Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Kara Para- Aklanması- Aklama Suçu- Müsadere

Yazan : Muhsin Koçak [Yazarla İletişim]
HUKUKÇU / MALİ MÜŞAVİR

KARA PARA- AKLANMASI- AKLAMA SUÇU- MÜSADERE

Muhsin KOÇAK

1 - GİRİŞ:
İnsanlığın gelişimi ile birlikte, sınıfsal ve toplumsal ayrışmalar başlamıştır, tarih süzgecinde ilerleyen zaman dilimlerinde, toplumların ulusal sınırları ve hükümranlık sınırlarının tayini ile birlikte sınıf ayırımlarının başladığını ve karşı karşıya bir nedenden dolayı geldiklerini görürüz, toplum bilincinin yerleşmesi ile birlikte sınıflar arası ekonomik ve sosyal ayrıklıklarla birlikte gelişen teknoloji ve globalleşen dünya ekseninde kişilerin kendilerini kanıtlama önce kendi yaşamış olduğu sınıf, toplum ulusal ve sonrasında uluslar arası arenada nam salma hevesleri de baş göstermiştir. Gittikçe dünya konjoktöründe oluşan ani ekonomik krizler karşısında çaresiz kalan sınıflar geçim ve yaşam standartlarını yakalamak için sarf ettikleri çabaların da yetersiz kalışı, sivri zekalı mı desek ? kişilerin kolay yollardan para kazanma aracılığı ile toplumda nam salma hırslarından mütevellit yasa dışı para kazanma yollarını tercih etmişlerdir, bozulan ülke ekonomilerinin beraberinde getirmiş olduğu istikrarsızlık ve insanlık üzerinde oluşturduğu derin tahribatlara varacak derecede kategorileşmenin doğurmuş olduğu ayırımların da etkisi altında kalan kültürel yozlaşmaların sonucunda tolumda suça itilmeyi beraberinde getirmesi de kaçınılmaz hale getirmiştir. Her ne kadar toplumsal bilincin gelişmesi ve olgunlaşması gecikmiş ise de, kapitalist tutkunun kaçınılmaz sonuçları kendisini kişiler üzerinde daha çok kazanma hırsı ile belirginleştirmiştir. Lüks yaşama duyulan özlemin, kolay elde etme yollarını seçen bireyler üzerinde oluşturduğu psikolojik baskı unsuru olarak da değerlendirebileceğimiz bir yaşayış tarzı, meta-yı alma gücü olmayan bireyin üzerindeki elde etme ve sahip olma dürtülerinin harekete geçmesi ile kişiyi daha kolay elde etmeye itmiştir. Ünlü İtalyan gangsteri alkapon” küçükken, her gece yatağına girdiğinde tanrım bana bir bisiklet ver diye yalvarırmış, günlerce bu isteği yerine gelmediğini görünce, gidip bir bisiklet çalmış ve artık her gece tanrım günahlarımı affet diye yalvarırmış “ bu da toplumda var olan gelir dağılımlarının adaletsizliğinden sosyal ve psikolojik baskıların kişi üzerinde yarattığı derin tahribat ve kişi yi suç işleme eğilimine yöneltmesidir. Adalet duygularının zedelenmesi, kişiyi kendi adaletini kurmaya ve korumaya itmiştir, bu vesile ile suç işleyen mekanizma olgusu içinde yer almaya gayret gösteren bireylerin, gerçekleştirecekleri fiil ve eylemlerin kendilerini tatmin ederken ulusal ve uluslararası arenada sebebiyet verecekleri ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik tahribatları düşünmeyecek derecede gözlerini ve insani duygularını körertmiştir. Bireysel suçlar örgütlü hareket eden suç mekanizmalarına dönüşmüştür. Bu örgütlü hareketler beraberinde hem ekonomik hem de sosyal ve politik bir kuvvet kazanma güdüleriyle beslenmiş ve nitekim bu örgütsel hareketler ülkelerde devlet politikalarını sarsacak derecede büyümüş olmakla kendileri ile hukuksal zeminde mücadele olanaksız hale gelmiş, gün geçtikçe güçlenmeye başlamıştır,
Bu düşünce ve noktadan hareketle, bireysel olmaktan çıkıp örgütsel yapılanmaya dönüşen suç birimleri teknolojik gelişmeler ile birlikte daha da güçlenmiş ve profesyonel davranma ihtiyacı hissetmişlerdir. Suça meyilli bu kişilerin gerek hukuku hiçe saymak ve gerekse hukukun mevcut boşluklarından yararlanmak koşuluyla, uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, insan ticareti, umut tacirliği, çocuk ve organ ticareti yapmak şartıyla elde ettikleri gelirler ile toplumda olağanüstü bir kuvvet kazandıkları, ülke ekonomisini sarstıkları, mali piyasalardaki istikrarsızlıklara temel etken oldukları da bilinmelidir. Toplumda sosyal adalet ve hukukun üstünlüğü ilkelerine de verdikleri tahribatlar da göz ardı edilmemelidir. Yasa dışı yollardan elde edilen gelirleri aklama biçiminde ekonomiye kazandırma çabaları gün geçtikçe bilimsel olmakla birlikte gelişen teknolojinin nimetlerini de iyi değerlendirme koşullarına sahip bu gibi suç örgütleri, bünyelerine dahil ettikleri profesyonel elemanlarla daha kolay ve zahmetsiz aklama işlemlerini gerçekleştirdikleri de gözlenmektedir.
Bu vesile ile geliştirilen metotlarla kamusal hayatın, mali dolaşımların denetimi yoluyla bu örgütlerin güçleri giderek artmıştır. Bu olanaklarla suç örgütleri, gerek mahalli ve gerekse ulusal alanda karar mekanizmalarında görev alan bazı kişilerin de yardımıyla yeni suçlar işleme olanağını da elde etmişlerdir. Bu gibi sızmalardan bazıları, söz konusu muazzam saklı sermaye sahipleri lehine ve ekonomileri üzerinde tüm kontrolleri kaybetmiş ve bazı da kaybetmek üzere olan devletlerin sosyal, ekonomik ve hatta iktidar mekanizmalarını da tehlikeye düşürmüştür.

2 - KARA PARA AKLAMA FAALİYETİ

Örgütsel faaliyetlerin yasa dışı yollarla elde etmiş oldukları gelirin yasal zemini hazırlanması ve tedavül ekonomisine kazandırılarak kaynağının yasallaşması olarak da karşımıza çıkan bir aklanma biçimine aklanma denmektedir. Yani kara paranın aklanması, ekonomiye kazandırılarak yasallaştırılması işlemleri yine, gelişen teknolojik argümanlardan yararlanma olanağı doğmuş olmakla birlikte bu gibi suç örgütlerinin temel faaliyet alanlarının genişlemesini ve bu alanlardan elde edilen getiri kaynağının yasallaştırılması yöntemleri yine çok uzman bir kadro ve profesyonel birimlerce takip edilmesi ve gerçekleştirilmesi zorunluluğunu doğurmuştur. Globalleşen dünya ve uluslar arası ekonomik enstümanlar bu alana en çok hizmet eden faktörlerdir, ulusal sınırları aşan bir kara para trafiği artık uluslar arası arenada sirküle edilmesi, hem ulusal ve hem de uluslar arası ekonomiyi tehdit eder boyutta olması, suçla mücadele ulusal kukuk kurallarının yetersizliğinden faydalanma olanağı kazanmış dolayısıyla uluslar arası işbirliği çerçevesinde ortak mücadele etmek zorunluluğu doğmuştur.

Örgütsel yasadışı yollarla kazanılan bu para, yasal yollardan kazanılmış görünümüne büründürülmesi, kaynağından uzaklaştırılması ve tekrar geri dönüşümü suretiyle tedavül ekonomisine kazandırılması yöntemleri genel olarak finans piyasalarında faaliyette bulunan bankalar, özel döviz büroları, factoring firmaları, leasing faaliyetleri ile sermaye piyasasından işlem gören borsa araçları, gayrimenkul, lüks araç ve yatırımlar, inşaat, kumarhaneler ve gazinolar gibi çeşitli yerlere yapılan yatırımlarla sadeleştirilmeye ve kaynağının gizlenmesine çalışılmaktadır. Bu yollarla yapılan yatırımların tekrar getiriye dönüştürülmesi ile para esas kaynağından uzaklaştırılmış, yasal bir zemine kavuşturulmuştur, artık kara para olduğunun ispatı da hemen hemen neredeyse olanaksız hale gelmiş demektir. Özelikle gerek Türkiye ve gerekse dünya finans piyasalarının ani dalgalanmalarının temel etkenlerinden biri de finans piyasalarındaki kara paranın ani giriş ve çıkışlarıdır, zira kara para yatırım araçlarına yönlendirildiğinde, özellikle borsa araçlarının ani yükseliş trendine girmesine be borsaların tavan yapmasına sebebiyet vermektedir, bir kısım paranın borsa araçlarına yönelmesi ile tavan yapan borsaların yanı sıra döviz piyasalarının iniş eğilimine sebebiyet veren kara dövizin piyasaya olması gereken miktardan çok daha fazla oluşu, talebi aşan miktar olarak değer kaybına neden olmaktadır, yine gayrimenkul yatırımlarına yönelen ve bu vasıta ile aklanmaya çalışılan kara para gayrimenkul piyasalarında ani yükselişlere meydan vermekle birlikte ekonomi üzerinde çok derin tahribatlara sebep olmakta ve istihdamı etkilemekle de kalmamakla birlikte ülke de ekonomik, sosyal, kültürel dejenerasyon oluşmasını da sağlamaktadır., genel olarak elde bulunan para nakit olduğundan, yüklü nakiller de dikkat çekici özelliğine haiz olduğundan yakalanma riski taşımaktadır bu nedenle, birden çok paravan şirketler kurularak, değişik ve sahte isimlerle bankalara açılan muhtelif hesaplara parçalanmak suretiyle tedavüle kazandırılmaya çalışılmaktadır,
Dikkat edilirse şayet, ani fiyat hareketlenmelerin kısa sürmesi ve sonrasında normale dönmesinin temelinde yatan faktörlerden bir tanesi de kara ekonominin ak ekonomiye hükmetmesidir yani kara paranın ani yatırım araçlarına yönelmesi ve sonrasında da yatırım araçlarının elden çıkarılmaya çalışılması faaliyetleri sonucunda oluşan krizlerdir.
Kara paranın yatırım araçlarına yönelmesi sonucu fiyatların arttığı gibi yatırım araçlarının elden çıkarılmaya çalışılması da yine fiyatların ani düşüşlerine ve değer kaybına sebebiyet verecektir.

Bütün bu işlemlerin sınıflandırılması öncelikle;
Kara paranın ön hazırlık denilen safhasının tehlikeli olduğunun bilinmesidir. Zira yasa dışı yollarla yani öncül suçlardan elde edilen para genel olarak nakit olup, nakitin gerek saklanması ve gerekse taşınması son derece riskli ve yakalanma olasılığı yüksek olan bir durumdur. Bu nedenle öncül suçlardan elde edilen nakitin tedavül ekonomisine kazandırılması, kaynağından uzaklaştırılarak yasal statüye ulaştırılması ve tekrar elde edenlere geri dönüşümün sağlanması aşamaları vardır. Bu aşamalardan ilki ön hazırlık ya da başka bir tabirle yerleştirme denebilir, zira bu aşama paranın kara olduğu öncül suçların işlenmesi sonucununda elde edilip kaynağının da belirlenemeyeceği korkusu yüksek olup kanıtlanması da olanaksız oluşundan dolayı büyük bir risk taşımakta ve bu aşamada son derece porfesyonel ve uzmanca hareket edilmesi gerekmektedir. Zaten paranın bu aşamadan sonra yakalanması ya da tespit edilmesi hem çok zor hem de kanıtlarının aksinin iddiası son derece zordur,yerleştirme ( çamaşırın makineya atılması da denebilir ) aşamasını geçen kara para artık yasal zeminde yerini bulmuş ve tedavül ekonomisine kazandırılmış demektir, son derece profesyonel uzmanların dikkatli ve titiz çalışmaları bile yetersiz kalabilecek bir aşamaya geçmiş demek olacaktır.
İkinci aşama ise, ayrıştırma aşamasıdır ( bu aşamaya çamaşır makinesında yıkama aşamasına benzetilme de denebilir )yani artık para tedavüle kavuşmuştur, yatırım araçlarında yerini bulmuş ve kaynağının sorgulanması zorlaştırılmıştır. Bu aşamada yapılacak tahkikatların titizliği,öncü çalışma güvenirliği belki de işe yaramayabilecektir.
Üçüncü aşama ise durulama ya da bütünleştirme ( çamaşırın makinadan kurutulmak üzere çıkarılması) aşamasıdır, ki bu aşama kara paranın son aşaması olup artık tamamen aklanmış olduğu bir aşamadır ve kaynağının öncül suç olduğunun kanıtlanması hemen hemen olakansız olduğu noktadır, ve bu aşamadan sonra artık paranın yasal zemini tamamen oluşturulmuş ve elde edenlere transferi aşamasıda tamamlanmış olmaktadır.
Buna bir örnek verecek olursak.

Ünlü İtalyan gangsteri alkapon, amerikan ekonomisinin ikinci dünya savaşı sonrasında yaşamış olduğu çöküş ve getirilen yasaklar sonucunda alkapon, yurt dışından kaçak yollarla yurda sokmuş olduğu içki ve tekel maddelerinin satışından elde etmiş oluğu parayı son derece profesyonel bir biçimde aklamayı başarmıştır, öncelikle her mahallede kurmuş olduğu birer jetonlu çamaşırhanelerde yıkanmaya getirilen çamaşır bedelleri olarak makinelere atılan jetonlar daha sonra bütün ülke ve Fransa, İtalya, İsveç gibi ülkelere bu çamaşırhaneleri yaymak suretiyle bu yolla kazanmış olduğu paranın tamamının aklanmasını sağlamış ve hiçbir soruşturma sonucunda suçluluğu kanıtlanmıştır, nihayetinde ABD en son olarak vergi kaçakçılığından yargılamasını ve 11 yıl hapis yatmasını sağlamıştır.
Bu da öncül suçlardan elde edilen kara paranın aklanmasının ne kadar kolay ve tespitinin de ne kadar zor olduğunun bir göstergesidir.

Kara para aklama işlemi ulusal sınırları aşıp ve uluslar arası bir sorun olduğundan dolayı, aklayıcı, parayı aklayacağı ülke/leri seçmeye karar verirken dikkatli davranması ve bazı hususları göz önünde bulundurması zorunluluğunu bilmektedir. Bu nedenle aklamanın yapılacağı ülke ya da ülkeler,
- Kara para ile ilgili düzenlemelere sahip olmaması ya da bu ülke mevzuatında gevşek düzenlemelerde açıkların bulunması
- Ülkede mevcut bankacılık ve finans kurumlarının esnek yapıya sahip olması veya müşteri sırrına sahip bankacılık sisteminin var olması
- Çok büyük miktarlarda nakit hareketlerinin dikkat çekmeyeceği nakit bazlı bir ekonomik yapısının varlığı,
- Şirket kurmanın kolay olması,
- Ekonomik hareketlerin kayıt altına alınmamış ya da ok sıkı denetimlere tabi tutulmaması
- Gibi daha akla gelebilecek her türlü açıkların var olması aklayıcı için aklama işleminde en önemli kurallardır.
Bu açıklamalar ışığında kara para aklama işleminin teknik nedenlerinin de mcadele açısından önemli olduğunu vurgulamakta yarar davdır.
3 - AKLAMA YÖNTEMLERİ
“Karapara “ ve “karaparanın aklanması “ kvram olarak birbirinden ayrılması zor olmakla birlikte ayrı tanımlar içeren kavramlardır. Bu nedenle karaparanın aklanması eylemsel olarak bir çok değişik biçimle tanımlanabilmektedir.
Aklama sürecinde, öncül olarak tanımlanan suç kaynaklı kara para elde edildikten sonrna
bu paraya yeni bir kimlik arayışı başlar, kimlik arayışı sürecinde, paranın kaynağından uzaklaştırılmaya çalışılması çalabarına katkı sağlayacak olan kişi ve kişiler genellikle kaynağının öğrenilmesinden uzak tutulmaya çalışılır ve öğrenmeleri engellenir. Bu teknikle kara olarak tanımladığımız para reel ekonomiye sokularak ticari enstrüman görüntüsü sağlanır kar elde edilmeye çalışılır ve illegal yollardan elde edildiği saklanmaya çalışılmakla birlikte legal yollardan elde edilmiş gibi sergilenmeye çalışılır.
Yasadışı faaliyetlerin icrasından elde edilen ve karapara olarak tanımlanan bu suç gelirlerinin kimliklerinin gizlenmesi için başta teknolojinin sağladığı bütün olanaklar kullanılmakla birlikte bir çok model den yararlanılır. Bu modellerden bazıları yurtdışına kaçırma,kıymetli evraka dönüştürme, kredi kartı olarak kullanma, nakit alımı yapma, banka transfer işlemlerinden yararlanma gibi yolları bu modellerden sadece bir kaçıdır..
1- Nakit kaçakçılığı Tekniği, para fiziksel olarak taşınır, bu taşımaya ilk araç ise insan faktörü yani kuryedir, kurye, ya kendisi doğrudan ya da başka bir vasıta kullanmak suretiyle, iç mevzuatlarında banka ya da finans kurumları ile ilgili sıkı düzenlemelere sahip olmayan ve banka finans kurumlarının gizlilik ilkeleri sıkı olan ülke ya da ülkelere taşır. Bu aşamadan sonra para sağlıklı ve güvenli bir şekilde girdiği ülkedeki her hangi bir bankaya yatırılmakla yasal olmayan para yasal bir zemin kazanmış ve bu yasal kaynağa sahip olmuş olur.
2- Mantarlama Tekniği : Bu teknik isim, florida’da ortaya çıkarılan bir olay sonucunda ilk defa kullanılmış bir aklama tekniğinden alınmıştır. Bu teknikte temel özellik, aklamanın yapıldığı ülke ya da aklanılmaya çalışılacağı ülke yada ülkelere yapılacak transfer işlemlerinde ülke mevzuatının bankacılık faaliyetlerinde nakit akışına getirmiş olduğu bir üst sınırlama ( kimlik tespiti, sorgulama vs.) nedeniyle bu üst sınıra yakın meblağların kullanılması tekniğidir. Buna bir örnek verecek olursa, bir ülkeden bir başka ülkeye büyük miktarlı transferin belirlenen limite yakın birimlere bölünmesi suretiyle transferinin sağlanması işilemidir. 1000 birim üst limit olan bir ülke mevzutaında, 1.000.000.- birin transfer edilmesi düşünülüyorsa bu kütle kiralanacak 1005 kişiye bölünmek suretiyle 995 birim olarak transfer edilmeye çalışılacaktır, dolayısıyla kimlik tespitinden de kurtularak transferin yapılması sağlanmış olacaktır.
3- Yapılandırma Tekniği : bu teknikle büyük çaplı operasyonlardan kurtulma, yakalanmama çabasıyla, büyük miktarlı bir paranın küçük miktarlarla taşınmasıdır. Örneğin bir kişi 100.000 ADB dolarını bir defada taşımaktansa 5.000.-‘er bin dolarlık kısımlar halinde taşır ve riske etmemeye çalışır.
4- Borç Ödeme Tekniği : bu teknik genellikle vergi cenneti olarak da tanımladığımız ülkelerde bir bankaya güvenli olarak yatırılır ve kaynağından uzaklaştırılmasının birinci aşamasını tamamlamış ve daha önce güvenli bir şekilde transfer edilmiş bu paranın aklayıcının kendi ülkesindeki bir bankaya transferinin sağlanması tekniğidir. Yalınız bu teknikte dikkat edildiği bir nokta var ki buda vergi cenneti sayılan ülkede mevcut banka hesabı aklayıcının değil bir üçüncü kişi adına yatırılmış olmalıdır ki, aklayıcıya borcunun ifası niteliğinde transferinin sağlanması amaçlansın., yani vergi cennetindeki transfer edilen para aklayıcı adına değil üçüncü bir kişi adına olup aklayıcıya borcu niteliğinde yapılacak transfer, borç ödeme olmalı. ( maskeleme )
5- Taşeron ve Hayali Şirket kurma – kullanma Tekniği : Bu yöntemde ilk olarak çok büyük sermayeli bir şirket kurulur, bu vesile ile konulan kara sermaye tedavüle kazandırılmış ve yasal kimliğine kavuşmuş olur, yasal ticari faaliyete başlar ve kısım kısım cari hesaplar da kullanılarak kara borçlanmalar da yaıpılır ve bir süre sonra, şirket sermaye artırımına gider ve sermaye büyüterek bir kısım kara sermaye daha aklamaya çalışır, bu şekilde bir süre çalıştıktan sonra bu şirket genellikle holding statüsüne kavuşturulmaya çalışılarak bünyesinde fazla sayıda yavru şirketler kurularak katmaya çalışılarak kurulan şirket sermaye miktarları ile de geri kalan ya da aklanmaya çalışılan miktar bu vesile ile yasal zemine kavuşturulmuş olur.
6- Nakit işlemler Tekniği : Bu teknikte genel olarak ve hatta tamamen nakit işlemlerinin yürüdüğü, nakit para harcandığı ticari sektörler seçilir ve bu sektörlerde bu para aklanmaya çalışılır, genellikle otel işletmeciliği, araba yıkamacılığı, lokanta, bar, taksicilik,gazinoculuk gibi faaliyetlere ağırlık verilir, zira bu gibi yerlerde nakit akışı yüksek olmakla birlikte kaç müşteri gelip gitti,tur organizasyonları ile yapılan anlaşmalar , kaç araç yıkandığı, ne kadar yemek yendiğinin tespitinin çok zor oluşundan dolayı ya da pavyonlarda müşteriye hangi bedelle içki – hizmet sunumu yapıldığının tespiti çok zor olduğundan dolayı nakit kara paranın aklanma yerlerinden cazibe olan bu teknik kullanılmaktadır.
7- Kumar ve Gazinoculuk Sektörü : kumarhane veya gazinoculuk sektöründe kara sermayenin aklanması çalışmaları günümüzde gittikçe değer ve hız kazanmaktadır. Bu yöntemle aklayıcı önce kumarhaneye gider, kasadan bol miktarlı nakit karşılığı fiş alır, oyun makinesına ya bir kaçını atar ya da hiç atmadan geri dönüp bu denli nakit parayı üzerinde taşıyamayacağını söyleyip kendisine çek kesilmesini talep eder, netice itibari ile kaynağı belli olmuş sorulduğunda kumardan kazandığını söylemesi kolay olacaktır, aksinin ispatı ise neredeyse olanaksızlaşacaktır. Yine aklayıcı gerektiğinde talih oyunlarını bir gurp kurarak izlemeye çalışır, at yarışları, Milli piyango, spor toto- toto ve benzeri çekilişlerde ikramiye kazan taliklileri saptayıp, ellerindeki ikramiye tutarının bir katını fazla ödeyerek biletleri alıp alacağı ikramiye ile kara sermayeyi yasal zemine kavuşturmuş olmaktadır.
8- Yer altı Bankacılığı Sistemi : Bu sistemde argon edebiyatından kaynaklanan isimler, Chop, Hundi veya Hawala sistemi de dendiği görülmektedir. Bu sistemde genellikle ekonomik ilişkileri tarihe dayanan ve sermaye hareketleri brlli bir sisteme oturmuş olan ülkeler arsında geçerliliğini korumaktadır. Kara aklayıcı elinde bulundurduğu karaparayı alıp bu sistemin gererli olduğu ülkeye götürüp orada faaliyette bulunan bir bankere verir, banker o oülkede çok iyi tanındığından dolayı para ile ilgili olarak herhanbi soru sorulmaz ve güvenilir olduğundan bu parayı kendi ülkesindeki bankadan ülkenin para birimine dönüştürüp aklayıcıya iade eder belli bir komisyon karşılığında, ve aklayıcı bu para ile tekrar kendi ülkesine geri döner.
9- Şişirilmiş Yanlış Fatura ile Transfer Tekniği : bu sistemde genellikle aklayıcı bir başka ülkede faaliyet gösteren her hangi bir kurum ile anlaşır ve mal almış gibi şişirilmiş bir fatura alır, ülkesinden faturayı aldığı ülkeye fatura bedelini transfer eder mal ithalatı yapmaksızın, transferi gerçekleştirdiği ülkeye hemm yatırım yapmış olur hem de bu vesile ile parayı aklamış yasal zeminine kavuşturmuş kaynağından uzaklaştırmış olur.
10- Nakit Değişim Tekniği : ülkemizde ve gerekse diğer ülkelerde kurulu bulunan döviz bürolarında nakit hareketi çok yüksek olduğundan takas işlemi kolay ve hızlıdır, özellikle aklayıcının elinde dözviz olma ihtimali yüksek olduğundan bunu ülke parası ile nakite çevirmesi çok kolay bir işlemdir. Hatta döviz büroları çok yüksek miktarlı nakitleri müşteri hesabına bankalar vasıtası ile havale de etmektedirler. Bu teknik ile de kara kaynağından uzaklaşmış ve yasal zemine kavuşmuş olur.
11- Broker Borsaları ( Aracı Kurumlar ) : aklayıcı boker kullanarak sermaye borsalarında işlem gören enstrümanlara yatırım yapabilmektedir, broker ya da aracı kurumların adına işlem yapmış oluğu aklayıcı ve vesile ile kara sermayeyi aklamış ve yasal zemine kavuşturmuş olmakla bir başka ülkeye gidişi ile yapacağı yatırım elinde mevcut borsa yatırım araçlarına ilişkin veriler kara paranın sorgulanmasını zorlaştıracak ve kayağının tespitini olanaksız hale getirecektir. Bu yolla da para yasal zeminine kavuşmuş olacaktır.
12- Transfer Edilemeyen Nakit : Aklayıcının transferi mümkün olmayan ya da her ülkede geçerli olmayan ( özellikle Rus mafyası ile uyuşturucu dağıtıcılarının elinde mevcut ) parayı bulundukları yer ya da ülkelerde gayrimenkul, antika eşya ya da hammadde alarak, döviz karşılığında satıp aklama işlemini gerçekleştirirler.
13- Para Kuryelerinin Kullanılması : para kuryeleri, kuryelik görevi yasal olarak kendilerine verilmiş kişilerdir ve sınır kapılarında her geçişlerinde kendilerine kolaylıklar da sağlanabilmektedir. Bu nedenle aklayıcılar bu kişileri bol miktarlı rüşvet ya da taşıyacakları paraya komisyon vererek taşıtma işlemi yapabilmektedirler. Bu da taşıma işlemi ile aklamaya zemin hazırlanmasına imkan taşıyan sistemlerden bir tanesidir.
14- Perakendeci Bankacılık Sistemi : Bu sistemin başlıca unsurları cari hesap işleyiş biçimidir. Bu hesaplardan maaş hesapları, hızlı hesaplar, para piyasaları mevduat hesapları, gibi değişik hesapların işletildiği bankacılık sistemi olduğundan dolayı aklayıcıların dikkatinden kaçmayan bir sistemdir.
15- Telefon Bankacılığı : bu sistem ile genellikle elektronik cihaz ve sistemler kullanıldıından dolayı belli miktarlı paraların bu yolla sevki de mümkün olduğundan aklayıcıların kullandığı bir teknik olduğu bilinmektedir.
16- Ev ve Ofis Bankacılığı : bu sistemle bankaya gitmeden oturulduğu yerden elektronik sistem ve cihazlar sayesinde para transferi yapılabildiğinden ve bu yolla hile ve sahtecilik işlerinin de kolay yapılmasından dolayı aklayıcıların kullandığı bir tekniktir.

4 - KARA PARANIN EKONOMİ ÜZEİNDEKİ ETKİLERİ


Kara para ya da kara sermaye olarak da adlandırılan , kaynağı öncül suçların işlenme sahasından elde edilen nakit para hareketinin ulusal ekonomi üzerinde oldukça büyük bir olumsuz etki yaratabileceği gibi, uluslar arası piyasaları da aynı derecede etkilemektedir. Yakalanma riski son derece büyük olan nakit miktarın ani ulusal ya da uluslar arası piyasalara gerek borsa ve gerekse finans kaynaklar aracılı ile girmesi halinde ekonomi üzerinde ani bir deprem etkisi yaratmaktır. Zira, finansal araçların veya entrümanlara yapılan ani bir talep büyüklüğü ve sonucunda ani bir yükseliş trendine girişi, yapay bir fiyat artışına sebebiyet verdiği gibi, özellikle inşaat ve gayrimenkul sektörü başta olmak üzere sermaye piyasası araçlarından olan hisse senetleri, tahvil bono ve devlet bonolarında ani bir yükseliş meydana getirmektedir. Bu vesile ile ön hazırlık aşamasından rahatlıkla geçmiş olan kara para artık yasal zeminden kazanılma gömleğine kavuşturulmaya başlanmıştır, bu süreci izleyen yapılan yatırımın tekrar elden çıkarılması ve para kaynağının tamamen yasallaştırılmasının sapğlamndığı durulanma safhasına ulaşması ve sonrasında ise, esas kaynağına sermaye olarak iade edilmesi işlemi sonucunda, daha önce yapılan yatırımlar sonucunda fiktif artışlar sonucu değer kanazan yatırım araçlarının satışı ile değer kaybı yani fiyat düşüşlerine, borsalar ve ekonomik piyasaların düşüş trendi ile birlikte döviz araçlarının değer kazanmasına yol açmaktadır. Bu iki hareket arasında gerek malların ya da yatırım araçlarının kazanmış olduğu fiktif değerler reel değerlerinin de altına düşme tehliksei ile birlikte iflaslara, donomik dengelerin alt üst oluşuna meydan vermekte ve dolayısıyla gerek istihdam ve gerekse orta ölçekli kurumların gerçek değerlerinin altına düşmesi ve büyük ekonomik değer kaynına yol açmış olacaktır.
Aklanma olarak değerlendirdiğimiz bu aşamaların esas amacı yatırım olmamakla birlikte, önemli olan paranın gerekirse değerinin bir miktarından feragat ederek yasal zemininin oluşturulması kaynağının sorgulanmasından soyutlandırılması çabalarıdır elbette,
Bu gibi faaliyetlerin ekonomiden ziyade sosyal bir çöküntü, değer yargılarının dejenerasyon, ahlak kurallarının bile zarar görmesine yol açmaktadır. Zira, kolay ve yasa dışı yollardan kazanılan bu tür gelirlere olan toplumsal özenti ve sonrasında kişilerin yaşam biçimlerinin ani değişiklikleri ile birlikte, sosyal dengelerin kan kaybetmesine ve bu gibi suç örgütlerinin gerek ulusal ve gerekse uluslar arası arenada büyük bir kariyer kazanma, güç elde etme, hatta yeni gelişmekte olan ülkelerde iktidara hükmedecek ve sızmalara sebebiyet verecek derecede tehlike arz etmektedir.
Kara paranın ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerini özetleyecek olursa;
- Temek ekonomik göstergelerde reel olarak her hangi bir değişim olmadan, ani olarak ülke ekonomi piyasalarına gelen yabancı fonlar, yerli para biriminin aşırı değerlemesine yol açacak olup uluslar arası piyasalarda yerli malların aşırı pahalanması ve yertli firmaların rekabet güçlerinin azalması ya da dengelerinin sarsılmasına sebebiyet verecektir.
- Ülkeye beklenmedik bir biçimde fon giriş-çıkışlarının varlığı mevcut döviz kurlarında istikrarsızlık oluşturacaktır.
- Kara paranın aklanmasına yönelik olarak alınacak sıkı tedbirler, yasal olarak çalışan kişi ve kurumlar üzerinde olumsuz etkilere sebebiyet vermekle kalmayacak hatta bazı firmaların iflasına sebebiyet verebilecektir.
- Kayıt dışı olarak ülkeye girecek fon,üretim alanları ile politik yönetimlerini hukuk kurallarına aykırı bir biçimde etkileyecektir.
- Aklama işlemi, aklayıcı tarafından rasyonel olmaktan çok uzak, rasyonel yatırımcı gibi davranmamakla birlikte önemli olan kural paranın getirisi olmayıp, sağlam bir yatırım zeminine yasallık ilkelerine uydurulması ve kaynağından uzaklaştırılmasının sağlanması olduğuna göre, rekabet eşitsizliği yaratacağı gibi, bazı yatırımcı yerli malların değer kaybetmesine ve kurumların iflasına sebebiyet verecektir.

5 - ULUSAL-ULUSLARARSI MÜCADELE

Yasa dışı uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı,insan ticareti gibi organize edilerek işlenen suçların artık ulusal sınırları aşarak uluslar arası boyutlara varması son 30-35 yılda ömenli ölçüde tehlike arzetmiş ve giderek artış trendine girmiştir. Bu nedenle bu suçlardan elde edilen gelirlerin aklanmasının önüne geçilmesi, gerekli önlemlerin alınması ihtiyacı uluslararası boyutta doğmuştur.
Uluslar arası ilk çalışma aklama ile mücadele konusunda VİYANA VE POLERMO konvansiyonları ile birleşmiş milletler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Birleşmiş milletler bu çalışmaları ile sınırlı kalmamış aynı zamanda aklanmanın önlenmesi ile ilgili olarak da aktif bir rol üstlenmiştir.Birleşmiş Milletler,uyuşturucu ve suç departmanının bir parçası olarak kurulan ve viyadada merkezi olan karapara aklamaya karşı küresel program aktif bir şelikde çalışmaya başlamıştır. Konunun gerek hassasiyeti ve gerekse de önemli ölçüde tehlike arz etmesi nedeniyle konuyu birleşmiş milletler Güvenlik konseyi ele almış ve tüm ülkeleri bağlayıcı kararlar alma hakkında uyarmış ve kararlar almıştır.
Uluslar arası işbirliğinin geliştirilmesi ve arttırılmasına yönelik önemli bir çaba Avrupa konseyi tarafından gerçekleştirilmiştir. Avrupa konseyinin bu konuda attığı en önemli adım 27/6/ 1980 tarihli toplantısında almış olduğu R(80)I0 sayılı yasadışı kaynaklı fonların saklanması ile transferine ilişkin önlem tavsiye kararı ve Strazburg konvansiyonu olarak bilinen suçtan kaynaklanan gelirlerin Aklanması, Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve el konuşmasına ilişkin sözleşmedir.
Avrupa konseyinin bu kararı almasının temel amacında yatan unsurlar, Avrupa’da suç fiillerinin artması, bu suçlardan elde edilen fonların bir ülkenden bir diğer ülkeye transferi, bu fonların aklanması suretiyle ekonomik sisteme sokulmasının derin tahribatlara sebebiyet vermesi, suç faillerinin sonraki fiilleri işlemeleri konusunda almış oldukları bu güçlerinde cesaretlenmeleridir. Tavsiye niteliğindeki bu kararda belirtilen fiillerle mücadele için uluslar arası koordinasyon iş birliğinin arttırılması, bu kapsamda üye devletlerinb bankacılık isitemlerinin uyması gereken kimlik tespitine ilişkin bazı önlemlerin alınması tavsiye edilmiştir.
1- VİYANA KONVANSİYONU
Viyana konvansiyonu olarak anılan uyuşturucu ve psikotrop maddelerin kaçakçılığına karşı Birleşmiş Milletler sözleşmesi 19 Aralık 1988 imzaya açılmış ve kasım 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşme, uyuşturucu ve psikotrop madde kaçakçılığının uluslar arası boyutu ile daha etkin bir şekilde mücadele kapsamına almalarını sağlamak üzere taraf ülkeler arasındaki işbirliğini güçlendirmeyi ve arttırılmasını amaçlamıştır. ( Md.2 )
Bu sözleşmede kara para ya da öncül suç başlıkları altında her hangi bir tanımlamaya gidilmemiştir. “ Suç ve yaptırımlar” başlıklı 3’üncü maddesinde taraf olan ülkelere sözleşmede sayılan fiillerin suç olarak kendi iç kanunlarına ihdası zorunlu kılınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde öncül suç kaynağından aklama olarak nitelendirilebilecek uyuşturucu ve psikotrop maddelerin üretimi,imalatı,çıkarılması,hazırlanması satış ve dağıtımı, sevk ve teslimi,transit sevki, nakil ile ithalat-ihracatı şeklinde sayılan hal ve hareketler suç olarak sayılmıştır. Yine aynı maddenin ( b ) alt bendi ile ( c ) alt bendinin ( i ) başlıklı paragrafında aklama olarak nitelendirilebilen suça kaynak teşkil eden fiiller sayılmıştır. Bu fiiller;
- bir mal varlığının sözleşmede sayılan suçlardan biri ya da bir kaçından veya bu suçların iştirakinden kaynaklandığını bilerek, bu mal varlığının kaynağının gizlenmesi, olduğundan farklı gösterilmesi,veya bu suçlara karışmış bir kişinin yasal sonuçlardan kaçmasına yardımcı olmak amacıyla bu mal varlığının başka bir değere dönüştürülmesi ya da devredilmesi
- uyuşturucu suçlarından birinden veya bunlardan birine iştirakten kaynaklandığını bilerek, mal varlığının gerçek niteliğinin, kaynağının, yerinin, hareketinin, gerçek sahibinin gizlenmesi ya da olduğundan farklı gösterilmesi
- anayasal ilkeler ile ülkenin hukuk sistemindeki temel kavramlar saklı kalmak şartı ile,uyuşturucu suçlarından ya da bu şuçlardan kaynaklandığını bilerek bu mal varlığının edinilmesi, sahip olunması, ya da kullanılması
- bir başkasını bu suçlardan birini işlemeye veya uyuşturucu veya psiktrop maddeleri kaçak olarak kullanmaya yöneltilmesi, teşvik edilmesi
- bu suçların işlenmesi amacıyla örgüt oluşturulması, iş birliği yapılması, teşebbüste bulunulması, yardımcı olunması, kolaylık ya da yok gösterilmesi

fiillerinin suç sayılması ve bu fiillerin oluşmamasına gerekli önlemlerin alınması öngörülmüştür.
Anılan bu sözleşme ile taraf devletlerin, fiillerin işlenmesi halinde, hapis cezası veya hürriyeti kısıtlayıcı diğer cezalar, para cezaları veya müsadere gibi cezai yaptırımlara tabi tutulmasını da öngörmüştür.

Anılı sözleşmede müzadere “ kavramsal olarak hakkın kaybedilmesi de dahil olmak üzere,yetkili makamların ya da mahkemenin vereceği kararlar ile mülkiyet hakkının sürekli kaybedilmesi “ olarak tanımlanmıştır. Ayrıca her bir taraf devletin sözleşmede sayılı fiillerden elde edilmiş kazançların ya da bu kazançlara karşılık olan mal varlıklarının bu suçlarda kullanılan ya da amaçlanan araçlarında müsaderesi amacıyla gerekli önlemlerin alınması ve bu doğrultuda iç hukuklarında gerekli düzenlemelerinde yapılması öngörülmüştür.
Şimdiye kadar 89 ülke tarafından imzalanmış olan 20 ülke tarafından onaylandıktan sonra 20 kasım 1990 tarihinde yürürlüğe giren viyana konvansiyonu uluslar arası ceza hukuku alanında şimdiye kadar benimsenmiş en detaylı ve geniş enstrümanlardan biri olup,tüm dünyada sözleşme konusu ile ilgili olarak ulusal bazda kanun ve uygulama tekniklerini uyulaştırmayı hedef edinmiştir. Sözleşme ile uyuşturucu medde kaçakçılığı ve buna ilişikin faaliyetlerden elde edilen mal varlığının aklanması ve buna dair işlemlerin cezai müeyyidelere tabi tutulması konusunda anlaşmaya varılmış bulunmaktadır.
Bu konvansiyonun temel ve esas hedeflerinden bir tanesi, haytimeşru (yasal olmayan ) yollardan uyuşturucu ticareti ile bu faaliyetlerden elde ettikleri kazanç ve varlıklardan mahrum bırakılması, ve bu suça iten olay ve olguları ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Dolayısıyla, sözleşmede karaparanın aklanmasının önlenmesine ilişkin hükümler yer almıştır.ancak burada üzerinde durulması gereken husus ise, bu sözleşmede sadece uyuşturucu kaçakçılığından elde edilen kazan ve varlıkların aklanması işleminin sözleşme kapsamında suç olarak kabul edilmiş olmasıdır.

Anılan sözleşme imzaya açılmasından bir gün sonra 2.12.1988 tarihinde imzalamış ancak sözleşmenin onaylanması ise geç de olsa 22.11.1995 tarih ve 4136 sayılı kanun 25.11.1995 tarih ve 22474 sayılı resmi gazete ile yayımlanmış 16.01.1996 tarih 96/7801 sayılı BKK ile onanmıştır




2- Basle Komitesi İlkeler Bildirisi
Belçika, kanada,Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, İsveç, İsviçre, İngiltere ABD ve Lüksemburg merkez bankası temsilcileri ile denetim otoriterlerinin ortaklaşa oluşturdukları BASLE komitesi aralık 1988 de yayımladığı ortak ilkeler bildirisi ile, kambiyo kurumları yani bankacılık sistemi ile yoluyla karaparanın önlemek amacıyla mali kurumlara uygulanması gereken temel politikaların belirlenmesi ve gerekli önlemlerin alınması konusunda temel ilke ve politikalar belirlenmiştir.

3- FATF
15.yıllık ekonomik zirve toplantısında Temmuz 1989 tarihinde Paris’te bir araya gelen G-/ ülkeleri ( ABD,Japonya,Almanya, Fransa,İngiltere, italya ve Kanada ) yasadışı yollarla yapılan uyuşturucu ticareti ile ilintili olarak mali sorunların ele alınması ve bu faaliyetlerden elde edilen kara sermayenin aklanması ile mücadele edilmesine yönelik mevzuatların standardizasyonu ve üye ülkeler arasındaki sürekli bilgi değişim ve akışının tesisi amacıyla mali eylem grubu ( FATF ) kurmayı kararlaştırmışlardır.
Kurucu üyelerin haricinde Avrupa topluğuna bağlı üyeler ile diğer bazı devletler arasına Türkiye de Katılmıştır, Türkiye ve kurucu üye devletler haricinde Avustralya, Avusturya, Finlandiya, Hong Kong, İzlanda, Yeni Zelanda, Norveç, Singapur, İsveç,İsviçre de bu gruba katılan ülkeler arasında yer almışlardır.
FATF üye ülkelerde karaparanın aklanmasını önlemek ve uluslar arası işbirliğini sağlamak amacıyla Avrupa konseyi Tavsiye Kararı R ( 80 ) 10, viyana konvansiyonu ve BASLE komitesi ilkelerini temel alarak 40 civarı tavsiye kararı çıkarmıştır. Üye ülkelerin bu tavsiyeler uyma şekilleri iki şekilde incelenmektedir.
1- Üye ülkelere her yıl bir standart form gönderilir ve bu form üye devletler tarafından doldurularak geri iade edilir . Toplanan cevaplar birlikte değerlendirmeye tabi tutularak üye devletlerin tavsiye kararlarına ne derecede riayet ettikleri tespit edilir.
2- Her bir üye ülke diğer ülke uzman ekipleri tarafından her yıl heyetler halinde ziyaret edilir, yerinde incelemeler yapılır, bu şekilde üye ülkenin ne denli tavsiye kararlarına uyduğu ya da varsa eksiklikleri tarafsız bir şekilde rapor edilir ve değerlendirilir.
Bu değerlendirmeler tamamlandıktan sonra ülke hakkında bir rapor yayımlanır.

4-AKLAMANIN ÖNLENMESİNE DAİR AT KONSEY DİREKTİFİ

1989 yılında FATF ın kuruluşundan bu yana bu kuruluşun üyeleri olan AT üye devletleri ile Avrupa komisyonu, kara paranın aklanmasının uluslar arası boyutu karşısında yaşadıkları endişenin mali piyasalara, topluluğun mali sistemine vereceği zararlar göz önünde bulundurularak gerekli tedbirlerin alınması gerektiği konusunda görüş birliği sağlamakla AT Bakanlar Konseyine konuya ilişkin konsey direktifi önergesi sunulmuştur,
Konsey direktif önergesinin açıklama bölümünde, 1’inci maddesindeki kara para aklanmasının tanımı yapılırken viyana konvansiyonunda tanımladığı şekilden ayrılmadığı gözlenmiştir. Yalınız, uyuşturucu kaçakçılığının yanı sıra,işlenen diğer ağır suçların da topluluğun mali sistemini tehlikeye düşürdüğü, kara sermaye ya da kara fonların kaynağından şüphelenilmesi halinde müsnet suçun uyuşturucu kaçakçılığı olduğunuh knıtlanmasının mümkün olmayabileceğinden bu suç kapsamına diğer ağır suçlarında alınması gerektiğini kabul etmişlerdir.
Direktifin
1’inci maddesinde direktifin uygulanacağı mali kurumlar tanımlanmış,
2’nci maddesinde kara paranın aklanmasının yasaklanması için üye ülkelerin kendi iç mevzuatlarında gerekli düzenlemeleri yapmaları istenmiştir.
3 il 4’üncü maddelerde mali kurumların kimlik tespiti ile kayıt tutma kurallarına işişkin yükümlülükler getirmiştir
5’inci maddesinde ise mali kurumların şüpheli gördükleri işlemlere özen göstererek dikkat etmeleri tavsiye edilmiştir.
6’nci maddesinde mali kurum çalışanlarının üye ülke otoriteleri ile işbirliğine gitmeleri
7’ncimaddesinde ise Şüpheli gördükleri işlemlerden kaçınmaları,
8’incimaddesinde haklarında bilgi verildiğini müşterilerine aktarmamaları ve durumdan haberdar etmemeleri istenmiştir.
9’uncu maddede mali kurumların yönetici ve çalışanlarının otoritelere şüpheli gördükleri işlemlerle ilgili olarak vermiş ya da verecekleri bilgilerin sır saklama yükümlülüğünün ihlali sayıldığı anlamına gelmeyeceği
10 maddede bu kurumların denetim sırasında para aklamaya ilişkin kanıt tespit etmeleri halinde otoriteleri haberdar etmeleri gerektiği
11’inci maddesinde, kurumların gerekli kontrol yöntemleri,haberleşme sistemleri ve personel eğitim programlarını uygulamaları ve yürürlüğe sokmaları istenmiştir.
Anılan Direktifte, mali kurumların dışında olup ta kara para aklama amacı ile kullanılma ihtimali mevcut faaliyetlerde bulunan teşebbüsleri de bu hükümlerin uygulanacağını ve direktifin 1 ocak 1993 tarihi itibari ile yürürlüğe gireceği de hüküm altına alınmıştır.

Avrupa parlamentosunda yapılan görüşmeler sonrasında Haziran 1991 yılında önerge kabul edilmiştir.

5- STRAZBURG KONVANSİYONU

Viyana konvansiyonu ile belirlenen suçlar ve suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesi hakkında devam eden AK tesviye kararları sonrasında suç ve suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesine ilişkin olarak daha kapsamlı bir çalışma olarak kabul edilen ve Avrupa Konseyi tarafından 8.11.1990 tarihinde “ Suç gelirlerinin Aklanması, Aranması, Zaptedilmesi ve müsadere edilmesi Hakkında Sözleşme “ kabul edilmiştir. Bu sözleşmenin hazırlanmasının temel nedeni, uluslar arası bir sorun haline gelen suçlarla mücadele etmenin en etkin yolunun suçluların bu suçlardan elde ettikleri mal varlıklarından mahrum bırakılması ve dolayısıyla bu suçların tekrarının önlenmesi, bu konuda uluslar arası işbirliğinin tam olarak sağlanmasıdır.
Viyana konvansiyonunda öncül suç tanımlanmamışken bu sözleşmenin 1/ (e) maddesinde tanımlanan öncül suç, sözleşmenin 6’ ıncı maddesinde tanımlanan aklama suçlarından her hangi birisine konu olacak fiil olarak tanımlanmıştır. Sözleşmenin 6’ ıncı maddesinde tüm suçlardan elde edilen gelirlerin aklanmasının suç sayılacağı öngörülmüş olmakla birlikte hangi suçlardan elde edilen gelirlerin aklama suçunun öncül suçu olduğunu belirleme hususunda üye devletlere çekince koyma serbestisi tanınmıştır. Yani taraf devletler sözleşmeye çekince koymadıkça bütün suçları öncül suç olarak kabul etmiş sayılacaktır.
Sözleşmenin birinci maddesinde öncül suç, işlenmesi sonucunda aklama suçuna konu olabilecek gelirleri getiren fiiller öncül suç olarak tanımlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında viyana konvansiyonunda tanımlanan uyuşturucu ve psikotrop madde kaçakçılığının genişletilerek gelir getiren her türlü suç, öncül suç kapsamına alınmıştır. Yukarıda zikredilen sözleşmenin 6’ ncı maddesi “ suç gelirlerinin aklanmasının suç haline getirilmesi” başlığı altında açıkça aklama suş sayılmıştır.buna göre aklama şucu;
1- Bir suçtan kaynaklanan gelir olduğunu bilerek, yasa dışı kaynağının gizlenmesi, değiştirilmesi ya da öncül suçun işlenmesine karışan her hangi bir kişinin, eyleminin hukuki sonuçlardan kaçınmasına yardımcı olmak amacıyla bir malın başka bir değere dönüştürülmesi veya yerinin değiştirilmesi
2- Her hangi bir malın, suçtan kaynaklanan gelir olduğunu bilerek, gerçek niteliğinin, kaynağının, yerinin, kullanımının, durumunun, hareketinin, veya bu mallarla ilgili olarak mülkiyetinin gizlenmesi ya da olduğundan farklı gösterilmesi
3- Hukuk sisteminin temel kavramlarına tabi olarak, suç geliri olduğunu bilerek bir malın edinilmesi, zilyedliği ya da kullanılması

Strazburg konvansiyonu uyarınca, bu sözleşmeye taraf olan devletler, suçtan elde edilen ve suşlarda kullanılan mal varlığının ya da bunlara eş değer varlıkların müsadere edilmesi hususunda kendi iç mevzuatlarında gerekli düzenlemeleri yapacak ve gerekli tedbirleri alacaklardır. Bununla birlikte her taraf devlet hangi suçların bu kapsama alındığını bildirme yükümlülüğü getirilmiştir. Yani taraf olan her hanbi bir devler sözleşmede sıralanana bütün suçları değil, kendi iç hukukunda hangi suçları bu kapsama almış, ve tüm suç gelirleri değil sadece kendi belirlemiş olduğu bazı suçlardan elde edilmiş gelirler için bu sözleşmeyi onaylama hakkı tanınmıştır.
Sözleşme hükümleri uyarınca, müsadere edilecek gelirden kasıt, suçtan elde edilen gelire ulaşılmaması halinde elde edilmiş sayılan bu gelire karşılık gelen mal varlığıdır.
Yine sözleşme uyarınca, taraf olan devlet/let, müsadereye tabi tutulacak mal varlığının tespit edilmesi, takibi ve bu varlıkların elden çıkarılmasını, nakledilmesine yol açan her hangi bir işlemi önleyebilmek için kendi iç hukuklarında gerekli olan yasal düzenlemeleri yapacak ve gerekli önlemleri alacaklardır.
Anılan sözleşmede uluslar arası düzeyde iş birliği yapılması konuları ayrıntılı olarak yer almış,buna göre müsadere amacıyla kovuşturma ya da adli kovuşturma başlatmış bulunan diğer bir taraf ülkenin talepbi halinde diğer her bir taraf, daha sonraki bir aşamada müsadere talebine konu olabilecek ya da böyle bir talebi karşılayabilecek şekilde ticaretinin naklinin ya da elden çıkarılmasının önlenmesi için malvarlığının gerektiğinde dondurulması, el konulması gibi geçici tedbirleri iç hukukunun izin verdiği şartla çerçevesinde yerine getirme yükümlülüğü vardır.bununla birlikte yine sözleşmenin 13’ üncü maddesinde bahsi geçen “ müsadere yükümlülüğü “ hükmü gereğince, sözleşmeye taraf olan diğer bir devlet tarafından ülkesinde bulunan suç kaynaklı gelirlerin ya da bu gelir vasıflarının talep etmesi halinde, talebi alan devler;
1- bu gibi gelir veya vasıtalarla ilgili olarak talep eden devlet taraf mahkemesi tarafından verilen müsadere kararını uygulayacak ya da
2- benzeri bir müsadere kararının alınması hususunda kendi yetkili makamlarına sunabilecek ve bu doğrultuda bir karar verilmesi halinde de uygulayabilecektir.
3- Talep edilen ülke tarafından müsadereye karar verilen mal varlığı ilgili taraflarca her hangi bir şekilde aksi kararlaştırılmadıkça,talep edilen ( talebi alan ) ülke kendi iç hukukuna göre bu hakkı kullanacaktır.
4- Yine sözleşmede tarafların taleplerinin hangi şekil ve şartlarda taraflarca reddedilebileceği de ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

Strazburg konvansiyonu Türkiye tarafından 27.09.2001 tarihinde imzalanmış ve 16.06.2005 tarihi, 5191 sayılı kanunla uygun bulunmuştur.

5- PALERMO KONVANSİYONU

Sınırı aşan örgütlü suçlara karşı Birleşmiş Milletler sözleşmesi organize suçlarla mücadele edilmesini öngören ilk sözleşme polermo sözleşmesidir. BM genel kurulu tarafından 15.11.2000 tarihinde kabul edilmiş 12i15 Aralık 2000 tarihinde de polermoda imzanamış olduğundan adını buradan almıştır. Sözleşmeyi incelediğimizde öncül suç, suç gelirleri ve suç gelirlerinin aklanması konusunda strazburg sözleşmesinde yapılan tanımlamalara paralel bir tanımlamayı kapmaktadır. Bu sözleşmeyi satarzburg sözleşmesinden ayıran en önemli ve ayırt edici özellik ile aklama ile mücadele önlemleri hakkındaki hükümlerdir. Sözleşmenin 5’inci maddesinde örgütlü bir suç grubuna suç sayılması ya da suç haline getirilme hallerini öngörmüş ve bu suşların kasıtlı olarak işlenmesinin önüne geçilmesi ve gerekli önlemleri alması şartını öngörmüştür. Buna göre anılan sözleşmenin 5. maddesinde sayılan eylemlerden biri veya her ikisinin teşebbüs halinde kalmış veya tamamlanmış bir suçtan bağımsız olarak başlı başına suç sayılması gereken hallri de ayrıca belirtmiştir. Buna göre;
1- Doğrudan ve dolaylı olarak mali veya diğer maddi bir menfaat elde etmek amacıyla bir veya birden fazla kişinin ağır bir suç işlemek için anlaşması ve iç hukukun gerektirdiği durumlarda bu anlaşmanın gerçekleşmesine yönelik olarak anlaşmanın taraflarından birinin bir eylemde bulunması veya bir örgütlü suç grubuna katılması;
2- Örgütlü suç grubunun amacını ve bu grubun genel suç faaliyetlerini veya sözkonusu suçların işlenmesine yönelik niyetini bilerek;
a- Örgütlü suç grubunun suç faaliyetlerine iştirakinin yukarıda tanımlanan suçların gerçekleştirilmesine katkı sağlayacağını bilerek, örgütlü suç grubunun diğer faaliyetlerine fiilen katılan kişinin eylemlerini Örgütlü bir suç grubunun karıştığı ağır bir suçun işlenmesini örgütlemek, yönetmek, yardım etmek, teşvik etmek, kolaylaştırmak veya yol göstermek.
3- Bu maddenin 1. fıkrasında belirtilen bilgi, kasıt, amaç, hedef ve anlaşmanın varlığı, nesnel olaylara dayanan durumlardan anlaşılabilir.
Anılan sözleşmede suç çeşitlendirilmesi yapılırken, 6’ncı maddesinde suçtan kaynaklanan gelirin aklanmasının da suç sayılması ve işlenmesine ilişikin önlemlerin de alınmasını öngörmüştür buna göre
7 -Suç Gelirlerinin Aklanmasının Suç Haline Getirilmesi

1. Her Taraf Devlet kendi iç hukukunun temel ilkelerine uygun biçimde, aşağıda belirtilen eylemleri, kasten işlendiği takdirde, suç haline getirmek üzere yasal ve diğer gerekli önlemleri alacaktır.
(a) (i) Suç geliri olduğu bilinen malvarlığının yasadışı kaynağını gizlemek veya olduğundan değişik göstermek veya öncül suçun işlenmesine karışmış olan herhangi bir kişiye işlediği suçun yasal sonuçlarından kaçınmasına yardım etmek amacıyla dönüştürülmesi veya devredilmesi;
(ii) Bir malvarlığının suç geliri olduğunu bilerek; gerçek niteliğinin, kaynağının, yerinin, kullanımının, hareketlerinin veya mülkiyetinin veya malvarlığına ilişkin hakların gizlenmesi veya olduğundan değişik gösterilmesi.
(b) Kendi hukuk sisteminin temel kavramlarına tabi olarak:
(i) Tesellüm anında bu tür bir malın suç geliri olduğunu bilerek; malın edinilmesi, bulundurulması veya kullanılması.
(ii) Bu maddede belirtilen suçlardan herhangi birini işlemeye veya teşebbüse örgütlü olarak veya suç işleme konusunda anlaşarak yardım, yataklık, kolaylaştırmak ve yol göstermek suretiyle katılmak.
2. Bu maddenin 1. fıkrasının yerine getirilmesi veya uygulanması bakımından;
(a) Her Taraf Devlet bu maddenin 1. fıkrasının öncül suçlara en geniş şekilde uygulanması için çaba gösterecektir.
(b) Her Taraf Devlet bu Sözleşmenin 2. maddesinde tanımlanan bütün ağır suçları ve Sözleşmenin 5, 8 ve 23. maddelerinde öngörülen suçları öncül suçlar kapsamına dahil edecektir. Öncül suçları yasalarında saymak suretiyle belirleyen Taraf Devletlerin mevcudiyeti halinde, bu devletler, asgari olarak, örgütlü suç gruplarıyla ilgili suçları en geniş biçimde yasalarına dahil edeceklerdir.
(c) Bu maddenin (b) bendinin amaçları bakımından, öncül suçlar sözkonusu Taraf Devletin hem yargı yetkisi dahilinde, hem de dışında işlenen suçları içerir. Bununla beraber, bir Taraf Devletin yargılama yetkisi dışında işlenen bir suçun öncül suç sayılması için ilgili eylemin, suçun işlendiği yerdeki devletin iç hukukuna göre suç teşkil etmesi ve bu maddeye başvuran ya da bu maddeyi uygulayan Taraf Devletin iç hukukuna göre orada işlenmesi halinde de suç teşkil edecek olması gerekir.
(d) Her bir Taraf Devlet, bu maddeyi yürürlüğe koyan kendi yasal düzenlemelerinin, bu yasal düzenlemelerdeki her türden değişikliğin birer örneğini ya da bunların bir tanımını Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine verecektir.
(e) Bir Taraf Devletin iç hukukunun temel ilkeleri gerekli kılarsa, bu maddenin 1. Fıkrasında öngörülen suçların öncül suç işlemiş kişilere uygulanmaması sağlanabilir;
(f) Bu maddenin 1. Fıkrasında öngörülen suçların unsuru olarak varlığı gerekli görülen bilgi, kasıt veya amaç, nesnel olaylara dayalı durumlardan anlaşılabilir.
Diğer taraftan sözleşmede taraf devletlerden yoksuzluğu suç haline getirmeleri istenmiştir.bununla birlikte alınacak diğer önlemlerde sıralanmaktadır.sözleşmede yer alan bir diğer husus ise, organize suç örgütlerine katılma,suç gelirlerinin aklanması, yolsuzluk ve adaletin engellenmesi suçları açısından tüzel kişilerinde sorumlu tutulmaları hususunda ülkelerin kendi iç hukuklarında gerekli düzenleme ve önlemlerin alınmasının önerilmesidir.
Tüzel kişilerin sorumluluğu cezai medeni veya idari olabilecektir. Buna göre Tüzel kişiliğin sorumluluğu gerçek kişinin cezai sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.sorumlu tutulan tüzel kişilikler için öngörülecek parasal müeyyideler de dahil olmak üzere etkin, orantılı ve caydırıcı olmansın sağlanması da istenmektedir.
Polermo sözleşmesi 13 aralık 2000 tarihinde imzalanmış 30 Ocak 2003 tarih ve 4800 sayılı kanunla onaylanması uygun bulunmuştur.


6- ULUSAL MEVZUATIMIZDA KARAPARA-AKLAMA SUÇU

Türkiye gerek coğrafi ve gerekse jeopolitik konumu itibar ile Avrupa ve asya yi biri birbirine bağlayan önemli bir köprü konumundadır. Ve dolayısıyla asya ve Avrupa arasındaki uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti faaliyetlerinde ülkemiz çok kritik bir durumda olup trafığın oluşumunda önemli bir misyona sahip olduğu bir gerçektir. Ayrıca teröz ve masfa uzantılarının ve gereksede gerin devlet ilişkisi adı altında yürütülmeye çalışılan faaliyetlerin de bir sonucu olarak Türkiye de kara para trafiğinin olmaması da düşünülemez. Bir başka gerçek de rüşvet ve yolsuzlukların varlığı ile ülkemiz uluslararası çalışma raoprlarına konu edildiği de bir gerçektir. Ayrıca ülkemizde kayıt dışı ekonominin gerek yanlış uygulamalar ve gerekçe vergi ve kesinti oranlarının yüksek oluşundan dolayı çok da yüksek oranda seyrettiği de günümüz gerçeklerinden bir tanesidir.
Bütün bu kriterleri bir arada değerlendirdiğimiz de ülkemizde kara para yoğunluğunun olmaması da düşünülemeyecektir. Bu riskler göz önüne alındığında sıkı tedbirlerin alınması kaçınılmazdır. Gerek bu riskler ve gerekse de Birleşmiş milletler ve Avrupa topluluğu alınmış olan sözleşmelere taraf oluşumuzdan dolayı ilk olarak 1996 yılında çıkarılan 4208 sayılı Kanunla hukuki bir kimlik kazanmış ve 5549 sayılı Kanun yürürlüğe girinceye kadar söz konusu kanun, karapara aklama ile mücadelenin hukuki dayanağı olmuştur.
Ancak zaman içinde gerek uluslararası boyutta aklama ile mücadele standartlarının gelişmesi, gerekse uluslararası ekonomik ve finansal ilişkilerin daha önceki dönemlerle mukayese edilemeyecek derecede artması aklama ile mücadelede yeni ve gelişen şartlara uygun bir kanuni düzenleme yapma ihtiyacı doğurmuştur.
Bu ihtiyaçtan hareketle hazırlanan 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun 18 Ekim 2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir.Bu Kanunla getirilen yeni düzenlemeler , Kara paranın Aklanmasının Önlenmesine Dair 4208 sayılı Kanun aklama suçunun tespitine yönelik tedbirler üzerine yoğunlaştığından, sözü edilen Kanunda önleyici tedbirlerle ilgili detaylı düzenlemelere yer verilmemiş, bu düzenlemeler yönetmelik ve tebliğlerle yapılmıştır. Aklama ile mücadelenin vazgeçilmez bir parçası olan yükümlülüklerle ilgili temel esaslar Kanunda düzenlenmiştir. 5549 sayılı kanunun 26 maddesi ile 4208 sayılı kanunun 1,3,4,5,6,7,8,9 12 ve 14 tamamen, 2’nci maddesinin a,b,c,d,e bentleri,13’üncü maddesinin 1 ve 3’ünci fıkraları yürürlükten kaldırılmış ve 2’nci fıkrası “ “Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin kontrollü teslimatına ilişkin yabancı ülke talepleri hakkında karar vermeye Ankara Sulh Ceza Mahkemesi yetkilidir.” şeklinde değiştirilmiştir
15’inci maddesinin 1 ve 3’üncü fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.
5549 sayılı Kanunda yükümlülüklerini yerine getiren gerçek ve tüzel kişilerin hiçbir şekilde hukuki ve cezai bakımdan sorumlu tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
4208 sayılı Kanunda, tüm yükümlülükler için geçerli olmak üzere, yükümlülükleri ihlal
edenler hakkında 6 aydan 1 yıla kadar hapis cezası öngörülmekte idi. Ancak adli sürecin uzun olması, cezanın ertelenebilmesi gibi hususlar yaptırımların etkinliğini azaltmaktaydı
5549 sayılı kanunun esas amacı 1’inci maddesinde “suç gelirlerinin aklanması ve önlenmesi “ olduğunu hüküm altına almış olmakla birlikte kanun kapsamına alınmış suç gelirlerinin bildirim yükümlülüğünü 2 maddesinde sıralamıştır. Buna göre kanunda gerekli yükümlülükleri yerine getirecek olan kişi kurum ve kuruluşlar ( Bankacılık, sigortacılık, Bireysel Emeklilik, Sermaye Piyasaları, Ödünç para verme ve diğer Finans hizmetleri, Postacılık, Taşımacılık, Talih ve bahis oyunları alanında faaliyet gösterenler, Döviz Büroları, taşınmaz, değerli taş ve maden, mücevher,Nakil vasıtaları, iş makinaları, tarihi eser, sanat eserleri ve antika ticareti ile iştigal edenler, ve bu faaliyetlere aracılık edenler, Noterler, Spor Klüpleri, ve bakanlar kurulunca belirlenen diğer alanlarda faaliyet gösterenler ) sayılmıştır. Kanunda suç tanımı yapılmamış olmakla birlikte sadece 2. maddesinin ( f ) bendinden “ Suçtan kaynaklanan mal varlığı değerleri”ni suç geliri olarak tanımlamakla yetinmiş, yine aynı maddesinin ( g ) fıkrasında 5237 sayılı TCK 282 maddesinde tanımlanan suçun aklama suçu olduğunu vurgulamıştır. Buna göre 5237 sayılı TK 282 maddesinde aklama suçu olarak kanuna dercedilmiş suçlar ;
“(1) Alt sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tabi tutan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Bu suçun, kamu görevlisi tarafından veya belli bir meslek sahibi kişi tarafından bu mesleğin icrası sırasında işlenmesi halinde, verilecek hapis cezası yarı oranında artırılır.
(3) Bu suçun, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
(4) Bu suçun işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.
(5) Bu suç nedeniyle kovuşturma başlamadan önce suç konusu malvarlığı değerlerinin ele geçirilmesini sağlayan veya bulunduğu yeri yetkili makamlara haber vererek ele geçirilmesini kolaylaştıran kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle cezaya hükmolunmaz. “ şeklinde tarif edilmiştir.
Kanun 3’üncü maddesi ile yükümlülerin gerek kendi nezdinde ve gerekse aracılık ettikleri işlemlerde, işlem yapılmadan önce, işlem yapanlar, nam ve hesaplarına işlem yapılanların kimlik bilgilerini düzenlemeleri zorunluluğu getirmiştir. Yükümlülerin bu hükümlere uymamaları halinde kanunun 13 maddesinin 1’inci fıkrası ile 5.000.-YTL idari para cezası ile hükmedileceklerini, yine 13’üncü maddesinin 2 fıkrası ile yükümlü kurum haricinde yükümlü nezdinde görevli bulunan memur ya da yetkiliye de ayrıca 2.000.- YTL idari para vezası ile cezalandırılacağını hüküm altına almıştır.
Yükümlüler bu kanun maddesine istinaden gerek kendi nezdinde yapılan ve gerekse aracılık ettikleri iş ve işlemlerde bakanlık tarafından işleme konu edilen işin değerinin belirlendiği sınırı aşması halinde gerekli kimlik tespitinin yapılmasını sağlayacaklardır, kimlik tespitinin yapılmaması kanunda sadece idari para cezası ile sınırlandırılmış ve adli ceza ile her hangi bir işleme tabi tutmamıştır.
5549 sayılı kanunun 4’ünci maddesi ile şüpheli iişlem bildirimi yükümlülüğü getirilmiş olup söz konusu şüpheli bildirim kanunda tarif edildiği üzere;
- Yükümlüler, nezdinde veya aracılık ettikleri, yaptıkları ya da yapılmasına teşebbüs edilen işlemlere konu mal varlığının yasadışı yollardan elde edildiğine veya yasadışı amaçlarla kullanıldığına dair her hangi bir bilgi, şüphe veya şüpheyi gerektiren bir hususun bulunması halinde iş veya işlemden şüphelendiklerini bu madde kapsamında başkanlığa bildirim zorunluluğu getiriilmiştir.
- Yükümlülerin başkanlığa yapmış oldukları şüpheli bildirim hakkında, denetime yetkili kişiler ile yargılama esnasında mahkemeler haricinde işleme taraf olanlar dahil olmak üzere hiç kimseye açıklayamayacaklarını da ayrıca hüküm altına almıştır.
Şüheli işlem bildiriminin zorunlu hale getirilmiş olması işe şüpheli halin ya da varlığının tespiti gerek yükümlü ve gerekse de çalışanının taktirine bırakılmış ancak hangi hallerin şüphelilik arzettiğini açıklamamış olmakla, işlemi yapan kişi ya da kurumun haksız ve mesnetsiz bir fiili de işleyebileceğini atlamış durumdadır, zira bildirim yükümlülüğü ile yağılan şikayetin iyiniyetli kişilerin haksız takip ya da yargılanmalarında ve haklarının ihlaline de sebebiyet vermesi de kaçınılmaz olacaktır. Ancak madde ikinci fıkrası ile de sır saklama yükümlülüğü getirmiş ve denetim elemanları ile yargılana sırasında mahkemeler haricinde işleme taraf olanlar dahil olmak üzere hiç kimseye konu hakkında bilgi verilmeyeceği de hüküm altına alınmıştır.,
Kanunun 4 maddesi ile getirilen sorumluluk yükümlülerin uymaması halinde, yine kanunun 13 maddesi ile şüpheli bilidirimi yapmayan memur hakkında 2.000.-YTL ve sırrın denetim elemanları ile yargılama esnasında mahkemeler haricinde taraf olanlara, bir başka kişi ya da kişilere açıklanması halinde 5.000.- YTL idari paracesası ile cezalandırılacaklarını,
14 maddesi ile bir yıldan 3 yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılacaklarını hüküm altına almmıştır. Bu küküm her hem hapis hem de para cezasının verileceğini yani bir yarıma gitmediğini, seçimlilik tanımadığını göstermektedir.
Kanunun 6’ncı maddesi ile yükümlülere, maliye bakanlığı tarafından belirlenecek ve her yıl 213 sayılı vergi usul kanunun değerlemeye ilişkin hükümleri gereğince yapılacak yeniden değerleme oranında arttırılacak üst sınırı aşan iş ve işlemlerin bildirim zorunluluğu getirilmiştir. Bildirim yükümlülüğüne uyulmaması halinde 13’üncü madesinin bir numaralı fıkra hükmüne göre başkanlıkça 5.000.- YTL idari para cezası, yükümlünün kurum ya da kuruluş olması halinde cezanın iki kat uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.
Kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve Tüzel kişiler, Tüzel Kişiliği olmayan kuruluşların bilgi ve belgelerin denetim elemanlarına istendiğinde ibraz etme verme yükümlülüğü kanunun 7’ maddesinde düzenlenmiş buna göre, anılan kişi, kurum ve kuruluşlar Bakanlık denetim elemanlarınca istenecek, her türlü bilgi, belge, ve bunlara ilişkin her türlü ortamda tutulan yada bulunan kayıtlar, bu kayıtlara erişimi sağlamak ve okunabilir hale getirmek için gerekli tüm bilgi ve şifreleri tam, doğru ve eksiksiz olarak verilmesi ve gerekli her türlü kolaylığı da sağlaması konusunda yükümlüleri zorunlu kılmıştır. Bu bilgileri sağlamayan ya da belgeleri ibra etmeyen ve kanunda sayılan kişi kurum ve kuruluşlara uygulanacak müeyyide ise kanunun 14 maddesinde 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve 5.000 gün adli para cezası ile cezalandırılacağını hüküm altına almıştır.
Yükümlülerin kanunla getirilen yükümlülük ve işilemlere ilişkin her türlü ortamdaki,
- Belgeşleri, düzenleme tarihinden,
- Defter ve belgeleri, son düzenleme tarihinden,
- Kimlik tespitine ilişkin belgeleri son işlem tarihinden itibaren
8 yıl süre ile muhafaza etmeleri ve bu süre içerisinde ibrazı istenmesi halinde de ibraz etmeleri kanunun 8 maddesi ile sorumlu tutulmuşlardır. Bu sorumluluğun ihlali ise yine kanunun 14 maddesi ile getirilen hüküm ile 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve 5000 güne kadar adli para cezası ile cezalandırılacaklarını hüküm altına almıştır.
5549 sayılı kanun 15 maddesi ile yükümlüler nezdinde veya bu yükümlüler aracılığıyla yapılan ve kimlik tespitini gerektiren işlemlerde,
- Kendi adına fakat başkası hesabınhareket eden bir kaşka kimse ( yükümlüler haricinde ) bu işlemleri yapmadan öçnce kimim hesabına hareket ettiğini yükümlülere yazılı olarak bildirmediği taktirde
- 6 aydan 1 yıla kadarhapis veya 5000 güne kadar adli para cezası ile cezalandırılacağı hüküm altına alınmış olmakla birlikte cezada hakime seçimlilik ve taktir hakkı tanınmıştır.
Görüldüğü üzere 5549 sayılı Kanunda yükümlülüğe aykırı davranışların cezalandırılmasında ikili ayrıma gidilmiştir. Buna göre
- kimlik tespiti zorunluluğuna uymayan,
- şüpheli işlem bildiriminde bulunmayan,
- çalışanlarına gerekli eğitimleri vermeyen,
- uyum görevlisi atamayan,
- iç denetim, kontrol ve risk yönetim sistemleri geliştirmeyen yükümlülere adli ve suçun sayılan vasfına göre idari para cezası uygulanacaktır.

4208 sayılı Kanunda yükümlülüklerle ilgili defter, kayıt ve belgelerin muhafaza süresi beş yıl olarak tespit edilmiş iken . 5549 sayılı Kanunla birlikte söz konusu muhafaza süresi aklama suçunda zaman aşımı süresi dikkate alınarak sekiz yıla çıkarılmıştır. 4208 sayılı Kanun gereğince aklama suçunun araştırılması ve incelenmesi ile yükümlülük denetimi konusunda Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları, Gelirler Kontrolörleri, Hazine Kontrolörleri, Bankalar Yeminli Murakıpları ve Sermaye Piyasası Kurulu Uzmanları yetkili kılınmıştı. 5549 sayılı Kanunda denetim yetkisini haiz denetim grubuna Gümrük Müfettişleri ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Uzmanları da dahil edilmek suretiyle denetim kadrosu genişletilmiştir.
7- AKLAMA SUÇU

Öncül suçlardan elde edilen gelirlerin aklanmasına ilişkin cezai müeyyide ve suçun tanımı 5237 sayılı TCK 282 maddesinde “ suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama” başlığı ile düzenlenmiştir. Getirilen düzenlemeye göre aklama suçunun işlenmiş sayılabilmesi için, alt sınırı bir yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren bir öncül suçun işlenmiş ve bu suçtan elde edilmiş bir maddi menfaatin yani mal varlığının olması koşuluna bağlanmıştır. Bu şekilde bir gelirin elde edilerek , bu düzenlemeye göre, suçun işlenmiş sayılabilmesi için
- alt sınırı bir yıl ve üzeri hapis cezasını gerektiren bir suçun işlenmiş olması
- işlenen suçtan kaynaklanmış ya da elde edilmiş bir mal varlığının bulunası
- bu suçtan elde edilmiş mal varlığı değerinin
a- yurt dışına çıkarılması veya
b- bu mal varlığının gayrimeşru kaynağının gizlenmesi, meşbu bir yoldan elde edildiği izleniminin ya da kanaatinin yaratılması için çeşitli işlemlere tabi tutulmuş olması gerekir.
Maddede sayılı hallerin maddi ve manevi unsurlarının gerçekleşmemesi halinde işlenmiş bir suçun varlığından söz edilmeyecektir.
Madde metninde yapılan düzenlemede suç, seçimlilik hareketli bir suçtur. Burada birinci seçimlilik hareket, mal varlığı değerlerinin yurt dışına çıkarılmış olmasıdır. Bu seçimlilik hareketin gerçekleştirildiği sırada , ayrıca yurt dışına çıkarılmış olan mal varlığının işlenmiş bir suçtan elde edilmiş olduğunun da bilinmesi gerekir. Bir başka anlatımla seçimlilik hareketin varlığında genel bir kastın olması gerekir.
İkinci seçimlilik hareketinde serbest hareket kıstası aranmalıdır, burada önemli olan bu hareketlerin gerçekleştirildiği esnada hangi amacın güdüldüğüne bakmak lazım. Yani güdülen amaç şayet kanıtlanması mümkün ve gayri meşru kaynağın gizlenmeye çalışıldığı, meşru bir gelir olduğu izlenim ve kanaatinin oluşmasına yönelik işlemlerden ise eylemler, bu durumda suçun oluşumundan bahsedilebilir. Yani bu ikinci seçimlilik harekette özel bir kastın varlığının olması yeterli sayılmakta ve suç işlenmiş sayılmaktadır.

8- ÖNCÜL SUÇ

Aklama suçunun varlığını zorunlu kılan unsur öncelikle öncül bir suçun işlenmiş olması, bu suçun işlenişinden hareketle elde edilmiş mal varlığının olması ve bu mal varlığının kanunun 282 maddesinde tarif edildiği üzere aklama kabul edilen fiillerin gerçekleşmiş olması gerekir.
Aklamaya konu edilen malvarlığının kanunda alt sınırı bir yıl ve üzeri hapis cezasını gerektiren suçlardan birinin işlenmiş olması ve bu suçlardan bu varlığın elde edilmiş olması halinde mal varlığına kaynaklık eden bu suçlara “öncül suç “ denilmektedir
Aklama suçunun hukuki konusu suç geliri olmakla birlikte bir başka anlatımı ile suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerdir. Suç gelirlerinin tespit edilmesi için gelire kaynaklık teşkil edecek olan ya da ettiği kabul edilen öncül suçların neler olduğunun da bilinmesi önemlidir. Öncül suçların belirlenmesinde uluslar arası farklı yaklaşımlar vardır bu yaklaşımlar;
1- Tüm suçlar yaklaşımı : bu yaklaşımda suçta seçimlilik yoktur en önemli kıstas gelir getiren bir fiilin işlenmiş olmasıdır, hr hangi bir suçun işlenmesi sonucunda gelir elde edilmişşşe bu suç öncül suç olarak değerlendirilmektedir. Yani her türlü suç tan elde edilen varlığı suç geliri, bu suç gelirine kaynaklık eden suçu da öncül suç saymaktadır.
2- Liste yaklaşımı : Bu yaklaşımda öncül sayılması gereken ya da sayılan suçlar tek- tek sayılarak listelenir ve bu suçların işlenmesi halinde öncül suç, işlenmesi sonucunda elde edilmiş bir varlığın olması halinde de suç geliri elde edilmiş ve gelirlerin aklanması halin de aklama suçu oluşmuş olur.
3- Eşik yaklaşımı : bu yaklaşımda işlenen suç bakımından verilecek hapis cezalarında bir eşik belirlenir, belirlenen eşik üzerinden verilen hapis cezalarını gerektiren fiiller öncül suç sayılır, farklı hukuk sistemlerinden kaynaklanmakla birlikte iki çeşit eşik belirlendiği görülmektedir, bu yöntemlerden bir tanesi alt eşik bir diğer yöntem ise üst eşik yöntemidir. Buna göre,
a- Alt eşik yönteminde alt sınırı belli bir süre ya da bu sürenin üzerinde olan cezalarıdır örneğin altı ay ve üzeri süreler.
b- Üst Eşik yönteminde ise, üst sınırı belli bir süre ve bu sürenin üzerinde verilecek bir cezayı gerektiren fiilin işlenmesidir. Dolayısıyla bu sürenin üzerinde verilecek cezayı gerektiren suçlar öncül suç olarak kabul edilmektedir.
4- Karma yaklaşım da ise yukarıda sayılan yöntemlerin kombinasyonu şeklinde yapılan bir uygulanması şeklindedir.

Öncül suç belirlemesinde ülkeler değişik yöntemlere başvurmaktadır örneğin, İtalya kasıtlı olarak işlenmiş bütün suçları öncül suç saymışken, ispanya kasıt unsurunu aramaksızın bütün suçları öncül suç olarak kabul etmiştir. ABD ise, listeleme yöntemini benimsemiş olup yaklaşık 260 suçu öncül suç olarak kabul etmiştir. Listeleme yöntemi daha önce 4208 sayılı yasa ile ülkemiz tarafından da kabul edilmişken yapılan uyum yasaları çerçevesinde 5237 sayılı TCK 282 maddesi ile eşik yaklaşımına geçmekle, eşik olarak alt sınırı 1 yıl ve üzeri hapis cezalarını öncül suç olarak kabul etmiş,

9 - ÖNCÜL SUÇLARIN- AKLAMA SUÇU ile İLİŞKİSİ

Aklama suçunun oluşumundan söz edilebilmesi için öncelikle öncül bir suçun işlenmiş olması gerekmekle birlikte, aklama suçunun işlenmiş sayılabilmesi için öncül suçun varlığının biliniyor olması, ya da bu suça ilişkin verilmiş bir mahkumiyet kararının olup olmamasının önemi var mıdır ? yok mudur ? bu durumda aklama suçu oluşur mu oluşmaz mı ? başka bir anlatımla aklama suçunun soruşturma ve kovusturulması için suça öncül kabul edilen bir suçun varlığı halinde mahkumiyet kararı aranacak mıdır ? bu çelişkilerin giderilmesinde önemlilik vardır elbette,bir örnek verecek olursak, bir çanta dolusu para ile bir bankaya gelen, elindeki para miktarı yapmış olduğu iş ile orantılı olmayan ve sicili de temiz olan birinin bu paranın kaynağını izah edememesi halinde, gerekli soruşturma, araştırma yapılabilecek mi ya da kovuşturma yapılabilecek mi savcılığa intikal eden böyle bir olayda savcı olayı nasıl değerlendirecektir. ? paraya el konulabilecek midir ?
Bütün bu soru işaretlerinin yanıtlanması için konuyu bu yönde irdelemekte yarar vardır.

1- Aklama suçunun yargılanması için Öncül suçtan mahkumiyet kararı gereklimidir ?


Aklama suçu, öncül suçunun bir türevi olup aynı zamanda öncül suçtan bağımsız olarak düzenlenen bir suçtur , bu nedenle TCK 282 maddesinde düzenlenmiş olan aklama suçunun gerçekleşebilmesi için öncelikle bir öncül suçun da işlenmiş olması gerekir iken , bu suçtan bağımsız olarak düzenleniş biçimi gereği öncül suçtan her hangi bir mahkumiyet kararına gerek yoktur. Aklama suçu ile ilgili davanın görüldüğü mahkeme, öncül suçun işlenip işlenmediğini bir sorun olarak belirleyerek bu suçtan elde edilmiş bir gelirin olup olmadığını belirledikten sonra, buna dayanak bir hüküm kuracaktır, yani mahkeme, öncül suçun işlenip işlenmediğini görülmekte olan davaya yardımcı olacak biçimde nispi muhakeme yoluyla tespit yapıp görmekte olduğu aklamaya ilişkin yargılamayı sonuçlandıracaktır.
Yapılan nispi muhakeme sırasında, işlenmiş bir öncül suçun olup olmadığı, bu suçtan aklamaya konu mal varlığının bu suçtan elde edilip edilmediği hususlarını göz önünde bulunduracak, öncül suç ile ilgili olarak açılmış ceza davası varsa şayet,aklamaya bakan mahkemenin bu durumu bekletici sebep yapması ve hükmü sonuca göre kurması gerekir. Buna rağmen, öncül suç için açılmış bir ceza davasının olması halinde, şüpheli durumda olan mal varlığı değeri ile ilgili aklama yönünde bir araştırma ve incelemelere şayet şüphenin güçlü verilere dayanması da söz konusu ise, mal varlığına el konulmasına yasal bir engel bulunmamaktadır.
Ancak bazen beratla sonuçlanan öncül suç yargılamalarında kararın gerekçesinde, beraat kararı öncül suçun varlığını ya da sınıflandırılmasını açıkça inkar edilmemiş ise, aklamaya konu yargılamaya devam edilebilir.
Aklama suçu öncül suça bağlı bir türev olarak görülmesine rağmen öncül suçtan ayrı olarak işlenmiş bir suç vasfının varlığı olarak kabul edildiğinden öncül suç için dava ya da cezayı düşüren sebeplerin olması akşama suçunun kovuşturulmasını engellemez, örneğin, öncül suçun failinin ölmesi, ya da öncül suçla ilgili davanın zaman aşımına uğramış olması gibi durumlarda aklama suçu ile ilgili kovuşturma, öncül suçla ilgili nispi muhakeme yapılmak suretiyle sonuçlandırılır. Zira aklama suçunun zaman aşsımı öncül suçun zaman aşımından bağımsızdır. Aklama suçunda zamanaşımı öncül suçtan elde edilmiş gelirin aklanmaya tabi tutulmaya başladığı zamanla başlar ve bu süreç öncül suçun işlenmesinden çok daha sonraki zamanlarda karşımıza çıkabilir. Bir başka yaklaşım da , aklama suçu, öncül suçu işleyen kişinin haricinde olan bir başka kişi ya da kişiler de olabilmektedir.

10 - SUÇUN MADDİ UNSURU

Modern ceza hukukunda suç her şeyden önce bir fiilin varlığından hareketle oluşur. Kanundaki suç tanımlarında bir fiile unsur olarak yer verilmektedir. Bu fiil hal hareket ya da her hangi bir insan davranışı da olabilir. Bu itibarla suç teorisinde anılan fiil tarif edilen suçun tarifinde yer alan ve esas itibari ile bir haksızlık meydana getiren bir fiildir. Ve bu fiil aynı zamanda suçun maddi unsuru olacaktır.
Kara para aklama suçunun maddi unsuru; kara paranın değerlendirilmesi, kullanılması, kaynak ya da niteliğinin, zilyet ya da malikinin değiştirilmesi, gizlenmesi., sınır ötesi harekete tabi tutulması gibi fiillerin işlenmesi halinde suçun maddi unsuru gerçekleşmiş olacaktır.

11 - SUÇUN MANEVİ UNSURU

Suç teşkil eden bir fiilin işlenmesi için suçun maddi unsurunun yanda bir de manevi unsurun da aranması gerekir. Bu manevi unsur genel olarak kast ya da taksir olarak karşımıza çıkmaktadır. Kasten işlenmiş fiiller, ontik bir mahiyettedir ve bunlar için yönlendirici irade, kanunlardaki tariflerdeki sonuçlara yöneliktir, suç kişinin psişiğinde olgunlaşmış ve dıa vurula birlikte eylem bulmuş, kanunda tarif edilen sonuca yönelmiş demektir.
Aklama suçu ancak kasıtla işlenebilir.aklama suçunun oluşması için genel kastın varlığı yeterlidir. Kanunda bu suçun oluşumunda özel olarak her hangi bir dikkatsizlik, ihmal hali öngörülmemiştir. Ayrıca her hangi bir saik ya da amaç aramaya gerek yoktur. Kastın varlığı için, yasada belirtildiği haliyle kara parayı kullanma, iktisap etme, sınır ötesi harekete tabi tutma, gayrimeşru kaynağını gizleme,çeşitli işlemlere tabi tutma iradesi olmalıdır.
Bazı olgular sebebiyle failin paranın ya da varlığın öncül suç kökenini bilmemesinin mümkün olmayacağı sonucuna varabiliyorsa aklama suçunun manevi unsurunun gerçekleştiği sonucuna varabileceği kanıtta kolaylık olarak ileri sürülebilir. Bu görüşlerin sahipleri Fransız ve İspanyol Yargıtay kararlarına dayanmaktadırlar. Örneğin bir İspanyol Yargıtay kararında, fail, kendisine verilen fonların uyuşturucu kaçakçılığından elde edilmiş olabileceğini düşünmüş olmakla birlikte buna rağmen eğer bu fonları teslim adı ise kasıt vardır ve aklama suçu oluşmuş olduğuna karar vermiştir. Bir başka ispanyol Yargıtay kararında, zaman zaman paranın suç işlenmiş sonucu elde edildiğine ilişkin emarelerin bulunduğu durumlarda bu paralarla işlem yapanlar ve kullananları aklama suçunun failleri olarak değerlendirmiştir.
Fransız Yargıtayı da bir kararında; amcası uyuşturucu kaçakçısı olduğunu bildiği bir kişinin amcasının evinde oturması ve bir işinin olmadığı halde bolca para harcadığı gerekçesi ile kişiyi aklama suçunun faili olarak değerlendirilmesine karar vermiştir.

12 - SUÇ GELİRLERİNİN MÜSADERESİ
Müsadere, ceza hukuk terminolojisinde işlenmiş bir suçun karşılığı olarak, failin mal varlığının tamamı ya da bir kısmı üzerindeki mülkiyet hakkına son verilmesi ve bu mülkiyetin kamusal bir kuruma devredilmesi anlamına gelir ve hemen hemen hukuk kurallarında yer alan bir güvenlik ya da yaptırım müessesesidir.
5237 sayılı TCK suç karşılığı olarak uygulanacak olan yaptırımları, ceza ve güvenlik tedbiri olarak belirlemiştir. Suç karşılığı uygulanacak olan güvenlik tedbirleri için kanunun 54’üncü maddesinde “ eşya müsaderesi “55’inci maddesinde “ kazanç müsaderesi “ ne yer verilmiştir. Buna göre kanunun 54.ncü maddesinde tanımlanan eşya müsaderesi başlığı altında,
1- İyi niyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir.
2- Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.
3- Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.
4- Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.
5- Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir.
6- Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur.
Kanunun 55 maddesinde düzenlenmiş olan Kazanç müsaderesi
(1) Suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsaderesine karar verilir. Bu fıkra hükmüne göre müsadere kararı verilebilmesi için maddi menfaatin suçun mağduruna iade edilememesi gerekir.
(2) Müsadere konusu eşya veya maddi menfaatlere elkonulamadığı veya bunların merciine teslim edilmediği hallerde, bunların karşılığını oluşturan değerlerin müsaderesine hükmedilir.

Yukarıda yer alan 5237 sayılı TCK 54 ve 55 madde hükümleri dışında, genel hükümler kısmında
- “ Tüzel kişiler Hakkında Güvenlik Tedbirleri “ başlığını taşıyan 60’ıncı maddesinde, “
- “ sanığın veya hükümlünün ölümü “ başlığını taşıyan 64 ‘üncü maddesinde,
- “ af “ başlığını taşıyan 65 ‘inci maddesinde
- “ “ müsadere zamanaşımı “ başlığını taşıyan 70’inci maddesinde
- “ Davanın ve cezanın düşmesinin etkisi” başlığını taşıyan 74’üncü madde
- “ ön ödeme “ başlığını taşıyan 75’inci maddesinde
müsadereye ilişkin hükümlere yere verilmiştir.
Kanun hükümleri incelendiğinde müsaderenin bir güvenlik tedbiri olduğu hususu kanun koyucu tarafından kavramsal olarak korunmuş olup ancak bu hükümler kasıtlı işlenen suçlar sonucu elde edilmiş varlık ya da suçlarda kullanılan ya da kullanılması için hazırlanan varlıklar olarak da sınırlandırıldığını da görmekteyiz.
Zira mülka TCK 36 maddesinde düzenlenen müsadere hükmünün taksirli suçlarda kullanılıp kullanılmayacağı konusu oldukça tartışma konuyu yapılmakta iken yeni düzenleme de 54 maddede “ kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan” şeklindeki hüküm ile sadece kasıt içeren suçlarda işleneceği kesinlik kazanmıştır.
Müsadere kararının verilmesi için mülga kanunda ( 735 sayılı Eski TCK 36/1 eşyanın suçta kullanıldığının sabit olması yeterli görülmemekte, ayrıca failin bu suçtan mahkum olması da gerekmekteydi. Yeni TCK nunda yapılan düzenlemede müsaderenin bir güvenlik tedbiri olarak kabul edildiğinden müsadereye hükmedilmesi için bir şuçun işlenmiş olmasının zorunlu olması ile birlikte bu suçtan dolayı bir kimsenin ayrıca mahkum olması gerekmemektedir. Bir örnekle açıklayacak olursak failin akıl hastası ya da yaşının küçük olması ve işlemiş olduğu fiil nedeniyle cezalandırılmazsa dahi suçta kullanılan varlığın müsaderesine karar verilebilecektir.
1- müsaderede oranlılık ilkesi
Yeni 5237 sayılı kanunda, Müsadere hükmünde orantılılık ilkesi mülga kanundan farklı olarak kabul edilmiştir. Zira 735 sayılı kanun 36 maddesinde “ müsadere olunur “ diyerek yasal şartların gerçekleşmesi halinde müsadere yapılmasını zorunlu kılmış iken, yeni 5237 sayılı kanunun 54/1 maddesinde “… kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliğini, kamu sağlığı ve genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir “ demek suretiyle müsaderedeki zorunlu olduğuna işaret etmektedir. Üçüncü fıkrasında ise,” suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir “ şeklide hüküm sevk edilerek orantılılık ilkesine yer verilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, oranlılık ilkesine sadece “ suçta kullanılan “ eşya açısından yer verilmiş olmasıdır.


2 - Muadil değer müsaderesi
Karşılaştırmalı hukukta, sanık tarafından müsadere konusu eşyanın değeri ortadan kaldırılırsa, yani kullanılıp ya da devredilirse veya başka bir şekilde müsadere engellenirse, mahkeme, eşyanın değeri kadar bir paranın müsaderesine karar vermektedir.
5237 sayılı TCK 54 maddesinin ikinci fıkrasında, “ birinci fıkra kapsamına giren eşyanın ortadan kaldırılması, elden çıkarılması,tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde, bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir. Yien 55’inci ikinci fıkrasında “ müsadere konusu eşya veya maddi menfaatlere el konulmadığı veya bunların merciine teslim edilmediği hallerde, bunların karşılığını oluşturan değerlerin müsaderesine hükmolunur. “ şeklindeki düzenlemelerle muadil ( eş değer ) değerin müsaderesi sağlanmıştır.
3- Kısmi Müsadere
5237 sayılı kanunun 54 maddesinin beşinci fıkrasında “ bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak mümkün ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir. “ hükmüne yer verilmiştir.
4- Ortak Mülkiyet halinde müsadere
müsaderesine karar verilecek olan eşya üzerinde birden çok kişinin müşterek ya da iştirak mülkiyeti söz konusudur.
5237 sayılı TCk 54 maddesinin 6 numaralı bendinde ki “ birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur.” Şeklindeki düzenleme ile müşterek veya iştirak halinde mülkiyete konu olan eşyanın müsaderesine olanak vermiştir.
5- Özel hukuk Tüzel kişilerde müsadere
Bir tüzel kişiye ait eşyanın, bu tüzel kişiyi temsile yetkili bulunan kişi ya da kişiler tarafından bir suçta kullanılması halinde bu öğretide müsadere konusu edilip edilemeyeceği tartışma konusudur. Tartışma konusu şüphesiz Tüzel kişinin cezai sorumluluğun kabul dilip edilemeyeceği konusudur. Tüzel kişilerin cezai sorumluluğunun bulunup bulunmadığı konusu, ceza hukukunun en tartışmalı konularından bir tanesidir. Tüzel kişi yönetici ya da yönetim organları hakkında özel bir düzenleme getiren Alman Ceza Hukukunun 75’inci maddesine göre “ bir kişinin tüzel kişi organı ya da temsilcisi sıfatıyla işlemiş olduğu hukuka aykırı fiili, fiil bakımından müsadereyi gerektiren hallerde müsaderede temsil olunan da (Tüzel kişilik ) teşmil ettirilir. 1994 yılında yürürlüğe giren Fransız Ceza hukukunda en önemli sayılan ve çarpıcı görünen değişiklik, Tüzel kişilerin de suç faili sayılarak cezaların, cezaların gerçek ve tüzel kişilere yönelik olarak ayrı türevlerde ve ayrı başlılarda düzenlenmiş olmasıdır. Bu ceza hukukunda da Tüzel kişilere uygulanan cezalardan bir tanesi de müsaderedir. “
Türk ceza hukukuna ( 5237 sayılı TCK nun 60’ıncı maddesinde ) Tüzel kilere yönelik müsadere uygulaması güvenlik tedbiri olarak yapılan uyum yasaları ile yeni TCK nuna ihdas edilmiştir. Madde gerekçesine göre Anayasamıza göre güvence altına alınmış olan ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesinin gereği olarak sadece gerçek kişiler hakkında ceza yaptırımını hükmedilebilmektedir. Bu ilke işlenmiş sun nedeniyle özel hukuk Tüzel kişileri hakkında güvenlik tedbirleri niteliğinde yaptırımlara hükmedilmesine engel değildir. Anılan 5237 sayılı TCK 60/2 maddesi hükmünde “ müsadere hükümleri, yararına işlenen suçlarda özel hukuk tüzel kişileri hakkında uygulanır “ şeklindeki düzenlemegetirilmiş olmakla özel hukuk Tüzel kişi hakkında müsadere uygulanmasına imkan tanımıştır.
13- MÜSADERE ŞARTLARI
5237 sayılı Yeni TCK nunun hukuki niteliği olarak güvenlik tedbiri şeklinde kabul etmiş o olduğu müsadere müessesesini kanun koyucu iki şekilde düzenlemiştir. Bunlardan birincisi 54 maddesinde eşya müsaderesi ve ikinci olarak kazanç müsaderesine yer vermiştir. Madde gerekçesinde göre, hukuk toplumunda suç fiillerinin bir kazanç elde etme yolu olarak benimsenmemesi ve ve bu fiiller sonucu bir gelirin elde edilmesinin önüne geçilmesinin sağlanmasıdır. Buna göre
1- Eşyanın Müsaderesi
a- İşlenmiş suç ile ilgili eşya veya değerlerin Müsaderesi
- Suç kasıtlı olarak işlenmiş olmalıdır.
5237 sayılı kanunun 54’üncü maddesine göre bir eşyanın müsaderesine karar verilebilmesi eşyanın öncül suçunu teşkil eden fiilin kasten işlenmiş ve kasten işlenen bu fiil sonucu yada bu fiilde kullanılan veya kullanılmak üzere hazırlanan bir eşyanın olması gerekir.yani işlenen suçun tipe uygun ve hukuka aykırı olması müsadere için yeterli sayılmıştır.bu sebeple kastı kaldıran ya da şahsi cezasızlık nedenlerinin varlığı, müsadereye hükmedilmesine engel değildir.
Müsaderenin konusu eşyadır, bu bağlamda müsadere konu edilecek varlık canlı, cansız, taşınır ya da taşınmaz olup olmadığına bakılmaksızın müsaderesine hükmedilebilir.
Bu bakımdan kanunun 54 maddesinde müsadereye konu edilebilecek eşya;
a- Suçta kullanılan veya
b- Suçun işlenmesine tahsis edilmiş ya da
c- Suçtan meydana gelmiş eşya
d- Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanmış eşya ise, kamu güvenliğini kamu sağlığı veya genel ahlak bakımından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir.
a- Oranlılık İlkesi
Çağdaş hukuk sisteminde ceza hukuku da kusur sorumluluğunu kabul ettiğinden dolayı işlenmiş bir fiile istinaden kişinin kusursuz olması halinde ceza verilememektedir. Faile ancak işlemiş fiilde ki kusuru oranında bir ceza ile cezalandırılması gerekmektedir. Öğretide kusur ilkesi olarak adlandırılan bu ilkenin sonuçlarından bir tanesi de cezanın fiilin ve failin işlemiş olduğu kusurunun ağırlığı oranında veriliyor olması anlamına gelene orantılılık ilkesidir.
Mülga TCK 36 maddesinde yer alan müsadere isteminde yer almayan orantılılık ilkesi, 5237 sayılı TCK düzenlemesinde yumuşatılarak oranlılık ilkesi benimsenmiştir. Buna göre, kanunun 54/3 maddesinden yer alan hükümde “ suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsadereye hükmedilemeyebilir “ denilmekle müsadere kararı hakimin tektir ve yetkisine bırakılmıştır.
Müsadere konusu eşyanın iyi niyet sahibi üçüncü şahıslara ait olması hususunda ise, kanun açıklık getirmiş ve 54 maddesinin bir numaralı fıkrasında “ müsadere konusu eşya iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla…” denilmekle iyi niyetli üçüncü kişilerin menfaatlerinin korunmasına işaret etmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken iyi niyet kurallarının varlığı yani, işlenen suça iştirak edilmemiş olması,suçun işlenmesinden haberdar olmaması durumunda, sahibi bulunduğu eşya bir suçun işlenmesinde kullanılmış olsa dahi müsadereye hükmedilemeyecektir.
İkinci husus ise üçüncü kişi konumunda olan kişi fail ya da şerik olmamalıdır, yani suçun işlenmesine iştirak etmemiş olandır. Bu iyi niyetli üçüncü kişi sahibi bulunduğu eşyanın işlenecek bir suçta kullanılacağını bilmiyorsa, ve bilmediği de kanaat hasıl ediyor ise şayet, iyi niyetli olarak kabul edilir. Buna karşılık kendisine ait olan bir eşyanın suçta kullanılacağını bilen ya da bilecek durumda olan kişinin iyi niyetli olduğunun kabul edilmemesi gerekir.
b- Muadil ( kaim- eşdeğer ) varlık müsaderesi
İşlenmiş bir suç sonucunda müsaderesine karar verilecek bir varlığın müsaderesine hükmedilmesi halinde, bu varlık ( eşya ) her hangi bir şekilde elden çıkarımlı değiştirilmiş saklanmış ya da satılmış olması halinde mahkeme müsaderesine karar vermiş olduğu eşyanın değeri kadar bir para miktarı ile cezalandırılmasına ve bu değerin müsaderesine hükmedebilir. Kanun koyucu bu hususu 54 maddenin 2 numaralı fıkrasında “ birinci fıkra kapsamına giren eşyanın ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin olanaksız kılınması halinde bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir” şeklinde yapılan düzenleme ile eş değer bir varlığın müsaderesine imkan tanımış olmakla işlenen suçtan elde edilmiş varlıkların elden çıkarılması ya da yok edilmesinin önüne geçilmiş ve caydırıcılık özelliği uygulamaya almıştır.
c- Suç teşkil eden eşyanın müsaderesi
5237 sayılı yeni Türk Ceza yasasının 54 maddesinin dördüncü fıkrasında mülga ceza yasasının 36 maddesinin 2 numaralı fıkrasında mevcut olan müsadere düzenlemesine paralel bir düzenleme benimsemiştir. Bunda göre kanunun 54 maddesinin 4 numaralı fıkrasında “ üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım-satımı suç oluşturan eşya müsadere ediliri “ şeklindeki düzenleme ile eşyanın suçtan kullanılmış olup olmadığı, üçüncü kişiye ait olup olmaması ya da failin ölümü ya da ceza davasının zamanaşımına uğraması veya düşürülmüş olması bir hüküm şfade etmeyecek olup işlenmiş fşiilden bağımsız olarak müsaderesine hükmedilebilecektir. Bu gibi eşyanın oranlılık ilkesinde tabip olmayacağı da tartışmasızdır .

2- Kazanç Müsaderesi
Mülga 765 sayılı Türk Ticaret Kanununun müsadereye hükmedilmesine ilişkin hükmünde, suçların işlenmesinden elde edilen kazançların müsaderesine yer verilmemiş olması doktrinde tartışma okus idi, yani bir suçun işlenmesi için iştirak için bir kimseye verilmiş maddi bir değer, Kiralık katile verilmiş para, rüşvet suçundan elde edilmiş bir değer, uyuşturucu ve silah kaçakçılığından elde dilmiş bir paranın müsaderesi söz konusu değil ilken gerek uluslar arası sözleşmeler ve gerekse ülke kamu güvenliğinin sağlanması amacıyla arttırılması gereken önlemlere ihtiyaca cevap verecek önlemlerin alınmasında meydana gelen zaruretler sonucu kanun koyucu, 5237 sayılı Türk Ticaret kanununa suç sayılan fiillerin işlenmesi ile elde edilen maddi menfaatlerin müsadere edilerek, suçta caydırıcılığın önlenmesi ve bu fiillerin işlenmesinin cazibesinden vazgeçilmesini sağlamak üzere kanunun 54 maddesinde düzenlenmiş olan eşya müsaderesinden ayrı olarak 55 maddesinde suçlardan elde edilen gelirlerin de müsaderesini de olanaklı hale getirmiştir. 5237 sayılı kanunun 55 maddesinin bir numaralı fıkrasının birinci cümlesinde “ suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsaderesine karar verilir “ şeklindeki düzenleme ile kazanç müsaderesini olanaklı kılmıştır.
Burada müsadereye konu edilen eşya değil, suçtan elde edilmiş ya da suçun işlenmesinden elde edilmiş maddi menfaat/ yarar/ kazançtır. Maddenin gerekçesine göre, bu düzenleme ile güdülen hukuki menfaat, suç işlemek yolu ile kazanç ya da maddi bir menfaatin elde edilmesinin önlenmesidir. Bu nedenle yeni düzenlemede kazanç müsaderesi kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir. Böylece; kara para aklama, uyuşturucu ya da uyarıcı madde ticareti, dolandırılıcılık, ihaleye fesat karıştırma, her türlü kaçakçılık, ve ekonomik yarar sağlamak amacıyla işlenen suçlardan elde edilen gelirlerin kamuya kazandırılmak amacıyla müsaderesi sağlanmıştır. Yine bu madde hükmünün uygulanması haline iyi niyetli üçüncü kişilerin gerekli kriterleri taşıması koşuluyla hakları korunmak suretiyle uygulama yapılacaktır.
Müsadere edilmesine karar verilecek olan kazanç ya da maddi menfaatin kasıtlı işlenmiş suçtan elde edilmiş ve mağduruna iade edilmemiş olması koşulu aranacaktır.
3-Dava ya da Cezayı Düşüren Hallerin Müsadereye etkisi
Mülga 765 sayılı kanunun 96 maddesinin bir numaralı bendinde “ maznunun vefatı hukuku amme davasını ortadan kaldırır “ hükmü, sanığın ölümü halinde kamu davasının kaldırılacağını, ölen sanığın asli veya fer’i bir cezaya çarptırılması mümkün değildi. Bu vesile ile sanığın kesinleşmiş her hangi bir cezasından da bahsedilemeyeceği için suçla ilgili olarak elde edilmiş olan maddi menfaatin, anılan mülga kanunun 36 maddesinin bir numaralı fıkrasında düzenlenmiş olan müsadere hükmünün de imkanı kalmamış ve daha önce müsaderesine hüküm kılınmış her hangi bir maddi varlığın olması halinde ise varislerine iade edilmesi gerekmekteydi. Zira eski TTC nunun 36/1 maddesinin uygulanabilmesinin kriterinde sanığın suçtan hüküm giymiş olması koşulu vardı. Ve 36/1 maddesinin aksine sanığın ölümü 36 maddesinin 2 numaralı bendinde düzenlenen “ suç teşkil eden eşya nın müsaderesini engellememekteydi. Suç teşkil eden eşya’nın müsaderesine hükmedilmesi için ceza mahkumiyeti ve eşyanın faile ait olması gerekmiyordu.
Yeni Türk ceza kanununda ise, “ sanık ve hükümlünün ölümü “ başlığını altında düzenlenen 64 maddesinin bir numaralı fıkrasında “ sanığın ölümü halinde kamu davasının düşürülmesine karar verilir. Ancak, niteliği itibari ile müsadereye tabi eşya maddi menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine karar verilebilir “ şeklinde hüküm sevk edilmiştir. Buna göre de sanığın ölmesi halinde devam eden kamu davası düşürülecektir, yani ortadan kalkmaktadır. Kamu davasının kaldırımış olması doğal olarak müsaderenin de ortadan kaldırılmasını gerektirecektir ancak kanun maddesindeki hükümden anlaşılacağı üzere, niteliği itibari ile kanunun 54 maddesinin 4 numaralı bendinde sayılan halin varlığına tabi eşyanın ve 55 maddesinde zikredilen maddi menfaatin müsaderesi hakkında davaya devam olunabilecek denmesi ile bir seçimlilik ve taktir hakkı mahkemeye verilmiştir.
5237 sayılı kanunun 64 maddesinin 2 numaralı bendinde yapılan düzenlemede “ hükümlünün ölümü, hapis ve henüz infaz edilmemiş adli para cezalarını ortadan kaldırır. Ancak müsadereye ve yargılama giderlerine ilişkin olup ölümden önce kesinleşmiş bulunan hüküm infaz olunur,” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buradan anlaşıldığı üzere hükümlünün ölmesi henüz infaz edilmemiş olan hapis ve para cezalarının infazı kalkar, ancak ölümden önce kısmen ya da tamamen ödenmiş olan para cezasının geri alınmasına olanak tanımamıştır. Bunun haricinde hükümlünün ölümünden önce verilmiş bir müsadere kararının varlığı ve yargılama giderlerinin infazına ise devam edilir. Yani hükümlünün mirasçılarından tahsil edilmek üzere istenebilir.
5237 sayılı kanunun 75 maddesinin 5 numaralı bendinde ile “ Bu madde gereğince kamu davasının açılmaması veya ortadan kaldırılması, kişisel hakkın istenmesine, malın geri alınmasına ve müsadereye ilişkin hükümleri etkilemez.” Yapılan düzenleme gerği kamu davasının açılmaması , hazırlık soruşturmasında takipsizlik kararı verilmesi, veya yapılan ön ödeme nedeniyle kamu davasının düşürülmesi , yine 74 maddesinde genel af, özel af, şikayetten vaz geçme hallerinde müsadere olunan şeylerin veya ödenmiş adli para cezalarının geri alınmasını gerektirmediği gibi müsadereye hükmedilmesine engel değildir.
4 - müsadere de zamanaşımı
5237 sayılı Türk ceza kanunumuzun 70 maddesinde “ müsadereye ilişkin hüküm, kesinleşmeden itibaren 20 yıl geçtikten sonra infaz edilmez “ şeklindeki düzenleme ile müsadere edilecek varlıkların suç tarihinden çok daha sonra ortaya çıkabilme olasılığı karşılığında zaman aşımı süresini uzun tumuştur.

14 - SONUÇ
DEVAM EDECEK..
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Kara Para- Aklanması- Aklama Suçu- Müsadere" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Muhsin Koçak'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
29-05-2008 - 10:33
(5810 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 5 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 4 okuyucu (80%) makaleyi yararlı bulurken, 1 okuyucu (20%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
15069
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 14 saat 33 dakika 54 saniye önce.
* Ortalama Günde 2,59 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 116667, Kelime Sayısı : 12540, Boyut : 113,93 Kb.
* 3 kez yazdırıldı.
* 6 kez indirildi.
* 4 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 831
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,13612008 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.