Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale T.C. Devleti Ve Hukuk Sistemine Yönelik Güvensizlik Ve Eleştiriler

Yazan : Serdar Bastık [Yazarla İletişim]

Yazarın Notu
Makale Şubat 2001 tarihlidir. Haziran 2005'te güncellenmiştir.

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ............................................. .................................................. .............................iii

GİRİŞ: Toplum-Hukuk-Devlet İlişkisi.......................................... ................................1

I. BÖLÜM: T.C. Devleti Ve Hukuk Sistemine Yönelik Güvensizlik
Ve Eleştirilerin Köken Ve Dinamikleri

1. Muhalefet Ve Siyasal Muhalefet......................................... .......................................2

2. Türk Toplumunun Sosyal Yapısı............................................ ...................................3
A) Geleneklere , Örf ve Adetlere Aşırı Bağlılık
B) Kadercilik Hastalığı
C) Kolaycılık Olgusu
3. Devlet-Birey İlişkilerindeki Aksaklıklar....................................... ............................5

4. Sübjektif Adalet Anlayışı.......................................... .................................................. 5

5. Hukuk-Adalet Ayrımı............................................ .................................................. ....6

II. BÖLÜM: T.C. Devleti ve Hukuk Sistemine Yönelik Güvensizlik
ve Eleştirilerin Çeşitleri

1. Kaynaklarına Göre:............................................. ..............................................7

A. Halk Kesimindeki Eleştiriler

Aa) Olumsuz Eleştiriler Ve Güvensizlik

Ab) Olumlu Eleştiriler


B. Aydın Kesimdeki Eleştiriler
2. Niteliklerine Göre:............................................. ..............................................10

A) Bilimsel Temelden Yoksun, İdeolojik Ve Yanlı
Eleştiriler

B) Bilimsel Eleştiriler

III. BÖLÜM: Çeşitli Çözüm Önerileri

1. Hukuk Reformu........................................... .................................................. ..13

2. Federasyon Önerisi........................................... ...............................................14
3. Sübjektif Ve Radikal Öneriler.......................................... .............................15

IV. BÖLÜM: T.C. Devleti ve Hukuk Sisteminin Geleceği.........................................1 7
ii
ÖNSÖZ
Bu çalışmada amaçlanan, ne Devlet’i kusursuz göstermeye çalışıp hukuk sistemi ve Devlet yönetimi ile alakalı problemleri örtmeye çalışmak; ne de yanlı bir tutumla “Devlet’in meşruluktan yoksun, hukuk sisteminin tamamiyle çökmüş olduğu” gibi radikal fikirlerin dikte edilmesine çalışmaktır. Ulaşılmak istenen amaçlar; bunların aksine, “Hukuk Sistemi ve Devlet’e Yöneltilen Eleştiriler” çerçevesinde mevcut sorunlara dikkat çekmek, bu sorunların giderilmesi yolunda ortaya atılan çeşitli çözüm yollarını gündeme getirmek ve tartışmak, Devlet’e hukuk sistemine yöneltilen eleştirileri ortaya koyup değerlendirmek, mevcut sorunların neden, köken, dinamik ve çeşitlerini inceleyerek bu konu hakkında sağlıklı değerlendirmeler yapılmasına katkıda bulunmaya çalışmaktır.
Tüm bunlar yapılırken uzlaştırıcı bir yöntem izlemek suretiyle, Devlet’i kusursuz görmeden ve anarşist(=düzen tanımaz) bir tavır takınmaktan da sakınarak, güncel bir problem, bilimsel bir bakış açısıyla gözler önüne serilmeye gayret edeilecektir.
Bu çalışmanın vücuda gelmesinde en önemli etki ve katkı, Genel Devlet Teorisi dersini almakta bulunduğumuz, Sayın Prof.Dr. Yahya K. Zabunoğlu’na aittir. Kendilerine; bizleri bugüne değin pek içli dışlı olmadığımız “bilimsel çalışma” gibi bir faaliyete yönelttiği, hukuk ve siyaset gibi tartışmaya oldukça elverişli alanlarda, bir bakıma kendi görüş , düşünce ve birikimlerimizi aktarma olanağı verdiği, Devlet gibi can alıcı önem arz eden bir kurumu konu alan bir derste öğretime aktif katılımda bulunma-mızı sağladığı için teşekkürlerimi sunarım.

Kula / Manisa, 31 Aralık 2000 A.Ü.H.F. 1. SINIF ÖĞRENCİSİ
SERDAR BASTIK
§ GİRİŞ

TOPLUM-HUKUK-DEVLET İLİŞKİSİ
İnsanoğlu varolduğundan beri, “doğanın tehlikelerinden korunmak” başta olmak üzere “tek başına karşılayamadığı ihtiyaçlarını görmek”, “toplumsal birliğin gereklerini icra etmek” ve 1789 Fransız Devrimi’nden sonra geçerli olmak üzere, “Devlet denen siyasî ve hukukî teşkilatlanmayı oluşturmak” gayesi ile toplum halinde yaşayagelmiş, bu birlikte yaşama, başta Aristo olmak üzere, birçok düşünür tarafından, onun “sosyal bir hayvan (=zoon politikon)” olmasıyla açıklanmıştır. Toplum halinde yaşamak, bir düzenin kurulmasını kaçınılmaz kılmıştır. Çünkü düzenin olmadığı, herkesin aklına estiği gibi hareket ettiği bir toplum, kontrol edilmesi mümkün olmayan bir kaos ortamına sürüklenecektir. İşte bu olumsuzluğa engel olmak, en azından toplumun bireyleri arasında meydana gelebilecek olası sürtüşme ve çekişmeleri en aza indirmek için , uyulması mecburîlik arz edecek bazı normların koyulması, bu normların koyulması için de siyasî ve hukukî bir örgütün(Devlet)1 varlığı şart olmuştur. Devlet dediğimiz örgütün çıkardığı normlar hukuk düzenini oluşturmuş, ancak doğal olarak Devlet ve hukuk, böyle basitçe tanımlandığı şeklinden ibaret kalmamış, çok farklı Devlet ve hukuk şekilleri ortaya çıkmıştır.
Bu aşamada, şu can alıcı soruyu gündeme getirmek gerekmektedirr:
“Acaba Devlet ve hukuk, tarihin hiçbir aşamasında toplumun tümü nezdinde ‘mükemmel(=kusursuz)’ sayılmış mıdır? Ya da başka bir deyişle, Devlet’in işlevini tam olarak yerine getirdiği, hukuk sisteminin bütün sorunlara çözüm bulduğu, adaletin mutlak olarak sağlandığı düşüncesinin toplumun tümü üzerinde yaygınlaştığı ve bireylerin bu iki kuruma hiçbir eleştiri yöneltmediği bir insan topluluğuna rastlamak mümkün müdür?”
Bu soruya ön yargılı bir şekilde yaklaşarak, böyle bir toplumsal oluşuma kesinlikle rastlanamayacağını öne sürmek, oturmuş ve kökleşmiş bir Devlet yapısından, buna bağlı olarak da fonksiyonunu oldukça başarılı bir biçimde yerine getiren bir hukuk sisteminden söz edebileceğimiz toplumsal yapılanma ve uygarlıkları (Roma Uygarlığı, Osmanlı İmparatorluğu) hesaba katmamak olacağı gibi; aksine bu başarı veya olumluluğu bütün Devlet ve toplumlara mâl etmek, Devlet ve hukuk sistemlerinin mükemmelliklerinin asıl, sorun ve aksaklıkların istisna olacağını iddia etmek de pek tutarlı olmaz. Çünkü tarihin başlarından günü-müze kadar, toplumsal siyasal ve hukukî koşullar sürekli değişmiştir. Bu da tüm Devlet ve hukuk sistemlerini aynı terazide tartarak, değerlendirmelerimizi bu tartıma göre yapmamıza engel teşkil etmektedir. Devlet, siyasal toplulukların tarihsel evrimi içinde belli bir aşamada ortaya çıkmıştır.2
Yukarıda da bahsedildiği gibi, Devlet ve hukuk sistemlerine yöneltilebilecek eleştiriler, devrin toplumsal, sosyal, siyasî ve hukukî şartları başta olmak üzere tüm şartları göz önünde bulundurularak doğal karşılanmalı; ancak bu, “tüm bu sorunların kaynağını Devlet’te bulmak, her şeyi ondan bilmek, bireysel çabaların bütününün sorunları giderme yolunda umumî bir çabayı meydana getireceğini unutarak bu yolda hiçbir çaba sarfetmemek, bu bağlamda hukuk sistemine ve Devlet’e asılsız suçlamalar yönelterek bencilce davranmak” anlamına getirilmemelidir.
Tüm bu belirleme ve değerlendirmelerden sonra, genel olarak ele alınan konunun Türkiye’ye, Türk toplumuna taşınarak, sorunların etraflıca gözler önüne serilmesi, çalışmanın iskeletini oluşturmakta olup, bu husus, gelecek bölümlerde sistematik olarak ele alınacaktır.


§ I. BÖLÜM: T.C. DEVLETİ VE HUKUK SİSTEMİNE YÖNELİK GÜVENSİZLİK VE ELEŞTİRİLERİN KÖKEN VE DİNAMİKLERİ:

1. “Muhalefet” Ve “Siyasal Muhalefet”
“Muhalefet” sözcüğü, günlük yaşamda pek sık kullandığımız bir sözcüktür. Devlet’e ve hukuk sistemine duyulan güvensizliği bir yana koyarsak, yapılan eleştiriler açısından, bu sık kullanılan kavram, oldukça dikkat çekici ve önemli bir husustur. Çünkü Devlet’e, dolayısıyla da onun kontrolünde oluşturulmuş olan ve işleyen hukuk sistemine eleştiri yapanların, genellikle hükümete, hatta bazen tümüyle Devlet’e muhalif olduklarını gözlemlemek hiç de zor olmasa gerektir. Peki nedir bu muhalif ve muhalefet ?
Muhalefet kavramını, “genel olarak muhalefet” ve “siyasal muhalefet” olarak iki farklı yönüyle alıp incelemek mümkündür. Genel bir kavram olarak muhalefet, “bir görüşe, bir tutum ve davranışa karşı olma, uymama”, “başka türlü olma”,”karşıtlık”... gibi temelde aynı anlamı içeren değişik kelimelerle açıklanırken; bunu yapanlar, yani “uymaz”, “karşıt”, “aksi taraf ”, “aksi fikirde olan”lar da muhalif kelimesiyle gösterilirler. Bu anlamda muhalefet, en küçük birim olan aileden başlamak üzere toplumsal yaşamın her düzeyinde ve her döneminde gözükür. Çünkü temelinde ekonomik ya da salt değer çatışmalarının yattığı görüş ve tutum farklılıklarından kaynaklanır. Bu farklılıkların varlığı içinse iki kişinin bulunması yeterlidir.1 Gerçekten de , “Sen muhalefet etmesen olmaz!”, “ Herkes razı, tek o muahlefet ediyor.” gibi cümleleri işitmek için illaki de meclise gitmek gerekmez. Muhalif ve muhalefet sözcükleri oldukça yaygın ve sık kullanılır türdendir.
Ancak burada konumuzu asıl ilgilendiren siyasal muhalefet kavramıdır ki, siyasal muhalefeti kavrayabilmek için, genel anlamda muhalefetin anlamını biraz daralmak gerekecektir. Bunu yapabilmek için, “genel anlamda muhalefet” kavramını siyasal platforma taşımak, bu kavrama siyasal bir gözlükle bakmak yeterli olacaktır. Gerçi bir muhalefetin “siyasal mı; yoksa değil mi” olduğunu bir anda kestirebilmek pek kolay değildir; ama bu, siyasal muhalefetin ortaya çıkışının kesinlikle gözlenemeyeceği anlamına gelmez. Muhalefet olgusu ve muhalifler, kendi çevrelerinden çıkıp var olan toplumsal ve ekonmik yapıyı , siyasal rejimi, onun somu öğelerini hedef aldıkları, bunlardan birine, birkaçına veya hepsine yöneldikleri andan itibaren kavramın siyasal niteliğe büründüğü açıkça gözlenir.2
Genel olarak muhalefet, muhalif ve siyasal muhalefet kavramlarının neler olduğunu ortaya koyduktan sonra şu aşamaya geçebiliriz:
“Bunların Devlet’e ve hukuk sistemine yöneltilen eleştirilerin ortaya çıkmasındaki rolü ne olabilir?”
“Devlet’in meşruiyeti”, “hukuk sisteminin fonksiyonunu yerine getirip getirmediği” gibi hususları değerlendirebilmek için, her zaman kesin ve objektif kriterler öne sürmek pek kolay olmadığı gibi, bu hususlarda dile getirilen yorumların, fikir ve değerlendirmelerin çeşitliliği ve farklılığı da gayet doğaldır. “A” adlı şahıs, II. Cumhuriyetçi olup T.C. Devleti’nin tam anlamıyla bir cumhuiyet olmadığını öne sürerken; “B”, cumhuriyetin Devlet’in temeli ve güvencesi olduğunu, onu yıkmak isteyenlere karşı mücadele etmenin Mustafa Kemal’in Türk gençliğinden yerine getirmesini istediği en can alıcı görev olduğunu söyleyecektir. Aynı biçimde bazıları, Türk hukukunda “jüri” denen kurulun yokluğunun önemli bir eksiklik olduğunu savunacak; bazıları ise hukuk sisteminin başarılarını sıralayacaktır.
Bunları göz önüne aldığımızda, bireyin kişisel fikirleriyle çatışan, gerek ekonomik, gerek sosyal, gerekse siyasal nitelikli olgulara muhalefet ettiğini, bunun da ardından eleştiriyi getirdiğini gözlemlemek daha kolay olmalıdır. Toplumun kendine özgü bir niteliği olan “plüralist (=çoğulcu) olma”, Devlet ve hukuk sistemi gibi can alıcı kurunlar hakkındaki fikir, düşünce, yorum ve tutumlarda da kendini göstermektedir. Bu çoğulculuk, 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen Gölcük depreminden sonra, depremzedelerden bazılarının Devlet’e dua etmeleri; bazılarınınsa Devlet’in kendileriyle ilgilenmediğini iddia etmelerinde kendini göstermiştir.
Açıklığa kavuşturulması gereken bir diğer önemli sorun, “siyasal muhalefet olarak nitelendirilen kavramın peşinde sürüklediği eleştirilerin Devlet’e mi; yoksa hükümete mi (Burada hükümetten kasıt, 'iktidarda bulunan siyasî partiler’dir.) olduğu”dur. Bu konuda, seçimlerde çok fazla oy alamayan, seçmenlerin oldukça küçük bir oranınca desteklenen bazı siyasî partilerin -eğer bunların yaptıkları, siyasal muhalefet kavramına dahil edilecek kadar ciddiye alınırsa- hükümetin yanında Devlet’e de muhalif oldukları gözlenmektedir.[Burada Devlet-hükümet ayrımının çok iyi yapmak gerekmektedir. Devlet , “hükümet ve diğer ögelerin birleişiminden oluşan bütün” iken; hükümet ,“Devlet’in siyasî iktidarı kullanmasını sağlayan, bu iktidarı somutlaştıran bir aparatus”tan ibarettir.] Bunlar, bir Devlet yönetimi olarak cumhuriyete, yapı olarak üniter devlete karşıdırlar. Bu sebeple , iktidardaki siyasî parti hangisi olursa olsun bu tür parti ve yandaşlarının eleştirilerini her zaman bıkıp usanmadan sürdürecekleri artık bir kehanet olmaktan çıkmıştır.
Ana muhalefet denilen siyasî partilere ve oy sayıları biraz fazla olanlara baktığımızda ise daha farklı bir vaziyetle karşılaşıyoruz. Bu tür partiler ve sempatizanları, daha çok hükümete, hatta hükümette yer alan yöneticilerin şahıslarına yönelerek bu partilerin temelini oluşturan ideolojilere, kısacası Devlet dışındaki şeylere yüklenmektedirler. Ancak bu genellemenin dışına taşan, İslamcı bir tabana sahip, diğer partilerce “Şeriat kaidelerine dayalı yeni bir devlet düzeni kurma amacı taşımak” ile suçlanan, hatta aleyhlerinde Anayasa Mahkemesi’nde açılan “kapatma davası” sonucu kapatılan, kapatılma tehlikesi ile karşı karşıya bulunanları da yok değildir.
Sonuç olarak denilebilir ki, Devlet-hükümet ayrımını tam olarak anlamaya vakıf olamayan halk kesimi, dil sürçmesiyle de olsa Devlet’e yüklenmekte, Devlet’in apayrı ve derin bir anlama sahip, farklı bir kavram olduğunu unutarak , onu yaşadığı zamanda iktidarda olanlardan ibaret sanmakta , “Nerede bu devlet?” diye haykırarak aklınca bu kişilerden hesap sormaktadır.
İnsanoğlunun doğasında bulunan muhalefet kavramının doğal bir tamamlayıcısı olan eleştiri öğesi tüm bunlara ek olarak bir güvensizlik doğuracaktır ve doğurmaktadır da.
2. Türk Toplumunun Sosyal Yapısı
Türk toplumunun sosyal yapısına, onu oluştıran bireylerin politika ile olan ilişkileri bağlamında göz atarsak, çeşitli özelliklerin öne çıktığını görürüz:
A) Geleneklere, Örf Ve Âdetlere Aşırı Bağlılık: Büyük bir çoğunluğu Müslüman bireylerden oluşan toplum, dinin de etkisiyledir ki, aile çevresinden edindiği davranışları pek kolay terk edemez. Bu bağlamda, aile ortamının, ebeveynlerinin çocuğa verdiği eğitimin, bireylerin siyasî düşünceleri üzerinde büyük bir etkisinin olduğu söylenebilir. Özellikle küçük yaşlarda, babasının televizyondaki siyasîlere söylediği sözleri örnek alan birey, ister istemez bu etkilenimlerin izini zihninin ve bilincinin bir yerinde taşıyacaktır.
Bu konuda asıl önemli nokta şudur ki, Türk toplumuna baktığımızda, “Devlet’e eleştiri yöneltmek, ona güvenmemek” gibi şeylerin âdetten olmadığını gözlemek zor olmayacaktır. Özellikle biraz gerilere gidecek olursak -çünkü bugünlerde bu, yavaş yavaş âdetten hale geliyor- sosyal ve siyasal şartların günümüzden oldukça farklı olduğu zamanlarda, Devlet’e ve hukuk sistemine güvenmediğini söyleyen ve bu kurumları şiddetle eleştiren sayısının oldukça az olduğunu görüyoruz. Peki neden? Niçin geçmişte pek ilişilmeyen bu iki kuruma şimdi yükleniliyor?
Bu sorulara doyurucu cevaplar verebilmek için etraflıca düşünmenin gerekliliği açıktır. Her şeyden önce gitgide globalleşen, ekonomik ve sosyal şartların sürekli değiştiği, birey ve toplumu da kendisiyle birlikte değişmeye mecbur eden bir dünyada yaşıyoruz. Bu gerçeğin “gelenek, görenek, örf ve âdetler” üzerindeki etkisinin “geçimini sağlamak” başta olmak üzere”, “bireyin çeşitli amaçlar uğrunda bu toplumsal kurallardan uzaklaşması, yavaş yavaş onları terk etmesi” biçiminde ortaya çıktığı görülüyor.
3
Toparlarsak, babasından Devlet’in saygıdeğer bir kurum olduğunu gören memur, evini geçindiremeyeceğini anladığı andan itibaren babasının haksız olduğunu düşünerek Kızılay Meydanı’ndaki bir yürüyüşe katılıyor, hakim olan babasından hukukun üstünlüğünü öğrenen genç avukat, hukuk sistemine verip veriştirebiliyor.
B) “Kadercilik” Hastalığı: Bireyler genellikle az önce sözünü ettiğimiz gelenek ve göreneklerin, örf ve âdetlerin, kültürün ve biraz da dinin etkisiyle yaşanan olayları kolayca kabullenmekte, “sabır ve şükür” düsturuyla hareket etmektedir. Bu, kişinin yaşanmış veya yaşanması muhtemel görülen problem ve aksaklıklara karşı bir şeyler yapmasına, gayret ve çaba göstermesine engel olmaktadır.
Böyle olunca da, meydana gelen aksaklıkların düzeltilmesi zor ol-makta, toplumsal ve umumî bir çabanın yokluğu, sorunun halledilmesi şöyle dursun, daha da büyümesine yol açmaktadır.
Bu kaderciliği toplumun tümüne mâl etmek tabi ki söz konusu olamaz. Ancak kaderci, çaba göstermeyen bireylerin pasifliğinin doğurduğu, toplumca elbirliği edilmesini gerektiren sorunların tümü Devlet’ten bilinmekte, adliyelerde -özellikle Adana Adliyesi- yumruklaşanlar, “Türkiye’de hukukun olmadığı” gibi gülünç iddialarla karşımıza dikilebilmektedirler. Bu bireyler, “Ben bir şeylerin iyi olması için ne yaptım ki, bu şeylerin kötü ve işe yaramaz olduğunu iddia edebileyim?” sorusunu akıllarından geçirme zahmetinde bulunmamaktadırlar.
C) “Kolaycılık” Olgusu: Türk toplumunun genelinde hakim olan bu olgu, her zaman, her alanda ve konuda sık rastladığımız ve adeta bir hastalık haline gelmiş, tekil olarak bireyin; kollektif olarak ise toplum dediğimiz sosyal yapılanmanın davranışlarını etkileyen, çok dikkat çekici ve çarpıcı bir husustur. Kişi, çalışıp hakkıyla bir yerlere gelmektense, bu yöntem daha yoğun bir çabayı gerektirdiğinden ve zor da olduğundan, tanıdıkları aracılığıyla, halk arasındaki deyişle “torpil ile” bir makam ve mevki sahibi olmayı daha cazip ve kolay bulmakta; öğrenci, kopyanın daha kolay bir başarı getireceğine inanmakta, kısacası bir çaba gösterip zoru başarmak, “kolay ve çabuk” olanın yanında sönük kalmaktadır. Bu anlayışın doğal bir sonucu olarak, bu bireyler için, Devlet’in ve hukuk sisteminin daha iyi olabilmesi için çalışmayıp, “Ben de bir şeyler yapmaya gayret etmeliyim.” gibi bir düşünceyi aklından geçirmeyip, bunlara “kötü, işlevini yerine getiremeyen” sıfatlarını yüklemek, bunları eleştiri yağmuruna tutmak oldukça kolay ve pratik bir çözüm gibi görünmektedir. Bu bağlamda, birçok kişi, çok çeşitli ve farklı üsluplarla bu iki kuruma (Devlet ve Hukuk) yüklenmektedir.
Hem sağdan, hem soldan eleştiri yöneltenler, devleti gitgide daha fazla verimsiz, etkisiz ve despotik olmakla suçlamaktadırlar.3 Bu aşamada şu karşımıza çıkıyor ki, Devlet’e eleştiri yöneltenleri “belli bir siyasî bir düşünce ve ideolojiye sahip kişiler” olarak telakki etme imkanına sahip değiliz. Çünkü sol, Devlet’i “ İnsan haklarına saygılı olmadığı” gerekçesiyle suçlarken; sağ da “Teröre niçin daha etkili ve caydırıcı önlemler alınmadığı”nı sorguluyor.
Tüm bu sözünü ettiğimiz eleştirilerin yanında, bunların belki de kaynağını teşkil edecek, bir güvensizlik duygusu da dikkat çekicidir. “Burası Türkiye, burada her şey olur!” enteresan bir cümleyi her an, her yerde -özellikle televizyonda- işitmek oldukça muhtemel. Bazıları, “Bankaları hortumlayanları salıveriyor, baklava çalanları hapse atıyor. Bu ne biçim devlet yahu?” derken, bu da yetmezmiş gibi “ Ben hakim olsaydım asardım, keserdim!” gibi çağdışı fikirler öne sürebiliyor, kişisel görüşlerini ortaya koyabiliyor. Böylece, az önce bahis mevzuu olan kolaycılık
Yöntemine, oldukça etkili bir biçimde baş vurmuş oluyor.
(Türk toplumunun sosyal yapısı, oldukça genel ve geniş bir konu olup, özellikle sosyoloji ve siyaset bilimleri için oldukça elverişli bir araştırma ortamı teşkil etmektedir. Bu açıdan, bu sosyal yapının birkaç çarpıcı özelliğini sayıp dökmek, onun bütünsel yapısını açıklamaya ve ortaya koymaya yetmez. Ancak konumuzu ilgilendiren ve konu açısından can alıcı bir ehemmiyet arz eden özellikler oldukları için burada zikredilmişlerdir.)
Tüm bu özellikleri birleştirecek olursak, Türk toplumunda, “Devlet’e saygı ve güven”i içeren örfî kurallardan bir uzaklaşma, bir kopma, sorunlara çözüm aramayıp bunların “kader” olduğunu düşünme ve kolaya kaçmaya doğru bir yönsemenin varlığını sezinleyebiliriz. Bu yönseme, Devle’e ve hukuka yönelik eleştirilerin, dolayısıyla duyulan güvensizliğin en önemli kökenlerindendir.
3. Devlet-Birey İlişkilerindeki Aksaklıklar
Devlet’in görevlerini yerine getirebilmek için, hukuken bir sonuca bağlanmış, hukukî muameleler dediğimiz işlemler yapması gerektiğini biliyoruz. Geniş anlamda hükümet dediğimiz, “Devlet’in genel politikasını belirleyen ve bu konuda kararlar alan kişi ve organlar”, idare dediğimiz araç sayesinde bu kararların günlük yaşamda uygulanmasını, yargı örgütü sayesinde de bu uygulamalar esnasında vuku bulabilecek uyuşmazlık ve aksaklıkların çözüme bağlanmasını sağlamaktadır. İşte bu işlemler gerçekleştirilirken, Devlet ve birey sürekli ilişki halindedir. Bir memur emekli olmak istediğini Devlet’e resmî olarak bildirmekte, Devlet bunu kabul etmekte veya gerekçesini de açıklayarak reddetmektedir.
Devlet-birey arası ilişkilerde, sorunların daha ziyade “vergi, tayin, kılık-kıyafet yönetmeliği, zamlar, maaşların azlığı...” gibi konularda çıktığını görmekteyiz. Gerçekten de, gündeme göz atacak olursak yukarıda anılan konularla ilgili haber, yazı ve yayınlara rastlamakta zorlanmayız. Üniversiteye alınmayan türbanlı öğrencilerin Devlet’e yönelttiği eleştiriler, onların üniversiteye alınmalrını engelleyen kuralları yapan kurum ve kendileri arasındaki ilişkiden kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde Devlet hizmetindeki memur kesiminin maaşlarının yetersiz gelmesi, onlara kendilerine göre az para veren Devlet ile aralarındaki ilişkiden doğan bir problem olarak değerlendirilmelidir.
Sonuç olarak Devlet ve bireyler arasındaki aksaklıkların niceliğiyle, eleştirilerin sayısı ve güvensizliğin niteliği arasında bir korelasyon kurabiliriz. Çünkü kişi, ilişkilerinde sorun yaşadığı varlıkları doğal olarak eleştirecek ve onlara güvenmeyecektir.
4. Sübjektif Adalet Anlayışı
Eleştirilerin ve güvensizliğin en önemli kökenlerinden biri olan bu kavram, insanın doğasında varolagelmiş “her bireyin farklı değer yargılarına sahip olması” özelliğinden kaynaklanıyor.Sadece Devlet ve hukuk anlayışıyla sınırlandırılamayan bu özellik; sanat, edebiyat,kültür ve spor gibi daha birçok platformda karşımıza çıkmaktadır.
Muhalefet konusunda da sözü edildiği üzere, bir kişi A görüşünü benimserken, diğeri B görüşünü benimsiyor ve bu kişiye karşı çıkıyor. Bu farklılık, “hukuk ve adalet anlayışı” konusunda da belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.Bir davanın sonunda verilen karar, kazanan tarafça “Adalet yerini buldu.” yorumunun yapılmasına yol açarken; kaybeden ve hapse mahkum edilen davalı açısından oldukça adaletsizdir ve “ülkede hukuk sistemi çökmüştür.” Bu görüş ayrılıklarını sadece aynı davanın taraflarına mâl etmek doğ-ru değildir.Dava ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler dahi-özellikle güncel ve kamoyunun ilgisini çeken davalarda- kararla ilgili yorum,değerlendirme ve eleştirilerde bulunabilmektedir.İşte tüm bu yorum ve eleştirilerin dayanak ve odak noktası,tekil olarak o kişinin zihninde var olan,yalnızca ona özgü olan bir “sübjektif adalet anlayışı”dır.Ona göre, bu anlayışa uymayan hukuk, fonksiyonunu yitirmiş bir hukuktur, ülkede adalet yoktur ve yerini bulmamaktadır.Gayrımeşru bir sürü eylem “hukukîlik” kalıbına sokulmuştur. Ayrıca tüm bu olumsuzluklar,hukuk onun istediği şekle girmedikçe hep bakî kalacaktır.
Bu bağlamda adalet ve hukuk sistemine yönelik olarak sürekliolarak eleştiri ve suçlamalarda bulunanların,bunları gerçekleştirirken, Devlet’e ve hukuk sistemine güven olmadığını ileri sürerken; toplumun sadece kendilerinden ibaret olmadığı ve toplumda kaç kişinin kendilerinin adalet anlayışına sahip olduğunun muhasebesini yapmaları gerekmektedir. “Para cezalarının azlığı” herkesçe bilinen bir eksikliktir; ancak “Bu ülkede adalet yok!” demeden evvel biraz düşünmek lazım gelir.
5
5. “Hukuk-Adalet” Ayrımı
Hukuk-adalet ayrımı da sözü edilmesi gereken önemli konulardan biridir. Yine, daha çok hukuk bilimiyle pek ilgisi olmayan halk kesiminden yükselen eleştirilere bakıldığında, bunların hukuk-adalet ayrımının bilinmeyişinden, bunların bir ve aynı tutulmasından kaynaklandığını görülüyor.
Hukuk ve adalet farklı kavramlardır.Bunlar için çeşitli şekillerde,farklı tanımlar yapılmıştır.
Adalet, “Herkesin hakkını tanıma,karşılıklı zıt yararlar arasında hakka uygun olan eşitlik veya denge, zulmetmeme; insaflı davranma” demektir.4
Yine başka bir tanıma göre adalet, “Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme ve yerine getirmede doğruluk”tur.5
Hukuk ise, daha ziyade bir kurallar sistemini çağrıştırıyor. Hukuk, “Toplumda kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen ve devlet gücüyle kendisine uyulması yaptırıma (müeyyideye) bağlı kılınmış kurallar bütünü”dür.6
Sonuçta hukuk, toplumda adaleti sağlamayı nihaî amaç olarak güden bir kurallar sistemi veya bilim iken; adalet hukuk sisteminin fonksiyonunu tam olarak yerine getirmesi ile ortaya çıkan, bireyleri tatmin eden bir duygudur.Bu bağlamda, “ Ülkede adaletin olmadığını söylemek” , sübjektif de olsa,kabul edilebilir bir iddia iken, “hukukun olmadı” kesinlikle kabul edilemez.Bu açıdan eleştiri yaparken, Devlet’e ve hukuka güvenmediğini söylerken kişi, bu ayrımı gözden kaçırmamaya özen göstermelidir.

§ II. BÖLÜM: T. C. DEVLETİ’NE VE HUKUK SİSTEMİNE YÖNELİK GÜVENSİZLİK VE ELEŞTİRİLERİN ÇEŞİTLERİ:

1. Kaynaklarına Göre

A. Halk Kesimindeki Güvensizlik Ve Eleştiriler: “Halk kesimi” dediğimizde, genellikle “politika,siyaset ve hukuk bilimleri ile doğrudan doğruya ilişki içerisinde bulunmayan, bu kavramları, başta seçimlerde oy kullanmak üzere,çeşitli faaliyetler aracılığıyla etkileyen ve yönlendiren insan topluluğu” akla gelmelidir. Bu kesime dahil edeceğimiz kişiler, ülkede olup bitenleri daha çok yazılı ve görsel medyadan takip etmekte, buna göre yorum ve değerlendirmelerde bulunmakta, türlü konularla alakalı şahsî fikirlerini karşılıklı konuşmalarda ortaya koymaktadırlar.
Halk kesiminde,Devlet ve hukuk sistemine karşı iki farklı tutum
görülüyor:
Aa) Olumsuz Eleştiriler Ve Güvensizlik: Halk kesiminin yalnızca Devlet ve hukuk sistemi gibi iki kuruma eleştiri yönelttiğini,yalnızca bunlara güvenmediğini söylemek mümkün değildir. Çünkü birçok sektörde (sağlık, eğitim, ekonomi...) yaşanan ve bitmek tükenmek bilmeyen problemlerin oluşturduğu geniş boyutlu ve kaplamsal bir bütün içerisinde bu iki kurum da bu bütüne yapılan eleştirilerden nasibini almaktadır.Aslında etraflıca düşünürsek, tüm sektörlerdeki problemlerden kaynaklanan, halkın günlük yaşamına yansıyan olumsuzlukların doğurduğu hoşnutsuzluğun, “bir ülkedeki tüm kurum, organ ve kişiliklerin en üstünü sayılan, onların birleşiminden hasıl olan yapı”ya, yani Devlet’e mâl edildiğini görürüz. Öyle ya; Devlet denen,kafalarda “ her şeyi doğru ve eksiksiz yapması gereken yüce bir varlık” olarak telakki edilen
örgüt, “hem sağlık sektöründeki olumsuzluklara çare bulmalı,hem yolsuzlukların üzerine gitmeli, hem ekonomiyi iyileştirmeli, hem çağa ve toplumsal şartlara uygun yasalar çıkarmalı,hem de...” diye sonsuza uzanan sayıdaki istekleri sihirli değneğini kullanarak hemen gerçekleştirebilmelidir.Eğer bunları yapamıyorsa o, başarısız ve kötü bir devlettir, bu devletin oluşturduğu hukuk sistemi de ,en fazla devletin kendisi kadar yararlı olabilir...
Ne yazık ki, halk kesimi dediğimiz topluluğun çoğuna hakim olan fikir budur. I. bölümde de bahsolunduğu üzere; kişiler, bireysel çabalarını esirgedikleri, bu çabalar olmadan ayakta durması oldukça güç olan bir kurumdan (Devlet) olması gerekenden çok fazla şey beklemektedirler.Bu bağlamda, halk kesimindeki insanların yönelttiği eleştiriler ve hissettikleri güven-sizlik duygusu,hukuk ve siyaset bilimlerinin verileri ve ilkeleri ışığında düşünülerek, bir anlamda teorik (=kuramsal) bir değerlendirme yapılmasından değil; fakat pratik nitelikteki, bu kişilerin
günlük yaşamda karşılaştıkları ve tamamen şahsî nitelikteki meselelerin yansımasından doğan olgulardır.Dolayısıyla bu tür eleştilerin (halk kesiminden gelen) pek de aynı doğrultuda ve konuda olmadıklarını, en azından, kişisel çıkarlar bir yana koyulup bilimsel nitelikli bir değerlendirme yapıldığında varılan ortak sonuçlara varamadıklarını görüyoruz. Başka bir deyişle, halk kesimi dediğimiz topluluğun üyesi olan bir birey, arabasını çeken polis teşkilatına, dolayısıyla da bu kurumun bir parçası olduğu Devlet’e verip veriştirerek tepki gösterirken; hukuk ve siyaset bilimleri çerçevesinde düşünen kişi , Devlet’e “ yargı bağımsızlığını tam olarak sağlanması için gerekli anayasa değişikliğinin yapılması” yönünde yapıcı ve şahsîlikten tamamen uzak bir eleştiri yöneltiyor.
Tabi ki halk kesiminin tamamının hukuk ve siyaset bilimleri ile ilgilenmesi, bu bilimlerde ileri düzeyde bilgi ve birikim sahibi olması gerektiğini düşünmek bir ütopyadan öte gidemeyeceği gibi,bu kesimi oluşturan bireylerin, sırf bu bilimlerde yetersiz oldukları için, hiçbir şekilde eleştiri yapma ve görüşlerini bildirme haklarının olmadığını iddia etmek de pek tutarlı olmaz. Zira halk kesimi hangi karakterde insanlardan oluşursa oluşsun, ne gibi eksiklere sahip olursa olsun, Devlet’in önemli ve esas amacı, bu kesimin muvafakatını almak ve bu kesimi kendisinin meşruluğuna
7
inandırmaktır. Ancak şu nokta da çok önemlidir ki, yalnızca Devlet ve hukuk sistemi ile ilgili olarak değil; fakat tüm sosyal oluşum ve yapılanmaların istenilen düzeyde başarıya ulaşması için,meydana gelen aksaklık ve problemlere dikkat çekerken, şahsî ve toplumun çok küçük bir kısmını değil; fakat tümünü ya da çoğunluğunu ilgilendiren bütünsel ve yapıcı eleştirilerde bulunulması çok daha yararlı olacaktır.
Son olarak değinilmesi gereken bir nokta şudur ki; demokratik bir cumhuriyet yönetiminin mevcut olduğu ülkemizde, yöneticiler,seçimle işbaşına gelmekte, onları bulundukları mevkiye halk getirmektedir. Dolayısıyla yöneticiler dediğimiz sınıfı oluşturan kişiler, gökten zembille inmemekte, halkın içinden kopup gelmektedirler.
Tüm bunları göz önüne alırsak, Devlet denen can alıcı ehemmiyete sahip , “kurumların kurumu” olarak görülen yapılanmaya yüklenirken, “ o yapılanmaya dayanarak siyasî iktidarı kullanan kişileri oraya halkın çıkardığı ve güvenilmeyen hukuk sistemini oluşturan normlarının da yine bu seçilmiş kişilerce koyulduğu, hukuk sisteminin işleyişinde rol alan hakim, savcı gibi kişilerin bu normlara göre hareket ettiği, eleştirilen hukuk sisteminin belki de bazı kural tanımazların ortaya çıkardığı ‘Bir kurala uymamaktan ne çıkar?’ düşüncesi nedeniyle bozulduğu ve aksadığı, bu saçma düşüncenin yaygınlaşmasından sonra da “ülkede hukukun olmadığı” gibi iddiaların belki de bizzat ve bütün olarak halktan kaynaklandığı”nı düşünmek biraz daha akıllıca olacaktır.
Ab) Olumlu Eleştiriler:Eleştirinin iki yönlü bir kavram ol-duğunu biliyoruz.Her ne kadar, çoğu kişinin aklında eleştiri deyince olumsuz bir anlam çağrışsa da, eleştiri yalnızca olumsuz görüş bildirimlerinden ibaret olmayıp, olumlu düşünce ve takdir içeren önermeleri de kapsamaktadır.
Sayıları ve sıklıkları oldukça gerçekten çok az da olsa, halk ke-siminden bazı insanlar Devlet’e ve hukuk sistemine olumlu eleştiriler yöneltebiliyorlar. Ancak kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi, olumsuz eleştiriler kısmında dile getirdiğimiz faktöre burada da rsatlıyoruz: Şahsî çıkar. Kişi ne ekonomiyi düzelttiği, ne dış politikada başarılı olduğu, ne de yolsuzlukların üzerine gittiği için böyle bir tutum içerisine girmektedir. Peki, o halde olumlu eleştiri yapılmasının nedeni nedir? Çünkü Devlet, ya depremden sonra kendilerine konut tahsis etmiştir, ya kendilerinden çalınmış parayı hırsızı yakalayıp iade etmiştir, ya da af çıkarmıştır.Bu da şu anlama geliyor ki; bu tür olumlu eleştiri yöneltenlerin gözündeki “güzel ve iyi Devlet”, her an için ucu onlara dokunan bir faaliyette bulunup yine eski “kötü ve baskıcı Devlet”e dönüşebilir.
Kısacası halk kesiminden kaynaklanan gerek olumlu gerekse olumsuz eleştiriler, anlık, toplumun tümüne mâl edilemeyecek kadar dar kapsamlı ve şahsî niteliktedirler.

B. Aydın Kesimdeki Güvensizlik Ve Eleştiriler
Devlet’e ve hukuk sistemine yapılan eleştirileri, yalnızca “halk kesimi” ile sınırlandırmak, halk kesiminden farklı olarak, bir ölçüde de olsa, hukuk ve siyaset bilimlerinden nasibini almış, Devlet’i ve uyguladığı politikayı yazı, yayın, program ve yorumlarıyla etkileyen medya mensubu kişilerin, hukuk sisteminin işleyişinde doğrudan rol alan, hakimlik, savcılık, avukatlık gibi meslekleri icra edenlerin ve hukuk bilimiyle uğraşan insanların eleştirilerini hiçe saymak olur. Özellikle yazılı basında, birçok kalemin Devlet’e ve hukuk sistemine çeşitli eleştiriler yönelttiğini ya da bunlara güvenmediğini açıkça ortaya koyduğunu görüyoruz.
Bir yazara göre “Ne olursa olsun Türk Silahlı Kuvvetleri Türk Milleti’nin yegane güvencesidir.”1 Yani, T. C. Devleti TSK’den ibaret olmadığına göre, Devlet’in kişiliği organlarına güvenilmemelidir. TSK olmasa, toplumdaki bireyler güvende olamayacaklar ve ülke kaosa sürüklenecektir.,
Çoğu aydının dile getirdiği bir husus da, “halkın eleştirilerinde haklı sayılması gerektiği”dir. Bu kişilere göre, halk ideal bir devlete sahip olmak, hukuk sisteminin sorunları aşmasını sağlamak için her şeyi yapmasına ve elinden gelen tüm çabayı göstermesine rağmen, bu gayret ve çabalar, Devlet tarafından desteklenmediğinden ve ciddiye alınmadığından başarıya ulaşılamamaktadır.Yani hukukun üstünlüğüne inanan vatandaşlar suçluları ihbar etmekte, bu suçluları koruyan devletse bunları cezalandırmayarak illegaliteyi (=hukuka aykırılık) teşvik ederek birçok sorunun ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor.Halk, Devlet ile bir alıp veremediği olduğu için değil; sırf bu sebeple onu eleştirmekte, ona güvenmemektedir.
Halkı sorunların giderilmesinde hiç çaba göstermemekle suçlamak, ya da çaba gösterenlerin toplumdaki çok çok küçük bir azınlıktan ibaret olduğunu öne sürmek ne kadar abrtılıysa; bu aydınlar gibi halkı tamamen kusursuz görerek, Devlet’i halkın çabalarını boşa çıkardığını, zımnî olarak sorunların tek sorumlusu olduğunu ima etmek de o derece radikal bir tutum olur.Çünkü halkın içinden seçilen, Devlet’in somutlaşmasını sağlayan ögeler olan yöneticilerin, halkın daha iyiye uzanma çabasını kasten karşılıksız bırakması, hatta boşa çıkarması düşünülemez. Olsa olsa Devlet’e mâl edilmeden, belirli kişilerin yaptığı hatalar dile getirilebilir.
Hukuk sistemi, fiilen hukukla uğraşan kişilerin dahi eleştirisine uğrayabiliyor.Bir röportajda Diyarbakır DGM Başkanı şöyle diyor:
“DGM’lerin gerekli olduğuna inanmıyorum.Onların yerine, beli ağır ceza mahkemelerinin ihtisaslaşması daha iyi olur.”2
Hukuk sisteminin işleyişinde doğrudan bir rol üstlenen; hakim, savcı ve avukat gibi hukukçular, hukuk sistemindeki aksaklıkları, kendi alanları olduğundan, en bilimsel ve en doğru biçimde görüp tespit edebileceğinden, yine çok şahsî ve dar kapsamlı olmamak kaydıyla, tüm bu kesimde (hakim,savcı ve avukatlar) veya bu kesimin genelinde mutabakat sağlanmasıyla bazı eleştirilerin gündeme getirilmesi yararlı olabilir.Örneğin, avukatların haklarıyla ilgili olarak kanun değişikliğine gidilmesinin söz konusu olması ve gündeme gelmesi, yukarıda söz edildiği çerçevede bütünsel bir eleştiri ve hatırlatma ile sağlanmıştır.Yani eleştiri tek bir avukattan değil, neredeyse avukatlar kesiminin tümünden gelmiştir. Bu tür bir faaliyetin, hukuk sisteminin kötü olduğunu yineleyip durmaktan çok daha olumlu ve yararlı olacağı şüphe götürmez.
Aydın kesimden gelen eleştirilerden söz ederken, bazı televizyon programlarını da atlamamak gerekmektedir. Televizyonda “halkı güldürmek, güldürürken de düşündürmek ve böylece mevcut sorunlara dikkat çekmek” amaçlı oldukları iddia edilen, bazı mizahî nitelikteki programlarda, Devlet ve kurumlarına bazen abartılı ve aşırı bir biçimde yüklenildiği gözden kaçmamaktadır. Bu tür programları yapan kişiler, bir bakıma kendi siyasî görüşlerini programın akışı içerisinde eritmekte, mesajlarını da bu görüş çerçevesinde ve yönünde vermektedirler.Bunlara kalırsa, Türkiye’de yolsuzluk yapmayana, vergi kaçırmayana, hukuk kurallarını ihlâl etmeyene hayat yoktur, herkes gözünü açıp bir şeyler götürmeye bakmalıdır. Devlet, “işkenceci, despot ve zorba” bir kurum, “Halka baskı ve işkence yapmaktan, bir sürü ezici vergi almaktan ve öğrencilere meydan dayağı atmaktan başka bir işe yaramayan müstebit bir kuruluş”tur. Bu fikirler, bu yayınları izleyen halk kesimini de derinden etkilemekte, bu kesimin Devlet’e karşı olan tutumunun gereğinden fazla olumsuz olmasına neden olmaktadır.
Genel bir söyleyişle, aydın kesimde hem yapıcı, bütünsel ve şahsî olmayan ; hem de aşırı derecede olumsuz, yıkıcılığa sevkedici ve oldukça da şahsî nitelikli eleştirilere rastlamak mümkündür. Önemli olan eleştirilerin olumlu veya olumsuz, dar kapsamlı veya bütünsel, yapıcı veya yıkıcı oldukları değil ; bunların işlevini ne derece yerine getirebildiği olmalıdır. Eleştiriden çok bir öneri niteliği taşıyan, “Şöyle olsa daha iyi olur.” gibi yumuşak başlı söylemler, Devlet ve kurumları üzerinde ne kadar olumlu bir etki yapar ve ne kadar ciddiye alınırsa; aşırı olumsuz ve radikal eleştiriler de salt dikkat çekmeleri yönünden etkili ve olumlu sonuçlar doğmasını (örneğin böyle bir eleştiri sonucunda bir soruna çare bulunması) sağlayabilecek nitelikte olabilirler.
Gerek halk kesiminde, gerekse aydın kesimde yapılan eleştiriler, herkes eleştiri yaptığından olsa gerek, pek dikkat çekmemiş, televizyonlarda görmeye alıştığımız, önemli konuların tartışıldığı programlarda gündeme getirilmemiş ve önemsenmemiştir. Bu bir yana, bu sorunun farkına varan bazı Devlet büyükleri bu aşırı eleştirilerden duydukları hoşnutsuzluk ve rahatsızlığı zaman zaman dile getirmişlerdir.
T. C. Başbakanı, bir gazeteye verdiği bir demeçte şöyle diyor:
“Bazı entel çevrelerin bir huyu var: Sürekli hükümeti kötülemek, siyaseti kötülemek, Meclis’i kötülemek...Böyle özel bir tatminde bulunuyor bazıları kimseler.”
Başbakanın da dile getirdiği ve I.. bölümde bahsedildiği üzere, bazı kişiler, çaba göstermek yerine yalnızca olumsuz eleştiri ve kötüleme yapmak yoluyla bir bakıma egolarını tatmin ediyorlar. Böylece bu modaya uyan bir sürü felaket tellalı yazar ve yorumcular ortaya çıkıyor, bunların olumsuz eleştiri yüklü yazı ve yorumları da Devlet’e zarar veriyor.
2. Niteliklerine Göre

A. Bilimsel Temelden Yoksun,İdeolojik Ve Yanlı Eleştiriler:
Bazen Devlet ve hukuk sistemine yönelik öyle eleştirilerle karşılaşıyoruz ki ; -eleştiri kavramı bunları nitelemeye yetmiyor- bunların belli ideolojilerin güdümünde, bilimsel ve eklektik düşünce tarzından oldukça uzak, yanlı ve kişi ya da gruplara özgü eleştiriler olduğunu farketmek hiç de zor olmuyor.
“ T. C. Devleti’nin, Anayasa’da yazdığı gibi demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olmadığını, burjuvazinin diktatörlüğü devam ettiği sürece de olmayacağını iddia eden ve Türkiye’de halen ‘İç Savaş’ hukukunun hakim olduğunu savunan bir görüş”3 için bilimsel kavramı, herhalde kullanılabilecek en son sıfattır. T. C. Devleti’nin hukuk devleti olmadığını iddia edebilmek için, devletin en azından Afganistan’daki “Taliban Yönetimi” kadar ilkel bir hukuk sistemine sahip olması, hukuk normlarının hiç kimse için bağlayıcı ve ciddiye alınır tarzda olmayan bir nitelikte olması icap eder. Tabi ki “ T. C . Devleti tam anlamıyla bir hukuk devletidir.” demek, mevcut bazı aksaklıklar dolayısıyla, tutarlı bir önerme olmaz; fakat bu, onun “kesinlikle hukuk devleti olmadığı” iddiasını dile getirme gerekliliği oluşturmaz. Böyle bir iddiada ; hem yanlış, hem eksik, hem de Devlet’in varlığı ve geleceği için oldukça tehlikelidir.
Bu tür eleştiriler, bazen eleştirinin sınırlarını aşarak bir eyleme dönüşmekte, Devlet’e karşı olan aşırı güvensizlik ve antipati radikal ve sert tavırlarla dışa vurulmakta, bu , Devlet’in müdahalesini getirmekte ve bu müdahale de, “İnsan Hakları” başta olmak üzere birçok konuyla ilgili yeni eleştiriler doğurmakta, böylece bir kısır döngüye girilmekte, eleştiriler böylece sürüp gitmekte,tüm bunlar Devlet’i zedelemekte ve üniter yapının gereklerine ters düşmektedir.
B. Bilimsel Eleştiriler:
Her bilimde olduğu gibi, hukuk ve siyaset bilimlerinde de, bilimsel üslup ve çerçeve içerisinde kalmak ve sağlam temellere oturtularak tamamen hipotetik olmamasına dikkat edilmek sureti ile bazı eleştiri, görüş ve değerlendirmeler dile getirilebilmektedir. Bunlara gerek bilimsel eserlerde, gerek bilim adamlarının konferans, konuşma ve tezlerinde, gerekse bunların dışındaki yazılı eselerde rastlayabiliyoruz.Bunlar, buraya kadar sözünü ettiğimiz eleştirilerden oldukça farklı bir nitelik arz etmekte, mevcut eleştirilerin belki de en sağlam yapılı ve ayağı yere basanlarıdır. Ayrıca bunların şahsî oldukları da iddia edilemez. Çünkü bunlar şahsî iseler, o zaman halk kesiminden ve aydın kesimden gelen, bazıları oldukça yanlı ve ideolojik olanlar haydi haydi şahsîdir.
Aslında bilimsel eleştiri dediğimiz kavram, doğasında eleştirinin karakterini barındırsa da, daha ziyade genel geçer bir takım önermeleri ve geçmişteki tecrübelere dayanan tahmin ve öngörüleri
içerir.Bilim adamları, Devlet’in veya hukuk sisteminin aksadığını gördüklerinde, hatta bu gerçekleşmeden önce aksayacağını sezdiklerinde, doğrudan doğruya -bazılarının yaptığın gibi- bu kurumları kötülemek yerine, bazı bilimsel karakterde cümleler kullanmak, bunları mevcut sorunlarla ilişkilendirmek ve sorun-ların doğasında eritmek, kısacası teorik bilgiyi sorunları dile getirmede bir araç kullanmak suretiyle belki de eleştiri yapmanın (ilk bakışta bunların eleştiri olmadığı kanısına kapılabiliriz.) en işlevsel ve pragmatik yolunu uygulamaktadırlar. Ayrıca bu tür önermeler, güncel bir olayın sınırları arasında sıkışmayıp, zaman ve mekan kavramlarını da aşarak her zaman ve her yerde söz konusu durumu ilgilendirecek her türlü olayda doğruluğunu korur nitelikedirler.
“İktidarların kontrol edilmedikçe bozulduklarını görmek için, uzun boylu kanıt aramaya hacet yoktur. Kontrol edilmeyen her iktidarın bozulması sosyal bir gerçekliktir. Bozulma, kötüye kullanma, en çok siyasal iktidar için söz konusudur.”4 Bu cümleleri, yukarıda değindiklerimiz bağlamında ele alalım:
Bir kere, Devlet’e doğrudan hiçbir suçlama yöneltilmemekte, “Devlet şöyle yapmaktadır, bu yüzden hatalıdır, suçludur!” gibi söylemlere yer verilmemekte, geniş zaman kipinde kurulan kurulan cümlelerle, bunların bilimsel gerçekler oldukları ortaya konmaktadır. Bu cümleler, 1963 yılında, yani tam otuz sekiz yıl önce yazılmış bir eserde yer almaktadır. Bu kadar fazla zaman önce, sosyal, siyasal ve hukukî şartlar farklı da olsa, o anda kaleme alınmış bu cümlelerin günümüzde doğruluk ve tutarlılığını koruduğu ve gelecekte de koruyacağını tahmin etmek zor olmayacaktır.Gerçekten de bugün Devlet’e yöneltilen eleştirilerin çoğunun “siyasal iktidarın bozulması”na dayandığını görüyoruz. Bu bağlamda, yukarıdaki cümlelere bakacak olursak, siyasal iktidarın bozulmasının nedeni “bu iktidarın kontrol edilmemesi”dir. Peki onu kontrol edecek olan mekanizma nedir? Tabi ki hukuk sistemi, hukuk mekanizmasıdır. Bu aşamada sorunun en can alıcı noktasına kenetlenmiş oluyoruz: Hukuk sistemi iyi işlemediği zaman hem kendisi ; hem de, bu iyi işlememesi yasal iktidarın kötüye kullanılmasına olanak sağladığından, Devlet eleştiriye maruz kalmaktadır.
Görüldüğü üzere, bilimsel eleştiri, daha çok bir irdeleme, olgunun temel ve nedenlerine inmeye ve mantıklı açıklamalara dayanmakta, sayıca oldukça fazla olan eleştirinin neden ve kökenini bir anda gözler önüne serebilmektedir.
Yukarıda, önemli ve yerinde tespitlerine yer verilen, önde gelen kamu hukukçularımızdan Prof.Dr. Yahya K. Zabunoğlu’nun, günümüzde Devlet’e ve hukuk sistemine yöneltilen eleştirilerin en önemli kaynak ve nedenini teşkil bir olguyla ilgili bir başka bilimsel belirlemesi de şu şekildedir:
“Devlet, fonksiyonunu yerine getirirken, toplumun plural grupları da içerdiğini göz önünde bulundurmak, ... , yerine göre bu grupların mevcudiyetlerine ve faaliyetlerine hürmet etmek, gerekirse yardım etmek ve genellikle onların meşru ve makul isteklerinin yerine getirilmesini sağlamak durumunda ve zorundadır.”5
Halk kesimindeki eleştirilerden söz ederken, “Devlet’in halkın muvafakatını elde etmek, bireylerin kendilerini hukukî açıdan güvencede hissetmelerini sağlamak durumunda olduğu”ndan da bahsetmiştik. İşte kimi devlet adamlarının, başta seçimlerde kendilerine fazla oy verilmemesi olmak üzere birçok sebebe dayanarak “halkın hiçbir şey bilmediği, siyasetten anlamadığı” iddiaları gündeme getirmesi, siyaset biliminin sınırlarını zorlayarak şahsîliğe yaklaşmaktadır.Çünkü önemli olan halkın kim olduğu, siyasetten anlayıp anlamadığı değil; fakat Devlet’in uygulama ve icraatlarından memnun olup olmadığı, ona muvafakat gösterip göstermediğidir. Devlet’in görevi, bazı devlet kuramcılarına göre,“egemenliğini ona teslim eden halkın memnuniyetini sağlamak”tan başkası değildir. Bu halkçı görüşün karşısında, tabi ki “Devlet’in en üstün iktidar olduğu, halkı oluşturan bireylerin ona mutlak bir şekilde itaat etmeleri gerektiği ve mutlak itaatin mutlak hürriyeti getireceği”ni savunan, başta ünlü düşünürlerden İngiliz Thomas Hobbes’un benimsediği devletçi bir görüş bulunmaktadır.
Hobbes’a göre, “Kutsal Kitap’taki canavar Leviathan, sivil yaşa-mın nimetlerinden yararlanmak için kendi istekleriyle doğal özgürlüklerinden vazgeçmiş bireylerin yapay olarak yarattıkları,gücü sınır tanımayan modern devleti simgeliyordu.”6
Sonuç olarak, bilimsel tarzdaki eleştiri ve belirlemelerin, Devlet düzeninin işleyişi ve hukuk sisteminde var olan sorunların çözülmesinde en fazla ciddiye alınması gereken ve bu yolda en fazla yararlanılabilecek, en güvenilir ögeler olduğunu vurgulamak gere-kir.Bu, bilim adamlarının yaptıkları dışında kalanların eleştiriden sayılmaması gerektiği anlamına getirilmemelidir, sadece bilimsel eleştirileri diğerlerinin karşısında üstün ve öncelikli saymanın, birincil olarak onlara başvurmanın daha mantıklı olduğu düşünülmelidir.

§ III. BÖLÜM: ÇEŞİTLİ ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

1. Hukuk Reformu
Devlet’e yapılan eleştiriler ve hissedilen güvensizliği bir yana ko-yarsak, hukuk sistemine yönelik eleştirilerin konusu olan sorunların giderilmesi yolunda, en başta gelen öneri “ Hukuk Reformu ” yapılmasıdır. “Reform” , yabancı bir kelime olup “re” ve “form” ögelerinden oluşmaktadır.İngilizce’de “re”, “tekrardan, yeniden” anlamına gelen bir prefix(ön ek), “form” ise “şekillendirmek, biçimlendirmek” anlamına gelen bir fiildir. Bu bağlamda reform, “ıslahat; yeniden şekillendirme; daha iyi hale getirme; bir hususu daha iyi duruma getirmek işi; mevcut yapısal düzen içinde kalarak, siyasal/ekonomik/toplumsal değişiklikler yapma.”1 anlamına gelmektedir.
“Hukuk reformu” dediğimizde de “tüm bu eylemlerin Hukuk alanında gerçekleştirilmesi”ni ifade etmiş oluruz.Hukuk reformu yalnızca günümüzde ortaya konan güncel bir kavramdan öte, hukuk var olduğu sürece var olan, zorunlu ve doğal bir gereksinimdir. Çünkü çağa ayak uyduramayan, toplumsal şartlara göre değiştirilmeyen hiçbir kurum ayakta kalamaz, fonksiyonunu tam olarak yerine getiremez. Bu bağlamda Hukuk bilimi ve sistemi de sürekli değiştirilmek ve yenilenmek zorunda kalmış, kanunlarda değişiklik ve düzenlemelere gidilmiştir.
Toplumumuzda hukuk reformunun en çok eleştiri alan şu konularda yapılması isteniyor:

a) Kanunların dili sadeleştirilmelidir.
b) Para cezaları enflasyona endekslenmelidir.
c) Fiilî karine2 getirilmelidir
d) Anayasa kısaltılmalı, bir çerçeve ve sivil Anayasa haline getirilmelidir.
e) Yargı bağımsızlığı tam olarak sağlanmalıdır.

Her konuda olduğu gibi, hukuk reformu önerilerinde de bir plüralizm göze çarpıyor. Hatta bazı kişiler, hukuk reformunun yetersiz olacağını, bir hukuk devriminin gerçekleştirilmesi gerektiğini ileri sürüyorlar.Ancak bu, toplumsal ve siyasal şartlar göz önüne alınırsa, gerçeğe pek uygun olmayan bir öneridir.Çünkü hukukta bir devrim yapılabilmesi için sistemin tamamen çükmüş ve tıkanmış, fonksiyonunu yitirmiş ve belki de Devlet yapısının tamamiyle çözülmüş olması gerekir.(Örneğin Osmanlı Devleti’nin Yıkılmasından hemen sonraki aşama) Böyle bir durum söz konusu değilken hukukî bir devrim yapmak, hem imkansıza yakın derecede zor; hem de toplumda ani değişme nedeniyle ortaya çıkacak, belki de eski hukuk sistemindekinden fazla sayıda ve daha dikkat çekici sorunlar nedeniyle tehlikelidir.
“Kanunların dilinin sadeleştirilmesi” de halk arasında en çok dile getirilen gerekliliklerden biridir.Gerçekten de, Arapça ve Farsça sözcüklerle dolu olan kanunları anlamak oldukça zor olmakta, bu zorluk, hem hukuk öğretiminde, hem de hakimin kanun metnini yorumlamasında kendini göstermektedir.Ancak bu değişikliğin yapılması, gerek kanunların sayı ve uzunluğu, gerekse bu değişikliği yapacakların titiz bir şekilde belirlenmesi açısından pek kolay olmamakta, buna rağmen böyle bir çalışmanın yapılmasına doğru bir yönseme ve hazırlık göze çarpmaktadır.
“Biraz uzun olan ve alelade kanunlar gibi ayrıntılı kanunlar içeren anayasamızın İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kısa, çerçeve bir anaysa hailne getirilmesi gerektiği” de önemli ve dikkate değer önerilerden biridir.Bu önerinin gerekçesi ise anayasanın doğasında “tüm kanunların temeli olma” gibi bir özelliği bulundurması, dolayısıyla ancak “temel, kısa ve çerçeve”niteliğinde olmasının anayasa ile ilgili tüm tartışma ve sürtüşmelere son verebileceğidir. Anayasanın kısa veya uzun olması, siyasî bir tercih meselesi olduğundan, hangi tür anayasanın daha iyi olacağını belirlemek son derece güçtür.Ancak uzun ve ayrıntılı anayasaların Devlet’in, dolayısıyla da milletin egemenliğini (millî egemenlik) güvence altında tutması; kısa anayasalarınsa anlaşılması kolay ve genel olması bakımından olumlu bir nitelik arz ettiği söylenebilir.
“Yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanması” önerisi, “hukuk devletinin gereklerinin tam olarak yerine getirilmesi” ile mümkün görülmekte ve birbiriyle iç içe geçmiş olan bu değişiklik ve reformların yapılmasının, sorunların aşılmasında çok önemli bir adım olacağı ileri sürülmektedir.Bu da demek oluyor ki, bu görüş-tekilere göre “T. C. Devleti tam anlamıyla bir hukuk devleti değildir.Bazı uygulamalar ve kanunlar hukuk devletinde görülmemesi gereken tarzdadır.” Mesela, “...hukukî nitelikleri itibariyle tam anlamıyla idarî işlem olan Yüksek Askerî Şura kararlarının yargı denetimi dışında tutulmasını, hukuk devleti açısından haklı bulmak mümkün değildir... Hukuka uygun olmayan bir işlemin, ne gerekçe ile olursa olsun, yargı denetimi dışında bırakılması, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz.”3
Yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanabilmesini engellediği ileri sürülen önemli bir husus da “1982 Anayasası’nda rol sahibi olan Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin hiçbir şekilde yargılanmaması, bu konseyin kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaması” gibi, hukuk önünde eşitlik ilkesini zedeleyen bir hükümolan anayasanın Geçici 15. Maddesi’nin değiştirilememesidir.
Bir hukuk devleti olan T. C. Devleti, belirli kişilere veya zümrele-re ayrıcalık tanımamalı, herkes kanun önünde eşit olmalı, suçla-rından dolayı yargılanabilmeli ve cezalandırılabilmelidir.

2. Federasyon Önerisi
Federasyon, federalizm düşüncesiyle alakalı olup, “federal devlet” denen yapılanmanın oluşturulmasıyla ortaya çıkıyor.Federal Devlet dendiğinde, kendisini oluşturan yerel birimlerin (federe devletlerin), ilke olarak uluslar arası yetkileri olmamasına rağmen, her birinin anayasa, yasama ve yargılama alanında özerkliğe sahip olmaları anlaşılır.4
Federasyon ile ilgili ayrıntılı bilgi vermek bir yanda dursun, asıl önemli olan, Türkiye’nin sosyal ve siyasal yapısının bu tür bir devlet yapılanmasına uygun olup olmadığıdır. Bu bağlamda ülke-nin ekonomik durumunun da göz önünde bulundurulması,göz ardı edilmemesi gereken bir husus.Çünkü federasyon oluşturulduğunda, federal devlet, ( federe devletlerin birleşmesiyle oluşan üst kuruluş) federe devletlerin kendi malî kaynaklarıyla ayakta durmasını sağlayamayacaksa, federe devletlerin tek (basit yapılı-üni-ter) devletlerdeki yerel yönetimlerden farkı olmayacaksa, federas-yon yalnızca biçimde kalır, maddî açıdan hiçbir şekilde var olmaz. Böyle bir durumda, merkezî otorite de sarsılacağından, çok büyük ve tehlikelli sosyo-ekonomik krizler boy gösterir.Bu da devletin hızla bir çözülme sürecine gireceği anlamına gelir.
Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda ve Türk toplu-munda egemen olan “ulusal egemenlik” ve “bağımsızlık” anlayışına şu aşamada ters düşen federasyon denen devlet yapılanmasının Türkiye’de oluşturulmaya çalışılması, toplumbilim ve siyaset bilimlerinin verilerinin dikkate alınmaması olacağı gibi, bu, mevcut sorunları sorunları gidermek şöyle dursun, bunlardan çok daha fazla sayıda ve tehlikeli aksaklıklar doğurur. “ T. C. Devleti’ne vatandaşlık bağlı herkes Türk’tür.” Anlayışına sahip olunan bir ülkede, etnik köken veya coğrafya kıstaslarına dayanarak ayrımlamalara gidilerek azınlık olarak düşünülebilecek topluluklara ö-zerklik verilmeye yeltenilmesi, toplumca kabul görmeyecek, hatta buna muazzam bir tepki gösterilecek, belki de yine bir askerî müdahele söz konusu olacaktır. Zaten şu aşamada anayasamızın 3. maddesinin ilk fıkrasındaki “Türkiye Devleti, ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir.” Hükmüne baka-rak böyle bir faaliyetin, şu aşamada söz konusu olamayacağını anlayabiliriz.

3. Sübjektif Ve Radikal Öneriler
II. bölümde bahsettiğimiz “Bilimsel Temelden Yoksun, İdeolojik Ve Yanlı Öneriler” in sahiplerinin, genellikle kendi şahsî görüşlerine uygun olarak, sübjektif ve radikal bazı önerilerde bulunduklarını görüyoruz.
Ali Özdoğu, << Hangi “Hukuk”? >> adlı yapıtında, “... burjuvazinin diktatörülüğü devam ettiği sürece T. C. Devleti’nin anayasal,sosyal bir hukuk devleti olamayacağı”ndan5 bahsederek T.C. Devleti’nin anayasal, sosyal bir hukuk devleti olabilmesi için kendine göre “burjuvazinin diktatörlüğünün kaldırılması” şartını ortaya koyuyor. Marksist bir görüşe dayalı olduğu açık olan bu önermede “burjuvazinin diktatörlüğünün kaldırılması” ile neyin murat edildiği net olarak anlaşılmamakla birlikte, biraz düşünülüp Marksist öğretinin “sınıfsız toplum anlayışı” ve “proleteryanın üstünlüğü” gibi ögeleri hatırlandığında, bununla “Devleti yöneten ve burjuva telakki edilen kişilerin yönetimi proleterlere tevdi etmesi”nin kastedildiği kanısına varılabilir. Bu görüşe göre Devlet meşru değildir ve hukuk sistemi burjuvaların ellerinde bulundurdukları, proleterya üzerindeki sömürülerini meşru bir kılıfa sokmalarını sağlayan bir araçtan başka bir şey değildir. Ülkede “İç Savaş” hukuku hakimdir ve halk (Burada halk ile neyin kastedil-diği belirsizdir, çünkü halkın tamamının bu görüşte olduğu düşünülemez. Toplum plüralist yapısının doğası gereği, içerisinde farklı siyasî ideolojilere sahip bireyleri de barındırır.) zorba ve katil bir devlet tarafından sürekli ezilmektedir.
İşte tüm bu kötü durumlardan kurtulmanın yolu, Özdoğu’nun deyimiyle “burjuvazinin diktatörlüğünü kaldırmak” , böylece de “anayasal, sosyal bir hukuk devletine ulaşmak”tır. Bu yapılırsa hiçbir problem kalmayacak, burjuvazinin baskısından kurtulan halk rahatlayacak ve ülke sınırsız bir refaha kavuşacaktır. Tabi ki, burjuva telakki edilen yöneticilerin yönetimden çekilmeleri ile ortaya çıkacak otorite boşluğunun, başıbozukluk ve kural tanımazlğın da hangi yol ve yöntemlerle engelleneceği veya ortadan kaldırılacağı çok büyük merak konusudur. Ayrıca toplumu oluşturan bireylerin ne kadarının böyle bir öneriye sıcak baktığı ve bu tür fikirlere sıcak baktığı dahi araştırma konusu iken bu “yönetimin devri” işlminin nasıl, ne zaman ve hangi şartlarda gerçekleşeceği de bir sürü hipotetik, ayağı yere basmayan ve gerçekçi sayılamayacak açıklama ve iddiayı peşinde sürükleyecektir.
Devlet yapılanması hakkında, her zamanda açıkça dile getirilmeyen fakat herkesçe bilinen bir radikal öneri, daha doğru bir söyleyişle plan da “Şeriat Düzenine Dayalı Bir Devlet’in Kurulması”dır. Aslında bu, bir öneriden ziyade belli bir siyasî ideolojilerin nihai ereğidir. Bu fikirlerde olanlara göre, laiklik ilkesine pek itibar edilememeli, din ve devlet işleri aynı tutulmalıdır. Uygulanması gereken tüm hukuk kuralları ve kanunlar kutsal kitapta yer aldığından, ayrıca cüzî iradeye sahip olan kulların ürettiği yasalara gerek yoktur. Devlet, Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olmalı, halife Tanrı’nın yeryüzündeki yegane temsilcisi olmalıdır. Çağdaş ve laik bir devletin koyduğu kurallar Tanrı’nın yüce iradesine ters, günah ve etkisiz (bu kurallar çok hafif olduğundan bireyleri korkutamaz.) olacağından, en iyisi Tanrı buyruğu olan ve kutsak kitapta yer alan hükümlerin uygulanmasıdır. Herkes, Hobbes’in devletinde olduğu gibi, temel hak ve özgürlüklerinden tamamiyle vazgeçerek, egemenlik haklarını devlete teslim etmeli ve onu hiçbir zaman sorgulamadan, sürekli ve mutlak bir şekilde itaat etmelidir. Zaten bireyler, buna mecburdurlar; çünkü Devlet Tanrı’ nın yeryüzündeki yansıması olduğundan, Devlet’e itaatsizlik, Tanrı’ya da itaatsizlik olacağından günahtır da. “ Mutlak itaat, mutlak özgürlüğü getirir.”
% 99’unu Müslüman halkın oluşturduğu toplumumuzda, İslam dininin kaide ve kurallarının yanlış ve batıl olduğunu iddia etmek tabi ki mümkün değildir. Dahası, bu dinin hükümlerine göre hareket etmiş olan, tüm kurumlarını bu dine göre düzenlemiş olan, tam anlamıyla bir teokrasi ile yönetilen, bu yönetiminin her işlemini şeyhülislamlık denen bir makamın dine uygunluk açısından denetlediği koca bir imparatorluk olan, altı yüzyıl boyunca ayakta kalmış, üç kıtaya hükmetmiş olan Osmanlı Devleti’nin devamı niteliğinde bir devletin vatandaşlarının oluşturduğu bir toplum, dinî vecibelerini de serbestçe yerine getirecektir.Ancak bu, Orta Çağ’dan kalma bir devlet düzeni olan teokrasinin getirilmesi, AB’ye girme tartışmalarının yaşandığı günümüzde insanların kurban keser gibi idam edilmesi, ellerinin ayaklarının kesilmesi anlamına getirilmemelidir.
Bunlara benzer, birçok radikal ve sübjektif öneriye rastlamak mümkündür. Bunların ortak özelliği “kökten değişiklikler içermeleri ve toplumun çoğunlunca kabul görmemiş olmamaları” şeklinde karşımıza çıkıyor.Ayrıca bu tür görüşlerini “kuvveden fiile” aktarmaya çalışanların olduğunu, bu tür eylemlerin engellendiğini, bunlara izin verilmediğini, hatta bunların cezalandırıldığını, tüm bunların da bu radikal ve şahsî önerilerin, bunlara dayalı tepki, eylem ve faaliyetlerin yandığı bir ateşi körüklediğini gözlemliyoruz. Bu zincirleme kısır döngü böylece sürüp gidecektir. Önemli olan, Devlet’in bunlardan minimum ölçüde zarar görmesini, hatta hiç zarar görmemesini sağlayabilmektir.


§ IV. BÖLÜM: T. C. DEVLETİ VE HUKUK SİSTEMİNİN GELECEĞİ

T.C. Devleti ve hukuk sistemine yönelik güvensizlik ve eleştirilerin ortaya çıkmasında etkili olan unsurların neler olduğu, bunların mevcut güvensizlik ve eleştiriler üzerinde nasıl ve hangi yönde etkilere sahip olduğu; güvensizlik ve eleştirilerin ne gibi farklı çeşitlerde ortaya çıktığı, bu farklı türdeki güvensizlik ve eleştirilerin ne gibi bir mahiyete sahip bulunduğu ve tüm bu güvensizlik ve eleştirilerin kaynağı olan sorunların hangi yol ve yöntemlerler çözüme kavuşturulabileceği ile alakalı olarak ortaya konulan farklı çözüm önerilerini ortaya koyduktan ve tüm bu sözü edilen-leri bir arada düşünüp değerlendirdikten sonra, T. C. Devleti ve hukuk sistemi hakkında, “Bunlar kesinlikle gerçekleşecektir.” gibi bir iddia niteliği taşımamasına dikkat etmek kaydıyla, çeşitli tahmin ve öngörülerde bulunmak mümkündür.
Her şeyden önce, T. C. Devleti, cumhuriyetin kurulduğu 1920’li yıllarda M.Kemal Atatürk tarafından oldukça sağlam temellere oturtulmuş, zaten Türk toplumunun doğasında var olduğundan beri bulunan “birlik ve beraberlik” duygusu, ne zaman Devlet’in varlığına yönelik tehditler söz konusu olsa muazzam bir halk tepkisi oluşturmuş, bu olgu (birlikte hareket etme, tek yumruk olma) toplumsal ve sosyal bir yozlaşma içerisinde olan, paranın her şeyin önüne geçtiği, aile yapısının bozulduğu özellikle A.B.D. gi-bi devletleri hayrete düşürmüştür. T.C. Devleti’nin varlığını tehlikeye düşürecek nitelikteki eylem ve tutumların hazırlayıcısı olan güvensizlik ve eleştiriler, sunî gündemler yaratmak suretiyle, halk içine daha çok yabancı mihraklarca sokulmakta, Türk milletine karşı çağlar boyunca izlenen politikaya devam edilmekte, bu suretle doğrudan zarar vermek yerine, “toplum içi çözülmeler yaratmak” suretiyle akıllıca bir yöntem izlenmekte, ancak tüm bunlar işe yaramadığından, her geçen gün farklı yöntemler denenmektedir. “İnsan hakları, AB, F tipi, ana dilde eğitim ve televizyon yayınları, idamın kaldırılması, KOB (Katılım Ortaklığı Belgesi), Kıbrıs...” gibi saymakla tükenmeyecek birçok konudaki gelişmeler, ülkede gündeme oturmakta, böylece de T. C. Devleti ve hukuk sistemine akla hayale gelmeyecek eleştiriler yöneltilmekte, bu eleştirileri haksız bulan bazı kişiler de en az bu eleştiriler kadar radikal tepkiler göstermekte; çevik kuvvet “İntikam intikam!” diye sokaklara dökülmekte, bazıları bunlarının haklı, bazılarınınsa haksız bulmasıyla eleştiri ve tartışmalar yeni eleştirileri doğurmakta, bu, böyle sürüp gitmektedir. Tüm bu söz konusu faaliyetler devletle bağlantılı olmak üzere hukuk sistemi için de söz konusu olmakta, hatta hukuk sistemi devletin en çok eleştirilen yönünü teşkil etmektedir.
Görüldüğü üzere, oldukça girift ve karmaşık olan bu siyasî olgular, sürekli ve çok yönlü bir şekilde sürmektedir. Tüm bu olgular içerisinde göze çarpan en önemli unsur Devlet’e ve hukuk sis-temine yönelik güvensizlik ve eleştirilerin bazen abartılı ve aşırı bir hal aldığıdır. Eleştiri doğal ve zorunlu bir kavram olduğundan, eylem ve tepkiye dönüşmediği sürece Devlet’e zarar vermeyecek, onun varlığını tehdit etmeyecektir. Ancak görünen o ki, toplumda siyasete ve siyasîlere karşı bir düşmanlık ve güvensizlik gitgide artarak belirmekte, kişi kendisine bir siyasî lider hakkındaki gö-rüşleri sorulduğunda “Hepsi aynı! Hepsi cebini doldurmaya bakıyor. Hangisine oy vereceğimizi şaşırdık!” gibi çarpıcı bir cevap vermektedir. Bu devam edecek olursa, bugüne dek hiç iktidara gelmemiş partilerin oy oranı artacak, halk farklı seçenekleri denemeye çalışacak, bu da her türlü alanda, beş yılda bir çok farklı politikaların izlenmesine neden olacaktır. Bu istikrarsızlık özellikle ekonomi alanında göze çarpacak, en büyük sıkıntılar bu alanda ortaya çıkacaktır. Bunun yanında, şu günlerde gündemde olan sağda ve solda birleşme önerilerinin gerçekleşerek siyasî istikrarın sağlanabileceği, kararsız olarak görülen kesimin hükümetteki partilere yönelerek iktidarda bulunan partilerin seçimlerde yine diğerlerine göre fazla oy alabileceği de akla gelebilir. Ancak bu, li-derlerin birleşmeye yanaşmaması sebebiyle zor görünmektedir.
Geçmişe oranla daha fazla eylem ve tepkiye dönüşen eleştiriler ve güvensizlik bu şekilde aratarak sürer, Devlet’in varlığını tehdit eder bir hal alırsa, bir askerî müdahale ve sıkıyönetimin söz konusu olması kaçınılmaz olacaktır. Ancak tüm devlet ve ulusları hayrete düşüren birlik ve beraberlik ruhu, Türk toplumunun doğasında var olduğu sürece, bir aslî kurucu iktidarın ortaya çıkıp yeni bir anayasa oluşturarak devleti yenibaştan kurması, toplumsal yapıya aşırı bir zarar vermeyecek, belki de -bu çok riskli de olsa- hukuk sistemindeki problemlere bir son verilmiş olacaktır.
KAYNAKÇA
I. KİTAPLAR:
1. Ataöv, Türkkaya , Bilimsel Araştırma El Kitabı ,Savaş Yay.,
Ankara, 1989

2. Dilligil, Turhan, Adaletten Mektuplar, Adalet Yay., Ankara, 1982

3. Güriz , Adnan-Benedict P. , Türk Hukuku Ve Toplumu Üzerine
İncelemeler, Türkiye Kalkınma Vakfı, Ankara, 1974

4. Kapani, Münci , Politika Bilimine Giriş, 12. basım, Bilgi Yay.,
Ankara, 2000

5. Lipson, Leslie, Politika Biliminin Temel Sorunları, Çev: Tuncer
Karamustafaoğlu, A.Ü.H.F. Yay., Ankara, 1975

6. Mardin, Şerif, Türkiye’de Toplum Ve Siyaset,Makaleler I, 1.B.,
İletişim Yay., İstanbul, 1990

7. Özbudun, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yay., Ankara, 1998

8. Özdoğu, Ali, Hangi “Hukuk”? , Sorun Yay, İstanbul, 1998

9. Pierson, Christopher, Modern Devlet,Çevilek Hattatoğlu, Çivi Yazıları,
İstanbul, 2000

10. Teziç, Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta Yay., İstanbul, 1998

11. Turgut, Nükhet, Siyasal Muhalefet, Birey-Toplum Yay., Ankara, 1984

12. Yılmaz, Ejder, Hukuk Sözlüğü, Yetkin Yay., Genişletilmiş 5.baskı,
Ankara, 1996

13. Zabunoğlu, Yahya Kazım, Devlet Kudretinin Sınırlanması, A.Ü.H.F. Yay.
Ankara,1963

II. MAKALELER:
1.Güreli, Nail, “Şu Bizim Adliye” , Milliyet, 30 Aralık 2000, s.15

2. Müftüoğlu, Rıza, “Türk Silahlı Kuvvetleri”, Yeni Düşünce, Yıl:18,
Sayı: 714, 15-21 Aralık,s.1

III. RÖPORTAJLAR:
Yetkin, Murat, “Ecevit’ten Uyarılar”, Sabah, 10 Ocak 2001, s.18

IV. ANSİKLOPEDİLER:
1. Büyük Larousse,C.X
2.Yeni Rehber Ansiklopedisi, C.I

V. İNTERNET SİTELERİ:
www.turkhukuksitesi.com, Hukukçular Lokali
1Aslında Devlet, siyasi ve hukuki örgütten ibratet değildir. Konunun akışındaki işlevi (=fonksiyonu) açısıından böyle deme yolu tutulmuştur.
2Münci KAPANİ, Politika Bilimine Giriş, 12. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2000, s. 36 1
1Nükhet TURGUT, Siyasal Muhalefet, Birey-Toplum Yay., Ankara, 1984, s. 3
2Nükhet Turgut, A. g. e. 2
3Chistopher PIERSON, Modern Devlet, Çev: Dilek HATTATOĞLU, Çivi Yazıları, İstanbul, 2000, s.14 4
4Ejder YILMAZ, Hukuk Sözlüğü, Yetkin Yay., Genişletilmiş 5. B., Ankara, 1996, s. 21
5Yeni Rehber Ansiklopedisi, C.I., İhlas Gazetecilik, İstanbul, 1993, s. 131
6E. YILMAZ, A. g. e., s. 385 6
1Rıza MÜFTÜOĞLU, “ Türk Silahlı Kuvvetleri”, Yeni Düşünce, Yıl:18, Sayı: 714, 15-21 Aralık 2000 8
2Nail GÜRELİ, “Şu Bizim Adliye”, Milliyet, 30 Aralık 2000, s.15 9
3Ali ÖZDOĞU, Hangi “Hukuk”?, 1. B., İstanbul, Sorun Yay., 1998, s. 11
Ayrıca Devlet'e yönelik eleştiriler için bk. s. 11-19 10
4Yahya K. ZABUNOĞLU, Devlet Kudretinin Sınırlanması, A. Ü. H. F. Yay., Ankara, 1963, s.172
5Yahya K. ZABUNOĞLU, A. g. e. , s. 216
6Büyük Larousse, C. X, s. 5339 11
1E. YILMAZ, A. g. e. , s. 685
2Fiili karine, “belgelere ve kesin delillere ihtiyaç duyulmaksızın, hakkaniyeti sağlamak için, hayatın akışı ve objektif mantık kurallarına dayanarak belli olaylardan yola çıkıp, belli sonuçlara ulaşmak” anlamında geip “kanuni karine” nin dışındaki karineleri ifada etmektedir. Fiili karineye Anglo-Sakson hukuk sisteminde yoğun olarak başvurulmaktadır. Bu kavram, özellikle yolsuzluk davalarında oldukça önemli ve etkili olabilmektedir. 13
3Ergun ÖZBUDUN, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yay., Ankara, 1998, s.92
Ayrıca “Yürütme İşlemlerinin Yargısal Denetimi” için bk. s.90-94
4Erdoğan TEZİÇ, Anayasaların Hukuku, Beta Yay., İstanbul, 1998, s.126 14
5Ali ÖZDOĞU, A. g. e. , s.11 15
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"T.C. Devleti Ve Hukuk Sistemine Yönelik Güvensizlik Ve Eleştiriler" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Serdar Bastık'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
» Makale Bilgileri
Tarih
17-04-2004 - 22:36
(7314 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 17 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 10 okuyucu (59%) makaleyi yararlı bulurken, 7 okuyucu (41%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
11368
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 4 saat 56 dakika 57 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,55 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 69784, Kelime Sayısı : 8483, Boyut : 68,15 Kb.
* 35 kez yazdırıldı.
* 40 kez indirildi.
* 1 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 29
Yorumlar : 1
http://www.internethaber.com/author_article_detail_03.php?id=152(...)
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,07851696 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.