Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Avukat, Avüket, Avkat

Yazan : Ali Nezhet Bozlu [Yazarla İletişim]
Avukat

Makale Özeti
Avukatların bugünkü halinin özetinden ibarettir.
Yazarın Notu
Bu makale Mersin Barosu Dergisi'nin 29. sayısında yayınlanmıştır.

Avukat, Avüket, Avkat

Av. Ali Nezhet Bozlu


Dergimizde mesleğin sosyal ve sınıfsal durumuna dair oldukça ayrıntılı ve çarpıcı belirlemeler yapılmış, gidişatı “çağdaş marabalık” olarak değerlendirilmişse de, buna ek olarak ve bence daha çok Arasat’da kalmış, böyle giderse de aidiyetini ne sosyal ne de psikolojik olarak kuramayan ve kuramayacak olan belki de tek meslektir bizimkisi.

Yıllarca okur, üniversiteye gider, seçkin akademisyenlerden ders alır ve daha sonra bir anda toplumun en tortu, en borçlu, aile faciası ile karışık kadın cinayetli, çocukların hırsızlaştırıldığı, suçlulaştırıldığı ve yine çocukların cinsel istismarlara uğratıldığı, dolandırıcılığı, rüşveti, zimmeti, senedi, sürtüşmesi, rezaleti bol ortamında buluverirsin kendini. Okuduğun kitaplar, ders aldığın öğretmenler, profesörler, fakültenin kalabalık sıraları ve büyük kütüphaneler anılardadır artık. “Vefa akdi öyle bir akittir ki...” şeklinde birbirine hava atan hukuk öğrencilerinin gururlu, bilmiş edalarını özlesen de, kimse senden “normlar hiyerarşisi”ni, “makabline şamil”i, “hakların telahuku”nu, “ehven-üş-şer”i sormaz; hatta ne yazık ki şerrin ala olduğu bir ortamda olduğunu anlamışsındır. Üzülerek belirtmeliyim ki, eğer anlamamışsan tehlikeli bir biçimde anlamak üzeresindir. Kitaplar ve kitap kokuları, hocalar, yoğun ders saatleri ve yine yoğun derslik çalışmalarıyla ruhunda iz bırakan akademik alışkanlık; okulun bitmesi ve arkadaşlarının dağılmasıyla beraber bıçak gibi kesilmiş, mukaddes okul çatısı aniden yok oluvermiştir. Borçlar Hukuku’nda ve Hukuk Felsefesi derslerinde tanımlamaya çalıştığın mülkiyet, en basit cinsten hırsızlık ve en ağır cinsten yağmaya, dolandırıcılıktan zimmete kadar bir dizi bombardımanla berhava olmuştur. Okul sıralarında hocanın tahtaya senin de deftere üçgen, yuvarlak ve kareler olarak çizdiğin ve bir mantık oyunu olarak oynadığın nesebi gayri sahih çocuğun miras hakkı ve muris muvazaası gibi konular, artık karşında aile faciaları olarak yürek kanatmaktadır. Ara sıra gitmek zorunda kaldığın hastanelerde gördüğün ölmek üzere olan yakınların, ağır yaralılar, çaresiz hastalıklara yakalanmış çocuklar seni üzmüştür şüphesiz. Gariptir ki, bu kez toplumsal hastalıkların kanunlarla mihenge vurulduğu, masaya yatırılarak hafif veya ağır operasyonlara uğratıldığı Adliye denilen toplumsal bir hastanedesindir artık. Hem de neredeyse hergün.

Bu boşluğu ve dramı atlatmak için tek tesellin vardır. Nihayet okul bitmiş, öğrencilik sona ermiş, hayatını kazanmanın zamanı gelmiştir. Ve nihayet annen ve babana yük olmaktan çıkacak, kendi ekmeğini kazanacak bir mesleğe, üstelik iyi bir mesleğe sahip olduğunu düşünmektesindir.

Zor bir okulu bitirmenin ve iyi bir etiketin verdiği coşkuyla, şık bir giyimle gezinmeye başladığında ilk tepkiyi yakınlarından alabilirsin. Biraz köylü köklerin varsa, yakınların kelimenin telaffuzunu bilmelerine rağmen “Oooo, artık avüket olmuş avüket. Bize selam vermez gayrı.” diye takılırlar. İsterlerse kelimeyi daha doğru telaffuz edebilmelerine rağmen bozuk şeklini bastırarak söylemelerinin nedeni, “Kibirlenme padişahım, senden büyük Allah var.” atasözü babındandır. Sen ne kadar değişmediğini, eski sen olduğunu anlatmaya çalışırsan çalış, inandıramazsın. O kadar sabit fikirlidirler ki, “Yahu madem öyle inat bir inanış var, ben de eski ben olmayı bırakıp şunun biraz havasına gireyim” diye düşünmek zorunda kalırsın. Bazıları da seni yanlarına çekip, fakir baba ile vali oğulun ünlü hikayesini anlatırlar. Bilirsin, hikaye, kendisini zorla vali konağına getirten oğluna, fakir babanın “Vali olmuşsun ama adam olamamışsın.” sözüyle bitmektedir. Böylece kendilerince seni uyarmış, haddini bilmen gerektiğini “kibarca” ima etmiş olurlar.

Bu arada bir büro ayarlaman gerekmektedir. Aile yardımlarıyla iyi kötü bir büro kiralayıp işe başladığında, serbest meslek makbuzları, sigorta primleri, muhasebe, stopaj, kredi borçları falan derken yoğun bir esnaf gümbürtüsünün içinde olduğunu sezersin. Anne babana bağımlılığın bitmemiş, hatta biraz daha masrafa yol açmışsındır. Mesleğe yeni başlayan çoğu arkadaşının ilk sekreterlerinin anneleri veya babaları olduğunu görürsün. Muhtemelen senin durumun da böyledir. Raftaki kalın kitaplara bakarak “Bu kadar sene bir dükkân açmak için mi uğraştım?” diye kederlensen de, gerçek budur. Hatta devlet, sana sormadan, bir anda Sosyal Sigortalar Kurumu çatısından çıkarıp Bağ-Kur’lu yaparak bu gerçeği bir kez daha, tescilli biçimiyle yüzüne vurur. Sanki Cem Karaca’nın “İşçisin sen işçi kal” şarkısını anımsatan “Esnafsın sen esnaf kal” adlı bestelenmemiş, söylenmemiş bir şarkıya konu olmuşsundur. Şimdilik şeklen öyle görünmektedir ama bir süre sonra esnaf olmadığını anlayacaksındır.

Etiketin öyle parlaktır ki (!) dışı da içi de seni yakar. Kimse büronu borç harç açtığını, hala ana-baba-kardeş süper üçlüsünün desteğiyle yaşadığını, sigorta primlerini ödeyemediğini, vergi dairesine borcun olduğunu, CMK paralarını aylarca alamadığını, ikinci el arabanın kredi taksitini icraya düşmeden nasıl ödeyeceğini düşünürken uykularının kaçtığını bilmez. Üzerindeki mecburen giydiğin ve kravat taktığın takım elbise senin şaşaalı bir hayat yaşadığına dair “aksi ispatlanamayan karinelerden”dir. Mahkemelerde aksi ispatlanamayan bir karineyi bile ispatlamak için yıllarca uğraşman, üstünü başını paralaman gerekebilir ama, senin aleyhine olan “Nasıl da deli kazanıyor” şeklindeki karineyi toplum derhal kabul edivermiştir. Sigorta sicilin itibariyle esnaf olduğun için esnaf da seni pek sever ve “özel” ilgi gösterir (!). Mesela il dışında bir duruşma bitiminde, arabanı uzun süre kaldığın park yerinden alırken, otoparkçı “Abi, ilk bir saat 4 lira, sonraki her bir saat 1 lira ama abime tümü 5 lira” dediğinde ılık bir bahar rüzgârını hissedersin. Yine de önlemli bir şekilde “arabamı sürekli buraya park etmem için nasıl da yağ yapıyor” diye düşünebilirsin. Ancak sonradan tam günün 3 lira olduğunu öğrendiğinde, fazla sinirlenmemen ve böyle yağlı “indirimler” karşısında tetikte olman gerektiği dersini çıkarırsın. Muslukçu, oto tamircisi, elektrikçi gibi esnaf müşteriye göre fiyat belirlediği için, iş konuşmasının bir yerinde araya sıkıştırıp önemsizmiş gibi sorduğu “Abim/ablam ne iş yapar?” şeklindeki soru karşısında da uyanık olman şarttır. Örneğin, bu soruyu soran muslukçu için, artık senin mutfak musluğunun akıp akmadığı, lavabonun su sızdırıp sızdırmadığı meselesi önemini kaybetmiştir. Ona mesleğiyle ilgili bir işin düşmüştür ve işin ne olduğundan ziyade vereceğin cevaba göre belirleyeceği fiyata kafa yormaktadır. Soru ise önemsiz gibi araya sıkıştırılmakta, av yemlenmekte, gafil müşterinin vereceği cevaba göre rakamlar dönüp durmaktadır. Bu soruya vereceğin cevap doğrudan doğruya fiyata yansıyacağından ve bu fiyat da kuşkusuz “indirimli” olacağından, daha bu soru sorulmadan atak davranarak fiyat almaya ve iyi pazarlık yapmaya, yani ilk vuruşu yapmaya mecbursundur. Soruya cevap verdikten sonra girişeceğin pazarlığın beyhude olacağını, istersen, deneyerek de tespit edebilirsin.

Toplumsal hastalıkların çözümünde önemli bir unsur olmana rağmen, mesleğin uzmanlık alanları, doktorluğu, devletçe desteklenen bir akademik kariyeri ve iş alanları yoktur. Devlet güvencesinden yoksundur ve lonca sisteminden bile geri olduğu için uzmanlık alanı olarak ayrışamamıştır. Bir hekim arkasına devlet desteğini alarak uzmanlık alanı seçebilir, o alanda uzmanlaşabilir, doktor, profesör olabilir. Ancak bir avukat devlet desteğiyle bir uzmanlık alanı seçemez, o alanda uzmanlaşamaz, doktor, profesör olamaz. “Ya sen de bir uzmanlık alanı seç, uzmanlaş, doktor, profesör ol, sana ne engel oluyor ki?” diyenler vardır elbette. Ama onlar senin sıkı sıkıya çevrili olduğun hayat şartlarını ve mevzuatın tel örgülerini bilemezler. Her şeyden önce mesleğin içinde bulunduğu durum senin uzman olmana izin vermez. Borç harç açtığın bürona belki de bir yıl boyunca birinin gelmesini beklersin. Çünkü hiç kimse yeni bir avukata işini teslim etmek istemez. Çalışabilmen için “Sağlık Ocağı” gibi bir “Hukuk Ocağı” yoktur. “Özel …. Hastanesi” gibi bir “Özel … Hukuk Merkezi”ne mevzuat izin vermez. Temel ihtiyaçlarını karşılamak için, arkadaşların “çağdaş marabalık” diye nitelendirdiği yarım buçuk ücretli ceza müdafiliği yapmak zorunda kalırsın. Daha sonra iş getirenler önüne ya bir kira akdi veya bir senet koyduklarında “Hayır, ben bu işlere bakmıyorum, ben aile hukuku alanında uzmanım” deme lüksün yoktur. Deyim yerindeyse “ekmek parası için” işi almak zorunda kalırsın. Oysa tıp çeşitli uzmanlık alanlarına ayrılmıştır: Kardiyo-loji, üro-loji, dermato-loji, psiko-loji. Bu alanlarla ilgilenenlere de kardiyolog, ürolog v.s. dendiği malumdur. Bu hesaba göre adın, üzülerek söylemek gerekirse, “herşeyolog”dur. Mesleğin ileriye gitmesi için uğraşsan da, “Hukuk lisans üstü eğitim olmalıdır”, “Hukuk uzmanlık alanı sistemine kavuşturulmalıdır” türünden gelişime yönelik önerilerin kimse tarafından ciddiye alınmadığı gibi, avukatlık sınavını da erteleyiverirler.

Aslında “herşeyolog” olmak yani tüm hukuk dallarından anlamak mümkün değildir ve “herşeyolog”luk oldukça da risklidir. Ancak toplum bunu anlamaz, anlamak istemez. Güzin Abla’nın her başı derde girenin derdine derman olduğu gibi her türlü hukuk sorununu çözebileceğini düşünürler. Senin zekâna, yeteneğine ve çalışkanlığına inandıklarından değil, işlerine böyle gelir. Çünkü zaten hukuki danışmanın ücretli olmadığı bir ülkede o avukat senin bu avukat benim gezmek yorucudur (fakat böylesi seyyahlar da hiç az değildir). Yol üstünde tabelasını gördüğün herhangi bir avukat her derdine çare, her sorununa çözüm fikrini bilmelidir ve vermelidir. Avukat ücretsiz bir acil servis gibidir. Ama sen uzmanlaşırsan toplumun üzerine yükümlülük yüklersin. Önüne gelen her avukata her soruyu soramayacağı gibi, uzmanlaşmış bir avukat aynı zamanda kurumlaşma gibi bir teçhizatla donatılmış olacağından ücretsiz yardımcı olması söz konusu olmayacaktır. O halde bu “ücretsiz sosyal yardımlaşma ve dayanışma” devam etmelidir. Toplum piyasadaki her şeyin fiyatını tartışır, ilgi gösterir, bir cep telefonunun, bir tuğlanın, bir kilo demirin... Ama senin isteyebileceğin ücret tartışılmaz, konusu bile açılmaz, “ne yapmışsındır” ki?…

İster davacı tarafında ol, ister davalı tarafında ol, iki taraf için de bir “sıkıntı”sındır. Esasen kendi ilişkileri sıkıntılı olduğu ve seni de sıktıkları halde, yapay bir biçimde seni “sıkıntı” yapmayı tercih ederler. İstisnasını arama, bu hep böyledir. Örneğin bir kiralananın tahliyesi işleminde, kiralayan müvekkilin seni arayarak veya yanına gelerek kiracıya söyleyemediği küfürleri söyler. “”Git o … çocuğuna de ki, onu doğduğuna pişman edeceğim, küloduna kadar alacağım.” vesaire… Küfür ederek, bağırarak, dışarıda yapamadığı yiğitlikleri senin önünde yaparak rahatlar. İçinden, “Arkadaş, ben küfür ve tehdit aktarma makinesi miyim? O kadar ‘samimiysen’(!) sen söyle.” dersin ama dile getiremezsin. En fazla “Lütfen beyefendi, ben gerekli hukuki işlemleri yapıyorum, bu tip şeyler söylemeyelim” diyerek terbiyeye çağrı yapabilirsin. Çünkü genel toplumsal “iletişimsizlik” biçimimiz budur, toplum bu tarz “diyaloglarla” çalışmaktadır. Müvekkilin telefon eder, bürona gelir-gider, seni “kontrol” eder, küfür eder, üzülür, sevinir, anlatır, anlatır, anlatır… Daha da ötesi başka başka konuları da anlatmayı, hukuki danışma hizmetini ücretsiz almayı ihmal etmeyerek “usul ekonomisi” yapmayı sürdürür. “Kusura bakmayın ama başkalarının da önemli işleri var, onlara da bakmak zorundayım, size yeterince bilgi verdiğimi ve vakit ayırdığımı sanıyorum” derseniz, size küsebilir, hatta azledebilir. Bu kez başka bir meslektaşınıza giderek, “Şu Avkat … var ya, benimle hiç ilgilenmedi, dosyayla hiç ilgilenmedi” diyebilir. Bir avukatla konuşulanların bir psikolog ile bile konuşulmadığını söylemek abartı olmasa gerek. Ama hiç şaşırtıcı değil çünkü ikincisi ücretlidir. Sonra bir hekimin önünde böyle kabadayılıklar, küfürler, roller yapamazlar. Kiralananın tahliyesi işine dönecek olursak, kiracı da kiralayana söyleyemediklerini sana söyler, sunturlu küfürler eder, hatta sana tehditvari imalarda bulunabilir: “Beni evimden çıkaracak adam daha anasından doğmadı. Söyle o …, beni karıma çocuğuma rezil edenin sonunu bilemem.” Burada konuşmanın ilk bölümünde kiralayana yönelik özel bir belirleme var gibi görünse de, aslında özne sensindir. İkinci bölümünde özne “beni karıma çocuğuma rezil edenin” şeklinde belirsiz olup kastedilen büyük ihtimal yine sensindir. “Beyefendi beni tehdit mi ediyorsunuz?” diye olayın üzerine giderseniz, “Benim sözüm size değil, siz avkatsınız, işinizi yapıyorsunuz” tipi son derece modern bir takiyeyle karşılaşırsınız. Tahliye işlemleri oldum olası risklidir, kolay değil bir insanı ailesi ve eşyaları ile birlikte evden çıkarmak veya işyerini boşaltmak… Hatta vurulabilirsiniz bile (hemen aklıma gelenler arkadaşlar Av. Ersin Köse, Av. Ferhat Fazıl Çetin, Av. Ali Rıza Baran). Ancak işin masrafları ve ücreti söz konusu olduğunda o sık gelip gitmeler, muhabbetler kesiliverir. Bazen iş öyle bir hale gelir ki, avukat arkadaşların “hiç olmazsa dosya masraflarını veriyor” diye vekil edenleri ile övündüğüne, teselli olduğuna bile rastlayabilirsin. Hukuki risk almamak için dosya masraflarını kendi cebinden ödeyen arkadaşların sayısının az olmadığını da vurgulamak isterim.

Devlet memuru olmadığın, maaş almadığın, memurun sosyal haklarına sahip olmadığın halde, hakkında özel kanunlar çıkarılmış nadir mesleklerden birinin mensubusundur. Öyle ki, Avukatlık Kanunu’nun bol yasaklı hükümleri yetmemiş Kat Mülkiyeti Kanunu’nda bile işyerin hakkında özel hükümlere yer verilmiştir. Ancak, iş, mesleğinle ilgili yargılanmaya geldiğinde devlet memuru gibi yargılanırsın, devlet memuru gibi cezalandırılsın. Hukukta “Nimetinden faydalanan külfetine katlanır” diye bir kural varsa da, bu kural seni kapsayacak kadar geniş değildir.

Toplumun en çok fıkra ve takma isim uydurduğu mesleklerden biridir seçtiğin, adı çıkmıştır. İki kişi konuşurken meslektaşların hakkında “çantalı hırsız” dediklerini duyarsın. Toplumun genel kanaati, Dede Korkut hikayelerinden Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek hikayesindeki “Yalancı oğlu Yalancuk” tarzı bir kişiliğe sahip olduğun yönündedir. Bazen içi-dışı bir müvekkillerinden biri gelip sana, “Yav en merak ettiğim şey o kadar hâkimin savcının önünde nasıl gözünüzü kırpmadan yalan söylüyorsunuz?” diye sorabilir. Hatta bu soruyu soran bir akraban da olabilir. Anlatmak bir karmaşa, bir sıkıntıdır, karşındakinin bunu anlayacak bir altyapısı olması gerekir. Düşünsene, CMK icabı müdafisi olduğun sanık hırsızlıkla itham edilmektedir. Bu görev sana devlet tarafından verilmiştir. Tutukluluğa itiraz etmemen, mahkûmiyet hükmünü temyiz etmemen, hukuki yolları tüketmemen “görevi ihmal” suçundan yargılanmana yol açabilecekken, “Evet efendim, şu gördüğünüz namussuz var ya, hırsızın en alasıdır, üstelik bu suçu da şu şekilde ağırlaştırılmış cezayı hak edecek tarzda işlemiştir” diyebilmen mümkün değildir. Oysa örneğin boşanma davalarında eşini ve çocuklarını, muvazaa davalarında alacaklılarını ve akrabalarını aldatanlarla sıkça karşılaşırsın. Ama hiçbiri kendine dönüp bakmaz, toplum da aslında bu fiillerle ve muamelelerle ilgilenmez. Ama nedense senin adın çıkmış; bu fiilleri yapanlar, bu muameleleri yapanlar bir anda görünmez olmuşlardır. Karşı taraf veya hâkim çok sıkıştırırsa, “Ben yapmadım, avkat böyle yap dedi ben de öyle yaptım” diye savunma yapanlar hiç de az değildir. “Kan su olmaz” derler ya, muvazaa yapan babasıyla arası yumuşayan evlat, avukatın babasını kandırdığı yalanına öylesine inanır ki, daha doğrusu inanmak ister ki, “Babam aslında iyi niyetlidir ama işte aklına kardeşimle avkatı girmiş, avkat böyle böyle yapın diye öğretmiş.” şeklinde bir hikaye uydurmaktan çekinmez. İşi abartırsan, özellikle “avukat” yerine “avkat” dediklerini bile düşünebilirsin. Çünkü bilinçaltlarında “av” ve “avlanan”la ilgili bir kalıp oturmuştur. Yapılan iş de malına mal “kat”makla doğrudan ilgilidir. Ne yaparsan yap toplum kendini yargılamaz, kendi yarattığı sistemi yargılamaz. Birkaç günah keçisi bulur ve işlerini bu şekilde yürütür.

Toplumun seninle ilgili yargıları bu kadarla sınırlı değildir; hatta toplum senin hakkında olağanüstü çelişkili yargılara sahiptir. Bir avukatın küfürleşme ile ilgili anısına önem veriyorum. Anlatılan odur ki, borçlu avukata telefon açar ve avukatın annesi ve eşini de kapsayan küfürlerini sıralar. Avukat çok sinirlenir, ancak kendisini tutarak borçluya haddini bilmesi gerektiğini, yasal yollara başvurabileceğini anımsatır. Ancak borçlu küfürlerine daha şiddetle, daha açık saçık devam etmektedir. Avukat artık dayanamaz ve “yaratıcılığını” kullanarak akla gelmedik küfürler etmeye başlar. Bu küfürler alışılagelmişin oldukça dışında, sahne zenginliği olan küfürlerdendir. Borçlu şok olur, yarı tutuk “Sen nasıl avkatsın yav, na-nasıl böyle küfürler ettin yav?” diye kekeler. Avukatın yaptığı etik midir, değil midir, sabır taşı olmalı mıdır olmamalı mıdır, bu ayrı bir konudur. Ama toplumun yaklaşımı budur. Toplum seni böyle yargılamaktadır, “Ben ne kadar söversem söveyim, ben ne kadar döversem döveyim o karşılık veremeyecek, elini kaldıramayacaktır.” Fıkralarda şeytanlarla yarışan sen, masraf ve ücret isterken bir anda “çantalı hırsız”, “yalancı”, “düzenbaz” olan sen, ani ve anlaşılmaz bir değişime uğramışsındır. Sana hakaret edilirken, sen darp edilirken adeta bir din adamı, kanatsız bir meleksindir, yasaların dikenli tellerinin içine hapsedilmiş ve kolayca dövülecek, darp edilebilecek bir çaresizsindir. Toplum sana her türlü hakareti edebilir, seni aşağılayabilir, sana sinirlenebilir hatta seni cezalandırabilir ancak senin tepki vermeye hakkın olmadığını düşünmektedir. Bu hakaretçi, darpçı, sana karşı silah kullanan kişilik mahkemeler önünde hesap verecek olduğunu bilmektedir. Ama onun sorumluluğu devlete karşıdır, sana karşı, avukata karşı değildir.

En basit tartışmalarda da sen varsındır. İki kişi şiddetle tartışırken, bir üçüncü biraz taraftar tarzıyla araya girdiğinde, aleyhine araya girilen araya girene “Sen onun avkatı mısın kardeşim?” diye sorar. Bu doğal bir lafızdır artık, hiç kimsenin garipsemediği, alışılagelmiş… Oysa olayı biraz somutlarsak ve biraz çeşitlerini yaparsak durumun abesliği daha iyi görülebilir. Mesela bir elektrik meselesi tartışılıyorsa “Sen onun elektrikçisi misin kardeşim?” denilmesi gerekir. Eğer hatalı olan bina ise “Sen onun mimarı mısın, mühendisi misin kardeşim?” denilmesi gerekir. Sağlık problemi varsa “Sen onun doktoru musun kardeşim?” denmesi gerekir. Aile içi bir meseleye de dar ailenin dışından biri giriyorsa “Sen onun anası babası mısın kardeşim?” denmesi daha doğru olur. Ancak aile içi mesele de dahil tüm bu meselelerde “Sen onun avkatı mısın kardeşim?” denir. Dile dolanmışsındır, adın çıkmıştır artık.

Başta dedim ya, Arasat’dasındır, ne cennettesindir ne de cehennemde. Yazının sonunu mutlu veya mutsuz bir sona bağlamaya, çözüm önerileri sunmaya veya çözümsüzlüğe bırakmaya niyetim yok. Nasıl gidecekse öyle gidecek, nasıl olacaksa öyle olacak... Ama şimdilik, kendimizi bilelim yeter…
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Avukat, Avüket, Avkat" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Ali Nezhet Bozlu'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
» Makale Bilgileri
Tarih
29-04-2012 - 10:36
(4394 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 4 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 4 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
5309
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 2 saat 31 dakika 26 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,21 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 19109, Kelime Sayısı : 2510, Boyut : 18,66 Kb.
* 7 kez yazdırıldı.
* 1 kez arkadaşa gönderildi.
* 8 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 1462
Yorumlar : 3
Emeğinize yorumunuza benzetmelerinize sağlık....Hep yazın hep okuyalım keyifle...Sağlıcakla kalın!(...)
Sayın Meslektaşım, Ellerinize sağlık, sayenizde "güldük ağlanacak halimize"... Anlatımınız çok keyifli anlattıklarınız öyle değilse de... Ama sonuna kadar gerçek ve sanırım bu meslek mensubu olup t... (...)
Keyifli bir yazıydı. Devamını bekliyoruz. Saygılar(...)
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,04044294 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.