Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Meşru Savunmanın 765 Ve 5237 Sayılı Kanunlar Açısından Değerlendirilmesi

Yazan : Av.Onur Kart [Yazarla İletişim]

Makale Özeti
Gazi Üniversitesi Ceza Hukuku yüksek lisans ödevi olarak hazırlanmış makaledir.

MEŞRU SAVUNMANIN TÜRK HUKUKUNDAKİ TANIMI


Meşru savunma,bir kimsenin kendisini veya başkasını hedef alan bir saldırı karşısında,savunmaya yönelik,bu saldırıyı önleyecek ölçüde kuvvet kullanmasıdır.[1]
Bu tanımlama,doktrin ve içtihatlarda büyük ölçüde oturmuş ve kabul görmüştür.
Kural olarak devlet,hakları koruma ve koruyucu düzenlemeler yapmak konusunda bir tekele sahiptir[2].Ancak bazı durumlarda birey kendi hakkının savunmasını yapmak zorunda kalabilir.Bunlar sınırlı durumlardır.Genele yaymak doğru olmaz.Bu sebeple meşru savunmayı hukuk düzeni içinde saymak,düzenlemeler yapmak bütün çağdaş hukuk sistemlerinde, toplumlarda görülür.Kişinin belli şartlar dahilinde kendini savunması,bütün çağdaş hukuk sistemlerinin kabul ettiği bir olgudur.
Meşru savunmada ceza verilmemesinin sebebi olarak,hareketin hukuka uygun olması gösterilmektedir.Şartlara uygun olarak gerçekleşen fiil,herhangi bir sorumluluk gerektirmemektedir.Kişi,kendini savunmaktadır ve bunu da hukuk sınırları içinde yapmaktadır.Dolayısıyla meşru savunma halinde ceza verilmemesinin sebebi eylemin hukuka uygun olmasıdır.



MEŞRU SAVUNMANIN UNSURLARI



Meşru savunma,765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda 49.maddenin 2.fıkrasında düzenlenmiştir.Bu düzenlemeye göre; “Gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vuku bulan haksız bir taarruzu fili hal defi zaruretinin bais olduğu mecburiyetle ... işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”
5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu’nda ise bu kavram “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlığı altında,25.maddenin 1.fıkrasında düzenlenmiştir.Bu düzenleme ise; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş,gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” şeklindedir.
Unsurlar hakkındaki açıklamalara başlamadan önce maddenin gerekçesinde dikkat çeken bir husus belirtilmelidir.Kanunun gerekçesinde “...kişileri suç işlemekten caydıracak en etkin araçlardan birisi ,suç işlediklerinde karşılık görebilecekleri endişesi olduğundan, meşru savunma hakkının böylece genişletilmesi ,kriminolojik yönden caydırıcı etki yapabilecektir.” şeklinde bir ifade vardır.Doktrindeki bir kısım yazarlar,bu ifade tarzını eleştirmektedir.Kişileri adeta kendiliğinden hak almaya teşvik eden ve bireylere cezalandırma yetkisi verircesine düzenlenen gerekçeye katılmanın mümkün olmadığı belirtilmektedir.[3]
Meşru savunmadan söz edebilmek için öncelikle bir saldırının varlığı gereklidir.Ayrıca ikinci bir unsur olarak saldırının halen mevcut bir saldırı olması gerekir.5237 sayılı kanunun ifadesiyle, “gerçekleşen,gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırı” olması gerekir.Gerçekten,saldırının bilfiil başlaması beklenecek olsa,bir çok hallerde savunma etkisini kaybetmiş olur[4].Bu bilgiler ışığında Yargıtay 1 CD:’nin 9.11.1977 tarihli ve 1977/2805(E),1977/3370(K) sayılı kararına katılmak mümkün değildir: “Gece cereyan eden kavga tazelenmiş ve maktul eline geçirdiği satırla saldırması üzerine sanık kaçmaya başlamıştır.Arkasına bakan sanık, maktûlün iki-üç metre kadar yaklaştığını görünce ona dört el ateş ederek öldürmüştür.” 1.CD.,kararında maktûlün satırı sanığa vurmak için kaldırmış olup olmadığının,tanıklardan sorularak satırı vurmak üzere iken maktûlün vurulup vurulmadığının ve olayda bu suretle zaruret unsurunun oluşup oluşmadığının araştırılarak sonucuna göre olayda meşru savunma şartlarının mevcut olup olmadığının tesbiti gerektiğini ifade etmiştir.[5]Bu açıdan başlayacağı muhakkak saldırıyı da meşru savunma kapsamına almak olumlu bir gelişmedir.Bu kavramlar 5237 sayılı TCK ile kanun metinlerine yeni girmiştir.765 sayılı TCK’nda böyle bir düzenleme yoktu.Yargıtay,içtihatları ile bu boşluğu dolduruyordu.Uygulamadaki bu konunun kanun metnine girmesi önemli bir yenilik olarak değerlendirilebilir.
Yargıtay uygulamasından şöyle bir örnek verilebilir:“ Mağdurun,olay günü (B) yi dükkanının önünde müteaddit el ateş ederek öldürdükten sonra olay yerinden (T) ve (M) tarafından makas ve kürsü ile öldürüldüğü anlaşılmasına göre,olayda hemzamanlık unsurunun bulunmaması sebebiyle meşru müdafaa yoktur.” (1.CD.,30.6.1977, E 1977/2338,K 1977/2333)[6]
Saldırı herhangi bir hakka yönelik olabilir.765 sayılı kanun ,yalnızca “nefs” ve “ırz”a yönelik saldırıları meşru savunma içinde saymıştır.Ancak özellikle Yargıtay bu kavramları dar bir şekilde yorumlamamış, “bütün kişilik hakları” anlamında kararlar vermiştir.5237 sayılı kanunda ise bu uygulama ,kanun metnine girmiştir.Saldırı ırz,nefs,malvarlığı,kişilik hakları gibi haklara olması halinde meşru savunma kapsamına girecektir.
Bu konuda farklı yaklaşımlar da bulunmaktadır.Bir görüşe göre her türlü hakkın meşru savunma kapsamına alınması aşırı[7] ve tartışma yaratacak niteliktedir[8]. Ancak Almanya,İsviçre ve Avusturya’da mala karşı suçlar bakımından meşru savunma kabul edilmiştir.Ayrıca AİHS’de mülkiyet hakkını koruma altına almıştır.
Meşru savunma,bütün haklar açısından kabul edilmelidir.Yukarıda belirtilen eleştiriler,savunmada orantılılık,sınırın aşılması konuları içinde mütalaa edilebilir.
Saldırının tecavüz ettiği hakka yönelik açıklamalar kapsamında 765 sayılı TCK’nun 461.maddesindeki düzenlemeden de bahsetmek gerekir.Bu hükümde “gasp ve maddi menfaat temini için bir kişiye karşı hürriyeti tahdit” suçları ile “konut dokunulmazlığı ve kişi güvenliğini ihlal” suçları düzenlenmiştir.Bu maddede bahsedilen konular 49/2’ yi genişletici mahiyettedir.
Gasp sırasında kişi,gasp eden kişiyi yaralayabilir ya da öldürebilir.Aynı şekilde konuta yönelik saldırının gece yapılması veya gündüz yapılmakla beraber konutun ücra bir yerde bulunması halinde bu saldırıyı önlemek için öldürme veya yaralama fiilleri nedeniyle ,savunma yapan kişi cezalandırılmaz.
Yeni TCK ile bu madde hükmünün bir anlamı kalmamıştır.5237 sayılı kanun,meşru savunma kapsamına her türlü hakkı alarak eski 461.maddedeki durumları da meşru savunma kapsamında değerlendirmiştir.
Saldırı haksız bir hareket olmalıdır.Ayrıca savunmadaki kişinin bu saldırının haksız olduğunu bilmesi gerekmektedir.Saldırının hukuka aykırı olması yeterlidir,ayrıca suç teşkil etmesi gerekmez.
Kusur yeteneği olmayan kişilerin hareketlerinin meşru savunma anlamında haksız saldırı sayılıp sayılmayacağı genel olarak doktrinde tartışılan bir konudur.Bir kısım yazarlar,meşru savunmaya konu olan saldırının iradi nitelikteki insan hareketlerinden kaynaklanması gerektiğini iddia etmektedirler.Kusur yeteneği bulunmayan akıl hastası,küçük gibi kişilerin davranışlarının saldırı olarak nitelenmemesi gerektiği belirtilmektedir.Bu davranışların “zorda kalış” kavramı içinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünülmektedir[9].Ancak bunun aksini iddia eden yazarlar, saldırıyı gerçekleştiren kişinin akıl hastalığı ,yaş küçüklüğü gibi bir sebeple hareketinin meşru savunma dışında kalmasını -haklı bir şekilde- kabul etmemektedirler[10].Gerçekten de savunmada bulunan kişi açısından önemli olan kendisine yönelen saldırı hareketidir.
Bu saldırı sonucu muhtemelen zarar görecektir.Zarar görmemek için savunma tepkisi vermektedir.Bunu çeşitli sebeplerle kısıtlamak kabul edilemez.
Saldırıya uğrayan kişi,saldırıya kendi hareketi ile sebep olsa dahi meşru savunmadan yararlanma hakkını kaybetmez.Tahrik,haksız bir hareketi haklı hale getirmemelidir.Yargıtay Ceza Genel Kurulu da 1990 yılında verdiği bir kararında “küfreden kişi daha sonra küfür edilenlerin saldırısına uğrarsa,şartların gerçekleşmesi halinde meşru savunmada bulunabilir.”şeklinde bu kuralı uygulamıştır.Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu,31.11.1983 tarih ve 1354/16 sayılı kararında; “Taarruza hedef olan kimsenin kendi şahsi kusuru ile taarruza sebebiyet vermesi,müdafaanın meşruluğunu ortadan kaldırmaz.” demiştir.
Meşru savunmanın en önemli koşullarından biri savunmada zorunluluk bulunması, saldırıya uğrayanın başka türlü hareket etme olanağının bulunmamasıdır.Kişinin, savunmada bulunmadan saldırıdan kurtulma ihtimalinin bulunup bulunmadığı, hakim tarafından her somut olayda takdir edilmelidir.
Saldırıdan kaçma olanağı varken kaçmayıp da karşılık veren kişinin meşru savunma halinde olup olmayacağı tartışılan bir konudur.Genel görüş; kişiye kaçma yükümlülüğü yüklenemeyeceği, hukukça korunan hakkından feragat etmesinin istenemeyeceğidir. Yargıtay’ın da bu yönde kararları vardır.Örnek olarak 18.2.1991 tarihli 1991/14(E),1991/39(K) sayılı “Yasal savunmada ,hiçbir zaman ve hiçbir ahvalde sanığa kaçma mükellefiyeti yüklenemez ve kaçarak kurtulması istenemez.”şeklindeki Ceza Genel Kurulu kararı verilebilir.Yine aynı yönde ; “Yasal savunmada hiçbir zaman ve hiçbir koşulda sanığa kaçma yükümlülüğü yüklenemez ve kaçarak kurtulması istenemez.Failin kaçma olanağı da dikkate alınamaz.(CGK,15.04.2003,1-83/103)” Karşı görüş sahipleri ise kişinin kaçma olanağı varsa kaçarak saldırıdan kurtulması gerektiğini belirtmektedirler.Özellikle saldırganın kusur yeteneğinin olmaması veya zayıf olması, savunmadaki kişinin de bunu bilmesi veya fark etmesi halinde halâ savunma hareketinde bulunması durumunda savunma zorunluluğunun kalktığı ileri sürülmüştür.[11]
Savunma hareketi, tecavüzü defedecek ölçüde olmalıdır.Ancak bunun birebir bir ölçü olmadığı açıktır.Bu konudaki bazı görüşler saldırı ile savunma arasında “oran” olması gerektiğini ileri sürmektedirler.Buna göre saldırıya uğrayan haktan üstün bir hak,savunma sonucu zarar görmüşse savunmada sınır aşılmış kabul edilmelidir.Örnek verecek olursak; değeri düşük bir malın gaspı halinde küçük bir tepki;değeri yüksek bir malın gaspı halinde ise daha büyük bir tepki verilmesi hukuk düzeni içinde meşru sayılacaktır.Yani kişinin göstereceği tepki ile saldırıya uğrayan hak dengede olmalıdır[12].
Bu görüş –haklı bir şekilde- eleştirilmiştir.Önemli olan, savunma fiilinin tecavüzü defedecek ölçüde olmasıdır.Yukarıda verdiğimiz örnekten devam edecek olursak;malı gaspedilen kişinin, malını kurtarmak için gaspçıyı yaralaması ya da öldürmesi durumunda meşru savunmanın varlığı kabul edilmelidir.Burada malvarlığı hakkı, yaşam hakkından daha alt düzeyde bir hak olarak değerlendirilebilir.Ancak haklar arasında mutlak bir eşitlik ya da oran ilkesi ile hareket edilmemesi gerekir.Bunu aksini düşünmek olağan hayat akışına ters düşer.




MEŞRU SAVUNMADA SINIRIN AŞILMASI


Meşru savunmada sınırın aşılması, 765 sayılı TCK‘nun 50.maddesinde düzenlenmiştir.Bu düzenlemeye göre; “49.maddede yazılı fiillerden birini icra ederken kanunun veya selahiyettar makamın veya zaruretin tayin ettiği hududu tecavüz edenler cürüm ölüm cezasını müstelzim ise sekiz seneden aşağı olmamak üzere hapis ve müebbet ağır hapis cezasını müstelzim olduğu takdirde altı seneden onbeş seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Sair hallerde asıl suça mürettep ceza altıda birinden eksik ve yarısından ziyade olmamak üzere indirilir ve ağır hapis,hapse tahvil olunur.Ve amme hizmetlerinden müebbet memnuiyet cezası yerine muvakkat memnuiyet cezası verilir.”
5237 sayılı TCK‘nda ise bu kavram “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlığı altında,27.maddede alınmıştır.Bu hükme göre; “(1)Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde,fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa,taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.(2)Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan,korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.”
Bu konuda öncelikle gerekçede yer alan bir ifadeye yer verilmesi gerekir. Gerekçede “Hükümet tasarısında, maddenin ikinci fıkrası, bütün hukuka uygunluk nedenlerini kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.Oysa korku, heyecan ve telaş ancak meşru savunmada söz konusu olabilir.”şeklinde bir açıklama yapılmıştır.
Bu açıklama bazı yazarlar tarafından eleştirilmektedir.Böyle bir düzenleme ile olağan bir hayat olayının reddi söz konusudur.Diğer hukuka uygunluk nedenlerinde de (kanunun hükmü ve amirin emri, hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası) sınır mücbir sebeple aşılabilir.[13]
Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması halinde fiil, bütünüyle hukuka aykırı değildir.Sınırın dışındaki hareketler hukuka aykırıdır.
765 sayılı kanunun 50.maddesinde sınırın hangi suretle aşılacağının açıklaması yoktur.Bu maddenin uygulaması daha çok doktrindeki yazarların görüşleri ve Yargıtay içtihatları ile yapılmıştır.Buna göre bazı konularda tartışma vardır.
Mücbir sebeple sınırın aşılması halinde meşru savunma hükümlerinden tamamıyla yararlanılması gerektiği konusunda görüş birliği vardır.Bu halde sınır aşılmamış gibi hüküm kurulması gerekmektedir.Faile atfedilebilecek bir kusur yoktur.765 sayılı TCK döneminde yorum yoluyla bu sonuca ulaşılmaktaydı.Yargıtay 1.Ceza Dairesi’nin 23.05.1996 tarih ve 1733-1885 sayılı kararı,buna örnektir. “Maktülün saldırısına karşı elinde önlem olarak sopa bulunmasına rağmen,paniğe kapılan sanığın kaçmaya başladığı,elinde bıçakla sanığı kovalayan maktülün sanığa yetişince sanığa doğru bıçağını birkaç kez salladığı sırada sanığın da kendisini savunmak için sopa ile maktüle vurduğu, buna rağmen bıçaklı saldırısına devam eden maktüle, sanığın birden çok sopa darbesinde bulunarak onun ölümüne neden olduğunun dosya içeriğinden açıklıkla anlaşılması karşısında, tamamen yasal savunma şartları içerisinde eylemde bulunan sanığın içinde bulunduğu ruh hali ve maktülün bıçaklı saldırısı sona erdikten sonra eylemine devam ettiği hususunda delil de elde edilemediği göz önünde tutulduğunda,savunmada aşırılığa kaçmadığının kabulünde zorunluluk bulunduğu göz önünde tutularak,beraatine karar verilmesi gerekir.”
5237 sayılı kanun hükmüyle de bu kural metne girmiştir.27.maddenin 2.fıkrasında düzenlendiği üzere kişi meşru savunma sınırını heyecan,korku veya telaş sonucu aşarsa cezalandırılmayacaktır.
Sınırın taksirle aşılması halinde ise doktrindeki çoğu yazar, 765 sayılı kanundaki 50.maddenin uygulanması gerektiğini düşünmektedir. Kanunun ifade ettiği sınırın aşılması halinin, taksirle aşılması olduğu belirtilmektedir.Bu durumda taksirli suçun cezası verilip 50.madde gereğince indirim yapılmalıdır.Ancak bunun aksini savunan yazarlar(F.Gölcüklü-V.Savaş), sınırın taksirle aşılması halinde 50.maddenin değil 49.maddenin uygulanması gerektiğini iddia etmişlerdir.[14]
Bu tartışma ,5237 sayılı kanun ile büyük ölçüde son bulmuştur.27.maddede “...kast olmaksızın...”ifadesinin kullanılmasıyla, meşru savunmada sınırın aşılması durumunda uygulanacak hükmün taksirle aşılması halini kastettiği açıktır.
Sınırın taksirle aşılması halinde belirtilmesi gereken diğer bir husus, fiilin taksirle işlendiği zamanda kanunda suç olarak cezalandırılabilmesi şartıdır. Eğer suç,sadece kasten işlendiği zaman cezalandırılabiliyorsa bu durumda kişinin cezalandırılması yoluna gidilemez.Örnek olarak; sınırı aşarken eşyaya zarar veren fail, herhangi bir suçtan dolayı ceza almayacaktır.Çünkü bu suç, ancak kasten işlenebilir.
Meşru savunmada sınırın taksirle aşılması durumunda failin işlediği suç,taksirle işlendiği zaman cezalandırılabilen bir suçsa,bu suçun cezası ile cezalandırılacak;ancak cezada 27/1’e göre indirim yapılacaktır.Burada taksirli suça yönelik ceza esas alınmalıdır.
Sınırın diğer bir aşılma şekli de kasten aşılmasıdır.Bu durumda savunmadaki kişi,saldırıyı durdurmasına veya sonlandırmasına rağmen savunma hareketlerine devam etmektedir.Bu durumda nasıl bir uygulama yapılacağı tartışma konusu olmuştur.Doktrindeki yazarların önemli bir çoğunluğu,hukuka uygunluk sebebinin ortadan kalkacağını,kişinin kasten o suçu işlemiş gibi cezalandırılması gerektiğini belirtmişlerdir[15].Ancak karşı görüşü savunan yazarlar ise 50.madde hükmünün uygulanması gerektiğini iddia etmektedirler.
Bunlar arasında ön plana çıkan F.Gölcüklü-V.Savaş’ın görüşüdür.Bu yazarlar göre 50.madde, sınırın kasten aşılması halinde uygulanmalıdır. 50.madde, düzenleme şekli itibariyle dikkatsizlik,tedbirsizlik sonucu sınırın aşılmasını yeterli görmemiştir.Taksir halinde de kişinin iradesi bulunmamaktadır.Meşru savunma şartları mevcut iken , aracı kasten ölçüsüz kullanan kişi, 50.maddeden yararlanmalıdır.Eğer aracı dikkatsizlik, tedbirsizlik sonucu ölçüsüz kullanarak sınırı aşarsa, 50.madde değil 49/2.madde uygulanmalıdır.[16]
Yargıtay’da bazı kararlarında 50.maddeyi sınırın kasten aşılması şeklinde Gölcüklü-Savaş gibi yorumlamış ve uygulamıştır.Örnek olarak şu kararlar verilebilir:
Yasal savunmada bulunan sanık,maktülün elindeki bıçağı alarak onu etkisiz hale getirmekle yetinmemiş,bu bıçağı maktüle 3 kez saplamakla yasal savunma sınırlarını aşmıştır.Bu nedenle sanık hakkında TCY.nın 449,50,59.maddelerinin uygulanması gerektiğinden...”(C.G.K. , 1996/1-145-159)[17]
“Sanığın devam eden saldırılar karşısında öldürülen ve yakınlarının ayak bölgelerine ateş ederek saldırıları giderme olanağı varken kasten yaşamsal bölgeler ateş ettiği, zaruretin tayin ettiği hududu aştığı,buna göre sanığa,TCK.’nun 448,50... maddelerinin uygulanması gerekir.”(1.C.D. 29.1.1986,4255/293)[18]
Failin karşılaştığı şartlara uygun olmayan vasıtalarla kendini müdafaa etmesi veya saldırıyı zararsız hale getirdikten sonra da müdafaa ve tepkilerinde ısrar etmesi takdirinde,zaruret sınırının aşılması söz konusu olur.”(C.G.K.,20.11.1978,1-352/414)[19]
Gölcüklü-Savaş’ın bu görüşü doktrinde –haklı olarak-eleştirilmektedir.Sınırın kasten aşılması halinde saldırıya uğrayan kişi,saldırıyı defedecek savunmayı yaptığı halde,saldırı durmasına veya sonlanmasına rağmen savunma hareketlerine ve tepkilerine devam etmektedir.Dolayısıyla olayın başında meşru savunma halinde bulunan kişi,daha sonraları savunma amacının dışına çıkarak saldırgan hale gelmektedir.Burada amaçta sınırın aşılması söz konusudur.Düşüncede,amaçta saldırganlık ortaya çıkmıştır.Bu hareketin sebebi öfke,intikam,kin duyguları olabilir. “Fırsatını bulmuşken saldırgana zarar verme” şeklinde bir düşünce tarzı olabilir.Fail,saldırıyı defetmek için hareket etmemektedir.
Böyle bir durumda hukuka uygunluk nedeninden bahsedilemez. Hukuk düzeninin bu hareketleri koruması düşünülemez.Bilerek ve isteyerek kişi,meşru savunma sınırını aşıyorsa 50.maddedeki(5237 sayılı TCK 27.madde) indirim sebeplerinden yararlanmamalıdır.
Yargıtay, yukarıdaki kararlarının yanında,özellikle yakın tarihlerde aksi yönde -50.maddenin kasten aşma halinde uygulanmaması-kararlar vermiştir.Bunlardan bir örnek olarak; 1.CD. 2003/3103(E),2003/1962(K) sayılı ve 17.09.2003 tarihli “Sanığın maktülün elindeki tabancayı zorla aldıktan ve böylece kendisine veya yakınlarının hayatına yönelik mutlak tehlike hali zail olduktan sonra ateş edip sırttan giren ve öldürücü etki yapan mermi de dahil onu 3 yerinden vurup öldürdüğünün mermi isabet yerlerinden ve dosya kapsamından anlaşılmasına mahkemece de oluşun bu şekilde vukubulduğunun kabul edilmesine,başlangıçta mevcut bulunan yasal savunma halinin maktülün elinden tabanca alındıktan sonra ortadan kalkmış bulunmasına göre,eylemin yasal savunma veya bunun aşılması suretiyle değil ağır tahrik altında gerçekleştirildiğinin kabulü ile sanığın TCK.nun 448,51/2 ve 59.maddeleri ile tecziyesi gerekirken TCK.nun 50.maddesi uygulanarak yazılı şekilde hüküm tesisi kanuna aykırı bulunduğundan hükmün bozulmasına...”kararı gösterilebilir[20].Bu kararda da görebileceğimiz gibi savunma gereksinimi ortadan kalktıktan sonra harekete devam etmek,50.maddedeki meşru savunma sınırının aşılması olarak değil,51.maddede düzenlenen tahrik indiriminden yararlanmak olarak değerlendirilmiştir.


MEŞRU SAVUNMADA HATA

Suçun kanuni tanımındaki unsurları konusunda bilgisizlik,eksik bilgi sahibi olunması halinde ,maddi unsurlarda hatanın varlığı kabul edilir.Bu durumlarda kastın varlığı iddia edilemez.Ancak suçun taksirle işlenmesi kanunda düzenlenmişse kişi,taksirli suçtan sorumlu tutulur.
765 sayılı TCK’nun 52.maddesi şahısta ve hedefte hata konularıdır.Bu maddeye göre; “Bir kimse bir hata veya sair bir arıza yüzünden cürmü kastettiği şahıstan başka bir şahsın zararına işlemiş olursa cürümden zarar gören kimsenin sıfatından neşet eden ve cezayı şiddetlendiren esbap faile tahmil olunmaz.
Belki cürüm kast olunan şahsa karşı işlenmiş gibi telakki olunarak fail,cürmün tazammun edebileceği esbabı muhaffefeden istifade eder.
5237 sayılı TCK ise hata konusunu Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler başlığı altında düzenlemiştir.Madde; “(1)Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse,kasten hareket etmiş olmaz.Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır.(2)Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi,bu hatasından yararlanır.(3)Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi,bu hatasından yararlanır.(4)İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi,cezalandırılmaz.”şeklinde düzenlenmiştir.

Somut olayda,hukuka uygunluk nedenlerinin şartlarında hataya düşen kişinin hatası kaçınılmaz olarak değerlendirilirse kişi,cezalandırılmayacaktır.Kaçınılabilir olması halinde ise hata cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır.

Hukuka uygunluk nedenlerinde hata, iki şekilde karşımıza çıkabilir.İlk olarak gerçekte var olan hukuka uygunluk nedeninin fail tarafından bilinmemesidir(Haksızlık Yanılgısı)[21].Yapılan eylem,hukuka uygun zannedilerek yapılmaktadır.Bu durumda fail,hukuka aykırı hareket etse dahi hukuka uygunluk nedeninden yararlanır.
İkinci tezahür şekli, gerçekte var olmayan bir hukuka uygunluk nedeninin fail tarafından var olduğu düşüncesiyle eylemin gerçekleştirilmesidir. Bu durumda hukuka uygunluk nedeninin maddi unsurlarında yanılgı söz konusudur[22].Fail, yaptığı eylemin hukuka aykırı olduğunu bilmektedir.Ancak hukuka uygunluk nedenleri olduğunu düşünmektedir.Bu konuda hataya düşmektedir.
30.maddenin 3.fıkrasında bahsedilen hata, bu şekilde ortaya çıkmaktadır.Olayda hukuka uygunluk nedeni olmadığı halde,içinde bulunduğu durum gereği hukuka uygunluk nedeni bulunduğu kanısına kapılan fail,bu düşünceye kapılmasında kendisine atfedilecek bir kusur olmaması halinde hatasından yararlanır.
Madde metnindeki “...kaçınılmaz bir hataya düşen kişi...” ifadesi ile bu amaçlanmıştır.Hatanın kaçınılabilir olması halinde ise kişinin sorumluluğu devam eder.Hata,ceza tayininde göz önünde bulundurulur.



SONUÇ



1984’te başlayan çalışmalar sonucu 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu, pek çok konuda olduğu gibi hukuka uygunluk nedenleri, meşru savunma konularında da yenilikler getirmiştir.Kanunun genel olarak sahip olduğu özgürlükçü, insan haklarına saygılı,bireyin haklarını güvence altına alan karakteri bu konularda da kendini göstermektedir.Genel olarak kanunun olumlu yönlerinin baskın olduğu, ceza hukuku uygulamasında rahatlamalar sağlayacağı muhakkaktır.
Yeni düzenlemede dikkat çeken iki önemli fark bulunmaktadır. Bunlardan ilki saldırıya ve savunmaya ilişkin koşulların net bir şekilde kanuna aktarılmış olması, diğeri ise her türlü hakka yönelik saldırıların meşru savunma kapsamına alınmış olmasıdır.[23] Bu sayede uygulamadaki tereddütler azalacaktır.
Ayrıca Yargıtay’ın 765 sayılı kanun zamanındaki uygulamalarının 5237 sayılı kanun döneminde de büyük ölçüde geçerli olacağı açık olarak görülecektir.Dolayısıyla “yılların içtihat birikiminin bir seferde çöpe atılacağı” şeklindeki eleştiri ve kaygıların ne kadar yersiz olduğu da ortaya çıkmaktadır.






YARARLANILAN KAYNAKLAR





İÇEL/SOKULLU-AKINCI/ÖZGENÇ/SÖZÜER/MAHMUTOĞLU/ÜNVER, SUÇ TEORİSİ, BETA YAY., İKİNCİ BASI, İSTANBUL, EYLÜL, 2000


İZZET ÖZGENÇ, TÜRK CEZA KANUNU GAZİ ŞERHİ(GENEL HÜKÜMLER), SEÇKİN YAY., ANKARA, EYLÜL, 2005


FATİH S.MAHMUTOĞLU, HUKUK VE ADALET ELEŞTİREL HUKUK DERGİSİ, YIL:2 SAYI:5, İSTANBUL , NİSAN, 2005


VURAL SAVAŞ/SADIK MOLLAMAHMUTOĞLU, TÜRK CEZA KANUNUNUN YORUMU, CİLT I, ANKARA ,1995


SULHİ DÖNMEZER/SAHİR ERMAN, NAZARİ VE TATBİKİ CEZA HUKUKU, CİLT II, İSTANBUL, 1994, 11.BASI




WWW.HUKUKİ.NET ,MAKALELER 2005














[1] ÖZGENÇ İzzet, “Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi(Genel Hükümler)”,Seçkin Yay.Ankara 2005,sh.368.
[2] İÇEL/SOKULLU-AKINCI/ÖZGENÇ/SÖZÜER/MAHMUTOĞLU/ÜNVER, “Suç Teorisi”,Beta Yay.İstanbul, 2000,2.bası,sh.131.
[3] MAHMUTOĞLU,Fatih:Hukuk Ve Adalet, “5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Hukuka Uygunluk Nedenleri”,Günışığı Yay.,İstanbul,Nisan 2005,sh.49
[4] DÖNMEZER Sulhi/ERMAN Sahir, “Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku”,cilt II,İstanbul,1994,11.Bası,sh.113
[5] DÖNMEZER/ERMAN,sh.113
[6] DÖNMEZER/ERMAN,sh.113
[7] TOROSLU/ERSOY, “Kanunlaşmaması Gereken Bir Tasarı”,sh.11.(Nakleden:MAHMUTOĞLU,sh.49.)
[8] Türk Ceza Kanunu Tasarısı Hakkında Galatasaray Üniversitesi’nin Görüşü”,Türk Ceza Kanunu Reformu-İkinci Kitap,TBB Yay.,sh.295 (Nakleden:MAHMUTOĞLU,sh.49. )
[9] İÇEL/SOKULLU-AKINCI/ÖZGENÇ/SÖZÜER/MAHMUTOĞLU/ÜNVER, “Suç Teorisi”,sh.137.
[10] ÖZGENÇ, “Gazi Şerhi”,sh.372.
[11] İÇEL/SOKULLU-AKINCI/ÖZGENÇ/SÖZÜER/MAHMUTOĞLU/ÜNVER, “Suç Teorisi”,sh.149
[12] SAVAŞ Vural/MOLLAMAHMUTOĞLU Sadık, “Türk Ceza Kanunu’nun Yorumu”,cilt I,sh.975
[13] MAHMUTOĞLU,sh.58
[14] Savaş/Mollamahmutoğlu,Cilt 1,sh.977-978
[15] ÖZGENÇ, “Gazi Şerhi”,sh.399,İÇEL/SOKULLU-AKINCI/ÖZGENÇ/SÖZÜER/MAHMUTOĞLU/ÜNVER, “Suç Teorisi”,2.bası,sh.191,MAHMUTOĞLU,sh.57.
[16] Savaş/Mollamahmutoğlu,cilt 1,sh.978-979.
[17] Savaş/Mollamahmutoğlu,cilt 1,sh.983
[18] Savaş/Mollamahmutoğlu,cilt 1,sh.978
[19] Savaş/Mollamahmutoğlu,cilt 1,sh.979
[20]www.yargitay.gov.tr,15.12.2005
[21] ÖZGENÇ, “Gazi Şerhi”,sh.425-427.
[22] ÖZGENÇ, “Gazi Şerhi”,sh.425-427-430.
[23] MAHMUTOĞLU,sh.47.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Meşru Savunmanın 765 Ve 5237 Sayılı Kanunlar Açısından Değerlendirilmesi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Av.Onur Kart'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (https://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
23-02-2007 - 21:19
(6641 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 8 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 5 okuyucu (63%) makaleyi yararlı bulurken, 3 okuyucu (37%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
17622
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 8 saat 20 dakika 52 saniye önce.
* Ortalama Günde 2,65 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 42826, Kelime Sayısı : 2900, Boyut : 41,82 Kb.
* 5 kez yazdırıldı.
* 7 kez indirildi.
* 3 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 514
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,13264990 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.