Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Hmk İle Getirilen Değişikliklerin Kategorik İncelenmesi

Yazan : Mehmet Can Karagöz [Yazarla İletişim]

Makale Özeti
Bu çalışmada gerek uygulamada olup yasa metninde yer almayan, gerek yeni getirilmiş uygulamaların kategorileştirilmesi ve incelemesi yapılmıştır.
Yazarın Notu
Bu makale Türk Hukuk Sitesi'nde ilk kez yayınlanmaktadır.

HUKUK MUHAKEMESİ DÜZENLEMELERİ: 6100 vs. 1068




A-) Genel Olarak
12.01.2011 tarihinde kabul edilen Hukuk Muhakemeleri Yasası ile medeni usul hukukumuzda birçok değişiklik öngörülmektedir. Ayrıca; bu yasanın yanında, birçok yasada daha değişiklik hükümleri bulunmaktadır. Bu yasalara özellikle Tebligat Kanunu'nda değişiklikler içeren 6099 sayılı yasa, 6110 sayılı yasa ve 01.01.2014'e kadar asliye ceza mahkemelerinde duruşmalarda savcının bulunmayacağını açıklamakla ünlenen ve torba yasa olarak da adlandırılan 6217 sayılı yasa örnek gösterilebilir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun sistematiği incelendiğinde, usul ekonomisi ilkesini optimum seviyeye çıkarma isteği göze çarpmaktadır. Bununla ilgili olarak dava türlerinde önemli değişiklikler yapılmış ve dava süreci yasada daha ayrıntılı olarak yer almış, davaların uzamasını önlemek amacıyla, çoğu halde kesin sürelerin verilmesi düzenlenmiştir. Bunların yanında, ispat yükü ve deliller konusunda fazla değişikliğe gidilmemiş, sadece teknolojik gelişmelerle uyum sağlanmaya çalışılmıştır. Diğer yandan doktrin ve uygulamada tartışmasız kabul edilen durumlarla, uygulamada gelişen bazı kurumlar yasal dayanak bulmuştur. Son olarak, ceza muhakemesinde olduğu gibi, madde sayısı azaltılmış, önceki yasada yer alan birkaç madde, tek madde içerisinde toplanmıştır.

Bu incelemede, öncelikle 6110 sayılı Hukuk Muhakemeleri Yasası dışında yapılan değişiklikler ifade edilecek, geçiş hükümleri açıklandıktan sonra yeni muhakeme yasası ele alınacaktır. HMK incelenirken ise öncelikle tartışılmasını gerekli bulduğumuz konular ile uygulamada önemli olacağını düşündüğümüz süreler, belirsiz alacak davası ile kısmi dava, yargılama usulleri, ön inceleme aşaması ve genişletme yasaklarının yeni durumu ayrı başlıklar halinde ele alınacak, daha sonra kategoriler halinde tüm yeniliklerin üzerinde durulacaktır. Kanun yolları ise bu incelemenin kapsamı dışındadır. Ancak; kısa bir bilgi olarak, Bölge Adliye Mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra yeni yasa hükümleri uygulanacağı için karar düzeltme kurumunun kalkacağını hatırlatmak isteriz.


B-) Hukuk Muhakemeleri Yasası Dışındaki Bazı Değişiklikler
  • 6099 Sayılı Yasa
- En önemli değişiklik yasanın 2. maddesinde yer almaktadır ve elektronik tebligat düzenlenmektedir. Buna göre: “Anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlere elektronik yolla tebligat yapılması zorunludur.” Bunun dışında geçerli bir elektronik posta adresine sahip gerçek veya tüzel kişilere de istemeleri halinde elektronik tebligat yapılabilecektir. Bu tebligat, elektronik yolla kişiye ulaşan tarihi izleyen 5. günün sonunda yapılmış sayılacaktır.(TebK md. 7a) Söz konusu şirketler için zorunluluk 19.01.2013 tarihinde başlayacaktır.

- Yasanın avukatları ilgilendiren değişikliği 4. maddededir. Hükme göre: “Avukat tarafından takip edilen işlerde, avukatın bürosunda yapılacak tebligatlar, resmî çalışma gün ve saatleri içinde yapılır.” Ancak; düzenlemenin değiştirici olmadığı ortadadır. Zira çalışma saati dışında olsa da belge alınırken tarih imza edilmektedir. Tebligat Yasası'nın 32. maddesine göre de, tebligat usulsüz yapılsa dahi; muhatap haberdar olmuşsa tebliğ yapılmış sayılacaktır. Birlikte değerlendirildiğinde, zamanında yapılmasa dahi, imza ile alınacak tebligattan haberdar olunacağı ortada olduğundan, içerik ile ilgili bir tartışma çıkarılmadığı sürece usulsüz tebligat hükümleri bu konuda uygulanamayacaktır. Yine, bu halde, tarafın tebligatı öğrendiği tarih olarak başka bir tarihi göstermesi dürüstlük kuralıyla bağdaşmayacaktır.
  • 6110 Sayılı Yasa
- Hakimler ve Savcılar Yasası'na eklenen 93a maddesi ile hakim ve savcıların yürüttüğü faaliyetlerden dolayı ancak devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği; hatta kişisel kusur, haksız fiil ve diğer sorumluluk hallerinde dahi hasım gösterilemeyeceği düzenlenmiştir. İkinci durumda da devlete karşı dava açılması hakim ile savcı teminatını aşırı şekilde genişlettiği için eleştirilmektedir. Yargılamayla ilgili olarak hakim ve savcılar sadece kast ve ağır ihmalinden sorumlu tutulacaktır. Dava ile ilgili usul hükümleri maddenin devamında düzenlenmiştir. Ayrıca söz konusu davanın açılabilmesi için vekaletnamede özel yetkinin bulunması gerekmektedir, noterler için vekaletnameyi daha uzun tutmak için iyi bir fırsat olacaktır. (HMK md. 74)

- Yasanın 13. maddesinde asliye ticaret mahkemelerinin tek hakimli olacağı öngörülmüş, bunun sonucu olarak toplu hukuk mahkemesi kalmamıştır. HMK'de yer alan toplu mahkemelere ilişkin hükümler yeni bir toplu mahkeme kurulana kadar etkinlik kazanamayacaktır.


C-) Geçiş Hükümleri
Bilindiği üzere, muhakeme hükümlerinin yürürlükte bulundukları süre içerisinde mükemmel oldukları kabul edilir. Bu nedenle usul hükümleri derhal uygulanırlık ilkesine sahiptir. Genellikle bundan doğabilecek zararları önlemek için, yürürlük ve uygulamaya ilişkin ayrı bir yasa çıkarılır. Ancak; yasakoyucu bu süreçte uygulama yasası çıkarmak yerine, konuyu geçici maddelerle çözümlemeyi tercih etmiş ve 6100 sayılı yasaya 3 geçici madde eklemiştir. Buna göre;

Ø Genel kural HMK md. 448'de düzenlenmiştir: “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.” Yazmasa dahi durum değişmeyecekti, çünkü usuli müktesep hakkın yeni bir yasa ile de olsa yok sayılması hukuki güvenilirlik ilkesine aykırı olacaktır. Yine de hukuk bilgisine sahip olmayanların durumunu daha kolay anlayabilmesi ve tartışmaya baştan son verilmesi uygundur.

Ø Bunun istisnalarından geçici madde 1'e göre; yasanın yürürlüğe girmesinden önce açılan davalarda, yargı yolu, görev, senetle ispatın ve temyizin parasal sınırları konularında eski yasa hükümleri geçerlidir. Yani neredeyse tüm parasal sınırlar, karışıklığa sebep olmaması için korunmuştur.

Ø Geçici madde 2'ye göre; eski yasa döneminde usulüne uygun düzenlenmiş senet, 6100 sayılı yasaya göre geçerli sayılmasa da senet deliline vücut vermeye devam edecektir.

Ø Geçici madde 3'e göre; Bölge Adliye Mahkemeleri açılana kadar HUMK'un kanun yoluna ilişkin hükümleri uygulanmaya devam edecektir. Daha doğru ifadeyle, istinaf hükümleri uygulanmayacak, temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin HUMK hükümleri uygulanacak, olağanüstü kanun yolları bakımından HMK hükümleri uygulanacaktır.

Ø HMK md. 449'a göre yeni yönetmelikler çıkarılana kadar eski yönetmeliklerin yasaya aykırı olmayan hükümleri geçerliliklerini sürdürecektir.


D-) Hukuk Muhakemesi Yasası İle Gelen Değişiklikler: Süreler
6100 sayılı yasanın amaçlarından birisinin süreler konusunda yeknesaklığı sağlamak; eski yasada üç, yedi, on gün gibi belirlenen süreleri kafa karıştırmayacak şekle indirgemek olduğu açıklanmıştır. HMK'de süreler bir ve iki hafta olarak belirlenmiş, gün hesabına girilmemiştir. Genel olarak sürelerin eskiye oranla uzatıldığı görülmektedir.
Bunun dışında kesin süre verilecek haller de açıkça belirtilmiş ve bu hallerin sayısı arttırılmıştır. Bu bakımdan süreler genel olarak değerlendirildiğinde yargılama sürecini hızlandırabilecek nitelikte olduğu söylenebilir.

Sürelerin işlemesi ve hesaplanması konusunda ise önemli bir değişiklik bulunmamaktadır.

Yasada belirtilen süreleri madde sıralarıyla gösterecek olursak;
  • HMK md. 20'ye göre görevsizlik ve yetkisizlik kararının kesinleşmesinden itibaren on gün değil 2 hafta içerisinde dosyanın gönderilmesi talep edilmelidir.
  • HMK md. 96'ya göre eski hale getirme, engelin ortadan kalkmasından itibaren on gün değil, 2 hafta içinde talep edilmelidir.
  • HMK md. 127'ye göre cevap dilekçesi 10 gün değil, 2 hafta içinde verilmelidir ve bu sürenin dışında 1 aydan daha fazla uzatma verilemez.
  • HMK md. 136'ya göre replik ve düplik (cevaba cevap ve ikinci cevap) dilekçeleri on gün değil, 2 hafta içerisinde verilmelidir. Dava ve cevap dilekçesine ilişkin kesin süreler bunlara da uygulanır.
  • HMK md. 144'e göre mahkemenin, dinlenilmek üzere mahkemeye gelmeleri için iki tarafa vereceği süre 2 haftadan az olamaz.
  • HMK md. 178 ve 180'e göre ıslah eden taraf, belirlenecek teminatı 1 hafta içerisinde yatırmalıdır. Bunun dışında, ıslah dilekçesi vermesinden 1 hafta içerisinde yeni dava dilekçesi vermesi gerekir.(tamamen ıslah) Aksi halde davası iptal edilmeyeceği gibi, ıslah hakkı kullanılmış sayılır. Kısmen ıslahta ise işlemin yapılması için 1 haftalık süre verilir.
  • HMK md. 243'e göre tanığa davetiyesi duruşma gününden en geç iki gün önce değil 1 hafta içinde tebliğ edilmesi gerekir.
  • HMK md. 281'e göre bilirkişi raporundaki eksiklerin tamamlattırılması veya açıklanması için başvuru süresi olarak taraflara 2 hafta verilmiştir. Hakim ise bu süreyle bağlı değildir.
  • HMK md. 294'te gerekçeli kararın yazılma süresi 15 günden 1 aya çıkarılmıştır. Ancak; yasakoyucunun açıkça amaçladığı gibi, bu kararların nitelik açısından daha başarılı kaleme alınması beklenmektedir.
Bunun dışında, yasada kesin süre* verileceği yazılan haller şunlardır;
  • HMK md. 32'de açıkça kesin süre yazmasa da okunamayan veya ilgisiz dilekçelerin düzenlenmesi için uygun bir süre verileceği, eğer düzenlenmezse tekrar süre verilmeyeceği düzenlenmiştir.
  • HMK md. 54'te kanuni temsilcilerin izin belgelerini almaları için mahkemeye müracaat etmeleri gerekiyorsa bu başvuruyu yapmaları için kesin süre verileceği yazılmaktadır.
  • HMK md. 88'e göre belirlenen kesin süre içinde teminat gösterilmezse, dava usulden reddedilecektir.
  • HMK md. 119'a göre dava dilekçesinde talep sonucu, imza, davacı ve davalının adı soyadı ile adresleri, kimlik numaraları veya kanuni temsilcileri yer almamışsa, bu eksikliklerin tamamlanması için 1 haftalık kesin süre verilecektir.
  • HMK md. 120'ye göre gider avansının yeterli olmadığı anlaşıldığında, mahkeme bunun tamamlanması için 2 haftalık kesin süre verecektir.
  • HMK md. 130'a göre kesin süre denilmese de cevap dilekçesinde mahkemenin adı, davacı ve davalı adresleri, kimlik numaraları, varsa kanuni temsilciler veya imza bulunmadığı halde 1 haftalık süre verilecek, giderilmezse cevap dilekçesi verilmemiş sayılacaktır.
  • HMK md. 140'ta ön inceleme duruşmasında verilecek 2 haftalık kesin süre düzenlenmiştir.
  • HMK md. 220'ye göre belge karşı tarafın elinde bulunuyorsa, karşı tarafa belgenin ibrazı için kesin süre verilecektir.
  • HMK md. 240'ta tanığın adresinin gösterilmemesi veya adreste bulunamaması halinde adres göstermesi için kesin süre verileceği belirtilmiştir.
*Kesin süre ile ilgili genel kural HMK md. 94'te yer almaktadır.


E-) Disiplin Para Cezaları
6100 sayılı yasada adı geçen bir yaptırım türü de disiplin para cezalarıdır. Kişilerin parayı özgürlüklerinden daha fazla önemsediği varsayımına dayanan bir yaptırım türü olarak düşünülebilir. Kişilere bazı durumlarda beş yüz liraya kadar bazı durumlarda beş yüz liradan beş bin liraya kadar para ödettirilmesi sonucu doğuran cezadır.

Yasada geçen disiplin para cezasının uygulanacağı tüm haller madde sıralamasıyla; hakimin reddinin kötüniyetle yapılması (HMK md. 42), hakimin sorumluluğu nedeniyle devlete açılacak davanın esastan reddedilmesi (HMK md. 49), sakıncalı belgelerin yerinde incelenmesinin de engellenmesi (HMK md. 218), usulüne uygun olarak çağırılan tanığın mazeret bildirmeksizin gelmemesi (HMK md. 245, haklı sebep sonradan bildirilirse ceza kaldırılır), sebep göstermeden tanığın çekinmesi veya yemin etmemesi (HMK md. 253), üçüncü kişinin kendisi ile ilgili yapılan keşfe karşı koyması (HMK md. 291) ve kötüniyet sahibi davalının veya hiçbir hakkı olmadığı halde dava açan davacıya verilebilmesi (HMK md. 329) şeklindedir.

Yeni yasanın belli bölümlerinde adı geçen bu yaptırım yerine, önceki yasada bazı yerde disiplin hapsi bazı yerde idari para cezası uygulanmakta olduğu görülmektedir. Yeni adıyla bu yaptırımın kendine özgü olduğu ileri sürülebilir. HMK md. 446'da yaptırımın özellikleri tanımlanmıştır. Buna göre, verildiği anda kesin olan ve derhal infazı gereken bir cezadan söz edilmekte, bunun seçenek yaptırımlara çevrilemeyeceği ve adli sicil kayıtlarında yer almayacağı, bu cezanın amme alacakları gibi tahsil edileceği söylenmektedir.

Bu açıklamada cezai ve idari ögelerin ortaklaşa bulunduğu bir yaptırım görülmektedir. Ancak, bu cezayı verecek merciin bunu hangi sıfatla yapacağı belirtilmemiştir, bu da ileride yargılama faaliyeti veya idari faaliyet sayılması kapsamında sıkıntıların oluşmasına sebep olacaktır. İdari anlamda disiplin cezasının bir türü olarak sınıflandırılması halinde Anayasa hükmü gereği kararın yargı yolu açık olmaksızın kesinleşmesi mümkün değildir. Mahkeme kararı olarak düşünüldüğünde de klasik sınırları biraz zorladığı kabul edilebilir.

Her şeyden önce “verilebilir” gibi takdir hakkının bulunduğu hallerde, verildiği anda kesinleşen bir yaptırımın uygulanması Anayasaya aykırıdır. Yasada verilmesi gereken haller üzerinden örneklerle gidersek, davacının haklı olduğu konusunda belli bir şüphe(umut) varken, dava sonucunda haksızlığına karar verilmesi ve disiplin para cezasına hükmedilmesi halinde, gerçekten kötüniyetli olmayan kişinin de yapabileceği bir şey kalmamaktadır. Ayrıca karar temyiz yolu açık olmak üzere verilirse, ve disiplin para cezası da verilirse, bu durum “Temyizde bunun bozulma ihtimali var, ama senin bence hiçbir hakkın olmadığı için disiplin para cezası veriyorum.” gibi oldukça ilginç bir açıklamaya dönüşür. Karar temyizden bozulsa bile ortada değiştirilemeyen bir ceza olacaktır. Başka bir örnek olarak, zaten sınırlı olarak sayılmamış ret sebeplerinin gerçekleşmediğine karar verilmesi halinde istenildiği zaman bunu kötüniyete dahil etmek de mümkündür. Bu durum ret talebinin kabul edilmediği her durumda disiplin para cezası da verilmesi uygulamasına dönüşebilir ve zaten zor verilen hakimin reddi talepleri iyice zorlaşabilir. Bu ve bunun gibi durumlardan özetle, karar verecek merciin duygusal davranması veya incelemesinde eksikler bulunması halinde hak kaybına maruz kalınması muhtemel olacaktır. Üst başvuru merci olması ise hem usul ekonomisini oldukça zedeleyecek, hem de yasaya göre ceza derhal yerine getirileceği için, kişi, hakkını ancak seneler sonra geri alabilecektir.


F-) Yargılama Usulleri
6100 sayılı yasada sadece iki yargılama usulüne yer verilmektedir. Bunlar yazılı ve basit yargılama usulleridir. Halbuki, bundan önceki yasada yazılı, sözlü, basit ve seri olmak üzere dört farklı yargılama usulü yer almaktaydı.

HMK md. 316'da yasalarda sözlü ve seri yargılama olarak düzenlenen hallerde de basit yargılama hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. Diğer ifadeyle yazılı yargılama usulü olarak düzenlenmeyen her halde basit yargılama usulü uygulanacaktır. Bu usuldeki başlıca noktalar;
  • Uygulama alanı HMK md. 316'da düzenlenmiştir. Özellikle sulh hukuk mahkemelerinde bu usulün uygulanacağı belirtilmiştir.
  • Replik ve düplik bu usulde yoktur.
  • Sözlü yargılama aşaması yoktur.
  • Elde bulunan delillerin dilekçeye eklenmesi (sadece yazılması veya sair deliller denilerek süre beklenmesi değil), bulunmayanların ise bilgilerinin verilmesi zorunludur.
  • Mahkeme olabildiği ölçüde dosya üzerinden duruşmaya çağırmaksızın karar verecektir.
  • Herbiri arasında en fazla 1 ay bulunabilen 3 duruşma sonucunda (birisi ön inceleme duruşması) hüküm verilmelidir. Sadece zorunlu hallerde daha fazla duruşma yapılabilir.
  • İşlemden kaldırılan ve yenilenen dosya tekrar takipsiz bırakılırsa dava açılmamış sayılır. (Yazılı usulde dosya iki kere işlemden kaldırılabilir.)
  • Gerekçeli kararın en geç 1 ay içerisinde yazılması gerekir.
G-) Medeni Yargılamada En Önemli Değişiklik: Belirsiz Alacak Davası ve Kısmi Dava
6100 sayılı yasada açık ara en çok tartışılacak ve zor çözümlenecek konudur. Kaleme eksik şekilde alınmış olması sebebiyle sıkıntılar çıkaracaktır. Türk Hukuku'nun ürettiği bir kavram değildir. İsviçre ve Alman hukuklarında da bu dava türü kabul edilmektedir. Yasalaşma sürecinde de başta tasarıda olmayan belirsiz alacak davası sonradan tasarıya eklenmiştir.

İncelemeye başlamadan, bu dava türünün oluşma sebeplerini saymalıyız. Özellikle haksız fiilden doğan maddi ve manevi tazminat talepleri ile işçi alacakları konusunda belirsizlik oluşmakta, bunun sonucu olarak kısmi dava açılması yoluna gidilmektedir. Talebin yüksek miktarda tutulması yüksek harçların ödenmesine ve kaybedilen kısım kadar yargılama gideri ve vekalet ücreti ödenmesine sebep olacakken, miktarın az tutulması da hak kayıplarını fazlalaştıracaktır. Böyle bir durumda miktarın az gösterilip sonradan arttırılmasına (yani talep sonucunun, dolayısıyla iddianın genişletilmesine) karşı tarafın rıza göstermeyeceği düşünülürse, başvurulabilecek tek yol ıslah olarak kalmakta, bu ise hem ıslah hakkını boş yere kullanması, hem de bununla ilgili giderlerin ödenmesi konusunda sıkıntılar doğurmaktadır. Ayrıca kısmi dava açıldığında talep edilemeyen kısım için zamanaşımı işleyecek, alacak belirlenebilir hale gelene kadar zamanaşımı süresi dolacağı için -ki haksız fiillerde bir yıl- davacı, mecburen ıslaha başvurarak talebini yine bilmediği bir miktara arttıracaktır. Özetle sıkıntılar, yüksek yargılama giderleri ve vekalet ücreti ile zamanaşımı noktasında yoğunlaşmaktadır.

Kişilerin elinde olmayan sebeplerle oluşan hak kayıplarını önlemek için belirsiz alacak davası HMK md. 107 ile Türk hukukuna girmiştir. Buna göre, alacaklıdan alacağını belirleyebilmesinin beklenemeyeceği hallerde belirsiz alacak davası açılabilmesi kabul edilmiştir. Dava ilerledikçe, karşı tarafın açıklamaları veya tahkikat sonucunda alacağın belirlendiği andan itibaren iddiayı genişletme yasağına tabi tutulmaksızın talep sonucunu arttırmak mümkün olacaktır. Böylece alacaklı mahkum edileceği yüksek yargılama giderleri ve ıslah sonucu ödenecek giderlerden kurtulacaktır. Ancak zamanaşımı ile ilgili sorun hala çözülmemiş kalacaktır.

Zamanaşımı konusunu incelemeden önce kısmi davaya değinmek uygun olacaktır. Yasanın sistematiği incelendiğinde belirsiz alacak davası açılabilen hallerde kısmi davanın açılması durumunda, davanın hukuki yarar yokluğu yönünden reddi gerekli, hatta sistematiğin faydasını göstermesi için zorunlu olduğu ortadadır. Talep konusunun taraflar arasında tartışmasız ya da açıkça belirli olması durumunda kısmi dava açılamayacağı düzenlenmiştir. (HMK md. 109) Çekişmeli yargıda açılan davayı düşündüğümüzde taraflar arasında tartışmasız deyimini dar yorumlamak gerekir, yoksa “Dava açıldığına göre bir tartışma vardır.” denilirse maddenin amacından sapılmış olacaktır. Kısaca, “belirlenebilir olma” ile “belirlemenin muhakeme edilmeden mümkün olmaması” arasında her olayda dikkatli belirleme yapmak gerekecektir.

Zamanaşımına döndüğümüzde ne yazık ki, bu düzenlemenin zamanaşımı konusunda bir açıklık getiremediğini görmekteyiz. Belirsiz alacak davasının amacı gereği belirsiz alacağın tamamı hakkında zamanaşımının kesilmesi gerekmektedir. Nitekim İsviçre ve Alman hukukunda da kabul edilen budur. En azından davacı belirlenebilecek vakıaları göstermiş, yeni vakıa ileri sürmemişse, zamanaşımının alacağın tamamı için kesilmesi uygun olacaktır. Yine de pilot davalarda kimsenin bu riski göze almak istemeyeceği doğal olduğundan, maddenin üçüncü fıkrasını uygulamak en uygun yol olarak görünmektedir, hatta yasakoyucu neredeyse bu yola ikna etmek için hükme tespit davasında değil bu maddede yer vermiş gibidir. Bu fıkrada kısmi eda davasının açılabileceği hallerde (ihtimalde de bu belirsiz alacak davası olmakta) tespit davası açılırsa hukuki yararın var kabul edileceği düzenlenmiş, böylece eski bir anlayış yıkılmıştır. O halde davacı isterse bir miktar üzerinden belirsiz alacak davası açıp, kalan kısım için tespit davası açabileceği gibi tüm alacak için de tespit davası açabilir ve karardan sonra ilamsız takip yapabilir. Takibe itiraz edilmesi halinde ise elinde itirazın kaldırılmasını sağlayacak (İİK md. 68 anlamında) belgelerden birisi bulunmaktadır. Sonuç olarak tespit davası kullanılarak zamanaşımı sorunu da aşılabilecektir.

Elimizde kalan tek sorun manevi tazminatın belirsiz alacak davasına konu teşkil edip edemeyeceğidir. Yargıtay, kararlarında manevi tazminatın bölünemeyeceğini söylediği gibi, doktrinde de bölünüp bölünemeyeceği konusunda uzlaşma yoktur. Ancak; yeni maddenin amacı da göz önünde bulundurulduğunda manevi tazminatın da belirsiz alacak davası olarak ileri sürülebilmesi gerekir. Çünkü manevi tazminat diğer tazminatlara oranla belirlenmesi hiç mümkün bulunmayan, muhakemeye ve tarafların içsel dünyasının aydınlatılmasına gerek duyulan bir tazminattır. Uygulamada da büyük oranda istenen manevi tazminattan daha azına hükmedilmesi, belirlenemediği konusunda örnek oluşturmalıdır. Manevi zararı sadece zarara uğrayan kişinin bilebilmesi, bunun belirlenmesinde hukuki kurumların ve hukuki muhakemenin gerekli olmadığı anlamına gelmez.


H-) Medeni Yargılama Sürecinde Yeni Halka: Ön İnceleme
6100 sayılı yasada yargılamanın 5 aşamaya ayrılması öngörülmüştür. Bunlar dilekçelerin verilmesi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hükümdür. Bunların içerisinde yeni olan aşama ön inceleme aşamasıdır. Yargılama sürecini hızlandırmak için yapılan en önemli değişikliğin bu olduğu belirtilmektedir. Bu aşamanın özellikleri;
  • Dilekçelerin verilmesi aşaması tamamlanmadan bu aşamaya geçilemez. Uygulamada da bu şekilde gerçekleşmesi önemli olacaktır çünkü iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı ikinci dilekçelerden sonra başlayacağından, duruşmada sürekli yeni vakıaların sürülmesi yargılamanın daha da karışmasına neden olacaktır.
  • Aynı şekilde ön inceleme aşaması tamamlanmadan da tahkikat aşamasına geçilemeyecektir. Yani tahkikat işlemleri yapılamayacaktır. Tanık dinleme, belge inceleme, bilirkişi görüşü alma, keşif yapma veya yemin teklif etme buna örnek olarak gösterilebilir.
  • Mahkeme öncelikle dava şartlarını ve ilk itirazları dosya üzerinden inceleyecektir. Bir eksiklik bulunmazsa taraflar ön inceleme duruşmasına çağırılacak, bu aşamada hazırlık işlemleri ve delillerin toplanması için işlemlerle sulhe teşvik yapılacaktır ve tüm bunların tutanağa geçirilmesi gereklidir. Ön inceleme tek duruşmada tamamlanır.
  • Ön incelemede delillerin sunulmaları veya getirtilecek belgelerle ilgili açıklamaların yapılması için iki haftalık kesin süre verilir.
  • Ön inceleme duruşmasına taraflardan birisi gelmezse; gelen taraf, karşı tarafın açık muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir.
I-) Genişletme Yasaklarının Yeni Durumu
Konunun dava gidişatı ile ilgili önemi nedeniyle, ayrı bir başlık altında incelemek uygun olacaktır. Öncelikle, nelerin iddiayı veya savunmayı genişletmiş sayılacağı konusunda herhangi bir yenilik bulunmamakta, yeni bir vakıa ileri sürmek kural olarak iddia veya savunmayı genişletme olarak kabul edilmektedir. Hukuki sebebi değiştirmek veya vakıayla bağlantılı konuları açıklamak yine genişletme yasağı kapsamında olmayacaktır.

Konu kural olarak HMK md. 141'de yer almaktadır. Buna göre taraflar ikinci dilekçelerinde, yani cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinde serbestçe iddia ve savunmalarını genişletebileceklerdir. Bunun istisnası ise HMK md.131'den hareketle, ikinci cevap dilekçesinde ilk itirazların ileri sürülemeyeceğidir.

Ön inceleme aşamasında eğer tarafın birisi duruşmaya katılmamışsa, bunun önceden ihbar edilmiş olması koşuluyla, karşı taraf iddiasını veya savunmasını genişletebilecektir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra genişletme yasakları da başlamış olacaktır. Bu konuda bir yenilik olarak, susmak, iddia ve savunmanın genişletilmesini kabul değil ret anlamına gelecektir. HMK md. 141'de açıkça belirtildiği üzere iddia ve savunma ancak ıslah ve karşı tarafın açık rızası(muvafakati) ile genişletilebilir.

Bununla birlikte doktrinde müddeabihin temlikinin de genişletme yasağının istisnası olduğu kabul edilmekteydi. Nitekim HMK md. 125'e göre dava konusunun devrinde davanın devredilen tarafa karşı devam edeceği söylendiğine göre, ileri sürülen kişisel def'iler iddia ve savunmayı genişletmenin tipik olmasa da istisnası sayılacaktır. Bunun dışında diğer yenilik HMK md. 124'te yer almıştır, bu maddeye göre tarafta iradi değişiklik yapılabileceği, hatta maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan talebin karşı tarafın rızası aranmaksızın kabul edilebileceği düzenlenmiştir.



I-) Medeni Yargılama Usulü Kurumlarındaki Değişikliklerin Kategorileştirilmiş İncelemesi


a- Avukatları Etkileyen (Küçük) Yenilikler
Ø Avukatın bürosuna yapılacak tebligat yukarıda incelenmiştir. (B, 6099 sayılı yasa)

Ø Avukatlar; tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağırılan diğer kişilere doğrudan soru yöneltme hakkına sahiptir. (HMK md. 152) Çok doğru bir düzenlemedir, çünkü avukatlar davaya birey olarak değil makam olarak taraftır ve hakim aracılığıyla soru yöneltmek makamın kendisine yönelik bir hukuki yetersizlik ve güvensizlik anlamına gelecektir. Ceza muhakemesinde olan hak, bu değişiklik ile hukuk usulünde de yer bulmuştur.

Ø Avukatların duruşma salonundan çıkarılabilmesi mümkün değildir. (HMK md. 151) Duruşma düzenini bozucu haller olsa dahi hakimin ancak duruşmaya ara verebileceği ve gerekirse avukatın cezai ve disiplin sorumluluğunun doğabileceği, ancak salondan çıkartılmanın mümkün olmayacağı açıklanmaktadır. Üst maddedeki açıklamalarımız bu konuda da geçerlidir ve gerekli bir değişikliktir.

Ø Tarafların teklif ettiği yemin ve tanıkların yemini yerine getirilirken hakim dahil olmak üzere herkes ayağa kalkacaktır. (HMK md. 233, 258) Özellikle kararın açıklanması sırasında hakimle ayağa kalkıp kalkmama tartışması yapmış (yapmış denilmekte çünkü artık hükmün açıklanması sırasında duruşmada bulunanlar ayakta olmalıdır) avukatlar adına önemli bir psikolojik koz oluşturabilecektir. Küçük bir detay olsa da önemsiz denilerek usul hükümlerinin uygulanmamasının mümkün olmadığı ve bozma sebebi oluşturacağı ortadadır. Ayrıca hakim dahil herkesin kalkmasının tanık yemini sırasında tanık üzerinde oluşan baskıyı arttıracağı muhtemeldir.


b- Görev ve Yetki
Ø Miktar ayrımı yapılmaksızın malvarlığı davaları ve şahısvarlığı davalarında asliye mahkemesi görevlidir.(HMK md. 2)

Ø Kira ilişkisinden doğan tüm uyuşmazlıklarda sulh hukuk mahkemesi görevlidir. Önceki duruma göre daha genişletilmiş yetki söz konusudur. Diğer konularda sulh hukuk mahkemelerinin görevini belirlemek için yeni BK ve TTK'nin de incelenmesi gerekecektir.(HMK md. 4)

Ø Sözleşmenin yapıldığı yer mahkemesi seçimlik yetkili olmaktan çıkarılmıştır. Sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesi ise hala yetkilidir.(HMK md. 10)

Ø Haksız fiilde zararın meydana gelme ihtimalinin bulunduğu yer mahkemesi de seçimlik yetkili mahkeme olarak belirlenmiştir.(HMK md. 16)

Ø Yetki sözleşmesini sadece tacirler ve kamu tüzelkişileri yapabilecektir. (HMK md. 17) Ancak; açılan davaya itiraz edilmemesi durumunda mahkemede yargılamaya devam edilecektir. Bu şekilde zımni yetki sözleşmesi oluşturulması yasaklanmamıştır. Yani kişiler istiyorsa ve kesin yetki de yoksa davanın herhangi bir yer mahkemesinde açılabilmesine engel yoktur.

Ø Olumsuz yetki sözleşmesi esas sayılacaktır. Yetki sözleşmesinde aksi kararlaştırılmamışsa sadece sözleşmeyle belirlenen mahkemede dava açılacak, genel yetkili mahkemede dava açılamayacaktır.(HMK md. 17)


c- Dava Şartları ve İlk İtiraz
Ø Dava şartları diğer yasalarda yazılanlar saklı tutulmak üzere bir usul yasasında ilk kez sayılmıştır. (HMK md. 114) Bu halde, yasada geçmeyen unsurlar mahkemece dava şartı olarak belirlenemeyecektir. Sayılan şartlar, ise uygulamada ve doktrinde daha önceden de kabul edilen hususları içermektedir.

Ø Derdestlik, ilk itirazların arasında değil, dava şartı olarak kabul edilmiştir. Benzer şekilde Türkiye'de ikametgahı bulunmayan kişilerden alınacak teminat için yapılacak talep HUMK'ta ilk itirazların arasında sayılmakta iken, HMK'de tazminat kararının yerine getirilmemesi dava şartı olarak sayılmıştır. Teminat kararının ise artık talep gerekmeksizin hakim tarafından kendiliğinden verileceği HMK md. 86'da düzenlenmiştir.

Ø Dava ve cevap dilekçesinin yanlış veya eksik düzenlendiği iddiası HUMK'a göre ilk itiraz olarak düzenlenmekteydi. HMK'de ise dava ve cevap dilekçelerinin hangi noksanlıkların kesin süre içerisinde tamamlattırılacağı yazılmaktadır, tarafın talebine gerek yoktur, gözden kaçmış olması halinde de durumun hakime hatırlatılması yeterlidir.


c- Çekişmesiz Yargı
Ø En başta, çekişmesiz yargıda “taraf” kavramı ifade edilmekten kaçınılmış, bunun yerine “ilgili” kavramı tercih edilmiştir.

Ø Dava şartları ve asli müdahale gibi yasa metninde ilk kez yer alan kavramlardan biridir. HMK md. 382-388 arasında düzenlenmiştir. Toplam 72 halde çekişmesiz yargı hükümlerinin uygulanacağı belirtilmekle birlikte, bunların sınırlı olarak sayılmadığı; aksine HMK md.382'de sayılan üç halin -ilgililer arasında uyuşmazlık olmaması, ileri sürülecek hakkın olmaması, hakimin resen harekete geçmesi- bir veya birkaçına uygun olması halinde başka istemlerin de çekişmesiz yargı sayılabileceği açıklanmıştır. Bu kapsamda, sayılan 72 halin içinde olmayan anlaşmalı boşanmanın çekişmesiz yargı sayılabilmesi gerekmektedir.

Ø Çekişmesiz yargı işleri sulh hukuk mahkemelerinde görülecektir. Başka bir maddede ise, niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanacağı söylenmektedir. Bu madde olmasaydı dahi, sulh hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü görüldüğü için bir değişiklik olmayacaktı.

Ø Daha önce metin olarak yer almasa da, çekişmesiz yargıda resen araştırma ilkesinin uygulanacağı kabul edilmekteydi. Bu tür ilkeler, görev ve yetki, aksine hüküm bulunmadıkça kararların maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği gibi konular değiştirilmeden yasada düzenlenmiştir.


d- Asli ve Fer'i Müdahale
Ø Asli müdahale yasa metninde yer almıştır. (HMK md. 65) Niteliğinde, önceki uygulamalara oranla pek değişiklik bulunmamaktadır. Asli müdahale ile aslında yeni bir dava açılmaktadır ve bu davada davalılar (önceki davanın tarafları) mecburi dava arkadaşı olmaktadır. Bu dava asıl dava ile karara bağlanacaktır ancak, hüküm her iki dava için ayrı ayrı verilmelidir.

Ø Fer'i müdahalede HMK md. 69 önemlidir. Buna göre; fer'i müdahil asıl davadan olumsuz bir sonuç alırsa, rücu davasında, olumsuz sonucun yanlış verildiğini iddia edemeyecek, bununla bağlı kalacaktır. Buna yasada fer'i müdahalenin etkisi denilmektedir.



e- Başta Elektronik İmza Olmak Üzere Diğer Teknolojik Değişimler
Ø Elektronik imza HMK ile gelen yeniliklerden değildir. Kaynağını 5070 sayılı yasadan alan elektronik imza 23.07.2004'ten beri uygulanmaktadır, HUMK'da da ilgili değişiklikler yapılmıştır. HMK ile de 5070 sayılı yasayla olan uyum devam ettirilmek istenmiştir. İlk olarak söylemek gerekir ki, yasaların resmi şekle tabi tuttuğu veya özel merasim gerektiren hallerde ve teminat sözleşmelerinde elektronik imza ile imza mümkün olmayacaktır. (5070 sayılı yasa md. 5)

Ø HMK'deki en önemli hüküm md. 205'te düzenlenmiştir. Bu maddede usulüne göre güvenli elektronik imza ile oluşturulan elektronik verilerin, senet hükmünde olduğu açıklanmaktadır. HMK md. 199'da elektronik veriler “belge” olarak nitelendirildiğine göre, elektronik imza belgeyi senet haline çevirecektir. Elektronik imzanın bulunmaması halinde ise delil başlangıcından söz etmek mümkün olabilecektir.

Ø Elektronik belgeler de normal belgeler gibi mahkeme tarafından istendiğinde, incelemeye elverişli şekilde sunulması gerekir. (HMK md. 219)

Ø Hakim imzanın elektronik imza niteliğini taşıyıp taşıyamadığını re'sen inceleyecektir. (HMK md. 205) Bu belgelerin inkar edilmesi halinde hakim bir kanaate varamazsa bilirkişiye başvurması gerekmektedir. (HMK md. 210) Re'sen araştırılma söz konusu olduğu için HMK md. 213'te yer bulan kötüniyetli sahtelik iddiasında bulunan kişinin tazminat ödemesi hükmünün elektronik imzalı senetlerde söz konusu olmaması gerekir. Ayrıca; elektronik verilerin diğer senetler gibi yerinde incelenmesi normal olarak mümkün olmayacaktır.

Ø Duruşmalarla ilgili önemli teknolojik değişiklik HMK md. 149 ile yasa metnine girmiştir. Bu hükümde, tarafların rızası varsa, tarafların veya vekillerinin aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden duruşmalara katılmalarına ve usul işlemleri yapılmasına mahkeme izin verebilir. Bunun yapılabilmesi için yasal engellerden fazla fiziki ve zihni engeller olduğu ortadadır. Bu değişimle ilgili eğitim verilmesi gerektiği düşünülürse tutanaklarda yeterli şartların bulunmadığı sebebiyle bir ifade yer alması muhtemeldir.

Ø Tanığa yapılacak davetin telefon, faks veya elektronik posta gibi araçlarla yapılabileceği düzenlenmiştir. Ancak tanığın gelmemesi sonucunda zorla getirme ve disiplin para cezası gibi sonuçlar uygulanamayacaktır. (HMK md. 243)

Ø Elektronik ortam olarak UYAP üzerinden dava açılabileceği, harç ve avans ödenebileceği, dava dosyasının incelenebileceği ve gerekli belgelerin elektronik imza ile düzenlenebileceği HMK md. 445'te düzenlenmiştir. Altyapısı yeterli olan adliyelerde de işlemlerin UYAP üzerinden düzenleneceği yasal dayanak altına alınmıştır.


f- İspat ve Deliller (İspat yükü – yazılı delil başlangıcı – ikrar – tanık – bilirkişi)
Ø İspat yükü HMK md. 190'da kural olarak tanımlanmıştır. Metine göre: “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” Bu sayede Medeni Kanun md. 6'da yer alan belirsiz ispat yükü kavramı açıklanmıştır ve sonra gelen yasa olarak bu tanımın öncelik kazanması gerektiği söylenmiştir. İspat yükünün istisnaları olan karineler, normal durumun aksinin ispatı gibi konular ise korunarak devam etmiştir.

Ø Yeni yasada belgenin tanımı yapılmıştır: “Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir.” (HMK md. 199) Bu tanım, kesin delille ispatın zorunlu olmadığı hallerde genel kural olması açısından önemli olacaktır. Yasa özellikle senedin tanımını yapmaktan kaçınmış, bunun sebebi de senedin özelliklerinin değişken nitelikte olması ve tanımlama ile bunların sınırlandırılmasını önlememek olarak ifade edilmiştir.

Ø İkrar, sistematik olarak farklı yerde düzenlenmiştir. HMK sistematiğine bakıldığında kesin delillerin arasında düzenlenmediği görülmektedir. Bunun yerine ikrar edilen vakıaların tartışılmayacağı ve ispat faaliyetlerinde bulunulmayacağı açıklanmıştır. (HMK md. 188) Yani, yasaya göre ikrar kesin delillerin arasında sayılmamaktadır.

Ø Hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin durumu yasada yer almıştır. Buna göre ceza muhakemesiyle benzer olarak hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından dikkate alınmayacaktır. (HMK md. 189) Tüm kişisel verilerin yasa hükmüyle desteklenmediği hallerde kaydı, telefon görüşmelerinin hakim kararı olmaksızın dinlenilmesi ve kaydedilmesi, hatta iki taraftan birinin, diğerinin rızası olmaksızın görüşmenin içeriğini açıklaması Türk Ceza Kanunu'nda suç olarak düzenlendiğinden bu bilgilerin vakıaların ispatında kullanılması mümkün değildir.

Ø Delil başlangıcı da yeniden tanımlanmıştır: “Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.” Tanım aslında yinelenerek yapılmıştır, belge, HMK md. 199'daki tanımına göre zaten söz konusu vakıaları muhtemel gösteren bir ispat aracıdır. Uygulamada önem gösterecek kısım ise, delil başlangıcının kendisine karşı ileri sürülen kimse tarafından verilmiş veya gönderilmiş olmasıdır. Önceki yasadan farklı olarak “gönderilmiş” ifadesi eklenmiş, bu da özellikle elektronik ve ileride olası teknolojik gelişmelere uyum gösterecek nitelikte olmuştur. Bu sayede her türlü ortamdan gönderilecek veri, delil başlangıcı sayılabilecektir.

Ø Delil sözleşmesi de yeni yasa ile daha ayrıntılı açıklamaya kavuşmuştur. (HMK md. 193) Taraflar, dava öncesi delil sözleşmesini yazılı yapmalıdırlar, yargılama sırasında ise imzalı beyanlarını tutanağa geçirerek delil sözleşmesi yapabileceklerdir. Bu şart geçerlilik şartı olarak kabul edilmelidir. Taraflar olaya göre münhasır delil sözleşmesi de, münhasır olmayan delil sözleşmesi de kararlaştırabilirler. Yani senetle ispat zorunluluğu olan hallerde tanıkların dinlenebileceğine karar verebilecekleri gibi, örneğin işçinin alacağının sadece bordro ile ispat edileceği de kararlaştırılabilecektir. Delil sözleşmesi ile hakkın kötüye kullanılmasını ise aynı maddenin ikinci fıkrası yasaklamaktadır.

Ø Senetle ispat gerektiren hukuki işlemlerin miktarı 2.500 TL'ye çıkarılmıştır.

Ø Ticari defterlerin ibrazı ve delil niteliğide düzenlenmiştir.Düzenleme bize TTK'deki ticari defterlerle ispat bölümünü anımsatmaktadır. (HMK md. 222) Bu maddenin HMK'de yer almasının nedeni, Temmuz 2012 yılında yürürlüğe girecek olan TTK'de konuya yer verilmemiş olmasıdır. Diğer anlatımla konu TTK'den çıkarılıp HMK sistematiği içerisine alınmıştır. Ticari defterler ile ilgili olarak, bunların ibrazının aslı verilmek şeklinde olabileceği gibi, ilgili kısımların onaylı örneklerinin mahkemeye verilmesi ile de olabileceğini hatırlatmak isteriz. (HMK md. 219)

Ø Yemin metni değişmiştir, namus, şeref ve kişinin kutsal saydığı bütün inanç ve değerler üzerine yemin edilecektir. Ayrıca yemin bölümünde sadece tarafların talep edeceği yemin düzenlenmiştir, mahkemenin re'sen teklif edeceği yemin düzenlenmemiştir.

Ø Tanıklık, yasada çok ayrıntılı şekilde düzenlenmesine rağmen, uygulamaya oranla esaslı bir değişiklik içermemektedir. Tanıklıktan çekinme ve yemin konusu da ufak eklemeler dışında benzerdir. (örneğin; koruyucu ailenin, koruma altına alınan çocuk ile ilgili davada tanıklıktan çekinmesi) Yalnız, tanığa verilecek ücretin Adalet Bakanlığınca hazırlanacağı ve bunun her çeşit vergi ve harçtan muaf tutulacağı belirtilmiş, tanık davetiyesinde ücret ödenmesinin de yazacağı belirtilmiştir. Tanık ücretinin genellikle kalemlerde ödendi yazılarak gelir gösterilmesi uygulamasının bu şekilde değişip değişmeyeceğini zaman gösterecektir.

Ø Bilirkişilik kurumu bilindiği gibi önceki dönemde en çok eleştirilen konulardan biriydi. Yeni düzenlemeler ile esaslı değişiklik getirilmemesine rağmen, kurumun prestijini arttırmak için çalışıldığını söylemek hatalı olmayacaktır. Öncelikle, hakimin hukuk alanında bilirkişiye başvuramayacağı HMK md. 266'da iki cümle içinde iki kez tekrarlanmış, ayrıca HMK md. 279/4'te bilirkişinin hukuki değerlendirmede bulunamayacağını açıkça ifade etmiştir.

Eski yasada üçten fazla bilirkişi görevlendirilemeyeceği söylenirken, artık tek sayıda olmak şartıyla bir kurulun bilirkişi olarak görevlendirilmesi mümkündür, üst sınır artık bulunmamaktadır. (HMK md. 267)

Bilirkişinin görevini herhangi birine bırakamayacağı (HMK md. 276), sır saklama yükümlülüğü (HMK md. 277), Türk Ceza Kanunu kapsamında kamu görevlisi sayılacağı (HMK md. 284) ve bilirkişinin ağır kusuruyla zarar vermesi halinde devlete karşı tazminat davası açılabilmesi (HMK md. 285) bahsettiğimiz prestij arttırıcı hükümler olarak gösterilebilir.

Ø Keşif konusunda iki başlıca değişiklikten söz edebiliriz. Bunlardan ilki tarafların ve üçüncü kişilerin keşfe katlanma zorunluluğudur. Hüküm bu doğal yükümlülüğün sonuçlarını düzenlemiştir. Taraf karşı koyarsa, hangi tarafta ise ya delilden vazgeçmiş ya da iddia edilen vakıayı kabul etmiş sayılacaktır. Üçüncü kişiye ise disiplin para cezası verilecek ve gerektiğinde zor kullanmaya karar verilecektir. (HMK md. 291)

Diğer yasa metnine alınan hüküm ise herkesin soybağının tespitine ilişkin kan ve doku alınmasına katlanmak zorunda olduğudur. Davanın tarafı olunmasa dahi bu yükümlülükten kaçınılamaz. (HMK md. 292)

Ø Uygulamada görülen uzman görüşü de yasa metnine alınmıştır. (HMK md. 293)


g- Kategorize Edilmemiş Diğer Değişiklikler
  • Gider Avansı ve Delil İkamesi İçin Avans: HMK md. 120'ye göre davacı, Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılacak olan gider avansı tarifesine göre belirlenecek miktarı mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Bu avans keşif, bilirkişi masrafları gibi giderlere karşılık alındığı için yargılama sürecini hızlandıracağı umulmaktadır.
Gider avansının yatırılmamış olması HMK md. 114'te dava şartı olarak sayılmıştır ve her zaman ileri sürülebilecektir. Gider avansı dava içinde eksik kalırsa kesin süre verilerek tamamlattırılacak, eğer fazla avans kalırsa HMK md. 297'ye göre hükümde bunun iadesi yer alacaktır. Hükümde bu yazılmazsa ayrı bir dava konusu edilip edilemeyeceği de tartışmalıdır.

Gider avansı UYAP üzerinden de ödenebilecektir.

Delil ikamesi için avans içe önceki yasada da yer almaktaydı. HMK md. 324'te düzenlenen bu konuya bir ek getirilmiştir. Buna göre, taraflar aynı delilin ikamesini talep ediyorlar ise gereken gideri avans olarak yarı yarıya ödeyeceklerdir.
  • Cevap Dilekçesinin Verildiği Tarih: Eski yasada cevap dilekçesinin kaleme verildiğinden bahsedilmekteydi. HMK md. 126/3'te ise cevap dilekçesi havale edildiği tarihte verilmiş sayılır denilmektedir. Ancak; uygulamada, havaleden sonra dilekçe yeniden tarafa verilmekte ve taraf (veya vekili) mahkeme kalemine gidip işlemleri tamamlamaktadır. Davalı veya vekili havale ettikten sonra dilekçeyi kaleme vermezse ne yapılacağı tartışma konusu olacaktır. Davacının cevap dilekçesini göremeden ikinci dilekçesini vermesi ihtimaller arasındadır. Daha da ilginç olabilecek şekilde cevap dilekçesi havale edildikten sonra mahkeme kalemine verilmemesi ve davanın sonuna doğru gösterilip bir ilk itiraz olan yetki itirazının ileri sürülmesi, davayı oldukça uzatabilecektir.
  • Topluluk Davası: HMK md. 113 ile getirilmiş yeni bir dava türüdür. Bu maddeye göre dernekler ve tüzel kişiler, statüleri çerçevesinde üyelerinin veya temsil ettikleri kişinin haklarını korumak için tespit ya da eda davası açabileceklerdir. Bu dava gelecekteki hakların ihlal edileceği iddia edilerek de açılabilecektir. Bu dava ile fiilen davada taraf olmayan kişiler hakkında karar verileceği kabul edilmiştir. Tüketici hakları ile ilgili dernekler madde açıklamalarında örnek olarak gösterilmiştir.
  • Seçimlik Dava Sonucunda İcra Takibi: HMK md. 112'de düzenlenmiştir. Seçim hakkı borçluda ve borçlu seçim hakkını kullanmıyorsa ise bu dava açılabilecektir. Getirilen değişiklik ise icra takibiyle ilgilidir. Bilindiği gibi ilam alındıktan sonra alacaklı borcun ifası konusunda seçim hakkı kendisinde olmamasıan rağmen, seçimi kendi yaparak takip talebinde bulunmaktadır. HMK md. 112 gereğince borçlu, takip talebinde hangi seçim hakkı kullanılırsa kullansın, diğer edimi ifa ederek de borcundan kurtulabilecektir.
  • Eski Hale Getirme: Bir davada birden fazla eski hale getirme kurumuna başvurmak mümkün olacaktır. Önceki yasada yer alan bir kez kullanılmaya yer verilmemiştir. İnceleme merci tarafından karar verilmediği sürece yargılama bu şekilde ertelenemeyeceği için kötüniyetle kullanılması da çok mümkün olmayacaktır.
  • Tam Yargı Davası Açılamayacak Hal: HMK md. 3'e göre idari işlemler veya eylemler sonucunda meydana gelen ölüm ve yaralanmalarla ilgili olarak tam yargı davası değil, asliye hukuk mahkemesinde adli dava açılabilecektir.
  • Teminat: Yabancıların teminat göstermesi gerektiği hükmü HMK'de yer almamaktır. Bunun sebebi gerekçede, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunu md. 32'de teminata ilişkin hükümlerin zaten yer alması olarak açıklanmıştır. Yine de en azından atıf yapılması uygun olacaktı.
Türk vatandaşları için ise, ancak mutad meskeninin bulunmaması halinde teminat göstermesi gerektiği kabul edilmiştir. HUMK'ta yerleşim yeri prensibinin benimsendiği düşünülürse, kişi, adres kayıt sisteminde bir adresi bulunmamasına rağmen, Türkiye'de yaşam ilişkilerinin yoğunlaştığı bir yere sahipse teminat göstermesine gerek kalmayacaktır. Bu da özellikle yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza faydalı olacaktır.
  • Hüküm: Daha önceden tartışmalı bir konu ve önceki yasadaki değişiklik açıklanarak korunmuştur. Buna göre, harcın ödenmiş olup olmaması ilamı almaya engel olmadığı gibi, bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olması hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel olmayacaktır.
Ayrıca teorik bir tartışma da yasa metninde yer bulmuştur. Hakim kararı tefhim ettikten sonra gerekçeli kararı yazamadan ölür veya imzalayamayacak duruma düşerse, yeni hakim gerekçeli kararı bizzat yazacaktır. Bu da tefhim edilen kararla olabildiğince uyumlu olmalıdır.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Hmk İle Getirilen Değişikliklerin Kategorik İncelenmesi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Mehmet Can Karagöz'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
» Makale Bilgileri
Tarih
14-12-2011 - 06:44
(4519 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 16 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 12 okuyucu (75%) makaleyi yararlı bulurken, 4 okuyucu (25%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
61236
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 2 gün 1 saat 55 dakika 31 saniye önce.
* Ortalama Günde 13,55 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 47684, Kelime Sayısı : 5552, Boyut : 46,57 Kb.
* 29 kez yazdırıldı.
* 5 kez arkadaşa gönderildi.
* 46 kez indirildi.
* 2 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 1413
Yorumlar : 2
Değerli Meslekdaşım; Çalışmanızı çok yararlı buldum. Çok teşekkür ediyorum.(...)
Öncelikle katkınız için teşekkürler! Okuyanları yanıltmaması açısından çalışmanızda gözüme çarpan hatalardan izninize sığınarak bahsetmek istiyorum. İlk olarak, Kanun numarası 6100 olduğu halde 611... (...)
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,09423804 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.