Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Ürün Sorumluluğunda Milletlerarası Yetki

Yazan : Uğur Bahadır [bugur4@hotmail.com]
Avukat

Makale Özeti
Makale ürünlerden doğan sorumlulukta özellikle tüketiciler bakımından yetkiyi konu alan bir incelemedir. Ankara, Mayıs 2004

I-GİRİŞ

Günümüzde iktisadi hayatta bir yandan teknik, diğer yandan büyük teşebbüs ve işletmeler hakimdir. Gerçekten son yıllarda, teknik alandaki ve pozitif ilimlerdeki akıl almaz gelişmeler, teknik bilim adamlarına her zaman tehlikeli olabilecek ama bunun yanında büyük görevler üstlenebilecek ve birçok sahada insanlara yardımcı olacak veya onların yerine geçebilecek binlerce çeşit yeni sınai malların imaline imkan vermiş ve bu durumda adeta dış dünyamızdaki dış yaşantımızı temelinden değiştirmiştir1.

Modern ticari alış-veriş ve endüstrinin kuruluş ve gelişimi ile birlikte; teknik, tehlike kaynaklarının eskiye nazaran inanılmaz ölçüde çoğalmasına neden olmuştur. Bunun sonucu olarak tehlike potansiyeli artmış ve buna bağlı olarak zarar verme potansiyeli yükselmiştir. Zamanımızda modern endüstrinin seri halinde ürettiği seri malları ve ilaçların sebebiyet vereceği zararlara karşı tüketicileri korumak yönünde yasal kurallar getirmeğe çalışan ülkelerin sayısı artmıştır. Bizim de anayasamızın 172’ nci maddesinde “ Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder”, hükmü getirilmiştir.

Bugün seri halde imal edilen endüstri mallarındaki yapım hatalarının eskiye nazaran bir kat daha arttığını söylemek mümkündür. Bu bakımdan, ortaya çıkan zararın boyutlarını tahmin etmek oldukça güçleşmektedir. Bunun yanında, uluslararası ticaret yoluyla hatalı imal malların diğer ülkelerde ve dünyanın dört bir yanında piyasaya sürülmesi bu mallardaki tehlikeden bilgileri olmayan tüketiciler bakımından, sorunun iyice belirginleşmesine neden olmaktadır. Bu durumda tüketici ile üretici arasındaki normal eşitlik ilişkisinin bozulmasına yol açmaktadır. Hukuk düzeninin görevi, işte bozulan bu eşitliği denkleştirici olarak düzenlemektir2.

Yürürlükteki hukuk düzenimizde imalat mallarından zarar gören tüketicilerin imalatçıları sorumlu tutabilmeleri için iki yol bulunmaktadır: Sözleşmeden doğan sorumluluk ve sözleşme dışı sorumluluk (haksız eylemlerden doğan sorumluluk). Sözleşmeden doğan sorumluluk alanında, sırasıyla, satış sözleşmesi, pek ender durumlarda eser ve bağışlama sözleşmesi hükümlerinden faydalanılabilir. Sözleşme dışı sorumluluk alanında ise kusura dayanan haksız eylemlerden doğan sorumluluk kuralları (BK m. 41 vd.) ile başkalarını çalıştıranların (BK m. 55) sorumluluğu kurallarına göre, imalatçıyı sorumlu tutmak mümkündür.

Bu çalışmamızda ürün sorumluluğunda milletlerarası yetki kavramı açıklanmaya çalışılacak; bu yapılırken kavram tüketici akitleriyle birlikte ele alınacaktır. Çünkü tüketiciler ürünleri kullanan ve bunlardan doğabilecek olan zararlardan esas olarak etkilenen kesimdir. Bu bağlamda tüketiciler ürünlerden dolayı ortaya çıkabilecek zararlardan dolayı haksız fiil sorumluluğuna veya akitten kaynaklanan sorumluluğa dayanılabilecektir. Yetki kavramı bakımından bu ikisinin de sonucu farklı olacaktır. Yetki kavramı hem haksız fiil hem de sözleşmeden kaynaklanan sorumluluk bakımından ayrı ayrı açıklanmaya çalışılmıştır. Çalışmamızda bazı kavramların tanımı verilmiş ve konu milletlerarası anlaşmaların da ışığında anlatılmaya çalışılmıştır. Bu yapılırken bazı bilimsel makaleler, bu konudaki kitaplar ve mevzuat taranmıştır.

II-DEVLETLER ÖZEL HUKUKUNDA YETKİ KURALLARI

A-Genel Olarak

İç ve dış ticaretteki hızlı gelişmelerin büyük boyutlara ulaşması, kişilerin teknolojik gelişmeler sonucunda hukuki ilişkilerini genellikle belirli bir ülkeyle sırlandırmaması mahkemelerin milletlerarası nitelik taşıyan uyuşmazlıklarla ilgili faaliyetlerini arttırmıştır. Bu tür uyuşmazlıklarda mahkeme, esasa uygulanacak hukuku kanunlar ihtilafı kurallarına göre belirlemeden önce davaya bakmaya yetkili olup olmadığına karar vermek zorundadır. Bu konudaki kararını 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanuna dayanarak verecektir. Bu kanunda bir yandan 27. maddede Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisinin yer itibariyle yetki kurallarına göre tespit edileceği belirtilmiş, diğer yandan bu yetki kuralların yeterli olmadığı veya düzenleme getirmediği durumlarda milletlerarası yetkinin nasıl tayin, edileceğini düzenleyen kurallara yer verilmiştir. MÖHUK’ un 27. maddesine göre, "Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder."

Bu düzenleme ile Türk kanun koyucusu, milletlerarası yetki konusunda karma sistemi kabul etmiş olmaktadır. Bu sistemde öncelikle, iç hukuktaki yetki kurallarının uluslararası alana yansıtılması prensibi benimsenmiş; bunların eksikliklerini gidermek ve boşlukları doldurmak için tamamlayıcı yetki esasları öngörülmüştür3. Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi kavramı, yabancılık unsuru taşıyan özel hukuka ilişkin işlem veya ilişkilerden doğan davaların ayma nitelik ve derecedeki mahkemeler arasında coğrafi dağılımını ifade etmektedir. Bu dağılım, maddi olaylarla veya taraflarla mahkemeler arasındaki bağlantılar esas alınarak düzenlenen milletlerarası yetki kuralları ile gerçekleştirilmektedir.

İç hukukta yetkiye ilişkin hükümler sistematik bir düzenlemeden yoksundurlar. Yetki denilince ilk akla gelen kanun Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunudur. Ayrıca, milletlerarası yetki Türkiye'nin taraf olduğu bazı milletlerarası antlaşmalarla düzenlenmiştir. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmünde olduklarından4 27. maddenin yapmış olduğu gönderme bunları da kapsamaktadır. Göğer’e göre Türk mahkemeleri yabancı unsuru taşıyan her davaya bakmaya yetkilidir. Bu konuda yabancıların şahsi hal davaları gibi açık istisnalar saklıdır.

Kural olarak mahalli yetkiyi düzenleyen ve genellikle ülke ile esaslı bağlantıyı sağlayan yetki kurallarımız, milletlerarası yetki açısından da izlenen amaca uygun sonuç vermeye müsaittirler. Çünkü bu kurallar gerek muhakemenin işlevine ve gerekse tarafların menfaatine en uygun düşen yer mahkemesini yetkilendirmişlerdir. Kural bu olmakla beraber iç hukuktaki bazı yetki kurallarının uluslararası alana mutlak bir şekilde yansıtılması mümkün değildir. Çünkü iç hukuka ait davalarda yetkili olacak mahkemeleri göstermek için vazedilmiş olan mahalli yetki kuralları her zaman yabancılık unsuru taşıyan davaların özelliklerine uygun düşmemektedir. Söz konusu yetki hükümleri Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini tesis etmede kullanılırken, ihtilafın uluslararası niteliğine uygun şekilde yorumlanmalıdırlar5.





B-Yargıtay Kararlarında Milletlerarası Yetki

Milletlerarası yetkinin, Türk mahkemelerinin yargı hakkını ilgilendirmesi sebebiyle bir dava şartı olduğundan ve bulunmaması halinde davanın esas bakımından incelenip karara bağlanamayacağından hareket eden6 Yargıtay, her devletin kendi mahkemelerinin milletlerarası yetkisini yine bizzat kendisinin tayin edeceği prensibini öncelikle açıklamak gerektiğini ifade ettikten sonra, Devletler Özel Hukuku Kanunu’nun getirdiği düzenlemeyi özetlemiştir. Yer itibariyle yetkili bir Türk mahkemesinin bulunması, milletlerarası yetkinin de varlığı için gerekli ve yeterlidir. Hemen eklemek gerekir ki, milletlerarası yetkinin belirlenmesinde, yer itibariyle yetki kaideleri uygulanırken davanın taraflarının Türk vatandaşı veya yabancı olması rol oynamaz7.
Türk milletlerarası usul hukuku sisteminde, yer itibariyle yetki kuralları milletlerarası yetki kuralları olarak kullanıldığından, yer itibariyle yetki kurallarına ilişkin hükümlerin de milletlerarası yetki alanında kullanılması sistemin bir gereği olmaktadır. Bu bakımdan, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisizliği, yer itibariyle yetkisizlik durumunda olduğu gibi, ancak iptidai itiraz olarak (HUMK m. 187/2) ileri sürülebilir. Yargıtay da aynı görüştedir. Ancak, Yargıtay’a göre, yetki itirazında bulunan taraf, HUMK m. 23 gereğince, yetkili mahkemeyi de her hangi bir duraksamaya yol açmayacak biçimde ve doğru olarak bildirmek zorundadır. Zira mahkemenin tarafların yetkiye ilişkin bu beyanları ile bağlı bulunduğu ve bunun dışında yetkili bir mahkeme saptanıp, buna göre yetkisizlik kararı verilemeyeceğinin gözetilmesi gerekir8. Mahkeme bu çerçevede, yetkisizlik kararı verdiği takdirde, aynı kanunun 27. maddesi gereğince dava dilekçesini ve dava dosyasını yetkili olduğu beyan edilen mahkemeye göndermek mecburiyetinde olacaktır9.

Yargıtay'ın vardığı bu sunucu, hukuken benimsemek mümkün görülmemektedir. Milletlerarası yetkisizlik itirazının iptidai itiraz olarak ileri sürülmesi gerekli olmakla beraber, ayrıca hangi yabancı ülke mahkemesinin milletlerarası yetkiye sahip olduğunun beyan edilmesini istemek sonuç verecek bir husus değildir. Çünkü Türk mahkemesinin bu konuda karar vermesi imkanı yoktur. Davalının itiraz üzerine Türk mahkemesi milletlerarası yetkisinin bulunmadığı sonucuna ulaşırsa, sadece milletlerarası yetkisizlik sebebiyle davanın reddine karar verebilecektir. Mahkemenin ret kararında, milletlerarası yetkiye sahip yabancı devlet mahkemesini belirtmesi ve davanın bu devlet mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin pratik bir önemi olmayacaktır. Daha açık bir söyleyişle, sözü edilen 27. maddesinin uygulanması hukuken mümkün değildir. Bu bakımdan burada 23. maddenin ilgili hükmünün de uygulanmasına gerek kalmamaktadır. Türk Mahkemesi, yabancı bir devlet mahkemesinin yetkili olduğunu, sadece kendi milletlerarası yetkisizliğinin gerekçesi olarak zikredebilecektir10.

III- ÜRÜNLERDEN DOLAYI SORUMLULUĞA UYGULANACAK KANUNA İLİŞKİN LA HAYE SÖZLEŞMESİ VE BAZI KAVRAMLAR

A-Genel olarak

La Haye sözleşmesi istenilen düzeyde bir katılım sağlayamamıştır. Sözleşmenin tarafları, Hollanda, Norveç, Finlandiya, İspanya, Lüksembourg, Fransa ve Slovenya’dır.

2 Ekim 1973 tarihinde imzalanmış bulunan bu sözleşmenin amacı da sözleşmenin giriş kısmında açıklanmış bulunmaktadır. Buna göre, sözleşmenin amacı, ürünlerden dolayı sorumluluğa uygulanacak kanunun saptanmasına yarayacak ortak kurallar getirmektedir11.

Sözleşmenin 1. maddesine göre, "bu sözleşmede yer alan hükümler, bir ürünün yanlış tanıtımı, özel karakteri, kalitesi ve kullanım şekli hakkında verilmesi gereken bilgi noksanlığı da dahil olmak üzere, bir ürün, nedeniyle ortaya çıkan zararlardan dolayı üreticilerin ve. 3. maddede belirtilen diğer kişilerin sorumluluğuna uygulanacak kanunu belirler".

B- Ürün, Zarar ve Hata Kavramları

Sözleşme, 1. maddesinde yapmış olduğu bu belirlemeye uygun olarak, ilk önce "ürün" ve "zarar" kavramlarından ne. anlaşılması gerektiğini açıklanış bulunmaktadır. Sözleşmenin 2. maddesinin a bendine göre "bu, sözleşmenin uygulanması anlamında "ürün" kavramından anlaşılması gereken, ister taşınır, ister taşınmaz, ,ister işlenmiş, ister işlenmemiş olsun her türlü tabii ve endüstriyel ürünlerdir12 ".

4822 sayılı Tüketicinin korunması hakkındaki kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun da ise ürün kavramı, mal ve hizmet kavramlarıyla ifade etmiş ve tanımlarını yapmıştır. Buna göre mal:

Alışverişe konu olan taşınır eşyayı, konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları, ve elektronik ortamda kullanılan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri malları ifade eder.

Ürün kavramının bir başka tanım da Alman imalatçının sorumluluğu kanununda verilmiştir:

Her türlü menkul eşya, bir başka menkul veya gayrimenkul eşyanın parçasını da oluştursa, ürün sayılır, aynı şekilde elektrik enerjisi de ürün eşya sayılır. Ürün, bir başka eşyanın mütemmim cüzü de olsa bu özelliğini kaybetmez. Maddenin gaz, sıvı, buhar gibi halleri de bu kavramın tayininde rol oynamaz. Buna mukabil bir işlemden geçmeyen tarım ürünleri ve av ürünleri kanunun kapsamı dışındadır. Bu bakımdan sorumluluk endüstriyel işlemin bir sorunu olarak görülmüştür13.

La Haye Sözleşmesi’nin uygulanabilmesi için, tamamı yukarıda verilen ürünler nedeniyle ortaya çıkmış bulunan bir zararın varlığı gerekmektedir. Bu sözleşmenin uygulanması anlamında "zarar" kavramından ne anlaşılması gerektiği ise 2. nci maddenin b bendinde açıklanmış bulunmaktadır. Getirilen bu açıklamaya göre, her şeyden önce ayıplı bir ürün veya mamul nedeniyle kişilerin veya şeylerin uğramış oldukları, zararlar bu sözleşmenin uygulanması anlamında zarar sayılacaktır. Aynı şekilde, kişilerin veya şeylerin uğradıkları zararlar nedeniyle ortaya çıkan ekonomik kayıplarda zarar kavramının kapsamına dahildir. Zararın bizatihi ürünün kendisinden veya bu ürünün yanlış tanıtılmasından veya ürünün özel karakteri, kalitesi veya kullanım şekli hakkında verilmesi gereken bilgi noksanlığından meydana gelmiş olmasının bir önemi yoktur. Nihayet belirtmek gerekir ki, üründeki ayıp nedeniyle ürünün kendisinin uğradığı zarar ve bu zarar nedeniyle ortaya çıkan ekonomik kayıplar da zarar kavramına dahildir14.



Alman imalatçının sorumluluğu kanununa göre ise hata kavramı:

Üründeki hata bir ürünün halin icapları, özellikle

a- arz şekli,
b- kullanım şekli,
c- piyasaya sunuluş anı,

dikkate alındığında kendisinden beklenen güvenilirliğe sahip olmaması olarak tanımlanmaktadır. Bir ürünün daha sonra daha iyisinin piyasaya sürülmüş olması, imalat hatası sayılmaz15.

4822 sayılı kanun da ayıplı mal aşağıdaki şekilde tarif edilmiştir.

Ambalajında etiketinde tanıtma ve kullanma kılavuzunda yada reklam veya ilanlarında yer alan yada satıcı tarafından bildirilen yada standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliğini etkileyen niceliğine aykırı olan yada tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya elektronik eksiklikler içeren mallar olarak tanımlanırlar.

C- La Haye Sözleşmesi’nin Benimsediği Yeknesak Bağlama Kuralları Zinciri

La Haye Sözleşmesi’nin benimsediği yeknesak bağlama kuralları, sözleşmenin 4, 5, 6 ve 7. maddelerinde yer almaktadır. Sözleşme, bu maddelerinde getirdiği düzenleme ile, bir maddede aranılan şartların yokluğu halinde, sonra gelen diğer maddelerin uygulanmasına yol açan zincirleme bağlama kuralları sistemini benimsemiş bulunmaktadır. Getirilen bu sisteme göre, ilk önce uygulanması gereken bağlama kuralı, sözleşmenin 4. maddesinde yer alınmaktadır. Ancak, 4. maddede yer alan şartların gerçekleşmemesi halinde, sırasıyla 5, 6 ve 7. maddelerde yer alan bağlama kuralları uygulanacaktır. Getirilen bu düzenleme içinde, 4. maddede yer alan bağlama kuralı, sözleşmenin benimsediği asli yeknesak bağlama kurallarıdır. Buna karşın, 5, 6 ve 7. maddelerde yer alan bağlama kuralları ise tali yeknesak bağlama kuralları grubunu meydana getirmektedir.
1- Sözleşmenin Benimsediği Asli Yeknesak Bağlama Kuralı

Sözleşmenin benimsediği asli yeknesak bağlama kuralı, sözleşmenin 4. maddesinde yer almaktadır. Getirilen düzenlemeye göre, eğer haksız fiilin meydana geldiği yer aynı zamanda,

a) Doğrudan doğruya zarar gören kişinin mutad meskenin bulunduğu yer ise,
b) Kendisine sorumluluk iddiasında bulunulan kişinin asıl iş merkezinin bulunduğu yer ise,
c) Doğrudan doğruya zarar gören kişinin ürünü satın aldığı yer ise uygulanacak kanun haksız fiilin meydana geldiği yer kanunudur.

Getirilen bu düzenlemeden de anlaşılacağı gibi, sözleşmenin ürünlerden dolayı sorumluluk alanında benimsediği yeknesak bağlama kuralı yine ika yeri kuralı olmuştur. İka yerinin, özellikle ürünlerden dolayı sorumluluktan doğan kanunlar ihtilafı olaylarında güçlükle saptanabilir olması ve çoğunlukla rastlantıya bağlı bir karakter arz etmesi dahi, ika yeri kuralının bu alanda yeknesak bağlama kuralı olarak benimsenmesini önleyememiştir.

Ancak, sözleşmeyi hazırlayanlar, ika yeri kuralının asli yeknesak bağlama kuralı olarak kabul edilmesinden doğabilecek sakıncaları da gömemezlikten gelememişlerdir. Bu nedenle, sözleşmeyi hazırlayanlar, ika yeri kuralının uygulanmasını şarta bağlayarak söz konusu kurala karşı yöneltilen eleştirilerden kurtulmak istemişlerdir. Buna göre, ika yeri kanunları, ika yerinin aynı zamanda, mağdurun mutad meskeninin bulunduğu yer, sorumluluğu iddia edilen kişinin iş merkezinin bulunduğu yer veya ürünün, zarara doğrudan doğruya maruz kalan kişiler tarafından edinildiği yer olduğu takdirde uygulanabilecektir. Getirilen bu şartlı uygulamanın, özellikle ika yerinin rastlantıya bağlı olmasından doğabilecek sakıncaları gidermeye yöneldiği açıktır16.

Sözleşmenin 4. maddesi, ika yeri kuralının şartlı olarak uygulanmasını hükme bağlamasına rağmen, ika yerinin neresi olduğunu belirtmemiştir. Ancak sözleşmenin hazırlık çalışmaları sırasında ika yerinin saptanması sorunu üzerinde durulmuş ve hakimin ya zarara yol açan fiilin işlendiği yeri veya zararın ortaya çıktığı yeri ika yeri olarak kabul edebileceği görüşü benimsenmiştir.


2- Sözleşmenin Benimsediği Tali Yeknesak Bağlama Kuralları

Ürünlerden dolayı sorumluluktan doğan kanunlar ihtilafı alanında ortaya çıkan uyuşmazlıkların en belirgin özelliği, aynı değerde olan birden fazla irtibat noktasını bünyelerinde toplamalarıdır. Bu alanda ortaya çıkan uyuşmazlıkların bir çoğunda ürünün elde edildiği yer, ürünün satın alınarak tüketildiği yer, mağdurun mutad meskeninin bulunduğu yer eğer bir İmalat söz konusu ise, imalatçının esas işletmesinin bulunduğu yer ve nihayet, zararın ortaya çıktığı yer gibi irtibat noktaları aynı zamanda aynı değere sahip olabilmektedirler. Bu nedenle, ürünlerden dolayı sorumluluktan doğan kanunlar ihtilafı alanında tek bir irtibat noktasına önem vermek ve bu tek irtibat noktasından hareketle saptanacak olan kanunu bu alanda ortaya çıkan her türlü uyuşmazlığa uygulamak doğru değildir. İşte bu gerçeği dikkate alan sözleşmeyi hazırlayanlar, ika yeri irtibat noktasına asli bir değer vermelerine rağmen, diğer bazı irtibat noktalarının dikkate alınmasını da gözden uzak tutmamışlardır. Sözleşmeyi hazırlayanlar, ika yeri irtibat noktasından sonra, mağdurun mutad meskeninin bulunduğu yer irtibat noktasını ele almışlar ve bu irtibat noktasını da şarta bağlayarak 5. maddeyi elde etmişlerdir. Aynı şekilde, sözleşmeyi hazırlayanlar son olarak da bir imalatın söz konusu olduğu hallerde "imalatçının esas işletmesinin bulunduğu yer" irtibat noktasını ele almışlar ve bu irtibat noktasını da şarta bağlayarak 6. maddeyi elde etmişlerdir17.

Sözleşmenin 5. maddesinde getirilen düzenlemeye göre, eğer doğrudan doğruya zarar gören kişinin mutad meskeninin bulunduğu yer, aynı zamanda:

a) Sorumluluğu iddia edilen kişinin esas iş merkezinin bulunduğu yer veya
b) Zarar gören kişinin ürünü atın aldığı yer ise,

artık 4. maddede yer alan ,ika yeri kanunları dikkate alınmaksızın mağdurun mutad meskeninin bulunduğu yer kanunları uygulanacaktır.

Sözleşmenin 6. maddesinde getirilen düzenleme ise, 4 ve 5. maddelerde belirtilen kanunların hiç birisinin uygulanamadığı hallerde, sorunun ne şekilde görüleceğini hükme bağlamaktadır. Getirilen düzenlemeye göre, 4 ve 5. maddelerde belirtilen kanunlardan hiç, birisi uygulanamadığı takdirde, eğer mağdur da iddiasını ika yeri kanunlarına dayandırmıyorsa, uygulanacak kanun sorumluluğu iddia edilen üreticinin veya bir imalatın söz konusu olduğu hallerde imalatçının iş merkezinin bulunduğu yer kanunudur. Görüldüğü gibi getirilen bu düzenleme mağdura ya ika yeri kanunlarına ya da üreticinin iş merkezinin bulunduğu yer kanunlarına dayanma imkanı vermektedir. Bir yeknesaklaştırma çalışması içinde mağdura böyle bir seçme hakkı tanınmasının yerindeliği ise, her zaman tartışmaya açıktır18.

Sözleşmenin 7. maddesi ise milletlerarası ticaret hayatının normal akışına uygun olarak hareket etmiş bulunan üreticileri korumaya yönelik bir düzenleme getirmiş bulunmaktadır. Buna göre, eğer sorumluluğu iddia edilen üretici, kendi ürettiği ürünlerin veya benzerlerinin söz konusu devletlerde piyasaya sürüleceğini önceden bilemeyeceğini öne sürer ve bu iddiasını ispat ederse, 4, 5 ve 6. maddelere göre saptanan kanun uygulanamayacaktır.
Sözleşme, üreticilerin ve üçüncü maddede sayılan kişilerin milletlerarası akit dışı hukuki sorumluluğuna uygulanacak hukuku düzenlemektedir. Zarar veren kişinin ürünün mülkiyetini yada kullanım hakkını zarar görene devrettiği, taraflar arasında akdi ilişki bulunan haller sözleşmenin kapsamına girmemektedir.

IV- HAKSIZ FİİLLERDEN DOĞAN KANUNLAR İHTİLAFI ALANINDA BENİMSENEN BAĞLAMA KURALININ UYGULANMASINDAN DOĞABİLECEK SORUNLAR

A- İka Yerinin Saptanması Sorunu

1- Genel olarak

Türk Devletler Özel Hukuku’nda ika yerinin saptanması sorunu MÖHUK m. 25, fıkra 2 tarafından düzenlenmiştir. Söz konusu madde, "haksız fiilden doğan borç ilişkileri fiilin işlendiği yer hukukuna tabidir. Haksız fiilin işlendiği yer ile zararın meydana geldiği yerin farklı ülkelerde olması halinde zararın meydana geldiği yer hukuku uygulanır. Haksız fiilden doğan borç ilişkisinin başka bir ülke ile daha yakından irtibatlı olması halinde bu ülke hukuku uygulanabilir." demek suretiyle, Türk hukukunda ika yerinin saptanması sorununu düzenlemeye çalışmıştır.



Madde metninden de anlaşılacağı gibi, kanun koyucunun getirdiği bu düzenleme ile güttüğü amaç, fiilin işlendiği yer ile zararın meydana geldiği yerin farklı yerler olması halinde, ika yerinin neresi olduğu meselesini açıklığa kavuşturmaktır. Diğer bir ifadeyle, 25. maddenin 1. fıkrasında, haksız fiilden doğan borçtan, fiilin işlendiği yerle zararın meydana geldiği yerin aynı veya farklı yerler olmasını dikkate almaksızın ika yeri kanunlarına tabi kılan kanun koyucu aynı maddenin 2. fıkrasında da fiilin işlendiği yerle zararın meydana geldiği yerin farklı yerler olması halinde, bunlardan hangisinin ika yeri olarak kabul edileceği meselesini açıklığa kavuşturmak istemiştir.

2- Doktrinde ika yerinin saptanması sorunu

İka yerinin saptanmasını güçleştiren ve sapma işlemini bir sorun haline getiren haller temelde üç tanedir. Bu hallerden ilki, fiilin işlendiği yerle zararın meydana geldiği yerin birbirinden farklı olması halidir. İka yerinin saptanmasını güçleştiren ve daha karmaşık olan diğer bir halde, fiilin işlendiği yer ile zararın ortaya çıktığı yerin birden fazla olması halidir. Nihayet, uygulamada pek rastlanmamakla beraber, ika yerinin saptanmasını güçleştiren son bir hal de, haksız fiilin işlendiği yerin hiç bir devletin egemenliğine girmemesi halidir.


Bilindiği gibi, fiilin işlendiği yerle zararın meydana geldiği yerin birbirinden farklı olduğu hallerde, ika yerinin saptanması için üç ayrı sistemin uygulanması teklif edilmiştir. Bu sistemlerden ilki fiilin işlendiği yerin, ikincisi ise zararın ortaya çıktığı yerin iki yeri olarak kabul edilmesini savunmuştur. Uygulanması teklif edilen ve “alternatif sistem" olarak adlandırılan üçüncü sistem ise, ika yerinin bizzat mağdur veya mahkeme tarafından yine mağdur lehine yapılacak olan bir seçimle saptanmasını istemiştir19.

Fiilin işlendiği yeri ika yeri olarak kabul eden sistemi eleştiren Türk hukukçularına göre, bu sistem, fiilin işlendiği yeri ika yeri olarak kabul etmekle haksız ve gereksiz yere faili korumaktadır. Oysa, herhangi bir haksız fiil ilişkisi içinde mağduru bir tarafa bırakarak faili korumayı gerektirecek makul bir neden yoktur. Öte yandan; bu sistem, fiilin işlendiği yeri ika yeri olarak kabul etmek suretiyle zararın meydana geldiği yeri düşünce dışı bırakmakta ve dolayısıyla zararın meydana geldiği yerdeki toplumsal düzeni hiç dikkate almamaktadır. Oysa, haksız fiil sorununda bozulan toplumsal düzen ve taraflar arasındaki menfaat dengesi, fiilin işlendiği yerde değil, fakat zararın ortaya çıktığı yerde bozulmuş olur. Üstelik, fiilin işlendiği yerin ika yeri olarak kabul edilmesi halinde, zararın meydana geldiği yer kanunlarına göre haksız sayılmayan bir fiili, fiilin işlendiği yer kanunlarına göre haksız saymak ve dolayısıyla failden tazminat talep etmek mümkün olabilecektir. Oysa, haksız fiil ilişkisinin en önemli kurucu unsuru zarar unsuru olup, zararın ortaya çıktığı yer kanunlarına göre haksız sayılmayan bir fiili, fiilin işlendiği yer kanunlarına göre haksız saymak müessesenin mahiyetine aykırıdır. Nihayet unutmamak gerekir ki, özellikle fiilin birden ziyade devlet ülkesinde, işlendiği hallerde, fiilin işlendiği yeri ika yeri olarak kabul eden sistemden hareketle ika yerini saptamak güçtür20.

Öte yandan üzerinde pek fazla durulmamasına rağmen, alternatif sistem de Türk doktrininde eleştirilmiştir. Doktrinde alternatif sisteme karşı yöneltilen en önemli eleştiri, söz konusu sistemin haksız yere mağduru koruduğu iddiası olmuştur. Bu eleştiriye göre, alternatif sistem, haksız fiile taraf teşkil edenlerden mağdurun lehine hareket etmektedir. Oysa herhangi bir haksız fiil ilişkisi içinde, tarafların hak ve borçlarını, mağdurun tek yanlı olarak seçeceği yer kanunlarına tabi kılınmasını haklı gösterecek hiç bir hukuki neden yoktur. Öte yandan, haksız fiil ilişkisi ile irtibat halinde bulunan hukuk nizamlarından hangisinin mağdurun lehine olduğunu saptamak da her halükarda pek kolay değildir. Nihayet unutmamak gerekir ki, mağdurun lehine olan kanun ister bizzat mağdur, ister mahkeme tarafından saptansın, böyle bir seçim işleminin hem mağdura ve hem de mahkemeye aşırı bir yük yükleyeceği ortadadır21.

Fiilin işlendiği yeri ika yeri olarak kabul eden sistemle, alternatif sistemi eleştiren Türk hukukçuları, zararın meydana geldiği yerin ika yeri olarak kabul edilmesini savunmuşlardır. Belirtmek gerekir ki, 'zarar’ unsurunun haksız fiil ilişkisinin en önemli kurucu unsuru olması, "zararın meydana geldiği yer'in ika yeri olarak kabul edilmesinde en önemli rolü oynamıştır. Bu görüşü savunanlara göre, zarar unsuru haksız fiil ilişkisinin en önemli kurucu unsurudur.

Öte yandan, zararın ortaya çıktığı yerin, ika yeri olarak kabul edilmesini savunan Türk hukukçularına göre, mağdurun, içinde yaşadığı toplumsal düzeni çevreleyen hukuk kurallarına göre tazminat istemesi de mağdurun en tabii hakkıdır. “Devletler Hususi Hukuku sahasında ika mahalli kanunu olarak sonuç mahalli kanununa itibar edilmesi, zararın haksız fiilin en önemli unsuru sayılması gerektiği fikrine dayanmaktadır. Tazminat hakkının tanınması için zararın doğmuş olması lazımdır. Haksız fiilin faili, hareketini yalnız kendi memleketi şartlarına göre değil, meydana getirdiği zararla ihlal ettiği başka ülkelerin hukuk nizamlarına da uydurmakla mükelleftir. Fiilin bir memlekette işlendiği ve zararın başka bir ülkede meydana geldiği haksız fiillerde ika mahalli olarak sonuç mahalli kabul edilmelidir22”. Zira, mağdurun içinde yaşadığı toplumsal düzeni, çevreleyen hukuk kuralları bu toplum içinde yaşayan kişilerin uğrayabilecekleri maddi ve manevi zararlara karşı asgari seviyede de olsa bir koruma getirmeyi üstlenmiştir. Durum böyle olduğunda, mağdurun, meşru haklarını içinde bulunduğu toplumu çevreleyen hukuk kurallarına göre korumasıyla içinde yaşadığı toplumsal düzenin şartlarına ve anlayışına uygun olarak tazminat istemesi en tabii hakkıdır23.

3- Uygulamada ika yerinin saptanması sorunu

Türk mahkemeleri, HUMK. madde 21 'de yer alan hüküm nedeniyle, soruna iç hukuk açısından yaklaşmışlar ve iç hukuk açısından ika yerinden ne anlaşılması gerektiğine ilişkin bazı kararlar vermişlerdir. Mahkemelerimizin, HUMK madde 21 ile ilgili olarak vermiş oldukları kararlara bakıldığında, özellikle Yargıtay'ın, "haksız fiilin vuku bulduğu mahal” kavramını geniş yorumlamak eğiliminde olduğunu söylememiz mümkündür. Nitekim, Yargıtay, 1956 yılında vermiş olduğu bir kararında, sadece fiilin işlendiği yeri ika yeri olarak kabul etmek suretiyle, davacının, zararın meydana geldiği yerde açmış olduğu tazminat davasını yetkisizlik yüzünden reddeden ilk derece mahkemesi kararını bozmuş ve "zararın tecelli ettiği ve bu, suretle haksız fiilin tamam olduğu" yerin de HUMK madde 21 anlamında ika yeri kavramına dahil olduğunu belirtmiştir24.






Yine Yargıtay, 197625 ve 197926 yılında vermiş olduğu daha yeni tarihli iki kararında ise, bu görüşünü açık bir şekilde ortaya koymuş ve HUMK. m. 21’in uygulanması zımnında haksız fiilin vuku bulduğu mahalden anlaşılması gereken yerin hem fiilin işlendiği yer ve hem de haksız fiilin tamamlandığı, sonucun meydana geldiği yer olduğunu önemle vurgulamıştır. Bu anlamda Türk mahkemelerinin, HUMK madde 21 'de geçen "haksız fiilin vuku bulduğu mahal kavramını hem fiilin işlendiği ve hem de zararın meydana geldiği yer şeklinde anladıklarını söylemek ve bu tür bir anlayışın, doktrinin de görüşlerine uygun düştüğünü belirtmek yanlış olmayacaktır27.

Yargıtay’ın iç hukuk yönünden tespit ettiği ika yeri anlayışının Türk hakimini aynen Devletler Özel Hukuku alanında da bağlaması şart değildir. Zira, kaynakları ve yürürlük alanı itibariyle bir iç hukuk dalı olduğu kabul olunan Devletler Özel Hukuku düzenlemeye konu aldığı toplumsal gerçeklikler itibariyle bir milletlerarası hukuk dalıdır. Bu nedenle, Devletler Özel Hukuku, kurallarının oluşturulması ve uygulanması sırasında dikkate alınacak olan değerler iç hukuka ait olan değerlerden farklı olup, milletlerarası toplum hayatının ihtiyaç ve gerçeklerinden doğan değerlerdir. İşte bu nedenledir ki, Yargıtay'ın iç hukuk ve özellikle usul hukukundan hareketle tespit ettiği ika yeri anlayışını Devletler Özel Hukuku’na da yaymak ve buradan hareketle, haksız fiilden doğan kanunlar ihtilafı alanında milletlerarası toplum hayatının gerçeklerini de dikkate almak suretiyle zararın meydana geldiği yerin ika yeri olduğunu kabul etmiş ve bu tercihini MÖHUK. madde 25 fıkra 2'de kanunlaştırmıştır28.











V- MİLLETLERARASI ÖZEL HUKUKTA TÜKETİCİNİN KORUNMASI VE YETKİ

A- Tüketici Kavramı

Tüketici Kavramı, gerek Türk Hukuku gerek mukayeseli hukukta tüketicinin korunması amacıyla yapılan çeşitli hukuki düzenlemelerde tanımlanmıştır. Bu tanımlarda tüketici kimliği açısından belirgin özellik, özel amaçlarla, kişisel ihtiyaçlarını gidermek, kullanmak veya tüketmek amacıyla ivaz karşılığı bir mal ya da hizmeti satın almaktır29.

4822 sayılı kanunumuz da tüketici “Bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek yada tüzel kişi” olarak tarif edilmiştir.

B- Tüketici Akitlerine İlişkin İhtilaflarda Türk Mahkemelerinin Milletlerarası Yetkisi

1- Genel Olarak

Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunda" Türk mahkemelerinin yabancı unsurlu tüketici akitlerine ilişkin olarak açılacak davalarda milletlerarası yetkisine ilişkin özel hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte MÖHUK md. 27' de yer alan Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisine ilişkin genel hüküm, iç hukukun yer itibariyle yetki kurallarına gönderme yaparak bunların niteliği uygun düştüğü ölçüde ve kıyasen yabancı unsurlu hukuki ilişkilerde de uygulanabileceğine işaret etmektedir30.

Tüketici Haklarının Korunması Hakkındaki Kanun' daki ilk düzenlemede, bu kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak çıkacak hukuki ihtilaflarından yer itibariyle yetki kuralları öngörülmemiş, bu hukuki ihtilafların tüketici mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi ile yetinilmiştir. Fakat sonradan 2003 yılında, 4822 sayılı Tüketicinin korunması hakkındaki kanunla getirilen değişiklikle bu konuda yeni bir düzenleme getirilmiştir. Bu düzenlemeyle ürün sorumluluğunda milletlerarası yetki sorunu, tüketiciler açısından önemli ölçüde çözülmüştür

C- Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun İlgili Hükümlerinin Tüketicinin Korunması Mülahazasına Hizmet Etmek Bakımından Değeri

Çağımızda tüketicinin menfaatinin korunması mülahazası ve milletlerarası yetki alanının bu yönde tesisini, dolayısıyla yetki kıstaslarını etkileyerek tüketiciyi koruma amaçlı özel yetki kurallarının kabulüne sebep olmuştur. Koruyucu yetki kuralları olarak anılan bu özel yetki kuralları akdin tipik zayıf tarafı olarak kabul edilen tüketicinin menfaatini öncelikle korumayı amaçlar. Bu bakımdan bunların ayırdedici özelliği, tüketicinin karşı akidi dava edebileceği birden fazla etkili mahkeme bulundurulmasına karşın tüketicinin, menfaatine en uygun ve sınırlı sayıda mahkemede dava edilebilmesidir31.

HUMK md. 9-27 arasında ki hükümlerde Türk mahkemelerinin yer itibariyle genel ve özel yetkisi düzenlenmiştir. Bu hükümler arasında, koruyucu yetki kuralı olarak nitelendirilebilecek özel yetki kuralları pek az bulunmaktadır. Zira, Türk Hukukunda mahkemelerin yetkisi, belirli kişi ve grupların menfaatini koruma amaçlı değil, genel olarak dava konusu hukuki ilişkide yer alan unsurlardan bazılarının dikkate alınması suretiyle belirlenmiştir. Bununla birlikte, HUMK m 19‘da yer alan sigorta ile ilgili düzenlemeler tüketiciyi yetkili mahkeme bakımından özel olarak koruma amaçlı getirildiğini düşünmekteyiz.

1- Sigorta Akitlerinden Doğan Davalara İlişkin Yetki

Sigorta Latince kökenli bir kelime olup tam Türkçe karşılığı emniyet güven anlamına gelmektedir32.

Sigorta şirketleri ile müşterileri arasındaki yabancılık taşıyan ihtilaflar için uygulanan HUMUK m. 19’daki yetki kuralı milletlerarası münhasır yetki kuralı getirip getirmeme açısından tereddüt doğurur. Maddeye göre, sigorta akitlerinden doğan tazminat davaları, sigortanın taşınmaz mala veya belirli bir yerde kalması şart kılınmış taşınır mala ilişkin olması halinde bu malın bulunduğu yerde, durumu gereği belirli bir yerde kalmayan mallara ilişkin olması halinde tehlikenin ortaya çıktığı yerde ve hayat sigortalarında sigorta olunan şahsın ikametgahının bulunduğu yer mahkemelerinde de açabilir ve sigorta akitlerinin, bu yetki kurallarını bertaraf eden şartları hükümsüzdür. Bu husus sadece karar sigortaları için söz konusudur.
Bu kuralın milletlerarası yetki açısından taşıdığı nitelik hakkında doktrinde, HUMUK m.19’un yabancı sigorta şirketlerine karşı Türk vatandaşlarını korumak, davalarını yabancı mahkemeler önüne götürerek onları savunmasız veya güç savunulur durumda bırakmamak amacıyla konulduğu ve bu nedenle Türk mahkemelerini münhasıran yetkili kıldığı ifade edilmiştir33,34.

Bir başka görüş, HUMUK un 19. maddesinde yer alan yetki kuralının; münhasır yetkiden söz edebilmek için kanunun belirli davaların mutlaka Türk Mahkemeleri’nde görülmesini amaçlamış ve bunu sağlamak için her zaman yetkili olabilecek bir Türk mahkemesini göstermiş olması şart olduğundan, yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizini engelleyecek anlamda bir münhasır yetki esasını getirmediğini ileri sürmüştür35. Aynı gerekçeden hareket eden bir görüş, bu yetki kurallarının Türkiye’deki sigortalıyı korumak amacını taşıdığını, bu bakımdan kamu düzeninden bir yetki kuralı olduğunu, taraflar arasında yetki sözleşmesi yapılamayacağını ve yetki sözleşmesi yapılmış olsa dahi sigortalının diğer yetkili mahkemelerde dava açabileceğini ve sonuç olarak da kuralın sigortacı davacı için kamu düzeninden olduğunu ifade etmiştir.

Bu görüşlerin yanında, HUMK’ un 19. maddesinde yer alan yetki kuralının, zayıf tarafı korumak amacıyla konulmuş bulunduğunu, Türkiye’deki sigortalıyı korumak amacı taşıdığını ve bu sebeple sigortalıyı koruma gayesiyle sınırlı münhasır yetki kuralı olduğu kabul edilmektedir. Yargıtay’da bir kararında, Türkiye’de ikametgahı bulunan sigortalının ikametgahı mahkemesinin yetkisini yabancı devlet mahkemesi lehine kaldıran yetki şartını geçersiz saymış ve HUMUK’ un 19. maddesindeki yetki kuralını, sigorta ettireni korumak amacıyla kamu düzenine ilişkin yetki kuralı olarak değerlendirmiştir36.





2- Genel Yetki Tesisinde Başvurulan Yetki Kıstasları

a- Davalının İkametgahı

Genel yetkili mahkeme davalının ikametgahı mahkemesidir. Yani her dava hakkında kesin bir yetki hükmü bulunmadıkça, dava açıldığı tarihte davalının ikametgahı sayılan yer mahkemesinde görülür. Davalının ikametgahındaki mahkemede dava açıldıktan sonra davalı ikametgahını değiştirirse, bu değişiklik mahkemenin yetkisini etkilemez37.

HUMK md. 9'da yer alan davalının ikametgahı kıstası, kural olarak, bütün davalarda genel yetkili mahkemenin yetkisinin tesisi için seçilmiştir. Davanın, davalının ikametgahında açılması, pek çok çağdaş hukuk düzeninde de hukuk davalarında genel yetki kuralı olarak benimsenmiştir. Davalının ikametgahının genel yetki tesisinde başvurulan bir yetki kıstası olarak HUMK md. 9' da kabul edilmesi doktrinde, haksızlığı sabit olmamış davalıya en az külfet ve masraf yükleme mülahazası ile açıklanmaktadır38. Buna göre, herkesin hukuk kurallarına uygun davrandığı farz olunur; hakkının ihlal edildiğini ileri süren kişi, bu faraziyenin aksini iddia ediyor demektir; bu sebeple de, iddiasını ispat edinceye kadar davacının haksız olduğu kabul edilmelidir; dolayısıyla, nasıl ispat yükü davacıya aitse, taraflardan birinin diğerinin ayağına gitmesi külfeti de yine davacıya ait olmalıdır39.

Yukarıdaki mülahazalar, tüketici akitlerinden doğan davaları çoğunlukla tüketicilerin açtığı gerçeği ile birlikte değerlendirildiğinde, HUMK md. 9' un tasarlandığı amacın ötesinde koruyucu bir fonksiyon ifa edemeyeceğini ortaya koymaktadır. HUMK md. 9 belirli bir grubun menfaatinin korunmasına hizmet edecek şekilde tasarlanmadığından tüketiciyi özel olarak koruyabilecek bir kapsamda olmamasını da doğal karşılamak gerekir.

Yine hüküm, karşı akidin Türkiye'de ikametgahı bulunmayan hallerde hukuki kıymeti haiz değildir. Bununla birlikte, TTK md. 42/4 ile Ticaret Sicil Nizamnamesi md. 52/2' ye göre, merkezleri Türkiye dışında bulunan ticari işletmelerin Türkiye'deki şubeleri için ikametgahı Türkiye'de bulunan tam yetkili bir ticari mümessil tayin etme zorunluluğu bulunmaktadır. Bu itibarla idare merkezi Türkiye dışında bulunan ve fakat Türkiye'de de şubeleri eliyle ticari faaliyet gösteren gerçek ve tüzel kişilerin Türkiye’de ticari mümessilleri bulunması gerektiğinden kıstas sabit kabul edilebilir. Tüketici akitleri söz konusu olduğunda da, eğer tüketici, işletme sahibini Türkiye'de temsile yetkili ticari mümessille akit yapmış ise, ticari mümessilin Türkiye'de ikametgahının bulunduğu yer mahkemeleri HUMK md. 9 uyarınca milletlerarası yetkiyi haiz olacaktır40.

Hazır yeri gelmişken burada ikametgah mutad mesken kavramları üzerinde de kısaca durmak istiyoruz. Anglo- Sakson ile Kıta Avrupa’sı hukuk sistemlerinde ikametgah kavramının manası farklıdır. Kıta Avrupa’sı hukuk sistemlerinde esas itibariyle ikametgah kişinin oturmak niyetiyle bulunduğu yerdir.

Anglo- Sakson hukuk sistemlerinde ise çok farklı ve derin bir anlamı vardır. Özellikle gerçek kişiler bakımından bizdeki vatandaşlığa yakın bir anlamı vardır. Uygulanacak hukukun veya yargı mercilerinin tayini zımnında Devletler Hususi Hukuku sözleşmelerinde bağlama noktalarına yer veriliyor. Bunlardan biri de ikametgahtır. Milletlerarası anlaşmaların hazırlanmasında ikametgah kavramının muhtevasındaki farklılıklar konusunda ülkeler anlaşamamaktaydı. Bu sakıncayı bertaraf etmek için mutad mesken kavramı getirilmiştir. Bu kavram ikametgah gibi çok hukuki bir kavram değil. Daha ziyade fiili bir durumu ifade ediyor. Bu muhtelif hukuk sistemlerinin üzerinde anlaşabildiği bir tabirdir. BM Adalet Divanı’nın tanımına göre “Kişilerin normal hayat şartlarına göre hayat faaliyetlerini sürdürdükleri yerdir41”.

b-Davalının Sakin Olduğu, Malının, Teminatının ya da Münazaalı Şeyin Bulunduğu Yer
Türkiye'de ikametgahı bulunmayan ya da varsayılmayan, şubeleri eliyle faaliyet göstermemesi sebebiyle ticari mümessili de bulunmayan tüzel kişi veya gerçek kişilerle girişilmiş yabancı unsurlu tüketici akitlerinden doğan hukuki ihtilaflarda, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisinin tayininde HUMK md.16 önem taşır. HUMK md.16' ya göre, Türkiye' de bilinen ikametgahı olmayan kişiler aleyhine açılacak mal davaları, bu kişilerin Türkiye'de sakin oldukları yer mahkemesinde; Türkiye'de sakin değil ise, malının, ihtilaflı şeyin veya teminatı varsa o teminatın bulunduğu yer mahkemesinde görülecektir.

İlk olarak, Türkiye'de şubeleri eliyle faaliyet gösteren yabancı tüzel kişiler ile gerçek kişiler, Türkiye'deki şubenin bulunduğu yerde sakin sayılır. İkinci olarak, yabancı anonim ve sermayesi paylara bölünmüş şirketlerin Türkiye'deki şubeleri EŞHK md. 10 uyarınca şirketin kanuni ikametgahı olarak kabul edilmektedir. Bu bakımdan tüketicinin, şubenin bulunduğu yerde üretici ya da satıcıyı dava edebilmesi mümkündür. Buna karşılık, Türkiye'de ikametgahı bulunmayan üretici ya da satıcının Türkiye'de şubesi de bulunmaması sebebiyle Türkiye'de sakin sayılması mümkün değilse de, tüketici davasını bu kişilerin Türkiye'deki mallarının, teminatının ya da münazaalı şeyin bulunduğu yerde açabilir. Ancak, Türkiye'de ticari faaliyet göstermeyen üretici ya da satıcının Türkiye'de malı ya da teminatının bulunması da zayıf bir ihtimaldir. Bu sebeple, tüketici bakımından en uygun yetki kıstası şu durumda "münazaalı şeyin bulunduğu yer" olarak görünmektedir. Zira, tüketici bakımından hukuki ihtilaf, hemen her zaman ifayı takiben, ve tüketiciye sunulmuş mal veya hizmetten kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan, mal tüketicinin elinde ise, tüketici bu malın bulunduğu yerde dava açabilecektir. Hatta bu halde, malın bulunduğu, onu kullandığı yer çoğu zaman kendisinin mutaden sakin olduğu yer olacağından tüketici kendi mutad meskeninde dava açacaktır42.

3- Özel (Tali) Yetki Tesisinde Başvurulan Yetki Kıstasları

a- Sözleşmenin İcra Olunacağı Yer

Sözleşmenin icra olunacağı yer kıstası HUMK md. 10'da sözleşmeden doğan davalar için kabul edilmiş özel bir yetki kıstasıdır. Sözleşmenin icra olunacağı yer, sözleşmenin ifa edileceği yerdir (BK. md. 73). Sözleşmenin icra edileceği yer kuralı doktrinde, davacıya ana kuralın yanı sıra seçim imkanı veren tali bir yetki kuralı olarak kabul edilmektedir. Sözleşmenin icra edileceği yeri (ifa yerini) taraflar kararlaştırmışlarsa, davacı davasını orada açabilecektir. Taraflar ifa yerini kararlaştırmamışlarsa, tam iki tarafa borç yükleyen akitlerde birden fazla ifa yeri bulunacağından hangi ifa yerinin esas alınacağı sorusu doktrinde, tam iki tarafa borç yükleyen akitlerde davalının borcunu ifa edeceği yerin esas alınacağı belirtilerek cevaplanmaktadır43.



İfa yeri kıstasının anlamlandırılması diğer bir hukuki sorundur. Bir görüşe göre, icra yeri yetki kıstasının anlamı kuralın ait olduğu hukuk düzenine göre araştırılır. Buna göre, 10. maddede yer alan sözleşmenin icra edileceği yer yetki kıstası Türk hukukuna göre (BK. 73) anlamlandırılacaktır. Türk Hukukunda, BK md. 73 ifa yerinin neresi olduğunu tarafların zımnen veya sarih olarak kararlaştırabileceğini, taraflar bu hususu kararlaştırmamışlarsa;

aa) Para alacaklarının alacaklının ödeme zamanındaki ikametgahında (md.73/1);
bb) Muayyen bir şeye ilişkin borcun akdin kurulduğu zaman bulunduğu yerde (md.73/2);
cc) Bunların dışındaki tüm borçların ise, borcun doğduğu zaman borçlunun mukim bulunduğu yerde ifa edileceğini öngörmektedir.

Bir başka görüşe göre ise akdin ifa yeri, akit statüsüne göre tayin edilmeli; akde uygulanacak hukuk ifa yeri kavramını da anlamlandırmalıdır44. Bu yaklaşımda, ifa yeri, uygulanacak hukuka göre Türk hukukuna ya da yabancı hukuka göre tayin edilecektir. Uygulanacak hukuk Türk hukuku ise, ifa yerinin neresi olduğu BK md. 73' e göre tespit edilecektir. Buna karşılık, ifa yeri kavramının yabancı hukuka göre anlamlandırıldığı hallerde Türk mahkemelerinin yetkili olup olmadığının ifa yeri kavramına yabancı hukukun yüklediği anlama göre tayin edilmesi fikrimizce eleştiriye açıktır. Zira, tercih edilen yetki kıstası ne olursa olsun, tayin edilmesi gereken kanun koyucunun belirli bir davanın nerede açılmasını istediği yönündeki iradesi olmalıdır. Taraflar ifa yerini kararlaştırmamışlarsa, bu yerin akit statüsüne göre tayini, yabancı unsurlu davalarda Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisinin, yabancı mahkeme kararları, kanun hükümleri ya da yabancı doktrine göre tespit edilmesi anlamını taşıyacaktır. Bu halde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, yargı hakkı içerisinde kendi mahkemelerinin milletlerarası yetkisini bizzat belirleme hakkı da elinden alınmış olmaktadır. Yine, bu aşamada henüz uygulanacak hukuk da tayin edilmiş değildir(GÜNGÖR S. 143).Ayrıca bu hususu araştırmak külfetini mahkemelere yüklemek, mahkemelerimize haddinden fazla yük yüklemek olacaktır. Ayrıca bu husus korunması gereken zayıf tarafı teşkil eden tüketicinin zararına olabilecektir.

Tüketici akitleri de tam iki tarafa borç yükleyen akitlerdir. İfa yerinin akitle kararlaştırılmadığı hallerde ifa yerinin neresi olacağı sorunu milletlerarası nitelik taşıyan tüketici akitleri söz konusu olduğunda da yetki kuralının ait olduğu hukuk düzenine, bu bağlamda Türk Hukukuna göre (BK md.73) araştırılmalıdır. İlk olarak, tüketici genellikle para alacaklısı olmayacağından(BK md.73/1) semenin indirilmesi talebi ile açılan davalar dışında tüketicinin korunması hususunda fazla bir önemi haiz değildir. Milletlerarası nitelikteki tüketici akitlerinde üretici satış ya da bunların temsilcisinin Türkiye’de ikametgahı bulunmuyorsa, tüketiciye karşı bu hükme dayanılarak dava açılamayacaktır. İkinci olarak, tüketici akdine konu olan muayyen şey, akit kurulduğu zaman Türkiye'de ise, bu yerde tüketici dava açabileceği gibi ona karşı da dava açılabilir (md.73/2). Tüketicilerin, yaşadıkları yani mutad meskenlerinin bulunduğu yerde genellikle akit yaptıkları düşünüldüğünde akdin kurulduğu zaman Türkiye'de bulunduğu yerde dava açılabilmesi imkanını sağlayan hüküm, tüketicinin yararınadır. Buna karşılık, tüketiciye sunulan mal veya hizmetin akdin kurulduğu anda Türkiye’de bulunmadığı, örneğin sipariş konusu malın akdin kurulmasından sonra ithal edilerek tüketiciye teslim edildiği hallerde bu hükme dayanılarak yer itibariyle yetki tesis edilemeyecektir45.

Üçüncü olarak, yukarıdaki borçlar dışındaki tüm borçların, örneğin, hizmet satımlarından doğan borçlar, borç doğduğu zaman borçlunun mukim olduğu46 (ikamet ettiği, sakin olduğu) yerde ifa edilmesi öngörülmüştür (md.73/3). Bu bakımdan, borçlu borç doğduğu zaman Türkiye'de mukim ise, Türk mahkemeleri milletlerarası yetkiye sahiptir. Bu son husus, hizmet satımları söz konusu olduğunda her halde borç doğduğu zaman karşı akidin Türkiye'de bizzat veya temsilcisi aracılığıyla ticari faaliyet gösteriyor olması şeklinde anlaşılmalıdır. Borç doğduğunda, üretici veya satıcı Türkiye'de bizzat veya temsilcisi aracılığıyla ticari faaliyet göstermiyorsa Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi bu fıkraya göre de tesis edilemeyecektir.

Görülmektedir ki, milletlerarası nitelikteki tüketici akitlerinde Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisinin doğumu, tüketici akdine ilişkin bir unsurun, örneğin, tüketicinin, tüketiciye sunulan mal veya hizmetin, üretici, satıcı veya bunların temsilcisinin BK md. 73'ün aradığı anlamda Türkiye ile ilişkilendirilebilmesi şartına bağlıdır47.





b- Sözleşmenin Kurulduğu Yer

Sözleşmeden doğan davalar için öngörülen özel yetki kıstaslarından İkincisi sözleşmenin kurulduğu yerdir (HUMK md. 10). Sözleşmeden doğan bir davada, sözleşmenin kurulduğu yer mahkemesinin yer itibariyle yetkisinin doğabilmesi, davalı veya vekilinin dava zamanında orada bulunması şartına bağlanmıştır. Mutad meskeni Türkiye'de olan ve yaşadığı yerde tüketici akdine girişmiş tüketici, aynı zamanda davalı veya vekilinin sakin olduğu yerde akit yapmış ise, hüküm tüketicinin dava hakkını kullanabilmesi bakımından ona her hangi bir külfet yüklememektedir. Ancak bu elverişlilik, karşı akidin tüketicinin yaşadığı yerde devamlı olarak ticaret faaliyet gösteriyor olması ya da dava sırasında bulunuyor olması haline özgüdür. Bunun dışındaki hallerde, davalı ve vekilinin dava zamanında sözleşmenin kurulduğu yerde bulunması zayıf bir ihtimal olarak görünmektedir.
Hükümde aranan, davalı veya vekilinin dava sırasında sözleşmenin kurulduğu yerde bulunması şartı, ispat güçlüğü ile, ticari mümessil gibi müvekkili temsil mecburiyeti olan kişiler dışında, örneğin, umumi vekil gibi kişiler bakımından doktrinde eleştirilmiştir. Zira, hukukumuzda, vekilin (umumi vekil de olsa) müvekkilini her davada temsil mecburiyeti bulunmamaktadır. Tüketicinin akdi üretici, satıcı veya ticari mümessili ile yapmış olması ise önem taşımamaktadır48.

c- Şubenin Bulunduğu Yer

Bir gerçek veya tüzel kişinin Türkiye'de şubesi olduğu takdirde, şubenin işlemlerinden dolayı, merkeze karşı, şirket, demek ve vakıfların kendi işlerine ilişkin olarak üyeleri aleyhine ve üyelerin bu sırada birbirleri aleyhine açacakları davalar ile iflas davası hariç, şubenin bulunduğu yer mahkemesinde de dava açılabilir (HUMK md. 17). Şubenin bulunduğu yer mahkemesinin yetkisi, bir gerçek ya da tüzel kişi ile şubesi aracığıyla işlem yapmış kişilere kolaylık sağlamak amacıyla kabul edilmiştir. Kıstas, idare merkezi Türkiye'de bulunmayan bir üretici ya da satıcı ile şubesi eliyle işlem yapmış tüketicinin menfaatine de hizmet edecek niteliktedir. Yine tüketici, davasını şubenin bulunduğu yerde açabileceği gibi, diğer uygun yetki kıstaslarına da dayanabilir. Türkiye'deki şubenin bulunduğu yer mahkemelerinde dava açılabilmesi, makul, objektif ve tüketicinin yararına bir hüküm olarak dikkati çekmektedir.


d- Geçici Olarak Oturulan Yer

Memur, asker, öğrenci, işçi, çırak ve hizmetçi gibi bir yerde geçici olarak oturan kişilere karşı açılacak davalar için, belli şartların varlığı halinde, davalının geçici olarak oturduğu yer mahkemesi de yetkilidir(HUMK M. 20). Bunun için gerekli şartlar şunlardır:
Kendine karşı oturduğu yerde geçici olarak dava açılacak bu kişilerin o yerde oturmaları uğraşlarına göre uzunca bir zaman sürmelidir. Bundan başka tüketiciye karşı o yer mahkemelerinde yalnız alacak ve menkul mal davası açılabilir (HUMK md.20)49.
Buna karşılık, maddede sayılan nitelikteki geçici bulunmaların dışındaki hallerde, örneğin turizm amaçlı bulunmalarda, bu hükme dayanılarak milletlerarası yetki tesis edilmesi mümkün görünmemektedir.

e- Haksız Fiilin İşlendiği Yer

Tüketicinin, bir haksız fiil ilişkisinin varlığına dayandığı hallerde, üretici ya da satıcıya karşı HUMK md. 21' e göre haksız fiilin vuku bulduğu yer mahkemesinde de dava açabilir. Yine, haksız fiil iddiasında bulunan üretici veya satıcı, tüketiciyi, haksız fiilin vuku bulduğu yer mahkemesinde de dava edebilir. Dolayısıyla, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisinin doğumu, haksız fiilin Türkiye'de vuku bulmuş olması şartına bağlıdır. Haksız fiilin vuku bulduğu yer, uygulamada geniş anlaşılmaktadır. Şöyle ki, Yargıtay, bazı kararlarında haksız fiilin işlendiği yeri, diğerlerinde ise zararın meydana geldiği yeri ika yeri olarak kabul etmektedir. Bu sebeple, haksız fiil iddiasına dayanan davalar, bu iki yerden birisinin Türkiye'de olması halinde Türk mahkemelerinde görülebilecektir. Dolayısıyla, fiilin Türkiye'de işlenmesi ile zararın Türkiye'de meydana gelmesi arasında Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisinin doğumu bakımından fark bulunmamaktadır. Bu yorumla, bir haksız fiil ilişkisine dayanan tüketici için Türkiye'de daima yetkili bir mahkeme bulundurulması söz konusudur. Böylece, tüketici, Türkiye'de zarara uğramışsa, örneğin, yurt dışından satın aldığı malın ayıbı sebebiyle Türkiye'de bir zarar görmüşse, üretici ya da satıcıyı, Türk Mahkemeleri’nde, hatta bu malı çoğu zaman sakin olduğu yerde kullanacağından kendi mutad meskeninin bulunduğu yerde, doğal hakiminden ayrılmasına gerek kalmaksızın dava edebilecektir. Yine, Türkiye'ye mal getirerek, örneğin bavul ticareti yoluyla pazarlayan kişilerden satın aldığı mal sebebiyle zarar gören tüketici de uğradığı zararı, Türkiye'de, zararın meydana geldiği yer mahkemesinde dava edebilecektir50.

D-cnebi Anonim ve Sermayesi Eshama Münkasem Şirketlerle Ecnebi Sigorta Şirketleri Hakkında Kanunu Muvakkat md.10

Ecnebi Anonim ve Sermayesi Eshama Münkasem Şirketlerle Ecnebi Sigorta Şirketleri Hakkında Kanunu Muvakkat (md.10) yabancı anonim ve sermayesi paylara bölünmüş şirketlerin Türkiye'de şube ve acentelerinin bulunduğu yerleri, şirketin işlemleri sebebiyle açılacak davalar bakımından şirketin kanuni ikametgahı sayarak, bu yer mahkemelerini şirket davalarına bakmaya yetkili kabul etmektedir. Kuralın amacı, anılan yabancı şirketlerle hukuki işleme girişen kişilerin menfaatinin korunmasıdır. Girişilen hukuki işlemler, müşterinin sıfatına göre, ticari akit ya da tüketici akdi niteliği taşıyabilir.

EŞHK md. 10, Türkiye'deki müşteriye daha elverişli bir hukuki durum sağlamak için sevk edilmiş, yabancı anonim ve paylı komandit şirketlerin Türkiye'deki şubeleriyle hukuki işlem yapmış kişileri koruyan, onları merkezin bulunduğu devletin ülkesinde dava açma külfetinden kurtaran bir hükümdür. Bu husus, HUMK ve MÖHUK' un yürürlükte olmadığı bir dönemde vaz'edilen hükmün amacının, o günün şartları itibariyle kamu düzeni karakterli bir koruyucu yetki kuralı olarak tasarlandığına işaret etmektedir. Nitekim, EŞHK md. 10, doktrinde de, kamu düzenini ilgilendiren bir hukuki tedbir olarak düşünülmektedir. Ancak, hukuki sorun, hükmün bugün de aynı hukuki niteliği taşıyıp taşımadığı, ya da taşıyorsa bunun hukuki sınırlarının tayini noktasında toplanmaktadır. Ticaretin hızla yurt sathına yayıldığı, özellikle, pazarlama şirketlerinin merkez ve/veya şubelerinin bulunduğu yerlerin dışında da seyyar tüccar memurları eliyle ticari faaliyet yürüttükleri günümüzde, artık hükmün her durumda tüketiciyi koruyucu bir fonksiyonu bulunduğu iddia edilemez. Mutaden sakin olduğu yerde değil, bir başka şehirde hukuki işleme girişmiş müşteri, veya şubenin bulunduğu yerden başka bir yerde pazarlama faaliyetini yürüten şirketlerle hukuki işleme girişmiş müşteri bakımından hüküm günümüzde koruyucu yetki kuralı olma özelliğini yitirmiştir. Bu bakımdan md. 10' un o günün şartlarında kayıtsız şartsız koruyucu yetki kuralı niteliği taşıması hususu, bugün, her durumda koruyucu yetki kuralı olarak müdahale etmesini haklı kılmamaktadır51.
Bugün EŞHK md. 10, milletlerarası yetki kuralları arasındaki yerini, kamu düzenine ilişkin, kesin olmayan bir milletlerarası yetki kuralı olarak almakla birlikte, hükmün, yabancı unsurlu tüketici akitlerinde kamu düzenine ilişkin bir koruyucu yetki kuralı olarak müdahale edebilme özelliği, tüketicinin mutaden sakin olduğu yerin Türkiye olduğu ve tüketici akdinin anılan şirketlerin yabancılık vasfından başka yabancılık unsuru taşımadığı hal ile sınırlı olarak kabul edilmelidir; sadece bu halde, EŞHK md. 10 kamu düzenine ait bir koruyucu yetki kuralı olarak, yabancı mahkemeleri yetkili kılan anlaşmaların Türkiye'de hukuki sonuç doğurmasını engellemelidir52.

E- 4822 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Bakımından

Söz konusu kanun 6.3.2003 tarihinde kabul edilmiş 14.6.2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla tüketici hakları önemli ölçüde güvence altına alınmıştır. Kanun ve ilgili yönetmelik Avrupa Birliğine uyum süreci kapsamında çıkarıldığı için oldukça çağdaş bir yapıdadır. Bu kanun ve yönetmelikte Ürün sorumluluğunda üreticinin kusursuz sorumluluğu da düzenlenmiştir. Bundan başka bu kanun ve ilgili yönetmelik Avrupa Birliği’nde yürürlükte olan tüketicinin korunması kapsamlı yönergelerle de önemli ölçüde benzeşmektedir.

4822 sayılı kanunun 30. maddesi 4077 sayılı Tüketici’yi Koruma Kanununun 23. maddesini değiştirmiştir. Şöyle ki:

Tüketici mahkemeleri nezdinde tüketiciler, tüketici örgütleri ve bakanlıkça açılacak davalar her türlü resim ve harçtan muaftır. Tüketici davaları tüketicinin ikametgahı mahkemesinde de açılabilir.

Getirilen bu düzenleme ile artık tüketiciler ürün sorumluluğundan doğan davalarını kendi ikametgahları mahkemesinde de açabilecektir. Bu düzenleme ile tüketicilerin korunması açısından oldukça ileri bir adım atılmıştır. Bu düzenleme bizce de güçlü üretici firmalara karşı tüketicinin korunması bakımından oldukça yerindedir.

VI- TÜRK MİLLETLERARASI USUL HUKUKUNDA YABANCI UNSURLU TÜKETİCİ AKİTLERİNDEN DOĞAN İHTİLAFLARIN HALLİ İÇİN AKDEDİLEN YETKİ ANLAŞMALARI

A- Genel Olarak

MÖHUK md. 31’ de yetki anlaşması düzenlenmiştir. “ Yer itibariyle yetkinin kamu düzeni veya münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hallerde, taraflar aralarında yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden doğan uyuşmazlığın yabancı bir devlet mahkemesinde görülmesi hususunda anlaşabilirler. “Yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz sayması halinde, dava yetkili Türk Mahkemesinde görülür53”.

Yargıtay, Kanunun bu açık ve kesin ifadesine ve bu konuda doktrinin de birlikteliğine rağmen, farklı bir görüş içerisinde olmuştur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, çoğunlukla vermiş olduğu bir kararında54, yabancı bir mahkemeyi yetkilendiren geçerli bir yetki anlaşmasının mevcudiyetine rağmen, "esasen yetkili Türk mahkemesinde de dava açılabileceğini" söylemektedir. Yargıtay'a göre, 31 inci madde uyarınca yapılan bir yetki sözleşmesi maddenin getirdiği sistem içerisinde münhasır bir yetki sözleşmesi olarak nitelendirilen Usulün 22 nci maddesine İlişkin olarak yapılan açıklamalarda olduğu gibi, 2675 sayılı Yasanın 31 inci maddesi uyarınca yapılan yetki sözleşmesi ile esasen yetkili bulunan Türk mahkemesinin yetkisinin kaldırılabileceğinin kabulü Türk mahkemelerine güvensizlik beslenmesi sonucunu doğurur ki, bu da doğrudan doğruya kamu düzenine ters düşer55.

Yargıtay'ın Kanunun açık ifadesini bertaraf etmek için kullandığı "Türk mahkemelerine güvensizlik" gerekçesi, kanuna aykırılığı bir yana, üzerinde durulamayacak kadar hatalı bir anlayışı da ifade etmektedir. Gerçi Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, bazı kararlarında haklı olarak bu gerekçeye katılmayarak, kanunun açık hükmüne uygun olarak karar vermiştir. Ancak gerek 11. Hukuk Dairesi'nin son bir kararında gerekse Yargıtay’ın diğer dairelerinin verdikleri kararlarda Hukuk Genel Kurulu kararının kanuna aykırı gerekçesinin aynı hatalı anlayışla yer aldığı görülmektedir56. Yargıtay son tarihli kararlarında bu hatalı tutumunu değiştirmektedir.

Tüketici akitlerinden doğan hukuki ihtilaflarda yetki anlaşması yapılması imkanı milletlerarası özel hukukta ayrı bir önemi haizdir. Zira, tüketicinin elde edeceği hukuki himaye, yetki anlaşması ile yetkili, kılınan mahkemenin hukukunun bağlama kurallarının gösterdiği hukukun veya hakimin hukukunun bu alanda mevcut milletlerarası emredici nitelik taşıyan hukuk kurallarının sahip olduğu maddi muhtevaya göre esaslı surette değişebilecektir. Bu sebeple yabancı unsurlu bir tüketici akdinde yer alan bir yetki şartı, yine aynı akitte yer alan diğer şartlara nazaran tüketiciye karşı kullanılabilecek daha etkili bir hukuki silahtır.



VII- SONUÇ

Tüketicinin taraf olduğu ve tüketici mahkemelerinde görülen davalarda yetki konusunda, 4077 sayılı TKHK hükümleri ile birlikte, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'ndaki genel ve özel yetki kurallarının uygulanması gerekmektedir. Fakat Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun özel kanun olduğundan, ilgili hüküm bulunduğunda öncelikle bu uygulanır.Kredi kuruluşu veya satıcı gibi ekonomik açıdan daha güçlü olan tarafın, bu üstünlüğüne rağmen, davacı tüketicinin onun ikametgahı yer mahkemesinde dava açmaya zorunlu olması, tüketiciye çeşitli munzam zararlar yükleyebilecektir.

Tüketiciden mahkeme masrafları ve harçlar alınmadığı halde; tüketicinin karşısına ulaşım ve zaman unsurları da olumsuz suretle çıkabilmektir. 4822 sayılı kanunla tüketici davalarının tüketicinin ikametgahı mahkemesinde de açılabilmesi, bizce uygun olmuştur. Bu düzenlemeyle tüketiciyi ek külfetlerden korumak için bakımından, hayat sigortalarıyla paralel bir düzenleme getirilmiştir.

Hukuk kuralları din kuralları gibi statik değil, değişkendir. Ama çağımız koşullarının gerektirdiği kadar hızlı değişememekte, değişmesi zaman almaktadır. Kanun hükümlerinin günün şartlarına uygun olmamasını da bir kısım yazarlar kanun boşluğu olarak görmektedir. Bunlara göre günün, icaplarına uygun olmayan kanun hükmünün olaya uygulanması hakkın kötüye kullanılması halini oluşturur57. Tüketici akitleri gibi taraflardan birinin ekonomik ve sosyal bakımdan zayıf olduğu akdi ilişkilerde, kanundaki hükümlerin bu ilişkilere aynen uygulanması zayıf taraf olan tüketicinin zararına olabilir. Bu nedenle de kanunda ki bu eksikliğin iyiniyet kurallarından faydalanarak doldurulması gerektiğini belirtmektedirler58. Kaldı ki 4822 sayılı kanunla yetki hususunda getirilen düzenleme kanımızca kamu düzenindendir. Çünkü bu düzenleme zayıf taraf olan tüketicilerin korunması amacıyla, genel kural olan davalının ikametgahı düzenlemesinden ayrılarak getirilmiştir. Bu bakımdan yetki sözleşmeleriyle tüketiciyi kanunen yetkili mahkemeden başka bir mahkeme önüne çıkaracak şekilde yapılan yetki sözleşmeleri tüketicinin durumunu kötüleştirip, onu önemli külfetlere sokacak düzenlemeler getiriyorsa, kamu düzeni düşüncesiyle bertaraf edilmesi gerekir. Bu durumda Türk mahkemelerinin de uyuşmazlıkta yetkili sayılması gerekir.

Bu durumda hukukçulara düşen görev, hukuku çağın ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlamaktır. Hukuktan beklenen uyuşmazlıklara gerçekçi tarafların menfaat dengesini gözeterek, pratik çözümler bulmasıdır. Tüketici için ürün sorumluluğunda yetki belirlenirken haksız fiilin mi, yoksa sözleşmeden doğan sorumluluğa dayanmanın mı daha iyi olacağı incelenmeli ve bunlardan tüketiciye en yararlı olacak ve en az masraflı yol tercih edilmelidir. Ürün sorumluluğuna dayanan uyuşmazlıklarda, sözleşmelere tek taraflı tüketici aleyhine konan şartlar dikkatle incelenmeli ve tüketiciciyi koruma kanunu kapsamında dikkatle değerlendirilmelidir.





















KAYNAKÇA

1 KAPLAN, İbrahim: Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, cilt-13, sayı-1, 1985-1986, s.
137-140, (Görüşler).
2 KAPLAN: s. 138.
3 EKŞİ, Nuray: Devletler Özel Hukukunda Aşırı Yetki Kuralları, Selahattin Sulhi
Tekinay’ın Hatırasına Armağan, İstanbul 1999, s 247.
4 Anayasa md. 90/V.
5 EKŞİ: s. 248.
6 Yar. 4. HD. 31.01.1986 E. 85-9446/ K. 86-2437.
7 NOMER, Ergin: Yargıtay Kararlarında Devletler Özel Hukuku Kanunu,Oğuz
İmregün’e Armağan,
İstanbul, 1998, s. 693.
8 Yar. 15. HD. 19.02.1990 E. 89-5255/ K. 89-679.
9 NOMER: s. 696.
10 NOMER:s. 696.
11 TURHAN, Turgut: Haksız Fiillerden Doğan Kanunlar İhtilafı Alanında İka Yeri
Kuralı, Ankara,1989, s. 325.
12 TURHAN: s. 326.
13 ERTAŞ, Şeref: İmalatçının Sorumluluğu, Avrupa Topluluğu Yönergesi ve Alman
İmalatçının Sorumluluğu Kanunu, Şükrü Postacıoğlu’na Armağan, 1997 İzmir, s. 50.
14 TURHAN: s. 326.
15 ERTAŞ: s.51.
16 TURHAN: s. 328.
17 TURHAN: s. 329
18 TURHAN: s. 330
19 TURHAN: s. 358.
20 TURHAN: s. 358.
21 TURHAN: s. 359.
22 GÖĞER, Erdoğan: Devletler Hususi Hukuku, Ankara,1975, s. 319.
23 TURHAN: s. 360.
24 TURHAN: s. 361.
25 Yar. 4. HD. T. 13.2.1976, E. 1117/K. 1477.
26 Yar. 4. HD. T. 21.9.1979, E. 8160/K. 10172.
27 BİLGE, Necip: Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Bası, Ankara, 1978, s. 199.
28 TURHAN: s. 363.
29 HAVUTÇU, Ayşe: Tüketicinin Genel İşlem Şartlarına Karşı Korunması, İzmir, 2003,
s.19-20.
30 GÜNGÖR, Gülin: Milletlerarası Özel Hukukta Tüketicilerin Korunması, Ankara,
2000, s.138.
31 Koruyucu yetki kurallarının tesisinde, milli ve milletlerarası düzenlemelerde yaygın
olarak başvurulan yetki kıstasları, tüketicinin ikametgahı, tüketicinin mutad meskeni,
karşı akidin ikametgahı ve karşı akidin mutad meskeni olarak dikkati çekmektedir.
32 BARAN, Fikret. Siorta ve Reasuransa Bir Yaklaşım, Ankara, 1982, s. 4.
33 ALTINTUĞ, Yılmaz: Türk Milletlerarası Usul Hukuku (Devletler Hususi Hukukunda
Yargı Yetkisi), İstanbul, 1938.s. 120.
34 KURU, Baki-ARSLAN, Ramazan-YILMAZ Ejder: Medeni Usul Hukuku, 12. bası,
Ankara 2001, s.181.
35 NOMER, Ergin: Devletler Hususi Hukuku Bası 8 İstanbul s.106.
36 Y. 11. HD. E. 1997/3609, K. 1997/5636, T. 19.06.1997, Yasa Hukuk İçtihat ve
Mevzuat Dergisi, C. XVII, S. 194, Şubat 1998, s.78.
37 KURU,-ARSLAN,-YILMAZ: s.165.
38 POSTACIOĞLU, İlhan. Medeni Usul Hukuku, bası 6, İstanbul 1975, s. 106.
39 POSTACIOĞLU: s.106.
40 GÜNGÖR: s.140.
41 ŞANLI Cemal: Avrupa(Cenevre)- New York Sözleşmeleri ve Türk Tahkiğm Hukuku
Sempozyumu, Ankara, 1990, s. 47.
42 GÜNGÖR: s.141.
43 EKŞİ, Nuray: Türk Mahkemelerinin Milletlerarası Yetkisi, İstanbul 1996, s. 101.
44 NOMER, Ergin: Devletler Hususi Hukuku, B.8, İstanbul, 1996, s. 360.
45 GÜNGÖR: s.143.
46 YILMAZ, Ejder: Hukuk Sözlüğü, Ankara, 1982, s. 334.
47 GÜNGÖR: s.143.
48 GÜNGÖR: s.144.
49 KURU, B, -ARSLAN, R,- YILMAZ, E.: s.182.
50 GÜNGÖR: s.146.
51 GÜNGÖR: s.148.
52 GÜNGÖR: s.148.
53 SERGİN, Fügen: Milletlerarası Usul Hukukunda Yetki Anlaşmaları, Ankara, 1996,
s.147.
54 Yar. HGK. 15,06.1988, E. 11-246/K. 476.
55 NOMER, Ergin. Yargıtay Kararlarında Devletler Özel Hukuku Kanunu, s. 697.
56 NOMER, Ergin: Yargıtay Kararlarında Devletler Özel Hukuku Kanunu, s. 697.
57 DOĞAN, Vahit: Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt V, 1997 sayı 1-2,
s.175, Naklen; İMRE, Z.: Medeni Hukuka Giriş, 3. bası, İstanbul 1980, s.177.
58 DOĞAN, Vahit: s.175, Aynı görüşte; EDİS, S.; Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç
Hukuku Dersleri, 2. bası, Ankara, 1983, s.124, İMRE, s. 175.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Ürün Sorumluluğunda Milletlerarası Yetki" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uğur Bahadır'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [bugur4@hotmail.com]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
16-06-2004 - 15:28
(7261 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 24 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 9 okuyucu (38%) makaleyi yararlı bulurken, 15 okuyucu (62%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
9040
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 18 saat 27 dakika 18 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,25 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 65118, Kelime Sayısı : 8213, Boyut : 63,59 Kb.
* 84 kez yazdırıldı.
* 75 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 132
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,05693603 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.