Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Yasaların Dili

Yazan : Selim Erdin [Yazarla İletişim]

Makale Özeti
Hukuk uygulamasında ortaya çıkan sorunların önemli bir bölümünün yasalarda kullanılan dilin nitelikleriyle ilgili olduğu söylenebilir. Yasalar, içeriği en uygun biçimde ifade edecek bir dille kaleme alınmalıdır. Açıklık ve sadelik, bilimsel tutarlılık ve terim birliği, kesinlik ve belirginlik bu dilin vazgeçilmez özelliklerindendir. Hukukun doğasındaki zorlayıcılık, hukuk düzenini oluşturmada temel rol oynayan yasaların ona tabi olanlarca bilindiği ön kabulüyle birlikte, yasaların halk tarafından anlaşılabilmesi zorunluluğunu doğurur. Bu nedenle yasaların dili, yöneldiği kitlenin diline yakın olmalıdır. Yasa dilinde, dilin doğal işleyişine ve gelişimine dair kurallar göz ardı edilmemeli ve aşırılıklardan kaçınılmalıdır. Yasama faaliyetlerinde, yaşayan halk dilinden seçilerek oluşturulmuş ve istikrar kazanmış yaşayan hukuk dilinin tespit edilerek kullanılması yerinde olacaktır.
Yazarın Notu
http://auhf.ankara.edu.tr/auhf-yayinlari-arsivi/armaganlar/mecmua/08.pdf

YASALARIN DİLİ

The Language of the Laws

Selim Erdin*

Giriş, 1) Genel Olarak Dil, 2) Hukuk ve Dil, 3) Yasaların Dili, 4) Türkiye’de Yasa Dili, a) Cumhuriyet Öncesi Türk Hukukunda Yasa Dili, b) Cumhuriyet Sonrası Türk Hukukunda Yasa Dili, c) Dilin Anlaşılabilirliğine Doğru, Sonuç.

Özet

Hukuk uygulamasında ortaya çıkan sorunların önemli bir bölümünün yasalarda kullanılan dilin nitelikleriyle ilgili olduğu söylenebilir. Yasalar, içeriği en uygun biçimde ifade edecek bir dille kaleme alınmalıdır. Açıklık ve sadelik, bilimsel tutarlılık ve terim birliği, kesinlik ve belirginlik bu dilin vazgeçilmez özelliklerindendir. Hukukun doğasındaki zorlayıcılık, hukuk düzenini oluşturmada temel rol oynayan yasaların ona tabi olanlarca bilindiği ön kabulüyle birlikte, yasaların halk tarafından anlaşılabilmesi zorunluluğunu doğurur. Bu nedenle yasaların dili, yöneldiği kitlenin diline yakın olmalıdır. Yasa dilinde, dilin doğal işleyişine ve gelişimine dair kurallar göz ardı edilmemeli ve aşırılıklardan kaçınılmalıdır. Yasama faaliyetlerinde, yaşayan halk dilinden seçilerek oluşturulmuş ve istikrar kazanmış yaşayan hukuk dilinin tespit edilerek kullanılması yerinde olacaktır.

Anahtar Kelimeler: Yasaların Dili, Özel Dil, Hukuk Dili, Hukuk ve Dil, Yaşayan Dil.

Abstract

An important part of the legal problems faced in the application process may be considered to be related with the qualities of the language used. The laws must be formulated in a style that involves the words most suitable for the expression of the intended content. Clarity and plainness, scientific consistency and terminological unity, precision and determinacy are indispensable qualities of the language of the laws. The coercive nature of the law is associated with the presupposition that the laws are already known by the subjects and thus emerges the necessity of their understandability. The language of the laws, hence, must be close to the language of the people addressed. During the formulation process, the rules of the natural operation and improvement of the language must not be out of consideration and exaggerations must be avoided. It would be appropriate, in legislative activities, to specify and to use the living legal language that incorporates the living language of the people concerned.

Key Words: the Language of the Laws, Special Language, Legal Language, Law and Language, the Living Language.



Giriş

Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu çalışmada ele alınacak olan konu ne "yasa" ne de "dil"dir. Makalenin adından da anlaşılacağı üzere, kendine özgü yönleriyle "yasaların dili" incelenecektir. Bu incelemenin amacı, temel hukuki sorunlar ve bunların çözümleri ekseninde yapılan çalışmalarda çoğu kez üzerinde gereğince durulmayan yasa dilinin temel niteliklerini bazı yönleriyle değerlendirmektir. “Yasa” ve “dil” kavramlarının her biri, kendine özgü nitelikler taşıyan özel bir olguyu temsil etmek üzere kullanılırlar. Bu ikisinin bir araya gelmesiyle oluşan bileşke ise, kendini oluşturan unsurlardan ayrı bir özellik ve önem kazanır. Bu önem, çoğu zaman farkında olunmasa da, kullanılan dilin hukuki metinlerin anlamlandırılmasına ve dolayısıyla hukuk uygulamasına çok ciddi etkilerde bulunuyor olmasından kaynaklanır. Dil kaynaklı sorunların yol açtığı tartışmalarla çok sık karşılaşılması bu etkinin bir sonucudur.

Geniş anlamıyla “hukuk dili” ve bunun en önemli parçasını oluşturan “yasa dili”, özel bir dil alanına işaret etmekle birlikte, genel dil çerçevesi içerisinde yer almak durumundadır ve bu, genel dil üzerine bazı saptamaların ortaya konmasını gerektirir. Bu nedenle, sistematiği dört bölüm üzerine kurulan bu çalışmanın ilk bölümü genel olarak dil konusuna özgülenmiştir. İkinci bölümde, hukuk ile dil arasındaki bağlantı ve bu bağlantının hukuku ve hukukçuyu ilgilendiren yönleri ortaya konmaya çalışılacaktır. Yasa dili ve bu dilin kendisinden beklenen fonksiyonu yerine getirebilmek için hangi özellikleri taşıması gerektiği ise, üçüncü bölümün konusunu oluşturacaktır. Son olarak, ulusal anlamda yasa dili konu edinilecek ve Türk Hukuku’ndaki olan ve olması gereken durumu incelenecektir.

Bu çalışmanın sınırlı kapsamı içerisinde konuyu bütün yönleriyle ele almak mümkün olmadığından, her konu hakkında dipnotlarda gösterilecek kaynaklarda daha ayrıntılı bilgilere ulaşılabilir.

Bütün insan faaliyetlerinin merkezinde olan dili bütün yönleriyle anlamış değiliz. İlk insanların yeryüzünde var olmaya başladıkları günden bugüne kadar iletişim aracı olarak zorunluluğunu saptadığımız dil, insana dair arkasındaki sırrın bilinmesi gereken hangi kapı varsa anahtarı olmuştur. Gerek Tanrı tarafından insana bahşedilmiş olduğu,1 gerek evrimsel süreç neticesinde ortaya çıktığı2 düşünülsün, dilin insanı ve insan doğasının meydana getirdiklerini -hukuk da içinde olmak üzere- anlamada epistemolojik bir önemi vardır.

Dil de insan gibi doğar, yaşar ve ölür. Var olan her şey kuralların gölgesinde varlığını sürdürür. Biyolojik yönüyle insan, kendi doğasının kurallarına, insanlardan oluşan toplum yaşamı ise, hem kendi doğasının kurallarına, hem de insanlarca konan yasalara tabidir. Dilin doğal işleyişine dair kurallar da, dilin ya da dildeki herhangi bir unsurun doğumunu, hayatını ve ölümünü belirler.

Dil deyince aklımıza yaşayan dil gelir. Dilin doğal işleyiş sürecinde hayatta kalmasına izin verilen her dil yaşıyordur; fakat bu yaşamı sabit bir alanla sınırlandırmak kolay değildir. Bu yönüyle dil düşüncelere benzer, fakat düşüncelerden de tek bir kişiye ait olup olamama yönüyle ayrılır. Nasıl bir takım nedenlerle bir insanın bir yerde yaşamasına izin verilmeyebiliyor ve sürgün hayatı bütün darlığına rağmen yaşanabiliyor ise, dil de yaşayabileceği en son yere kadar yaşar ve diridir. Dilin sürgün edildiği en son yerin sonrası ise ölümdür ve dil ölür. Dil biyolojik bir varlık değildir, ama birçok yönüyle ona benzer. Bir organizma gibi gelişimi tedrici (evrimsel) bir seyir izler. Kendisiyle anlatılmak istenen her ne varsa anlatılabiliyorken dil, altın devrini yaşıyordur; ne çocukluğun körpeliği, ne de ihtiyarlığın güçsüzlüğü onda vardır. Kendinden beklenen performansı sağlayamadığı andan itibarense, dilin parlayan güneşi tepe noktasından batış noktasına dönmüş demektir. Ve insanoğluyla tam da yolların ayrıldığı noktada bulunuyordur. İnsanlar için ölümsüzlük iksiri bulunamamış olsa da, bu iksirden kana kana içmiş diller vardır ki, bütün birikimleriyle dimdik ayakta durabilmenin dinamizmini kendi doğal kurallarının gölgesinde yenilenebilmekte bulurlar. “Dilde kelime değişir. Eskiyen manalar düşer. Yeni mana, vaziyet ve buluşları ifade etmek üzere yeni kelimeler türer”.3 Yenilenebilme talihliliğinden mahrum olanlar ise, zamanın akıcılığındaki acımasızlık nedeniyle tarih sayfalarındaki yerlerini alırlar.

Bütün canlılığıyla insan hayatına anlam katan dilin insanla insanlık kadar kadim bağları vardır. Dile asıl özelliğini veren bu bağdır. İnsani bir yetenek olan dil,4 insan olmanın ve toplumsal yaşamın temel taşıdır.5 İnsanın derinliklerinden gelen karmaşık bir yapısı vardır.6 Bu özellik, insanın mahiyetini tam kavrayamadığı kendi karmaşasından kaynaklanır. İnsanı değiştiren ya da etkisi altına alan her şey, dili de değiştirmekte ve etkisi altına almaktadır. Bu değişim ve etkileşimin diğer yönü, insanın da, dilin kendini değiştirdiği ve etkilediği gibi, dili değiştirmekte ve etkilemekte oluşudur. Dilin insan tarafından sahip olunmakla beraber insanı kuşatması7 insan tarafından şekillendirildiği halde insanı şekillendirmesi de bu nedenledir.

İnsan, tek başına yaşayabilme yetisine sahip olmayıp toplumsal bir varlıktır. Kendi anlamını toplum içinde bulur. Bu nedenle, insanın ve insan olmanın ayrılmaz bir parçası olan dil de toplumsal ve kolektiftir. Bu yönüyle de şahsi tasarruflardan ayrılır ve genel toplumun yaşamı içinde şekillenir.8 Tek bir insana ait, tek bir insan tarafından kullanılan bir dil olamayışının sebebi de, dilin bu toplumsal ve kolektif yapısıdır. Bir dilin dil olarak yaşayabilmesi işte bu yapıya bağlıdır. Kendini kullanımına sunduğu zümrenin büyüklüğü önemli değildir; bir zümre jargonu olsa dahi, ait olduğu sosyal çevredeki iletişim fonksiyonunu yerine getirdiği oranda ona dil diyebiliriz.9

Dilin kişisel boyutu düşünceyle iç içe olmasından kaynaklanır. Dil düşünceyle karşılıklı bir dayanışma içerisindedir. Düşünmek bir bakıma insanın kendisiyle konuşmasıdır.10 Düşüncenin insan faaliyetindeki önemi ise, dili bütün bu faaliyetlerin merkezine koyar. Dilin düşünceden bağımsız olarak işlevini yerine getirmesi mümkün değildir. Akciğerden dil ucuna kadar bütünlük arz eden bir ses sisteminden dış dünyaya açılsa da, söz yalnız ses veren organlardan değil, bütün bir organizmadan doğar.11 Dolayısıyla, akli yetilerin dil için önemi çok büyüktür. Düşünsel boyuttan yoksun olarak ağızdan gelişi güzel çıkan sesler hiçbir anlam ifade etmediği gibi, dili de oluşturmaz. Öte yandan, dil olmadan düşüncenin de olmayacağı söylenebilir.12 Sınırları belirlenmemiş, kendine uygun bir kalıp içinde kendini ifade etmekten yoksun, salt bir zihinsel faaliyeti düşünce sayamayız. Kelimelerle netlik kazanmamış düşünceler kuru bir esintiden öteye gitmez. Düşün merkezinde belirginleşmemiş düşünsel esintilerle mantık ve muhakeme işletilemez. Bu esintiler uygun bir kelime bulduklarında ise hemen berraklaşıverir13 ve insan için düşünsel bir zenginlik haline gelir. Okuduklarımız arasında, bir kalıba dökemediğimiz düşüncelerimize tercüman olan kelime ya da kelimelerle karşılaştığımızda, kendimizi yeniden keşfettiğimiz duygusuna kapılmamız da bundandır. Düşüncemize uygun bir kalıp bulamadığımız takdirde ciddi bir ihtiyaçla karşı karşıya geliriz. Bu ihtiyaç bütün bir organizmayı harekete geçmeye zorlar ve doğal olarak bir kelime ortaya çıkar.14 Dil, bu yeni doğmuş kelimeyle yeni bir zenginlik kazanır. Böylece, dili yaratanın düşünce mi, düşünceyi yaratanın dil mi olduğu bilinmezliğinde, bu iki fenomenin birbiri için yadsınamaz bir önemde olduğu kesinliğine ulaşırız.

Sözünü ettiğimiz bağlantı, dilin kelime ve terim olarak zenginliğinin, o dilin ait olduğu toplumun duygu ve düşünce zenginliğinin hem nedeni hem sonucu olduğunu gösterir.15 Duygu ve düşüncedeki zenginliğin, dildeki ve kelime sayısındaki zenginlik ile doğru orantıya ve sarmal bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Düşünce faaliyetinde kullandığımız dilin bazı özellikler taşıması gerekir. Bunlardan biri, kullandığımız dilin çağrışımlar yaptırabilecek derecede bizimle bağ oluşturabilmesidir. Yapay bir dil ile ne bilim yapılabilir ne de bir düşünce geliştirilebilir.16 Her kelime bir anlam ifade eder. Anlamın başkaca bir çabaya gerek olmaksızın zihnimizde oluşması, bizim bu kelimelerle gereken bağı sağladığımızın göstergesidir. Bu bağ kişinin ana dilinde doğal olarak vardır.17 Anadilin kök ve eklerinin bu dilin gramer kurallarına uygun bir şekilde kullanılması, kullanılan dil ile kullanan kişi arasında gerekliliğinden bahsettiğimiz bağı kurar ve düşüncenin sağlıklı bir şekilde meydana gelmesini sağlar. Ancak belirtmek gerekir ki, bir dilin kendi kurallarına uygun kullanılması, o dilin diğer dillerden hiçbir şekilde kelime alışverişinde bulunamayacağı ve diğer dillerle hiçbir şekilde etkileşime giremeyeceği anlamına gelmez. Bütün diller başka dillerden kelime alır verirler.18 Alınıp verilen kelimeler, yeni telaffuz ve imla ile girdikleri dillerde, o dilin kurallarına göre işlenerek ve kullanıcılarının zihinlerinde yeterli derecede yer ederek, o dilin bir zenginlik unsuru olurlar. Bir dilin yerel kimliği, kelime unsurunda olmaktan çok, bünyesinde ve üslubunda, genel ahenk ve edasındadır.19 Bu ahengi bozmayan diller arası etkileşimin dilin yerel kimliğini bozmaması, dilin doğal işleyişinin bir gereğidir.

Kelimeler, düşünce için hem dışsal hem içsel (afakî ve enfüsi) taşıyıcıdırlar. Dilin insan düşüncesini ortaya çıkarma ve düşünceye kişinin kendi zihninde taşıyıcı olma yönü, açıktır. Zihninde olgunlaşan ve anlam kazanan düşüncenin insanlar arasında aktarımı, yani dışsal taşıyıcılık, yine dil vasıtasıyla olur. Düşündüklerini başkalarına açmak ve düşünce trafiğinde yer almak istemeyen insan yoktur. Düşünerek yaşayan insanın diğer insanlarla beraber olma, yani toplumsal yaşama zorunluluğu dahi, dilin dışsal taşıyıcı olma yönünü anlamak için yeterlidir.

Bir ulusu ulus yapan öğelerden biri de dildir.20 Dil, kelimelerin örgüsü içinde ulusun fikirlerini, hayallerini daha geniş anlamıyla ruhunu ve hayatını taşır.21 Devletler yıkılsa, ülkeler işgal edilse, insanlar farklı devletlerin vatandaşları olarak yaşasa da, ulusları var eden dildir.22 Ve ulusun bağımsızlığını korumanın yolu da sahip olunan dili gereği gibi korumaktan geçer. Ancak bilinmesi gerekir ki, bir ulusun dili her türlü zorlayıcı müdahale dışında kendiliğinden gerçekleşir; bu, dilin doğal işleyişinin bir gereğidir. Ancak dile müdahale, dilin sırlarına nüfuz etmek ve mahiyetini bilmekle olur ki, bu da ancak bilimsel bir yaklaşımla mümkündür.23

Ulusal bilinç, kültürel ve tarihi birikim de dil vasıtasıyla taşınır. Bu bilincin oluşumunda, kültürel ve tarihi birikimin önemi çok büyüktür. Ulusal bilinç, her şeyden önce geçmişle sıkı bir bağı gerektirir. Bu bağ ise ilk sırada ve büyük ölçüde dil ile sağlanır. Burada dil, kendi gibi insana has bir başka kavram olan “zaman” ile birlikte karşımıza çıkar. İnsanın tarihinin olması dil ile mümkündür.24 Dil ile insan geçmişe ve geleceğe uzanmasını bilir.25 Geçmişi bilmesi ve geleceği hayal etmesi dil ile olur. Diğer canlıların tarihine anlam veren de insan ve onun dilidir.

Bir sabah güneşle beraber doğmuş bir uygarlık yoktur. Bir uygarlığın doğumu veya bir ulusun tarih sahnesinde yer edinmesi uzunca bir süreç ister ve yeryüzündeki bütün uluslar, birbirinden farklı da olsa, bahsettiğimiz süreçler neticesinde var olmuşlardır. Kimi zaman geçmişin aydınlığıyla aydınlanmak, kimi zaman geçmişin karanlığıyla hesaplaşmak dil sayesinde olur. Sahip olduğumuz birikimlerin bize intikalini bilmek de, yine dil aracılığıyla sağlanır. Toplumlar arasındaki etkileşimlerin toplumların kullandıkları dillere de bazı etkilerde bulunacağı kesindir. Bu etkiler bize, bugün sahip olduklarımızın geçmiş zamanlarda bizlere nereden ve nasıl intikal ettiğini gösterir. Bu ise, geçmişteki doğru veya yanlış her şeyi bilmenin ve geleceğe emin adımlarla yürümenin yegâne yoludur.

Bir dili özgülendiği amaca göre genel ve özel dil olarak ikiye ayırabiliriz.26 Genel dil, günlük yaşamda kullanılan ve herhangi bir alana özgü anlam taşımayan dildir. Buna, evde ailemizle ya da günlük işlerimizde muhataplarımızla konuşup anlaştığımız, arkadaşlarımızla sohbet ettiğimiz dili örnek verebiliriz. Diğer yandan, bir amaca özgülenen ve gösterdiği özelliklerle terminoloji haline gelen dil ise, özel dildir. İş yaşamımızda genelin ötesinde özel anlamlar taşıyan ve zamanla içeriği daha belirginleşen, kullandığımız alanda aktarmak istediklerimizi kendi özellikleriyle ifade eden dil, buna örnektir.

Dili farklı bir yönüyle incelediğimizde ise yatay ve dikey olmak üzere iki boyutlu bir yapıyla karşılaşırız. Yatay boyut rasyonel kategoriyi oluştururken, düşey boyut transandantal boyutu ifade eder. Yatay boyut şekilci ve açık anlatıma yöneliktir, dolayısıyla mantık ve dil bağı açısından daha uygun bir alandır. Dikey boyut ise lirik, sanatsal ve derin anlamlar taşıyarak dilin alanını genişletir.27 Dikey boyutun ağır bastığı bir kullanımda anlam, okuyanın subjektif durumuna göre değişebilecekken, yatay boyutun ağırlıklı olduğu kullanımda bu değişkenlik daha azdır.

Kısaca özetlemek gerekirse dil, insana özgüdür ve insanla ilgili olan her şeyle iç içedir. Bu nedenle farkında olmasak da, toplum hayatında karşılaştığımız birçok sorunla ve bunların çözümüyle uzak ya da yakın bir bağlantısı vardır. Dilin tüm sorunların çözümünde sihirli bir değnek olmadığını hepimiz biliyoruz, fakat belirli sorunlarla bağlantılı olan rolünü de görmezden gelemeyiz.

2-Hukuk ve Dil

Genel dil - özel dil ayrımı bağlamında hukuk dilinin özel bir dil oluşturduğu açıktır. “Hukuk dili” yasa dilini de içeren, fakat ondan farklı olarak hukuk uygulaması ve öğretisinde kullanılan dili de kapsayan geniş bir anlama sahiptir. Bu anlamda hukuk dili, yasa diline göre daha kapsamlıdır. Bununla birlikte, hukuk düzeninde yasanın temel belirleyici olduğu söylenebilir. Bu belirleyicilik hukukun maddi yönünde olduğu gibi şekli yönü için de söz konusudur. Bir başka anlatımla, hukukun içeriğini belirleyen yasa, onun şekli yapısını da belirler. Bu nedenle hukuk dili öncelikle yasayla bağlıdır ve dolayısıyla yasa dilidir. Ancak hemen belirtelim ki yasa dili de ulus dilidir ve öyle olmalıdır.28 Hukuk dili ve onu meydana getiren deyim ve terimler yasa ve mevzuat diliyle belirlenmekle, kendi bünyesini meydana getiren bu mevzuatın teminatı altındadır.29 Yargı organları, hukuk uygulayıcıları ve hukuk bilimcileri de hukuk dilinin oluşumunda etkilidirler, ancak bunlardan hiçbiri hukuk dilinin oluşumunda yasa dili kadar etkili rol oynamaz. Bu nedenle, birebir örtüşmese de, büyük ölçüde yasa diliyle hukuk dilini birbirinin yerine kullanmak yanlış olmaz.

Dilin, düşünce ve bilimdeki önemi daha önce belirtilmişti. Dil, düşüncelerin oluşumunda ve taşınmasında, yoğun düşünsel faaliyet gereken bilimsel çalışmaların ortaya çıkışında, ifadesinde30 ve ilgilileri arasında transferinde temel rol oynamaktadır. Dilin bilimdeki önemini Başgil'in "İlmin yarısı fikir, yarısı da lisandır" ifadesinde de görebiliriz.31 Hukukun da bir bilimi olduğu ve bunun diğer bilimler gibi yoğun düşünsel faaliyet gerektirdiği gerçeği karsısında, dilin hukuk biliminde de temel rol oynadığı bir gerçektir.

İnsanlar ancak düzen içinde yaşamlarını sürdürebilirler. Bu, toplum hayatında böyle olduğu gibi, bir odayı paylaşan iki kişi için de böyledir. Bir odayı paylaşan iki kişinin aralarında konuşarak ve anlaşarak odalarında bir düzen sağlamaları kolaydır. Bir evde ya da bir apartmanda yaşayan insanlar da kendi aralarında iletişim kurarak ihtiyaçları olan düzeni sağlayabilirler. Ancak, milyonlarca insanın bir arada yaşadığı şehirler ve ülkelerde, hatta gittikçe daha hızlı küreselleştiğine şahit olduğumuz dünyada, ihtiyaç duyulan düzenin sağlanması gündelik konuşma ve anlaşmayla yeteri derecede mümkün olmayacaktır. Basit iletişimsel dilin, tek başına yaşam düzenini sağlama olanağı giderek güçleşir.32

Toplumsal yaşamdaki beklentilerinin bir kısmını ve toplumsal yaşamı güvenceye almak için insan kural koyar.33 Bu yönüyle insanı kural koyan bir varlık olarak tanımlayabiliriz.34 Bir önceki paragrafta değinilen düzen gereksinimi ve bu gereksinimin her yer ve zamanda geçerli olacak mutlaklıkta sadece günlük iletişimdeki dil tarafından sağlanamayacağı gerçeği, bizi, insanın düzen gereksiniminin çıkaracağı yolu da incelemeye itmektedir.

İnsanlar, zaman içinde düzen gereksinimlerini karşılamak üzere bir takım değerler oluşturmuşlardır.35 Değer, sahip olunmakla toplumda belirli bir düzen sağlar. Değeri, içte beliren, dil vasıtasıyla süratle yayılarak topluma hâkim olan anlam olarak tanımlayabiliriz. Bu değerler üzerine yaşamını örgüleyen insanoğlu, huzurlu bir hayat sürebilmek ihtiyacını tatmin için bir irade sergilemekte ve bizi “hukuk”a götürecek bir zaman tüneline ilk adımını atmaktadır. İşte, yerleşik değerlerin zamanla daha karmaşık hale gelen toplum hayatını tanzim etmede yetersiz kalması, bahsettiğimiz karmaşayı çözüme kavuşturabilecek gelişmişlikte ve müeyyide kabiliyeti olan bir sistemi gerektirmektedir. Bu sistem ise hukuk sistemidir.

Hukuk, hakların korunmasıyla adaletin gerçekleşmesini sağlayan yazılı ya da yazılı olmayan kurallar topluluğudur.36 Bu kurallar topluluğu, günlük hayatta hukuki ilişkilerin bir düzene konması yanı sıra bir hukuki ilişki olmayan ve fakat toplum düzeninin sağlanmasında temel fonksiyonu yerine getirecek bazı anlam ve ilkeleri de belirtir. Uyuşmazlıkların çıkmasının kaçınılmaz olduğu insan hayatında bozulan düzenin yeniden tesisi, karmaşanın giderilmesi ve gasp olunan hakların hak sahiplerine iadesi de hukuk tarafından sağlanır. Bütün bu yönleriyle hukuku, “toplumda uyuşmazlıkların giderilmesi, davranış yönlendirme, egemenliğin örgütlenmesi ve meşrulaştırılması, yaşam koşullarının biçimlendirilmesi, hukuki sistemin korunması ve işlemesi gibi belirleyici, yönlendirici, bütünleştirici bir takım işler” gören karmaşık bir yapı olarak ifade edebiliriz.37

Hukukun ve dilin, toplumsal yaşamla ve bireysel insan yaşamıyla olan bağları ortak bir paydada değerlendirildiğinde, başkaca hiçbir neden olmasa dahi, hukukla dil arasında bir bağlantının olduğunu görebiliriz. Bu bağ kuralların dil aracığıyla ifade edilmesi zorunluluğundan doğar. Yazılı hukuka geçişle, yani kuralların yazıyla ifade edilmeye başlanmasıyla hukuk ve dil arasındaki bağ daha da güçlenmiştir. Bireyin toplum içindeki davranış ve ilişkilerini düzenleyip sınırlandıran yasalar ile bu yasaların anlamında ve yazılı metinler halinde saklanmasında kullanılan dil birbirinin ayrılmaz parçaları haline gelmiştir.38

Hukuk, bütün zamanlarda ve bütün mekânlarda aynı özellikte olmamıştır. Yazılı hukukun yanında yazılı olmayan hukukun da varlığından bahsedebiliriz. Kimi zaman yazılı olmayan hukuk bu doğasını korumakta, kimi zamansa kodifikasyonlar neticesinde yazılı hale getirilmektedir. Bu dönüşüm sonucunda kurallar daha kalıplaşmış ifadeler olarak karşımıza çıkar.39 Yazılı dil, yasa metinlerini taşıyıcı ve koruyucu olur. Bu yolla kuvvetlenen hukuk ve dil arasındaki bağ, yaşam hızı karşısında yetersiz kalan kazuistik yasa anlayışının soyut ve genel yasa anlayışına dönüşmesiyle daha da farklı bir nitelik kazanır.40

Kazuistik yasa anlayışında, yasa koyucu hukuk uygulamasında karşılaşılabilecek bütün durumları göz önünde bulundurarak, gerçekleşme ihtimali bulunan her olay için bir çözüm getirmeyi amaçlar.41 Zamanla daha da karmaşık hale gelen toplumsal yaşamda artan oranda karmaşık hukuki olaylarla karşılaşırız. Bu olayların çözümünde ve adaletin sağlanmasında kazuistik anlayışın yeterli olmadığı görüşü de kuvvet kazanır. Daha genel ve soyut yasalarla yargılama yapılması hem uygulamayı kolaylaştırmakta, hem de adaletin sağlanmasında daha doğru sonuçlara götürmektedir. Zamanla ortaya çıkan soyut ve genel yasa anlayışı hukuk ve dil arasındaki bağı daha güçlü hale getirmiştir.

Hukuk ve dil arasında var olan bu denli güçlü bağın, bu dil ile mesleği gereği iç içe olmak durumunda olan hukukçuya bakan yönleri de vardır. Hukuk uygulamacısı için dil, en önemli araçtır. Bu araç anlaşma için olduğu kadar anlatım için de önemlidir.42 Anlaşma ve anlatım hukuk uygulamacılarının kendi aralarında olduğu kadar, uygulamacıyla hukukçu olmayan vatandaşlar arasında da önemlidir. Çünkü okunan bir mahkeme kararının muhatabı vatandaş olduğu gibi, vekâlet verdiği avukattan bilgi almaya çalışan kişi de yine vatandaştır.

Hukukçunun görevi yasayı tatbik ederek, olayı yasa gözüyle ölçmektir.43 Bunu yaparken hukukçu dili kullanır. Olayı dil aracılığıyla dinleyen hukukçu, yasayı dil vasıtasıyla inceleyecek ve kararını verecektir. Bu nedenle dildeki ve özellikle hukuk dilindeki her eksiklik ya da hata, büyüklüğü nispetinde, gerçekleşmesi beklenen çözümü adil olmaktan uzaklaştırabilecektir.

Hukukçu yorum yapar ve hukuk yorumla anlam kazanır.44 Bu bağlamda hukuk-dil ilişkisinde iki ana sorun karşımıza çıkar. İlki, hukuk normlarının nasıl anlaşılıp yorumlanacağı ve uygulanacağıdır. İkincisi ise, bir hukuk ya da hukukçular dili ve uygulaması karşısında hukukun tipik muhatabının durumudur.45 Soyut ve genel yasalarda yorum kaçınılmazdır. İçtihatla oluşturulan hukukta ise daha önce bir kararın verilmesine sebep olan olayın aynen tekrar etmesi pek mümkün olmadığından, yine daha önce oluşturulan kural üzerinden yorum yapılacaktır. Kendisine başından geçen olayı anlatan kişiyi dinleyen avukat da, mahkemede sorgulanması gereken kişiyi sorguya çeken hâkim de, gerek dinlediklerini gerek ilgili hukuk kuralını yorumlamak durumundadır.

Özel dil olan hukuk dili hiçbir zaman mutlak sınırlarla genel dilden ayrılamaz. “Hukukun toplumsal işlevlerinin her biri hukuk dilinin doğal dilden, genel dil çerçevesinden hiçbir zaman kopamayacağını gösterir”.46 Çünkü hukukun tipik muhatabı olan vatandaş, toplumsal yaşamın her karesinde genel dili kullanmaktadır. Konuşulan dilden etkilenmeyen, konuşulan dilden kesin hatlarla ayrılan hukuk dili olamaz.47 Hukuk dilinde kullanılan terimlerin arası genel dil ile doldurularak bu terimler anlam ifade eder hale getirilir. Ayrıca hukuk terimleri, büyük çoğunlukla, genel dilde benzer anlamlar ifade eden kelimelerden oluşur. Günlük dilde söylemek istediğimizin karşı tarafça öyle ya da böyle anlaşılması yeterlidir. Günlük yaşamda kullandığımız genel dilde, tam anlamıyla yerini tutmasa da, kastedileni karşı tarafa aktarabileceği oranda kelimeleri birbirleri yerine kullanabiliriz. Fakat bu, özel bir dil olan hukuk dili için yeterli olmaz. Hukukun kendine özgü teknik ve bilimsel bir dili olması hukuk kültürünün bir gereğidir. Ve bu dil, zaman içinde birikimini yaparak kendine özgü niteliğini oluşturur. Diyebiliriz ki, zaman içindeki serüveni, hukukta kullanılan dile terminolojik bir anlam ve içerik kazandırmıştır. Bu yönleriyle hukuk dili, genel dilden tam anlamıyla kopamasa da ondan oldukça uzak bir dil haline gelebilmektedir.48 Diğer yandan, özel hale gelen hukuk dili genel dilin oluşumunda etkili olmaya başlayabilir.49

Yukarda değinilen genel dilin iki boyutluluk özelliği doğrudan hukuk diline de yansır. Bir başka deyişle, dilin yatay ve dikey boyutu hukuk dilinin belirlenmesinde ayrıca önem arz eder. Yatay boyut şekli ve açık anlatıma yönelik olması nedeniyle hukuk dili için daha elverişlidir. Yaşayan gerçekliğin gösterdiği türlülük açısından vazgeçilmez olan dikey boyut ise, giderek subjektif çağrışımlara dönüşebileceği için dilin hukuk alanında kullanım elverişliliğini olumsuz etkilemektedir.50 Özetle diyebiliriz ki, dilin yatay ve dikey genişliğe sahip olması hukuka ilişkin pozitivist değerlendirmedeki ‘tek doğru cevap’ teziyle bağdaşmaz.51 Çünkü hukukta da kullanılsa, bir dilin dikey boyutundan tamamen sıyrılması mümkün değildir.

3-Yasaların Dili

Hukukla dil arasındaki bağlantının bilinmesi, bizi ikinci bir aşama olarak hukuk dilinde en belirleyici aktör olan yasa diline götürür. Yasa dilinin nasıl olması gerektiği sorunu, prensip itibarıyla üzerinde kolaylıkla anlaşılabilen bir sorundur. Bu konu üzerinde çelişkili ifadelere günümüzde pek rastlanmaz. Yasa dilinin nasıl olması gerektiği konusundaki düşünceler gibi, bu gerekliliğin sağlanamadığı durumlarda ortaya çıkacak olan olumsuzluklar konusunda da benzer görüşlerin varlığını görebiliriz. Yani, yasa dilinin olması gerekenden farklı biçimde kaleme alınması durumunda ortaya bazı sorunların çıkacağı ve bu sorunların hemen hemen neler olacağı konusunda genel bir mutabakat vardır. Örneğin, yasa dilinin halk tarafından anlaşılabilir bir dil olması gerektiği yaygın bir görüştür. Halk tarafından anlaşılmanın bir zorunluluk olmadığı şeklinde görüşlerle de karşılaşılmıştır; fakat bu görüşlerin önemli bir çoğunlukta olduğu söylenemez.52 Diğer yandan, teşhis konusundaki mutabakata tedavi konusunda rastlanmaz; yani yasa dilinin olması gerekene uygun olarak nasıl oluşturulabileceği
konusunda tam bir uzlaşı yoktur.

Bir yazının nasıl bir dille kaleme alınacağı her şeyden önce o yazıyla ne amaçlandığına bağlıdır.53 Bu itibarla, yasa dili söz konusu olduğunda, bu dilin belirlenmesinde yasayla ne amaçlandığının saptanması ve bu amacın gerçekleştirilmesinde nasıl bir dilin kullanılması gerektiğinin ortaya konulması zorunludur. Yasa, bir hukuk düzeni yaratma çabasının ürünüdür ve yasayla kendisine yönelinen, insandır. Hukuk, isnat yeteneği olmayan, yaptıklarının sonuçlarını kestiremeyecek kadar akli yetilerden yoksun olan bir insanın yaptıklarıyla, fiil ve hukuki işlem ehliyeti tam olan bir insanın yaptıklarına aynı bakmaz. Bunlardan ilki, hukuk düzenince birçok hukuki sonuçtan korunmakta ve içinde bulunulan subjektif durum, yapıp ettiklerinin hukuki değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulmaktadır. İkincisi ise, hukuki değerlendirmede yasalarda öngörülen hükümlerle objektif olarak dikkate alınmaktadır. İkinci kategoride karşımıza çıkan bu durumun nedeni, yasaların bu kategorice bilindiği varsayımıdır. Hukuk düzeni objektif değerlendirmede kendi yasalarına tabi olan bütün kişilerin yasaları bildiğini kabul eder ve bu kabul ediş neticesinde uygulamalarını da bu prensip üzere yapar.54 Bütün bu varsayım ve kabul edişlerin ortak değerlendirmesinde karşımıza çıkan tablo, hukuk düzenini meydana getiren yasaların herkesçe kolaylıkla anlaşılabildiğinin yine hukuk düzenince peşinen kabul edilmiş olduğudur. Anlaşılabilirliğin peşinen kabul edildiği ve uygulamaların bu prensibe göre yapıldığı bir hukuk düzeninde anlaşılabilirlik bir zorunluluk olarak ortaya çıkmakta, bunun sağlanamamış olması bazı sorunların doğumuna yol açmaktadır.

Yasaların kolaylıkla anlaşılabilir olması ve endişe duyulan sorunların doğumunun engellenmesi, bu yasaların halkın yabancı olmadığı bir dille yazılmasına bağlıdır. Yasalar halkın yabancı olduğu bir dille kaleme alınırsa, halk bu dille yazılmış yasalara da yabancı olacaktır. Bu durumda bireyler, özgürlüklerinin ve bu özgürlükler çerçevesindeki eylemlerinin sonuçlarını kestiremeyeceklerdir. Eylemlerinde yasaları ölçü alamayan kişilerin kendi tutkularınca hareket etmesi doğaldır. Herhangi bir şekilde sınırlanmayan tutkuların ise, içinde bulunulan düzende aksamalara sebebiyet vermemesi ve hukuk düzenince uygun görülmemiş davranışların ortaya çıkmaması pek de ihtimal dâhilinde değildir.55 Ayrıca uyuşmazlıkların çözümünün aranacağı yargı organları da bu anlaşılmazlıktan payına düşeni alacaktır. Önüne gelen sorunun çözümlenmesinde, hatta olayın vasıflandırılmasında yasadaki anlaşılmazlık nedeniyle zorluk yaşayan uygulayıcı, yasanın anlamını belirlemede ve adil bir hüküm vermede anlaşılabilir bir yasaya oranla daha çok zaman harcayarak hukuktan beklenen neticeye ulaşmaya çalışacaktır. Bu ise yargı organları için adaletin gerçekleştirilmesi yolunda gereksiz bir zorluktan başka bir şey değildir.

Anlaşılabilirliğin sağlanması kullanılan dilin özelliklerine bağlıdır. Açıklık, sadelik, bilimsel tutarlılık ve terim birliği, kesinlik ve belirginlik yasa dilinin vazgeçilmez özelliklerindendir.

Yasa dili açık ve sade olmalıdır. Bütün yazılar için olduğu gibi, yasa metni için de geçerli ve gerekli olan, açıklık ve sadeliğin her şeye tercih edilmesidir.56 Kapalı, zor anlaşılır metinler hakların kaybolmasına neden olabilir.57 Açık ve sade olmaması nedeniyle yasayı anlayamayan, bir takım haklarının var olduğundan ve bu hakların korunması için hukuki bazı yollara başvurabileceğinden habersiz yaşayan insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda hakların sahiplerini bulabilmesinden söz etmek mümkün değildir. Ayrıca hukukun sadece teknik anlamda adaleti dağıtıyor olması yetmez. İçerik açısından mükemmeliyeti sağlayan bir yasa, mutlak adaletin sistemleştirilmesinde hukuka önemli katkılar sağlayabilecek olsa da, zor anlaşılır bir dil, yasanın yöneldiği insanların davranışlarında hukuk kurallarından faydalanmalarını ve hukuku davranışlarında kendilerine rehber edinmelerini zorlaştıracaktır. Bu durumda, ortaya çıkan uyuşmazlıkların yasadaki adil çözüme uygun bir sonuca ulaşmaları mümkün olabilse de, insanların hukukun rehberliğinde bir hayat yaşamaları zorlaşacak, hukukun önleyici (proaktif) yönü ihmal edilmiş olacaktır. Zira, çıkan uyuşmazlıkların çözümü dışında uyuşmazlıkların çıkmasını önlemek de hukuktan beklenir.

Gereksiz cümlelerin ve yersiz ayrıntıların hukuki bir yazıda yeri olmayacağından, yasa metninde de bu hususa dikkat edilmesi gerekir.58 Zorunlu olmadığı halde yasa metnine dâhil edilmiş cümle ve ayrıntılar, yasayı okumak durumunda olan kim olursa olsun, varlığı gibi gereksiz bir yorgunluğa ve karışıklığa sebep olacaktır. Ayrıca, yasa bir mantık sanatı olmadığından aşırı inceliklerle okuyucuya zor anlar yaşatmamalıdır.59 Çünkü yasanın amacı bu tür incelikler ve söz cambazlıkları yapmak değildir; bunlar yasayla amaçlananın gerçekleşmesinde önemli bir engel olabilecektir.

Yasa dilinde açıklık ve sadelikle anlaşılabilirliğin sağlanmasında önemli bir ölçü, yaşayan dil ölçüsüdür. Açık, sade ve herkesin anlayabildiği metinler yaşayan dilde yazılan metinlerdir. Yaşayan dil, daha önce de belirtildiği gibi, halk tarafından bizzat konuşulan ve yazılan dil, kısaca kullanılan dildir. Abartılı ve yapay bir dil ile hukuktan beklenin yerine getirilmesi mümkün değildir. Kolayca bilinmeyen eski ya da yabancı asıllı kelime ve terimlerle, halk tarafından daha benimsenememiş yeni kelimelere yer veren bir yasa metninin anlaşılması güçtür.60 Toplum hayatıyla içiçeliği ve toplum hayatına tesiri bakımından yasa dilinin halkın diline çok yakın olma zorunluluğu vardır. Bu nedenle yasa dili konusunda yasa koyucunun görevi, yaşayan halk dilinden seçilerek oluşturulmuş, hukuk uygulamasında ve öğretisinde istikrar kazanmış yaşayan hukuk dilinin tespiti ve kullanılması olmalıdır. Başgil’e göre, yasama organı, temsil ettiği halkın ağzı ve beyni gibidir. Şüphesiz ki parlamento, en yüksek iradeyi temsil eder ve geniş yetkileri vardır. Fakat bu, yasama organına, ulusun dilini değiştirme, memlekette konuşulmayan ve kelimeleri ancak resmi bir ‘sözlük’ yardımıyla anlaşılabilen yasa yapma, bunları anlamak için, yalnız halkı değil, aydın okuryazarı bile cepte bir ‘sözlük’ taşımaya mecbur etme, hocaları verecekleri dersin ve hâkimleri yazacakları hüküm ilamının kelimelerini ‘sözlük’ten ezberlemeye zorlama yetkisini vermez.61 Bu düşünceyi hukukun kendi evrimiyle beraber yasa dilinin evrimi çerçevesinde de değerlendirebiliriz. Zamanla değişen yaşayan dilin yasa dilinin de değişmesi sonucunu doğurması olağandır. Bu değişimin ise Başgil’in yukarıda belirtilen düşünceleri çerçevesinde yasama organı tarafından takip edilmesi zorunludur. Bazı kelime ve terimler yasaların yapıldıkları tarihlerde canlılıklarını koruyorlarsa da, canlılıklarını yitirdikleri zaman anlaşılabilirliğin yeniden sağlanabilmesi için ilk fırsatta yerine kullanılmaya başlayan canlı kelime ve terimlerle değiştirilmelidirler.62

Yasada kullanılan dil, kesin, belirgin ve okuyan herkeste aynı düşünceyi uyaracak bir dil olmalıdır.63 Bu dil, gerek uygulamada, gerek yasanın anlamının ortaya konmasında şüphe ve tereddüde yer vermeyecek,64 okuyanları kapsamın belirlenmesinde sorunlarla karşı karşıya bırakmayacak şekilde olmalıdır. Bu ise, yasada kullanılan kelime ve terimler üzerinde gerekli anlaşmanın (konvansiyonun) sağlanması demektir. Anlamın kişinin duygululuk derecesine ve kişisel değerlerine göre belirebileceği bir dil yasa dilinde kullanılmamalıdır.65 Yasa dilinin bu özelliği, daha önce de üzerinde durulduğu gibi, dilin yatay ve dikey boyutlarından yatay boyutun dile daha hâkim olmasını gerektirir. Bu durumda, kullanılan kelime ve terimlerin anlamlandırılmasında tereddüt kısmen engellenmiş olabilecektir. Ancak, unutulmaması gereken bir şey var ki, yasada kullanılan kelime ve terimlerin anlamlarının istenen kesinlik ve belirginlikte olması, yasanın anlamının ortaya çıkarılmasında şüphe ve tereddüdün olmaması, yasanın ait olduğu hukuk düzenindeki hukuki düşüncenin ve düşünsel göstergelerin gerekli olgunluğa ulaşmasına da bağlıdır.66

Yasa dilinin kesinlik ve belirginlik özelliği, uygulamada ve yasa ile bağlı olan halkın temel haklarının ve özgürlüklerinin korunabilmesinde de çok önemlidir. Özellikle kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin meşru nedenlerle sınırlanabildiği ceza hukukunda kullanılan dilin bu özellikleri taşıması ve ceza yasalarındaki kesinlik ilkesinin gereklerinin yerine getirilmesi özgürlüklerin vazgeçilmez güvencesidir.67 Ne anlama geldiği tam belli olmayan bir yasa hükmünce yargılanan bir kişinin, kendileri de insan olan ve haliyle kendince doğruları ve düşünceleri bulunan yargıçlarca tarafsız olarak yargılanması ve kararın üst yargı organlarınca yine aynı tarafsızlıkla denetlenmesi güçleşecektir. Bu, hukuktan beklenen “adil yargılama”ya gölge düşürebilecektir. Beaugrande ve Dressler tarafından dikkat çekilen, vergi kanunlarındaki belirsizlik ise hayli ilginçtir. Çünkü devletler vergi kanunlarını muğlâk bir dille kaleme almakta ve bu yolla çok paralar kazanmaktadırlar.68 Kesinlik ve belirginliğin Anayasa’da sağlanması daha da önemlidir. Çünkü Anayasa’nın, gerek temel hak ve özgürlüklerin korunmasındaki, devletin esas kuruluş ve işleyişinin düzenlenmesindeki temel yasa olma rolü olsun, gerek Hart’ın “tanıma kuralı”ndaki rolü olsun, hukuk düzeni için merkezi bir önemi vardır ve normlar hiyerarşisindeki diğer alt normların geçerliliğe ve beklenen içeriğe sahip olmaları Anayasa’ya uygunluklarına bağlıdır.

Kelime planında bilimsel tutarlılık ve terim birliği de yasa dilinde olması gereken diğer özelliklerdir. Bilimsel tutarlılık, terimlerin bir köke dayanılarak türetilmesi69 ve dilbilgisi çözümlemesinde doğru anlamın doğru sözcüğe yüklenmiş olması olarak tanımlanabilir. Bu hukuk biliminde karşımıza çıkacak ve yasa diline doğrudan etki edecek bir özelliktir. Kelime ve terimler uygulamayı ve öğretiyi de içine alan hukuk düzeninde meydana getirilir ve daha sonra yasa diline yansır. Bilimsel tutarlılığın sağlanması eskilerin “galat-ı meşhur” diye adlandırdıkları, dilde çok yaygın olarak kullanılan ve neredeyse doğrusu yerine ikame olunan yanlışların da önüne geçecektir. Bu tür yanlış kullanımlar kastedilen anlamı anlaşma (konvansiyon) nedeniyle taşıyabilse ve kullanımdan beklenen amacı yerine getirse bile, hukuk biliminin kavramsal gelişiminde, daha sonra bu yanlış kullanımlar üzerinden geliştirilecek yeni kavramlarda henüz anlaşma (konvansiyon) sağlanmamış olacağı için, kastedilen anlamı karşılamayan ve her okuyanda aynı anlamı çağrıştırmayan yanlış kullanımların ortaya çıkmasına neden olabilecektir.

Terim birliği, yasada kullanılan kavramlara aynı anlamların yüklenmesidir.70 Yasada kullanılan terimlerin tek bir anlamda kullanılıyor olması terim birliğinin sağlanmış olduğunu gösterir. Bu, yasanın anlamlandırılmasını kolaylaştıracak, yasada kullanılan terimin her okuyanda aynı anlamı çağrıştırmasını sağlayacak, böylece okuyanı her defasında o terimin anlamını araştırma külfetinden kurtararak hem zaman kazandıracak, hem de dikkatin asıl yoğunlaşması gereken noktaya yönlendirilmesini sağlayacaktır. Ayrıca aynı anlamlar aynı kelimelerle ifade edilmelidir.71 Anlamı taşıdığı düşüncesiyle değişik kelimelerin birbirinin yerine kullanılması, örneğin “hukuki sebep” yerine “hukuki neden” denmesi, “sebepsiz zenginleşme” yerine “nedensiz ya da dayanaksız zenginleşme” denmesi hukuk düzeninin kavramsal açıdan bütünlüğünün bozulmasına neden olabilecektir.72 Ve yasada kullanılan kelimenin anlamındaki uyuşmazlık yasadan beklenen sonucun aksine sonuç doğurabilecektir.

Yasa dili ile ilgili belirtilen özellikler içerisinde, yukarıda açıklananlar kadar merkezi önemde olmasa da, bir özelliğe daha değinmek yerinde olacaktır. O da yasa dilinin üslubunda bulunması gereken estetiktir. “Üslup temiz ve zarif, kolay ve berrak olmalı, okuyanda cazibeli bir intiba bırakmalıdır”.73 Böyle bir üslup, ifadeleriyle kulakları tırmalamaz, uzun ve karmaşık yapıda olmak durumda kalan yasa dilini mahiyetinden kaynaklanan anlaşılmazlıklardan kurtarır. Bu konuda, Huber’in yasanın orta düzeyde bir okuyucu tarafından okunduğunda okuyanın kalbinde hissedilmesi gerektiği yönündeki görüşü de önem kazanır. Böylece yasanın sadece uzmanlar için değil, halk için de anlaşılabilir olması kolaylaşacaktır. Huber, mimarı olduğu İsviçre Medeni Kanunu’nda arzuladığı gerekliliği, teknik-hukuki terimlerden, maddelerde bir diğer maddeye atıflardan, tali hükümleri cümlelerin arkasına gizlemekten kaçınarak ve anlamlı, açıkça anlaşılabilir cümleleri yabancı kelimelerden çok yerel kelimelerle kurarak sağlamaya çalışmıştır.74

Yasa dilinin olması gerekene doğru evrilişinin genel olarak yasanın bir takım özelliklerinden ve yasama organından kaynaklanan bazı engelleri vardır. Bu engeller yasa dilinin söz konusu evrimini yavaşlatmakta, bazen de engellerin kaldırılmasına kadar onu tamamen durdurmaktadır.
Bu engeller, birçok kez eleştiri konusu olmakla beraber, konunun uzmanları tarafından özellikle bazı yönleriyle kaçınılmaz bulunmaktadırlar. Anlaşılması güç, karmaşık ve uzun cümle yapıları, anlamsız tekrarlar ve eski kullanımlar, teknik hukuki terimler, bildik kelimelerin bilinmeyen anlamlarda kullanılması75 ve çeşitlilik içerisindeki hakların ifadesindeki güçlük söz konusu engellerden bazılarıdır.76 Yasa dilinin anlaşılırlığını olumsuz etkileyen bu engellere kısaca değinmek yerinde olacaktır.

Zamanın ilerlemesiyle birlikte gelişen insan yaşamı birçok yenilikle bizi karşı karşıya getirir. Her yeniliğin insan hayatında yer edinmesiyle birtakım haklar doğar. Yeni haklar bu hakları ifade eden yeni kavramlarla yasa dilinde çeşitliliği doğurur. Hakların çeşitliliği ve bir hakkın korunmasında gösterilen titizlik yasalarda sadeliği bozar. Her hakkın hukuk tarafından belirtilip koruma altına alınmak istenmesi yasadaki sadeliği ister istemez güçleştirecektir.77
Yasada bulunması gereken belirginliği ve yasanın neyi kastettiğinin anlaşılmasını, içerikte belirtilen sınırların net bir şekilde ortaya konabilmesini, metne açıklık getirilmesini, anlam bulanıklıklarının önüne geçilmesini sağlamak üzere her türlü ayrıntıyı kapsama çabası, yasa dilini anlaşılmazlığa doğru götürür. Yasaya tabi olan insanların yükümlülüklerinden kaçmak isteyebileceklerini veya kendilerine tanınan hakların sınırlarını zorlamak isteyebileceklerini göz önünde bulundurmak durumunda olan yasa koyucu, kuralları mümkün olduğunca ve dilbilimsel kaynaklar elverdiğince açık ve her hukuki ayrıntıyı kapsayacak şekilde hazırlamaya çalışır. Bu ise yasanın çok kapsamlı ve detaylı, haliyle de uzun olmasına neden olur. Bu da anlaşılırlık düzeyinin düşmesine yol açan bir başka etkendir.78 Buna bir de, uzun ve karmaşık cümlelerdeki dilbilgisi hataları eklenince yasa dilinin karşı karşıya kaldığı anlam kargaşası daha da artmaktadır.

Yasa dilinin anlaşılırlık seviyesini düşüren bir diğer neden de, metinlerde teknik hukuk terimlerinin ve formüllerinin sıklıkla kullanılıyor olmasıdır.79 Ayrıca daha önce genel dil-özel dil ayrımında üzerinde durulduğu gibi, çoğu kez yasada yer alan kelimelerin halkın kullandığı anlamlardan farklı ve özel bir anlamda kullanılması, yasa dilini genel dilden uzaklaştırarak daha özele ve daha az kimse tarafından anlaşılabilir olmaya götürmektedir.80
Belirtilen bu nedenler, kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, yasanın birtakım kendi özelliklerinden kaynaklanır ve bunlara doğal nedenler diyebiliriz. Bununla beraber, bir madde içinde birçok şey söylemek, meclis müzakerelerinde parlamento üyelerinin dikkatini çekmemek çabası, yasayı hazırlayanların onu kasıtlı bir anlaşılmazlığa sürüklemelerine de neden olabilmektedir.81 Daha önce değinilen, vergi kanunlarının muğlâk hazırlanış nedenleri ve yazının genelinde ifade edilen diğer nedenler göz önüne alınırsa, yasa dilinin anlaşılmazlığında doğal olmayan pek çok etkenin de var olduğu kanısına ulaşılır.

Doğal nedenlerin ortadan kaldırılması tamamen mümkün olmasa da, etkilerinin dilin kullanılmasındaki ustalıklarla82 azaltılabileceği unutulmamalıdır. Hirş’in dediği gibi, “Hukukçu, kelimeleri tartmasını, onlara en isabetli anlamı vermesini ve sözcükleri yerinde kullanmasını bilen kimsedir”.83


4- Türkiye’de Yasa Dili

Bugünü de kapsayan Cumhuriyet dönemi yasa diline değinmeden önce, bu incelemeyi daha anlamlı kılmak ve bazı noktaların aydınlanmasını sağlamak üzere, Cumhuriyet öncesi Türk yasa diline kısaca değinmek yararlı olacaktır.


a) Cumhuriyet Öncesi Türk Hukukunda Yasa Dili

Cumhuriyet öncesi Türk hukukunu Tanzimat öncesi ve sonrası olarak iki kısma ayırabiliriz; ancak hukuk dili açısından böyle bir ayrıma gitmek çok da anlamlı olmayacaktır. Çünkü, hukuk dili açısından Tanzimat sonrası dönemde de önceki dönemin anlayışı ve özellikleri fazlasıyla kendini göstermektedir. Bu dönemde kullanılan kaynaklar İslam hukuku kaynakları olduğu için genel olarak Arapçadır. Az sayıda ilk elden Osmanlıca olanlar var ise de, çoğu ya tercüme ya da Arapça eserlere yapılan şerhlerdir. Örneğin, Mehmed Mevkûfatî’nin “Mevkûfat”ı, Arapça Mülteka el-Ebhur’a yazılmış Osmanlıca şerhtir. Zaten eğitim ve uygulamada da Arapça eserler çoğunlukla kullanılmıştır.

Osmanlı’da hukuk kaynağı olarak kullanılan eserlerin çok veciz (özlü) bir dille yazıldıklarını görebiliriz. Az sözle çok şey anlatma bu kaynakların dilinin önemli bir özelliğidir.84 Geniş içeriğin çok kısa metinlerde eksiksiz işlenmeye çalışılmasıyla hukuk metinlerinin çok kısa olduğu görülür.85 Bunun eğitim sisteminden kaynaklanan önemli bir nedeni olduğu düşünülebilir; çünkü bu durumda, geniş içeriğine göre kısa metinler ezberi kolaylaştırmakta, kolayca ezberlenebilen metinlerin içerikleri alanın uzmanı hocalar tarafından açıklanmakta, ne anlama geldiğini öğrendikleri metinleri kısalıkları sonucu ezberlerinde tutabilen hukukçular uygulamada kolaylıkla faaliyette bulunabilmektedirler. Bu eğitim sistemi nedeniyle uzman bir eğiticinin gözetiminde öğrenilmeyen bilgiye bilimsel açıdan itibar edilmemiştir.
Cumhuriyet öncesi Türk hukuk eğitimini de içine alan genel eğitimde karşılaştığımız bir başka çarpıcı nokta da, dil eğitimine verilen önemdir. Eğitime başlayan bir öğrenci okumak istediği alandan önce dil eğitimi almaktadır. Bu, ilkin, kelime bilgisine yani morfolojiye dair sarf eğitimi, ikinci olarak, cümle bilgisi yani sentaksa dair nahiv eğitimi ve son olarak, edebi kullanıma dair belagat eğitimi olarak üç kısma ayrılabilir. Alan eğitimi ise bundan sonra verilmektedir. Bu eğitim şeklinin etkileri dönemin hukuk biliminde de görülmektedir.

Kaynaklarda kullanılan dilin teknik açıdan iyi olduğu söylenebilir. Ancak dilbilimin nüanslarıyla beraber etkileyici hale gelen bu dil, halkın bütününün bu seviyede bir dil eğitiminden geçmesindeki güçlük edeniyle zor anlaşılır olmuştur.

Kendi sistemi açısından bütün hukuk dallarının tek bir kitapta toplanabilmesi ve bu kitapların hacimce çok küçük olmaları, hukuk dili açısından önemli ipuçları verir. Kısa metinlere bütün hukuk alanlarının sığdırılmaya çalışılmış olması, az sözle çok şey anlatabilmek demek olur ki bu, anlaşılması, dilbilimin teknik kullanımları nedeniyle zorlaşmış metinlerin ortaya çıkması demektir. Burada, daha önce de temas edildiği gibi, dilin bir mantık sanatı olmaya doğru yönelişi vardır. Ayrıca, hukukun ve hukuk dilinin önemli bir boyutuna da dikkat çekmek gerekir. Sözü edilen sistemde, İslam hukukunun kendi adalet düşüncesine uygun olarak, bu adaletin söz konusu kaynaklara göre kusursuzca gerçekleştirilmesi mümkün olabilir. Ancak, hukukun önleyici rolünün bu sistemde hukuk kaynaklarından beklenmediği görülür.86 Yani bu kaynaklarda hukukun önleyici rolüne dair bir amaç gözetilmemiştir. Hukuk kaynaklarının anlaşılmaması gerektiği hiçbir şekilde savunulmamış olsa da, anlaşılmasına dair bir endişe de duyulmamıştır. Hatta “bu kaynaklar halk tarafından anlaşılmasa da olur” şeklinde bir düşüncenin de varlığından söz edilebilir.87 Bunun iki sebebi olabileceği düşünülebilir. Birincisi, bu önleyicilik hukuktan çok toplumun çeşitli kesimlerinin sahip olduğu dini kültür tarafından üstlenilmiş olabilir. İkincisi ise, o dönem itibarıyla kitap basımının yaygın olmaması ve halkın bu kaynaklara ulaşmasının zorluğu olarak gösterilebilir. Kitap sayısı azdır, mevcut olanlarsa hukuk bilimi ve uygulamasıyla uğraşan belirli kişilerin elinde bulunabilmektedir.

Her ne sebeple olursa olsun, Cumhuriyet öncesi hukukun kaynakları dil olarak hukukçu olmayanlarca zor anlaşılır biçimde kaleme alınmıştır. Bu yazımın ise gerek anlayış gerek zorunluluk olarak bir süre Cumhuriyet sonrası Türk hukukunda da devam ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca kaynakların çoğunun Arapça olması ve hukuk eğitiminin bunlarla yapılıyor olması, hem dönemin hukuk dilinin88 hem de günümüzde de hala varlığını sürdüren hukuk terimlerinin89 çoğunlukla Arapça kökenli kelimelerden olmasına yol açmıştır.


b) Cumhuriyet Sonrası Türk Hukukunda Yasa Dili

Cumhuriyet öncesi hukuk dilinin Cumhuriyet sonrasında bir anda yepyeni bir dile dönüştüğü söylenemez. İsviçre Medeni Kanunu’nun kabulüyle başlayan dönemin yeniliği, içerikte olduğu kadar hukuk dili için söz konusu olmamıştır. Bir yasanın yürürlükten kaldırılması ve yerine yeni bir yasanın kabulü hukuk düzeni için yepyeni bir dönem başlatmış olsa da, mevcut hukuk dili uzun süre daha bir zorunluluk olarak varlığını devam ettirmiştir.

Eski hukukta kullanılan dil yeni hukuka geçişte de hukukçuların en önemli aracı olarak karşımıza çıkar. Eski hukukta kullanılan terimlerin farklı bir içerikte yeni hukukta yerlerini almış olmaları, eski hukuk dilinin yeni hukukun da dili olarak yaşamına devam etmesine neden olmuştur.90 Eski hukuk dilinin üslup ve ifadelerinin iktibas edilen yasaların tercümesinde yeni hukuki kurumlara karşılık olarak kullanılması, bu iktibaslar sırasında Türkiye’de yeni hukukun taşıyıcısı olacak bir hukuk dilinin mevcut olmadığının göstergesidir.91 Bu dil, hukuk devrimini izleyen daha sonraki yıllarda oluşmaya başlayacaktır.

Hemen belirtmek gerekir ki, yeni bir dilin oluşumu hukuk devrimini izleyen yıllarda başlamış olsa da, bu dilin oluşumuna zemin hazırlayan yeni dil akımı hukuk devriminden çok daha önceleri başlamıştır. Resmi olarak ise bu akım, Milli Mücadelenin ilk zamanlarında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin seçtiği İcra Vekilleri Heyeti’nin ilk programında yer almıştır. Meclis’in 9 Mayıs 1920 tarihli toplantısında (Meclis’in ilk açılışından 16 gün sonra ve Medeni Kanun’un kabulünden 6 yıl önce); milletin mizacına, coğrafi şartlara, iklimimize, tarihi geleneklerimize ve sosyal hayatımıza uygun bilimsel ders kitapları hazırlamak, halk kitlesinden kelimeleri toplayarak dilimizin sözlüğünü (kâmusunu) yapmak gerekliliği ifade edilmiştir.92 Fakat dönemin daha öncelik tanınan konularından olsa gerek, dil konusu çok daha sonraları ele alınmak durumunda kalmıştır.

1941 yılına gelindiğinde Maarif Vekâleti tarafından İstanbul Üniversitesi, bünyesindeki fakültelerde bilim terimlerini öztürkçeleştirmek üzere komisyon kurmakla görevlendirilmiştir. Fakat Hukuk Fakültesi çalışmaları, terimlerin yasa ile bağlı olduğu, bu terimler üzerinde çalışılamayacağı, değişime ilkin yasalarla başlanılması gerektiği gerekçesiyle ertelenmiştir. 1942 yılında ise, Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nu öztürkçeye çevirmek üzere Ankara’da komisyon kurularak bu konuda bir proje hazırlanmıştır.93

Hukuk dilinin sadeleştirilmesi çalışmaları ilk meyvelerini birkaç yıl sonra vermiş ve 20.04.1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanunu, 10.01.1945 tarih ve 2695 sayılı yasa ile “Anayasa” olmuştur. Ayrıca, yabancı gramer kurallarıyla kurulan terkipler metinden çıkarılmış ve bunlar birçok terim gibi Türkçeleştirilmiştir. Fakat 1945’de Türkçeleştirilen Anayasa’nın ömrü çok uzun olmamış ve 24.12.1952 tarihli ve 5997 sayılı yasa ile Anayasa’nın metni tekrar eski haline getirilmiştir. 27 Mayıs askeri müdahalesi neticesinde hazırlanan 1961 Anayasası’nın dili ise, 1945’deki değişim hareketinin bir devamı olarak karşımıza çıkmaktadır.94 Anayasa’nın dilinde, 1945’de değiştirilen, fakat 1952’de üzeri örtülen metnin sadeliğinin ve duruluğunun tekrar canlandığı söylenebilir.95 Bu sadelik ve duruluk, 1982 Anayasası’nda da kendini göstermiş ve Anayasa, ilke olarak, yerleşmiş hukuk diline uygun olarak hazırlanmıştır.96

Temel kanunlarda ise yeni dil akımı etkisini çok daha sonraları göstermiştir. Buna, yeni ve köklü bir değişim olarak 22.11.2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu örnek gösterilebilir. Gerekçesinde dil için bir bölüm ayıran yasa koyucu, her yasada gösterilmeyen özeni göstererek, adeta kullanılan kelime ve terimler için “hesap verme” gereğini duymuştur.97 Dil oldukça arılaştırılmış, eski ve zor anlaşılır ifadeler yerine yeni ve kolay anlaşılır ifadeler kullanılmış, terim birliğinin sağlanmasına büyük çaba harcanmıştır. Kelime ve terimlerin arılaştırılmasında; “yenileştirilen kavram, deyim ve terimler”, “aynen korunması zorunda kalınan kavram ve terimler”, “arı Türkçe olarak karşılığı bulunamayan sözcükler” şeklinde üçlü bir ayrıma gidilerek aşırılıklardan mümkün olduğunca kaçınılmıştır. 26.09.2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile arılaştırmada bir başka büyük adım atılmıştır.98 Bu yazının kaleme alındığı tarih itibarıyla, Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu tasarı aşamasında yeni dillerine kavuşmayı beklemektedirler.


c) Dilin Anlaşılabilirliğine Doğru

Eski hukuk terimleriyle kaleme alınan ve halk tarafından anlaşılması mümkün olmayan yasa dillinin sadeleştirilmesi, yabancı kelimelerden mümkün olduğunca arındırılması ve yaşayan Türkçeyle yazılarak halkın anlayış seviyesine uygun hale getirilmesi gerekir. Ancak burada daha baştan söylemek gerekir ki, dilin anlaşılır hale getirilmesinde dilin doğal işleyiş kuralları ihlal edilmemeli, dilin doğal akışına uyulmalıdır. Aksi halde istenen netice elde edilemeyecektir.

Yasa dilinin sadeleştirilmesi ve yabancı kelimelerden arındırılmasında aşırılıklardan kaçınılmalıdır. Her zaman için akılda tutulması gereken şey, en önemli amacın anlaşılabilirliğin sağlanması olduğudur. Yasa dilinin sadeleştirilmesinde aşırılıklara gitmemeli ve anlaşılırlığı sağlayalım derken farklı açıdan yeni anlaşılmazlıklara düşülmemelidir.99 Bunun için bazı konulara dikkat edilmesi gerekir.

Yasa dilinde sadeleştirme yapılırken yaşayan hukuk dili esas alınmalıdır.100 Yaşayan hukuk dili uygulamada ve hukuk biliminde kullanılan dildir. Yasa dilinin aslında yaşayan hukuk diliyle paralel bir şekilde bulunması gerekir. Ancak bazı nedenlerden dolayı bu paralellik sağlanamaz. Bu nedenlerden ilki, sürekli bir değişim içerisinde olan genel dile ve hukuk diline göre yasa dilinin daha durağan olmasıdır. İkinci bir neden olarak ise, dilbilgisi çözümlemesinde ortaya çıkan anlam ile terimin taşıdığı anlam arasında uyuşmazlık bulunması durumunda, özellikle hukuk bilimcilerince yeni ve daha uygun ifadeler bulunarak kullanılması gösterilebilir.101 Fakat, belirtmek gerekir ki, hukuk dilinin yasa diliyle paralellik göstermemesindeki etkenler bunlarla sınırlı değildir. Daha farklı nedenlerin de varlığı her zaman için mümkündür.

Yasa dilinin daha anlaşılabilir hale getirilebilmesi için, yasada var olmakla beraber eskimiş ve artık yasadan başka hiçbir yerde kullanılmayan ve halk tarafından da anlaşılmayan kelimeler yeni ve daha anlaşılır olanlarıyla değiştirilmelidirler.102 Eskiyenlerin yenileriyle değiştirilmesinde yasaya konacak kelimeler, eğer yaşayan hukuk dilinde var iseler, bunlar tereddüt edilmeden yasaya konmalıdır. Fakat eskimiş ve yaşayan hukuk dilinde de karşılıkları bulunmayan kelimeler varsa, bunların da yerlerine yenileri türetilmelidir.

Yeni kelimelerin türetilmesinde uydurmacılıktan özellikle kaçınılmalıdır. Uydurma yoluyla türetilen kelimelerle istenen anlaşılabilirlik sağlanamayacak, hatta istenenin aksine dil daha da anlaşılmaz hale gelecektir. Dilde uydurmacılık, türetilecek kelimelerin dilin gramer kurallarına göre türetilmemesi, canlı eklerin yerine ölü eklerin kullanılması ve ortaya çıkarılan kelimelerde dilin kendi kuralları açısından anlam eksikliklerinin ya da yanlışlıklarının bulunmasıdır. Kelimeler, dil kurallarına uygun oldukları, yani canlı eklerle türetilip ekin fonksiyonu ile anlamının birbirine aykırı olmadan kullanıldıkları takdirde uydurma değildirler.

Kısaca söylemek gerekirse, uydurma kelimeler103 yeni kelimeler değil, dilin bünyesine uygun olmayan ve dilbilgisi çözümlemesinde ortaya çıkan anlam ile kullanıldıkları anlam birbiriyle uyum içerisinde olmayan kelimelerdir.104

Yasa dilinin sadeleştirilmesinde ve Türkçeleştirilmesinde dikkat edilecek bir diğer konu da, yasa dilinde şovenizme varacak radikallikten uzak durmak gerektiğidir. Her dilde yabancı kelimeler bulunabileceğine daha önce de değinilmişti. Her dil yabancı kelime alır ve verir. Bu, dilin doğal kurallarının bir sonucudur. Dilde hiçbir şekilde yabancı kelimelerin bulunmaması gerektiği düşüncesi, dili dil olmaktan çıkarabilecek derecede katı bir düşüncedir. Çünkü dillerin kendi aralarında alıp verdikleri kelime sayıları yüzlerle ve binlerle ifade edilir ki, yasa dili için bu rakamlar bu kadar büyük olmasa da, yine de önemli sayıdadır. Yasada bazı kelimeler vardır ki, bunlar aslında Türkçe karşılıkları da yaşayan hukuk dilinde bulunan ya da bulunabilecek olan kelimelerdir.105

Bunların yerlerine yaşayan hukuk dilinde bulunan ya da bulunabilecek karşılıkların kullanılması uygundur, hatta gereklidir. Ancak bazı kelimeler de vardır ki, bunlar aslen Türkçe olmamakla beraber Türkçe karşılıkları ya hiç olmamış ya da unutulmuş kelimelerdir. Ve bu kelimelerin günlük dilde de rahatlıkla kullanılıyor ve anlaşılıyor olduklarını görürüz. Yani bunlar aslen Türkçe olmamakla beraber Türkçeleştirilmiş olanlardır.106 Yaşayan dilde kullanılan ve Türkçeleşmiş bu kelimeleri atmanın ve yerlerine Türkçe olmakla beraber yaşamayan kelimeler koymanın, yasa dilinin anlaşılırlığının sağlanması açısından hiçbir anlamı yoktur. Bu tarz bir Türkçeleştirme yasa dilinin anlaşılır bir dil olmasına değil, aksine anlaşılmaz bir dil olmasına neden olacaktır.107

Yasa dilinde eskiyen kelimelerin yerlerine yenilerinin bulunması ve konulmasında dikkat edilecek bir diğer konu da, bunların ilk defa yasada denenecek olmamaları gerektiğidir. Bu konunun yasa dilinin ikili ayrımıyla birlikte değerlendirilmesi yerinde olur. Yasa dili iki kısımdan oluşur. Bunlardan ilki yasada kullanılan ve hukuk biliminde özel anlamlar taşıyan hukuk terimleridir. İkincisi ise yasadaki terimler haricinde kullanılan sıradan kelimelerdir.108

Yasada kullanılan sıradan kelimelerin en sade biçimde halk dilinden alınmalarında hiçbir sakınca yoktur ve bunların kullanılması faydalı ve gereklidir.109 Bu tür sıradan kelimelerin herhangi bir özel anlamı olmayacağı için bu kelimeler rahatlıkla sadeleştirilebilir.110

Yasada kullanılan hukuk terimleri için ise yukarıda değinilenlere ek olarak bazı noktaları belirtmek faydalı olabilir. Kullanılan bu terimler zamanla özel bir içerik kazanmış ve özel olarak hukuk diline ait kelimelerdir.111 Bu nedenle, yerlerine başka kelimelerin kullanımı kolay olmayacaktır. Yani terimlerin anlamlarını ifade etseler bile, bunların yerlerine başka kelimeleri kolaylıkla kullanamayız. Kullanılacak kelimelerin yasada yer almadan önce özellikle hukuk biliminde yerleşik terimler halini almaları gerekir.112 Kısaca, eski ve anlaşılmaz terimler yerine konacak kelimelerin yasada kullanılmadan, hukuk öğretisi ve uygulamasında terimlerin yerlerini alarak istikrar kazanmış olmaları gerekir. Böylece hukuki ifadelerin rasgele değiştirilmesine dair daha önce değindiğimiz sakıncalar ortaya çıkmayacaktır. Bu nedenle yasa dilinin sadeleştirilmesi çalışmaları hukuk biliminde yoğun olarak yapılamalı, hukuk bilimcileri tarafından yaşayan hukuk dili sade ve anlaşılır bir hale getirilmelidir. Yasama organı ise birçok sakıncayı beraberinde getiren ilk elden değişiklikler yapmak yerine, hukuk bilimince sadeleştirilen ve anlaşılır hale getirilen yaşayan hukuk dilini tespit ederek yasa yapımında kullanmalıdır.

Sonuç

Yasa diliyle ilgili olarak karşılaşılan temel sorunlar, bir yandan, yasa içeriğini doğru bir şekilde ifade eden bir dilin kullanılması, diğer yandan, bu dilin yöneldiği kitle tarafından anlaşılabilir olmasının sağlanmasıdır. Yasanın kendisinden beklenen fonksiyonu yerine getirebilmesi için, bu sorunların doğru bir şekilde çözüme kavuşturulması gerekir.

Yasada doğru ifadesini bulamayan yasama iradesi ile hukuk düzeni oluşturulamaz. İçeriğin metne uygun ifadelerle dökülemediği durumlarda insanlar, hukuku bu metinlerden öğrenmek durumunda olduklarından, söz konusu yasayla düzenlenmek isteneni anlamakta zorlanacaklardır. Bu durum sadece vatandaşlar için değil, hukuk bilimcileri ve uygulamacıları için de söz konusudur. Bu nedenle yasaların dilinde anlatılmak istenenle ortaya konan ifadeler arasındaki paralellik mutlak surette sağlanmaya çalışılmalıdır.

Yasada içeriğin ifadeye yansımasında aranan doğruluğun yanısıra, ortaya çıkan ifadelerin yasanın yöneldiği kitle tarafından anlaşılabilir olması da gerekir. Bu anlaşılabilirlik özellikle geniş halk kitleleri için önem arz etmektedir. Çünkü, hukuk sadece uyuşmazlıkların çözümüne yönelmez. Bunun ötesinde, uyuşmazlıkların çözümü için yargı organlarına başvuran halkın dilinden anlamadığı bir ortamda verilen hükme ve hâkime mutlak anlamda güvenmesi de beklenemez. Hukuka ve yargıya güvenin tesisi için, hukuk dilinin ve bu dilin oluşumunda temel belirleyici rol oynayan yasa dilinin anlaşılabilir olması zorunludur.

Özetle, yasama sürecinde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, yasada kullanılan dildir. Ülke gündeminde yer alan birçok hukuki sorunun kaynağını burada aramak gerekir. Yasama organları yasa yapımında ortaya koydukları iradenin arzulanan şekilde toplum yaşamına yansımasını istiyorlarsa, yasaların diline dikkat etmelidirler. Yasa, hem içerisinde mülkün temeli olan adaleti taşımalı, hem de bu adalet, doğru ve anlaşılır bir dil ile ifade edilmelidir. Yasama organı, metinlerin hazırlanmasında hukuk ve dil alanlarında uzman olan kişilerin bilgi birikiminden yararlanmalıdır.





KAYNAKÇA

ADIVAR Halide Edip, Vurun Kahpeye, Can, İstanbul, 2007.

AŞÇIOĞLU Çetin, “Dil ve Hukuk ya da Türkçe’m Benim Ses Bayrağım”, Ankara Barosu Dergisi, 2002/4, Yıl: 60, s. 45-55.

ATAY Falih Rıfkı, “Her Dilde Yabancı Kelime Vardır”, Arı Dil İçin Kanun ve Türk Basınında Uyandırdığı Akisler, Türk Dilinin Dostları ve Koruyucuları, Ankara, 1967, s. 14.

AYVERDİ İhsan, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2005.

BAŞGİL Ali Fuat, Türkçe Meselesi, Yağmur, İstanbul, 2006.

BEAUGRANDE Robert - DRESSLER Wolfgang, Introduction to Text Linguistics, Longman, London, 1986.

BECCARIA Cesare, Suçlar ve Cezalar Hakkında, çev: Sami Selçuk, İmge, Ankara, 2004.

BİLMEN Ömer Nasuhi, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, 8 cilt, Bilmen, İstanbul, 1985.

DURKHEIM Emile, Sosyolojik Metodun Kuralları, çev: Enver Aytekin, Sosyal, İstanbul, 1994.

el-HALEBÎ İbrahim, Mülteka el-Ebhur, Dersaâdet, Osmaniye Matbaası, h. 1309.

ERDOĞDU Ahmet, “Yasaların Dili”, Türk Dili Dergisi, cilt 15, sayı 173, 1966, s. 317-320.

ERHAN Rasim, “Bir Milletin En Büyük Varlığı”, Türkiye’de Dil ve Kültür İhtilali mi? Parlamento ve Dil, Türk Dilini Koruma ve Geliştirme Cemiyeti Yayınlarından: 2, İstanbul, 1972, s.19.

GÜRESİN Ecvet, “Yasaların Dili”, Türk Dili Dergisi, cilt 2, sayı 229, 1970, s. 79.

GÜRİZ Adnan, Hukuk Başlangıcı, Siyasal, Ankara, 2003.

HİRŞ Ernest E., Pratik Hukukta Metot, Bankacılık ve Ticaret H. Araş. E.,
Ankara, 2005.

--------------- “Pratik Hukukta İlmi İspat ve Tefsir”, Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, yıl 1943, cilt 1, sayı 1, s. 192-199.

HOLDEN C., “İlk Nasıl Konuştuk”, çev: Zeynep Tozar, Dilin Serüveni, Bilim ve
Teknik Eki, Tübitak, Mart-2004, s. 4-6.

IŞIKTAÇ Yasemin, “Dil, Yorumlama ve Hukuk İlişkisi”, Ankara Barosu Dergisi,
2001/1, yıl 58, s. 23-34.

KILIÇOĞLU Ahmet M., Borçlar Hukuku, Turhan, Ankara, 2006.

LOCKE John, İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, çev: Vehbi Hacıkadiroğlu,
Kabalcı, İstanbul, 1992.

MONTESQUIEU Charles Louis de Secondat, Kanunların Ruhu Üzerine, 2 cilt,
Çev. Fehmi Baldaş, M.E.B., Ankara, 1963.

OĞUZ Arzu, Karşılaştırmalı Hukuk, Yetkin, Ankara, 2003.

ÖKÇESİZ Hayrettin, “Hukuk ve Dil”, Çağdaş Hukuk Felsefesi ve Hukuk Kuramı
İncelemeleri, 1997, İstanbul, s. 472-476.

ÖNDER Ali Rıza, (Konuşma Metni) TÜRK DİL KURUMU Türk Dili Nasıl
Özleştirilebilir?, Açık Oturum Metni, Ankara, 1967.

ÖZDEN Yekta Güngör, “Hukukta Dil”,

http://www.inisiyatif.net/document/YGODil.asp.

ÖZMEN İsmail, “Dil ve Hukuk İlişkisi”, Türkiye Noterler Birliği Hukuk Dergisi,
sayı: 111, 2001, s. 29-39.

ÖZYILDIRIM Işıl, “Türk Yasa Dili”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Dergisi, cilt 16, sayı 1, 1999, s. 89-114.

SAV Atilâ, “Hukuk Dili Olarak Türkçe”, Çağdaş Türk Dili Dergisi, cilt 17, sayı
209, 2005, s. 233-238.


SAVCI Bahri, (Konuşma Metni) TÜRK DİL KURUMU Türk Dili Nasıl Özleştirilebilir?,
Açık Oturum Metni, Ankara, 1967.

SELÇUK Sami, Önce Dil, Karşı, Ankara, 1993.

SURLU Mehmet Handan, “Hukuk Dilinde Türkçe”, Çağdaş Türk Dili Dergisi, cilt 17, sayı 209, 2005, s. 239-248.

TANÖR Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004.

TARLAN Ali Nihat, “Siyasi İktidar Uydurma Dil Cereyanının Peşinde Gidemez”, Türkiye’de Dil ve Kültür İhtilali mi? Parlamento ve Dil, Türk Dilini Koruma ve Geliştirme Cemiyeti Yayınlarından: 2, İstanbul, 1972, s. 5.

--------------- “Dil Müessesesi Oyuncak Değildir”, Türkiye’de Dil ve Kültür
İhtilali mi? Parlamento ve Dil, Türk Dilini Koruma ve Geliştirme Cemiyeti Yayınlarından: 2, İstanbul, 1972, s. 11-12.

TİMURTAŞ Faruk K., “Eski Bir İkaz Yazısı, Anayasa’nın Dili Hakkında”, Arı Dil İçin Kanun ve Türk Basınında Uyandırdığı Akisler, Türk Dilinin Dostları ve Koruyucuları, Ankara, 1967, s. 7-8.

--------------- “Ekler, Yeni Kelimeler ve Uydurmacılık”, Arı Dil İçin Kanun ve Türk Basınında Uyandırdığı Akisler, Türk Dilinin Dostları ve Koruyucuları, Ankara, 1967, s. 22-25.

TÜRK DİLİNİ KORUMA ve GELİŞTİRME CEMİYETİ, “Rapor”, Türkiye’de Dil ve Kültür İhtilali mi? Parlamento ve Dil, Türk Dilini Koruma ve Geliştirme Cemiyeti Yayınlarından: 2, İstanbul, 1972, s. 20-22.

UĞURLU Mustafa “Hukuk Dili’nin Türkçeleştirilmesi”, Çağdaş Türk Dili, cilt 11, sayı 132, 1999, s. 6-9.

VELİDEDEOĞLU Hıfzı Veldet, Hayat, Hukuk ve Cemiyet, Nebioğlu, İstanbul, 1994.

--------------- 1961 Anayasasının Dili, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1972.

ATIF Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Dersaâdet, Mahmut Bey Matbaası, h. 1318.

TMK Gerekçesi;
http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01/ss723m.htm.






* Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. sınıf öğrencisi.

1 LOCKE John, İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, çev: Vehbi Hacıkadiroğlu,
Kabalcı, İstanbul, 1992, s. 239.

2 HOLDEN C., “İlk Nasıl Konuştuk”, çev: Zeynep Tozar, Dilin Serüveni, Bilim ve Teknik Eki, Tübitak, Mart-2004, s. 4 vd.

3 BAŞGİL Ali Fuat, Türkçe Meselesi, Yağmur, İstanbul, 2006, s. 59.

4 ÖKÇESİZ Hayrettin, “Hukuk ve Dil”, Çağdaş Hukuk Felsefesi ve Hukuk Kuramı İncelemeleri, İstanbul, 1997, s. 472.

5 AŞÇIOĞLU Çetin, “Dil ve Hukuk ya da Türkçe’m Benim Ses Bayrağım”, Ankara
Barosu Dergisi, 2002/4, yıl: 60, s. 45.

6 ÖZMEN İsmail, “Dil ve Hukuk İlişkisi”, Türkiye Noterler Birliği Hukuk Dergisi, sayı: 111, 2001, s. 31.

7 IŞIKTAÇ Yasemin, “Dil, Yorumlama ve Hukuk İlişkisi”, Ankara Barosu Dergisi, 2001/1, yıl 58, s. 23.

8 TÜRK DİLİNİ KORUMA ve GELİŞTİRME CEMİYETİ HUKUK ENCÜMENİ, “Rapor”, Türkiye’de Dil ve Kültür İhtilali mi? Parlamento ve Dil, Türk Dilini Koruma ve Geliştirme Cemiyeti Yayınlarından: 2, İstanbul, 1972, s. 21.

9 DURKHEIM Emile, Sosyolojik Metodun Kuralları, çev: Enver Aytekin, Sosyal, İstanbul, 1994, s. 36, 37.

10 SELÇUK Sami, Önce Dil, Karşı, Ankara, 1993, s. 83.

11 TARLAN Ali Nihat, “Siyasi İktidar Uydurma Dil Cereyanının Peşinde Gidemez”, Türkiye’de Dil ve Kültür İhtilali mi? Parlamento ve Dil, Türk Dilini Koruma ve Geliştirme Cemiyeti Yayınlarından: 2, İstanbul, 1972, s. 5.

12 ÖZMEN, a.g.e., s. 30.

13 SELÇUK, a.g.e., s. 55.

14 TARLAN Ali Nihat, “Dil Müessesesi Oyuncak Değildir”, Türkiye’de Dil ve Kültür İhtilali mi? Parlamento ve Dil, Türk Dilini Koruma ve Geliştirme Cemiyeti Yayınlarından: 2, İstanbul, 1972, s. 11.

15 SELÇUK, a.g.e., s. 54.

16 SELÇUK, a.g.e., s. 42.

17 SELÇUK, a.g.e., s. 10.

18 ATAY Falih Rıfkı, “Her Dilde Yabancı Kelime Vardır”, Arı Dil İçin Kanun ve Türk Basınında Uyandırdığı Akisler, Türk Dilinin Dostları ve Koruyucuları, Ankara, 1967, s. 14.

19 BAŞGİL, a.g.e., s. 9.

20 SELÇUK, a.g.e., s. 9.

21 TARLAN, “Siyasi İktidar Uydurma Dil Cereyanının Peşinde Gidemez”, s. 5.

22 ERHAN Rasim, “Bir Milletin En Büyük Varlığı”, Türkiye’de Dil ve Kültür İhtilali mi? Parlamento ve Dil, Türk Dilini Koruma ve Geliştirme Cemiyeti Yayınlarından:
2, İstanbul, 1972, s. 19.

23 TARLAN, “Dil Müessesesi Oyuncak Değildir”, s. 11.

24 IŞIKTAÇ, a.g.e., s. 26.

25 ÖZMEN, a.g.e., s. 31.

26 ÖZMEN, a.g.e., s. 36.

27 IŞIKTAÇ, a.g.e., s. 28.

28 BAŞGİL, a.g.e., s. 57. Hukuk dilinin yasa dili olma gerekliliği mutlak anlamda değildir. Çünkü yasa dilinin yanında, onun kadar etkili olmasa da, hukuk dilini belirleyen başkaca faktörler de vardır. Ayrıca hukuk dilinin mutlak manada yasa dili olması zorunluluğu, hukuk dilinin zaman içinde gelişmesini olumsuz etkileyebilir. Yasa dili genel itibarıyla statiktir ancak bu statik olma özellikle hukuk bilimcilerinin yeni terimler yaratma ya da var olan terminolojinin içeriği üzerinde düşünme özgürlüklerini engellememelidir.

29 TÜRK DİLİNİ KORUMA ve GELİŞTİRME CEMİYETİ HUKUK ENCÜMENİ, a.g.e., s. 22.

30 BAŞGİL, a.g.e., s. 46.

31 BAŞGİL, a.g.e., s. 45.

32 AŞÇIOĞLU, a.g.e., s. 46.

33 IŞIKTAÇ, a.g.e., s. 24.

34 ÖKÇESİZ, a.g.e., s. 472.

35 ÖKÇESİZ, a.g.e., s. 472.

36 ÖZDEN Yekta Güngör, “Hukukta Dil”,
http://www.inisiyatif.net/document/YGODil.asp.

37 ÖKÇESİZ, a.g.e., s. 473.

38 ÖZYILDIRIM Işıl, “Türk Yasa Dili”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Dergisi, cilt 16, sayı 1, 1999, s. 90.

39 IŞIKTAÇ, a.g.e., s. 24.

40 IŞIKTAÇ, a.g.e., s. 32.

41 GÜRİZ Adnan, Hukuk Başlangıcı, Siyasal, Ankara, 2003, s. 64.

42 SAV Atilâ, “Hukuk Dili Olarak Türkçe”, Çağdaş Türk Dili Dergisi, cilt 17, sayı
209, 2005, s. 235.

43 HİRŞ Ernest E., “Pratik Hukukta İlmi İspat ve Tefsir”, Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, cilt 1, sayı 1, 1943, s. 192.

44 ÖZMEN, a.g.e., s. 35.

45 ÖKÇESİZ, a.g.e., s. 473.

46 ÖKÇESİZ, a.g.e., s. 473.

47 ÖZDEN, a.g.e., s. 6.

48 ÖZMEN, a.g.e., s. 37.

49 SAV, a.g.e., s. 233.

50 IŞIKTAÇ, a.g.e., s. 25.

51 IŞIKTAÇ, a.g.e., s. 28.

52 VELİDEDEOĞLU Hıfzı Veldet, Hayat, Hukuk ve Cemiyet, Nebioğlu, İstanbul,
1994, s. 60.

53 HİRŞ Ernest E., Pratik Hukukta Metot, Bankacılık ve Ticaret H. Araş. E.,
Ankara, 2005, s. 104.

54 GÜRESİN Ecvet, “Yasaların Dili”, Türk Dili Dergisi, cilt 23, sayı 229, 1970, s.
79.

55 BECCARIA Cesare, Suçlar ve Cezalar Hakkında, çev: Sami Selçuk, İmge,
Ankara, 2004, s. 41.

56 HİRŞ, Pratik Hukukta Metot, s. 104.

57 TİMURTAŞ Faruk K., “Eski Bir İkaz Yazısı, Anayasa’nın Dili Hakkında”, Arı Dil
İçin Kanun ve Türk Basınında Uyandırdığı Akisler, Türk Dilinin Dostları ve
Koruyucuları, Ankara, 1967, s. 7.

58 HİRŞ, Pratik Hukukta Metot, s. 104.

59 MONTESQUIEU Charles Louis de Secondat, Kanunların Ruhu Üzerine, Çev:
Fehmi Baldaş, M.E.B., Ankara, cilt 2, 1963, s. 339.

60 TİMURTAŞ, a.g.e., s. 7.

61 BAŞGİL, a.g.e., s. 35.

62 Bu konuda çarpıcı bir örnek HUMK md. 230 vd. kullanılan “isticvap”
terimidir. Arapça c-v-b kökünden gelen ve istif’al babının mastarı olan bu
kelime HUMK’un yürürlüğe girdiği 1927 yılında günlük dilde de kullanılan bir
kelimedir. Bu sözcüğü aynı tarihlerde yazılmış edebi eserlerde de görebiliyoruz
(bkz. ADIVAR Halide Edip, Vurun Kahpeye, Can, İstanbul, 2007, s.102). Fakat
günümüzde isticvap kelimesi yaşayan bir kelime değildir. Bu nedenle de bugün
yerine kullanılan “sorguya çekme” ile değiştirilmelidir.

63 ÖKÇESİZ, a.g.e., s. 474.

64 TİMURTAŞ, a.g.e., s. 7.

65 MONTESQUIEU, a.g.e., cilt 2, s. 398.

66 Bu konuda “laiklik” kelimesi örnek verilebilir. Genel olarak; hukuki referans ile
din arasındaki bağlantısızlığı ortaya koyan bu kavram, ilkin, Fransa’da ortaya
çıkmıştır. Ve Cumhuriyet ile birlikte Türk hukukunda da benimsenmiştir.
Belirtmek gerekir ki, laikliğin dünyada algılanmasında ve uygulanmasında
farklılıklar vardır. Çeşitli toplumlar ve bunların birbirinden ayrı hukuk düzenleri
için anlaşılabilir olan bu durumun, bir tek hukuk düzeninden ibaret Türk
hukukunda da kendini göstermesi, esas itibarıyla hukuki düşüncenin ve
düşünsel göstergelerin, bu kavramın içeriğini belirleyebilecek olgunluğa
ulaşmamış olmasıyla, kısaca, hukuk kültürünün oturmamışlığıyla ilgilidir. Bu
nedenle, bu eksende ortaya çıkan birçok tartışma ve sorunun kaynağı bu
olmakla beraber, çözümü de yine burada aranmalıdır.

67 MARINUCCI Giorgio - DOLCINI Emilio, Corso di diritto penale, Giuffre,
Milano, 1, s. 121 vd., 163 vd., akt: Sami Selçuk, (Beccaria, a.g.e. s. 41, 42),
dn. 1.

68 BEAUGRANDE Robert - DRESSLER Wolfgang; Introduction to Text
Linguistics, Longman, Londra, 1986, s. 121.

69 SAVCI Bahri, (Konuşma Metni), TÜRK DİL KURUMU, Türk Dili Nasıl
Özleştirilebilir?, Açık Oturum Metni, 1967, s. 25.

70 HİRŞ, “Pratik Hukukta İlmi İspat ve Tefsir”, s. 193.

71 Örneğin; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda “suç” kelimesi her defasında
aynı anlamda kullanılarak terim birliği sağlanmaya çalışılmış, fakat kanunun
219. maddesinde “cürüm” kelimesi kullanılarak, aynı anlamın aynı kelimelerle
ifade edilmesi gereği ihmal edilmiştir.

72 ERDOĞDU Ahmet, “Yasaların Dili”, Türk Dili Dergisi, cilt 15, sayı 173, 1966,
s. 320. Şiddetli bir rüzgar esmesi neticesinde, komşu A’nın tarlasındaki hasatın
B’nin tarlasına geçmesi durumunda, hasatın maliki olmayan B, rüzgar nedeniyle
sebepsiz zenginleşmiştir. Ve hasatı A’ya iade etmek durumundadır. Örnekten
de anlaşılacağı üzere B, sebepsiz zenginleşmiştir, fakat nedensiz
zenginleşmemiştir.

73 VELİDEDEOĞLU, a.g.e., s. 54.

74 OĞUZ Arzu, Karşılaştırmalı Hukuk, Yetkin, Ankara, 2003, s. 247.

75 MELLİNKOFF D., The Language of The Law, Little Brown, Boston, 1963, s.
11; akt: ÖZYILDIRIM, a.g.e., s. 92.

76 ÖZYILDIRIM, a.g.e., s. 94, 98, 111.

77 MONTESQUIEU, a.g.e., cilt 1, s. 161 vd.

78 ÖZYILDIRIM, a.g.e., s. 91.

79 VELİDEDEOĞLU, a.g.e., s. 51.

80 HİRŞ, “Pratik Hukukta İlmi İspat ve Tefsir”, s. 193.

81 GÜRESİN, a.g.e., s.79.

82 Dilin kullanılmasındaki bu ustalık, anlamın doğru ve eksiksiz ifadesine yönelik
bir ustalıktır. Bu nedenle yukarıda değindiğimiz yasanın bir mantık sanatı
olmadığı yargısıyla çelişecek nitelikte olmamalıdır. Bu durumda yasa metni
hukuk metninden çok dil sanatının teşhir metnine dönüşür ki, bu “yasa”
amacıyla bağdaşmaz.

83 HİRŞ, Pratik Hukukta Metot, s. 110.

84 Buna Mecelle’den, md. 18’deki “Bir iş zîk oldukta müttesi olur” (Bir işte
zorlukla karşılaşılırsa izin ve kolaylık gösterilir); md. 36’daki “Âdet
muhakkemdir” (Hukuk kaynağı olarak örf ve adet de dikkate alınır); md. 74’deki
“Tevehhüme i’tibar yoktur” (Hukuki faaliyetlerde evham ve kuruntulara itibar
edilmez), hükümleri örnek verilebilir. Bkz. ATIF Bey (Haz.), Mecelle-i Ahkâm-ı
Adliyye, Dersaâdet, Mahmut Bey Matbaası, h. 1318, s. 25, 43, 81.

85 Bu dönemde hukuk eğitiminde kullanılan ve Ukûbat’tan (Ceza Hukuku)
Ferâiz’e (Miras) bütün hukuk dallarını içerisine alan kaynaklardan biri olarak
Mülteka el-Ebhur gösterilebilir. (el-HALEBÎ İbrahim, Dersaâdet, Osmaniye
Matbaası, h. 1309, 210 sayfa).

86 Yasanın halk kitlesi tarafından anlaşılması kaygısının Pandekt biliminde de
taşınmadığını görebiliriz. Bu bilimde de yasanın halkı değil hukukçu kitlesini
hedef aldığı görülür (OĞUZ, a.g.e. s. 210). Her iki hukukta da benzer bir dil
anlayışının benimsenmiş olması benzer sosyal nedenlerden kaynaklanmış
olabilir.

87 VELİDEDEOĞLU, a.g.e., s. 60.

88 Bu konuda çok çarpıcı örnekleri Mecelle’deki fıkıh usulüne dair ilk yüz madde
içerisinde görebilmekteyiz; madde 39’daki “Ezmanın tagayyürüyle ahkâmın
tagayyürü inkâr olunamaz”, madde 36’daki “Âdet muhakkemdir”, madde 76’daki
“Beyyine müddei için ve yemin münkir üzerinedir” hükümleri, Arapça
kaynaklardan hiçbir kelime değişikliğine uğramadan sadece Osmanlıca söz
dizimiyle alınmıştır. (bkz. BİLMEN Ömer Nasuhi, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kâmusu, Bilmen, İstanbul, cilt 1, 1985, s. 266, 267, 280).

89 Buna, yürürlükte bulunan 818 sayılı ve 22.04.1926 tarihli Borçlar
Kanunu’ndaki “icap” ve “kabul” terimleri örnek gösterilebilir. Mecelle’den çok
önceleri yazılmış ve Osmanlı’da hukuk eğitiminde ve uygulamasında sıklıkla
kullanılmış olan Mülteka el-Ebhur’da da geçen bu terimler (bkz. yuk. dn. 85, s.
97), Mecelle’de de yer almıştır ve (bkz. md. 101 ve 102) hukuk devriminden
sonra ise, halen yürürlükte olan Borçlar Kanunu’nda varlığını sürdürmektedir.
(bkz. md. 3).

90 HİRŞ, “Pratik Hukukta İlmi İspat ve Tefsir”, s. 194.

91 VELİDEDEOĞLU, a.g.e., s. 54.

92 T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre ?, cilt 1, s. 276; akt: VELİDEDEOĞLU
a.g.e., s. 57.

93 BAŞGİL, a.g.e., s. 53 vd.

94 VELİDEDEOĞLU Hıfzı Veldet, 1961 Anayasasının Dili, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, 1972, s. 11-13.

95 TANÖR Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2004, s. 377.

96 SURLU Mehmet Handan, “Hukuk Dilinde Türkçe”, Çağdaş Türk Dili Dergisi,
cilt 17, sayı 209, 2005, s. 247.

97 SAV, a.g.e., s. 236.

98 Gerekçe için bkz.
http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01/ss723m.htm.

99 HİRŞ, Pratik Hukukta Metot, s. 110.

100 HİRŞ, a.g.e., s. 110.

101 Örnek olarak, Borçlar Kanunu md. 61’in üst başlığında kullanılan “haksız bir
fiil ile mal iktisabından doğan borçlar” cümlesi verilebilir. Burada kullanılan
“haksız bir fiil” ifadesi hukuki anlamda “haksız fiil- BK. md. 41 vd.” olmayıp
“haklı bir nedenin olmaması” anlamında kullanılmıştır. Uygulama ve öğretide ise,
“haksız bir fiil ile mal iktisabından doğan borçlar” “sebepsiz zenginleşme”
şeklinde değiştirilerek kullanılmaya başlanmıştır. (KILIÇOĞLU Ahmet M., Borçlar
Hukuku, Turhan, Ankara, 2006, s. 364).

102 Örnek olarak HUMK md. 309’daki “Muayyen günde hâkim iki tarafı isticvap
ve ledelhace senedi imza ettiği iddia olunan şahsı istiktap eder. Hâkimin iki
tarafın ita ettikleri izahattan ve ibraz irae ettikleri delillerden veya imza
kendisine isnat olunan şahsın istiktabından senedin vüsuk ve ademi vüsuku
hakkında istihsali kanaat edemediği surette ehlihibre vasıtası ile sebedin
imzasının tahkikine vayahut yazıldığını görenlerin istimaına veya senedin
münkiri tarafından yazıldığına sureti katiyede delalet eden vakayiin şuhut ile
ispatına karar verir…” hükmü gösterilebilir. Maddede geçen ledelhace, ihtiyaç
görüldüğünde anlamında; istiktap, yazısını kontrol etmek için birine biraz yazı
yazdırma anlamında; vüsuk, güvenilirlik anlamında; istihsali kanaat, kanaat
oluşturma anlamında; ehlihibre, bilirkişi anlamında; vakayi, olaylar anlamında; şuhut, şahitler anlamında kullanılmıştır. Bu kelimeler, yasadan başka hiçbir yerde kullanılmaz hale gelen ve halk tarafından anlaşılmayan ölü kelimelerdir.

103 Örneğin; tecim, ticaret yerine; bırakıt, vasiyet yerine; sağlanca, rehin
yerine türetilmiş kök ve ek olarak dilin bünyesine uygun olmayan uydurma
kelimelerdir.

104 TİMURTAŞ Faruk K., “Ekler, Yeni Kelimeler ve Uydurmacılık”, Arı Dil İçin
Kanun ve Türk Basınında Uyandırdığı Akisler, Türk Dilinin Dostları ve
Koruyucuları, Ankara, 1967, s. 22.

105 İspat yükü anlamında kullanılan beyyine külfeti, soybağı anlamında
kullanılan nesep, taşınmaz anlamında kullanılan gayrimenkul, taşınır anlamında
kullanılan menkul kelimeleri yaşayan Türkçe’de karşılığı bulunan kelimelerdir.

106 Bunlara miras, vasiyet, mülk, mahkeme, hüküm, meclis kelimeleri örnek
verilebilir.

107 VELİDEDEOĞLU, Hayat, Hukuk ve Cemiyet, s. 59.

108 VELİDEDEOĞLU, a.g.e., s. 55.

109 ÖNDER Ali Rıza, (Konuşma Metni) TÜRK DİL KURUMU, Türk Dili Nasıl
Özleştirilebilir?, Açık Oturum Metni, Ankara, 1967, s. 34.

110 Son anlamında kullanılan hitam, kesin anlamında kullanılan kati, saklı
anlamında kullanılan mahfuz kelimeleri, yasalarda kullanılan sıradan
kelimelerdendir.

111 ÖZMEN, a.g.e., s. 36.

112 UĞURLU Mustafa, “Hukuk Dili’nin Türkçeleştirilmesi”, Çağdaş Türk Dili, cilt
11, sayı 132, 1999, s. 8.

-----------*-----------






Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Yasaların Dili" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Selim Erdin'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
15-09-2008 - 16:24
(5708 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 13 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 12 okuyucu (92%) makaleyi yararlı bulurken, 1 okuyucu (8%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
13701
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 22 saat 28 dakika 51 saniye önce.
* Ortalama Günde 2,40 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 80573, Kelime Sayısı : 10455, Boyut : 78,68 Kb.
* 4 kez yazdırıldı.
* 10 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 900
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,09347701 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.