Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale İşverenin Kurum Karşısındaki Sorumluluğu(Ssk M.26)

Yazan : Adnan Harman [Yazarla İletişim]
Stajyer Avukat

Yazarın Notu
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÖZEL HUKUK YÜKSEK LİSANS PROGRAMI SOSYAL GÜVENLİK HUKUKUNUN GÜNCEL SORUNLARI DERSİ İÇİN ÖDEV OLARAK SUNULMUŞTUR. MART, 2007 İSTANBUL






1- Giriş


İşverenin Kurum karşısındaki sorumluluğu Sosyal Sigortalar Kanununun 10,15,26, 27,28,29 ve 41.maddelerinde düzenlenmiştir. Ödevimizin konusunu 506 sayılı yasanın 26.maddesinde “işverenin sorumluluğu” başlığını taşıyan ve işverenin ,iş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan sigortalıya veya ölümü halinde hak sahiplerine Kurumca yapılan yardımlardan dolayı,Kurum’ a karşı sorumluluğu düzenlenmektedir.
İş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle sigortalı çalıştıran işverenlerin Sosyal Sigortalar Kurumu Karşısındaki sorumluluğu değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır. Bunlardan en önemlisi,506 sayılı yasanın 26.maddesinde düzenlenen genel hukuk ilkelerinden ayrı bir hukuksal temele dayalı, yasada sayılan belli şartların oluşmasıyla işverenin sorumluluğu yoluna gidilen ,sosyal sigortalar hukukuna özgü sorumluluk esasıdır.İşveren Kuruma karşı kusuru oranında sorumlu tutulmaktadır.[1]
Sigortalı İş kazasına veya meslek hastalığına uğradığı durumda,sigortalı SSK’ya başvurur; Kurum da sigortalıya gerekli her türlü yardımları yapar; kural ve normal olan budur. Kurum sigortalıya yaptığı bu yardımlara karşılık işverenden bir sigorta primi alır. İşveren ,ödediği sigorta primleriyle(iş kazası primleri işveren tarafından ödenmektedir),sigortalının uğrayacağı iş kazası ve meslek hastalığı karşısındaki sorumluluğunu da güvence altına almış durumdadır. Bu nedenle, Kurumunun iş kazası veya meslek hastalığına uğramış sigortalıya yaptığı yardımlar için işverene başvurmaması gerektiği söylenebilir. [2]Fakat yukarıda belirttiğimiz ve aşağıda detaylarıyla açıklayacağımız üzere 506 sayılı yasanın 26.maddesinde sayılan durumlardan birinin oluşmasıyla S.S.Kurumu ,iş kazası veya meslek hastalığına uğrayan veya ölümü halinde hak sahiplerine yapacağı yardımları,açacağı rücu davasıyla işverenden isteyebilecektir. Bu konudaki hükümler emredicidir.
506 sayılı yasada Kuruma karşı sorumlu tutulanlar iki ana bölümde gösterilmiş, biz bu madde de sayılanlardan ,işverenin sorumluluğunu açıklamaya çalışacağız.
Aşağıda ilk önce iş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan veya ölümü halinde hak sahiplerine yardım yapılan kişilere Kurumca sağlanan yardımların işverenlerden geri alınmasının yasal dayanağını teşkil eden 506 sayılı yasanın 26.maddesinin amacını ve bu maddeye dayanılarak açılan davanın hukuki temeli incelenecek,daha sonra ise 26.maddeye göre işverenin sorumluluk koşulları açıklanıp,sorumluluk davasının hukuksal sonuçları ortaya konacaktır. Ve ayrıca yeri geldiğinde 1 Ocak 2007 tarihinde yürürlüğe girmesi gerekirken , yürürlük tarihi 1 Temmuz 2007 tarihine ertelenen 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun konuya ilişkin değişikliklerine de değinilecektir.

2- 26.Maddenin Amacı ve İşlevi

Rücu davaları ile ilgili uyuşmazlıklar,506 sayılı yasanın uygulanmasında,yargı organını en çok meşgul eden davalardandır.Gerçekten Rücu davaları uygulamada ,sigortalı hizmetlerin hükmen tespiti davalarından(hizmet tespit davaları) sonra yargı organınıen çok meşgul eden davalardır. Bu konuda her yıl çok sayıda dava açılmaktadır.[3] Şimdi yargı organını sıkça meşgul eden bu maddenin (SSK m.26) amacına ve işlevine bakalım.
Kuruma rücu hakkı tanıyan bu maddenin çeşitli amaçları vardır. Bu amaçlardan ilki ve en önemlisi , “insanı ve insan sağlığını korumak”tır. İnsan canı ve sağlığı yönünde önlem alma ve bu yolda bir düzenleme yapma ihtiyacı ,kanun koyucuyu böyle bir düzenleme yapmaya sevk etmiştir. Kurum karşısında işverenin sorumluluğu bu şekilde hüküm altına alınınca ,işveren de işçileri(sigortalıları) ,iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı koruyucu önlemleri almaya kendini mecbur hissedecek ve neticede sigortalıların sağlığı ve güvenliği koruma altına alınacak ve madde amacına ulaşacaktır. Anayasa Mahkemesinin 2.5.1991 tarihli kararı, 506 sayılı yasanın öncelikli amacının ne olduğu konusunda , 26.maddenin Anayasaya aykırı olduğu yönünde itiraz yoluyla yapılan başvuruda , Yüksek Mahkeme 26.maddenin öncelikli amacı;”insanı ve insan sağlığını korumaktır. Kişilerin kutsal olan can ve sağlığının korunması en önemli bir ödev olarak, Anayasa koyucu tarafından Devlete verilmiş olup,Sosyal Sigortalar Yasasının 26.maddeside bu amaca yönelik düzenlemedir”.4 İşverenler kuruma prim ödemelerine karşın ,bu maddeyle doğrudan zararlardan sorumlu tutulmaktadır. Böylelikle işveren,kendisinin Kuruma karşı sorumluluk altına gireceğinin bilincinde olarak ,yanında çalıştırdığı işçilere karşı,daha dikkatli ve tedbirli davranmak için önlem alacaktır. Bu şekilde madde konuluş amacına ulaştığında iş kazaları ve meslek hastalıklarının da sayısı azalacaktır.
Maddenin gerçekleştirmek istediği ikinci amaç,doğrudan kurumun mali kaynaklarına yöneliktir. Sigortalı iş kazasına uğradığında veya meslek hastalığına tutulduğunda ,Kurumun sigortalıya veya sigortalının ölümü halinde hak sahiplerine yaptığı yardımlar Kurumun malvarlığında bir eksilme meydana getirir. Kurum açacağı davayla ,Yargıtay kararlarındaki anlatımı ile “rücuan tazminat davası”[5]yaptığı ödemeyi işverenden geri alır. Unutulmamalıdır ki Kurum mali bakımından güçlü olduğu ölçüde işlevini yerine getirir. Kuruma ,sigortalılara yaptığı ödemeyi işverenden geri alma hakkı tanınmasıyla hem Kurumun mali gücü korunacak, hem de kusurlu işveren ile sigortalılara karşı tüm yasal yükümlülüklerini yerine getiren ve onları koruyan işverenlerin hakları korunacak ve işverenler arasında eşitlikte sağlanmış olacaktır.[6]
506 sayılı yasanın 26.maddesinin gerçekleştirmek istediği son amaç ise,Kurum tarafından açılacak rücu davası ile ,sigortalının uğradığı zararının bir kısmının Kurumca karşılanması dolayısıyla ,sigortalı ile işvereni arasında çıkabilecek çekişme de önlenmiş olur.[7] “Maddenin belirgin bir biçimde zararın kurumca karşılanmasından dolayı sigortalı işçi ve onun işvereni arasında baş gösterecek çekişmeyi ve sürtüşmeyi önlemek gibi bir amacı da vardır.”[8] Görüldüğü gibi maddenin bu son amacıyla iş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan sigortalı veya ölümü halinde hak sahipleri ile işveren arasında çıkabilecek çekişmeler önlenmiş olur. İş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan sigortalı veya hak sahiplerinin uğradıkları zararlar Kurum tarafından karşılanmaktadır. Ancak sigortalı veya hak sahiplerinin uğradığı zararlar Kurum tarafından tam olarak karşılanmaması durumunda ,işveren aleyhine dava açılabilmektedir.
506 sayılı yasanın 26.maddesinin amacını üç başlık altında açıkladıktan sonra bu maddenin işlevine kısaca bakalım. 26.madde de sayılan koşullardan birinin gerçekleşmesiyle Kuruma ,iş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan sigortalıya veya hak sahiplerine yaptığı ödemeyi işverenden,geri alma hakkı tanır.Bu madde Kurumun yaptığı ödemeleri ve bağladığı gelirleri ,işverene karşı açacağı rücu davası ile geri isteyebilmesinin yasal dayanağını oluşturur. Rucü davasının yasal dayanağını teşkil eden bu madde sayesinde Kurum , kusurlu işverene dönüp yaptığı harcamaları isteyebilmektedir. Aşağıda görüleceği gibi işverenin kusuru varsa sorumluluğu yoluna gidilebilmektedir.

3- Rücu Davasının Hukuki Niteliği ve Sonuçları


S.S.Kurumunun iş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan sigortalıya veya hak sahiplerine yaptığı yardımları dönüp işverenden alması hakkını tanıyan, 506 sayılı yasanın 26.maddesinin düzenlediği ve Kurumun rücu davaları şeklinde kullandığı ödettirme hakkının hukuki niteliğinin ne olduğu açıklamak gerekir.Zira, Kuruma ,işverene karşı rücu davası açma hakkı tanıyan böyle bir davanın hukuki niteliğinin bilinmesi,”uygulamada ortaya çıkacak sorunların çözümü yönünden”[9]önemli olduğu kadar,Kurumun sahip olacağı haklar ile ilişkiye uygulanacak zamanaşımı gibi konular bakımından da son derece önemlidir.

Sigortalı veya hak sahiplerinin zararlarını karşılayan S.S.Kurumunun ,yaptığı yardımları işverenden geri alma hakkı olarak bilenen rücu hakkının hukuki niteliğinin ne olduğu konusunda Kuruma bu hakkı tanıyan 506 sayılı yasanın 26.maddesinde herhangi bir açıklama yoktur.[10]Gerçekten Sosyal Sigortalar yasasının 26.maddesine bakıldığında görülecektir ki, Kurumun geri alma hakkını düzenleyen bu madde de ,hangi koşulların oluşmasıyla işverenin sorumluluğuna gidileceği düzenlenmiş olup, Kurumun geri alma hakkının(açacağı rücu davasının) hukuki niteliğine ilişkin her hangi bir açıklama yoktur.

Kurumun açacağı rucü davasıyla ,sigortalı veya hak sahiplerine yaptığı yardımları işverenden geri alma hakkının hukuksal niteliği doktrinde tartışmalı bir konudur. Yargıtay 1994 yılında verdiği İçtihadı Birleştirme Kararıyla bu tartışmaya son vermiştir.[11]
Kurum rücu hakkının hukuki niteliğine ilişkin başlıca üç görüş bulunmaktadır. Bu görüşleri açıklamaya geçmeden önce bunların neler olduğuna kısaca bakalım: Bu konudaki görüşlerden ilki, rucü davasının hukuki niteliğini halefiyetle(ardıllık) açıklayan görüş, bir diğer görüş rucü davasını ,Kurumun yasal Rucü hakkından kaynaklandığını açıklar ve son olarak ,rucü davasının hukuki niteliğini, karma görüşle( her iki esastan oluşur) açıklayan görüş12. Kurum’ a rucü davası hakkı tanıyan görüşleri kısaca zikrettikten sonra şimdi bu görüşleri açıklayalım.

3.1.- Kurumun Rucü Davası Açma Hakkını Halefiyet(ardıllık) İlkesi ile Açıklayan Görüş

İlk önce halefiyet ( ardıllık ) görüşü ile başlayalım, “halefiyet(ardıllık),BK.m.109 düzenlenmiştir. Halefiyet başkasına ait borcu ifa eden üçüncü kişinin ,alacaklının yerine geçmesi demektir.Bu durumda,ifada bulunan üçüncü kişi alacaklının elinde alacağı garanti eden teminatlardan yaralanır.”13 Halefiyet görüşü kabul edilirse , borç ilişkisi sona ermemekte, borç ilişkisinin sadece alacaklı tarafı yer değiştirmekte ve borç ilişkisi devam ettiği için devam eden borç ilişkisi , hukuksal ilişki çerçevesinde çözümlenecektir. Sözgelimi ; zaman aşımı süresi,başlangıcı ,talep hakkının kapsam ve sınırı ve faiz gibi konular , sözü edilen ve devam eden hukuksal ilişki çerçevesinde sonuçlandırılacaktır.14 Doktrinde Kurum’un rucü hakkının halefiyete dayandığını savunan yazarların hareket noktaları çeşitlidir.Bu görüşte olanlardan TUNÇOMAĞ, “Kurumun rucü hakkının bir yasa hükmünden kaynaklanmış olması”, TUNCAY, “ Bu ilke sayesinde Kurumun işverene başvurmasında kolaylık sağlanacağı ,kendisine rucü edilen işverenin sigortalı karşısındaki sorumluluğundan daha ağır bir sorumluluğa izin vermeyeceğinden bunun karşılıklı çıkarlar dengesine de uygun olacağı” 15, AKTAŞ, “ Kurumun işverene dava açma hakkının temelini kanuna değil, içtihada dayalı halefiyetten kaynaklandığını belirtmekle birlikte,halefiyete dayalı çözümlerle daha adil sonuçlar alınabileceğini kabul eder.”16 Yargıtay da önceleri verdiği kararlarında halefiyet ilkesini benimsemiştir. Yargıtay’ın Kurumun rucü hakkını halefiyete dayandıran görüşleri uzun süre devam etmiştir. Yargıtay 1994 yılında verdiği içtihadı birleştirme kararıyla Kurumun rucü hakkının ,506 sayılı yasa’nın 26/I maddesinden doğan ve temelinde geri alma hakkı bulunan kendine özgü nitelikte haleflik hukuki temeline dayandığına karar vermiştir.17 Görüldüğü gibi doktrinde baskın görüş tarafından benimsenen Yargıtay’ın da kararlarında uzun süre istikrarla benimsediği halefiyet ilkesi ,Kurumun rucü davasının hukuki temeli olarak kabul edilirse zorunlu olarak şu sonuçlar ortaya çıkar:18
- Kurum; sigortalının halefi olarak SSK 26.maddeye dayalı işverene karşı rucü davasında sigortalının işverenden isteyebileceğinden daha fazlasını talep etmemelidir. Kurumun işverenden isteyeceğinin sınırı,sigortalının işverenden isteyeceği kadardır(Borçlunun durumu alacaklıya karşı ağırlaşmamalıdır).
- Sigortalının işverene karşı açtığı dava hangi zamanaşımına tabi ise,Kurumun rucü yoluyla açtığı dava aynı zamanaşımına tabi olmalıdır. Ancak ileride zamanaşımı hususu açıklanırken görüleceği gibi Yargıtay zamanaşımı konusunda ,zamanaşımının başlangıcı tarihi ile ilgili olarak farklı bir uygulamaya sahiptir.
- Sonradan yürürlüğe giren yasalarla artırılmış bulunan sigorta tahsisleri için,Kurumun rucü hakkı,sigortalının,işverene karşı açacağı dava zamanaşımı ile sınırlı olmalıdır.
- Sigortalının ,işvereni ibra etmesi halinde ,bu ibra hali sigortalının halefi durumundaki Kurumu bağlamalıdır. Fakat Yargıtay bu şekilde yapılan ibraya rağmen Kurumun rucü hakkının ortadan kalkmayacağını kabul ediyor.
- Sigortalının işveren aleyhine açtığı davalarda ,hükme dayanak yapılan,bilirkişi raporları rucü davalarında dahi, bağlayıcı kabul edilmelidir.
- İşveren,sigortalının gerçek zararını tamamen ödemişse,Kuruma karşı sorumluluğu kalmamalıdır.
- Zararlandırıcı sigorta olayı nedeniyle işveren aleyhine ,sigortalılar veya hak sahipleri tarafından açılacak davalarda; Kurum yardımları gerçek zarardan indirilmelidir.

3.2.- Kurumun Rucü davası açma hakkını Yasal Rucü hakkı ile açıklayan görüş

Doktrinde bazı yazarlar,Kurumun işverene rucü hakkını ,yasadan doğan bağımsız ve basit bir rucü hakkı olarak nitelendirmektedir.19 Bu görüşte olanlardan İZVEREN, “Kurumun talep hakkının dayanağı rucü hakkıdır.”, TEKİNAY, “Rucü hakkı yasadan doğan alelade bir rucü hakkıdır ve halefiyet ilkelerine dayanmaz.”20 ATABEK, Kurumun rucü hakkının temelinin yasadan kaynaklanan bağımsız rucü hakkı olduğunu savunurken şu örneği veriyor: “ 506 sayılı yasanın m.26/2 ve 39’a göre işverenin ve üçüncü kişinin sorumluluğu sınırlandırılmıştır.26.maddenin ikinci fıkrasına göre üçüncü kişinin kastı ve kusuru varsa,39.maddeye göre ise üçüncü kişinin kastı ve suç sayılır eylemi tespit edilmişse sorumluluğu yönüne gidilebilmektedir.Oysa halefiyet ilkesi kabul edildiği taktirde Kurum,26.maddenin açık hükmü karşısında,sigortalının sahip olduğu kusursuz sorumluluk ilkesine göre tazminat isteme hakkını kullanamayacaktır.” 21 Atabek verdiği bu örnekle hem halefiyet ilkesini niye reddettiğini hem de yasadan doğan bağımsız ve basit rucü hakkını niye savunduğunu ortaya koymaktadır.
506 sayılı yasada bir sonraki başlık altında detaylı olarak açıklanacağı gibi Kurumun işverene rucü hakkının gündeme gelebilmesi için 26.madde de sayılan koşullardan birinin gerçekleşmesi gerekir. Bu koşullardan biri gerçekleşmediği durumda(işverenin kusurlu sorumluluğu aranır) sigortalı zarara uğramış bile olsa ,Kurum yaptığı masrafı işverenden isteyemeyecektir. Kurumun rucü davası yoluyla işverene dönüp yaptığı masrafları isteyebilmesi,yasa’nın açık hükmü gereği ve yasa da düzenlenen koşullarının gerçekleştiği,yani Kurumun sigortalıya ödeme yaptığı ve işverene başvurma için gerekli yasal koşulların gerçekleştiği anda var olur.
Burada rucü hakkı yasadan doğar . Yasal dayanağı da 506 sayılı yasa’nın 26.maddesidir. Rucü hakkına sahip olan kişi(Kurum),başkasına ait(işverene ait) borcu ödemekle,borç ilişkisi sona erer ve borcu sona erdiren kişi ,borçluya karşı rucü hakkına sahip olur. Burada asıl borç ilişkisi sona erdirildiği için ,borcu sona erdiren kişi alacaklının sahip olduğu haklar varsa bu haklardan yararlanamaz. O bu hak kendisine yasa tarafından verildiği için ,yasa’nın kendisine verdiği haklar varsa onlardan yararlanır.22
Halefiyet ile yasal rucü hakkını karşılaştırmak gerekirse ;halefiyet ,bağımsız rucü hakkına nazaran daha geniş imkanlar verir. Bir kere halefiyet durumunun ortaya çıkabilmesi için, halef olan kişinin yapmış olduğu ödemeyi, kanıtlaması gerekli ve yeterlidir. Bağımsız rucü hakkında ise;sadece alacaklıya ifa’da bulunulduğunun ortaya konması değil ,ayrıca rucüa dayanak yapılan sebepsiz zenginleşme ve vekaletsiz iş görme gibi hukuksal nedenlerin de ispatı gereklidir.23
Kuruma 506 sayılı yasa’nın 26.maddesindeki açık düzenleme ile işverene rucü hakkı veren düzenlemeye göre ,Kurum ancak sigortalı veya hak sahiplerine ödeme yaptığı durumda ,işverene rucü hakkını kullanabilmektedir. İş kazası veya meslek hastalığı sonucu zararlandırıcı sigorta olayı gerçekleşse bile Kurum sigortalı veya ölümü halinde hak sahiplerine yardım da bulunmadığı sürece işverene karşı yasa’nın kendisine verdiği yasadan doğan bağımsız rucü hakkını kullanamayacaktır.

3.3.- Kurumun Rucü Davası Açma Hakkının Temelinde Rucü Hakkı Bulunan Kendine Özgü Halefiyet Olarak Kabul Eden Görüş

Yargıtay İçtihadı birleştirme Genel Kurulu,1.7.1994 günlü, 1992/3 E., 1994/3 K., sayılı karar ile Kurumun işverene rucü hakkının hukuki temeline yönelik hem doktrinde hem de Yargıtay kararlarında yer alan tartışmalara son noktayı koymuştur.Kararda Yargıtay Rucü davalarının hukuksal dayanağının “temelinde rucü hakkı bulunan,Kanunun çizdiği sınırlarla kayıtlı ve Kanundan doğan ,kendine özgü bir halefiyettir.” Böylece Kurumun açtığı rucü davasının hukuki temelinin halefiyet mi? Yoksa kanundan doğan bağımsız bir rucü hakkı mı? Olduğu şeklindeki hem doktrindeki hem de uygulamadaki tartışmalara da son nokta konulmuş oldu.24
Yargıtay’ın kanundan doğan kendine özgü(sui generis) halefiyet görüşü yenidir. Yargıtay 31.03.1954 tarih ve 1953-18 Esas 1954-11 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ,Kurumun Yasa’nın 26.maddesinde (yürürlükten kalkan 4772 sayılı yasa 37.madde) düzenlenen ve Kuruma rucü hakkı veren davanın halefiyet ilkesine dayandığını içtihat etmişti.Yargıtay bu karardan sonra verdiği 1960 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararında da “4772 sayılı kanunun değişik 37.maddesine göre,İş kanununa tabi sigortalı işçinin ölümü ile onun yardımından mahrum (yoksun)kalanların halefi olarak,İşçi Sigortaları Kurumunun İşverene karşı açacağı tazminat davaları,İş Mahkemelerinde görülür.” Diyerek halefiyet ilkesini yinelemişti. Yargıtay bu tarihten sonra uzun süre verdiği kararlarda halefiyet ilkesine dayanmıştır.25Yargıtay verdiği kararlarda halefiyet ilkesini benimsemiş olsa da vermiş olduğu kararlar da bu ilkeden sapma yaptığı görülmektedir. Yargıtay’ın halefiyet ilkesinden sapma gösteren kararlarında benimsediği esasları Araslı şöyle sıralamaktadır:26
- Zamanaşımının başlangıcı konusunda;halefiyet uygulanamaz.Olay tarihi yerine,kurumun gelirleri onay tarihi ile harcamaların sarf tarihi esas alınmalıdır.
- Sigortalının haricen,işverenle yaptığı anlaşma ve ibraları,Kurumun rucü hakkını engellememektedir.
- Faiz konusunda; onay ve sarf tarihi esas olmalıdır.
- Sigortalının,işverene karşı açtığı davada alınan kusur raporu,26.madde çerçevesinde olması halinde bağlayıcı kabul edilmelidir.
Görüldüğü gibi Yargıtay verdiği kararlarda uzun süre halefiyet ilkesini benimsemiş olmasına rağmen ,verdiği kararlarda yukarıda açıklandığı gibi halefiyet ilkesinden sapma gösteren kararlar vermiş ve bu kararlarda yaptığı uygulamalar sosyal güvenlik hukukunda kabul edilen ilke esaslar olmuştur.
Yargıtay 1994 tarihinde vermiş olduğu İçtihadı Birleştirme Kararıyla bu konuya tam olarak açıklık getirmiş ve Kurumun açtığı rucü davasının ,hukuksal dayanağının temelinde,rucü hakkı bulunan ,kanunun çizdiği sınırlarla içinde ve kanundan doğan kendine özgü bir halefliktir.Yargıtay’ı bu içtihadı vermeye iten neden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun peş peşe verdiği iki ayrı kararıdır. Hukuk Genel Kurulu,27.3.1991 günlü 603/156 sayılı kararında; “sigortalı ve hak sahiplerine bağlanan gelirlerde meydana gelen her artışın ayrı bir olgu olduğunu ve onay tarihi itibariyle 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğunu” kabul ettiği halde,aynı Genel ;bir yıl sonra 29.1.1992 günlü,1991/549 E.,1192/20 K., sayılı kararı ile tam tersine “sigortalı ve hak sahiplerine bağlanan gelirlerde meydana gelen artışlarda uygulanacak zamanaşımının,halefiyet ilkesine uygun olarak,zararlandırıcı olay tarihinden başlayacağını ve sigortalı ile hak sahiplerinin işverene karşı açacakları tazminat davasındaki zamanaşımının uygulanacağını”öngörmüştür. Bunun sonucunda Yargıtay vermiş olduğu 1994 tarihli İçhadı Birleştirme Kararında şunu demiştir: “İş Kazası veya meslek hastalığına maruz kalan sigortalılara ya da bunların hak sahiplerine iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası kolundan Sosyal Sigortalar Kurumunca sağlanan gelirlerde,Kanun,kararname ve katsayı değişikliği nedeni ile yapılacak artışlar,506 Sayılı Kanunun 26/1 maddesi çerçevesinde sorumlulardan geri istenebilir.Bu bağlamda açılacak rucü davaları,Kanundan doğduğu ve temelinde geri alma hakkı bulunan ve kendine özgü(has = mahsus) nitelikte,haleflik hukuki temeline dayandığı ve on yıllık zamanaşımına tabi olduğu cihetle zamanaşımı,her bir gelirin artışı için Kurumun yetkili organının onayladığı tarihtir.”27 Görüldüğü gibi Yargıtay verdiği bu İçtihadı Birleştirme Kararıyla Kurumun işverene karşı açacağı rücu davasının hukuki temelinin ne olduğunu açıklığa kavuşturmuştur.
Yargıtay’ın Kurumun açtığı rücu davasıyla ilgi olarak, kendine özgü yasadan kaynaklanan halefiyet görüşünü verdiği kararı eleştiren TUNCAY’a göre “ Yargıtay’ın bu çözüm şekli Kurumu korumakla beraber halefiyet esaslarına ters düşer.Ayrıca 26.maddedeki ‘ileride yapılması gerekli bulunan giderler’ sözcüklerini çok geniş yorumladığı için ileride kanun,kararname değişikliği,katsayı artışı nedeniyle gerçekleşen gider farkları için kişileri yıllarca dava tehdidi altında bırakacak niteliktedir.Bunun hukuki güveni ve devletin itibarını sarsıcı nitelikte olduğunda kuşku yoktur.Kaldı ki hukuk sistemimize temelinde geri alma hakkı bulunan kendine özgü haleflik gibi yeni hukuki kavramlar ithal etmektedir. Oysa halefiyetin esasları bellidir.Bize göre BK’da ayrı,TK’da ayrı,SSK’da ayrı halefiyet olmaz.Halefiyet tektir.”29

4- 26.Maddede Düzenlenen Rucü Davasının Koşulları
İşverenin Kurum karşısındaki sorumluluğunun yasal dayanağını oluşturan ve 506 sayılı yasa’nın 26.maddesinde düzenlenen rücu davasının koşullarına geçmeden önce ,bu koşulların gerçekleşmesinden önce gerçekleşmesi gereken koşullara kısaca bakalım.ARASLI bu koşulları şöyle sıralamış:30
a- Zararlandırıcı sigorta olayı sonucu,bir iş kazası veya meslek hastalığı ortaya çıkmalı,
b- İşverenin eylemi ile sigortalıda meydana çıkan araz arasında uygun sonuç bağının bulunması(nedensellik bağı),
c- Meslek hastalığına uğrama varsa,meslek hastalığının,yasal olarak öngörülen süreç( yükümlülük süresi) içinde meydana çıkmalıdır.
Bu saydığımız koşulların varlığından sonra yasa’nın 26.maddesindeki diğer koşulların varlığı araştırılacaktır.
4.2- Genel Olarak Koşullar
Yukarıda işverene başvuru için varlığı ilk önce aranan ,ön koşul niteliğindeki koşullar sayıldı. Bu koşulların varlığı halindedir ki, 26.maddedeki koşulların varlığı aranır.
506 sayılı yasa “işverenin sorumluluğu” başlığını taşıyan 26.maddesinde ,işverenin Kuruma karşı sorumluluğunun ya da diğer bir değişle Kurumun işverene başvurabilmesinin koşulları düzenlenmiştir. 26.madde de iş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan sigortalı ve ölümü halinde hap sahiplerine Kurumca yapılacak yardımlardan dolayı hangi koşulların gerçekleşmesiyle işverenin sorumlu olacağı düzenlenmektedir. İşverenin Kuruma karşı sorumluluğu madde de düzenlenen belirli hallerden birinin gerçekleşmesine bağlıdır. Bu haller 26.madde de şöyle düzenlenmiştir:31 “ İş kazası ve meslek hastalığı ,işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22’nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir.İşçi ve işveren sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.
İş kazası veya meslek hastalığı ,3’üncü bir kişinin kasıt veya kusuru yüzünden olmuşsa,Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan 3’üncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir.
Görüldüğü gibi madde de işverenin Kurum karşısında sorumluluğu belirli hallerle sınırlı olarak sayılmıştır. Maddedeki belirli fiil ve koşullardan biri gerçekleşmediği sürece işverenin sorumluluğu yoluna gidilemeyecektir. Yani Borçlar Hukukundaki kusursuz sorumluluk halleri (BK m.55 ve 100) burada söz konusu değildir. Sosyal Güvenlik hukukunda daha önce açıklandığı gibi işveren kusurlu ise sorumluluğu yoluna gidilmektedir.Yoksa işveren kusursuz ise işverenin sorumluluğuna gidilememektedir. Yine madde de işverenin sorumlu olacağı miktarın sınırı (azami sorumluluk miktarı) düzenlenmiştir. Madde de geçen “... sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir...” cümlesinden de bu açıkça anlaşılıyor. Ayrıca madde de işçi ve işverenin sorumluluğunun tespitinde “kaçınılmazlık ilkesi” dikkate alınır hükmüne de yer verilmiştir.
506 sayılı yasa 26.maddeye genel olarak baktıktan sonra şimdi maddede geçen ve işverenin Kurum karşısındaki sorumluluğunun koşullarına tek tek bakalım.

4.1- İşverenin Kasdı

İşçinin iş kazasına uğraması veya meslek hastalığına tutulmasında işverenin kasdı varsa,Kurum sigortalı veya hak sahiplerine yaptığı yardımları ,açacağı rücu davasıyla işverene ödettirebilecektir.
Kast hukuka aykırı sonucun bilinerek istenilmesi anlamına gelir ve kusurlu iradenin görünüş şekillerinden biridir. Kişi gerçekleştirdiği fiilin hukuka aykırı olduğunun bilincindedir. Kişi hukuka aykırı sonucu bilerek ve isteyerek meydana getirir. Kast kusurlu iradenin en ağır derecesine tekabül eder.32 26.maddede İşverenin kastından bahsetmiş,kusurun diğer dereceleri olan ihmalden,hafif veya ağır ihmalden söz edilmemiştir. Böylelikle işverenin kusuruyla sebep olduğu her durumda değil de ,işverenin kastının olduğu durumlarda işveren sorumlu olacak ve işverenin kastı koşulu gerçekleşmiş olacaktır.
İşverenin kasdı koşulu uygulamada çok az rastlanan bir durumdur. İşverenin Kurum karşısındaki sorumluluğu koşulları içerisinde en az görülen hallerden biridir. İşveren açıkça ,kasti olarak,bilerek ve isteyerek işçisini zarara uğratırsa ve bu durum Kurum tarafından ispatlanırsa,işverenin sorumluluğu yoluna gidilecektir. Yani işveren yanında çalıştırdığı sigortalının iş kazasına uğramasına veya meslek hastalığına tutulmasına,hukuka aykırı bir şekilde ,kasten ,bilerek ve isteyerek sebep olursa ve bu durum, sigortalı için ödeme yapan Kurum tarafından ispatlanırsa,işverenin sorumluluğu yoluna gidilecek ve sigortalıya yaptığı yardımların tamamı için ,sigortalının işverenden isteyebileceği miktarla sınırlı olarak işveren Kuruma karşı sorumlu olacaktır.33
İşverenin kasdı koşulu 1 Temmuz 2007 tarihinde yürürlüğe girecek olan 5510 sayılı yasada da 506 sayılı yasadaki düzenlemenin aynısı olarak yerini almıştır.

4.3- İşverenin İşçilerin Sağlığını Koruma ve İş Güvenliği ile İlgili Mevzuat Hükümlerine Aykırı Davranışı
506 sayılı yasa 26.maddede “... işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi...” denilerek işverenin Kurum karşısındaki sorumluluğunun oluşması için varlığı aranan ve uygulamada sıkça karşılaşılan durumlardan biri düzenlenmiştir. İş kazasına yol açan ya da meslek hastalığına neden olan olayların tamamına yakını ,işverenin iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuat hükümleri gereği alması gerekli önlemleri almaması ve mevzuat hükümlerine aykırı hareket etmesi sonucu ortaya çıkmaktadır.34
İşverenin Kurum karşısındaki sorumluluk hallerinden ikincisini oluşturan ve işverenin , işçilerin sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi olarak yasada yer alan hükümdeki “mevzuat” deyiminden ne anlaşılması gerektiği önemlidir. Zira işveren alması gereken bütün önlemleri aldığını ispatlayarak sorumlu olmaktan kurtulabilir. Yargıtay’ın da yerleşmiş içtihatlarına göre 26.maddedeki işverenin sorumluluğunu gerektiren hallerde kusur aranır.35
26.maddedeki “mevzuat” sözcüğü sadece yasayı ifade etmez, yasal olarak yürürlüğe konulmuş,işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili düzenleme getiren her türlü hükümleri ifade eder. Yani “mevzuat” deyimi , “yasa,tüzük,kararname ve yönetmeliklerin içerdiği hükümler”anlamına gelir. 36 Mevzuat deyimi geniş anlaşılmalıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin mevzuatın başında 22.5.2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun beşinci bölümünde düzenlenen “iş sağlığı ve güvenliği” başlığını taşıyan hükümleri ile bu hükümlere dayanılarak çıkarılan tüzük ve yönetmelikler gelir. Yargıtay verdiği kararlarda daha da ileri giderek yasa ve yönetmeliklerde gösterilmese dahi işverenin gereken önlemleri alması gerektiğini içtihat etmiştir. Gerçekten bir kararında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu37 “İş Kanununun 77.maddesi(1475 sayılı yasanın 73.maddesi) gereğince;işveren, işçilerin sağlığını ve güvenliğini korumak için;yasa ve yönetmeliklerde gösterilmese dahi gereken önlemleri almakla yükümlüdür.” Diyerek mevzuatta belirtilmemiş olsa bile ,işverenin işçilerin sağlığı ve iş güvenliği için alması gereken tüm tedbirleri alması gerektiğini söylemiştir.Bir başka kararında Yargıtay yine aynı sonuca varmıştır38 “İnsan yaşamının kutsallığı çerçevesinde,mevzuatta gösterilmemiş olsa dahi,işverenin gerekli tedbirleri alma yükümü vardır.”
Görüldüğü gibi 26.madde ,işverenin işçilerin sağlığı için ,iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili “mevzuat” hükümlerine aykırı hareketi demişken,Yargıtay “mevzuat” deyimini çok geniş yorumlamış ,o kadar geniş yorumlamış ki, mevzuatta belirtilmemiş olsa bile ,işverenin işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini korumak için gerekli olanı yapmak , gereken koşulları sağlamak ve gerekli araç,edevatları eksiksiz bulundurmakla yükümlü olduğu ,yine teknolojik olarak alması gereken bütün önlemleri alması gerektiğini içtihat etmiştir.39 İşverenin işçilerin sağlığı ve iş güvenliği için alması gereken tedbirlerin mevzuatta belirtilenlerle sınırlı tutulmayıp,mevzuatta belirtilmese bile işverenin bu tedbirleri almakla yükümlü tutulması ve eğer bu tedbirlere aykırı davranırsa Kurum karşısında sorumlu tutulması kanımızca yerindedir.Zira yukarıda açıkladığımız gibi iş kazaları ile meslek hastalıklarının çoğunluğu işverenin ,işçi sağlığı ve iş güvenliği hükümlerine göre alması gerekli tedbirleri almamasından kaynaklanmaktadır. İşverenler işçi sağlığı ve güvenliği gereği almaları gereken tedbirleri,”bunlar ister mevzuatta yer alsın,ister yer almasın” aldıkları durumlarda iş kazaları ve meslek hastalıkları azalacak ve dolayısıyla ,Kurum tarafından işverenlere açılan rücu davalarında da azalma olacaktır. İkisi birbiriyle yakın bağlantılıdır. Teknolojinin her geçen gün hızlı bir şekilde ilerlemesi nedeniyle de işveren işçi sağlığı ve güvenliği için mevzuatta yer almasa bile alması gerekli her türlü tedbiri almalıdır. Yoksa alması gerekli tedbirleri almadığı için zararlandırıcı sigorta olayına neden olan işveren, Kurumun sigortalıya ve hak sahiplerine yaptığı ödemeler miktarı için,sigortalının işverenden isteyebileceği miktarla sınırlı olarak sorumlu olur.
İşverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili olarak mevzuat gereği alması gereken tedbirlerden bahsederken “mevzuat”deyiminden ne anlaşılması gerektiğini açıkladıktan sonra ,bu konuya ilişkin Yargıtay’ın örnek niteliğinde verdiği kararlara bakalım:40sigortalıların periyodik muayenelerinin yapılmaması,sigortalının üstü açık araçla taşınması,sigortalıya koruyucu gözlük verilmemesi,bina yıkım işinin ruhsat alınmadan yapılması, işyerinde iyi örgütlenme ve denetim düzeni kurmadan işçileri çalıştırmak,sigortalıyı durumuna uygun işte çalıştırmamak(teknik bilgi gerektiren bir işte,yetersiz olan elemanı çalıştırmak) ,yapılacak işleri açık ve kesin olarak anlatmamak,denetim ve gözetim ödevini yerini getirmemek,patlayıcı ve parlayıcı maddelerle çalışılan işyerlerinde sorumluluğu üstlenecek kimya mühendisi çalıştırmamak,patlama olmaması için yeterli havalandırma sistemi kurmamak,sigortalıyı eğitmemek ve işyerine uyarı yazısı asmamak(yeni bir işe verilen sigortalılar,işin gereği eğitime tabi tutulmalıdır) ,küçük çocukları ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırmak,işyerinde fenalık geçiren işçiyi kendi haline bırakmak,emniyet kemeri ve işe uygun elbise vermemek,makine da koruyucu tedbirleri almamak,işyerindeki makinaların periyodik muayenelerini yapmayan” işveren ,bu nedenlerden ötürü iş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan sigortalının ve hak sahiplerini zararlarını karşılayan Kuruma karşı sorumludur.
506 sayılı yasanın 26.maddesindeki işverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili hükmü 5510 sayılı yasada da muhafaza edilmiştir.

4.3.1- Rücu Davalarında “Kaçınılmazlık İlkesi”
Rücu davalarında işverenin Kurum karşısındaki sorumluluğu,26.maddedeki koşulların oluşmasıyla söz konusu olur.Eğer olayda işverenin kusuru yoksa,zararlandırıcı sigorta olayının meydana gelmesinde kusur tamamen sigortalıya yüklenebilecek bir kusur ise,işverenin kusursuz olduğu bir durumda zarara kusurlu bir başka işçisi neden olmuşsa,olayın meydana gelmesi kötü tesadüflerin sonucu ise ve özellikle kaçınılmazlık durumu söz konusu ise işveren Kurum karşısında sorumlu olmaktan kurtulmaktadır.41 Bütün bu saydığımız hallerde sigortalı (zarara uğrayan sigortalı) işverene başvurabilmektedir.Fakat biraz önce belirttiğimiz gibi eğer olayda işverenin 26.maddede sayılan koşullardan biri yoksa Kurum yaptığı masrafları işverenden isteyemeyecektir.
506 sayılı yasanın 26.maddesi ilk fıkrasına 2003 yılında 4958 sayılı yasa ile şu cümle eklenmiştir: “...işçi ve işverenin sorumluluğunda kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır...” Bu cümle ile kaçınılmazlık durumunda işverenin sorumlu olmaktan kurtulacağı hükme bağlanmıştır. Yasa koyucunun bu düzenlemesi ile Yargıtay’ın kaçınılmazlık ilkesi ile ilgili içtihatları da yasal bir zemine kavuşmuş oldu.42
İş kazası veya meslek hastalığı kaçınılmaz bir nedenden kaynaklanıyorsa,işveren işçi sağlığı ve iş güvenliği gereği alması gerekli bütün önlemleri almasına rağmen ,kaçınılmaz bir olay nedeniyle sigortalı iş kazasına uğramış veya meslek hastalığına tutulmuşsa kaçınılmazlık durumu söz konusudur. Ve bu durumda işveren madde 26 çerçevesinde sorumlu tutulamayacaktır. Yargıtay verdiği bir kararda, “kaçınılmazlık ;hukuksal ve teknik anlamda ,tamamen önlenmesi mümkün bulunmayan,işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğu koşullarda dahi önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder.”43
Görüldüğü gibi işverenin Kurum karşısındaki sorumluluğu her durumda söz konusu olmayacak,işveren madde 26’da sayılan belirli ve sınırlı koşulların gerçekleşmesiyle Kurum karşısında sorumlu olacaktır.Ve eğer olayda kaçınılmazlık gibi işverene kusur yükletilemeyen durumlar söz konusu ise işveren sorumlu olmaktan kurtulacaktır.

4.4- İşverenin Suç Sayılır Eylemi

506 sayılı yasa’ nın 26.maddesi ilk fıkrasında işverenin Kurum karşısındaki sorumluluğunu belirten koşullardan üçüncüsü “...veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu...” denilerek işverenin suç sayılır eylemi neticesinde işçinin iş kazasına uğraması veya meslek hastalığına tutulması sebebiyle İşvereni Kuruma karşı sorumlu tutmaktadır.
İşverenin suç sayılır eyleminden ne anlaşılması gerektiği önemlidir. Ceza yasasının suç saydığı herhangi bir eylem ,işverenin Kurum karşısında sorumlu tutulması için yeterlidir.Yasada işverenin suç sayılır eylemi denilmiş ve başka bir açıklamaya yer verilmemiş. 765 sayılı Türk Ceza Yasasının yürürlükte olduğu dönemde ,işverenin sorumlu tutulabilmesi için suçun kabahat niteliğinde olması yeterli kabul ediliyordu.Zira 765 sayılı yasada kabahatler de suç sayılıyordu.44
1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanununda cürüm-kabahat ayrımı kaldırılmıştır,yasada kabahatler suç olmaktan çıkarılıp ,kabahatler ayrı bir yasada düzenlenmiştir(30.03.2005 tarihli 5326 sayılı Kabahatler Kanunu). Bundan sonra işverenin suç sayılabilir eyleminden neyin anlaşılması gerektiği sorusuna ,Ceza kanununda suç olarak gösterilen eylemler olarak cevap vermek kanımızca doğru olacaktır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası yasasının ,506 sayılı yasanın rücu davalarını düzenleyen 26.maddesine paralel bir hüküm getiren 21.maddesinde “...işverenin suç sayılabilir hareketi...” ibaresine yer verilmemiştir.45

4.5- İşverenin Çalıştırdığı İşçinin Kusurundan Dolayı Sorumluluğu

26.maddenin işverene Kurum tarafından başvurulabilmesinin koşullarını düzenleyen ilk fıkrasını açıkladıktan sonra ,işverenin çalıştırdığı işçinin kusurundan dolayı Kuruma karşı sorumluluğunu düzenleyen ikinci fıkrasına bakalım. İkinci fıkra hükmü aynen şöyledir: “İş kazası veya meslek hastalığı ,3’üncü bir kişinin kasıt veya kusuru yüzünden olmuşsa,Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan 3’üncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir.”
Maddede işverenin çalıştırdığı işçilerin kasıt veya kusurundan dolayı bunları çalıştıran işverenlerine ancak kusurları varsa gidilebilecektir. Eğer işverenin kusuru yoksa işverenin sorumluluğu yoluna gidilemeyecektir. Burada BK.m.55(istihdam edenin sorumluluğu) ve 100’den(Adam çalıştıranın sorumluluğu) farklı bir sorumluluk rejimi söz konusudur.İşverenin kusursuz sorumluluğu söz konusu değildir. Kurum zararlandırıcı sigorta olayının meydana gelmesinde işçinin kusur veya kasıtlı hareketine ek olarak işvereni sorumlu tutabilmek için işverenin de olayda kusuru olmasını arıyor. Yargıtay da verdiği kararlarda aynı sonuca ulaşıyor46506 sayılı yasanın 26.maddesinde öngörülen sorumluluğun;istihdam edenin sorumluluğuna dayandırılması mümkün değildir.”, “26/2.maddede öngörülen sorumluluk kendine özgügür.B.K.m.55.maddesi bu tür uyşmazlıklarda işveren yönünden uygulanamaz.”

5- Rücu Davalarında Sorumluluğun Kapsamı
5.1- Rücu Davasının Konusu: Kurumca Sigortalıya veya Hak Sahiplerine Yapılan ve İleride Yapılacak Yardımlar
Kurumun açacağı rücu davası ile işverenden neleri talep edebileceği 506 sayılı yasanının 26/I maddesinde açıklanmıştır. Buna göre,”Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22’nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı...”, Kurumca işverene ödettirilir,işverenden geri alınır.
Rücu yoluyla Kurumun açtığı tazminat davasının konusunu ,Kurumun yaptığı giderler ile eğer gelir bağlamışsa bunların toplamından ibaret olmayıp, sigortalı veya hak sahibi kimselerine ileride yapılacak giderler ile bağlanan gelirdeki artışlarda davanın konusunu oluşturacaktır.
Uygulamada, işverenler için en fazla sıkıntı doğuran hususlardan biridir. Gerçekten rücu uygulamasında ,rücu tazminatı,iş kazası veya hastalığına kusuru ile neden olan işverenden, zararın talebinde işverenin kusuru ölçüsünde hesaplanıp kendisinden bir defaya mahsus olarak alınan bir tazminat olmayıp , iş kazası veya meslek hastalığı sonucu sigortalı ve hak sahibi kimselerine bağlanan gelirde ilerde yasa veya kararnamelerle ortaya çıkan artışlarda zamanaşımı süresi boyunca işverenden istenebilmektedir. 26.madde Kuruma aynı iş kazası nedeniyle işverene tekrar tekrar rücu davası açma imkanı vermektedir. Böylece işveren aynı iş kazası nedeniyle sürekli dava tehdidi altında bulunmaktadır.47
26.maddenin ilk fıkrasında geçen “...ve ilerde yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile ,gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22.maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamı işverenden alınır...” hükmünün Anayasa’ ya aykırı olduğu gerekçesi ile konu itiraz yoluyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesinin önüne gitmiştir. Anayasa Mahkemesi her defasında önüne gelen hükmü Anayasa’ ya aykırı bulmamış ve iptal istemini reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi “ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderler” sözcüklerini iş kazası veya meslek hastalığı ile uygun neden-sonuç bağı çerçevesinde ,kazaya uğrayan sigortalı için sağlık durumunun gerektirdiği sürece yapılan yardımları ifade eder demiştir. Yüksek Mahkeme verdiği kararda(23.05.1972 tarihli karar) “ iş kazası sonucu ölen bir sigortalının hak sahiplerine kesin olarak bağlanan gelirde,ekonomik ve sosyal bazı nedenlere dayanılarak sosyal hukuk devletinin gereklerinden olan sosyal adalet ve sosyal güvenliği sağlamak maksadı ile yasa ile sonradan artırma yapılmasının,26.maddenin birinci fıkrasında ‘ ve ileride yapılması gerekli bulunan’ biçiminde yer alan kuralın kapsamı dışında kaldığı ve bu niteliğiyle itiraz konusu hükmün Anayasa’ya uygun bulunduğu sonucuna varıldığından itiraz reddedilmelidir.” denmektedir. Anayasa mahkemesi verdiği bu kararlarla 506 sayılı yasanın 26.maddesinin ilk fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına karar vermiş ve fakat “ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderler” sözcüklerinin kapsamının neyi ifade ettiğini açıklamıştır. 48
Yargıtay önceleri verdiği kararlarda 26.maddenin ilk fıkrası hükmünün ,Kuruma geleceği de içerecek biçimde sigortalıya yapmış olduğu her türlü yardımı işverenden geri alma hakkını vereceğini içtihat ediliyordu. Böyle olunca Kurum açtığı ilk rücu davasından sonra yürürlüğe giren yasa, kararname veya katsayı artışı nedeniyle ödenen gider ve gelir artışları da zamanaşımı süresi içinde kalmak koşuluyla işverenden istenebilmekteydi. İşveren aynı iş kazası nedeniyle birden fazla defa dava tehdidi altında kalmaktaydı. Yargıtay’ın bu şekilde kararları 1992 yılında Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun verdiği bir karara kadar devam etti. “Söz konusu Hukuk Genel Kurulu Kararında 506 sayılı yasanın 26.maddesindeki ‘...yapılan ve ilerde yapılması gereken giderler...’ sözcüklerinin, iş kazası veya meslek hastalığı ile uygun neden-sonuç bağı içinde ortaya çıkan giderleri ifade ettiğini, gelirlerde artırım halinde bu bağın mevcut olmadığı sonucuna varmıştı.”49 Yargıtay’ın bu son kararı Anayasa Mahkemesinin yorumuna da uygundur. Bu şekilde çıkan içtihat uyuşmazlığını Yargıtay 1994 yılında verdiği İçtihadı Birleştirme Kararı ile kesin olarak çözmüştür. Kararda50İş kazası ve meslek hastalığına maruz kalan sigortalılara ya da bunların hak sahiplerine, iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası kolundan, Sosyal Sigortalar Kurumu'nca bağlanan gelirlerde; kanun, kararname ve katsayı değişikliği nedeniyle yapılacak artışların, 506 sayılı Kanunun 26/1. maddesi çevresinde, sorumlulardan geri istenebileceği, bu bağlamda açılacak rücu davalarının kanundan doğan ve temelinde geri alma hakkı bulunan ve kendine özgü nitelikte haleflik hukuki temeline dayandığı ve on yıllık akdi zamanaşımına tabi olduğu ve zamanaşımının, her bir gelir artışın, Kurum'un yetkili organının onayladığı tarihten başlar.”
Görüldüğü gibi gelir artışları ile ilgili olarak 10 yıllık zamanaşımı içinde kalmak üzere Kurum tarafından işverene birden fazla defa rücu davası açma yolu açıktır. Ancak 5510 sayılı yasayla getirilen düzenleme ile işvereni sürekli tehdit altında bırakan uygulamaya son verilecektir. 5510 sayılı yasa 21.maddesi “...yapılan veya ilerde yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı... Kurumca işverene ödettirilir...” ibaresinden de anlaşıldığı gibi ,Kurum sigortalılara ya da hak sahibi kimselere bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerini aldıktan sonra, gelirde yasa yada kararnamelere bağlı olarak ortaya çıkan artışları tekrar işverene dönüp isteyemeyecektir. Böylece sigortalı ya da hak sahiplerine bağlanan gelirde ilerde ortaya çıkacak artış yönündeki fark işverenden istenemeyecektir.Fakat iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle ,sigortalı veya hak sahiplerine ilerde yapılacak giderler işverenden istenmeye devam edilecektir.Sözgelimi sigortalı uğradığı iş kazası sonucu fizik tedaviye ihtiyaç duyarsa ,Kurum buna ilişkin yapacağı yardımı işverenden isteyebilecektir.51
5.2- Rücu Davasında İstenebilecek Miktar Sınırı ( Dış Tavan)
Halefiyet ilkesi kabul edilince borçlunun durumunun alacaklıya karşı ağırlaştırılmaması gerekir. Kurum sigortalının haklarına halef olunca sigortalıya karşı borçlu konumunda olan işverenin durumunun yeni alacaklı olan Kurum karşısında ağırlaştırılmaması gerekir. Böylelikle Kurum ,işverene karşı açacağı rücu davasıyla ,sigortalının işverenden isteyebileceğinden fazlasını isteyemez. Önceleri Yargıtay içtihatları ile benimsenen bu durum 26.maddenin ilk fıkrasına 3395 sayılı yasayla yapılan ilaveyle yasal bir hüküm haline gelmiştir.Buna göre “... sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir...” ibaresi Kurumun açtığı rücu davasının üst sınırını(dış tavan) ifade eder. 52Durum böyle olunca Kurumun işverene açtığı rücu davasında istenilebilecek tazminat miktarın sınırının ne olduğunu bilinebilmesi için,zararlandırıcı sigorta olayına maruz kalan sigortalı ve hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri tazminat miktarının öncelikle bilinmesi gerekir. Öncelikle sigortalı ya da hak sahiplerince işverene karşı açılmış bir tazminat davasının var olup olmadığı ve eğer açılmış bir tazminat davası varsa işverenden istenebilecek miktarın tespiti gerekir. Bu tespit edilince Kurumun işverenden isteyebileceği tazminat miktarı da belirlenmiş olacaktır.
Kurum tarafından işverene karşı açılan rücu davasında tazminat miktarının sınırının tespiti,öncelikle sigortalı ve hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri tazminat miktarının belirlenmesi gerekir. Bunun için öncelikle iş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan sigortalının zararının ispatı gerekli olup,tavan miktarını etkileyecek faktörlerin göz önünde bulundurulması gerekir.Bu faktörler “beden gücü kayıp oranı,sigortalının ücreti,aktif dönem –pasif dönem hesabı,bilenen-bilinmeyen dönem hesabı,gelirlerin artırımı, iskonto”gibileridir.53
Kurumca açılacak rücu davasının dış tavanı bu şekilde belirlendikten sonra ,sigortalının uğradığı zararın tamamı değil de işverenin kusuru oranında kendisine ödettirilir. Buna “iç tavan” adı verilir. İşverene ödettirilecek olan azami miktar dış tavanı oluşturmaktadır.Buna karşın iç tavan ise işverenin kusur oranının, Kurumun yaptığı giderler ve peşin sermaye değerine uygulanması ile bulunacak miktarı ifade eder. Kurumun açtığı davada sigortalı ve hak sahibi kimselerine yaptığı masrafları işverenden dış tavanla sınırlı olmak üzere isteyebilecektir.
İşveren tarafından sigortalıya veya ölümü halinde hak sahiplerine daha önceden ödenmiş bir maddi tazminat varsa bunun da açılan rücu davasından düşülmesi gerekir. Bunun gibi Rücu davasının açılmasından önce Kurum tarafından sigortalı ve hak sahibi kimselerine bağlanan gelirler varsa,bunların peşin sermaye değerleri de işverene karşı açılacak olan rücu davasından düşülmesi gerekir.54
Sigortalıların,iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde işveren ile birlikte(müterafik) kusuru varsa, bu kusur tazminat miktarının hesabında göz önünde bulundurulur ve BK.m.44 gereğince tazminattan bir kısım indirim yapılır. Yargıtay verdiği bir kararda “Sigortalıların her birinin kusuru kendileri yönünden müterafik kusurdur.” aynı sonuca ulaşmıştır.55
Kurumun işverene rücu davası açması için sigortalı veya hak sahiplerinin işverene dava açması gerekli olmayıp,açılmış olan bir dava varsa bu davanın reddinin de açılan rücu davasına etkisi yoktur. Yine sigortalı veya hak sahiplerinin işvereni ibra etmeleri Kurumu bağlamamaktadır ve Kurumun rücu hakkını ortadan kaldırmamaktadır.56

5.3- Kusur Raporlarının Rücu Davasına Etkisi
Kurum tarafından işverene karşı açılan rücu davalarından önce ,iş kazası veya meslek hastalığı sebebiyle hukuk veya ceza davaları açılabilmektedir. Açılan bu davalarda kusurun belirlenmesi tazminatın miktarının belirlenmesi açısından önemlidir.Kusurun belirlenmesi konusunda ,uygulamada bilirkişi incelemesi yapılmaktadır. “İşyerinin fiziki koşulları,makinelerin niteliği, işçinin deneyimi,kazanın gerçekleştiği zaman gibi öğeler dikkate alınarak ,işverenin almakla yükümlü olduğu güvenlik tedbirlerin kapsamı ışığında bilirkişilerce kusur durumu tespit edilmektedir.” 57Uygulamada bu şekilde bilirkişilerce yapılan ve 26.maddeye uygun olarak alınan kusur raporlarının bağlayıcı olduğu kabul edilmektedir.58
İş kazaları veya meslek hastalıkları sonucu işveren aleyhine açılmış bir tazminat davası söz konusu olabileceği gibi ,Ceza Kanunu kapsamında açılmış bir dava da söz konusu olabilir. Bu şekilde rücu davası açılmadan önce açılmış hukuk veya ceza davasının söz konusu olduğu durumlarda ,bu davalar nedeniyle ilgili mahkemelerce açılmış davalarda alınmış kusur raporları olabilir.Acaba alınan bu kusur raporları daha sonra açılmış rücu davasında davaya bakan hakimi bağlar mı? Şimdi bu soruya her bir durum için ayrı ayrı bakalım.

5.3.1- Önceki Rücu Davalarında Alınan Raporun Bağlayıcılığı
Halihazırda açılmış bir rücu davasından önce ,aynı iş kazası veya meslek hastalığı ile ilgili olarak açılmış ve kesinleşmiş bir rücu davası varsa ve bu davada alınmış bir kusur raporu varsa ,bu rapor görülmekte olan dava açısından da bağlayıcı kabul edilecektir. Zira önceden aynı olayla ilgili olarak açılmış ve kesinleşmiş bir yargı kararı varsa , kesin hüküm etkisi nedeniyle alınmış olan bu karar sonradan alınan karar için bağlayıcı olacaktır. Kesin Hüküm HUMK’ta düzenlenen kesin delillerdendir ve kamu düzenine ilişkin olduğu için,hâkim kesin hükmü kendiliğinden(resen) göz önünde bulundurur.59

5.3.2- Sigortalı veya Hak Sahiplerince Açılan Tazminat Davalarında Alınan Kusur Raporlarının Bağlayıcılığı

Kurum tarafından işverene karşı açılmış bir rücu davasından önce ,sigortalı tarafından işveren aleyhine açılmış bir tazminat davasından alınmış bir kusur raporu söz konusu ise,bu kusur raporu Kurumun işverene karşı açtığı rücu davasında da bağlayıcı olacak mıdır?
Sigortalı veya hak sahibi kimseler tarafından işverene karşı açılmış olan tazminat(maddi tazminat) davalarında alınmış olan kusur raporlarının ,daha sonradan Kurum tarafından işverene karşı açılan rücu davaları açısından bağlayıcı olabilmeleri için 26.madde ki sorumluluk koşullarına uygun olarak alınmış olmaları gerekir. Zira kimlerin hangi koşullarda sorumlu olacağı 26.madde de düzenlenmiştir.Yargıtay zaman zaman verdiği kararlarda hangi durumlarda alınan kusur raporların bağlayıcı olacağını içtihat etmiştir60 “-taraf olmadığı davada alınan kusur raporu bağlayıcı değildir, -iki çelişkili rapordan sonra; alınan üçüncü rapora göre hüküm kurulması doğrudur,-önceki hükümde ,yöntemince alınmış bir rapor yoksa,rücu davasında bağlayıcılığı olmaz, -işverenin kusurunu irdelemeyen kusur raporu hükme dayanak yapılmaz, -hak sahibi dosyasında alınan kusur raporu 26.maddeye uygun düzenlenmiş ise,rücu davasında bağlayıcılığı vardır, - 26.madde koşullarını içermeyen kusur raporu kesinleşse dahi bağlayıcılığı yoktur, -kusur raporlarında ; işçi sağlığı ve iş güvenliği Tüzüğünde gösterilen önlemler ayrı ayrı gösterilmeli,bunlardan hangilerinin alındığı hangilerinin alınmadığı belirlenmelidir.”
Yargıtay’ın da kararlarında belirttiği gibi sigortalıların işverene karşı açtıkları tazminat davalarında alınan kusur raporlarının bağlayıcı kabul edilebilmeleri için 26.maddede belirtilen koşulları taşımaları gerekir. Bu maddede kimlerin hangi koşullar çerçevesinde sorumlu olacakları Borçlar Hukuku ve Genel ilkelerden farklı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu koşulları taşımayan kusur raporları açılan rücu davasında bağlayıcı olmayacaktır.

5.3.3- Ceza Davalarında Alınan Kusur Raporlarının Bağlayıcılığı
Ceza davalarında alınan kusur raporları BK.m.53 hükmü gereğince kural olarak hukuk hakimini bağlamaz. Hukuk hakimi ,ceza hakiminin beraat kararıyla da bağlı değildir. Yargıtay istikrar kazanmış kararlarında da aynı iş kazası nedeniyle ceza mahkemesinde açılmış davalar üzerine verilen kararlardaki kusur oranlarıyla hukuk hakimin bağlı olmadığını,sadece kusura ilişkin maddi olgularla bağlı olduğunu belirtmiştir.61 Fakat , ceza davasında alınan ve 26.maddedeki koşullara uygun olarak düzenlenen bir kusur raporu varsa ,bu rapor dikkate alınmalı veya diğer delillere nazaran güçlü delil değeri kabul edilmelidir. Bunun dışında ceza davasında kusuru saptanmış ve mahkumiyetine karar verilmiş bir kişi varsa bu kişinin bir miktar da olsa sorumluluğu yoluna gidilmelidir.62

5.4- Rücu Davalarında Faizin Başlangıç Tarihi
Kurumun işverene açtığı rücu davalarında salt halefiyet ilkesi kabul edilmediği için , açılan rücu davalarında faiz konusunda ;sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden talep edebileceği faiz tarihi uygulanmamaktadır.Zira halefiyet ilkesi söz konusu olsa idi olay tarihi itibariyle faize hükmetmek gerekecekti.63
Yargıtay istikrar kazanmış içtihatlarında faiz konusunda gelir ve giderler bakımından ikili bir ayrım yapmaktadır. Yüksek Mahkemeye göre; gelir bağlanması durumunda faiz başlangıcı Kurumun bu gelirleri onay tarihi,gelirler zamanla yasa veya katsayı ile arttırıldığında her bir tahsisin Kurumca onay tarihinde,giderler açısından ise faizin başlangıç tarihi bu giderlerin Kurumca ödendiği tarihtir.64

5.5- Rücu Davasının Tabi Olduğu Zamanaşımı Süresi
İşveren aleyhine Kurumca açılan rücu davalarında zamanaşımı konusu,sigortalı ile işveren arasındaki ilişki sözleşmeye dayandığı(hizmet sözleşmesi) için Kurumun işverene açtığı rücu davasında da zamanaşımı süresi BK.’daki on yıllık zamanaşımına tabidir. Ve halefiyet ilkesi kabul edilirse bu zamanaşımı sigortalının,işverene karşı açacağı davanın zamanaşımı süresidir.65 Yargıtay 1994 tarihli İ.B.K. ile Kurumun işverene karşı açacağı rücu davasında zamanaşımı süresinin on yıl olduğuna karar vermiş ve bu konudaki önceden var olan tartışmalara son noktayı koymuştur.Ayrıca halefiyet ilkesi gereği zamanaşımının on yıllık(BK.125.madde) genel sözleşmesel zamanaşımı olduğu da pekiştirilmiştir.66
Rücu davalarında zamanaşımı süresinin on yıl olduğu belirtildikten sonra ,bu sürenin ne zaman başlayacağı da önemlidir. Rücu davalarında halefiyet ilkesi kabul edilirse zamanaşımı süresi sigortalı için ne zaman işlemeye başlarsa,Kurum için de o zaman başlaması gerekir.67 Ancak Yargıtay bu konuda faiz konusunda olduğu gibi gelir ve giderler yönünden ikili bir ayırım yapmaktadır.Yüksek Mahkemeye göre; gelir bağlanması durumunda zamanaşımının başlangıcı Kurumun bu gelirleri onay tarihi,gelirler zamanla yasa veya katsayı ile arttırıldığında her bir tahsisin Kurumca onay tarihinde,giderler açısından ise zamanaşımının başlangıç tarihi, bu giderlerin Kurumca ödendiği tarihtir.68
6. Değerlendirme Ve Sonuç
506 sayılı yasanın 26.maddesinde düzenlenen ve Kurum’un ,iş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan sigortalı işçiye yaptığı yardımları işverene ödettirmesi olanağını veren ve uygulamada rücu davaları olarak bilinen ve Kurumun dava yolu ile kullandığı bu geri alma hakkı uygulamada yargı organlarını en çok meşgul eden davalardır.
Kurum yaptığı yardımları ancak kusurlu işverenden alabilecektir. İşverenin hangi durumlarda kusurlu sayılacağı ve dolayısıyla sorumlu tutulacağı(sorumluluk koşulları) 26.maddenin ilk iki fıkrasında açıkça düzenlenmiştir. Açılan rücu davasında işverenin iş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan sigortalının zarara uğramasında kastı varsa,suç sayılabilir bir hareketi varsa(5510 sayılı yasada bu hüküm yok) veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı davranışı varsa ,Kurumun sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yaptığı yardımları sigortalının işverenden isteyebileceği miktarla sınırlı olmak üzere ödemek zorundadır. Yani işverenin Kurum karşısındaki sorumluluğu sınırlanmıştır. Bu sınırlamalardan ilki Kurum ancak kusur halinde işverene rücu edebilecektir. Kurum kusuru olmayan işverene müracaat edemeyecektir.69 İşverenin Kurum karşısındaki sorumluluğunu sınırlayan ikinci hal ise Kurum’un işverenden isteyebileceği miktarın sınırıdır. Kanunun açık ifadesine göre Kurum’un işverenden isteyebileceği miktar, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebileceği miktarla sınırlıdır. Yani Kurum sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebileceğinden fazlasını isteyemez.
Kurumun açtığı rücu davalarının hukuki temeli,açılan davaların tabi olduğu zamanaşımı süresi, zamanaşımının ne zaman işlemeye başlayacağı ve açılan rücu davasının kapsamı yıllarca hem doktrinde,hem de Yargıtay kararlarında tartışılmış ve bir türlü görüş birliğine varılamamıştır. Yargıtay 1994 yılında verdiği İçtihadı Birleştirme Kararıyla konuya son noktayı koymuştur. Ancak Yargıtay’ın verdiği karar hem doktrinde hem de Yargıtay’ın kendi içinde eleştirilere uğramıştır. Kararda varılan sonuç kabul edilirse işveren sürekli dava tehdidi altında bulunacak ve Sosyal sigortalar Kurumu’nca bağlanan gelirlerde; kanun , kararname ve katsayı değişiklikleri nedeniyle yapılacak artışlar, aradan çok uzun zaman geçse bile işverenden istenebilecektir.Bu ise haksızlıklara yol açacaktır. Rücu davasını müteakip peş peşe ek rücu davaları açılabilecektir. Bu da kanımızca doğru değildir. 5510 sayılı yasa ile 506 sayılı yasanın 26.maddesini karşılayan 21.maddesindeki düzenleme yürürlüğe girdiğinde işverenleri sürekli dava tehdidi altında bulunduran bu hal sona erecektir. Zira 5510 sayılı yasanın açık ifadesine göre Kurum işverenden,sigortalı veya hak sahiplerine yaptığı ödemeleri,ileride yapılması gerekli ödemeleri,bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamını,sigortalının veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olarak isteyebilecektir. Yeni yasa yürürlüğe girdiğinde işveren sürekli dava tehdidi altında olmaktan kurtulacaktır.70
Bu şekilde Kurum’un işverene karşı açtığı rücu davalarının koşulları ve kapsamını açıkladıktan ve 5510 sayılı yeni yasadaki durumuna baktıktan sonra açılan bu davaların hukuki temeli ve zamanaşımı konusundaki değerlendirmemize geçelim.
Kurum’un işverene karşı açtığı rücu davasının hukuki temelinin ne olduğu konusunda daha öncede açıkladığımız üzere, davanın yasal dayanağı olan 506 sayılı yasanın 26.maddesinde açık bir hüküm yoktur. Maddede yalnızca işverenin sorumluluğunun koşulları yer almaktadır. Rücu davasının hukuki temeline ilişkin doktrinde ve Yargıtay Kararlarında ise bir birlik olmayıp,konu son derece teknik ve tartışmalı bir konudur.Davanın hukuki temeli doktrinde bu güne kadar kesin bir şekilde ana hatlarıyla halledilememiştir. Yargıtay 1954 yılında verdiği İçtihadı Birleştirme Kararından bu yana uzun zaman haleflik ilkesini benimsemiş,zaman zaman bu görüşünden sapma gösteren kararlar vermiş olup en son 1994 yılında verdiği İçtihadı Birleştirme Kararıyla bu kez Rücu davalarının hukuki temelinin kanundan doğan ve kendine özgü yapısı olan haleflik ilkesi olduğunu İçtihat etmiştir.Yargıtay Kararlarında bu şekilde farklılıkların olmasının nedeni Rücu davasının temeline ilişkin olarak yasada herhangi bir hükmün olmaması ,doktrinde konuya ilişkin olarak görüş birliğinin olmaması ve konuya ilişkin olarak zaman zaman yapılan yasal değişikliklerdir.
Kurumun Rücu hakkının halefiyet ilkesine dayandığı şeklinde Doktrinde bir kısım hukukçu tarafından savunulan ve Yargıtay’ın da uzun süre savunduğu ilke Rücu davalarının hukuki temelini açıklamakta yeterli değildir. Halefiyetin başkasına ait borcu ifa eden üçüncü kişinin, alacaklının yerine geçmesini ifade ettiğini daha önce açıklamıştık. Halefiyet ilkesi kabul edildiğinde sigortalıya ödeme yapan Kurum sigortalının yerine geçer ve sigortalının halefi sıfatıyla işverene başvurur. Sigortalının sahip olduğu tüm haklar halefiyet ilkesi gereği ödeme yapan Kurum’a geçer. Kurum ,sigortalının işverenden isteyebileceği miktarla sınırlı olarak işverene rücu edecektir. Önceki hukuki işlem sona ermediği için ,ilişkiye uygulanacak hükümlerde bir değişiklik olmayacaktır. Zamanaşımı konusunda da devam eden ilişkiye önceki ilişkiye uygulanan zamanaşımı uygulanacaktır. Zamanaşımının başlangıç tarihi de olay tarihi olacaktır. Ancak Rücu davasının hukuki temelini haleflik ilkesi açıklamaya yetmemektedir. Bir kere Rücu davaları her durumda açılamayıp,ancak yasanın 26.maddesinde belirtilen koşulların bulunması halinde ve Kurum’un ödeme yaptığı durumda söz konusu olur. Eğer işverenin kusuru yoksa Kurum işverene rücu edemeyecektir.Fakat sigortalı uğradığı zararı işveren kusursuz olsa bile isteyebilecektir. Böyle bir durumda Kurum sigortalının halefi olarak hareket edemeyecektir. Yine sonradan yürürlüğe giren kanun ve kararnamelerle sigortalıya veya ölümü halinde hak sahiplerine bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin tahsili amacıyla Kurum’un işverene ek dava açma hakkı(zamanaşımı süresi içinde ve sigortalının işverenden isteyebileceği miktara kadar) mevcut iken,sigortalının veya hak sahiplerinin böyle bir dava açma hakkı mevcut değildir.71 Bunların dışında halefiyet ilkesinin kabulü için kanunda açık bir düzenlemenin de mevcut olması gerekir.Açıklanan nedenlerle Sosyal Sigortalar Kurumunca açılan rücu davalarının hukuki temelini halefiyetle açıklayan görüşün yetersiz olduğu kanısındayız. Bütün bunlara karşın halefiyet ilkesinin sonucu olarak 10 yıllık zamanaşımı uygulanmasının olay tarihinden başlamasının menfaatler dengesine daha uygun olacağı kanısındayız.Zira bu şekilde işveren yıllarca dava tehdidi altında olmaktan kurtulmuş olur ve bu şekilde bir uygulama 5510 sayılı yeni yasadaki duruma da uygun olacaktır.
Yargıtay’ın 1994 tarihli İçtihadi Birleştirme Kararıyla Rücu davalarının hukuki temeline yönelik olarak kabul ettiği “rücu hakkının kanundan doğan ve temelinde geri alma hakkı bulunan ve kendine özgü nitelikte haleflik hukuki temeline dayandığı” ve “Sosyal Sigortalar Kurumunca bağlanan gelirde;kanun kararname ve katsayı değişikliği nedeniyle yapılacak artışların,506 sayılı yasanın 26/1 maddesi çerçevesinde ,sorumlulardan(işverenden) geri istenebileceği” şeklindeki görüşüne katılmak mümkün değil. Zira karşı oy yazılarında da belirtildiği gibi bir davanın,bir hakkın halefiyet ilkesine dayandığının kabulü için yasada açıkça düzenlenmesi gerekir. “Kaldı ki kendine özgü haleflik diye bir kurum ne yasalarımızda ne de içtihatlarımızda mevcut değildir.”72 Yargıtay’ın kabul ettiği “Sosyal Sigortalar Kurumunca bağlanan gelirde;kanun kararname ve katsayı değişikliği nedeniyle yapılacak artışların,506 sayılı yasanın 26/1 maddesi çerçevesinde ,sorumlulardan(işverenden) geri istenebileceği” şeklindeki görüşü de kabul edilemez, zira iş kazası veya meslek hastalığı ile uygun neden-sonuç bağı içinde ortaya çıkan giderlerin işverenden istenebilmesi gerekir. “İş kazalarında cismani zararlarda yeni bir olgu için, iş gücü kaybında artmaya neden olabilecek yeni bir olayın oluşması yani fiziki ve biyolojik bir değişimin ortaya çıkması gerekir.Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında bu görüş kabul edilmiştir.”73 Yargıtay’ın içtihat uyuşmazlığına yol açan 1992 tarihli Hukuk Genel Kurulu Kararında da “506 sayılı yasanın 26.maddesindeki ‘...yapılan ve ilerde yapılması gereken giderler...’ sözcüklerinin, iş kazası veya meslek hastalığı ile uygun neden-sonuç bağı içinde ortaya çıkan giderleri ifade ettiğini, gelirlerde artırım halinde bu bağın mevcut olmadığı sonucuna varmış”74 ve Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında vardığı sonuç ile 1994 tarihli Y.İ.B.K. yer alan karşı oy yazılarında aynı sonuca ulaşılmıştır.Bu sonuç menfaatler dengesine de uygundur. Zira zararlandırıcı sigorta olayından çok sonra kanun,kararname veya kat sayı değişikliği ile yapılan artışların ek rücu davası yoluyla işverenden tekrar istenilmesi ve bu şekilde işverenin sürekli dava tehdidi altında bırakılması doğru değildir.
Tüm yaptığımız bu açıklamalardan sonra Kurum’un zararlandırıcı sigorta olayı neticesi ,sigortalı veya hak sahibi kimselerine yaptığı yardımları kusurlu işverene ödettirme hakkının kullanılma şeklini ifade eden rücu davalarının hukuki niteliğinin yasadan kaynaklanan rücu hakkı olduğunu söyleyebiliriz. Zira Kurum’un işverene dava açması 506 sayılı yasanın 26.maddesinde (5510 sayılı yasa 21.madde) sayılan koşullardan birinin gerçekleşmesi durumunda söz konusu olur. İşveren kusurlu ise Kurum’a karşı sorumlu olur. Madde de sayılan koşullardan hiç biri söz konusu değilse Kurum işverene rücu edemeyecektir. Kurum’un kusurlu işverenden isteyebileceği miktar ,sigortalının işverenden isteyebileceği miktarla sınırlıdır. Kurum’un açtığı rücu davasının hukuki temeli olarak ,yasadan kaynaklanan rücu hakkı görüşü kabul edilince Kurum işverene ait borcu sigortalıya ödeyince,sigortalı ile işveren arasındaki bor münasebeti sona erer ve borcu sona erdiren kişi borçluya karşı rücu hakkına sahip olur. Yeni bir ilişki doğar,bu yeni ilişkide rücu hakkı sahibi önceki ilişkide alacaklının sahip olduğu hakları kullanamaz, o sadece kendisine yasanın verdiği haklar varsa onları kullanabilir. Rücu hakkı görüşünün yasal dayanağı da 506 sayılı yasanın 26.maddesidir. Zamanaşımı süresi BK 125.maddesinde düzenlenen 10 yıllık süredir. Ve zamanaşımının başlangıç tarihi ise daha önce açıkladığım gibi olay tarihinden başlaması menfaatler dengesine daha uygundur. İş kazalarında cismani zararlarda yeni bir olgu sayılacak bir olay gerçekleştiği zamanda ise yeni bir zamanaşımı süresi işlemeye başlayacaktır.
506 sayılı yasa 26.maddesinde yer alan “...Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22’nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir...” hükmü işverenleri sürekli dava tehdidi altında tutuyordu. 5510 sayılı yasa 21.maddesinde “506 sayılı Yasa’da, ilerde yapılması gerekli her türlü giderlerin tutarları ile,yerine ,21.maddede,ileride yapılması gereken ödemeler,denilmiştir. Yine 506 sayılı Yasa’da ,gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22.maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı,yerine,21.maddede,bağlanan gelirlerin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamının tahsil edileceği belirtilmiştir.”75 Getirilen bu yeni düzenlemeyle(5510 sayılı yasa’nın 1 temmuz 2007 tarihinde yürürlüğe girmesi bekleniyor) mevcut düzenlemedeki maddelere dayanılarak işverenlerin yıllarca dava tehdidi altında bulunması şeklindeki haksızlıkta sona erecektir.






K A Y N A K Ç A

ARASLI, U., Türk İş Hukuku Ve Sosyal Güvenlik Kurulu Uygulamaları,Sosyal Güvenlik ve Sosyal Sigortalar,C.I,Ankara 2002.
ASLANKÖYLÜ, R., Kurumun 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 10. ve 26.maddesinden Doğan Rücu Hakkının Hukuksal Temeli, Yargıç Dr.Aydın ÖZKUL’a armağan, Kamu-İş,C.6,S.4, 2002.
AYAN, M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler,4.baskı,Konya 2005.
BAŞBUĞ, A., ssk. M.26,Sigortalıya Bağlanan Gelirdeki Artışlar İçin Açılan Rücu Davası-Zamanaşımı Süresinin Hesabı, madde incelemesi,İş Hukuku Dergisi,Y.1993,S 1-4, C.3.
DEMİRCİOĞLU, A.M./
GÜZEL, A., İşverenin Sosyal Sigorta Yükümlülükleri Ve Sorumluluğu, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul 2001.
ERGİN, B., Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İşverene Rücuya nasıl Bakıyor? , Sicil Dergisi,Aralık 2006.
GEÇER, B., Sosyal Güvenlik Reformu ile İşverene Rücu Konsepti Değiştirildi. Yaklaşım Dergisi,Y.14, S.167, Kasım 2006.
GÜZEL, A./ OKUR, A.R., Sosyal Güvenlik Hukuku,Yenilenmiş 10.Bası, Beta,İstanbul 2004.
KILIÇOĞLU, A., Borçlar Hukuku Genel Hükümler,3.Bası,Ankara 2003.
ÖZDEMİR, E., İş Sözleşmelerinden Doğan Uyuşmazlıklarda İspat Yükü ve Araçları,Beta,1.Baskı,İstanbul 2006.
TUNCAY, A.C., Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri,10.Bası,İstanbul 2002.
TUNÇOMAĞ, K., Sosyal Güvenlik Kavramı ve Sosyal Sigortalar,2.Baskı,İstanbul 1982.
UL, N., “İş Kazalarında SSKurumunca Açılacak Rücu Davaları,” İş ve Hukuk , Şubat 1991.


[1] Ali GÜZEL/Ali Rıza OKUR, Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 10.Bası, Beta, İstanbul:2004,s.269-270. ;Bekir GEÇER,Sosyal Güvenlik Reformu ile İşverene Rücu Konsepti değiştirildi,Yaklaşım Dergisi,Y.14,S.167,Kasım:2006,s.178. ; Berin ERGİN, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İşverene Rücuya Nasıl Bakıyor?,Sicil Aralık 2006,s,135.

[2] Kenan TUNÇOMAĞ,Sosyal Güvenlik Kavramı ve Sosyal Sigortalar, 2.Baskı,İstanbul:1982,s,350-351.; Necdet UL , “İş kazalarında SSKurumunca Açılacak Rücu Davaları”,İş ve Hukuk,Şubat 1991, s.14.

[3] A.Murat DEMİRCİOĞLU/Ali GÜZEL,İşverenin Sosyal Sigorta Yükümlülükleri ve Sorumluluğu, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul:2001, s.214.;GEÇER,s.178.

4 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL, s. 214 ; GÜZEL/OKUR, s. 270 ; Utkan ARASLI,Türk İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Kurulu Uygulamaları , Sosyal Güvenlik ve Sosyal Sigortalar C.I, Ankara:2002, s.496. ; Anayasa Mahkemesi Kararı için bkz. ARASLI,s.531.

[5] DEMİRCİOĞLU/GÜZEL, s.214.

[6] DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.214.; GÜZEL/OKUR, s.270.; ARASLI,s.496.

[7] DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.214.

[8] Çenberci,187(GÜZEL/OKUR,s.270 naklen).

[9] ARASLI,s.496.

[10] TUNÇOMAĞ,s.351.

[11] ARASLI,s.496.;GÜZEL/OKUR, s.271.; İleride 1994 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararına geniş bir şekilde değinilecektir.

12 ARASLI, s.497.; A.Can TUNCAY,Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri,10.Bası,İstanbul:2002, s.387vd.

13 Ahmet KILIÇOĞLU, Borçlat Hukuku Genel Hükümler,3.Bası, Ankara:2003, s.375.

14 ARASLI, s.497.; TUNCAY, s.389 vd.

15 Kurumun rucü hakkının hukuksal temeli olarak halefiyet ilkesini kısmen benimseyen ÇENBERCİ ile halefiyet ilkesini benimseyen KILIÇOĞLU’nun görüşleri ve açıkladığımız diğer görüşler hakkında geniş bilgi için bkz. Resul ASLANKÖYLÜ(Yargıtay 10.Hukuk Dairesi Başkanı),Kurumun 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 10.ve 26.Maddesinden Doğan Rücu Hakkının Hukuksal Temeli,Yargıç Dr. Aydın ÖZKUL’ a armağan,Kamu-İş,C.6.S.4, 2002, s.216-218. ; Kurumun rucü hakkını halefiyet olarak kabul eden doktrindeki başka görüşler için bkz.ARASLI, s.499.

16 GÜZEL/OKUR, s.271 özellikle sayfa 271’deki 174 nolu dipnot.

17 ARASLI, s.498-499.; GÜZEL/OKUR,s. 271.; DEMİRCİOĞLU/GÜZEL, s.214-215.

18 ARASLI. S.499 vd. ; GÜZEL/OKUR,s.271vd.; TUNCAY,s.389 vd.

19 GÜZEL/OKUR, s.271.; DEMİRCİOĞLU/GÜZEL, s.215.

20 ARASLI, s.499.

21 Doktrinde yukarıda açıkladığımız yazarların dışında ,Gürca ÖNER ve Kemal OĞUZMAN da aynı görüşü farklı gerekçelerle kabul etmektedir (ASLANKÖYLÜ,s.218vd.) .;Aydın BAŞBUĞ,ssk.M.26, Sigortalıya Bağlanan Gelirdeki Artışlar için Açılan Rücu Davası-Zamanaşımı Süresinin Hesabı,madde incelemesi,İş Hukuku Dergisi,Y.1993.,S.1-4.,C.3.,s.275. Ayrıca Yargıtay’ın 1.7.1994 tarihli İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunda ,Kurumun Rücu Hakkının Yasadan doğan bağımsız bir Rücu Hakkı olduğunu savunan ASLANKÖYLÜ’nün görüşü için bkz. Y.İ.B.G.K 1.7.1994 tarih,1992/3 Esas,1994/3 Kararı.

22 ARASLI, s.497.; TUNCAY, s.388.

23 ARASLI, s.497.; TUNCAY, s.388.

24 ARASLI, 500vd.; GÜZEL/OKUR,s.271-272.;DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.215.; ASLANKÖYLÜ,s.219vd.; TUNCAY,s.388-389.

25 ASLANKÖYLÜ, s.227vd.; TUNCAY,s.387.

26 ARASLI, s.500.

27 Y.İB.G.K. 1.7.1994 T. 1992/3 E. 1994/3 K.;ASLANKÖYLÜ,s.227 vd.; ARASLI,s.498 vd. ; TUNCAY,s.388-389.

29 TUNCAY, s.389.

30 ARASLI, s.507.

31 Yürürlüğü 1 Temmuz 2007 tarihine ertelenen ,5510 sayılı ve 31.5.2006 tarihli Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun ,506 sayılı kanunu’nun 26.maddesini karşılayan 21.maddesinde “İş kazası ve meslek hastalığı ,işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı hareketi sonucu meydana gelmişse,Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine n-bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı,sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarla sınırlı olmak üzere,Kurumca işverene ödettirilir.İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.
İş kazası,meslek hastalığı ve hastalık,üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse,sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı,zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücu edilir. ”

32 Mehmet AYAN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler,4.baskı,Konya:2005, s.212.; ARASLI, s.507.; GÜZEL/ OKUR,s. 273.

33 GÜZEL/ OKUR, s.273; DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.216.; ARASLI,s.507.

34 GÜZEL/ OKUR, s.273 vd.; DEMİRCİOĞLU/GÜZEL, s.216 vd.; ARASLI, s.507 vd.

35 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL, s.215.

36 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL, s.216.

37 Y.H.G.K. 2.7.1982 tarih, 1980/10-1853 Esas, 1982/768 Karar.

38 Y.10.H.D. 18.11.1993 günlü, 1992/9689 Esas, 1993/13352 Kararı.

39 ARASLI,s.507; DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s. 217.

40 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.217vd.; GÜZEL/ OKUR,s.277vd.; ARASLI,s.508 ve özellikle 541 vd.yer alan Kararlar bölümünde ,İşverenin sorumluluk hallerine ilişkin kararlar başlığı altında verilen Yargıtay Kararlarına bakınız.

41 ARASLI,s.510-511.

42 GÜZEL/OKUR, s.275.

43 Y.21.HD. 31.10.1997(GÜZEL/OKUR,s.27a naklen.)

44 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL, s.218.; GÜZEL/OKUR, 278.; ARASLI,s.508.; Tunçomağ,maddede suç sayılabilir deyiminden anlaşılması gerekenin cürüm suçları olduğu görüşündedir. TUNÇOMAĞ, s.352-353.

45 ERGİN,s.137.

46 Y.10.H.D.1.11.1993, E. 1992/6550, K.1993/11920.; Y.10.H.D.4.2.1993, E. 1991/7474, K.1993/790 ( ARASLI,s.562-563).

47 ARASLI,s.521.; DEMİRCİOĞLU/GÜZEL, s.219-220.; GEÇER, s.179.;ERGİN,s.137.; BAŞBUĞ,s.277 vd.

48 Esas:1975/198,Karar:1976/18 sayılı ,18.3.1976 günlü; Esas: 1982/4,Karar:1983/17 sayılı , 20.12.1983günlü ve son olarak Esas:1990/28, Karar:1991/11 sayılı 2.5.1991 günlü Anayasa mahkemesi Kararları ( ARASLI,s596 vd.); ASLANKÖYLÜ, s.233 vd.

49 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.220.; GÜZEL/OKUR, s.279-280.

50 Y.İ.B.K . 1.7.1994 tarih ,Esas:1992/3,K: 1994/3 sayılı karar. www.kazanci.com.tr

51 GEÇER,s. 180-181. ; ERGİN,s.137.

52 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.220 vd.; TUNCAY, s.390.; GÜZEL/ OKUR, s.280.; ARASLI,s.523.

53 ARASLI, s.524 vd.

54 D EMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.221.; “ilk rücu davasında hükmedilen gelir peşin sermaye değerinin maddi zarardan indirilmesi gereki.” Y.10.H.D. 29.8.1992 gün, E.1992/9297,K.1992/8867(ARASLI, s.613-614.).

55 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.221; GÜZEL/OKUR, s.282.; Y.10.H.D. 14.4.192 GÜNLÜ,E.1991/2386,K.1992/1230 sayılı kararı için bkz.ARASLI,s.558.

56 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.221.

57 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.221.; ARASLI,s.520. ; Erdem ÖZDEMİR,İş Sözleşmesinden Doğan Uyuşmazlıklarda İspat Yükü ve Araçları, Beta,1.Bası, İstanbul:2006 , s.205.

58 ARASLI,s. 520.

59 ARASLI,s.520.;ÖZDEMİR,s.39vd.

60 Y.H.G.K. 6.4.1994,E:1991/10-953, K:1994/197 ; Y.H.G.K. 25.4.1984, E:1984/10-709,K:1986/452 ; Y.H.G.K. 2.12.1983,E:1981/10-1199,K:1983/1238 ; Y.10.HD.29.11.1994,E:1994/10388,K:1994/19389 ; Y.19.HD.25.10.1994,E:1994/10393,K:1994/17988 ; Y.10.HD.4.2.1993,E:1991/7577,K:1993/794 ; Y.10.HD.31.3.1992,E:1991/3918,K:1992/3941. Bu kararlar için bkz.ARASLI,s.583 vd.

61 DEMİRC İOĞLU/GÜZEL,s.221. ;TUNCAY,s.390-391. ; “BK.53.maadesine göre,hukuk hakimi,kusur olup olmadığına karar vermek için;ceza hukukunun sorumluluğuna ilişkin kurallarla bağlı olmadığı gibi;kusurun takdiri konusunda da bağlı değilidir. Ceza ilamının maddi olguların tesbitine ilişkin kısım hukuk hakimini bağlar”ARASLI,s.590.

62 ARASLI,520-521

63 ARASLI,s.528.

64 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.222.; ARASLI,S.528-5429; güzel/okur,s.282. ; Ayrıca “Rücu davalarında;faize;bağlanan gelirler bakımından gelirin onay tarihi,diğer harcamalar yönünden,sarf ve tahsis tarihlerinden hükmedilmelidir.” şeklindeki ,Y.H.G.K.1.10.1986 günlü,E.1985/10-500,K:1986/6317 sayılı kararı için bkz.ARASLI,s.643.

65 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.222.; UL,s. 14.;TUNCAY,s.389-390.

66İş kazası ve meslek hastalığına maruz kalan sigortalılara ya da bunların hak sahiplerine, iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası kolundan, Sosyal Sigortalar Kurumu'nca bağlanan gelirlerde; kanun, kararname ve katsayı değişikliği nedeniyle yapılacak artışların, 506 sayılı Kanunun 26/1. maddesi çevresinde, sorumlulardan geri istenebileceği, bu bağlamda açılacak rücu davalarının kanundan doğan ve temelinde geri alma hakkı bulunan ve kendine özgü nitelikte haleflik hukuki temeline dayandığı ve on yıllık akdi zamanaşımına tabi olduğu ve zamanaşımının, her bir gelir artışın, Kurum'un yetkili organının onayladığı tarihten başlar.” Y.İ.B.K . 1.7.1994 tarih ,Esas:1992/3,K: 1994/3 sayılı karar. www.kazanci.com.tr

67 TUNCAY,s.390.; DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.222.

68 TUNCAY,s. 390.; DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.222.; ARASLI,s.529.; UL,s.14.

69 ERGİN,s.135.

70 ERGİN,s.137.; GEÇER,s.180 vd.

71 bkz, Y.İ.B.K. 1.7.1994 tarih,Esas : 1192/3,K:1994/3 sayılı kararı ve o karardaki 10.Hukuk Dairesi Üyesi Resul ASLANKÖYLÜ’nün karşı oy yazısı.

72 Yargıtay’ın 1994 tarihli içtihadı Birleştirme Kararının eleştirisi için ayrıca bkz. Daha önce 29 nolu dipnotta yer verdiğimiz TUNCAY’ın eleştirisi.

73 bkz, Y.İ.B.K. 1.7.1994 tarih,Esas : 1192/3,K:1994/3 sayılı kararı ve o karardaki 9.Hukuk Dairesi Üyesi Ekrem SERİM’in karşı oy yazısı.

74 DEMİRCİOĞLU/GÜZEL,s.220; GÜZEL/OKUR,s.279-280.

75 ERGİN,s.137.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"İşverenin Kurum Karşısındaki Sorumluluğu(Ssk M.26)" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Adnan Harman'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (https://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
05-08-2007 - 09:35
(6479 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 3 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 3 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
14232
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 13 saat 8 dakika 1 saniye önce.
* Ortalama Günde 2,20 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 117505, Kelime Sayısı : 10780, Boyut : 114,75 Kb.
* 7 kez yazdırıldı.
* 6 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 652
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,14648700 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.