Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Müşterek Borçluların Bir Zamanda İflası Ve Müflisle Birlikte Borçlu Tarafından Borcun Kısmen Ödenmesi (İik.M.2003 Ve 204)

Yazan : Hükümdar Hamdioğlu [Yazarla İletişim]
Avukat

Makale Özeti
MÜŞTEREK BORÇLULARIN BİR ZAMANDA İFLASI VE MÜFLİSLE BİRLİKTE BORÇLU TARAFINDAN BORCUN KISMEN ÖDENMESİ (İİK.m.2003 ve İİK.m. 204 madde hükümlaeri ayrıntılı olarak akademik seviyede incelenmiştir.

MÜŞTEREK BORÇLULARIN BİR ZAMANDA İFLASI VE MÜFLİSLE BİRLİKTE BORÇLU TARAFINDAN BORCUN KISMEN ÖDENMESİ (İİK.m.2003 ve 204)

GİRİŞ
Ticari hayatın bir gerekliliği olarak, bazı durumlarda birden fazla şahsın aynı borcu üstlenmeleri (müteselsil borçluluk) görülmekte ve üstlenilen borcun ödenmemesi halinde, her iki borçlu hakkında iflas takibi yapılabilmektedir. Yine, bazı hallerde, bir borçlu hakkında yapılan iflas takibine konu kılınan borcun, diğer borçlu tarafından kısmen veya tamamen ödenmesi görülebilmektedir. İşte, çalışmamızda, sözü edilen durumlarla ilişkili olarak, İflas hukukunun bağladığı sonuçlara, İİK m.203 ve 204 hükümleri ışığında temas edilecektir.
Bu çalışma kapsamında, söz konusu madde hükümlerinin daha iyi anlaşılması bakımından, öncelikle “iflas, müşterek borçlu, müteselsil borçlu” kavramları üzerinde durulacaktır. Daha sonra, sırasıyla İİK m.203 ve m.204 madde hükümleri ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. Son olarak ise, konuya ilişkin Yargıtay kararlarına da temas etmekle çalışmamız nihayet bulacaktır.

I. MÜŞTEREK BORÇLU KAVRAMI
İnceleme konumuzu oluşturan İİK m.203 ve 204 hükümleri; müşterek borçluluk (birlikte borçluluk) kavramı üzerine inşa edilmiş olması nedeniyle, madde hükümlerinin tam manasıyla anlaşılmasında, söz konusu borçluluk üzerinde durmakta yarar olduğu kanaatindeyim.
Kaynağı ne olursa olsun, var olan bir borç ilişkisinde, biri alacaklı diğeri borçlu olmak üzere mutlaka iki taraf mevcuttur. Ancak, bir borç ilişkisinde daima iki tarafın bulunması, gerek alacaklı gerek borçlu tarafın mutlaka birer kişiden oluşması gerektiği anlamına gelmez. Özellikle, borçlu sayısının birden fazla olduğu hallerde, bir üst kavram olarak “müşterek borçluluk(=birlikte borçluluk)” halinden bahsedilmektedir. Müşterek borçluluk uygulamada; müteselsil borçluluk, kısmi borçluluk ve bölünmez borçluluk olmak üzere, üç farklı görünümde karşımıza çıkabilmektedir. Konumuz bakımından önem arz etmesi nedeniyle, müşterek borçluluk çeşitlerinden özellikle müteselsil borçluluk üzerinde ayrıntılı durulacaktır.


1.Kısmi Borçluluk
Borçlu tarafın birden fazla kişiden oluşması halinde, alacaklının borçlulardan her birini borcun tamamından sorumlu tutabilmesi, ancak BK. m.141’ de öngörülen müteselsil borçlarda mümkündür. Birden fazla borçlunun, bir borçtan müteselsilen sorumlu olması ise, ancak BK. m. 141’ deki istisnai hallerde mümkündür. Bu istisnaların söz konusu olmadığı hallerde, birden fazla borçludan her biri borcun sadece belli bir kısmından sorumlu tutulabilecektir. Buna göre, borçlar hukuku sistemimizde, borçlu tarafın birden fazla kişiden oluşması halinde, müteselsil borçluluk bir istisna olup, asıl kural kısmi borçluluk halidir. Müteselsil borcun söz konusu olmadığı hallerde, alacaklı birden fazla borçlunun her birinden borcun tamamını değil, ancak her bir borçlunun, bu borçtan hissesine düşen kısmın ifasını talep edebilecektir.
Bir borç ilişkisinde birden fazla borçlunun bulunması halinde, bunların sorumlu oldukları hisseler bakımından BK.’ da öngörülen ana kural “her bir borçlu, borcun eşit hissesinde sorumlu olur”. Bu kural, BK’ muzun 146/1 madde hükmünden çıkartılabilir. Bu hükme göre, müteselsil borçlulardan birisi, alacaklıya hissesinden fazla ifada bulunursa, diğer borçlulardan her birine eşit hisse için rücu hakkına sahiptir. Buna göre, kanunkoyucu, birden fazla borçludan her birinin, aksine bir anlaşma yoksa, borçtan eşit bir hisseyi üstlenmesi gerektiğini öngörmüştür. Öyleyse, bir borç ilişkisinde, alacaklı karşısında birden fazla borçlu mevcut ise, alacaklı borçlulardan her birini eşit hisseler halinde sorumlu tutabilecektir88.

2.Müteselsil Borçluluk
Borçlu tarafın birden fazla kişiden oluşmasında ikinci ihtimal, alacaklının her bir borçluyu borcun bir kısmından değil, tamamından sorumlu tutabilmesidir. Bu durum, şüphesiz ki, alacaklının yararınadır. Zira, borcun ifa edilmemesi halinde, alacaklı, her bir borçlu ile, borçtan düşen hissesi için uğraşacak yerde, her bir borçluyu borcun tamamından sorumlu tutabilme imkanını elde edebilmektedir. Dolayısıyla, müteselsil borçluluk, borçlular açısından oldukça riskli bir borçluluk türüdür. Bu nedenle, BK. m.141 hükmü, müteselsil borçluluğu kural olan bir borçluluk değil, istisnai bir borçluluk türü olarak düzenlemiştir. Böyle istisnai durum söz konusu olduğu hallerde, alacaklı borcun ifasına kadar borçlulardan her birini borcun tamamından ya da bir kısmından sorumlu tutabilme yetkisine sahip olmaktadır.
BK. m.141 hükmüne baktığımız zaman, müteselsil borcun iki kaynağını görebilmekteyiz. Kanunun bu hükmüne göre, müteselsil borç, ya taraf iradelerinden ya da kanundan doğabilir. Müteselsil borcun bu iki kaynağı dışında, mahkeme kararına dayanan bir kaynağının da olabileceği kabul edilmektedir89.
BK’ muz, müteselsil borcun yaygın kaynağı olarak sözleşmeden doğan müteselsil borcu öncelikle hükme bağlamıştır. BK. m.141/1’ de, birden fazla borçludan her birinin “borcun mecmuundan mesul olmağı iltizam ettiklerini beyan” etmelerinin teselsüle yol açacağı öngörülmüştür. Borçluların alacaklıya karşı, müteselsilen borçlu olmayı “beyan etmeleri” ifadesi, müteselsil borcun doğumu için alacaklının bir irade açıklamasına ihtiyaç olmadığı yargısına yol açmamalıdır. Borçlunun müteselsilen borçlu olmayı beyan etmeleri, her zaman alacaklının bunu kabul iradesini gerekli kılar. Bu nedenle, burada birden fazla borçlu ile alacaklı arasında borçlanma türü söz konusudur. Buna göre, burada sözleşmeden doğan bir müteselsil borç kaynağı söz konusudur. Burada, teselsül, tarafların iradesine dayandığından, buna “rızai teselsül” adı da verilmektedir. Müteselsil borcun varlığına dair irade, sözleşmeden açık bir şekilde anlaşılmalıdır. Zira, müteselsil borç istisna olup, bu iradenin açıkça anlaşılmadığı hallerde, birden fazla borçlu arasında asıl olan kısmi borçluluktur. Bu nedenle, şüphe halinde müteselsil borcun değil, kısmi borcun varlığı kabul edilmelidir. Borçtan dolayı müteselsilen sorumlu olma iradesi, bu yönde beyanda bulunan borçlular için geçerlidir. Bu nedenle, bir borç ilişkisinde, birden fazla borçlu olup, bunlardan bir kısmı müteselsilen sorumlu olmayı kabul etmişlerse, teselsül bunlar için söz konusu olacaktır. Yine, müteselsil borçlu olma iradesi, geçerlilik şekline bağlı olan sözleşmelerde, bu şekle uygun olarak açıklanmış olmalıdır. Örneğin; taşınmaz satış vaadi sözleşmesi, resmi yazılı geçerlilik koşuluna bağlı bir sözleşmedir. Bu tür bir sözleşmede, üç satıcı mevcut ise, bunların sözleşmeye aykırı davranışlarından doğan zararlardan, müteselsilen sorumlu tutulabilmeleri için, resmi senette satıcıların müteselsilen sorumlu olmayı kabul etmiş olmaları gerekir90. Dolayısıyla, alacaklı borçluların her birinden alacağının tamamını isteyebilmesi için söz konusu resmi senetle “müteselsil borçluluğun” olduğunu ispat etmesi gerekmektedir. Her ihtimalde, müteselsilen sorumlu olma iddiası, hukuki işlemle ilgili olduğundan, bu iddianın HUMK. M. 288 vd. hükümlerine göre senetle ispat edilmesi gerekir.
Sözleşmeden doğan müteselsil borçluluk (iradi teselsül) dışında, kanundan doğan teselsül (kanuni teselsül) olduğu ve bu kapsamda; haksız fiillerden dolayı müteselsil borçluluk, ticari borçlardaki “teselsül karinesi” nedeniyle müteselsil borçluluk, mirasçıların murisin borçlarından dolayı müteselsil sorumluluk, 4077 sayılı TKHK m. 4 hükmü nedeniyle müteselsil borçluluk hallerinin olduğu görülmektedir91.
Müteselsil borçlulukta, bir iç ilişki birde dış ilişki mevcuttur. Dış ilişki, yukarıda da temas edildiği üzere, alacaklının, borcun tamamı bakımından aslı ve fer’ ileriyle birlikte (faiz, cezai şart gibi) tamamen ifa edilinceye kadar, borçlulardan her birine müracaat edebilme yetkisini ifade eder. Ancak, alacaklının borçlular karşısındaki bu durumu, alacaklının ifa talepleri karşısında, borçluların savunmasız kaldıkları anlamını taşıyamaz. Alacaklının, ifa talebiyle karşılaşan borçlulardan her birinin, alacaklıya karşı ileri sürebileceği ortak def’ i ve itirazlar ile kişisel def’ i ve itirazları mevcuttur.

a)Ortak Def’i ve İtirazlar
Bunlar asıl borç ilişkisinden kaynaklanan ve bütün borçlulara ait olan savunma araçlarıdır. Bu, müteselsil borçlular arasındaki borç ilişkisinin içerik ve doğumundan kaynaklanan def’ i ve itirazlardır. Borcun kaynağını teşkil eden sözleşmenin; ehliyet, şekil, irade ile beyan arasındaki uyum, hukuka, ahlaka ve adaba uygunluk gibi, borç ilişkisinin kurulmasına ilişkin eksiklikler, her borçlu tarafından alacaklıya karşı bir itiraz olarak ileri sürülebilecektir92.

b)Kişisel Def’i ve İtirazlar
Bu tür def’ i ve itirazlar, her bir borçlunun, alacaklı ile olan kişisel ilişkisinden kaynaklanan, diğer borçluları ilgilendirmeyen savunma araçlarıdır. Kişisel def’ i ve itirazlar, borçlunun şahsı ile ilgili olup, alacaklı ile olan kendi özel hukuksal ilişkilerinden kaynaklanırlar. Bunlar diğer borçluları ilgilendirmez ve bu nedenle diğer borçluların hukukunu etkilemezler(örneğin, takas def’ i). Ortak def’ i ve itirazlar ile kişisel de’ i ve itirazlar arasındaki en önemi fark, bunları ileri sürme yükümlülüğünün bulunup bulunmamasındandır. Ortak def’ i ve itirazları ileri sürmek, sadece bir hak değil, aynı zamanda bir yükümlülüktür. Bunu ileri sürmeyen borçlu, diğer borçlulara yönelik rücu hakkını kaybeder. Halbuki, kişisel def’ i ve itirazları ileri sürmek sadece bir hak olup, yükümlülük değildir. Zira, kişisel def’ i ve itirazları ileri ileri sürmeyen borçlunun diğer borçlulara rücu hakkı kaybolmaz.
BK. m. 146 hükmü, müteselsil borç ilişkisinde rücu hakkını düzenlemektedir. Burada, rücu hakkından söz edebilmek için; müteselsil bir borç ilişkisinin varlığı, borçlunun hissesinden fazla ifada ya da ifa yerine geçen edimde bulunması ve borçlunun ifadan kaçınmasının mümkün olmaması gerekmektedir93.
Bir borç ilişkisi nedeniyle, alacaklı karşısında müteselsil borçlu sıfatıyla değil, başka bir sıfatla, müteselsilen sorumlu tutulabilen borçlu bulunabilir. Örneğin; Asıl borçlu yanında, alacaklı karşısında müteselsilen kefil mevcut ise, alacaklı asıl borçlu yerine, alacağının tahsili için “müteselsil kefil” aleyhine takip yapmış olabilir(BK.m.487). Müteselsil kefil, alacaklıya ifada bulunduğu taktirde, asıl borçluya rücu hakkına sahiptir. Ancak, kefilin asıl borçluya rücu hakkı, kanunda özel olarak ve müteselsil borçta rücu hakkında farklı olarak hükme bağlanmıştır(BK.m.496-498). Zira, müteselsil borçta, borçlulardan her biri asıl borçlu olduğu halde, müteselsil kefalette, kefil, asıl borçlu yerine ifada bulunan ve bu nedenle kendisine değil, başkasına (asıl borçluya) ait bir borcu ifa eden konumundadır. Yine rücu bağlamında, değinilmesi gereken diğer bir konu ise, rücu miktarının neye göre belirleneceği konusudur. Burada şu iki ihtimalin olduğu görülmektedir; müteselsil borçlulardan her birinin iç ilişkide, borcun ne kadarlık kısmını (hissesini) üstlendikleri, kendi aralarında yaptıkları bir anlaşma ile belirlenmiş olabilir. Bu ihtimalde, iç lişkide kararlaştırılan bu hisseden fazla bir miktar için alacaklıya ifada bulunan ya da ifa yerine geçen edimde bulunan müteselsil borçlu, diğerlerine hissesinden fazlası için rücuan ifa talebinde bulunacaktır. Şayet, müteselsil borçlular, iç ilişkide, borçtan üstlendikleri hisseyi belirlememiş iseler, BK m146/1 gereği “eşit hisse” ilkesini kabul etmiş oldukları anlamına gelir94. Bu ihtimalde, borçlulardan her biri, iç ilişkide, borçtan eşit hisseyi üstlenmiş sayılırlar. Bu kapsamda belirtmek gerekir ki, müteselsil borçlu, sadece hissesi oranında (miktarında) ifada bulunmuşsa, iç ilişkide kendisine düşen borcu ödemiş olacağından, diğerlerine rücu hakkına sahip olmayacaktır. BK’ muz alacaklıyı tatmin eden müteselsil borçlunun rücu hakkını halefiyetle desteklemiştir. O halde, müteselsil borçlulara tanınmış olan rücu hakkı, basit bir rücu hakkı olmayıp, alacaklının haklarına halef olmaya dayanmaktadır.

II. MÜŞTEREK BORÇLULARIN BİR ZAMANDA İFLASI (m.203)
İİK m.203 de, müteselsil borçluluğun hukuki mahiyeti ile ilgili bir düzenleme sevk edilmiştir. Zira, bilindiği gibi, müteselsil borçlulukta, her borçlu, alacaklıya karşı, edimin tamamından sorumlu olup, alacaklı edimin tamamını borçlulardan her hangi birinden istediği taktirde, bu borçlu, kendisinin borcunun sadece kendi payına düşen kısmından sorumlu olduğuna ilişkin taksim def’ iini ileri sürememektedir. Ancak, bu durum, tahsilde mükerrere sebebiyet vermemelidir. İşte, İİK m.203’deki düzenlemenin temelinde yatan, müteselsil borçluluğun bu niteliğidir.
Madde hükmünün birinci fıkrasına baktığımızda; bir borcu birlikte taahhüt edenler aynı(bir) zamanda iflas ederse95, diğer bir ifadeyle bu kişilerin iflas tasfiyeleri aynı zamana denk gelirse, alacaklılar alacaklarının tamamını söz konusu müflislerin her birinin masasından isteyebilecektirler96. Bilindiği üzere, birden fazla borçlunun aynı borcu birlikte üstlenmeleri halinde bir müteselsil sorumluluk söz konusudur. İşte, bu anlayıştan hareketle İİK m. 203/1 hükmü, yukarıda da temas ettiğimiz üzere, borçluların birlikte iflası durumunda, alacaklının alacağının tümünü her bir müteselsil borçlunun masasından talep edebileceğini kaleme almaktadır. Dikkat edildiğinde, bu hüküm, müteselsil sorumluluk hükümlerine de uygun düşmektedir(BK m.141 vd.). Bu kapsamda olmak üzere, müteselsil borçluların alacaklıya karşı, bölünmesi mümkün olmayan bir birlikte üstlenmeleri ve bu borçluların birlikte iflas etmeleri halinde veya iflaslarının aynı zamana rastlaması ihtimalinde; alacaklının İİK m. 198 hükmü gereğince paraya çevrilmesi suretiyle bölünmesi mümkün hale gelen alacağını, her bir müteselsil borçlunun masasına, borcun tamamı üzerinden mi, yoksa her bir borçluya düşen paya göre mi yazdıracağı hususu doktrinde tartışmalıdır. Bazı yazarlar; iflasla borcun bölünmesi mümkün (kabili taksim) hale geldiğini dikkate alarak, her bir borçlunun masasına, onun sorumlu olduğu miktarının kaydettirilebileceğini ileri sürmüşlerdir97. Buna karşılık diğer yazarlar ise; alacağın tamamının, her bir masaya ayrı ayrı yazdırılması gerektiğini savunmuşlardır. Zira, müteselsil borçluların, borçlarının bölünebilir yahut bölünemez nitelikte bulunmasının, İİK. m.203 hükmünün uygulanması bakımından hiçbir fark oluşturmayacağı belirtilmektedir. Yine, İİK. m. 203’ ün benimsediği temel fikir, müteselsil borçlardan, alacaklının imkan nispetinde alacağını, tamamına ulaşabilecek noktaya kadar alabilmesidir. Bu nedenle, alacaklının müteselsil borçlularının masalarına ayrı ayrı olmak üzere alacağın tamamının yazdırılabilmesi ve bu durumda da İİK. m. 203’ün aynen uygulanması gerekmektedir98. İİK m.203/1 hükmüne baktığımızda üzerinde tartışmaya yer bırakmayacak şekilde bir düzenleme sevk edilmiştir. Şöyle ki, İİK. 203/1 madde hükmünde; iflas takibine konu olan müteselsil borçluların borçlarının bölünebilir veya bölünemez ayrımına gidilmeksizin”…alacaklı alacağının tamamını müflislerin her birinin masasından isteyebilir.” denilmektedir. Ayrıca, yukarıda da temas edildiği gibi, bu hükmün amacı ve altında yatan temel fikir nazara alındığında, madde hükmünün doğrudan, anlaşıldığı biçimiyle uygulanması gerektiği kanaatindeyim. Dolayısıyla, iflas takibine konu kılınan, borç konusu malların bölünüp bölünememe noktasından hareketle ileri sürülen değişik fikrin kabulü mümkün değildir.
İİK m.203/2 hükmüne aktığımızda;” Toplanan hisseler alacak yekunundan fazla ise, bu fazla, müşterek borçlusuna karşı mükellef olduğu hisseden ziyade ödemede bulunmuş olan masalara intikal eder.” şeklinde bir düzenleme mevcuttur. Bunu açıklayacak olursak;
Müteselsil borçluların birlikte (aynı zamanda) iflası gerçekleştiği taktirde; alacaklı, yukarıda da değindiğimiz üzere, alacağının tümünü her bir müteselsil borçlunun masasından talep edebilmektedir. Şüphesiz ki, burada, alacaklının alacağında mükerrere düşmeme şartı zımnen mevcuttur Dolayısıyla, alacaklı alacağından fazlasını tahsil edemeyecek ise de, alacağının tamamını her bir müteselsil borçlunun iflas masasına yazdıracağından, bu masalardan, alacağının tamamına isabet edecek olan garâmeyi (iflas payını) elde edebilecektir. Bu payların, alacağın bütünü üzerinden her bir masada ayrı ayrı tahakkuk ettirilmesi, iflas alacaklısının, alacağının tümünü elde etmesine hizmet etmeyi amaçlayan bir sistemdir. Bu nedenle; alacaklı, alacağının tamamına ulaşamazsa, masaların iç ilişkiye dayalı kendi sorumluluklarından doğan paylarından daha fazla ödeme yapmaları halinde, diğer masalara müracatlarına imkan tanınmamıştır(İİK m.203/3). Ancak, masaların, alacağın tümüne göre, alacaklıya verdikleri hissenin toplamı, alacaklının alacağını aşması halinde, rücu hakkına sahip olan ve iç ilişkiye göre kendi sorumluluklarından daha fazla ödeme yapan masalar, söz konusu kanun hükmü gereği, diğer masalara, ödedikleri bu fazla için rücu etme hakkına sahiptirler. Bu da, alacaklıya düşen payın, alacağın tamamlanmasından sonraki kesimine ilişkin olacaktır(İİK m.203/3)99. İİK m.203/3 hükmü; müteselsil borçlulukta, borçlulardan her biri alacaklıya karşı borcun tamamından mesul olmaları konusunun iflas hukukundaki yansımasıdır(BK m.142/2)100. Zira, borçlu, yaptığı ödeme nispetinde diğer(asıl) borçluya rücu imkanının mevcut olması hususu(BK m.147), iflas hukuku bakımın İİK m.203/3 hükmüyle birlikte değerlendirilecektir.
İİK m.203 hükmünde sevk edilen hükmün daha iyi anlaşılması bakımından, durumu bir örnekle izah edilmesinde yarar olacağı kanaatindeyim;
Müteselsil borçlu B ve C’ den 100 bin YTL alacaklı olan A, müflis B’ nin masasından %70 oran üzerinden 70 bin YTL; müflis C’ nin masasından da %60 üzerinden 60 bin YTL garame alabilecekse; A için elde edilecek toplam pay A’ nın 100 bin YTL alacağından yüksek olup, 130 bin YTL’ dir. Bu durumda, A’ ya 70 bin YTL ödeyen B’ ye ait masanın iç ilişkiye göre kendi sorumluluk payından fazla ödediği miktar 20 bin YTL’dir. Malum olduğu üzere, C’ nin iç ilişkiden kaynaklanan sorumluluk payı 50 bin YTL’ dir. (Bilindiği gibi, müteselsil borçlular, kendi aralarında borcun bölüşülmesi konusunda bir anlaşma yapmamışlarsa, eşit olarak yükümlendikleri kabul edilir ve eşit hisseden fazla ödemede bulunan diğerlerine rücu hakkına haiz olur101. Dolayısıyla, örneğimizde B ve C borçlular, iç ilişkide 50’ şer bin YTL.lik kısmı taahhüt ederler.) Bu verilere göre, B’ nin masası, C’ nin masasından 20 bin YTL alacaktır. Buna göre, C’nin masası, %60 üzerinden 60 bin YTL’ yi, alacaklı A’ ya garame tahsis etmesine rağmen; A’ ya 30 bin YTL ödeyecek, geriye kalan 30 bin YTL’ nin (C’ nin masasında) 20 bin YTL.lik kısmını, rücu hakkını kullanan B’ nin masasına verecektir(BK m.146,İİK m.203). Geriye kalan 10 bin YTL ise C’ nin masasında kalarak, bu masanın diğer alacaklılarına dağıtılacaktır102. Her ne kadar, İİK m.203 madde hükmünü, iki borçlu üzerinde örnekle açıklamış olsak da, ikiden fazla müteselsil borçlunun bir zamanda iflası halinde de uygulama alanı bulacağında şüphe etmemek gerekir. Kanaatimce, bu durumda; alacaklının tatmini şartıyla, hissesinden fazla ödemede bulunan borçlu masası, fazla ödemede bulunduğu miktar bakımından diğer müteselsil borçlu masalarına, rücu konusu borcun tamamının ayrı ayrı intikali söz konusu olacaktır. Zira, İcra ve İflas Kanunun 203 hükmünde BK m.147’ de getirilen genel düzenlemeye103 bir istisna teşkil edecek bir hüküm mevcut değildir. Dolayısıyla, ödeme yapan borçlu, ödeme yaptığı fazla miktar oranında, alacaklı haklarına halef olduğuna göre, İİK m.203/1 hükmü, bu durumdaki borçlu masası bakımından da tatbik edilmelidir. Şüphesiz ki, ödemede bulunmak suretiyle alacağa halef olan masa, alacaklının açtığı takip ve davaya devam edemeyecektir104. Yine, borçlulardan biri ipotek veren diğeri asıl borçlu olup, her ikisinin bir zamanda iflası halinde, Yargıtay; alacaklı alacağını her iki masaya da kaydettirebileceğini ancak, azami had ipoteğinin olması durumunda, limiti aşan miktarın masaya alacak kaydettirilemeyeceğini vurgulamaktadır (ipotek limitiyle sınırlı sorumluluk)105.
Yukarıda belirtildiği gibi, birden fazla borçlulardan bir kısmı müteselsilen sorumlu olmayı kabul etmesi durumunda, müteselsil borçluluğu kabul etmeyen diğer borçlular bakımından İİK m.203 hükmünün uygulama alanı bulmaması gerekmektedir. Zira, m.203/1 hükmüne baktığımızda, “Bir borcu birlikte taahhüt edenlerin, iflas muameleleri bir zamana tesadüf ederse…” demek suretiyle, borcun birlikte taahhüt edilmesi ön şartını peşinen kabul etmektedir. Yine, yukarda değindiğimiz üzere, müteselsil borçlu olma iradesi, geçerlilik şekline bağlı olan sözleşmelerde, bu şekle uygun olarak açıklanmış olmalıdır. Bu nedenle, geçerlilik şekline bağlı olan sözleşme nedeniyle müştereken borçlu olanların iflas muamelesi bir zamana tesadüf etmesine rağmen, müteselsil borçlu olma iradesi şekle uygun olarak açıklanmamış olması durumunda, borçlular bakımından İİK m.203 hükmü uygulama alanı bulmaması gerekmektedir. Şayet, alacaklı borçluların her birinden alacağının tamamını isteyebilecek durumda olduğunu, yani “müteselsil borçluluğun” olduğu iddiasını ispat etmesi durumunda İİK m.203 hükmü uygulanacaktır.
Yine yukarıda açıklandığı üzere, alacaklının, ifa talebiyle karşılaşan borçlulardan her birinin, alacaklıya karşı ileri sürebileceği ortak def’ i ve itirazlar ile kişisel def’ i ve itirazları mevcut olup, ortak def’ i ve itirazları ileri sürmek, sadece bir hak değil, aynı zamanda bir yükümlülüktür. Bunu ileri sürmeyen borçlu, diğer borçlulara yönelik rücu hakkını kaybeder. Halbuki, kişisel def’ i ve itirazları ileri sürmek sadece bir hak olup, yükümlülük değildir. Zira, kişisel def’ i ve itirazları ileri sürmeyen borçlunun diğer borçlulara rücu hakkı kaybolmaz. Acaba, müşterek borçlunun masasına, alacağın tamamını kaydettirmek isteyen alacaklıya karşı, iflas idaresinin, sözü edilen ortak def’ i ve itirazları ileri sürmesi, rücu hakkının kullanılabilmesi bakımından bir zorunlulukmudur? Kanaatimce bir zorunluluk teşkil etmemelidir. Zira, her ne kadar, BK m. 146’ da, müteselsil borçlunun ifadan kaçınma imkanını sağlayan bir savunma aracına sahip olmasına rağmen, bunu ileri sürmeden ifada bulunması halinde, bunun sonuçlarına kendisinin katlanması gerektiğini ve dolayısıyla rücu hakkını kullanamayacağını belirtmekte ise de, bu bir genel hüküm olup İİK m.203’ de öngörülen iflas hukukuna özgü özel düzenleme karşısında uygulama alanı bulmayacağı kanaatindeyim. Dolayısıyla, İflas idaresi tarafından, alacaklıya karşı ortak def’ i ve itirazlar ileri sürülmemiş olsa dahi, İİK m.203 gereği, fazla ödemede bulunan masanın diğerine rücu hakkı olacaktır.
Tartışılması gereken diğer bir önemli konu, müteselsil kefilin rücu hakkı durumudur. Yukarıda temas edildiği üzere, bir borç ilişkisi nedeniyle, alacaklı karşısında müteselsil borçlu sıfatıyla değil, başka bir sıfatla, müteselsilen sorumlu tutulabilen borçlu bulunabilir. Bu ise, müteselsil kefildir. Müteselsil borçta, borçlulardan her biri asıl borçlu olduğu halde, müteselsil kefalette, kefil, asıl borçlu yerine ifada bulunan ve bu nedenle kendisine değil, başkasına (asıl borçluya) ait bir borcu ifa eden konumundadır. Dolayısıyla, “müşterek borçlular aksine karar almamışlarsa, müşterek borcu eşit hisse kuralı gereği üstlenirler” açıklaması, müteselsil kefiller bakımından uygulama alanı bulmayacak ve borcun eşit hisse tutarındaki miktar, müteselsil kefil üzerinde kalmayacaktır. Bu nedenle, asıl borçluyla beraber bir zamanda iflas eden müteselsil kefil, hissesine düşen miktardan fazla ödemede bulunduğu kısım bakımından değil ödemede bulunduğu miktarın tamamı bakımından diğer masaya karşı rücu etmesi gerekecektir. Bu durum, İİK m.203/2 hükmüne de ters düşmeyecektir. Ancak, İİK m.203/3’ de masaların diğer maslara rücu hakkının varlığından söz edilebilmesi için hisselerin toplamı alacak miktarını geçmesi gerektiği hüküm altına alınmış olması nedeniyle, müteselsil kefile ait masa tarafından yapılan ödemenin tamamı bakımından diğer masalara rücu hakkının varlığından söz edilebilmesi için, hisselerin toplamı alacak miktarını geçmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla, Yargıtay’ ın, kefaletten dolayı bildirilen alacağın diğer müflisin iflas masasına kaydedilemeyeceği106 yönündeki görüşünün, İİK m.203 hükmü karşısında hatalı olduğu kanaatindeyim.

III. MÜFLİSLE BİRLİKTE BORÇLU TARAFINDAN BORCUN KISMEN ÖDENMESİ (m.204)
Bu madde hükmüyle kanun koyucu, müflisle birlikte borçlu olanlardan birisinin, borcu kısmen ödemiş olmasının iflas hukuku bakımından ne anlam ifade edeceği ve doğuracağı sonucun ne olacağı kaleme alınmıştır.
Birinci fıkra hükmüne baktığımızda “Alacaklı, müflisle birlikte borçlu olandan alacağının bir kısmını almış ise, müşterek borçlunun müflise rücu hakkı olsun olmasın, borcun tamamı masaya kaydolunur.” denilmektedir. Gördüğümüz gibi, alacağını kısmen tahsil eden alacaklı, müflisin masasına bakiye alacağını değil, alacağın tümünü yazdırabilir. Alacaklının alacağının tamamını masaya yazdırabilmesi; kendisine kısmen ödeme yapan müflis dışındaki birlikte borçlunun masaya karşı rücu hakkının olup olmaması durumuyla ilgili değildir. Bu kuralın amacı; iflas masasından alacağını belli bir oran dahilinde (garameten) alabilecek olan alacaklının, imkan nispetinde daha bir düzeyde tatmin edilmesini sağlamaktır. Aksi durumda, bakiye alacağın iflas masasına kaydı söz konusu olacaktır ki, burada alacaklıya düşen hisse azalacağından, garame daha az olacak ve alacaklının mümkün olabildiğince daha fazla tatmini hedefi sağlanamamış olunacaktır. Durumun bir örnekle açıklanmasında yarar olacağı kanaatindeyim. Bu bağlamda; müflisle birlikte borçlu olan kimseden 100 bin YTL alacağının 50 bin YTL.’ lik kısmını tahsil eden alacaklı, müflisin masasına bakiye 50 bin YTL. ‘ lik alacağını, yazdırabileceği gibi, alacağının tamamı olan 100 bin YTL.’ ini yazdırma hakkına da sahiptir. Alacaklı, müflisin masasına 100 bin YTL yazdırmış olup da, masa %50 garame veriyorsa, alacaklı 100 x %50 = 50 bin YTL.’ sini masadan alarak, alacağının tamamını tahsil etmiş olacaktır. Bu örneğimizde, görüldüğü üzere masaların (borçluların) bir birine rücu hakkı yoktur. Buna mukabil, aynı örnek çerçevesinde, masanın %90 ile ödeme yaptığı varsayılırsa, alacaklıya iflas idaresi tarafından 90 bin YTL ödenmeyecek, alacağının tamamlaması için eklenmesi gereken 50 bin YTL verilecektir(m.204/3). Geriye kalan 40 bin YTL için rücu hakkı olan bir borçlu (örneğin: kefil) var ise, söz konusu 40 bin YTL, garameye girecek ve neticede 40 bin YTL’ nin %90’ ına eşit olan 36 bin YTL’ nin kefile ödenmesi gerekecektir(m.204/3)107.
Alacaklıya yapılan kısmi ödemenin, iflasın açılmasından önce veya sonra yapılmasının hiçbir önemi yoktur. Her iki durumda da, alacaklı alacağının tamamını masaya yazdırma hakkına sahiptir. Sözü edilen m.204/1 hükmünün getiriliş amacına baktığımız taktirde de, alacaklının her iki ihtimalde alacağının tamamını masaya yazdırma bakımından bir fark olmadığı hususu teyit edilecektir. Ancak, madde hükmünün lafzına baktığımızda ise, “…müflisle birlikte borçlu olandan…” denilmektedir. Bu ise, “iflas takibine maruz kalmış olanla birlikte borçlu olandan alacağın kısmen tahsili” şeklinde anlaşıldığı, dolayısıyla iflas takibinden sonra alacağın diğer borçludan kısmen tahsili halinde müflisin masasına alacağın tamamı kaydolunabilir aksi halde tamamının kaydı mümkün olamayacağı yönünde fikir ileri sürülebilir. Ancak 204/1 madde hükmü, birinci halde anlatıldığı şekliyle anlaşılması gerekmektedir.
İİK m. 204/2,3 fıkra hükümlerine baktığımız zaman, “iflas masasına kaydolunma hakkı alacaklının ve müşterek borçlunundur(2).” yine, “alacaklı masaca yapılan taksimde, alacağının tamamına düşen hisseden, alacağını tamamlayacak kadarını alır; geriye kalan paradan, müşterek borçluya, rücu hakkı olduğu miktara düşen hisse verilir. Artan parada masaya kalır.(3)” denilmektedir. İkinci fıkra hükmü ile yasa koyucu, müşterek borçluya alacaklının yanı sıra aynı alacak için mükerrer kayıt yaptırma imkanı tanımış değildir. Müşterek borçlunun, alacaklının yaptırdığı kaydın kapsamı içinde yaptıracağı kayıt, kendisinden tahsil edilmiş olan garamenin, iflas makamlarınca bilinmesini sağlamak ve bu bağlamda, alacaklının alacağından fazla bir miktarı elde etmesini önleyerek, eğer bir fazla kısım oluşacaksa, bu kısma düşecek garamenin, rücu hakkına sahip müşterek borçluya ödenmesini sağlamaya yönelik bir tedbir niteliğini taşımaktadır108. Sözü edilen 204/3 hükmü, yukarıda verilen örnekte, somut olarak izah edilmiştir.

SONUÇ
İİK m.203 ve 204 hükümlerinin, Borçlar Kanunun genel hükümleri ışığında değerlendirilmesi ve yorumlanması gerekmektedir. Yargıtay kararlarında sıkça rastlanıldığı gibi, genel hükümler göz ardı edilmemeli ve özel hükümlerle birlikte değerlendirme yapılmalıdır.
Yukarıda yapılan açıklamalardan ve tartışmalardan da görüldüğü üzere, İİK m.203 hükmü daha somut bir şekilde kaleme alınması ve böylece tartışmaların ve belirsizliklerin bertaraf edilmesi gerekmektedir. Aksi durumda, yanlış yorum ve anlaşılmalarla, uygulamada telafisi mümkün olmayan sonuçlara neden olabilecektir.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Kılıçoğlu, AHMET; “Borçlar Hukuku Genel Hükümler” 2007,Ankara, s. 552.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Karayalçın, YAŞAR; “İsviçre Hukukunda, Müteselsil Sorumluluk Konusunda Tartışmalar ve Yasal Gelişmeler”, Ankara Barosu Dergisi, S.4, 2007, s.107; Kılıçoğlu, AHMET; s.553
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Alper, MUSTAFA/GÜMÜŞ; “Müteselsil Borçluluk”, Prof. Dr. Selahattin Sulhi Tekinay Hatırasına Armağan, 1999, s.311; Kılıçoğlu, AHMET; s.554

[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]Kılıçoğlu, AHMET; s.554
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Karayalçın, YAŞAR;s.111, Eren, FİKRET; “Borçlar Hukuku” 2001, İst. s.718.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]Kılıçoğlu, AHMET; s.554
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Kılıçoğlu, AHMET; s.556
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]Müflisin müteselsil kefillerinden olan T. hakkında verilmiş bir iflas kararı bulunmadığına göre, asıl borçlunun iflas etmesi ve alacağın masaya kaydı, müteselsil kefil hakkında takibe mani değildir.”(19 HD. E. 1992/10576, K. 1993/8629, T. 15.12.1993.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] ERCAN, İsmail; İcra ve İflas Hukuku, s.406, 2006,Ankara; Altay, Sümer; Türk İflas Hukuku, s. 1143 C.2,2004
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]ÜSTÜNDAĞ, Saim; İflas Hukuku, s.99, 2002,İstanbul
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]ALTAY, Sümer; s.1144
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] ALTAY, Sümer; s.1143; ERCAN, İsmail;s.406
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] “Borcun tamamen edasına kadar bütün borçluların mesuliyeti devam eder
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]BK. m.146/1 – “Borcun mahiyetinden hilafı istidlal olunmadıkça, müteselsil borçlulardan her biri alacaklıya yapılan tediyeden birbirine müsavi birer hisseyi üzerlerine almağa mecburdur. Ve hissesinden fazla tediyede bulunan, fazla ile diğerlerine rücu hakkını haizdir.”
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] ALTAY, Sümer; s.1144.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] madde 147 –“ Rücu hakkından istifade eden müteselsil borçlulardan her biri, tediye ettiği miktar nispetinde alacaklının haklarına halef olur. “
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]“ Alacaklıya halef olan kişi borcu ifa etmekle borç ilişkisi sona ermemiş fakat alacaklı değişmiş olmaktadır. Ancak bu kişinin halefi olduğu alacaklının açtığı takip veya davaya devam edebilmesi için ayrıca kanunun men ettiği bir durumun mevcut olmaması gerekir. Halbuki, diğer kefil iflas etmiştir...”(12 HD. E. 1981/3086, K. 1981/5136, T.25.05.1981).
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] İ9 HD.E. 1997/6321, K.1997/9859, T.20.11.1997.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]“ Kefaletten dolayı bildirilen alacağın ise, İİK.nun 203/2-3 maddeleri uyarınca kaydı mümkün değildir. Mahkemece bu yönler gözetilerek, yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.”
(19 HD.E.1997/6321, K. 1997/9859, T.20.11.1997)
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]ERCAN, İsmail; s.407; ALTAY, Sümer; s.1145
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]ALTAY, Sümer; s.1146; ERCAN, İsmail; s.407
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Müşterek Borçluların Bir Zamanda İflası Ve Müflisle Birlikte Borçlu Tarafından Borcun Kısmen Ödenmesi (İik.M.2003 Ve 204)" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Hükümdar Hamdioğlu'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
06-02-2010 - 13:06
(5194 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Henüz hiç değerlendirilmedi.
Okuyucu
9636
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 2 saat 44 dakika 34 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,86 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 34525, Kelime Sayısı : 3951, Boyut : 33,72 Kb.
* 1 kez yazdırıldı.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 1167
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,05664396 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.