Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Ad Ve Adın Korunması

Yazan : Ali Kaya

Makale Özeti
adlar,ad çeşitleri,davalar,koruma davaları ve münhasıran manevi tazminat davası

GİRİŞ

Bir yerde hak varsa ihlal de her zaman söz konusudur.Hele ki hak ve özgürlüklerin daha çok yer bulduğu çağdaş hukuk düzenlerinde ihlaller daha çok göze çarpmaktadır.Bu arzu edilen bir durum olmamasına rağmen insanlığın gelişimiyle beraber insan artık “insan” ya da Latince persona kelimesinin dilimize yerleşmiş deyimiyle “kişi” olarak hukuk açışından köle olmaktan çıkmış,en değerli varlık haline gelmiştir.Diğer bir deyişle HAK OLDUĞU İÇİN İHLAL VARDIR.Bizim bu çalışmamızın konusunu da bir kişilik hakkı olan “AD” ,ad üzerindeki hak ve bunun korunması oluşturacaktır.O zaman önce hak-kişi(lik)-ad kavramını açıklayalım.

1.HAK-KİŞİLİK KAVRAMLARI
Hak;Hukuk düzeni tarafından kişilere tanınmış olan yetkilerdir. Hukukta hak sahibi olabilen ve borç altına girebilen varlıklara ise şahıs (kişi) denir.Sümer/ Ulukapı’nın da ifade ettiği gibi kişiler ,gerçek(hakiki) ve tüzel (hükmi)kişiler olmak üzere ikiye ayrılır1.Gerçek kişiler sadece insanlardan ibarettir.Tüzel kişi kavramı ise bir zorunluluk sonucu doğmuştur. Kişi;dar anlamda hak ehliyetine haiz varlık,geniş anlamda ise kişilik değerlerini oluşturan değerlerin bileşkesidir.Bugün sıklıkla kullandığımız kişi sözcüğü eskiden beri kullandığımız Arapça bir kelime olan insan sözcüğünün karşılığı olarak da kullanılan genel bir deyim olmuştur.Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi hukuk açısından kişi deyince sadece insan değil dernek,vakıf,şirket vb. tüzelkişiler de akla gelmelidir.Kişilik hakkı ise Medeni Kanun’da (MK.) tanımlanmamış bir kavramdır.Kavram olarak da kişilik kesin sınırları çizilebilecek bir kavram değildir.Öztan da aynı görüştededir 2.Ona göre;kavram zamana ,mekana göre değişebilen göreceli(rölatif)bir kavramdır.O yüzden kanunda zannımca böyle bir tanıma yer verilmeyerek isabetli bir kodlama yapılmıştır.Akıntürk’e göre kişilik hakları bir kimsenin maddi (bedensel),manevi ve ekonomik bütünlüğü ve varlıkları üzerindeki mutlak haklardır3 .Gerçekten de kanuna (bundan sonra kanun deyimi medeni kanunu ifade etmek için kullanılacaktır.)bakınca kişilik hakkının kişiyi sadece dışa karşı değil (MK.m.24-25 gibi) içe karşı da koruyan (MK.m.23)mutlak bir hak olduğunda şüphe yoktur.Yani bu hakkı ihlal eden herkese karşı aşağıda dile getirilen davalar açılabilecektir.Bu davaları ilerde anlatacağım için şimdilik bu kadarıyla yetineceğim.
2.AD VE AD ÜZERİNDEKİ HAKKIN KORUNMASI
2.1.AD KAVRAMI

Ad,sözlük anlamıyla Bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, tanımlamaya, açıklamaya, bildirmeye yarayan söz, isimdir4 .Ad bir kişiyi belirten ve toplum içinde onu diğerlerinden ayırtetmeye yarayan bir tanıtıcı işarettir.Adla ilgili öğretide bir çok tanıma rastlamak mevcuttur ama bu tanımlar hep onun; tanıtıcı ,ayırtedici işlevlerine vurgu yapmaktadır.
Ad üzerindeki hakkın niteliği uzun süre tartışılmıştır.Bugün hakim olan fikre göre ad üzerindeki hak bir kişilik hakkıdır.Yani bu hak; yukarıda değinilen, hukuk düzenince korunan kişisel değerlerdendir.
1 Haluk Hadi Sümer ve Ömer Ulukapı,Hukuk Bilimine Giriş,Konya 1997,s.97.
2Bilge Öztan,Medeni Hukukun Temel Kavramları,Ankara 2004,s.255.
3 Turgut Akıntürk,Medeni Hukuk,İstanbul 2003,s.145.
4 http://www.tdk.gov.tr/TR/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF05A79F 75456518CA
Helvacı’nın tezinde dile getirdiği gibi ad üzerindeki hakka sahip olmak ve onun korunması için temyiz kudretine sahip olmak gerekmez5.Böyle olunca da ,MK.26’da özel olarak korunmamış olsaydı dahi ad,MK(m.24) ve BK(m.49)’daki genel hükümlerle yine korunma imkanı bulacaktı.Ancak ad üzerindeki hakkın özel olarak düzenlemeyle korumaya alınması Piştav’ın da naklen tezinde belirttiği gibi hukuk politikası yönünden iki nedene dayanır6.Biri,adın bir kimsenin ferdileştirilmesinde çok büyük önem taşıması diğeri,adın devamlı muhafazasında hukuki güvenlik açısından büyük yarar olmasıdır.
2.2.ADIN ÇEŞİTLERİ
Kullanılması hukuken zorunlu olup olmamasına göre ikiye ayrılır.
2.2.1.Kullanılması zorunlu olan adlar
Bunlar öz ad ve soyadıdır.Soyadı Kanunu(m.1)”Her Türk öz adından başka soyadını da taşımaya mecburdur.”diyerek öz ad ve soyadı kullanma zorunluluğu getirmiştir.

2.2.1.1.Öz ad

Kişileri belirlemeye,özellikle aynı soyadı taşıyan kişileri birbirlerinden ayırmaya yarayan ada öz ad denir.Akıntürk aynı eserinde öz ad için önad demiştir7,ama tamamen çeviri mahsulü olan bu ve bunun gibi ibareler(Küçük ad,has ad,vaftiz adı gibi) Hatemi’nin gerçek kişiler hukuku adlı kitabında dediği gibi Soyadı Kanunu (21.06.1934 tarihli ve 2525 sayılı kanunun birinci maddesi)karşısında hukuki bir deyim olmaktan yoksundur8.Dural/Öğüz’e göre bir kimsenin birden fazla öz ad kullanmasına bir engel yoktur9.Halk arasında göbek adı denilen bu ikinci adlar,nitelikleri yönünden öz addan başka bir şey değildir.Ancak kanunen sınırı olmasa da yine de bir kişinin makul seviyede öz ad taşıması gerekir.Burada şunu da ifade etmek gerekir ki;25/04/2006 tarih ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun kaldırılan hükümler başlığı altındaki 71.Maddesiyle 1587 sayılı Nüfus Kanunu artık yürürlükten kalkmıştır.Yeni çıkan bu kanunda öz adla ilgili sınırlayıcı,yasaklayıcı bir hükme rastlanılmamaktadır.Dolayısıyla eski kanunun(1587 sayılı Nüfus Kanunu’nun m.16/V)ilgili maddesinin bizce de isabetli olarak yeni kanuna alınmadığını görüyoruz.
Söyleyişte ve yazışta öz ad önde,soyadı arkada kullanılır(Soyadı K.m.2).Tüzüğe göre(Soyadı Tüzüğü m.2) söyleyiş ve yazışta sadece soyadının kullanılması da mümkündür.İmza da,önce öz ad, sonra soyadı atılır.Soyadı Tüzüğünün ikinci maddesine göre öz adının ilk harfi ve soyadının tamamı ile imza atmak mümkündür.Birden fazla özadı varsa,soyadından önce her iki öz adın ilk harfleri ya da birinin ilk harfi ile imza atılması da mümkündür.
2.2.1.2.Soyadı
Aynı aileden gelen fertleri ,diğer ailenin fertlerinden ayırtetmeye yarayan ada soyadı denir.Oğuzman/Seliçi/Özdemir ,Kişiler Hukuku kitabında soyadını şöyle tarif etmiştir:Soyadı,nesilden nesile intikal eden ve bir kişinin bir soya,bir aileye bağlılığını ifade eden addır10.
5 Serap Helvacı,”Kişilik İşlem Hakları(Münhasıran Şahsa Bağlı Haklar)”(Yayınlanmamış Doktora Tezi,İstanbul Üniversitesi SBE,1990),s.68.
6 Selahattin Piştav,”Kişilik ve Kişiliğin Korunması”(Yayınlanmamış Doktora Tezi,İstanbul Üniversitesi SBE,1996),s.59,dn.133.
7 Akıntürk,a.g.e.,s.158.
8 Hüseyin Hatemi,Gerçek Kişiler Hukuku Kısa Ders Kitabı,İstanbul 2005,s.55.
9 Mustafa Dural ve Tufan Öğüz,Kişiler Hukuku,İstanbul 2005,s.155.
10 M.Kemal Oğuzman,Özer Seliçi ve Saibe Oktay Özdemir,Kişiler Hukuku(Gerçek ve Tüzel Kişiler),İstanbul 2005,s.89
Soyadı Kanunu’ndan önce “aile adı” denilen adı bir çok aile taşıyordu ve bu teamül çok eskilere uzanıyordu ama bu bir zorunluluk değildi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin devrim niteliğindeki yasalarından olan 1934 tarihli Soyadı Kanunu bu alandaki açığı kapatmış ve bir tanım yapmamakla birlikte soyadı kullanma mecburiyeti getirmiştir.Bu vesileyle kanunun inkılapçı tavrı ve halk arasındaki eşitliğe olumlu katkısına da değinmiş olalım.
Soyadı kullanma zorunlu olmakla beraber “Rütbe,memuriyet,aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz.”(Soyadı K.m.3).
Soyadını evlilik birliğinin reisi olan koca seçer.(Soyadı K.m.4/1)Mümeyyiz olan reşit soyadını seçmekte serbesttir.(Soyadı K.m.5/1).İşte bugün bu hükümlerin uygulanma olasılığı yoktur.Çünkü bu hükümler,1934 kanun çıktığı zaman herkesin soyadı sahibi olması için konulmuş hükümlerdir.Dural/Öğüz’e göre bugün herkesin soyadı bulunduğunu ve soyadının,değil serbestçe seçilmesinin,değiştirilmesinin dahi mahkeme kararına (Nüfus hizmetleri Kanunu m.35/1)bağlı olduğu düşünülecek olursa,artık bu hükümlerin uygulama imkanı olmadığını daha iyi anlarız11.
2.2.2.Kullanılması zorunlu olmayan adlar
Bu adları kullanmak hukuken zorunlu değildir.Bunlar takma(müstear)ad ve lakaptır.
2.2.2.1 Takma(müstear)ad
Bir kimsenin belirli bir iş yaptığı ,bir faaliyette bulunduğu sırada,gerçek adı yerine kullandığı takma addır.Kişi gerçek kimliğini çeşitli nedenlerle gizlemek ister.Genellikle kişiler olumsuz etki ve eleştirilerden kurtulmak için müstear ad kullanma yoluna gitmişlerdir.Özellikle sanat ve edebiyat çevrelerinde rastlanır.Mahlas dendiği de görülmektedir12.Fuzuli,Baki,Peyami Safa,Cüneyt Arkın,Moliere tanınmış takma adlardır.Takma ad kanunda düzenlenmemiştir.Bu nedenle MK.m.25-26 kapsamına alınıp alınamayacağı tartışılmıştır.Ama öğretide baskın görüş korunacağını kabul etmektedir.Fakat takma ad,haksız yere ya da üçüncü kişilerin zararına kullanılacak olursa pek tabii ki bu koruma söz konusu olmaz.Ve yine takma ad çok kişinin kullandığı bir adsa,ya da bu ad başkaları tarafından bazı malların markası olarak kullanılırsa yine koruma işlerlik kazanmaz.
2.2.2.2. Lakap
Bir kimseye başkaları tarafından takılan addır.Lakap ile takma adı ayıran en belirgin özellik takma adı kişinin kendi seçmesi lakabın ise başkaları tarafından verilmesidir.Genelde bir kişiye belirli fiziki özellikleri ya da tutumu dolayısıyla başkaları tarafından yakıştırılan addır.Fatih,Yıldırım,Yavuz,Aksak gibi tarihi lakaplar olduğu gibi şişko,sulu,kör,topal,garip,deli gibi komik ve de çirkin lakaplarda mevcuttur.Lakap birden çok kelimeden oluşabilir.Yedi Sekiz Hasan Paşa’da olduğu gibi.Lakap da bir kimseyi teşhise yardımcı olduğu için ad gibi korunup korunmayacağı tartışmalıdır.Ad gibi korunduğu hallerde kişilik hakkına dahil sayılarak korunacağı öğretide ileri sürülmektedir.Ancak bunun için öncelikle kişinin bu lakapla uzun zamandan beri tanınmakta olması,bu adın kendisini toplum için de belirlemesi ve kendisince de benimsenmesi,hukuka,ahlaka,adaba aykırı olmaması gerekir.
11 Dural/Öğüz,a.g.e.,s.156
12Oğuzman/Seliçi/Özdemir,a.g.e.,s.89


2.2.3.Ticaret Ünvanı
TK.m.41/2 uyarınca her tacir ticari işletmesine ilişkin işlemlerini bir ticaret ünvanı ile yapmaya ve işletmesi ile ilgili senet ve diğer evrakı bu unvan altında imzalamaya mecburdur.Ticaret Kanunu’nun bu hükmü karşısında “ticaret ünvanı” da bir addır ve tacirin ticaret alanında kullandığı adıdır.
Hatta gerçek kişi tacirlerde ticaret ünvanı gerçek kişinin adı soyadından oluşur.Yani nüfustaki adıyla aynı adı ticari işletmesi ile ilgili faaliyetlerinde ticaret ünvanı olarak kullanır.Ancak bu unvan böyle olsa bile nüfustaki addan bağımsızdır. Yargıtay bir kararında buna değinmektedir13. Ticaret ünvanı gerek Ticaret Kanunu (m.52) gerekse de bünyelerine uyduğu oranda kişilik hakları kapsamında korunmaktadır.Hatta ortada haksız rekabet teşkil edici bir suistimal varsa ticaret ünvanı tescilli olmasa bile TK.m.56 devreye girer ki;Bu bizim çalışmamızın konusunu aşmaktadır.

2.3.Adın görevleri
Öğretide adın belirtme,düzen ve birlik sağlama şeklinde üç önemli görevi olduğu ifade edilmektedir.

2.3.1.Belirtme
Adın en önemli görevi,kişiyi belirtmesidir.Ad,bu görevini üç yolla yerine getirir.
2.3.1.1. Ayırma yoluyla
Ayırma görevi bütün adlar için söz konusudur.Aynı soyadını taşıyan kişileri öz ad,bir aileye bağlı fertleri ,diğer aileye bağlı fertlerden soyadı ayırır.Aynı şekilde takma ad ve lakap da,toplum içinde kişileri birbirinden ayırmaya yarar.
2.3.1.2.Bağlama yoluyla
Bu görevi,bir aileye dahil fertleri birbirine bağladığı için soyadı yerine getirir.Aynı görevi ,bütün aileyle yaygın olması şartıyla lakap ta yapar.
2.3.1.3 Nitelendirme yoluyla
Bu görevi,lakap yerine getirir.Çünkü daha öncede dediğimiz gibi lakap,kişiye,belirli fiziki ya da psikolojik üstünlüğü ya da eksikliği veya davranışlardaki belirli özellikleri dolayısıyla takılmaktadır.
2.3.2. Düzen sağlama
Kişilerin birbirlerinden ayırtedilebilmeleri ,sosyal düzen yönünden zorunludur.Bu düzen ise,ancak kişilerin bir ad kullanmalarının zorunlu hale getirilmesi ve ad değişmezliği ilkesinin kabulü ile mümkündür.Bu sebeple bu görevi,kullanılması zorunlu olan adlar sağlar.
2.3.3. Birlik yaratma
Gerek öz ad gerek soyadı,ulusal ve aile içindeki birliği sağlar.
13 Yar.11.HD.,E.1998/8277,K.1999/233,T.28/1/1999,”.. Davacı ve davalı gerçek kişi tacirler adları farklı soyadları ise aynıdır. Herkes kayıtlı ismi üzerinde hak sahibi olup, kişinin adı kanun ile koruma altına alınmıştır. Davalı’nın ticari işletmesinde ( Davacı ile aynı olan ) soyadını kullanması, Davacı’nın ticaret ünvanına tecavüz niteliğinde olmayıp, haksız rekabetten söz edilemez.”,(Kazancı Bilişim).
2.4.ADIN KAZANILMASI
2.4.1.Öz adın kazanılması

Çocuğun öz adını ana ve babası koyar.(MK.m.339/son).Ana ve babanın çocuklarına öz ad koyma hakkının,her ne kadar MK.m.339’da velayete bağlandığına dair bir hüküm yoksa da ;maddenin velayetin kapsamı altında düzenlenmesi,öz ad koyma hakkının sadece velayete sahip olan ana ve babaya ait olduğunu göstermektedir.Bu bakımdan,ana ve babası evli iken doğan çocuğun öz adını,ana babanın ikisi de velayet hakkına sahipseler birlikte koyarlar.Anlaşamamaları halinde,sorunu mahkeme kararı çözecektir.Velayet hakkı ana ya da babadan alınmışsa,çocuğun adını diğeri koyar.Velayet her ikisinden de alınmışsa,çocuğun adını vasi koyar.Aynı durum ,ana ve babanın her ikisinin de ölmüş ya da gaipliğine karar verilmiş olması halinde de geçerlidir.
Ana babası evli olmayan çocuklar üzerindeki velayet kanun gereği anaya ait olduğu için(MK.m.337/I)çocuğun öz adı anası tarafından korunur.Ancak MK.m.337/II’deki hallerin birinin varlığı sebebiyle velayet babaya verilmişse ,ad koyma hakkı da ona geçer.Eğer hakim,aynı hükme göre ,çocuğa vasi atamayı tercih etmişse ,çocuğun adını vasi koyar.Yaşının küçüklüğü nedeniyle kendisini ifade edemeyen bulunmuş çocuklar ile zihinsel özürlü olup da bulunmuş on sekiz yaşından büyük kişilerin ,tutanaklarda adı ve soyadı belirtilmemişse,bunların ad ve soyadını nüfus müdürlüğünce konur.(Nüfus Hizmetleri Kanunu m.19).
2.4.2. Soyadının kazanılması
2.4.2.1.Soybağı yoluyla
2.4.2.1.1.Evlilik içi doğan çocuk
Ana ve baba evli ise çocuk ailenin (diğer bir deyişle babanın) soyadını alır(MK.m.321).Bu maddeyi m.285 ile beraber düşünürsek ,sadece evli oldukları sırada doğan çocuklar değil,evliliğin sona ermesinden itibaren 300 gün içinde doğan çocuklar ile gaipliğe karar verilmesi halinde,kayıp olma ya da son haber alma tarihinden itibaren 300 gün içinde doğan (yani babalık karinesinden yararlanan)çocukların da ailenin soyadını alacağını kabul etmek gerekir.Dural/Öğüz’e göre MK.m.321’deki ana ve babanın evli olması ibaresini,çocuğun hem doğum anını hem de ana rahmine düştüğü anı kapsayacak şekilde anlamak gerekir14.
Bunun gibi ana ve babası sonradan evlenen çocuklar da MK.m.292’ ye göre ,kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tabi olacaklarından,onların da ailenin soyadını almaları gerekir.
2.4.2.1.2.Evlilik dışı doğan çoçuk
Ana ve babası evli olmayan çocuk anasının soyadını taşır(MK.m.321 c.1).Kadın önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa(MK:173/II)çocuk,anasının bekarlık soyadını alır(MK.m.321 c.2).Aynı kuralın ,çocuğun evlilik içinde doğması,fakat kocanın soybağını reddetmesi halinde de uygulanması gerekir.Bu emredici düzenleme ,tanıma veya babalığa hüküm yolu ile baba ve çocuk arasında soybağı kurulsa hatta ana küçük,kısıtlı,ölmüş veya velayet kendisinden alındığı için hakim velayeti babaya vermiş (MK.m.337/II)olsa dahi çocuğun babasını soyadını taşımasına engeldir.Helvacı bu görüşü savunurken,Dural/Öğüz farklı düşünmektedir15.
2.4.2.1.3.Evlat edinilme yoluyla
Evlatlık küçük ise evlat edinenin soyadını alır(MK.m.314/III c.1);ergin olan evlatlık ise evlat edinilme sırasında dilerse evlat edinenin soyadını alabilir(MK:m.314/III c.2).Yani bu konuda ergin evlatlığa bir seçimlik bir hak tanınmıştır.
14 Dural/Öğüz,a.g.e.,s.159.
15 Helvacı,Gerçek Kişiler,İstanbul 2007,s.139, karşıt görüş için bkz. Dural/Öğüz,a.g.e.,s.160.
Buna göre,çocuğu eşler birlikte evlat edinmişse –ki kural budur-(MK.m.306)ailenin;evli olmayan biri tarafından evlat edinilmişse onun soyadını alır(MK.m.307/I).Eşlerden biri tarafından tek başına evlat edinilmişse (MK.m.307/II),ailenin değil fakat evlat edinen eşin soyadını alır.Ancak,evli kadının tek başına evlat edindiği hallerde,karışıklığın önlenmesi için,kadının bekarlık soyadını alması yerinde olur.Bu cümleyi karşılayan eski MK.m.257/IV,küçük olan evlatlığa ergin olduktan sonra,asıl ailesinin soyadını dönebileceğini öngörmekteydi.
Evlatlık ilişkisi sona erince,evlatlık kendi ailesinin soyadına döner.Fakat ölüm,evlatlık ilişkisine son vermediği için,evlatlık,evlat edinenin soyadını taşımaya devam eder.

2.4.2.2.Evlenme yoluyla
Türk Hukuku’nda evlilikte soyadının birliği ilkesi vardır;eşler ve çocuklar aynı soyadını taşırlar.Medeni Kanunun bu 187.maddesi emredicidir ve evlat edinilme,evlilikle soybağının düzeltilmesi gibi sonradan kazanılan bir soyadı halidir.Ancak kadın isterse evlendirme memuruna (veya daha sonra yazılı olarak nüfus idaresine)yapacağı başvuruyla evlenme anına kadarki soyadını kocasının soyadının önünde kullanmasına izin verilebilir.Nüfus idaresine yazılı bildirim yönünden bir süre öngörülmediği için,kadın bunu her zaman yapabilir.MK.m.187 c.1,önceki soyadı dediğine göre,bu babasının,evlat edinenin,ya da dul idiyse önceki kocanın soyadı dahi olabilir.İsviçre Hukuku bu konuda bir adım daha ileri giderek (İMK.m.30/f.II)1.7.2004 tarihinde yürürlüğe giren 28 Nisan 2004 tarihli Kişisel Duruma dair Tüzüğün 12. maddesinin II.fıkrası ile nişanlılara kadının soyadının aile adı olabilmesine imkan tanınmıştır16.
Boşanma halinde ise kadın,evlenmeden önceki soyadına tekrar döner.Eğer kadın,boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğunu (örneğin iş hayatında o ad ile isim yapmışsa ve karıştırılma korkusu varsa)ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceğini ispatlarsa,istemi üzerine hakim,kocasının soyadını taşımasına izin verir.Ancak koca,koşulların değişmesi halinde bu iznin kaldırılmasını hakimden isteyebilir (MK.m.173).Evlenmeden önce iki soyadı taşıyan kadın,ancak bunlardan birini seçerek kocasının soyadı ile birlikte kullanabilir(MK.m.187 c.2).
2.4.2.3.İdari yolla
Yukarıda öz ad verilmesinde olduğu gibi Yaşının küçüklüğü nedeniyle kendisini ifade edemeyen bulunmuş çocuklar ile zihinsel özürlü olup da bulunmuş on sekiz yaşından büyük kişilerin ,tutanaklarda adı ve soyadı belirtilmemişse,bunların ad ve soyadını nüfus müdürlüğünce konur (Nüfus Hizmetleri Kanunu m.19) ifadesi soyadı için de aynen geçerlidir.
2.4.3.Takma adın kazanılması
Takma adın ne zaman kazanılmış olacağı tartışmalıdır. Oğuzman/Seliçi/Özdemir adı geçen eserlerinde ilk olarak kullanılmakla kazanılacağını savunurken17, ikinci fikre göre ancak sürekli kullanma ve örf/adete göre korunmaya değer kabul edilmesiyle kazanılır.Üçüncü fikir ise;kişinin o adla tanınması ve kullanmakta haklı olması gerekir demektedir18.
2.4.4. Lakabın kazanılması
Kişi belli bir çevrede bu adla tanınmaya başlandığı anda lakabı kazanır.Ancak,lakabın yasak adlardan olması (Örneğin Ulu önderin “Atatürk” soyadı)diğer kişilerin çıkarlarını ihlal etmesi,kazanılmasına engel olur.
16 Helvacı,Gerçek Kişiler,İstanbul 2007,s.139,dn.510.
17 Oğuzman/Seliçi/Özdemir,a.g.e.,s.94.
18 Dural/Öğüz,a.g.e.,s.159,dn.485.



2.5.ADIN DEĞİŞTİRİLMESİ
Herkese dilediği zaman adını değiştirme imkanı verilirse, bundan toplum zarar görebilir. Bu nedenle adın ebedi olmasında fayda vardır.Ancak burada kastedilen bir kişinin ailevi durumundaki değişiklikler (Bir kadının evlenmesi/boşanması,küçüğün evlat edinilmesi,soybağının reddi)neticesinde soyadının değişmesi değildir.Yine öz ad ve soyadı nüfus kütüğüne yazılmakla belirlenmiş olur.Bu yazımda yanlışlık yapılmışsa,MK.m.39’e göre yanlışlığın düzeltilmesi mümkündür.Yanlış yazılan adın düzeltilmesi ile adın değiştirilmesini birbirine karıştırmamak gerekir(Mehmet adının kütüğe yanlışlıkla Memet olarak yazılması gibi).Adın değiştirilmesi,doğru olarak kütükte kayıtlı adın değiştirilmesi,bir ek yapılması,bir harfin çıkarılması hallerinde söz konusu olur. Bir kişinin ancak haklı sebeplere dayanılarak hakimden, adın değiştirilmesi istenebilir(MK.m.27).
Görüldüğü gibi kanunumuz adın değiştirilmesini ancak haklı sebeplerin mevcut olması halinde mümkün kılmıştır. Bir kimsenin, kullanmakta olduğu adını değiştirmek üzere ileri sürdüğü sebebin haklı sebep olup olmadığını takdir, hakime aittir.Haklı sebepler konusunda öğretide bir çok sebep ortaya konmaktadır.
Haklı sebeplerin varlığı halinde adın değiştirilmesi ancak açılacak bir dava ile mümkün olur. Dava nüfus davaları adı altında davacının yerleşim yeri asliye hukuk mahkemesinde açılır(NHK.m.36/I-a).Yalnız burada “Aynı konuya ilişkin olarak nüfus kaydının düzeltilmesi davası ancak bir kere açılabilir.”denerek(NHK.m.36/I-b);kanımca Yargıtay’ın muhalif kararlarının dikkate alındığı görülmektedir19. Dava;Cumhuriyet savcısı ve nüfus müdürü veya görevlendireceği nüfus memuru huzuruyla görülür.Adın değiştirilmesi davası hasımsız bir dava olmakla(nizasız kaza)olmakla beraber uygulamada davalı olarak nüfus idaresi gösterilmektedir. Adın değişmiş olduğu nüfus siciline kayıt ve ilan olunur(MK.m.27/II).Ad değişmekle kişisel durum değişmez(MK.m.27/III).Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse,bunu öğrendiği andan itibaren bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir.(MK.27/IV).
2.6.AD ÜZERİNDEKİ HAKKIN KORUNMASI
Adının kullanılması çekişmeli olan kişi ,hakkının tespitini dava edebilir.Adı haksız olarak kullanılan kişi buna son verilmesini;haksız kullanan kusurlu ise ayrıca maddi zararın giderilmesini ve uğradığı haksızlığın niteliği gerektiriyorsa manevi tazminat ödenmesini isteyebilir(MK.m.26).Ancak bu madde olmasaydı dahi,artık bir kişilik hakkı olduğu su götürmez olan ad üzerindeki hakkın genel hükümler çerçevesinde de korunması mümkün olacaktı(MK.m.24-25,BK.m.49).Öğretide kısaltılmış veya temsili adlar,telgraf veya e-mail(elektronik posta)adreslerinin de bu korumadan yararlanacağı belirtilmektedir20.Ad üzerindeki hak,gerçek kişiler gibi bir ada sahip olan tüzelkişilere de tanınmıştır.Bu konu başta Türk Ticaret Kanunu olmak üzere çeşitli kanunlardaki düzenlemelerle koruma altına alınmıştır.Örneğin ticaret ünvanı ve marka(556 sayılı KHK. Markayı etraflıca işlemiştir) gibi tacire, mal ve hizmetlere ad olan işaretlere uygun düştüğü ölçüde MK.m.24-25-26 maddeleri uygulanabilir.
19 Yar.18.HD. E.2002/3480 K.2002/6028 T.27.5.2002,”.. davacıların murisi Yusuf'un 1959 yılında soyadı değişikliği davası açıp şimdiki soyadın alındığı, Nüfus Kanununa göre ikinci kez değişikliğin mümkün olmayacağı nedeniyle usul ve yasaya uygun bulunmadığı gerekçesi ile reddedilmiş ise de; önceki dava davacıların murisi tarafından açılmış olup isim ve soyadı değişikliğine ilişkin davaların doğum tarihinin düzeltilmesi ile ilgili davalarda olduğu gibi ikinci kez açılamayacağına dair bir yasa hükmü de bulunmamaktadır.”(Kazancı Bilişim).
20 Helvacı,Gerçek Kişiler,İstanbul 2007,s.147,yine bkz.Ergun Özsunay,Gerçek Kişilerin Hukuki Durumu,İstanbul 1982,s.205.


2.6.1.Adı koruyan davalar
MK.m.26’ya göre,ad üzerindeki hak,adın kullanılmasının çekişmeli olması ve adın haksız kullanılması(ismin gasbı)olmak üzere iki şekilde ihlal edilebilir.
2.6.1.1.Adın kullanılmasının çekişmeli olması halinde
Adın kullanılmasının çekişmeye meydan vermesi,bir kimsenin bir adı taşımayacağı itirazı ile karşılaşmasıdır.Örneğin;Bir kimsenin verdiği dilekçeyi alan resmi makam ,ilgilinin dilekçedeki soyadını kullanmaya hakkı olmadığını öne sürerek dilekçeyi reddederse,ad üzerindeki hakka itiraz söz konusudur ve o kişinin adı çekişmeye yol açmış olur.Bu hallerde kanun,adın sahibini korumak için,kendisine,o adı taşımaya ve kullanmaya hakkı olduğunun tespit edilmesini hakimden talep etmek hakkı tanımıştır(MK.m.26/I).Sözkonusu dava bir tespit davasıdır.Davalı,davacının adına itiraz ederek çekişmeyi yaratan kimsedir.
2.6.1.2.Adın haksız kullanılması halinde
Adın haksız kullanılması,bir kimsenin hakkı olmadığı halde başkasına ait adı kendi adı olarak ya da bir eşyayı,ürünü vs. adlandırmak için kullanmasıdır.Fakat özellikle bir kişiyi belirlemeyen,başkalarının da sahip olduğu bir adın bir ürüne verilmesi adın haksız kullanılması değildir.Genelde haksız kullanım gerçek kişilerde soyadı açısından söz konusu olur.Öz adın haksız kullanımından söz etmek daha zordur(Örneğin;Yavuz ismini köpeğine veren kişiler bu durumda Yavuz adında kimselerin itirazıyla karşılaşabilir ki;Bu kabule şayan değildir).Adın haksız kullanılması durumunda açılacak davalar da şunlardır. Bunları aşağıda kısaca görelim:
2.6.1.2.1.Tespit davası
Eğer bir kimsenin taşıdığı ada başkaları tarafından itiraz olunur, yani onun o adı kullanmaya hakkı olmadığı iddia edilirse, bu kimse tespit davası açarak hakimden, o adı taşımaya hakkı olduğunun karar altına alınmasını isteyebilir (MK m.27/I).
Örneğin kocası ölmüş bir kadına karşı artık kocasının soyadını kullanamayacağı, bu adı terk etmesi gerektiği iddiasında bulunulursa, dul kalmış olan kadın açacağı tespit davasıyla ölen kocasının soyadını taşıma hakkının bulunup bulunmadığının karara bağlanmasını isteyebilecektir.
2.6.1.2.2.Men davası
Adı haksız olarak başkaları tarafından kullanılmakta olan kişi, bu yüzden maddi veya manevi bir zarara uğramış bulunuyorsa, açacağı saldırıya son verilmesi davası ile hakimden bu haksız saldırının ortadan kaldırılmasını talep eder.
2.6.1.2.3.Önleme davası
Önleme davası, bazı belirtilerden pek yakın bir zamanda adının başkaları tarafından haksız olarak kullanılacağını anlayan kişi tarafından açılır.
Buraya kadar anlatılan dava çeşitleri için kusur şartı aranmaksızın hareket edilir.
2.6.1.2.3.Tazminat davası
Adının başkaları tarafından haksız olarak kullanılmasından, maddi veya manevi zarar görmüş olan kişi, bu zararın giderilmesi maksadıyla saldırgana karşı tazminat davası açabilir.

3.MANEVİ TAZMİNAT DAVASI
Ad üzerindeki hak BİR KİŞİLİK HAKKI olduğuna göre bu kişilik hakkı ihlal edilen kişi,uğradığı haksızlığın niteliği gerektiriyorsa manevi tazminat ödenmesini isteyebilir(MK.m.26/II).Kanun burada kişilik haklarında vukubulan her türlü tecavüzü değil bilhassa bu tecavüzün manevi bir zarar doğurmasını beklemiştir.Yani ünlü bir şarkıcı için “Bayan x de bu parfümleri kullanır.”demek izin alınmamışsa tabii ki şahsiyet hakkına tecavüzdür,adın korunması davalarına(yukarıda değinilen)başvurulabilir.Ama bundan manevi zarar doğmadıkça,yani somut olayda-keder,elem ve psikolojik sıkıntı gibi duygulara düçar olmamışsa-manevi tazminat istemi dinlenmeyebilir.
MK.m.25/III kişilik hakkı ihlallerinde saklı tutulan davalar arasında manevi tazminat davasını da zikretmiştir.BK.m.49’a göre de “şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi,uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.”.
3.1.MANEVİ ZARAR KAVRAMI
Gözler giriş kitabında manevi zararı;bir kişinin,hukukça korunan hayat,vücut bütünlüğü,sağlık,hürriyet,isim,şeref vb.şahıs varlığında iradesi dışında meydana gelen eksilme demektir21.Manevi zararı biraz daha açacak olursak ,kişi varlığında meydana gelen zararı bir başka deyimle,kişinin iç huzurunun bozulmasını,manevi bütünlüğünün ihlal edilmesini ifade etmektedir.Bu itibarla manevi zararın meydana gelişi objektif ve subjektif teorilerle açıklanmaya çalışılmıştır.Subjektif görüşe göre;tecavüz sonucu fiziki veya manevi acılar duyan,ruhsal dengesi bozulan,yaşama sevincini kaybeden kişi manevi zarara uğramış olur.Objektif görüşe göre ise,manevi zarar kişisel değerlerde meydana gelen objektif eksilmeyi ifade eder.Serozan’ın da belirttiği gibi subjektif görüş temyiz kudretinden yoksun kişilerin manevi zararını izahta aciz kalmaktadır22.Diğer yazarlara göre de tüzelkişilerin de manevi tazminat gerekçelerini açıklayamadığı için eleştirilere maruz kalmıştır23.Özel de bu nedenle objektif görüşü benimseyen hukukçular arasındadır24.Bize de objekitif görüş daha mantıklı gelmektedir.
3.2.AMACI VE HUKUKİ NİTELİĞİ
Manevi tazminatın amacı,kişilik hakkına yapılan saldırı sonucunda oluşan manevi zararın giderilmesi(tazmin edilmesi)dir.Resioğlu’na göre bu sebepledir ki,BK.m.49/III hakime değişik tazmin konusunda takdir hakkı vermiştir25.Hukuki niteliği öğretide tartışmalıdır.Özel hukuk yaptırımı mı ,yoksa kişiliğe yapılan saldırının bir cezai yaptırımı mı olduğudur.Özel hukuk yaptırımı diyen görüşler tatmin ve telafi görüşleri olmak üzere dualist(ikici) bir özellik sergilemektedir.
3.2. 1. Ceza Görüşü:
Ceza görüşüne göre, manevi tazminat cezalandırıcı ve önleyici bir nitelik taşır. Burada bir çeşit özel hukuk cezası söz konusudur. Haksız fiil failinden bir miktar para alınmak suretiyle o cezalandırılmış olmaktadır. Fakat burada devlet lehine değil mağdur lehine bir cezalandırma yoluna gidilmektedir. Ceza görüşü taraftarları failin kusurundan hareket ederler.
21 Kemal Gözler,Hukukun Temel Kavramları,Bursa 2006,s.143.
22 Gayrimümeyyiz kişiler için de kişilik hakkı ihlalleri konusunda bkz.Rona Serozan:”Manevi Tazminat İstemine Değişik Bir Yaklaşım”Prof.Dr.Haluk Tandoğan’ın Hatırasına Armağan,Ankara 1990,s.95-96.
23 M.Kemal Oğuzman ve M.Turgut Öz,Borçlar Hukuku Genel Hükümler,İstanbul 1995,s.647.
24 Sibel Özel, Uluslararası Alanda Medya ve İnternette Kişilik Haklarının Korunması, Ankara, 2004, s. 74.
25 Safa reisoğlu,Borçlar Hukuku,İstanbul 1999,s.180.
Kılıçoğlu’na göre manevi tazminata hükmetmek için önemli olan mağdurun durumu değil, failin kusurudur26.Öğretide, diğer bazı yazarlar, manevi tazminatın tatmin fonksiyonu yanında, kısmen de olsa, cezai fonksiyonunu da kabul etmektedirler. İlk zamanlarda, manevi tazminatın, belirli bir cezai nitelik taşıdığı, tartışmasız olarak kabul edilmekteydi. Ancak, bugün manevi tazminat, cezai nitelikten uzak, özel hukuk kurumu olarak kabul edilmektedir. Sebep sorumluluğu hallerinde de, manevi tazminatın kabul edilmesi, ceza görüşünün aleyhinde bir delildir. Çünkü bu tür sorumlulukta, kusur olmadan da zarar veren, manevi zarardan sorumlu tutulmaktadır. Oysa manevi tazminat cezai nitelikte olsaydı, failin kusurlu olması gerekirdi. Yargıtay’ın da bu yönde istikrarlı kararları mevcuttur27.
3.2.2.Tatmin Görüşü:
Öğretide genel kabul gören tatmin görüşü, manevi tazminatın kişinin duyduğu acıyı dindirdiğini, onu tatmin ettiğini benimsemektedir. Zarar görene, manevi tazminat adıyla bir miktar para ödendiği takdirde, onda uğramış olduğu manevi zararı kısmen veya tamamen gidermeye yarayan bir tatmin duygusu sağlanmış olur.Şüphesiz ki, kişilik değerlerinde meydana gelen eksilme, parayla ölçülüp karşılanamaz ve bu nedenle, tümüyle ortadan kaldırılamaz. Ancak bu görüşe göre, zarar görene sağlanacak bir miktar para, belirli oranda da olsa, onun acı ve ıstıraplarının azaltılıp, dindirilmesini sağlar. Diğer taraftan, manevi tazminat olarak hükmedilecek olan paranın, zarar görene acılarını yenmek, onlara hâkim olmak, kaybettiği ruhi dengeyi tekrar kurmak imkânını verebileceği de unutulmamalıdır. Tatmin görüşü, subjektif manevi zarar teorisi tarafından kabul edilmektedir.
3.2.3.Telafi Görüşü:
Öğretide ayrı bir görüş olarak ortaya konan telafi görüşü, tatmin görüşünden çok farklı esaslar getirmemektedir. Burada da asıl hedef uğranılan zararın telafisidir. Tatmin görüşü ile telafi görüşünün temelindeki fark manevi zarar tanımında esas alınan subjektif ya da objektif görüştür. Tatmin görüşü subjektif esasa göre manevi zararın tanımlanmasının bir sonucudur ve subjektif görüşe yönelen bütün eleştiriler burada da kendisini göstermektedir. Telafi görüşü ise manevi zararı objektif esasa göre belirlediği için, mağdura tazminat ödenmesini onun acı ve kederi hissedip hissetmemesine bağlamaz.
Manevi tazminatta bugün itibarıyla artık bir ceza fonksiyonu görülmemekle birlikte, tatmin görüşü de telafi görüşü de manevi tazminatın caydırıcı rolü olması gerektiğini kabul etmektedir. Manevi zarar objektif görüşle tanımlandığı için, manevi tazminat davası da bunun paralelinde, kişisel değerlerde meydana gelen eksikliğin telafisi olarak kabul edilir. Ama telafi edici nitelik ister istemez tatmin ve caydırıcılık fonksiyonunu da beraberinde getirmektedir.
3.3.ŞARTLARI
Kişilik hakkına saldırı niteliği sağlayan davranışlara karşı manevi tazminatın, kanunda özel olarak düzenlenmediği durumlarda, BK m. 49’daki şartlar aranır.

26 Ahmet M. Kılıçoğlu,Borçlar Hukuku Genel Hükümler,Ankara 2004,s.311.
27Yar.4.HD. E.2001/12877,K.2002/4571,T.11.4.2002 “..Manevi tazminat adı altında hükmedilecek para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaçlamayan manevi tazminatın sınırı, onun amacına göre belirlenmelidir.”,Yar.4.HD. E.2002/173,K.2002/4562,T.11.4.2002(Kazancı Bilişim).



Bu maddede “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir” şeklinde bir düzenleme yer almaktadır.
4.5.1988 tarih ve 3444 sayılı kanunla yapılan değişiklikten önce, tecavüzün ve kusurun özel ağırlıkta olması şart koşulurken, söz konusu değişiklikle tecavüzün ve kusurun özel ağırlığı kaldırılmış, sadece manevi zarar koşulu öngörülmüş, kusurdan bahsedilmemiştir. Bu durumda BK m. 49’un bir kusursuz sorumluluk mu yoksa özel ağırlığı şart koşmayan bir kusur sorumluluğu mu kabul ettiği doktrinde tartışma yaratmıştır. Çoğunluk görüşüne göre, aksi yönde bir ifade olmadığı için, BK m. 49’da da, BK m. 41 vd. hükümlerine göre kusur sorumluluğu esası benimsenmiştir; değişiklik sadece ağır kusur şartını kaldırmıştır. Kusursuz sorumluluk hallerinde de manevi tazminat davası açılabilecektir. Azınlık görüşüne göre ise BK m. 49’da kusurdan bahsedilmemiş olması kusursuz sorumluluk esasının kabulü için yeterlidir28.
Tazminat davasında davacı;kişilik hakkı saldırıya uğrayan yani adı haksız olarak kullanılan kişidir.Öğretide baskın görüş temyiz kudretine sahip bulunan küçük veya kısıtlının da bu davayı kanuni temsilcinin iznine tabi olmadan açabileceğini ifade etmektedir29.Ancak manevi zarara uğradıktan sonra temyiz kudretini kaybedenler de olsa bunlar tek başlarına dava açamaz,davayı onlar adına kanuni mümesilleri açar.
Davalı ise,haksız saldırıda bulunan kişi veya kişilerdir.Yalnız burada kusursuz sorumluluk hallerine de gidildiğine yukarıda değinmiştik30.
3.4.DAVANIN KONUSU
3.4.1. Para Ödeme Şeklinde Manevi Tazminat:
Manevi tazminatın en çok uygulanan şekli, zarar verenin, zarar görene bir miktar para ödemeye mahkûm edilmesidir. Zaten yasanın açık hükmünden(BK.49/III)davacı paradan başka bir şeyi talep edemez.Manevi tazminatın şeklini ve miktarını hâkim belirlemektedir.
Para şeklinde manevi tazminata hükmedilirken her şeyden önce onun amacı gözönünde tutulmalıdır. Hükmedilecek tazminat miktarı saldırıya uğrayan için felaketi özlenecek hale getirmemeli ve haksız zenginleşme aracı olmamalıdır.
Tazminatın takdirinde hâkimin dikkat edeceği hususlar BK m. 49/II’de sıralanmıştır. Buna göre “hâkim manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır”. Hâkimin yararlanacağı kriterler hükümde belirtilenlerle sınırlı değildir. Hâkim ayrıca, saldırıya uğrayan kişisel değerin önemi, saldırının ağırlık derecesi, sürekliliği, çevreye yayılma olasılığı, saldırı aracı, saldırı ile güdülen amaç, kusurun ağırlığı, zarar görenin kusuru gibi diğer kriterlerden de yararlanabilir.
3.4.2.Para Ödeme Dışındaki Manevi Tazminat
Manevi tazminatın amacı, haksız saldırı nedeniyle kişilik değerlerinde oluşan eksilmenin telafisi olduğuna göre, bu tazminatın bir miktar paranın ödenmesinden başka yollarla da sağlanabileceği kabul edilmiştir.
28 İlknur Serdar , Radyo ve Televizyon Yoluyla Kişilik Haklarının İhlali ve Kişiliğin Korunması,Ankara1999, s303 naklen dn.244.
29 Oğuzman/Öz,a.g.e.,s.650.
30 Bkz.Bu çalışma,s.12.
Manevi tazminat davasında hâkim BK m. 49/III gereğince para yerine “…diğer bir tanzim sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir”.
Para dışındaki tanzim şekilleri olarak, mağdurdan özür dileme, mahkeme kararıyla kınama, yalanlama, davalının sembolik bir para ödemeye mahkûm olması gibi durumlar kabul edilmektedir. BK m. 49/III para dışındaki edimleri hâkimin takdirine bırakmıştır. Davacı sadece bir miktar paranın ödenmesini talep edebilir.
3.5.GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME VE ZAMANAŞIMI
Kişilik haklarına saldırı esas itibariyle bir haksız eylemdir.Dolayısıyla Oğuzman’ın da belirttiği gibi maddi tazminattaki esaslara tabidir. Haksız eylemden doğan davanın, haksız fiilin işlendiği yer mahkemesinde açılacağı HUMK’un 21. maddesinde belirtilmiştir. Haksız fiilden doğan dava yalnız haksız eylemi işleyene değil, bu eyleme katılanlar aleyhine de açılabilir. Yani haksız fiil birden fazla kişi tarafından işlenmişse, bu kişilere karşı açılacak tazminat davası, ortak yetkili mahkeme olan zararın gerçekleştiği yer mahkemesidir.
Genel yetkili mahkemeyi düzenleyen HUMK m. 9/I uyarınca davalının ikametgâhı mahkemesi de haksız fiil alanında geçerliliğini sürdürmektedir.
Kişilik hakkı ihlaliyle ilgili özel yetki kuralı MK m. 25/son’da getirilmiştir. Buna göre “Davacı kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir”.Helvacı ‘ya göre 1 ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu bu değişikliğiyle eski fıkradaki “..de” edatını kaldırarak tek hüküm halinde yetkili mahkemeyi düzenlemiştir31.Yalnız Yargıtay verdiği kararlarla bu görüşe katılmadığını göstermektedir32.Yani üst mahkeme verdiği kararlarla bunun bir kesin yetki kuralı olmadığını kabul etmekte,davacıya yetki konusunda geniş bir seçimlik hakkı tanındığı görülmektedir.
Zamanaşımı burada genel zamanaşımı(BK.m.60/I)dır.Yani mağdurun zararı faili öğrendiği tarihten itibaren bir yıl,ama herhalde azami süre fiilin vukubulduğu tarihten itibaren on yıldır.Haksız fiil aynı zamanda ceza kanunlarına göre daha uzun ceza zamanaşımına tabiyse(Örneğin 15 yıl),tazminat davası da ceza zamanaşımına tabi olur(BK.m.60/II).









31 Helvacı,”Kişilik Hakkına Hukuka Aykırı Saldırı Halinde Açılabilecek Davalarda Yetkili Mahkeme”Doç.Dr.Mehmet Somer’in Anısına Armağan,İstanbul 2006,s.657.
32 Helvacı,”Kişilik Hakkına Hukuka Aykırı Saldırı Halinde Açılabilecek Davalarda Yetkili Mahkeme”Doç.Dr.Mehmet Somer’in Anısına Armağan,İstanbul 2006,s.657,dn.17.(Yar.4HD. 18.3.2004 tarih E.2004/1426 K.2004/3411).
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Ad Ve Adın Korunması" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Ali Kaya'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
22-06-2007 - 23:00
(6156 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 3 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 3 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
22994
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 1 saat 48 dakika 29 saniye önce.
* Ortalama Günde 3,74 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 38717, Kelime Sayısı : 4934, Boyut : 37,81 Kb.
* 3 kez yazdırıldı.
* 10 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 628
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,03529596 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.