellefiyettir. Bağışlanan; mükellefiyet gereği bir şeyi yapmayı yada yapmamayı üstelenmektedir. Gerekçe olarak; bağışlayanın amacı bağışlanan dan bir edimin ifa edilmesi değil; bir amacın yerine getirilmesine yöneliktir yani ifa iradesi yada sebebi yoktur. Örneğin; zengin iş adamlarından A;B ye çok güvenmekte ve hayatı boyunca ona yardım ettiğinden dolayı taşınmazını B ye bağışlamak istemektedir. Ancak A hayatı boyunca kimsesizlerin okumasına ve eğitimine büyük önem verdiğinden dolayı B’den bağışlamaya karşılık her senen 5 öğrencinin okul eğitim ihtiyaçlarının karşılanmasını şart koşmakta yada B’ye mükellefiyet yüklemektedir. Bu durumda mükellefiyetli bir bağışlama söz konusu olmaktadır.
Yüklemeli bağışlamada yükleme yada mükellefiyet bağışlama sözleşmesinin içinde bir hüküm olarak kararlaştırılabileceği gibi ayrı bir sözleşme ile de kararlaştırılabilir. Mükellefiyet altına girilmesi bir şekle bağlı değildir. Yüklemenin yerine getirilmesini istenmesi için; bağışlama sözleşmesi gereği bağışlayanın malvarlığından bağışlanana bir kazandırma yapması gerekmektedir. Bağışlanan bağışlama gerçekleşmesine rağmen bağışlama sözleşmesi ile kendisine yüklenilen mükellefiyeti yerine getirmekten kaçınması halinde ifa davası ile mükellefiyetin yerine getirilmesi istenebilir. Özellikle; bağışlayan, ölümü halinde bağışlayanın mirasçıları, yetkili merciiler, yüklemeden yararlananlar bağışlamadaki mükellefiyetin bağışlanan tarafından yerine getirilmesini isteyebilirler.

Yukarıda mükellefiyetin yerine getirilmesini istemeye yetkili olanlarTBK da şu şekilde düzenlenmiştir. TBK 291 f.2 ye göre “bağışlayan sözleşme gereğince bağışlanan tarafından kabul edilmiş olan yüklemelerin yerine getirilmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. TBK 291 f.3 de “kamu yararına olarak bağışlamaya konulmuş olan bir yüklemenin yerine getirilmesini isteme yetkisi, bağışlayanın ölümünden sonra ilgili kamu kurumuna geçer.” İlgili kamu kurumu ifadesinden yüklemenin amacı ile bağlantılı olan kamu kurum ve kuruluşlarını anlamak gerekir. Bu kişiler kanunda düzenlenmiş olan ve mükellefiyetin yerine getirilmesini talep edebilecek olan kişilerdir. Doktrinde savunulan bir başka talep edime yetkisine sahip olan kişi grubu ise; yüklemeden yararlananlardır. Yüklemeden yararlananlar açısından mükellefiyetin yerine getirilmesini talep etme yetkisi var ise; tam üçüncü kişi yararına sözleşmeden söz etmek gereklidir.

"Bağışlamada, bağışlayana bir yükümü yerine getirmek ödevi yüklenebilir. Yüküm bağışlamaya eklenen bir yan(fer'i) kayıttır ki, bununla kendisine bağışlama yapılan kimse, belli bir amaç için edimde bulunmak zorunluluğu altına sokulur. Şu da var ki; bu yüküm bir denk karşı edim değildir. Çünkü bağışlanana bir denk karşı edim yüklenebilmesi, bağışlamanın niteliği ile bağdaşmaz. Yükümde, bağışlayanın belli bir amacın gerçekleşmesi uğruna bağışlanana bir edimde bulunması ödevinin yüklenmesi söz konusudur. Değişik bir söyleyişle yüküm, bağışlanan için bir bir edimde bulunma ödevi doğurmasına rağmen; bağışlamanın karşılıksız(ivazsız) oluşunu etkilemez ve dolayısı ile bir karşı edim sayılmaz. Koşullu bağışlamada, koşulun şartın biçime uygun olarak saptanması gerektiği halde, yükümlü bağışlamada, bağışlananın yüküm altına girmesine biçim zorunluluğu uygulanmaz. Çünkü bağışlamada biçim, bağışlayanı korumak amacına yöneliktir. Şu var ki; yükümün bağlayıcı olabilmesi için, bağışlananın yükümlü olarak bağışlamayı kabul etmesi gerekir. Burada bağışlananın susması, zımni olarak kabul ettiği yolunda değerlendirilemez."(YHGK,31.03.2004,199/187)

9. Bağışlananın yüklemeyi ifa etmekten kaçınmasının sonuçları

TBK 291 f.son gereğince “bağışlama konusunun değeri, yüklemenin yerine getirilmesi masraflarını karşılamaz ve aşan kısım kendisine ödenmezse bağışlanan yüklemeyi yerine getirmekten kaçınabilir” şeklinde düzenlenmiştir. Mükellefiyetin yerine getirilmesi çok masraflı olup ta dürüstlük kuralları gereğince bağışlanandan mükellefiyetin yerine getirilmesi beklenemeyecekse, bağışlanan mükellefiyetin yerine getirilmesi için aşan giderlerin tarafına ödenmemesi halinde mükellefiyeti yerine getirmekten kaçınabilecektir. Doktrinde savunulan bir görüşe göre de; bağışlanan aşan giderler oranında indirilmesini talep yetkisinin olduğu da savunulmaktadır.

"Taliki şarta bağlı bir bağışlama taahhüdü bulunmaktadır. Şart yerine getirildiğine göre bağışlama taahhüdünde bulunan davalı idare sözleşme hükümlerine göre borcunu yerine getirmeye zorunludur. BK 244/3 maddesi gereğince bağışlamayı sınırlandıran mükellefiyetin yerine getirilmemesi haklı bir nedene dayanmadıkça bağışlamadan dönülemez"(YHGK 30.06.1976,687/2453)

10. Bağışlamanın Hükümleri

Bağışlama sözleşmesi iki taraflı bir sözleşmedir. Bağışlayan malvarlığından bir değerin bağışlanana geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür. Bağışlanan açısından ise herhangi bir yükümlülük yoktur. Bu sebeple bağışlama sözleşmelerinde iki taraf var iken; tek taraf yani bağışlayan borç altına girmektedir(mülkiyeti devretmek borcu)

Bağışlama sözü vermede; bağışlayan verdiği sözü yerine getirmezse bağışlanan aynen ifa davası açarak bağışlamanın yerine getirilmesini isteme hakkına sahiptir. Özellikle bağışlamanın bir para borcu olduğu durumlarda ise temerrüt faizi; temerrüt tarihinden itibaren değil icra yada dava açma tarihinden itibaren başlayacaktır.

Bağışlayanın kötü ifadan yani ayıptan sorumlu olabilmesi için bağışlayanın ağır olarak kusurunun bulunması gerekmektedir. TBK 294 f.1 de “bağışlayan bağışlamadan doğan zararlardan bu zarara ağır kusuru ile sebep olmadıkça bağışlanana karşı sorumlu değildir” şeklinde düzenlenmiştir. Bilindiği gibi ağır kusur halinde yapılan sorumsuzluk anlaşmaları da genel hükümler çerçevesinde geçersiz olarak kabul edilmektedir.

Bağışlayanın zapt ve ayıptan dolayı sorumluluğu yoktur. Bağışlayan ayrıca bunu taahhüt etmişse zapt ve ayıptan karşı bağışlanana karşı sorumlu olmaktadır. Kanun koyucunun bu hükmü koymasındaki amaç; şüphesiz bağışlama sözleşmesinin tek tarafa borç yükleyen bir sözleşme olmasından ve dolayısıyla bağışlananın bağışlayana karşı(mükellefiyet hariç) herhangi bir borç altına girmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu durum TBK m.294 f.2 de “bağışlayan, bağışlanan şey veya alacak hakkında ayrıca garanti sözü vermişse, bununla sorumlu olur”

11.Bağışlayanın Sorumluluğu, Ayıp ve Zapta Karşı Sorumluluğunun Kapsamı

Bağışlayan borcunu yerine getirmediği takdirde; ifa henüz mümkünse; bağışlanan gecikmiş ifayı talep hakkına sahiptir. Bağışlayan; bağışlamadan doğan zararlardan bu zarara ağır kusuru ile sebep olmadıkça, bağışlanan karşı sorumlu değildir.

Borcun ifası bağışlayanın kusuru ile imkansız hale gelmişse; bağışlanan müspet zararının tazminini isteyebilir. Müspet zararın tazmininden kurtulmak için bağışlayan kasdı ya da ağır kusuru olmadığını ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir. BK 294/f.1 gereğince bağışlayan sadece ağır kusurundan dolayı bağışlanana karşı sorumludur.

Bağışlayan ayrıca taahhüt etmemişse; ayıp ve zapttan dolayı sorumluluğu yoktur. Nitekim; bu hüküm bağışlama sözleşmesinin tek tarafa borç yükleyen bir sözleşme niteliğinde olmasından kaynaklanır. Örneğin; bir kişi en sevdiği eski model arabasını; kendisinden çok iyilik gördüğü arkadaşına bağışlıyor. Bağışlanan araç kısa bir süre sonra teknik aksamındaki problemlerden dolayı çalışamaz hale geliyor ya da üçüncü bir kişi tarafından üstün hak iddiası ile elinden alınıyor. Bu durumda bağışlama sözleşmesi ile bağışlayan; bağışlama konusu olan aracın ayıp ve zaptı sebebi ile sorumlu olacağını bağışlanana ayrıca taahhüt etmişse bundan dolayı sorumlu olacaktır, aksi takdirde sorumlu olmayacaktır.

12. Bağışlamanın Ortadan Kalkması(Sona Ermesi)

* Bağışlayanın Ölümü

Bağışlama sözü vermede; bağışlayan bağışlama sözünü yerine getirmeden ölecek olursa bağışlama sözünün yerine getirilmesi mirasçılarına geçer. Dönemsel edimleri içeren yani ifası belirli zaman dilimine yayılan durumlarda ise bağışlayanın ölümü ile bağışlama sözleşmesi son bulur. Bu durum TBK m.298 de “dönemsel edimleri içeren bağışlama, bağışlayanın ölümüyle sona erer. Bağışlayanın ölümüne kadar muaccel olmuş edimlerin ifası bağışlayanın mirasçıları tarafında yerine getirilir.”

*Bağışlamanın Geri Alınması

Bağışlayan bağışlanan şeyi 1 yıl içerisinde geri alabilir. Geri alma açıklaması tek taraflı ve karşı tarafın kabulüne bağlı olmayan, ulaşması gereken bir irade açıklamasıdır. Geri alma açıklaması aynı zamanda bozucu yenilik doğuran bir hak niteliğindedir TBK 297 f.1 de “bağışlayan geri alma sebebini öğrendiği günden başlayarak bir yıl içerisinde bağışlamayı geri alabilir” şeklinde bu durum düzenlenmiştir. Bağışlamanın geri alınması üzerine aradaki bağışlama sebebi ortadan kalkmış olduğundan dolayı sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde bağışlanan şeyin iadesi talep olunur.

TBK da bağışlama sözü vermenin geri alınması ile bağışlamanın geri alınması sebepleri ayrı ayrı düzenlenmiştir. Öncelikle bağışlamanın geri alınması sebeplerini inceleyecek olursak; TBK 295’e göre “bağışlayan, aşağıdaki durumlardan biri gerçekleşmişse elden bağışlamayı veya bağışladığı şeyi geri alabilir veya bağışlamanın istem tarihindeki zenginleşmesi ölçüsünde, bağışlama konusunun geri verilmesini isteyebilir” şeklinde düzenlenmiştir.

Bu sebepler şunlardır;

a)Bağışlanan, bağışlayana veya yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse,

b)Bağışlanan, bağışlayana veya onun ailesinden bir kimseye karşı kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranmışsa,

c)Bağışlanan, yüklemeli bağışlamada haklı bir sebep olmaksızın yüklemeyi yerine getirmemişse,

Yukarıdaki durumların ortaya çıkması halinde bağışlayan bu sebeplerin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl içerisinde bağışlamayı geri alabilir. Bu süre hak düşürücü süredir ve re’sen gözetilir.

"Davacı vekili, nam ve hesabına boşadığı karısı Deniz Erkal'ın yatırdığı parayı davalı banka haksız ve usulsüz olarak tediye ettiğinden,7000 liranın faizi ile birlikte tahsilini dava ve talep etmiştir.Davalı vekili hesap kartonunda tatbik imzanın hesap lehtarı değil Deniz Erkal'a ait olduğunu, Borçlar Kanunu'nn 111.maddesi gereğince temsilcinin yetkisine göre para üzerinde tasarrufun kabul edilmesi gerektiğini, davanın reddini istemiştir. Müdahil vekili; müvekkilesi tarafından yatırılmış babalar günü için sürpriz olarak kendi imzası ile hesap açtırılmışsa da ;davacının kabul etmemesi ve müvekkilesinin sonradan boşanmasından paranın geri alındığını, davalı banka yanında müdahil sıfatı ile katılmasının, davacı isteğinin reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkeme özetle(toplanan deliller ve bilirkişi raporu ile sabit görülen dava gibi 7000 liranın 24.10.1974 dava tarihinden itibaren %10 faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine) karar verilmiştir.
Hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillere, geciktirici sebeplere ve delillerin takdirinde isabetsizlik bulunmamasına göre; Borçlar Kanunu'nun 239.maddesi gereğince bağışlamanın kabulünden sonra rücu caiz olmayıp; müdahil Deniz Erkal tarafından bankaya yatırılıp cüzdan da davacıya verilmiş olmasına göre; bağışlama tekemmül etmiş olduğundan davacı bankanın temyiz itirazları yerinde değildir.(Y 11 HD 23.11.1976;1058/1532)

"Davacı 1499 parsel sayılı taşınmazını koşulsuz olarak oğlu ve gelini davalılara bağışladığını, ancak gelini Ayşe'nin kocasını aldatarak başka biriyle zina yaptığını ileri sürmüş, BK'nun 244/2'nci maddesi gereğince tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı Metin davayı kabul ettiğini bildirmiş, diğer davalı Ayşe ise, bağışın karşılıklı olduğundan bahisle davanın reddini savunmuştur.Davalılardan Metin Öztürk davacının oğlu, diğer davalı Ayşe ise gelinidir. Davacı dava konusu taşınmazı, davalılar arasındaki evlilik birliğinin devam ettiği dönemde 1/2 pay üzerinden davalılara bağışlamıştır.
Davalılardan Metin'in açtığı zina nedeni ile zina sebebi ile boşanma davası zinanın kanıtlanması nedeni ile boşanma ile sonuçlanmış ve karar kesinleşmiştir. Tarafların Türk ve İslam geleneklerinin egemen bulunduğu kuşkusuz olan bir toplumda yaşadıkları nazara alındığında, bağışlanan Ayşe'nin işlediği hükmen sabit olan zina fiilinin, bağışlayana ve ailesi kavramına giren oğlu davalı Metin'e karşı mükellef olduğu vazifelere ehemmiyetli surette riayetsizlik olarak değerlendirilmesi gerekir.Hal böyle olunca; mahkemece BK 244/2.maddesinde öngörülen koşulun gerçekleştiği cihetle davanın kabul edilmesi gerekirken, vazıh olduğu üzere reddedilmesi isabetsizdir."(Y 1HD 13.12.1984;13159/13471)

"Davacı baba, davalı ise oğuldur. İleri yaşlarda bulunan davacı baba,27.10.1960 tarih ve 6 numaralı tapu ile kayden maliki olduğu dava konusu taşınmazdaki 1/4 payını 27.10.1960 tarihinde oğlu davalıya koşulsuz olarak bağış yolu ile temlik etmiştir. Davacı, davalının kendisini dövmesi nedeni ile bağıştan dönmeyi içeren işbu iptal davasını açmıştır.Çağdaş toplumlarda olduğu gibi, Türk toplumunda da sosyal düzenin temelini ailenin oluşturduğu bir gerçektir. Özellikle Türk Toplumunun sosyal yapısı gereği, geleneksel aile anlayışında anne ve babanın saygın bir yeri ve yadsınamayacak bir değeri vardır. Her halükarda anne ve baba çocuklarınca el kaldırmayacak, üzerlerine toz kondurulmayacak kutsal kişilerdir. O halde hangi koşullar çerçevesinde olursa olsun, oğulun babayı dövmesi, babanın oğula sövmesinden daha ayıp ve daha kınama bir davranıştır. Baba ve annenin çocukları üzerinde yasal bir çok hakları olmasına karşın; çocuklar reşit olsalar bile anne ve babaya karşı mutlak saygı ile yükümlüdürler. Türk Toplumunun genel ahlak yargısı böyle olduğu gibi, hukuk düzeni de bundan farklı değildir. Türk Yurttaşlar Yasası'nın(MK'nun) mirastan yoksun bırakmayı düzenleyen 457.maddesinin 2.bendine ilişkin tüm bilimsel açıklamalar; BK 244.maddesinin ikinci bendi için de doğru sayılmalıdır.Hal böyle olunca; davalı oğulun tutum ve eylemi, daha çirkin ve daha kınama nitelikte bulunduğundan davanın kabulü zorunludur."(Y 1 HD 02.07.1981,8566/8841)

* Bağışlayanın Bağışlama Sözü Vermesinin Geri Alınması

TBK 296.f.1 gereğince bağışlayan borçlandırıcı işlem olan bağışlama sözü vermeyi aşağıdaki sebepler ortaya çıktığında geri alabilir.

a)Elden bağışlanan bir malın geri verilmesini isteyebileceği sebeplerden birisi varsa,

b)Mali durumu, sonradan sözün yerine getirilmesini kendisi için olağanüstü ağır kalacak ölçüde değişmişse,

c)Bağışlama sözü verdikten sonra, kendisi için yeni aile yükümlülükleri doğmuş veya bu yükümlülükleri önemli ölçüde ağırlaşmışsa,

Yukarıda yer alan sebepler gerçekleştiğinde, bağışlama sözü verme geri alınabilir.

* Bağışlayanın Mirasçılarının Bağışlamayı Geri Alması

TBK 297.f.2,f.3,f.4’e göre mirasçılar aşağıdaki durumlarda bağışlamayı geri alabilir. Şöyle ki;

a)Bağışlayan bir yıllık süre dolmadan ölürse, geri alma hakkı mirasçılarına geçer ve mirasçıları bu sürenin sona ermesine kadar bu hakkı kullanabilirler,

b)Bağışlayan, sağlığında geri alma sebebini öğrenmemişse, mirasçıları ölümünden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alma hakkını kullanabilirler. Bu durumda bağışlayan sağlığında geri alma sebebini öğrenmemişse bağışlayanın geri alma hakkını ölümünden sonra mirasçılar kullanabilirler.

c)Bağışlanan, bağışlayanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldürür veya onun geri alma hakkını kullanmasını engellerlerse, mirasçıları bağışlamayı geri alabilirler. Bu durumda da mirasçılar kendilerine ait olan geri alma hakkını kullanmaktadırlar.

12. Bağışlamayı İfa Yükümlülüğü’nün Ortadan Kalkması

TBK 296 f.son gereğince “bağışlama sözü verenin borcunu ödeme güçsüzlüğü belirlenir veya iflasına karar verilirse, ifa yükümlülüğü ortadan kalkar” şeklinde düzenlenmiştir. Bu durumda bağışlayanın malvarlığı durumu bağışlamayı yerine getiremeyecek duruma gelmektedir ve bağışlama sözü vermede ifa yükümlülüğü ortadan kalkmaktadır. Zaten dürüstlük kuralı gereğince bağışlayandan bağışlananı ifa etmesi beklenemeyecektir.

Ayrıca İcra ve İflas Kanunu,6183 sayılı kanun ve diğer kanunlarda bağışlamada ifa yükümlülüğünün ortadan kalkmasına ilişkin özel düzenlemeler bulunmaktadır. Bu durumlar kendi mevzuatlarında düzenlenen kurallara tabi olacaktır.




AV.ŞÜKRÜ GÖKMEN-İSTANBUL BAROSU-39420
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Bağışlama Sözleşmesinin İncelenmesi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Şükrü Gökmen'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
17-02-2013 - 10:46
(4057 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 9 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 9 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
103296
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 6 saat 11 dakika 12 saniye önce.
* Ortalama Günde 25,46 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 48467, Kelime Sayısı : 5584, Boyut : 47,33 Kb.
* 13 kez yazdırıldı.
* 8 kez indirildi.
* 11 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 1585
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,09837699 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.