Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Türkiye’de Yargıçlar Var

Yazan : Coşkun Özbudak [Yazarla İletişim]
AVUKAT

Makale Özeti
Makalede, 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun uygulanmasında örnek oluşturacak bazı kararlar ışığında, bu kararları veren yargıcın hukuka katkısının ilgili kamuoyuyla paylaşılması amaçlanmıştır.

TÜRKİYE’DE YARGIÇLAR VAR

Av. Coşkun ÖZBUDAK*


1. Giriş:
Türkiye ilginç bir ülke, ya da birbiriyle çelişen duyguları eşzamanlı yaşadığımızdan biz böyle düşünüyoruz.
Yazıya, bir gazetede “Türkiye, aile içi şiddetten mahkûm” başlıklı bir haber ile aynı konuda e-postama gönderilen hukuk adına övünülecek bir aile mahkemesi kararından aynı gün haberdar olduğum için bu şekilde başladım.
Gazete haberinde: “AİHM, kendisini döven, bıçakla yaralayan, ölümle tehdit eden ve daha sonra kaçarken annesini tabancayla vurarak öldüren eski kocasına karşı devletin kendisini “etkili bir şekilde koruyamadığı” şikâyetiyle başvuran Nahide Opuz’u haklı buldu. Türkiye’nin ayrımcılık yaptığına hükmeden, Ankara’nın Opuz’a 36 bin 500 Avro tazminat ödemesine karar verdi. Türkiye, aile içi şiddet nedeniyle ceza alan ilk ülke oldu.” denilmektedir.
Yargının ve yargıçların her dönemden daha çok tartışıldığı bu günlerde, yukarıdaki kötü habere rağmen; hukukun yüz akı yargı kararlarına imza atarak, önce vatandaş sonra da bir hukukçu sıfatıyla, başlıktaki cümleyi kurdurabilen bir yargıcı ve kararlarını kamuoyuyla paylaşmamak vefasızlık olurdu.
2. Kararlar:
Saygıdeğer Yargıcımızın bu yazıya konu ilk kararı “ekonomik şiddet” üzerine. Yargıç, baktığı bir davada, davacı tanıklarının:
"Tarafların uzun zamandır ayrı odalarda yatmaları bir yana gündüz dahi ayrı odalarda oturduklarını, aralarındaki iletişimin tamamen koptuğunu, davacının hastalığı döneminde dahi davalı eşin otomobiliyle hastaneye götürmediğini, ilgi göstermediğini, kadının üzerinde bir taksi parasını ödeyebilecek kadar dahi para bulundurmasına izin vermediğini, gerek çalıştığı dönemde gerekse emekliliği sırasında da parasızlık çekmesine, içeceği çay parasını dahi hesaplamasına neden olduğunu, davalının kırılan bir çay bardağının dahi hesabını sorduğunu, kadının parasını kendisinin kullanmak istemesi durumunda ise, davalının ‘herkes kendi ihtiyacını karşılayacak’ diyerek aile bütçesinde ikilik yarattığı"
Sözlerine dayanarak boşanmaya karar vermiştir. Temyiz incelemesi sonucunda:
"Tanık beyanlarında geçen olaylardan sonra evlilik birliğinin devam ettiği ve davacı kadından aktarılan olayların boşanmaya esas alınamayacağı, dinlenen davacı tanıklarının, sözlerinin bir kısmının TMK'nun 166/1. Maddesinde yer alan temelden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar, bir kısmının ise sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibaret"
Olduğu gerekçesiyle davanın reddinin gerektiği belirtilerek karar bozulmuştur.
Yargıç, “Yargıtay’la aile mahkemesi kararı arasındaki çelişkinin ispat hukukuna ilişkin olduğu ve Yargıtay kararında tanıkların dolaylı anlatımda bulundukları için anlatımların inandırıcı olmadığının belirtildiği” saptamasını yaptıktan sonra, “ekonomik şiddet” olgusuna yönelik şu özlü değerlendirmeyi yapmıştır:
“Somut duruma baktığımızda tanıkların, davacı kadının eşiyle yaşadığı sorunları o an için görmemiş olmaları doğaldır. Olayda fiziki şiddet uygulanmadığı için sabah işe gelen kadını dövülmüş, gözü mor veya kolu askılı olarak da görmemişlerdir. Şayet böyle bir görünüme tanık olsalardı, muhtemeldir ki Yargıtay aşamasında da bu yoldaki anlatımlara itibar edilecekti. Olayda ise fiziksel şiddet olmamakla birlikte davacı bir çay parasına bile muhtaç duruma düşürülmüştür. Bu durumun aynen gözün morartılması, kolun bacağın kırılması gibi çalışma arkadaşları tarafından gözlenmesi olanaklıdır. Çünkü her gün aynı ortamda bulunan insanlar, nasıl fiziksel şiddet izlerine tanık oluyorlarsa, ekonomik şiddete de tanık olabilirler. Öyle ise yargıtayla aramızdaki temel ayrılık her ne kadar ilk bakışta ispat hukukuna ilişkin gibi gözükmekteyse de özde fiziksel şiddete yoğunlaşılıp ekonomik şiddetin gözden kaçırılmasından kaynaklanmaktadır.
“Yinelemek gerekirse davacı kadın iş yerine dayak yemiş olarak gitseydi vücudundaki izler görüleceği için arkadaşlarının tanıklığı kabul edilecekti. Parasız bırakılması kendi maaşını kullanamaması ve iş arkadaşlarının onun süreklilik gösteren parasızlığını ve çaresizliğini gözlemeleri, bunu da duruşmada aktarmaları inandırıcı ve geçerli sayılmalıdır. Kaldı ki usul hukukumuzdaki yüzyüzelik ilkesi gereği anlatımların inandırıcı olup olmadığını ilk derece hakimi takdir edecektir. Öte yandan öğretide "Bireylerin çalışmalarının engellenmesi, çalışmaya zorlanmaları, kişisel kazançlara veya mal varlıklarına el koymak, bunları yönetmelerine engel olunmak şeklinde ortaya çıkan davranışlar" olarak tanımlanan ekonomik şiddet, fiziksel şiddet gibi çoğunlukla görüldüğü üzere kendini ani ve öfke patlamaları biçiminde açığa vurmaz. (Tanım için Bkz; Yrd. Doç. Dr. Mehmet Erdem, Aile İçi Şiddet ve 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, Türkiye Barolar Birliği Dergisi Sy. 73 Kasım-Aralık 2007 s:56) Daha çok kişilik ve huyla ilgili olup sistematiktir ve süreklilik gösterir. Mağdurun bu tavrı algılaması, tepki göstermesi çok daha zordur ve uzun zaman ister. Kaldı ki somut olayda davalı erkek, mal varlığının yarısını davacı kadın adına kaydettirmiştir. Yani görünüşte iyi niyetlidir. Ama yaşamın sırf tasarrufla geçmeyeceği, bu arada bir ömrün de tükenip gideceğini anlamak için somut olayda davacı kadının emekli olması gerekmiştir. Öyle ise bozmadaki, "bir kısım olaylardan sonra evlilik birliğinin devam ettiği" yani örtülü af gerekçesi de ekonomik şiddetin yukarıda belirtilen niteliği gereği yerinde değildir.
“Sonuç olarak davacı ve davalı (… C.Ö) Bakanlığında farklı birimlerde çalışmışlardır. Davacı tanıkları, davacı kadının çalışma arkadaşlarıdır. Uzun yıllar aynı birimde aynı odada çalışan insanların, birbirlerinin özel yaşamlarına ilişkin olarak gözlemde bulunmaları ve bilgi sahibi olmaları doğaldır. Özellikle davacı kadının sürekli parasızlık çekmesinin, kırılan çay bardağının hesabını yapmak zorunda kalışının, çay parası ödemekte dahi sakınımlı davranmasının yani uğradığı ekonomik şiddetin çalışma arkadaşlarının gözünden kaçması düşünülemez. Bunun, gerek davacıdan gerekse kısıtlı da olsa görüştükleri davalıdan kaynaklanıp kaynaklanmadığına ilişkin gözlem yapmaları ve bilgi edinmeleri de kaçınılmazdır. Süreklilik taşıyan bu olguya davacı kadının uzun yıllar katlanmış olması, hiç olmazsa emeklilik döneminde bir parça olsun parasal rahatlık istemesine engel sayılmamalıdır.
“Bu açıklamalar ışığında, davacı tanıklarının tek yanlı da olsa davacı kadından edindikleri bilgi ve izlenimleri süreç içerisinde doğrulama şanslarının olacağı, sürekli aynı sıkıntılardan söz eden kadının sözlerinin, yaşanılan bu sıkıntıları bizzat gören tanıklarca doğrulanabileceği kabul edilmelidir. Kaldı ki davacı kadının hastalığı döneminde taksi parasını dahi ödeyememesi, davalı erkeğin cimriliği nedeniyle onu otomobili ile hastaneye götürmeyişi, tanıkların somut ve görgüye dayalı bilgileridir.
O halde, uzun yıllar eşinin aşırı hesaplı ve cimrilik ölçüsündeki tutumluluğuna dayanmak zorunda kalan kadının, ekonomik ve sosyal alanda özgür ve rahat yaşamak ve ekonomik şiddetten kurtulmak için açtığı davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği inancıyla önceki kararımızda (… C.Ö) yargı kurulmuştur.”
Yukarıdaki ifadeler aynı zamanda ispat hukukuna özgün bir katkıda niteliğindedir. Usûl kurallarının son derece önemli olduğu bir yargılama kolunda, “usûl”ü salt “şekil”den ibaret kabul etme yanlışına düşmeyen Yargıç, böylece yanlış kapıdan yanlış odaya da girmemiştir. Bu direnme kararı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından ONANMIŞTIR.
Aynı Yargıcın değineceğim ikinci kararı, resmi nikâhlı olmadan birlikte yaşadığı kişiden şiddet gören bir kadın lehine 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun hükümlerinin uygulanmasına ilişkindir.
Yargıcımız bu kararında da hükmünü, “yakın yaşam arkadaşlığı” ve “sosyolojik anlamda aile” kavramlarına dayandırmaktadır.
Dava dilekçesinde, davacının;
“… resmi nikâhlı olmadan birlikte yaşadığı, O. G'ın uzun süredir kendisine şiddet eylemlerinde bulunduğunu, bu nedenle hayati yönden derin endişe duyduğunu ileri sürerek, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına dair Yasanın 1. Maddesinde yazılı tedbirlerin uygulanmasını iste”diği belirtildikten sonra:
“Dilekçe içeriğinden tarafların resmi nikâh olmaksızın birlikte yaşadığı görülmekle öncelikle, 4320 sayılı Yasa'nın uygulanması olanağı tartışılmalıdır. Yasada koruma kapsamının resmi evlilikle sınırlandırıldığına ilişkin bir anlatım bulunmamaktadır. Buna karşın tarafların yakın yaşam arkadaşı olarak uzun süredir bir arada yaşadığı, sosyolojik anlamda bir aile kurulduğu ve kadının bu nedenle şiddete uğradığı anlaşılmaktadır.
“4320 Sayılı Yasa, nihai amaç olarak kadın ve erkek arasında eşit olmayan güç ilişkisinden kaynaklanan kadına yönelik şiddeti önlemek için çıkarılmıştır. Öyleyse davacı kadının 4320 Sayılı Yasanın korumasından yararlandırılması, Yasanın amacına uygun düşecektir. Esasen çağdaş gelişmeler de bu yöndedir. Başta Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesine İlişkin Sözleşme (CEDAW) olmak üzere, ülkemizin imzaladığı kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin tüm sözleşmeler yanında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yakın yaşam arkadaşlığını aile sayan kararlarının ulusal hukukumuz açısından da bağlayıcılığı gözetilerek, -Mahkemeye göre evliliğin biçimsel koşulları değil, eylemsel olarak aile olup olmamak önemlidir. (Bkz. Dinç. 2006 s.22, Dinç G.,(2006), Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması, İnsan Hakları Konferansları (14 Nisan 2006-26 Mayıs 2006), Ankara: Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi Yayınları)- 4320 Sayılı Yasa'nın uygulanması, resmi evlilikle sınırlandırılmamalıdır.
“Bu kapsamda, evrak içeriğine göre istek mahkememizce yerinde görüldüğünden, 5636 sayılı Yasa ile değişik 4320 Sayılı Yasa uyarınca aleyhine tedbir istenen davalı O. G'ın istekte bulunan F. K'a şiddet uygulamamasına ilişkin uyarılması için aşağıdaki önlemlerin uygulanmasına karar verilmiştir.”
Şeklinde bir hükümle bu defa “amaçsal yorum”un ve “yargıcın önüne gelen davada ülkemizin taraf olduğu, uluslar arası sözleşmeleri de iç hukuk metinleri ile birlikte dikkate alacağına yönelik Anayasa kuralı” uygulanmasının en güzel örneklerinden birini vermiştir.
4320 Sayılı Kanun her ne kadar “Ailenin Korunması” başlığını taşımakta ve tüm aile bireylerinin korunmasını amaçlamakta ise de, istisnai olgulara karşın, ülkemizin toplumsal ve kültürel gerçekleri karşısında amaçlanan korumanın öncelikle ve çoğunlukla kadınları kapsadığı bilinmektedir.
Öte yandan, giderek azalmakla birlikte, erkeğin çok eşliliği nedeniyle resmi nikâha dayanmayan evlilik ve aile birliğinin halen varlığını sürdürdüğü de bir gerçektir. Bunun yanı sıra, kadının; ekonomik ve toplumsal yaşama daha yoğun katılım olanaklarına kavuşmasıyla birlikte, kültürel ve ekonomik özgürleşme sürecine paralel olarak, resmi nikâha gerek duymadan erkekle eşit koşullarda eylemsel aile birlikteliğini de daha çok tercih eder hale geldiği de gözlenmektedir.
4320 Sayılı Yasada resmi nikâhlı olmaksızın birlikte yaşayanlara ilişkin açık bir düzenlemem bulunmamasına karşın, “yakın yaşam arkadaşlığı” ve “sosyolojik anlamda aile” kavramlarına dayanılarak verilen kararın her türeden evlilik dışı birlikte yaşamayı teşvik edeceği yolundaki endişe, Yargıcın kendi deyimiyle; “düzenleme ilişkinin başlangıcını değil, sonucunu etkileyeceği için yerinde değildir”.
Karardaki bu yorum, “aile içi şiddet” teriminin kapsamına da uygun düşmektedir. Nitekim aile içi şiddet terimi ilk kez 70’li yılların başında erkeklerin düzenli cinsel ilişkide bulundukları yetişkin kadınlara uyguladıkları şiddet ve tacizi tanımlamak üzere kullanılmıştır.
Yukarıdaki karar, hukuk adına bu gerçeği görüp, yasanın amacını ve çağın gereklerini gözeterek atılmış cesur bir adımdır. Bu kararla, Yargıç, yalnız toplumun değil, hukukun da yaşayan ve gelişen bir organizma olduğunu, en azından doğru yorumlandığında olması gereken niteliği kavuşabileceğini göstermiştir.
Bu yazıya konu son karar yine aynı Yargıcın çok yeni bir kararıdır. Bu karar konu davada:
“Tedbir isteyen kadın özetle, eşinin kendisine sözlü ve fiili olarak şiddet uyguladığını ve hakaret ettiğini, çocuklarının yanında dahi dövmekten çekinmediğini, maaşına ve otomobiline el koyduğunu, eşinin çocukluğunda anne ve babasından dayak yediği için psikolojik sorunları olduğunu düşündüğünü, ortak konutun Ankara'da olmasına karşın eşinin Niğde’de çalıştığını, bu nedenlerle yalnızca hafta sonları evine gelebildiği halde, bu durumda dahi para kazanma arzusuyla Gerede'de babasının dükkanına çalışmaya gittiğini, kendisinin de çocuklarıyla beraber 3 ay Gerede'de kayınvalidesinde kalmasını istediğini ileri sürerek, eşinin evden uzaklaştırılmasına, psikolojik tedavi görmesine, kirayı karşılamasına, çocuklara nafaka vermesine, tatilde Gerede'de üç ay süreyle kalması için zorlamamasına, hafta sonunu çocuklarıyla geçirmesini, babasının dükkanında çalışmamasına ve evde bulunduğu sürece kişisel temizliğine dikkat etmesine, dişlerini fırçalamasına karar verilmesini istemiştir.”
İsteğin, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun uyarınca korunma istemine ilişkin olduğu ve yasa gereğince, koruma kararı verilmesi için istekte bulunmanın yeterli olduğun değerlendirilerek, davalının, eşine şiddet uygulamaması için:
A) Takdiren 6 ay süreyle olmak üzere;
1- Eşi ve aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin oturmakta oldukları eve ve çalışıyorsa istekte bulunanın işyerine, çalıştığı okula yaklaşmamasına,
2- Eşi ile aynı çatı altında yaşadığı diğer aile bireylerine, çocuklarına karşı şiddete ve korkuya yönelik davranışlarda bulunmamasına,
3- Eşi ile aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerini, çocuklarını iletişim vasıtalarıyla rahatsız etmemesine,
4- Aleyhine karar verilen eşin evin ve ailenin giderlerini ve ortak konutun kira, su, aydınlatma, doğalgaz ya da ısınmaya ilişkin faturaları karşılıyor ise bu yükümlülüğünün devam etmesine, çocuklar için ayrı ayrı aylık 150'şer TL nafaka takdiri ile eşine ödemesine,
5- Davalının psikolojik sorunları olduğu ileri sürüldüğünden, Ailenin Korunmasına Dair Kanunun uygulanması hakkındaki Yönetmeliğin 13.md uyarınca Niğde İl Sağlık Müdürlüğüne başvurarak, Ruh Sağlığı Şubesince resmi veya özel sağlık kurumuna sevk edilip, muayene ve tedavisinin sağlanmasına,
6- Yaz tatilinde ailenin Gerede'de babaanne ve büyükbabayla kalma süresinin 15 günü aşmamasına,
7- Kusurlu eşin ev içerisinde sigara içmemesine, diş, beden temizlik ve sağlığına özen göstermesine,
8- Kusurlu eşinin, çocuklarına ve eşine karşı ilgili ve sevecen davranmasına, onlara yeterli zaman ayırmasına,
9- Kararın ilgili kolluk gücü (mahalli karakol) aracılığıyla infazına,
B) Kusurlu eşe, hükmolunan tedbirlere aykırı davranmaması halinde tutuklanacağı ve hürriyeti bağlayıcı cezaya çarptırılacağı hususunun ilgili kolluk birimi ( mahalli karakol ) aracılığıyla tebliğine,
C) Kararın infazının izlenmesi için 2 adet karar örneğinin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine,
Hükmedilerek uyarılmasına karar verilmiştir.
Yukarıdaki kararda, Yasada sayılmayan birtakım tedbirlere de hükmeden Yargıca göre; şiddet uygulayan kişiye uygulanacak tedbirler Yasada örnek olarak sayılmıştır, sınırlı sayı ilkesi geçerli değildir. Aile mahkemesi yargıcının, "meselenin mahiyetini göz önünde bulundurarak re’sen" maddede belirtilen "tedbirlerden bir ya da birkaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başka tedbirlere" hükmedebileceği biçimindeki düzenleme yeni yasada da aynen korunmuş olup, maddedeki tedbirlerin uygulanıp uygulanmayacağı, uygulanacaksa hangilerinin uygulanacağı yargıcın takdirine bırakılmıştır.

3. Sonuç:
Yargıçlar, Anayasaya, kanuna ve hukuka ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler (Anayasa md. 138). Dikkat edilirse burada vurgu yapılan, kanun ve hukuk değil, vicdani kanaattir. Kanun ve hukuk ise, vicdani kanaat oluşturulurken dikkate alınacak ölçü ve bir noktada da sınırdır. Ancak vicdani kanaate göre karar vermek, keyfi karar vermek değildir. Bu sebepledir ki, hukukun kabul ettiği vicdani kanaat, objektifleştirilmiş, keyfiliğe izin vermeyen bir sübjektivitedir; soyut ve genel olan hukuk kuralları, sübjektif bir husus olan vicdani kanaatin mümkün olduğunca en objektif şekilde ortaya çıkmasını sağlamaya çalışır. Yine bu sebepledir ki, mahkeme kararları gerekçeli olmalı, hem de hukuki ve mantıki örgü korunup neden sonuç ilişkisi açıklanarak bir gerekçe oluşturulmalıdır. Görülüğü üzere, sınırları ve ölçüsü belirtilse de, hukukun son noktası, temel hukuk metni olan Anayasa’ya göre dahi vicdandır.
Peki, vicdani kanaatin; sınırını ve dikkate alacağı ölçüyü oluşturan kanun ve hukuku doğru algılayabilmesi, anlayabilmesi, yorumlayabilmesi, bir karar çıkartabilmesi, kısaca adil bir sonuca ulaşabilmesi için hukuk fakültesi diploması ve yargıç unvanı yeterli midir? Elbette bu sorunun yanıtı “hayır” olacaktır.
Ancak bu yalnızca bir saptamadır. Asıl yapılması gereken (var olan ve yaşanan sorunlara sığınmak yerine) “farkında olmak” ve tekemmül etmenin yollarını aramaktır. Bu arayışın başlangıcı ise toplumu, yaşamı ve dünyayı algılamaya çalışmak ve entelektüel çabayı sürekli kılmaktır.
Diplomaya veya unvana yönelik eğitim elbette sınırlıdır, ama tekemmül etmeye yönelik eğitimin sınırı yoktur. Her eğitimin yalnızca o eğitimi alana değil, kişinin yakın çevresinden başlayarak var olduğu her ortama katkı sağladığı mutlaktır.
Bu anlamda yargıcın kişisel eğitimi tüm topluma ve giderek insanlığa sunulmuş bir katkı olarak ayrıca önem kazanmaktadır.
Yukarıda birkaç örneğini paylaştığımız kararları veren vicdanın, böyle bir eğitimden ve entelektüel çabadan damıtılmış olduğunu tahmin etmek hiç de zor değildir. Genel olarak hukuku özel olarak da medeni yargılama hukukunu, aklın gereklerinden ve yaşamın gerçeklerinden koparmamak ve “usûl”ün salt “şekil”den ibaret olmadığını göstererek, yaşayan bir organizma olan hukuku mekanik bir aygıta indirgenmekten kurtarmak ancak böylesi bir çabayla mümkündür.
Bitirirken, bu yazının amacını çok özlü bir biçimde ortaya koyan şu cümleyi de (kısaltarak) okuyucuyla paylaşmak istiyor ve bu yazının başlığındaki sözü söyleten Değerli Yargıcı saygıyla selamlıyorum:
“Türk hukukçusu çağdaş gelişmelerin gerisinde kalmamalı; yasanın sözünde açıkça yer almasını beklemeden yapacağı yorumla (…) mağduru(nu) korumalıdır. Hukuk devletinde asıl olan güven içinde yaşamaktır.
* Avukat, Ankara Barosu

KAYNAKÇA :
Ankara 8. Aile Mahkemesi, 21/07/2008, Esas: 2008/678 – Karar: 2008/898
Ankara 8. Aile Mahkemesi, 18/12/2008, Esas: 2008/108 D.İş – Karar: 2008/107
Ankara 8. Aile Mahkemesi, 02/06/2009, Esas: 2009/66 D.İş – Karar: 2009/
Cumhuriyet Gazetesi, 10 Haziran 2009
FEYZIOĞLU Metin: “Çok Sanıklı Davalar”, Cumhuriyet Gazetesi, 11 Şubat 2009
KARINCA Eray: “Ailenin Korunması Kanunu'ndaki Değişiklik Hakkında”, http:// www.bianet. org/bianet/toplumsal-cinsiyet/106837-ailenin-korunmasi-kanunundaki- degisiklik-hakkinda
KELLY Liz: Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddete Karşı Polislikte Görüş, Yenilik ve Uzmanlık, Avrupa Konseyi Yayını, Tarihsiz
ÖZBUDAK Coşkun: “Para Biriminin Yanlışlıkla (YTL) Yerine (YL) Olarak Yazılması Senede Bono Vasfını Kaybettirir mi? (Kıymetli Evrakta Yorum Sorunu)”, Terazi Hukuk Dergisi, Ankara, Şubat 2008, s. 41
ÖZEKES Muhammet: “Ülkemizde Hukukun Vicdan ve Ahlak Sorunu”, http://www.barobirlik.org.tr/ yayinlar/makaleler/M_Ozekes_Y_Hukuk_VicdanveAhlak.doc,
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Türkiye’de Yargıçlar Var" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Coşkun Özbudak'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
08-07-2009 - 10:32
(5407 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 2 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 1 okuyucu (50%) makaleyi yararlı bulurken, 1 okuyucu (50%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
4137
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 23 saat 3 dakika 51 saniye önce.
* Ortalama Günde 0,76 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 19350, Kelime Sayısı : 2354, Boyut : 18,90 Kb.
* 1 kez indirildi.
* 1 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 1060
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,03795004 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.