KAHDEM, kadın hakları ihlalleri ile karşılaşan
kadınlarımızın internet ortamında kimliklerini
gizleyerek sorunlarını paylaşmalarına ve Çalışma
Grubu üyelerinin destek ve yönlendirme mesajlarına
ulaşmalarına yardımcı olur.
HASDEM, hasta hakkı ihlalleri ile karşılaşan
ziyaretçilerimizin internet ortamında kimliklerini
gizleyerek sorunlarını paylaşmalarına ve Çalışma
Grubu üyelerinin destek ve yönlendirme mesajlarına
ulaşmalarına yardımcı olur.
Türk Hukuk Sitesi her meslekten hukukçular tarafından hazırlanan ve yönetilen, ticari amacı olmayan (ücretsiz), saygın, bilimsel, ciddi, ilkeli, her türlü siyasi görüşten bağışık ve politikaya uzak, üye seçiminde seçici, adaleti en üstün değer kabul eden bir hukuk platformudur.
Annesinin başkasıyla duygusal ilişki yaşadığından şüphelenen ve suç tarihinde 17 yaşında olan sanığın, olay günü arkadaşıyla birlikte motorsikletini almak için eve geldiğinde, evin içinde maktul ile annesini birlikte otururken görmesi üzerine evin içine girerek mutfaktan aldığı bıçakla maktulü kasten öldürdüğü olayda, sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nun 29. maddesinde düzenlenmiş olan haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Maktul ile sanığın annesi...
Maaşını çekmek amacıyla ATM cihazına gelen mağdurun banka kartını cihaza yerleştirip şifresini yazdıktan sonra işlem menüsünün ekrana yansıdığı aşamada yardım etme bahanesiyle mağdurun yanına gelen sanığın, mağdurun talebi doğrultusunda hesapta bulunan para miktarına bakma bahanesiyle hesaptan 800 Liranın çekilmesi amacıyla işlemler yaptıktan sonra, hesapta para bulunmadığını söyleyip, mağdurun gerçekten hesabında para bulunup bulunmadığını kontrol amacıyla yan tarafta bulunan diğer ATM cihazına...
Sanıkların hırsızlık suçunun konusunu oluşturan aracın kapısını açıp, direksiyon muhafazasını kırıp, kabloları birbirine değdirmek suretiyle düzkontak yaparak çalıştırıp aracı götürmesi şeklindeki olayda, eylem gerçekleştirilirken suç konusu aracın direksiyon muhafazasının kırıldığı ve kabloların zarar gördüğü sabittir. Sanıkların suç konusu araçla ilgili olarak hırsızlık suçunu gerçekleştirebilmek için araçtan bağımsız olan başkaca bir mala zarar vermesi sözkonusu olmayıp, bizzat suç konusu ola...
Sanığın keşide yeri gösterilmeyen ve tümden sahte olarak oluşturulmuş bir çeki kullanarak katılandan mal almaya çalıştığı somut olayda, bankanın maddi varlıklarından olan çekin suçta araç olarak kullanılması nedeniyle eylemin 5237 sayılı TCK'nun 158/1-f madde ve fıkrasında yazılı banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Kesinleşmiş kira tespit ilamına dayalı olarak kira farklarının örnek 13 ve yargılama giderlerinin de ilamlı takip şeklinde aynı takip dosyasından istenmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
(Şerh No: 17350 - Ekleyen: Sinan ÖZTÜRK - Tarih : 30-09-2024
16:25)
TBK m. 147 gereğince kira bedellerine ilişkin davalar beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olup, bu beş yıllık süre dava (veya ıslah ve yahut ek dava) tarihinden geriye doğru işlemeye başlar. Kısmi dava açılması halinde de alacağın yalnız dava konusu edilen kısmı için zamanaşımı kesilir, dava dışı kalan bölümü içinse zamanaşımı işlemeye devam eder.
(Şerh No: 17348 - Ekleyen: Sinan ÖZTÜRK - Tarih : 24-09-2024
13:40)
Tahliye bölünemeyen borçlardan olduğundan icra takibinin her iki kiracı hakkında yapılması zorunludur. Öte yandan kira sözleşmesinde kiracıların kira parasının tamamından müteselsilen sorumlu olduklarına ilişkin bir düzenleme bulunmadığından davalının takip konusu kira parasının yarısı nisbetinde sorumlu olduğu düşünülmeksizin alacağın tamamını kapsar şekilde itirazın kaldırılmasına karar verilmesi de isabetsizdir.
(Şerh No: 17347 - Ekleyen: Sinan ÖZTÜRK - Tarih : 24-09-2024
13:36)
Bir yerin kiraya verilebilmesi için, kiraya verenin malik olması gerekmez. Davalı tarafından kiralanan taşınmaz, davacılara teslim edilip akit süresince de, B.K.nun 249. maddesine uygun olarak davacıların istifadesine hazır bulundurulduğuna göre, sözleşme sonunda da, davacıların bunları iade etmesi ve sözleşme ile üzerine düşen edimlerini yerine getirmesi gerektiği gibi, davalının da bunları talebe hakkı vardır.
(Şerh No: 17346 - Ekleyen: Sinan ÖZTÜRK - Tarih : 12-09-2024
14:34)
Kira sözleşmeleri şahsi hak doğuran sözleşmelerden olduğundan kiraya verenin malik olmasına gerek yoktur. Davacı kiraya veren olarak sözleşmenin tarafı olup dava açma hak ve yetkisini sözleşmeden almaktadır.
(Şerh No: 17345 - Ekleyen: Sinan ÖZTÜRK - Tarih : 12-09-2024
14:29)
Kira sözleşmesinde kiraya verenin malik olması gerekmez. Kiralanan taşınmazın ister paylı mülkiyete isterse elbirliği halinde mülkiyete tabi olsun paydaşlardan biri taşınmazın tamamını ya da kendi hissesini diğer paydaşa ya da üçüncü kişiye kiraya verebilir. Paylı mülkiyette kira sözleşmesinin geçerli olabilmesi için pay ve paydaş çoğunluğu ile elbirliği mülkiyette ise tüm paydaşların katılımı ile yapılması gerekir. Ancak paydaşlardan birinin kiraya veren olarak yapmış olduğu kira sözleşmesi diğ...
(Şerh No: 17344 - Ekleyen: Sinan ÖZTÜRK - Tarih : 12-09-2024
14:27)
Kira sözleşmesinde kiralayan olmak için malik olmak gerekmez. Davacının taşınmazın mülkiyetini kaybetmiş olması ve malik sıfatının kalmamış olması kira sözleşmesine dayanarak dava açmasına engel değildir.
(Şerh No: 17343 - Ekleyen: Sinan ÖZTÜRK - Tarih : 12-09-2024
14:25)
6098 sayılı Kanun'un 179 uncu maddesi emredici nitelikte olmadığından gecikmiş ifadan önce keşide edilen ihtarla gecikme cezası isteme hakkı saklı tutulmuş veya sözleşmede ceza koşulu talep edebilmek için ihtiraz-i kayda gerek olmadığı kararlaştırılmış veyahut da ifadan önce alacaklının bu hakkını saklı tuttuğu anlamına gelecek davranışları mevcut ise sonradan yapılan teslimde çekince konulmamış olsa dahi ceza koşulu isteme hakkı düşmez.
30 günlük icra takibinde kira sözleşmesine ve imzaya açıkça itiraz etmeyen kiracı, kirayı ödediğini ispatla ve ödeme belgelerini de sunmakla yükümlüdür. Bu yükümlüğününü yerine getirmeyen kiracının mahkemenin banka kayıtları celp etmeyerek eksik inceleme yaptığı şeklindeki istinaf başvurusu yerinde olmayıp reddi gerekir.
(Şerh No: 17338 - Ekleyen: Sinan ÖZTÜRK - Tarih : 02-07-2024
14:07)
Bildiğiniz üzere, bu mesele yılların meselesidir. Karşı vekalet ücretinin kime ait olduğu, ödeme yükümlüsünün kim olduğu, ödemenin kime fatura (serbest meslek makbuzu) edileceği, stopaj (gelir vergisi) tevkifatı yapılıp yapılmayacağı, eğer tevkifat yapılacaksa kim tarafından nasıl yapılacağı, ve sair tüm hususlara ilişkin usul ve esaslar yıllardan beri tartışılmakta, bu tartışmalara net, nihai ve tatmin edici yanıtlar verilememektedir.
Son kertede, 05/12/2019 tarihli 7194 sayılı Yasa ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. Maddesine eklenen fıkrada: “9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu uyarınca karşı tarafa yükletilen vekalet ücretini (icra ve iflas müdürlüklerine yatırılanlar dâhil) ödeyenler tarafından gelir vergisi tevkifatı yapılır.” hükmü ihdas edilmiştir.
Burada benim ele almak ve masaya yatırmak istediğim konu, idarelerce yapılacak ödemelerde izlenecek usullerdir. Bilindiği üzere bazı kanunlarda (İYUK madde 28, 5502 SK madde 36) mahkemece hükmolunan asıl alacak, vekalet ücretleri ve yargılama giderlerinin ödenmesi için idareye yazılı müracaat zorunluluğu öngörülmüştür. Ne var ki, bu müracaata serbest meslek makbuzunun eklenmesinin bir zorunluluk olup olmadığı hususu bir türlü netleşmemektedir. Örneğin 5502 Sayılı Kanun’un 36. maddesinde ödemenin, “…alacaklı veya vekilinin Kuruma ödemeye dayanak makbuz ve belgelerle birlikte yazılı şekilde yapacağı müracaat üzerine bildireceği banka hesap numarasına” yapılacağı belirtilmektedir. Burada kastedilen makbuz ve belgeler ne olabilir? Bilhassa ortada bir ilam varken ne gibi bir belgeye ihtiyaç duyulmaktadır? Dikkat edilirse “alacaklı veya vekili” denmekte, dolayısıyla alacaklının müracaat hakkı olduğu da yadsınmamaktadır. Alacaklı asilin serbest meslek makbuzu kesme zorunluluğu olmayacağına göre, üstelik mahkeme ilamında hem asıl alacağın hem de vekalet ücretlerinin asil lehine hükmolunduğu bilindiğine göre bu kanun lafzındaki makbuz nedir? Eğer bahsolunan serbest meslek makbuzu ise bundan çıkan doğal sonuç vekile yapılacak ödemelerde aranacağı, asile yapılacak ödemelerde ise aranmayacağı mıdır? Bu noktada tevkifat sorumluluğu da aşılarak kuruma vergi denetmenliği mi yaptırılmak istenmektedir?
Tüm bu sorular yanıtsızdır. Ne var ki, yasa metinlerinde bu sorulara açıklama getirebilecek mantıki bazı çıkarımlar vardır. 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 97/2 maddesi: “94 üncü maddede yazılı ödemelerden yapılan vergi tevkifatı, vergi kesenin kayıt ve hesaplarında ayrıca gösterilir.” demektedir. Demek ki tevkifat bir yere kaçmamaktadır. Üstelik, tevkifat yükümlülüğü söz konusu olduğunda idare tüzel kişisi ile diğer özel/tüzel kişiler arasında bir fark bulunmamaktadır. Yasa, “tevkifat yükümlüsü” olarak genellemektedir. Kendisine karşı ilam vekalet ücreti yönünden icra takibi yapılan bir şirket, avukata, “hani nerede senin serbest meslek makbuzun, eğer yoksa ödemiyorum” dediğinde kapısında icra memurlarını görecektir. Zira serbest meslek makbuzu kesilmesi/tebliği temerrüt veya ödeme için şart değildir. Öyleyse, idare ile özel şirket arasında “serbest meslek makbuzu aramak” konusunda yasa herhangi bir ayrım da yapmadığına göre, idarenin de avukata “serbest meslek makbuzu olmadan ödeme yapmıyorum” deme hakkı bulunmayacaktır. Haczedilmezlik keyfiyeti ayrı, mütemerrit olma meselesi ayıdır. İdare, ortada makbuz olmasa dahi tevkifatı gereken ücretten tevkifatını yapacak, kayıtlarına işleyecek, makbuz işini de avukat ve bağlı bulunduğu vergi dairesi düşünecektir. Karşılıklı iyi niyet elbette ön plandadır. Bir avukatın serbest meslek makbuzunu keşide etmesi ve karşılığında hızlıca ödeme alması, icra dairelerine ve başkaca kırtasiyeye gerek duyulmaması elbette güzeldir. Ne var ki, muktezalar, tebliğler ve genel normlar ışığında mesele çözülecekse doğrusu açıkladığım gibidir. Aslında bunu bu kadar uzun uzadıya anlatmak lüzumu dahi yoktu. Zira Yargıtay 12. H.D. 2018/6351 E. 2019/4901 K. Sayılı ilamında “….İhtilaf, icra takibine geçilmeden önce yazılı başvuru dışında ayrıca alacaklı vekilinin ilama konu alacağın ödenmesi için serbest meslek makbuzu ibraz etmesinin zorunluluk olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Bu konuda, 2577 Sayılı Kanun'un 28. maddesinde özel bir düzenleme bulunmadığından, ilamın takibe konulması için anılan makbuzun ibrazına ilişkin sürecin beklenmesine gerek yoktur.” diyerek en azından İYUK 28. maddesi özelinde meseleyi çözmüştür.
Peki ben tüm bunları neden anlattım? Bugün başımıza gelen hadise yüzünden… Sosyal Güvenlik Kurumu’na karşı kazanmış olduğumuz vekalet ücreti için kurumdan “KEP” üzerinden talepte bulundum. Bizi nezaketle aradılar ve serbest meslek makbuzu keşide etmemizi istediler. "Hay hay" dedik. Makbuzu kesip kargoyla gönderdik. Son dönemde yaşanan salgın ve önlemler nazara alındığında 1 ayı aşkın süredir ödemenin gelmemesini de makul karşıladık.
Bu meyanda, son 10 yıl içerisinde herhangi bir SGK prim ödemesini 1 gün dahi geciktirmemiş olduğumuzu, hiçbir zaman vergi/prim affı, borç yapılandırması, erteleme, silme vs gibi ikramlardan istifade etmediğimizi özellikle belirtiyor, devletin günümüze değin vergi ve prim alacaklarını toplama konusundaki politikası nazara alınarak, devlete olan borcuna sadık mükelleflerin ne yerine koymuş olduğuyla ilgili genel tartışmaları da takdirlerinize bırakıyorum.
Hal böyleyken “covid19” salgınının ekonomik etkileri ile mücadele önlemleri kapsamında “İLK KEZ” -üstüne basarak söylüyorum “ilk kez”- SGK prim ödemelerini geciktirdik. Kaldı ki bu bir gecikme değil, devletin yükümlülere tanıdığı bir hakkın istimalidir. Ödemelerin vadesi 2020 Kasım ayına ötelenmiştir. Yukarıda da bahsettiğim gibi, bugüne dek her ödemeyi günü gününe, hatta gününden önce yapmak mükellef olarak bize hiçbir fayda sağlamadığından “yahu bari bu sefer vadesi gelmemiş ödemeyi de yapmayalım, vadesini bekleyelim” dedik.
Öykünün kalanını muhtemelen tahmin etmişsinizdir. Bugün SGK’yı arayarak ödemeyi hatırlattık ve akıbetini sorduk. Anlaşıldı ki SGK, Vadesi KASIM 2020 olan SGK prim borçlarından alacağımız vekalet ücretini mahsup etmiş, üstelik, mahsup miktarları ile ilgili kayıtları (telefon görüşmesinden sonra kurumun şubesine giderek yetkililerle yüz yüze yaptığım görüşmede) yazılı olarak vermekten de imtina etmiştir. Şimdi öncelikle bu noktada SGK çalışanlarını tenzih ederim. Hiçbir görevli bana nezaketsiz davranmamış, her biri ellerinden geldiğince yardım sağlama gayreti içerisinde olmuştur. Ne var ki, bizlere söylenene göre “SİSTEM” bir alacak gördüğü takdirde vadesi gelmiş olsun olmasın ödemeyi her halükarda mahsup etmektedir. Sistem’dir, hikmetinden sual olunmaz. İşin daha kötü tarafı, SGK kayıtlarında prim borçları mahsup edilmiş gözüktüğü (mali müşavir de doğrulamıştır) halde, banka kayıtlarında hala prim borcu tam olarak gözükmekte, dolayısıyla vekalet ücreti alacağımız “şimdilik” havaya uçmuş vaziyette, yani askıda hükümsüz kalmaktadır.
Gelelim öykünün ana fikrine: bizler avukat olarak yasal zorunluluğu yerine getirip kuruma talepte bulunduktan (ve 30 gün süre tanıdıktan) sonra alacağımız için icra takibine geçmeyerek ne kaybediyoruz? Öncelikle icra vekalet ücretimizi, akabinde telefonlarda fatura kestin/kesmedin parayı gönderdin/göndermedin diyaloglarından kurtulma lüksünü, saydamlık sağlamayı, nerede ne kadar para yattığını görüp, borcu alacağı hesaplayabilme imkanını… Hatta şöyle bir varsayımda bulunalım.. Somut hadisede olduğu gibi henüz vadesi gelmemiş değil, daha da vahimi, daha önce yapmış olduğunuz bir ödeme “sistem” tarafından görülmemiş ve “sistem” sizi borçlu kabul etmişse bu “aslında borçlu olmadığınız” borçtan ötürü sizinle mahsuplaşacak. Dolayısıyla mükerreren ödeme yapmış olacaksınız. Kurum görevlileri şifahen hakkınızı teslim edecek ama yasal prosedürleri takip etmeniz ve kurum içi hiyerarşiyle meseleyi çözmeniz gerekecek, böylece haklı olduğunuzu ispatlayana kadar idare mahkemelerinde gezecek ya da en iyi ihtimalle kurum kapılarında onlarca görüşme ve yazışma yapmak mecburiyetinde bırakılacaksınız.
Öykünün ana fikri dedim ama, buradaki ana fikri ve yapılacak çıkarsamayı siz değerli meslektaşlarımın öznel değerlendirmelerine bırakıyorum. Bu aklımdakileri sizlere anlatmak ve sizlerle paylaşmak istedim. Okuyanlara ayırdıkları vakitleri için teşekkür ederim.
1997'den beri yayınlanan ve Türkiye'nin ilk hukuk sitesi olan sitemiz :
* Hukukçu meslektaşlarımızın meslek hayatlarını kolaylaştıran bir platform sunmak
* Her meslekten hukukçuların birbirleri ile iletişim olanaklarını zenginleştirmek
* Türk Hukuk Sistemi içine bilgi teknolojilerinin girişini desteklemek
* Hukuka ve adalete özlem duyan ve hukuk üstünlüğü ortak paydasını paylaşan tüm hukukseverlere sığınacakları bir liman olmak ve böylece kendi ölçülerinde "Adalet"
idealine katkıda bulunmak hedefiyle yayınlanmaktadır.
[Daha Fazla Bilgi]
Karşı taraf tapu iptali ve tescil davası açmıştır.Ancak davayı takip etmemiş ve 3 aylık sürenin sona ermesinden sonra davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.Lehimize hükmedilen vekalet ücretini icraya koyabilmemiz için kararın kesinleşmesine gerek var mıdır?
Merhabalar,
Küresel pandemide hepimiz yüz yüze iletişime alternatif çözümleri daha çok kullanır olduk ister istemez. 3. Yargı Paketi ile elektronik haberleşme çözümlerinin yargı alanında da daha yoğun kullanılmaya başlanacağı söyleniyor.
Yeni dünyada sınırlar daha da kalkacak gibi duruyor. Edirne'deki avukat Ardahan'dan müvekkil edinirken daha az düşünecek, vatandaş için de seçenek aynı şekilde artacak.
Bu bir fırsat eşitliği mi getirir sizce, yoksa "kahraman bakkal süpermarkete karşı" durum... [Devamı..]
Merhaba meslektaşlarım
Avukatlık stajım 2019 Kasım ayında bitecek. Stajım bittikten sonra kurum avukatı olmak için 2020 KPSS sınavına hazırlanmayı düşünüyorum. Ancak ruhsatı aldıktan sonra 3 ay içinde mesleği icra etmeye başlama zorunluluğu olduğunu aksi halde barodan kaydımızı sildirmemiz gerektiğini öğrendim. Belli bir maddi birikimim yok, bunun için dahi ailemden destek almam gerekecek, bu da tabii olarak can sıkıntısına sebebiyet veriyor. Bu konuda ne yapmam gerektiği ile ilgili olarak bana... [Devamı..]