Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın Birinci Ek Maddesinin Öngördüğü Din Ve Vicdan Özgürlüğü Kuramı Ve Uygulaması

Yazan : Öykü Didem Aydın [Yazarla İletişim]
Avukat Yrd. Doç. Dr.

Makale Özeti
ABD'nde geçerli olan laiklik ilkesi ve din ve vicdan özgürlüğü kuram ve uygulamasının incelenmesi

Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın

Birinci Ek Maddesinin Öngördüğü Din ve Vicdan Özgürlüğü Kuramı ve Uygulaması



Avukat Dr. jur. Öykü Didem Aydın*

I. Genel Olarak


ABD Anayasası’nın Birinci Ek Maddesi aşağıdaki düzenlemeyi öngörmektedir:



“Kongre bir dinin kurumsallaşması ile ilgili, ya da özgür ifadeden yararlanılmasını yasaklayan; ya da ifade, ya da basın özgürlüğünü; ya da kişilerin barışçı biçimde toplanma, veya hükümete şikayetlere çözüm bulunması için dilekçe verme hakkını kısıtlayan hiçbir yasa yapamaz.” [1]



Bu maddenin “Establishment Clause” adı verilen yan cümlesi ABD’nde genel olarak düşünce özgürlüğünün bir parçası kabul edilen laiklik ilkesi ve din ve vicdan özgürlüğü ile ilgilidir.

ABD Anayasası’nda düşünce ve din ve vicdan özgürlüğü birbirinden ayrı ayrı düzenlemeye tabi tutulmamış ve koruma rejimleri birbirine çok paralel gelişmiştir. Ancak din ve vicdan özgürlüğünün doğası gereği klasik düşünce ve ifade özgürlüğünden daha çok ya da daha az korunduğu zamanlar olmuştur.

James Madison’un orijinal teklifinde, kimsenin medeni haklarına dinsel temelli olarak müdahale edilmeyeceği, devletin ulusal bir dini ihdas edemeyeceği ve vicdan özgürlüğüne hiç bir biçimde müdahale edilemeyeceği hususları bulunurken, Kongre ve Senato’da bu teklifler değişerek bugünkü halini almıştır. Bu anlamda, medeni özgürlüklere dinsel temelli müdahaleden daha geniş kapsamlı olarak dini inanca müdahale etmeme kuralı kabul edilmiştir.

Başlangıçta yapılan yorumlara göre “müdahale etmeme” kavramından, takibata uğratmama ve çok dinli bir sosyolojik görünüm arzeden ABD için dinsel toplumlararası barışın bir gereği olarak her dini inanca yaşam hakkı tanınması anlaşılmış ve Federal hükümetin, herhangi bir dini inancı ve özellikle hıristiyanlığı teşvik edici önlemler alabileceği kabul edilmişken, bu anlayış Yüksek Mahkeme nezdinde pek kabul görmemiştir. Everson v. Board of Education kararıyla Mahkeme, Federal Hükümete yalnızca bir dini takibata maruz bırakmak ya da bir dini diğerine göre öncelikli kılmanın değil herhangi bir dine ya da tüm dinlere destek verilmesinin de yasaklandığını ifade etmiştir.[2] Bu ilke ABD’nin laiklik ilkesine ilişkin anlayışıdır. Devlet dine ne destek verebilecektir ne de onu engelleyebilecektir. Devlet, din işlerine karışmayacaktır.

Establisment Clause adı verilen laiklik ilkesinin ötesinde din ve vicdan özgürlüğü de güvence altındadır. Din özgürlüğüne müdahale teşkil eden yasanın Birinci Ek Maddeye uygunluğunu denetlemek için Yüksek Mahkeme’nin kabul ettiği denetim ölçütüne göre, üç soru sorulmaktadır: Düzenlemenin amacı nedir? Birincil etkisi nedir? Devletin dine karışması anlamına gelmekte midir? Eğer bu amaçlardan biri, herhangi bir dini desteklemek ya da onu engellemek ise düzenleme Anayasa tarafından çizilen sınırları aşmış kabul edilecektir. Bunun anlamı, düzenlemenin Anayasaya uygun kabul edilebilmesi için laik (“secular”) bir yasal amacının olması ve herhangi bir dini destekleyici ya da engelleyici bir birincil etkisi olmamasıdır.[3] Üçüncü denetim ölçüsü ise, önlemin devletin dine haddinden fazla karışmasını (“an excessive government entanglement with religion”) içerip içermediği sorusunun yanıtında somutlaşır. Mahkemeye göre, bu, bir derece sorunudur. Müdahalede bir süreklilik olup olmadığı sorusunu da içerir.[4] 1971 yılında verilen Lemon v. Kurtzman[5] kararı ile bu üç soru Başyargıç Burger’in kaleme aldığı bir denetim ölçütü çatısı altında birleştirilmiş ve daha sonraki kararlara da esas olmuştur. Takip eden yirmi yıl içinde temel denetim ölçütü Lemon kararı olsa da, Lemon denetim ölçütü her olaya rahatlıkla uygulanamamış ve kimi yargıçlar başka denetim ölçütlerini önermeye de itmiştir. Yargıç O’Connor, bu özgürlük konusunda her olaya uygulanacak tek bir denetim ölçütü aramaya çalışmanın yersiz olduğunu ifade etmiştir. Yargıca göre değişik bağlamlarda değişik denetim ölçütleri uygulanmalıdır.

Birinci Ek Maddenin din ile ilgili her iki hükmünün öngördüğü çok temel bir ilke, devletin dinsel tartışmalarda taraf olmaması ilkesidir (“neutrality”). İçeriğini düşünce ve düşüncenin ifadesi özgürlüğünden de tanıdığımız bu ilke temel bir ilkedir. Herhangi bir dinsel kurum içinde ayrılıklar çıktığında ya da belirli mezhepler karşı karşıya geldiğinde devlet yan tutmamalıdır. Belirli mezhepler arasında dinsel kurumların malvarlığı konusunda ortaya çıkacak çekişmelerde devlet sorunu dinsel doktrinlere başvurarak değil, kurumsal otorite sahibi mercilerin usulüne uygun olarak karar verip vermediğine bakarak çözecektir. Bazen de genel olarak her türlü çekişmeye uygulanan eşya hukuku kuralları uygulanmıştır.

II. Dinin Kurumsallaşması, Laiklik İlkesi (“Establishment of Religion”) ve Din ve Vicdan Özgürlüğü
A. Genel Olarak


Amerikan Kongresi’nin bir dinin kurumsallaşması ile ilgili bir yasa yapamaması, özellikle sponsorluk, finansal destek ve dinsel etkinliklere devletin aktif katılımının yasaklanması biçiminde anlaşılmıştır.[6] Bu bağlam içinde, özellikle devletin devlet okullarında din eğitimini desteklemesi ve özel dini okullara yardımı hususlarında Anayasanın önemli bir laiklik engeli teşkil edeceği ifade edilmiştir.[7]

B. Kilise Kurumlarına Ekonomik Yardım


Yüksek Mahkeme, dinsel kurumlara yapılan laik nitelikte ve görünümdeki destekleri yasaklamamıştır. Bu çerçevede, örneğin katolik kilisesine ait hastaneye yapılan yardımın niteliği itibarı ile laik olduğu tespit edilmiş[8] ve yine, dini okullara devam eden öğrencilerin okula taşınmalarında verilen destek de aynı biçimde, herhangi dinsel bir dogmayı destekleyici değil, çocuğun yararına (“child benefit”) bir durum olduğu için Anayasaya aykırı bulunmamıştır.[9] Mahkemeye göre, devletin ulaşım yardımı olmasa, çocuklarını dinsel okullara göndermek isteyen anabaların mağdur olması ve bu yolla din ve vicdan hürriyetlerine müdahale edilme tehlikesi ile karşılaşmaları da mükündür. Bu kararda, şüphesiz, devletin böyle bir yardımı her koşulda laik okullara da yaptığından yola çıkılarak bir denge kurulmaya çalışılmıştır.

Mahkeme yine 1968 yılında, Everson v. Board of Education kararında temel aldığı “çocuk yararı” kuramını, dini okullarda kullanılan ders kitaplarına yardım konusunda da kullanmıştır. Board of Education v. Allen[10] davasında Mahkeme, laik amaç ve laik etki kriterleri yardımı ile gençlerin eğitim yolunda her türlü araçla desteklenmesi gereğini teslim etmiştir. Anayasallığı tartışılan düzenleme genel olarak devletin, okullara ders kitapları alımı için ekonomik destek vermesini düzenleniyor ve dini okulları laik okullardan ayrıksı tutmuyordu. Mahkeme, düzenlemenin okulların değil, çocuğun ve anababanın yararına olduğunu ifade etmiştir.

Takip eden yıllarda da genel olarak daha da daralarak aynı kriterler etkili olsa da, Yüksek Mahkeme yargıçları temel karar olan Lemon kriterleri konusunda hep görüş birliği içinde olmamışlar ve Birinci Ek Maddenin laiklik ve din ve vicdan özgürlüğü ilkeleri konusunda ateşli tartışmalar sergilemişlerdir.

Lemon kriterlerinin birincisi, yani laik amaç (“secular purpose”) kriteri pek tartışmalı olmamıştır. Gerçekten, dini okulların finansal olarak desteklenmesi konusunda çıkarılan yasalar pek çok alanda laik amaç taşımışlardır. Bu amaçlar arasında öne çıkanlar özellikle, her öğrencinin sağlıklı ve güvenli bir okul çevresinde öğrenim görme hakkı, devlet okulları ve özel okullar arasında çoğulculuğun ve farklılığın sağlanıp korunması, devlet okulları sistemine haddinden fazla yüklenilmesinin önlenmesi, özel okulların finansal krize girmelerinin önlenmesi gibi amaçlar olmuştur.

Ancak ikinci ve üçüncü kriterler yani, laik birincil etki (“secular primacy effect”) ve “devletin dine karışması” (“church-state entanglement”) konuları daha çok tartışmaya yol açmıştır. Birincil laik etki ölçütü bağlamında Mahkeme, her konuya rahatlıkla uygulanabilen bir denetim yaklaşımı geliştirmemiştir. Dini okullara ekonomik yardımla ilgili olarak devletin, özellikli olarak dini okulların misyonuna doğrudan ya da dolaylı bir yardımda bulunmaktan kaçınılması şart koşulmuştur. Örneğin, dini okullara nereye kullanılacağı tamamen dini okul idaresinin kararına bağlı bir genel yardım yapılamayacağı, örneğin okullardaki kiliselerin yapımı ya da onarımı için ya da din eğitimi verilen sınıfların inşaası için herhangi bir destek verilemeyeceği kabul edilmiştir.[11] Dinsel ve laik eğitimin içiçe girdiği okullara büyük miktarda laik eğitim gereçleri yardımı yapılması da kabul edilmemiştir.[12] Ancak yardımların sınırlanabilmesi için dinsel amaçlı kullanım açısından önemli ölçüde (“substantial”) olması gerekmektedir. Kullanımı denetim altında tutmak için ne kadar fazla kamusal kaynak kullanımı gerekiyorsa, ilgili düzenlemenin o kadar Anayasaya aykırı olacağı da kabul edilmiştir. Neticede, ilgili düzenleme, devletin laik amaçlı yardımlarının daha çok laik amaçlarla kullanılmasını güvence altına alacak önlemleri de içermelidir.[13] Laik amaçlı çıkarılan düzenlemeler çocuğun yararına veya kurumun dinsel olmayan işlevleri içinse genelde, kurum laik ve dini etkinliklerin birbirinden ayrılamayacağı ölçüde bütünüyle dinsel değilse, Anayasaya uygun kabul edilebileceklerdir. Kamusal kaynaklardan yararlanarak dinsel okullarda öğretmenlerin laik içerikli ders vermeleri konusunda da mahkeme, özellikle öğretmenlerin okulun dinsel çevreminden etkileneceklerini, ögrencilere kamusal kaynak kullanılarak dinsel konularda da ders verilebilmesi tehlikesinin olduğu, dini okulların sınıflarının dinsel karakterinden dolayı devletle din bütünleşmiş havası yaratılabileceğini belirterek ilgili düzenlemeleri iptal etmiştir.[14] Bir davada, kilise okullarında engelli öğrencilere devlet okullarından gelen ögretmenlerin ders vermesi de, kilise ile kamu kurumu arasında sürekli bir iletişimi gerektirdiği ve derslerin içeriğinin dinsel bilgi içerip içermediğinin kontrol edilmesinin de haddinden fazla müdahaleyi önlemeyeceği gerekçesiyle kabul edilmemiştir.

Birinci Ek Maddenin “Establishment Clause” adı verilen laiklik ilkesi ile “Free Exercise Clause” adı verilen din ve vicdan özgürlüğü arasında bir çekişme olabileceği Yüksek Mahkeme tarafından tespit edilmiş ve bu hususta “tarafsızlık testinin” çözüm için kullanılması kabul edilmiştir. Gerçekten, devletin dini okullara bazı durumlarda yardımı, çocuklarını dini okullara göndermek isteyen ana babaların din özgürlüğünün gerçekleştirilmesine yardım edebilir. Ancak, din özgürlüğünün etken devlet yardımı ile gerçekleştirilmesi ile dinin kurumsallaşmasına destek verme ya da onu engelleme arasındaki çekişmede tarafsızlık ve “ne destek ne de engelleme kuralı” genelde laiklik ilkesinin baskın olmasına neden olmuştur. Ancak Mueller v. Allen[15] davasında, Yüksek Mahkeme, dini okullara çocuklarını gönderen anababanın bu masrafları vergiden düşmesine izin veren bir düzenlemeyi Anayasaya uygun bulmuştur. Tartışma konusu düzenleme, laik okullara çocuklarını gönderen anababaya da aynı imkanı tanımıştı.

Yüksek ögrenim söz konusu olduğunda orta öğrenimden farklı olarak dini okullara devlet desteğine daha geniş imkan tanınmıştır.[16] Yüksek ögrenim kurumlarında dinsel amaçlı olmayan kullanımlarda, örneğin, kütüphane, dil labaratuarı vs. binaların inşaası için verilen yardımlarda bir sorun olmadığı ifade edilmiştir. Yine yüksek öğrenim kurumlarının ortaöğretim kurumları kadar dini dogmaların aktarılması ile ilgili olmadığı da tespit edilmiştir. Yardımın, öğretmen desteği değil araç gereç desteği olması da kararlarda önemli bir ölçüt oluşturmuştur.

Bowen v. Kendrick davasında[17] Yüksek Mahkeme, ergenlerle ilgili sağlık, doğum kontrol, kürtaj konusunda etkinlikler düzenleyen dini örgütlere doğrudan destek verilmesini düzenleyen Ergen Aile Yaşamı Kanunu (“Adolescent Family Life Act”) adlı bir kanunu soyut olarak Anayasaya uygun bulurken yasanın laik bir amacı olduğu tespit etmiştir. Bu davada, yasanın soyut hükümleri bakımından (“facially”) anayasaya uygun bulunması ile uygulandığı biçimiyle (“as applied”) Anayasaya uygun bulunması arasında bir ayrıma gidilmiş ve laiklik ilkesi (“Establishment Clause”) ile ilgili davalarda bu ayrım bir ölçü olmuştur. Bütünüyle dini (“pervasively secterian”) örgütler söz konusu olduğunda Mahkeme’nin daha az hoşgörülü olduğu bilinmektedir.

C. Devlet Okullarında Din Dersleri


Mahkeme bu konuda oldukça duyarlı yaklaşımını sürdürmektedir. Özellikle, devlet okullarında din dersi görmek isteyen öğrencilerin çeşitli inançların temsil edildiği dinsel bir konsey tarafından gönderilen öğretmenler nezaretinde din dersi görmesi ve görmek istemeyenlerin normal ders programlarını sürdürmesi Anayasaya aykırı bulunmuştur.[18] Bu davanın ilginç yanı, mahkemenin devletin imkanlarının bir dini diğerine göre tercih etmek amacıyla değil her dine aynı olanağı sağlayarak işletildiği savlarına da kulak vermemesidir. Mahkemeye göre, devlet kullandırdığı imkanları her dine eşit dağıtsa da yine de Anayasaya aykırı davranmış olacaktır. Bu davaya paralel bir başka bir davada, öğrencilerin, devlet okullarındaki sınıflarda değil de kilise okullarına gidip din dersi görmeleri ve bu nedenle okulda bazı derslerden izinli sayılmaları Anayasaya uygun bulunmuştur. Bu davanın öncekinden farkı, ilk örnekte, ögrencilerin, devlet okullarındaki sınıflardan din öğrenimi amacıyla yararlanmaları, ikinci örnekte ise dışarıdaki kurumlarda anabalarının talebi ile okuldan izinli sayılarak din derslerine katılmalarıdır. Mahkeme kararının gerekçesini yazan Yargıç Douglas, aksi durumun hiç bir inanç sahibi olmayanların inanç sahibi olanlara nazaran avantajlı muameleye tabi tutulmaları demek olacağını tespit etmiştir.

Öte yandan Yüksek Mahkeme, derslere başlanmadan önce öğrencilere dua ettirilmesine ilişkin bir New York uygulamasını Birinci Ek Maddeye aykırı bulmuştur.[19] Dua etmek istemeyenlerin etmemesine imkan tanınması da uygulamayı anayasaya aykırılıktan kurtaramamıştır. Alabama Eyaleti’nde çıkarılan bir yasanın izin verdiği okullarda bir dakikalık meditasyon ya da dua amaçlı sessizlik uygulaması da Birinci Ek Maddeye aykırı bulunmuştur.[20]

Epperson v. Arkansas davasında, ögretmenlere insanların belirli hayvanlardan geldiğinin ögretilmesini ve bu teoriyi anlatan kuramların belletilmesini yasaklayan yasa yok sayılmıştır.[21]

Ç. Dini Grupların Kamu Alanlarına (“Public Property”) Girişi


Devletin, dini eğitim ve öğretim kurumlarına destek vermesine hiç bir biçimde izin verilmemektedir, benzer toplantılara herhangi bir dini mensubiyeti olmayan ögrenciler için izin veriliyorsa dini gruplara mensup öğrencilere de devlet okullarında toplantı yapmaları için izin verilmek zorundadır. Burada eşit yararlanma (“equal access”) kuramı gündeme gelmiştir.[22] Bu ilkeler hem ortaöğretim kurumları hem de yüksek öğretim kurumları için geçerlidir.[23]

Lamb's Chapel v. Center Moriches School Dist[24], Rosenberger v. University of Virginia[25], Capitol Square Review Bd. v. Pinette[26] davalarının birlikte okunması, laiklik ilkesinin Birinci Ek Madde ile korunan düşünce özgürlüğüne engel olamayacağını ve devletin, kamusal alanda yapılan özel düşünce açıklamaları ile ilgili olarak dinsel bakış açılarını gözönüne alan bir ayrımcılığı aynı Birinci Ek Maddenin “dinsel kurumları desteklememe” emrini yerine getirme savıyla yapamayacağını göstermektedir.

D. Pazar Günleri nin Tatil Olması


Yüksek Mahkeme, yüzyıllar içinde başlangıçta taşıdığı görünüm ve nitelikten uzaklaşarak laik bir karakter edinen Pazar günleri dükkanların kapalı olması kuralının ise Birinci Ek Maddeyi ihlal etmediğini belirlemiştir. Yüksek Mahkeme, Braunfeld v. Brown kararında, kendi dini tatil günü Cumartesi olduğu halde Pazar günü dükkanını kapatmak mecburiyetinde olan musevi bir tüccarın durumunda kuralın laik hale gelen geleneksel bir kural olduğunu vurgulamış ve tüccarın iki gün kapatma zorunda kalmasını bir sorun olarak görmemiştir. Mahkemeye göre, kural dinsel vecibelerin yerine getirilmesini engellemiyor yalnızca onu daha pahalı bir duruma sokuyordu.[27]Mahkemeye göre, bu kural başlangıçta taşıdığı nitelikten ve dini desteklemek fikrinden çok çok uzaklaşmıştır. Herkesin farklı farklı günleri seçmesine izin verilmesi yerine geleneksel olarak kabul edilen bir günün seçilmesi Mahkemeye göre, laik amaç taşır hale gelmiştir.[28] Bu çizgide, işverenlerin işçilerin musevilerin dini tatil günü olarak kabul ettikleri Sabat gününü[29] hafta tatil günü olarak seçebilmelerine olanak tanımaları zorunluluğu getiren bir eyalet yasası ise bir dini destekleme olarak görülmüş ve kararda, Birinci Ek Maddenin işçilerin Sabat günü seçiminin diğer tüm mülahazaların önünde olmasına izin vermediği belirtilmiştir.[30]

E. Vicdani Red


ABD’nde Kongre tarihsel olarak vicdani gerekçelere dayanarak savaşa ya da hangi biçimde olursa olsun askerlik hizmetine itiraz edilmesi nedeniyle askerlik hizmetine katılmama yolunda bir seçim hakkı tanımış ve seçenlere başka hizmetleri mecbur tutagelmiştir.

Bu bağlam içinde Yüksek Mahkeme’nin önüne gelen bir çok davada sorun yasal düzenlemenin neyin vicdani red olduğu neyin olmadığına yönelik sınır çizgisi çekmesinin denetlenmesi söz konusu olmuştur. Acaba mücerret savaşa itiraz mı korunacaktır, yoksa vicdani redden yararlanmak isteyen kimseye bir savaşı haklı bulup katılma diğerini haksız bulup katılmama gibi bir seçim olanağı tanınacak mıdır? Gillette v. United States[31] davasında Yüksek Mahkeme, herhangi bir savaşa itiraza değil mücerret savaş fikrine itirazın gerçek bir vicdani red olabileceğini kabul eden bir yasayı anayasaya uygun bulmuştur. Mahkeme yasanın herhangi bir dini ya da mezhebi öncelikli kılmaya yönelik bir amacının olmadığını ve hükmün amacının, hüküm soyut olarak değerlendirildiğinde laik olarak tespit edilebilmesi nedeniyle Anayasaya uygun olduğuna karar vermiştir. Somut olayda yasanın amacının, gerçekten vicdani red ile sahte vicdani red arasında ayrım yapılmasına olanak sağlanması ve özellikle demokratik karar alma sürecinin bütünlüğünün korunması olduğu tespit edilmiştir.

F. Dini İçerikli Düşünce, Düşüncenin İfadesi ve Propaganda


Dini içerikli düşünce, düşüncenin ifadesi ve propaganda eylemleri genel olarak düşünce ve ifade özgürlüğü olarak korunmaktadır.

Bu bağlamda, gelirlerinin yarısından fazlasını üyelerinden ve kendilerine bağlı kurumlardan almayan dini örgütlerin resmen kaydolmasını ve belirli bildirimlerde bulunmasını şart koşan bir yasa, örgütsel bağı güçlü olmayan ve fazla üyesi bulunmayan yeni dini örgütlere göre, oturmuş, üyelik ağı ve kurumsallaşması gelişmiş eski klasik örgütlerin avantajlı bir konuma getirildiği gerekçesi ile Anayasaya aykırı bulmuştur.[32]

G. Kamu Görevleri ve Din


Marsh v. Chambers davası ile Nebraska Eyaleti’nde yasama meclisleri toplantılarının ücretli bir din adamı tarafından dua ile açılması Anayasaya uygun bulunurken tek gerekçe olarak bu uygulamanın 200 yıldır süren bir gelenek olduğu gerçeği gösterilmiştir.[33] Bu anlamda bu karar Lemon denetim kriterlerine uymasa da bir istisna olarak kabul görmüştür.

Ğ. Devlet Alanlarında Dinsel İçerikli Görünümler ve İşaretler


Lynch v. Donnelly[34] davasında kent idaresi tarafından Noel’de İsa’nın Doğumu sahnesinin sergilenmesi Anayasaya aykırı bulunmamıştır. Allegheny County v. Greater Pittsburgh ACLU[35] davasında ise üç boyulu bir doğum sahnesi Anayasaya aykırı bulunmuştur. Musevilerin dinsel sembolü menorah’ın sergilenmesi söz konusu olan bir olayda Anayasaya aykırılık görülmemiştir. Bu davalarda olayın somut koşulları kararlarda belirleyici olmuştur. Asıl belirleyici kriter, gösterilen sembolün genel etkisinin (“overall effect”) sembolün dinsel niteliğinin vurgulanması mı, yoksa vurgunun laik nitelikli mi olduğu sorusuna verilen yanıt olmuştur. Bu kararlar Noel ağacı, Menora gibi dini sembollerin devlet destekli kullanımı bakımından sembollerin özellikle tarihsel ve geleneksel rolleri gözönünde tutularak biraz daha esnek bir yaklaşım getirmiştir. Ancak bu alanda da kararların genelde beşe dört alındığını ve Yüksek Mahkeme’de dinin sembolik geleneksel, tarihsel etkisinin dahi devletle karıştırılmamasını her zaman ısrarla savunan yargıçlar bulunduğunu belirtmekte yarar vardır.

Capitol Square Review Bd. v. Pinette davasında Mahkeme kamusal alanda özel destekli dini semboller konusunda farklı bir yaklaşım sergilemiş ve ne kadar rahatsız edici olursa olsun, kamusal alanda özel destekli sembollerin gösterilmesinin sembolün mesajına dayalı olarak yasaklanamayacağını belirtmiştir. Davaya konu olan olayda ırkçı şiddet örgütü Ku Klux Klan’ın sadece bir haç göstermesine ilişkin bir yasak söz konusuydu. Yüksek Mahkeme bu yasağı iptal ederken meydanın kamusal alan olduğunu ve bu alanda çok çeşitli kişi ve gruplara, türlü türlü düşünce açıklamalarına izin verilegeldiğini ve Klan örgütünün sembolünü yasaklamanın ancak çerçevesi dar çizilmiş ve zorlayıcı bir kamusal menfaati korumayı amaçlayan yasalarla mümkün olabileceğine hükmekmiştir. Mahkeme, laiklik ilkesinin emrini yerine getirmenin devlet için her ne kadar zorlayıcı bir menfaat olduğunu teslim etse de dini sembolün gösterilmesine izin veren düzenleme, dini olmayan düşünceleri açıklamak isteyen diğer özel gruplar ile aynı usulde ve aynı koşullarda ise bu ilkenin uygulanmasına ihtiyaç görmemiştir.

Yüksek Mahkeme, dini örgütlerin devlet yetkilerini kullanmaları konusunda ise son derece duyarlı olmuş ve kiliselerden beşyüz fit uzaklıktaki alan içindeki lokallere içki ruhsatı verilmesine ilişkin karar sürecinde kiliselerin rol almasına izin veren uygulamaları[36] Birinci Ek Maddeye aykırı bulmuştur. Yine, sakinleri bütünüyle bir dini mezhebe bağlı bir bölge için özel bir okul kuran bir yasa[37] Birinci Ek Maddeye aykırı bulunmuştur.

III. Din ve Vicdan Özgürlüğü (“Free Exercise of Religion”)
A. Genel Olarak


Birinci Ek Madde, din ile devlet işlerinin ayrılmasını güvence altına almaktan başka, din özgürlüğünden ve dini vecibelerin yerine getirilmesinden hiç bir devlet müdahalesi olmadan serbestçe yararlanılmasını da güvence altına almaktadır. Laiklik ilkesinin birinci temel yönünü güvence altına alan hükme “Establishment Clause” denirken, ikinci temel yönüne, yani bireyin karışıp görüşme olmadan dini inançlarına göre hareket edebilmesini güvence altına alan ilkeye “Free Exercise of Religion” denmektedir.

Kuşkusuz, dinsel inanca ve vicdani kanaate sahip olma ve dini inancına göre hareket edebilme ile düşünce ve düşüncenin ifadesi özgürlüğü arasında sıkı bir bağlantı vardır. Amerikan hukukunda bu dört özgürlüğün koruma alanları bir yonca yaprakları gibi birbirlerine bağlı ancak yine de birbirlerinden farklı koruma alanlarına sahiptirler.

Gerçekten dini inancına göre hareket edebilme, düşüncenin ifadesi biçiminde tezahür edebileceği gibi aynı zamanda, hiç bir ifade niyeti taşımadan yalnızca kişinin kendine yönelik bir hareketi biçiminde de tezahür edebilir. Dini vecibesini yerine getirirken bir mesaj verilmek istenebileceği gibi istenmeyebilir de.

Birinci Ek Madde’nin ilgili hükmü, inançların herhangi bir düzenlemeye tabi olamayacağını, dini vecibelerin yerine getirilmesinin kötü niyetli olarak engellenemeyeceğini, dinler arasında dolaylı da olsa kötü niyetli bir ayrıma gidilemeyeceğini anlatmaktadır.

Bu bağlam içinde vicdan özgürlüğü temel bir güvencedir. Devlet bireyler ya da gruplar arasında dini inanca dayalı olarak bir cezalandırmaya gidemez ve ayrımcılık yapamaz, yine bireyleri belirli inançları benimsemeye zorlayamaz.

Din ve vicdan özgürlüğü korumasını oldukça karmaşıklaştıran bir olgu, din özgürlüğünün yerine getirilmesinin, dini ve vicdani kanaatlerin, her zaman yalnızca kanaat ya da sırf ifade (“pure speech”) olarak değil, bir davranış olarak tezahür etmeleri gereğidir. Oruç tutmak, hacca gitmek, namaz kılmak, haç çıkarmak, belirli kisveleri giymek, belirli yiyecekleri yemek ya da yememek gibi vecibelerin hepsi ya icrai ya da ihmali bir davranış kuralını öngörmektedir. ABD Yüksek Mahkemesi, din özgürlüğünün davranış olarak korunmasında çok tutarlı bir yaklaşım sergilememiştir.[38] İcrai ya da ihmali bir davranışın altında dini vecibelerin yatması her zaman devletin o davranışı düzenleyemeyeceği anlamına gelmez. Ancak Mahkeme yıllar içinde bazı dinsel anlamlı davranışların genel yasaklardan ari olduğunu artan oranda kabul etme yönünde kararlar vermiştir.

Laiklik ilkesi ile din ve vicdan özgürlüğü ilkesi arasındaki ilişki her iki hükmün yorum kapsamına göre değişiklik göstermektedir. Şüphesiz her iki hüküm de devletin dine müdahale etmemesini emretmektedir. Ancak laiklik ilkesinin emrettiği tarafsızlık ilkesi ile dini vecibelerin yerine getirilmesini özgür bırakma emri arasında da çekişmeler doğduğu bir gerçektir. Mahkeme, genel olarak dini vecibelerin yerine getirilmesini sağlamaya yönelik düzenlemelerin laiklik ilkesine bir aykırılık teşkil etmediğini kabul etmektedir. Yine, devletin, dini uygulamaları bir biçimde düzenleyebileceği (“accomodate”) hatta bazen düzenlemek zorunda olduğu ve bunun her zaman laiklik ilkesinin bir ihlalini teşkil etmeyeceği belirtilmiştir.[39]

B. İnanç-Hareket Ayrımı


Birinci Ek Madde düzenlemesi hem inanç özgürlüğünü hem de inancına göre hareket etmek özgürlüğünü korumaktadır. Birinci koruma mutlak iken ikincisi mutlak değildir.[40] Devletin, poligamiyi yasaklama konusundaki yetkisiyle ilgili olan ilk dini hareket özgürlüğü davasında Mahkeme, inanç ile dini saikli hareket arasında bir sınır çizgisi çekmiş ve devletin dini düşünce ve kanaatlere müdahale edemezken hareketlere müdahale edebileceğini belirtmiştir.[41] Önceleri, inanç mutlak olarak korunurken, dini davranışların dini saikli olmayan davranışların tabi olduğu kolluk yetkilerine dayanılarak sınırlanabileceği kabul edilmişti. Sonraları dini saikli davranışların her zaman koruma alanı dışında olmadığı kabul edildi.[42] Daha sonraları ise Mahkeme, din özgürlüğünü sınırlamak yolunda devletin gösterdiği laik bir menfaatin zorlayıcı olması gerektiğini tespit ederek aynı menfaati gerçekleştirebilecek alternatif başka araçlar yok ise sınırlamaya izin vermeye başladı.[43] Dini saikli davranışlar, mutlak değilse de dikkate değer bir koruma görmeye başladı. Ancak yakın zamanlardaki kararlar bu denetim ölçütünü de esnetti. Employment Division v. Smith kararında “dinin gereklerini yerine getirmenin yasaklanması...genel olarak uygulanabilen ve geçerli bir düzenlemenin konusu değil, yalnızca rastlantısal bir etkisi ise Birinci Ek Madde ihlal edilmemiştir” kararına vardı (''if prohibiting the exercise of religion . . . is not the object . . . but merely the incidental effect of a generally applicable and otherwise valid provision, the First Amendment has not been offended.''). Bu ölçütün zorlayıcı menfaatin arandığı sıkı denetim (“strict scrutiny”) ölçütünden ziyade O’Brian ölçütüne yaklaştığı söylenebilir.[44] Bu nedenle, genel olarak geçerli kabul edilen ve diğer davranışlara uygulanabilen bir ceza yasasının yalnızca dini temelli bir davranışa uygulanması Birinci Ek Maddeye aykırı olmayacaktır. Yüksek Mahkeme’ye göre, böyle dini davranışların düzenlenmesini siyaset süreci belirlemelidir. Devletin, belirli bir dini davranışı diğerlerinden ayırıp müeyyideye tabi tutmama yetkisi vardır, ancak böyle bir mecburiyeti yoktur.[45] Bunun anlamı şudur: Devlet, örneğin kol kesmeyi herhangi bir davranış olarak cezai müeyyide altına alabiliyorsa, dini saikli kol kesmeyi de aynı müeyyide altına alabilir.

Mormon Davaları adı verilen davalar, belirli dini vecibelerin tezahürü olan hareketlerin din özgürlüğü kapsamı ile ilgili oldukça ilginç kararlar içermektedir. Mormon adı verilen ve ABD’nin bazı bölgelerinde oldukça yaygın olan mezhebin poligami yani, erkeğin çok eşliliği uygulamaları ile mücadele etmek isteyen yönetimlerin önlemlerine karşı açılan pek çok dava Yüksek Mahkeme önüne kadar gelmiştir. Aslen, Mormonların poligami uygulamalarının cezalandırılması Yüksek Mahkeme için pek sorun yaratmamıştır. Çünkü bu davalarda, genellikle inanç ve hareket ayrımına gidilmiş ve dini hedef almayan objektif yasalara göre dini hareketlerin de cezalandırılabileceği kabul edilmiştir.[46] Buna göre bir kadının yasal olmayan çok eşlilik amacı ile belirli bir eyalete götürülmesi suç sayılabilmiştir. Ancak çok eşli yaşayan Mormonların belirli bölgelerde yine de yoğunlaşabilmeleri bazı yönetimleri bunlara karşı başka önlemler almaya zorlamıştır. Bu önlemlerle ilgili olarak Yüksek Mahkeme, çok eşlileri oy hakkından ve jüri hizmetinden mahrum eden, jürilerde hizmet vermeden önce çok eşliliğin öğretildiği, savunulduğu, desteklendiği, özendirildiği bir gruba üye olmadığı yeminini şart koşan bir yasayı ve neticede Mormon Kilisesi’nin ibadete ve cenaze törenlerine ayrılmayan malvarlığının müsadere edilmesine ilişkin yasayı onaylamıştır.[47] Mahkeme çok eski bir kararında şöyle bir yorumda bulunmuştur :



“Bigami ve poligami tüm medeni milletlerin ve Hıristiyan ülkelerin kanunlarına göre suç olarak kabul edilmektedir...Bunların savunulmasını bir dinin inanç sistemi değerleri saymak insanlığın sağduyusuna aykırıdır. Bu fiiller suç ise, bunları öğretmek, tavsiye etmek ve uygulanmalarını savunmak da bunların işlenmesine yardım etmektir ve bu öğretiler ve savunmaların kendileri de cezai müeyyideye konu olabilir, tıpkı diğer suçlara yardım ve yataklık etme gibi.”[48]



Bu noktada Mahkemenin bu değerlendirmesinin, başka bağlamlarda söz konusu olan açık ve yakın tehlike anlayışına uymadığını söylemek mümkündür. Mahkeme, çok önceki bir kararında poligamiyi hıristiyanlığın batı dünyasında doğurduğu medeniyetten uzaklaşma ve barbarlığa dönme olarak da nitelemiştir.[49]

Mormonlarla ilgili kararların tersine Yehova’nın Şahitleri ile ilgili kararlar genelde Birinci Ek Maddenin ihlalini tespitte somutlaşmış ve davaların büyük bir kısmı din özgürlügü mülahazalarından fazla, dini inancın propagandası ya da bireylerin hareketlerini dini inancına göre düzenleyebilmelerini de içeren düşünce ve düşüncenin ifadesi özgürlüğü düzleminde verilmiştir.

C. Genel İdari Emirler ve Yasaklar ve Din Özgürlüğü İstisnası


Bu bağlam içinde de, Yüksek Mahkeme ilk önceleri kabul ettiği inanç-hareket ayrımını dereceli olarak kaldırmış ve devletin hangi koşullarda dini vecibeleri müdahaleden müstesna tutması gerektigine ilişkin bir dengeleme denetim ölçütü kullanmıştır. Bu noktada herşeyden önce söylenmesi gereken, ilgili müdahalenin eşitlik ilkesine saygı göstermesi gereğidir. Ancak özellikle Employment Division v. Smith davasından[50] sonra Yüksek Mahkeme bu alanda bazı sınırlı olay örgüsüne “zorlayıcı menfaat” kriterini de uygulamıştır.

Yine bayrak selamlamama eylemlerine ilişkin verilen kararlarda öğrencilere verilen disiplin cezaları iptal edilmiştir.

Mahkeme, bazı ekonomik avantajlardan dini vecibelerin yerine getirilmesi sebebiyle yararlandırılmayan işçileri korumak için ise “zorlayıcı menfaat” yaklaşımını benimsemiştir. Sherbert v. Verner[51] davasında, “Seventh Day Adventist” mezhebine mensup bir kadın işçinin işsizlik tazminatından Cumartesileri çalışmamak dini vecibesi olduğu için ve bunun da tazminattan yararlanmak için koşul olan “uygun bir işte çalışmaya hazır olma” kuralına aykırı bir durum olduğu kabul edilerek yararlandırılmaması, zorlayıcı bir devlet menfaati söz konusu olmadığı tespit edilerek Anayasaya aykırı bulunmuştur. Bu noktada, düzenleme kişinin din özgürlüğüne rastlantısal bir müdahalede bulunsa da korumayı hedeflediği menfaat zorlayıcı olmalıdır denilmiştir.[52] İdarenin, bu düzenlemelerle samimi olmayan taleplerin engellendiği savına karşılık olarak ise, bu önlemden başka alternatif yollarla dolandırıcılık oluşturan işsizlik sigortası talepleri ile mücadele edilebileceği anlatılmıştır. Sherbert denetim ölçütü daha sonraki bircok olayda da önemli bir dengeleme ölçütü olarak kullanılmıştır. Amish mezhebi adı verilen ve her türlü maddi kaygıdan uzak basit ve sade bir iş yaşamını öğretisinin bir parçası haline getiren bir mezheple ilgili olan Wisconsin v. Yader davasında[53] Amish mezhebi mensubu çocukların devlet okullarının dokuzuncu ve onuncu sınıflarına da devam etmeye zorlanmasının din özgürlüğüne Birinci Ek Maddeye aykırık oluşturan müdahale teşkil ettiğine karar vermiştir. Mahkemeye göre, Amish’lerin inancı bir dinden beklenecek tarihselliğe ve dini temele dayalı idi. İdarenin, Amish’lerin hareketlerinin dini inanç değil bir davranış olduğu savından ziyade Mahkeme, devletin bu önleminin zorlayıcı bir menfaate hizmet etmediğini çünkü ilk sekiz sınıf konusunda bir tartışma olmadığını ve Amish’lerin çocuklarını bu sınıflardan sonra da belirli bir meslek eğitimine tabi tuttuklarını ifade etmiştir.[54] Ancak daha sonraki bir davada[55] devletin, Amish mezhebine mensup kimseleri sosyal güvenlik primlerini ödemekten muaf tutmaya mecbur edilemeyeceğini, devletin ilgili düzenlemelerinin zorlayıcı olduğuna karar verilmiştir. Yine, ırk ayrımına dayalı öğrenci kabul politikası dini inançlarından kaynaklanan bir kilise destekli üniversitenin “yardımsever” bir örgüt olarak vergi ödevinden muaf tutulmasının kabul edilmemesi Anayasaya uygun bulunmuştur. Mahkemeye göre, eğitimde ırk ayrımının ortadan kaldırılması temel menfaati ile bütünlük gösteren ortak hukukun yardımseverlik (“charity”) ölçütleri birarada düşünülünce idarenin uygulaması din özgürlüğünü sınırlamak bakımından zorlayıcı bir devlet menfaatini gütmektedir. Aynı kararda, din özgürlüğünü sınırlamadan da aynı amacı gerçekleştirebilecek alternatif bir aracın söz konusu olmadığı kabul edilmiştir.[56]

Thomas v. Review Board davasında, Mahkeme, işverenin kendisini sanayi ürünleri departmanından savaş teçhizatı üreten bölüme nakleden işyerinden ayrılmak zorunda kalan bir Yehova’nın Şahidi’nin bu inancını samimi olarak ifade etmesinin yeterli olduğuna ve başka Yehova’nın Şahidlerinin bunun aksine davranmalarının bu Şahidin hareketinin samimiyetsizliğine gerekçe olamayacağına karar vermiştir. Mahkemeye göre, önemli olan bir inancın samimi biçimde ifade edilmesi ve savunulabilir biçimde dini olması idi.[57] Bu noktada, Mahkemenin, inancın ve inancın gerektirdiği vecibenin o dine ya da mezhebe mensup bir otorite tarafından ya da o dine mensup herkes tarafından öyle kabul edilmesini değil, savunulabilir yani doğru olsun olmasın belirli ölçüde savlanabilir biçimde dini olmasını aradığını vurgulamakta yarar vardır.

İfadenin yerini, zamanını, yöntemini düzenleyen normlar ve uygulamalar da tıpkı genel düşünce özgürlüğü bağlamındaki gibi, dini vecibelerin tezahürü olan hareketlerin sınırlandırılmasında da kullanılabilir. Bu durumda, Mahkeme, zorlayıcı menfaat çözümlemesi yapmamaktadır. Bu bağlam içinde, genel vergiler vs. uygulamalar, herkese uygulandığı gibi dini örgütlere de uygulanmaktadır. Ancak genel olarak kamu yararı tespit edilen dinsel örgütler bu vergilerden muaf tutulabilmektedir.

Yüksek Mahkeme, bireysel davranışın devlet tarafından düzenlenmesi ile bireylerin dini inançları yüzünden idarenin eyleminin sınırlandırılması arasında bir ayrıma gitmiştir. Sherbert davası ile getirilen zorlayıcı menfaat ölçütü, bireylerin idarenin eylemlerini değiştirme çabaları ile ilgili olan, idarenin bireylerin dini inançlarını sınırlama çabaları ile ilgili olmayan davalarda uygulanmamaktadır. Mahkeme, idarenin bireysel dini inançlar üzerinde haksız sınırlamalara gitmesinde daha büyük bir tehlike görmüştür. Buna paralel olarak, Orman İdaresinin, kızılderililerin kutsal gördüğü ve dini ibadetlerini yerine getirdiği bir ormanın bir bölümüne yol yapmasını yolun yapımını meşru kılan zorlayıcı bir devlet menfaati aramadan da Anayasaya uygun görmüştür.[58] Bu çerçevede, dini gruplara baskı içeren ve muhatabının negatif özgürlüklerine müdahale teşkil eden bir müdahaleden ziyade, pozitif gerçekleştirme ödevi ile bir tartışmanın söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. Bilindiği gibi, Avrupa sisteminde de negatif özgürlüklere ya da aynı özgürlüğün negatif yönüne müdahale daha ciddi bir Anayasal denetimden geçirilmesi gereken bir müdahaledir. Mahkeme, dini inanç ve vecibeler üzerinde dolaylı bir etki yaratan müdahaleler ile dini inancın ve davranışın doğrudan yasaklanması arasında da bir fark görmüştür. Mahkeme, özgürlüklerin negatif ve pozitif yönünü özlü bir biçimde ayırırcasına:



“Din özgürlüğü hükmü devletin bireye ne yapamayacağını anlatan bir dilde kaleme alınmıştır, bireyin devletten ne talep edebileceğini anlatan bir dilde değil”[59]



ifadesinde bulunmuştur.



Yine, sosyal güvenlik numarası almak zorunda kalmanın bir çocuğun ruhunu çalacağına ilişkin samimi bir inanç da devleti bu numarayı kendi kayıt sisteminin gerekleri için vermekten alıkoyamaz denilmiştir.[60] Bu bağlamda, devletin alternatif araçlara başvurup başvuramayacağı da sorulmayacaktır, çünkü dini vecibe üzerindeki etki dolaylı kabul edilmekte ve negatif özgürlük boyutu ile ilgili görülmemektedir.[61]

Askeri kurallar ve uygulamalarla ilgili olaraksa zorlayıcı devlet menfaati çözümlemesi geçersizdir. Bu çerçevede devlete daha fazla sınırlama yetkisi tanınmaktadır. Asker sivil ayrımı Birinci Ek Madde bakımından oldukça büyük farklılıklar içermektedir. Bu çerçevede, askeri otoritelerin tektip giysi standardı getirmesi ve bu yolla bir askerin kendi ortodoks musevi inancının gereği olan yarmulkenin[62] yasaklanması Amerikan Yüksek Mahkemesi için bir sorun yaratmamıştır.[63] Yine Mahkeme, cezaevleri bağlamında da mahkumların din özgürlüğünün sınırlanmasında idari norm ve uygulamalara nispi olarak daha rahat yol veren bir yaklaşım sergilemektedir. İlgili sınırlamalar, cezalandırmanın amaçları menfaati ile makul bir biçimde bağlantılandırılabiliyorlarsa geçerli (“valid if . . . reasonably related to legitimate penological interests.”) kabul edilmektedir.[64] Buna göre, cezaevlerinde de toplu Cuma namazları bağlamında cezaevlerinde, dini ibadete ayrılan binalar dışında çalışmaları zorunlu olan belirli grup mahkumların işgününde bu binalara girmesini yasaklayan düzenlemelerin, güvenlik ve düzen gibi belirli infaz amaçlarına hizmet etmeleri nedeniyle Anayasaya uygun bulunmuştur. Müslümanlar için Cuma istisnası kabul edilmemiştir. Mahkumların Cuma gününün dışında bir günde Cuma namazı kılamamasının sınırlama bakımından hiç bir alternatif araç bırakmaması gerçeği de bu bağlamda bir ölçüt olamamıştır. Mahkemeye göre, Anayasa cezaevi idaresini infaz düzeni ve amaçlarından feragat etmeye zorlamamaktadır.

Employment Division v. Smith kararında ise Mahkeme, zorlayıcı menfaat kriterinin ancak işsizlik sigortası bağlamında uygulanabileceğini ve her koşulda dini inanca dayalı davranışın genel geçer (“generally applicable”) cezai normlardan muafiyetini gerektirecek şekilde kullanılamayacağını kabul etmiştir. Mahkemeye göre ceza hukuku normları



“yasaklanan davranışın dini saiklerine bakılmadan herkese eşit ve aynı derecede ve oranda uygulandığı...[ve] özellikle...dini uygulamaları...hedef almadıkları” [“not specifically directed at . . . religious practices”] zaman “genel geçerdir.”[65]



Sherbert davasında tartışma konusu olan işsizlik sigortasında yasa kendisine sunulan işte “iyi bir neden olmadan” (“without a good cause”) çalışmama halinde sigorta talebinin reddini öngörmüştü. Ancak belirli hallerde iyi bir neden muafiyet olarak kabul edilmişti. Bu anlamda Sherbert ve benzeri davalar, devletin muafiyet sistemi öngördügü durumlarda, bu sistemi “dini zorluklara” teşmil etmeyi zorlayıcı bir neden olmadan reddedemeyeceği yargısına dayanmıştır.[66]

Birinci Ek Maddenin tarafsız ve genel geçer bir yasanın dini saikli davranışa uygulanmasının yasakladığı yolundaki Wisconsin v. Yoder ve benzeri kararlar ise yalnızca dini vecibelerin yerine getirilmesi hükmü ile ilgili değil fakat dini vecibelerin yerine getirilmesi ile birlikte diğer anayasal ögürlüklerle ilgili görülerek farklı değerlendirilmiştir. Bu çerçevede de işin içine ifade özgürlüğü ve velayet haklarının (“parental rights”) girmesi korumayı güçlendirici bir etki yaratmıştır.[67] Yüksek Mahkemeye göre, nispeten yaygın olmayan bir hal olan yasanın bireysel ve özel değerlendirmeyi öngörmesi halinin dışında, dini vecibelerin yerine getirilmesi özgürlüğü hükmü (“Free Exercise Clause”) tarafsız ve genel geçer (“neutral, generally applicable”) bir normdan muaf tutulma gibi bir talep hakkı tanımamaktadır. Neticede, genel geçer emir ve yasaklarla bağdaşmayan dini vecibelerin gerektirdiği davranış ve uygulamaların bu emir ve yasaklar karşısındaki durumunun yarattığı sorunların cözümü genel olarak siyasi süreçte (“the political process) aranıp bulunmalıdır.[68]

1993 tarihli Din Özgürlüğünün Yeniden Güvence Altına Alınması Yasası[69] (“Religious Freedom Restoration Act of 1993”) ile gelen ve idarenin dini vecibelerin tezahürü olan davranışları ciddi biçimde (“substantially”) ancak zorlayıcı bir menfaati korumak amacıyla ve en az sınırlayıcı araç öngörerek sınırlayabilceğini öngören yasa ise Sherbert v. Verner and Wisconsin v. Yoder kararları ile getirilen zorlayıcı menfaat kriterlerinin güvence altına alınması ve bu kriterlerin, din özgürlüğünün ciddi bir müdahale gördüğü her durumda kabulü anlamına gelmiş ve bu bakımdan din özgürlüğüne Yüksek Mahkemenin tanıdığından daha geniş ek bir koruma alanı tanımayı hedeflemiştir.

Smith kararı diğer kararları da etkileyebilecek bir karardır ve uzlamı oldukça geniştir. Temelde, Mahkemenin kabul ettiği nokta, dine dayalı davranışların özel bir korumaya mazhar olmadığı ancak dinsel temelli davranışların olumsuz bir muameleye tabi tutulmak üzere ayrıksı değerlendirilemeyeceğidir. Bir inanç-hareket ayrımı yapılabilmektedir ancak dini temelli hareket de ayrımcı bir muameleye tutulamayacaktır. Genel geçer yasalar diğer davranışlara, yani başka saikler taşıyan davranışlara nasıl uygulanıyorsa dini davranışlara da öyle uygulanacaktır. Bununla birlikte, dini vecibelerin tezahürü olan ihmali ya da icrai davranışların dini temele dayanmaları; idarenin emir, yasak, muafiyet vb. durumlar öngören normlar ve uygulamaları çerçevesinde kabul edilen “haklı bir neden olmadan” “geçerli bir nedenle” vb. hukuka uygunluk ya da aykırılık öngören hükümlerinin değerlendirilmesi bağlamında hukuka uygunluk sebebi ya da hukuka aykırılığı ortadan kaldıran sebep olarak kabul edilmemeleri zorlayıcı bir neden olmadan mümkün olamayacaktır. Aksi, Birinci Ek Maddeye aykırı kabul edilecektir. Örneğin “haklı bir neden yok iken iş kabul etmeme”, işsizlik sigortasından yararlanamamanın şartı ise, dini vecibelerin yerine getirilmesi her koşulda haklı bir neden olarak kabul edilmelidir. Neticede yasak öngören bir norm, uygulanması için bir hukuka uygunluk sebebi öngörüyorsa ya da emir öngören bir norm, uygulanmaması için hukuka uygunluk sebebinin varlığını arıyorsa din özgürlügü böyle bir neden olarak kabul edilebilecektir.



Her davranışa uygulanan genel geçer norm yalnızca ceza hukuku normu olmak zorunda değildir. Church of the Lukumi Babalu Aye v. City of Hialeah[70] davasında da Yüksek Mahkeme,



“davalarımız tarafsız olan ve genel olarak uygulanan bir kuralın belirli bir dini uygulama üzerinde rastlantısal bir engelleme etkisi yaratsa dahi zorlayıcı bir devlet menfaati ile meşru gösterilmek zorunda olmadığını ortaya koymuştur.”[71]



saptamasında bulunmuştur.

Aynı kurallar vergi hukuku bakımından da geçerlidir. Mahkemenin Smith ve Swaggart kararlarında gelir, gayrimenkul, satış ve kullanım gibi vergi kanunlarının yeterince tarafsız ve genel geçer olduğu ifade edilmiştir. Vergi muafiyetlerinin ise anayasal bir emir olmaktan ziyade yasa koyucunun merhametinin göstergesidir ve yasa koyucunun sansür içeren lisans düzenlemeleri gibi değildir. Sonuçta, dini vecibelerin tezahürü olan davranışlara bu bağlamlar içinde önemli ölçüde koruma (“subtantial protection”) değil eşit koruma (“equal protection”) getirilmesi gereği kabul edilmiştir. Bu anlamda, hayvanların başka türlü öldürülmesine izin verilirlen dini vecibe olarak kurban edilmesinin yasaklanmasının Birinci Ek Maddeye aykırı olduğuna karar verilmiştir.[72]

Aynı bağlam içinde çok önemli bir not olarak belirtilmesi gereken, dini temelli davranışın dini değer temelli olmayan davranışları içeren iletişimsel hareketlerden daha az koruma getirdiğidir.[73] Ancak, bu alanda bazı yaklaşımların O’Brian kriterlerini çağrıstırdığını da eklemeden geçmemek gerekmektediğini vurgulamıştık. Bu sistem içinde küçük ve ibadet ve uygulamaları medeni değerlerlerle çatışan bazı dini mezheplerin dezavantajlı bir konumda olduğunu da belirtmekte yarar vardır. Dini temelli davranışlar ile laik önlemler arasında meydana gelecek çatışmaların siyasal süreç içinde çözülmesi gereğinin vurgulanmasının dini azınlıkları zor duruma sokacağı da haklı olarak ifade edilmiştir.[74]

Ancak şu da bir gerçektir ki, bugün dini temelli hareket özgürlüğünün dini saikli olmayan, örneğin hayvanları koruma saikli başka bir davranıştan neden daha fazla koruma görmesi gerektiği de hukuk felsefesi açısından rahatlıkla açıklanır olmaktan çıkmıştır. Belki de günümüzde dini temelli aykırı davranışlarla başka temelli aykırı davranışlar arasındaki karşılaştırmada din özgürlüğünün daha öncelikli görülmesinin nedeni, din özgürlüğü güvencesinin tarihsel, toplumsal siyasi ve toplumsal kültürel kökenlerindedir. Bugün de özünde dini sistemler çatışmasını anlatır hale gelen medeniyetler çatışmasının çözülmesi, kısmen, din ve vicdan özgürlüğünün hangi düzeyde koruma görmeyi hakettiği sorusunun yanıtının iyi tespit edilmesine bağlıdır.

Papaz ve rahiplerin eyalet anayasası kurucu meclisine katılmalarını yasaklayan bir Tennessee Eyalet yasasını geçersiz kabul etmiştir. Bu kararda, yasanın dayandığı eyalet Anayasasının ilgili düzenlemesinin de Anayasaya aykırı olduğu ima edilmiştir.[75] Bu noktada, belirli bir statüye yasağın bağlanmasının inancı doğrudan sınırlayacağı ve dinsel kimlikli kimselerin siyasi sürece katılmalarından doğacak tehlikenin ispatlanamadığı da ima edilmiştir.





--------------------------------------------------------------------------------

* Yrd. Doç. Dr. Ankara Barosu üyesi.

[1] “Congress shall make no law respecting an establishment of religion, or prohibiting the free speech exercise thereof; or abridging the freedom of speech, or of the press; or the right of the people peacably to assemble, and to petition the Government for a redress of grievances.“

[2] 330 U.S. 1, 15 (1947).

[3] Abington School District v. Schempp, 374 U.S. 203, 222 (1963).

[4] Walz v. Tax Comm'n, 397 U.S. 664, 674 -75 (1970).

[5] 403 U.S. 602, 612 -13 (1971).

[6] Walz v. Tax Comm'n, 397 U.S. 664, 668 (1970).

[7] A.g.y.

[8] Bradfield v. Roberts, 175 U.S. 291 (1899). Cf. Abington School District v. Schempp, 374 U.S. 203, 246 (1963).

[9] Everson v. Board of Education, 330 U.S. 1, 15 -16 (1947).

[10] 392 U.S. 236 (1968).

[11] Committee for Public Educ. & Religious Liberty v. Nyquist, 413 U.S. 756, 774 -80 (1973).

[12] Meek v. Pittenger, 421 U.S. 349, 362 -66 (1975).

[13] Lemon v. Kurtzman, 403 U.S. 602, 619 -20, 621-22 (1971); Meek v. Pittenger, 421 U.S. 349, 367 -72 (1975).

[14] 473 U.S. 402 (1985); Karar beşe dört çoğunlukla alınmıştır.

[15] 463 U.S. 388 (1983).

[16] Tilton v. Richardson, 403 U.S. 672 (1971).

[17] 487 U.S. 589 (1988).

[18] Illinois ex rel. McCollum v. Board of Education, 333 U.S. 203, 209-11 (1948).

[19] Engel v. Vitale, 370 U.S. 421, 424, 425 (1962).

[20] Wallace v. Jaffree, 472 U.S. 38 (1985).

[21] 393 U.S. 97 (1968).

[22] Widmar v. Vincent, 454 U.S. 263, 270-75 (1981).

[23] Widmar v. Vincent, 454 U.S. 263, 270-75 (1981); Westside Community Bd. of Educ. v. Mergens, 496 U.S. 226 (1990).

[24] 508 U.S. 384 (1993).

[25] 115 S. Ct. 2510 (1995).

[26] 115 S. Ct. 2440 (1995).

[27] 366 U.S. at 605 –07 (Üç yargıç karara karşı oy yazmıştır.)

[28] in McGowan v. Maryland, 366 U.S. 420 (1961).

[29] Cumartesi günü.

[30] Estate of Thornton v. Caldor, Inc., 472 U.S. 703 (1985).

[31] 401 U.S. 437 (1971).

[32] Larson v. Valente, 456 U.S. 228, 246-51 (1982).

[33] 463 U.S. 783 (1983).

[34] 465 U.S. 668 (1984)

[35] 492 U.S. 573 (1989).

[36] Larkin v. Grendel's Den, 459 U.S. 116 (1982).

[37] Board of Education of Kiryas Joel Village v. Grumet, 114 S. Ct. 2481 (1994).

[38] Değişik Değerlendirmeler iç, bkz. McConnell, The Origins and Historical Understanding of Free Exercise of Religion, 103 Harv. L. Rev. 1410 (1990) Marshall, The Case Against the Constitutionally Compelled Free Exercise Exemption, 40 Case W. Res. L. Rev. 357 (1989-90).

[39] Hobbie v. Unemployment Appeals Comm'n, 480 U.S. 136, 144 -45 (1987).

[40] Cantwell v. Connecticut, 310 U.S. 296, 304 (1940).

[41] Reynolds v. United States, 98 U.S. 145, 166 (1878). Mahkemeye göre “Suç herhangi bir mezhep onu ‘din’ olarak gördü diye daha az kınanacak değildir.” (“Crime is not the less odious because sanctioned by what any particular sect may designate as 'religion.”); Davis v. Beason, 133 U.S. 333, 345 (1890).

[42] Sherbert v. Verner, 374 U.S. 398 (1963); Wisconsin v. Yoder, 406 U.S. 205 (1972).

[43] Sherbert v. Verner, 374 U.S. 398, 403 , 406-09 (1963).

[44] 494 U.S. 872, 878 (1990).

[45] 494 U.S. 872, 890 (1990).

[46] Reynolds v. United States, 98 U.S. 145 (1879); cf. Cleveland v. United States, 329 U.S. 14 (1946).

[47] Bu kararlar iç. Bkz. Reynolds v. United States, 98 U.S. 145 (1879); cf. Cleveland v. United States, 329 U.S. 14 (1946); Murphy v. Ramsey, 114 U.S. 15 (1885); Davis v. Beason, 133 U.S. 333 (1890).

[48] “Bigamy and polygamy are crimes by the laws of all civilized and Christian countries. . . . To call their advocacy a tenet of religion is to offend the common sense of mankind. If they are crimes, then to teach, advise and counsel their practice is to aid in their commission, and such teaching and counseling are themselves criminal and proper subjects of punishment, as aiding and abetting crime are in all other cases.” [Davis v. Beason, 133 U.S. 333 (1890). Davis v. Beason, 133 U.S. 341-42 (1890)].

[49] The Late Corporation of the Church of Jesus Christ of Latter-Day Saints v. United States, 136 U.S. 1 (1890).

[50] 494 U.S. 872 (1990).

[51] 374 U.S. 398-403 (1963).

[52] A.g.y. 403-406.

[53] 406 U.S. 205 (1972).

[54] A.g.y., S. 215-229.

[55] United States v. Lee, 455 U.S. 252 (1982).

[56] Bob Jones University v. United States, 461 U.S. 574 (1983).

[57] 450 U.S. 707 (1981).

[58] Lyng v. Northwest Indian Cemetery Protective Ass'n, 485 U.S. 439 (1988).

[59] “the Free Exercise Clause is written in terms of what the government cannot do to the individual, not in terms of what the individual can exact from the government.” (a.g.y. S. 451).

[60] Bowen v. Roy, 476 U.S. 693 (1986).

[61] 485 U.S. at 449 .

[62] Musevi erkeklerin başlarına taktıkları ve müslümanların takkesine benzer bir başlık.

[63] Goldman v. Weinberger, 475 U.S. 503, 507 (1986).

[64] O'Lone v. Estate of Shabazz, 482 U.S. 342, 349 (1987).

[65] 494 U.S. 878 (1990).

[66] 494 U.S. 884 (1990).

[67] 494 U.S. 881 (1990).

[68] A.g.y., S. 890.

[69] Pub. L. 103-141, Sec. 2(b)(1).

[70] 508 U.S. 520 (1993).

[71] “our cases establish the general proposition that a law that is neutral and of general application need not be justified by a compelling governmental interest even if the law has the incidental effect of burdening a particular religious practice.”

[72] 508 U.S. 520 (1993).

[73] Smith, 494 U.S., S. 902.

[74] Smith, 494 U.S. 901: “din özgürlüğü hükmü, eşitlik hükmünden farklı ve öte değerleri korumaktadır.”

[75] McDaniel v. Paty, 435 U.S. 618 (1978).
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın Birinci Ek Maddesinin Öngördüğü Din Ve Vicdan Özgürlüğü Kuramı Ve Uygulaması" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Öykü Didem Aydın'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
03-07-2009 - 01:08
(5414 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Henüz hiç değerlendirilmedi.
Okuyucu
11158
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 2 saat 26 dakika 8 saniye önce.
* Ortalama Günde 2,06 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 51917, Kelime Sayısı : 6995, Boyut : 50,70 Kb.
* 3 kez yazdırıldı.
* 6 kez indirildi.
* 1 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 1053
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,15825891 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.