Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Meşru Savunma Tartışmaları

Yazan : Emrah Ateşoğulları [Yazarla İletişim]
Avukat

Makale Özeti
Meşru Savunma konusundaki tartışmalı noktaların incelenmesi

MEŞRU SAVUNMA TARTIŞMALARI

Meşru savunma, çok eski dönemlerden beri, hemen bütün ceza yasamalarınca kabul edilen bir hukuka uygunluk nedenidir.[1] Roma hukukunda, Cermen hukukunda, Kanonik hukukunda, İslam hukukunda değişik düzenlemelerle meşru savunma kurumu kabul edilmiştir. Meşru savunma hususundaki düzenlemeler, bir ceza kanunundaki en önemli, olmazsa olmaz düzenlemelerden birisidir. Buna bağlı olarak meşru savunmaya ilişkin düzenlemelerin yorumunda, uygulamasında son derece hassas davranılmalıdır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda meşru savunma madde 25/2’de düzenlenmiştir. Buna göre; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”
765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu’ndaki düzenleme ise farklıdır. 765 s. TCK. m.49/2’ye göre; “Gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vuku bulan haksız bir taarruzu filihal defi zaruretinin bais olduğu mecburiyetle işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilemez.”
Acaba Türk Ceza Kanunu’ndaki meşru savunma düzenlemesindeki bu değişiklik neler getirmektedir? Meşru savunma konusundaki tartışmalı, doktrinin görüş ayrılığı yaşadığı noktalar nelerdir? Düzenlemelerde eksiklikler, gözden kaçanlar var mıdır? Bu yazımızda meşru savunmanın tanımı, şartları gibi sistematik bir inceleme üzerinde durmayacağız, meşru savunma konusundaki tartışmalı noktalara kendimizce ışık tutmaya çalışacağız.
Meşru savunma konusundaki tartışmalardan birincisi meşru savunmanın hukuki niteliği konusundadır. Bu konuda birçok farklı teori ve görüş ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden bazıları meşru müdafanın tabi bir hak olduğunu, bazıları kusuru ortadan kaldıran bir neden olduğunu, bazıları adaletin gerçekleşmesi için kişinin sahip olduğu bir hak olduğunu, bazıları saldırı ile birlikte manevi baskı altına giren kişinin irade serbestisinin kalkması sonucu gerçekleştirdiği bir eylem olduğunu, bazıları devletin kişilere devletin müdahalesi geciktiğinde kendilerinin müdahale edebilmesi için devletin vermiş olduğu bir polis yetkisi olduğunu, bazıların üstün hakkın korunmasına dayanan bir hak olduğunu, bazıları kamu savunmasına gerek olmadan kişinin kendisini koruması için verilmiş olan bir görev olduğunu, bazıları kötülüğün kötülükle karşılanabilirliği doğrultusunda kişinin sahip olduğu bir hak olduğunu, bazıları ise hukukun doğrulatılmış olması için gereken bir eylem olduğunu, bazıları ise hukuk için mücadele yollarından biri olduğunu savunmuşlardır. Son bahsettiğimiz hukuk için mücadele görüşü ilk defa Jhering tarafından savunulmuştur. Dönmezer-Erman da “meşru müdafaa halinde işlenen fiil hukuka uygundur ve bunun sebebini hukuk düzeninin hakkın tecavüze uğramasına izin vermeyeceği esasında aramak gerekir” şeklinde, bu görüşü savunmuşlardır.[2] Kanunda sadece kişinin kendi lehine değil ayrıca üçüncü kişi lehine meşru savunma mümkün görüldüğünden, kurumun esası, kişinin kendini koruma içgüdüsü düşüncesi ile açıklanamaz, ancak saldırıya uğrayan hakkın diğerinden üstün olduğu düşüncesi ile açıklanabilir.[3] Tüm bu görüş ve teoriler incelendiğinde meşru savunma halinde bulunan kişiye ceza verilmemesinin teorik izahında iki temel görüş ortaya çıkmıştır.[4] Bu görüşlerden birine göre, bir saldırıyla karşı karşıya kalan kişinin meşru savunma fiili, bu kişi açısından bir mazeret sebebi oluşturmakta ve kişinin sadece kusurluluğu üzerinde etkili olmaktadır.[5] Diğer grup görüşe göre, meşru savunma bir hukuka uygunluk sebebi oluşturmaktadır.[6] Meşru savunmaya, kanunda, genel bir ifade olmaktan öte “ teknik “ her hangi bir değeri bulunmayan “ Ceza sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler “ arasında yer verilmiş, ancak madde gerekçesinde, bu tarihi kurumun, doğru olarak bir “ hukuka uygunluk nedeni “ olduğu belirtilmiştir.[7] Yeni CMK’nın 233.maddesinde; beraat kararının verilebileceği haller ikinci fıkrada, kusurun bulunmaması dolayısıyla ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilebileceği haller ise üçüncü fıkrada tek tek gösterilmiştir. Bu fıkralar hükümleri de göz önünde bulundurulduğunda mevzuatımızca meşru savunmanın bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edildiği açık bir şekilde görülmektedir.[8] Meşru savunma halinde, şartlarına uygun olarak gerçekleştirilen fiil, hukuka uygundur ve dolayısıyla, herhangi bir sorumluluğu gerektirmez. Çünkü, gerçekleşmekte olan bir saldırıya maruz kalan kişi, bu tecavüzü uzaklaştırmak amacıyla hareket etmektedir.[9] Meşru müdafaa, her canlı tarafından saldırıya gösterilen tabii tepkidir.[10] Meşru savunma halinde, halen mevcut bir saldırıyı defetmek amacıyla işlenen fiil, gerçekleşmekte olan bir saldırıyı uzaklaştırmak ve başka şekilde korunamayacak bir hakkı korumak amacıyla işlendiği için hukuka aykırı değildir. Bu amaç meşru müdafanın bir hukuka uygunluk sebebi olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır.[11] Kanaatimce de meşru savunma bir hukuka uygunluk nedenidir. Meşru savunmanın hukuka uygunluk nedeni olması demek, meşru savunma sınırları içerisindeki eylemin yani tipik fiilin baştan itibaren hukuka uygun bir eylem olduğu anlamına gelmektedir. Kişinin mevcut bir saldırı karşısındaki savunması hukuka aykırı olarak kabul edilemez. Bu savunma gerçekleştiği andan itibaren hukuka uygundur. Kişinin meşru savunma sınırları içerisinde gerçekleştirdiği eylem her ne kadar kanunun suç olarak tanımladığı eylemle örtüşse de kişinin bu eylemi gerçekleştirirken var olan amacı suç işlemek değil, insani bir içgüdüyle saldırıyı uzaklaştırmak, hakkın ihlalini engellemektir. Nitekim hukuk düzeninin amacı da kişilerin haklarının ihlal edilmesini engellemektir. Bu durumda hukuk düzeninin kendi amacıyla aynı amacı taşıyan bir fiili hukuka uygun kabul etmesi tabidir. Meşru Savunmanın, kanunda “Ceza sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler” arasında gösterilmesi hukuki niteliğinin tek başına açıklamaya yetmez. Nitekim madde başlıkları bu konuda da çeşitli tartışmalar olmasına rağmen kanun metnine dahil değildir. Yargıtay da bu görüştedir. “Yasal savunma halinde, işlenen fiil hukuka uygundur. Bunun sebebini, hukuk düzeninin hakkın saldırıya uğramasına izin vermeyeceği esasında aramak gerekir (JHERING, Hukuk Uğruna Savaş, Sh. 5). Hukuk, esasen haksızlığı yenmek, adaletsizliği, saldırıları yasaklamak amacını güder. Hukuku korumak, haksızlığı yenmek için savaşan kimsenin hareketini ise hiçbir hukuk düzeni hukuka aykırı olarak kabul edemez, bu nedenledir ki, savunmanın meşruluğu hukukun kendi görev kavramlarından doğmaktadır (DEL VECCHİO, La Guistizia, Sh.185). Savunmada bulunmak her canlının ve bu arada, insanın kendisini ve mensup olduğu türü korumak tepkisinin bir sonucudur. Bu tepki aynı zamanda toplumun yararlarına da uygundur (RAİNERİ, 146; ANTOLİSEİ, 210; DONNEDİEU DE VABRES ,200)”[12]
Meşru savunmanın söz konusu olabilmesi için ortada haksız bir saldırının mevcut olması gerekir. Ancak hangi saldırıların haksız saldırı niteliğinde olduğu konusunda tartışmalar mevcuttur. Örneğin kusur yeteneğine sahip olmayan kişilerin hareketlerinin haksız olup olmadığı tartışmalıdır.[13] Bir görüşe göre bu kimselerin fiilleri de haksız olabilir ve bunlara karşı da meşru savunmada bulunulabilir.[14] Saldırıyı gerçekleştiren kişinin mesela akıl hastası veya yaş küçüğü olması gibi bir sebeple kusur yeteneğinin olmaması, önemli değildir.[15] Akıl hastası veya yaşı küçük olması nedeniyle kusur yeteneğine sahip olmayan kişilerin saldırılarına karşı da meşru müdafaa mümkündür.[16] Fiilin subjektif olarak da haksız olması gerekmez.[17] Saldırının objektif olarak bulunması yeterlidir ve böyle bir durumda yapılan saldırı, haksız saldırıdır. Saldırının haksız sayılabilmesi için, saldıranın isnat edilebilir veya cezalandırılabilir olması gerekmez. Bu itibarla akıl hastalarının ve küçüklerinin saldırıları gibi, diplomasi veya yasama dokunulmazlığından yararlanan kimselerin saldırıları da haksız kabul edilebilir ve meşru savunmaya neden olabilir.[18]Ortada haksız bir saldırı mevcut olduğundan, bu kişilerin saldırılarına karşı da meşru müdafaa söz konusu olabilecektir.[19] Diğer görüşe göre ise haklıyı haksızdan ayırma yeteneği olmayan kişinin hareketi haksız sayılamayacağından bunların fiillerine karşı ızdırar(zorunluluk) hali mümkündür.[20] Bu görüşe katılanlara göre bu durumda saldırganın isnat yeteneği konusunda yanılan kişi hakkında yanılma hükümleri uygulanır.[21] Haklıyı haksızdan ayıramayan, yaptığı hareketin kötülüğünü anlayamayan kimsenin fiilinin haksız sayılması ve bunlara karşı meşru müdafaada bulunulabilmesi mümkün değildir. Burada saldırı(tecavüz) kavramı ile psikolojik-psikiyatrik bir kavram olan saldırganlığı birbirine karıştırmamak gerekir. Bu gibi kimselerin fiilleri teknik olarak “saldırı” değil, olsa olsa “tehlike” teşkil edebilirler ve bu durumda meşru müdafaa değil, olsa olsa ıztırar hali söz konusu olabilir.[22] Kanımca meşru savunma fiilinin ıztırar hali kapsamında değerlendirilmesi sadece kusur yeteneğine sahip olmayanlar açısından yapılan subjektif ve yanlış bir değerlendirmedir. Oysa ki fiil haksızdır, saldırı fiilidir. Bu fiil sadece tehlike olarak adlandırılamaz. Fiili subjektif olarak değerlendirmek yerine objektif olarak değerlendirdiğimizde ortada ihlal edilen bir hakkın ve bu hakka yönelmiş bir tecavüzün olduğu açıktır. Kişinin hakkına yönelmiş bir tecavüz yani haksız bir saldırı ortaya çıktığında ise meşru savunma mümkündür.
Saldırıyı kimin başlattığının belirlenemediği hallerde, meşru müdafaa hükmünün uygulanıp uygulanmayacağı tartışmalıdır.[23] ÖZGENÇ’e göre saldırıyı kimin gerçekleştirdiğinin belli olası gerekir. Çünkü, meşru savunma, ancak saldırıyı gerçekleştiren kişiye karşı mümkündür.[24] DEMİRBAŞ da bu görüştedir.[25] İlk haksız saldırının kim tarafından yapıldığının belirlenememesi halinde, artık haksız tahrike ilişkin TCK m.29 hükmünün uygulanması gerekir.[26] KOCA/ÜZÜLMEZ’e göre ise bu gibi hallerde, her iki tarafı da savunma halinde kabul etmek ve meşru müdafaayı her ikisi bakımından da uygulamak gerekir. Taraflardan birisinin meşru müdafaa halinde olduğu muhakkak olduğuna göre, bu kişiyi de işlenen fiilden dolayı mahkum etmek adaletsiz bir uygulama olacaktır. Ayrıca, aksi bir kabul, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine de aykırıdır.[27],[28] Kanımca da bu görüş isabetlidir. Yargıtay’ın da taraf olduğu ilk görüş tamamen orta yolu bulmaya yönelik, hukuki değerlendirmeden uzak bir görüştür. Şayet iki tarafın da meşru savunmadan yararlanamadığı bir durumda iki taraf da haksız tahrikten yararlanır şeklinde bir açıklama çelişkilidir.
5237 sayılı TCK madde 25/’de bir saldırıdan söz edilmektedir. Ancak bu saldırının niteliği konusunda bir açıklık bulunmamaktadır. Acaba her çeşit saldırı madde 25/2’deki bu saldırı kapsamında değerlendirilebilir mi? Hakaret fiiline karşı meşru savunma olur mu? 765 sayılı TCK zamanında saldırının maddi bir fiil olup, cebri nitelikte bulunması gerektiği, sözlü saldırıların bu nitelikten yoksun bulunduğu bu nedenle hakaret suçlarında meşru savunmanın söz konusu olamayacağı ifade edilmekteydi.[29] Bunun gerekçelerinden birinin de saldırının nefse ve ırza yönelik olduğu söylenmekteydi.[30] Tartışma YTCK bakımından da varlığını korumakta ve hatta önemi de artmış görünmektedir.[31] Doktrindeki baskın görüşe göre bazı saldırılar, mahiyeti gereği olarak, meşru savunmaya elverişli değildir. Örneğin bir insana vaki sövme fiili karşısında meşru savunmada bulunulabileceğini söylemek güçtür.[32] Saldırının maddi olarak bulunması gerekir.[33] Saldırının maddi nitelikte bir fiil olması gerekirse de, mutlaka cebir ve şiddet şeklinde tezahür etmesi zorunlu değildir.[34] Mahiyetleri gereği maddi nitelikte olmayan, örneğin hakaret ve sövme gibi sözlü saldırılara karşı meşru savunma olmaz.[35] Kanaatimce hakaret ve sövme fiillerine karşı meşru savunmada bulunulamaz şeklinde bir ayrımda bulunulamaz. Bu eski kanun zamanından kalma, şu anki kanunun içeriğine aykırı bir yorumdur. Gerçekten 765 sayılı kanunun 49/2. maddesi nefse ve ırza bir saldırıdan söz etmektedir ve bu saldırının hakaret ya da sövme fiilleri ile gerçekleşmesi mümkün değildir. Ancak 5237 sayılı yeni TCK’da korunan hukuki değer açısından bu ayrım kalkmıştır ve artık her türlü hak kanunca korunmaktadır. Hakaret ve sözme fiillerine karşı da meşru savunmanın söz konusu olabileceği haller olabilir. Bu fiiller meşru savunmaya elverişsiz değildir. Örneğin kişinin eliyle, kendisine hakaret eden bir kişinin ağzını kapaması meşru savunma sınırları içerisindedir.
Hakaret ve sövme fiilleri dışında bir diğer tartışma da tehdit fiilleri karşısında meşru savunmanın söz konusu olup olamayacağı konusundadır. Birinci görüş bu fiillere karşı da meşru savunmanın söz konusu olamayacağı yönündedir. Sözle saldırının yapılacağının beyan edilmesi halinde, saldırının varlığından söz edilemez ve meşru savunma uygulanamaz.[36] İkinci görüşe göre ise YTCK, “gerçekleşmesi muhakkak bir saldırı” bakımından da meşru savunmanın mümkün olduğunu kabul ettiğine ve tahdit suçunun maddi unsuru “hayata, vücut veya cinsel dokunulmazlığa vayahutta malvarlığına yönelik saldırı gerçekleştirileceğinden bahisle tehdit etmek” olduğuna göre tehdit suçu kapsamında sözlü bir saldırının varlığı karşısında meşru savunmanın mümkün olmayacağını ileri sürmek zor görünmektedir.[37] Kendisine yapılan tehditten korunmak için veya ona tepki olarak tehdit suçunu işleyen kişinin koşulları oluşmuşsa meşru savunma veya haksız tahrikten yararlanması mümkündür.[38] Kanımca da ikinci görüş isabetlidir. Hakaret ve sövme fiillerine karşı meşru savunma mümkün olduğu gibi tehdit fiillerine karşı da mümkündür. Tehditin içeriği de 5237 sayılı yeni TCK madde 25/2’deki düzenlemeye paralel olarak ileride gerçekleşecek olan bir saldırıdır.
Bir diğer tartışma savunmadaki zorunluluk bakımındandır. Acaba kaçma imkanı varken savunmada bulunan kişi meşru savunmadan yararlanabilecek midir? Bu konudaki ilk görüşe göre kaçma olanağı varken kaçmamak savunmada zorunluluk bulunmadığını göstermez.[39] Kaçma imkanı olmasına rağmen, kaçmayıp savunmada bulunan kişinin hareketi meşru müdafaa olarak değerlendirilmektedir.[40] Kural olarak, hiç kimse korkak bir şekilde davranmaya zorlanamayacağından, saldırgandan kaçmadan savunma hareketlerinde bulunana meşru savunma hükümleri uygulanacaktır.[41] Tecavüz karşısında bulunan kişinin bu tecavüzden kendisini korumaya yönelik bir gayret içinde olması gerekirse de, kaçması kendisinden beklenemez.[42] Yargıtay da bu görüştedir. Yasal savunmada, hiç bir zaman ve hiçbir ahvalde sanığa kaçma mükellefiyeti yüklenemez ve kaçarak kurtulması istenemez. Failin kaçma olanağının bulunup bulunmadığı da, dikkate alınamaz.[43] Diğer görüşe göre ise her şeyden önce, kaçmanın bizatihi şerefsizlik olmadığını, öte yandan kaçmamanın bazen aşırı gururun, saldırganlığın veya kavgacılığın işareti olabileceğini kabul etmek ve sorunu menfaatler dengesine göre çözmek gerekmektedir.[44] Kişinin onurunun, zarar görmeksizin kaçabilecek olan kimsenin saldırganı öldürmesini veya kalıcı yaralamasını meşrulaştırmayacağını kabul etmek gerekir.[45] Bu konuda bahsettiğimiz iki görüş de savunmada zorunluluk bulunup bulunmadığının her somut olayın özelliklerine göre ayrı ayrı belirlenmesi gerektiğini kabul eder. Kanaatim de bu yöndedir. Somut olayın özellikleri değerlendirilmeli, daha sonra yaşadığımız toplumda kaçmanın nitelendirmesi göz önünde bulundurulmalı, ayrıca kişinin durumu objektif olarak kaçılabilir olsa da o an kişinin içinde bulunduğu psikoloji de göz ardı edilmemeli, kişinin objektif olarak kaçabileceği her saldırıdan kaçması beklenmemelidir.
765 sayılı TCK’da meşru müdafaa için saldırının nefse veya ırza yönelik olması aranmaktaydı. Oysa 5237 sayılı yeni TCK’da bu sınırlama kaldırılmış ve meşru savunma tüm hakların korunması bakımından kabul edilmiştir. Bu konudaki tartışmalı husus saldırı ile savunma arasındaki oran bakımındandır. Acaba her saldırıda bulunanın her hakkı, meşru savunma sınırları içerisinde hakkın korunması için ihlal edilebilir mi? Bu konudaki en büyük tartışma mülkiyet hakkının korunması bakımındandır. Kişinin mülkiyet hakkını ihlal eden, kişinin parasını çalan bir kişi vurularak, meşru savunma sınırları içerisinde bu kişinin yaşam hakkına müdahale edilebilir mi? Bu konuda da iki ana görüş mevcuttur. Her iki görüş de temelinde her olayın kendi içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtse de birinci görüşe göre meşru savunmanın lafzı mülkiyet hakkı ile yaşam hakkı arasında bir ayrım yapmaya müsait değildir. Kişi, mülkiyet hakkını ihlal eden saldırganın yaşam hakkına müdahele edebilir. Örneğin kişi yüklü miktarda parasını çaldığını gören saldırganı, başka türlü durdurma imkanı yoksa, ateş edip öldürdüğü takdirde meşru savunmadan hükümlerinden yararlanacaktır. Diğer görüşe göre ise kanun maddesinde hak teriminin kullanımı nedeniyle meşru savunmanın uygulama alanının gereğinden fazla genişleyeceği savunulmaktadır.[46] Söz konusu düzenleme yaşama hakkı ile mülkiyet hakkını eşit düzeye getirdiği için YTCK’nın kişi hak ve özgürlüklerini öne çıkardığı ve koruduğu söylemi ile çelişmektedir.[47] Bizimki gibi, biçimsel kanuniliğe dayalı bir hukuk düzeninde söz konusu oran, bizzat hukuk düzeni ve özellikle Anayasa tarafından ifade edilen değerler hiyerarşisine dayanılarak belirlenmelidir.[48] Kanımca meşru savunma konusunda bu şekilde teorik bir ayrım yapılması doğru değildir. Bu şekilde kurallar koyup haklar arasında bir hiyerarşi belirlemek karşımıza çıkabilecek değişik nitelikte bambaşka bir olayda adaletsiz uygulamalara yol açabilir.

Av.Emrah ATEŞOĞULLARI
Antalya, Aralık 2008


[1] GROSSO, Difesa legittima e stato di necessita, Milano 1964; aynı yazar: Legittima difesa(dir. Pen) Enciclopedia del dritto, XXIV, 1974, s.27 vd.; ALTAVILLA: Difesa legittima, Novissimo Digesto Italiano, V, 1960, s.61 vd.; EREM: II, s.21 vd.; DÖNMEZER/ERMAN:II, s.122 v.,; YÜCE: s.255 vd.; ÖNDER:Ceza Hukuku, II, s.207 vd.; ÖZEN: Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, Ankara 1995. (Nakleden: TOROSLU: Ceza Hukuku, Ankara 2005, s.103)

[2] DÖNMEZER/ERMAN:Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım Cilt II, İstanbul 1997, s.104

[3] HAFIZOĞULLARI: Hukuka Uygunlu Nedenleri, http://www.abchukuk.com/cezahukuku/hukuka-uygunluk.html.

[4] ÖZGENÇ:Türk Ceza hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.311.

[5] EREM: Genel Hükümler II, s.3, 24, 25. Bu görüşü benimseyen diğer yazarlar hakkında bkz. ÖZEN: Meşru Savunma, s.49 vd.(Nakleden: ÖZGENÇ: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.311)

[6] ÖNDER: Genel Hükümler II, s.208; ÖZEN: s.69. Bu görüşü benimseyen diğer yazarlar hakkında bkz. ÖZEN: Meşru Savunma, s.59 vd.(Nakleden: ÖZGENÇ: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.311)

[7] HAFIZOĞULLARI: Hukuka Uygunlu Nedenleri, http://www.abchukuk.com/cezahukuku/hukuka-uygunluk.html.

[8] ÖZGENÇ: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.312.

[9] ÖZGENÇ: Türk Ceza Hukuku genel Hükümler, Ankara 2007, s.312.

[10] ÖZTÜRK: Uygulamalı Ceza Hukuku ve emniyet Tedbirleri Hukuku, Ankara 2002, s.152

[11] ÖZGENÇ: Gazi Şerhi s.368, 369.(Nakleden: KOCA/ÜZÜLMEZ: Türk Ceza Hukuku genel Hükümler, Ankara 2008, s.241)

[12] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 18.02.1991 gün ve 1991/1-4E., 1991/39K. sayılı kararı

[13] ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi, Ankara 2006, s.349.

[14] DÖNMEZER/ERMAN:II, no.800; ÖZEN: 92 vd., YÜCE:256; ÖZGENÇ:252.(Nakleden: ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi, Ankara 2006, s.349)

[15] ÖZGENÇ: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.314.

[16] ÖZTÜRK/ERDEM: (8), s.142, kn.212; DÖNMEZER/ERMAN: II, (12), n.800; ÖZEN: s.92; ÖZGENÇ:Gazi Şerhi, 372; MAHMUTOĞLU: Hukuka uygunluk Nedenleri, s.48. Karşı görüş, İÇEL/SOKULU-AKINCI/ÖZGENÇ/SÖZÜER/MAHMUTOĞLU/ÜNVER: Suç teorisi,(2), s.134, 137; GROPP: Alman Bakışına Göre, s.213; ARTUK/GÖKÇEN/YENİDÜNYA: Genel Hükümler, (3), s.541.(Nakleden: KOCA/ÜZÜLMEZ: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2008, s.242)

[17] SOYASLAN: Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 1998, s.405.

[18] TOROSLU: Ceza Hukuku, Ankara 2005, s.104.

[19] DÖNMEZER-ERMAN: II, (12), n 107; HAKERİ: Ceza Hukuku, (5), s.167.(Nakleden: KOCA-ÜZÜLMEZ: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2008, s.243)

[20] ARTUK/GÖKÇEN/YENİDÜNYA, 517; TOROSLU, 116; ÖZTÜRK/ERDEM/ÖZBEK, no.227.(Nakleden: ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi, Ankara 2006, s.349)

[21] ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi, Ankara 2006, s.349

[22] ÖZTÜRK: Uygulamalı Ceza Hukuku ve emniyet Tedbirleri Hukuku, Ankara 2002, s.154

[23] KOCA/ÜZÜLMEZ: Türk Ceza Hukuku genel Hükümler, Ankara 2008, s.242.

[24] ÖZGENÇ: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.314.

[25] DEMİRBAŞ:Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.262.

[26] Y. CGK. 23.6.1998 – E. 1/160 K.249; “Hakkındaki mahkumiyet kararı kesinleşen Ali Berk’in Adem Berk’i yukarıda açıklanan şekilde balta ile yaraladığı, keza sanık Adem’in de Ali Berk’i ateşli silah ile yaraladığı anlaşılan olayda cereyan şekli ile ilgili olarak sanıkların aşamalardaki gerek kendi içlerinde gerekse yekdiğerleriyle çelişen anlatımları dışında başkaca bir kanıt elde edilememesi karşısında, ilk haksız saldırının hangi sanıktan geldiği kesin biçimde saptanamamıştır.-Somut olayda ilk haksız saldırıyı kimin gerçekleştirdiğinin belirlenememesi nedeniyle taraflardan birini ya da ötekini yasal savunma halinde görmeye olanak bulunmamakta, süreklilik gösteren yargısal kararlarda da belirtildiği gibi (bu durumlarda) sanığın TCK’nın 51/2. maddesi hükmünden (haksız tahrik) yararlandırılması gereklidir.”(Yaşar, 656 vd.) (Nakleden:DEMİRBAŞ:Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.262.)

[27] KOCA/ÜZÜLMEZ: Türk Ceza Hukuku genel Hükümler, Ankara 2008, s.242.

[28] HAKERİ, Ceza Hukuku, (5), s.165; DÖNMEZER/ERMAN: II, (12), n.111.(Nakleden: KOCA/ÜZÜLMEZ: Türk Ceza Hukuku genel Hükümler, Ankara 2008, s.242.

[29] DÖNMEZER/ERMAN, C.II, 124; ÖZEN, Meşru Müdafaa, 104. Benzer görüş YTCK bakımından da savunulmaktadır(CENTEL/ZAFER/ÇAKMUT, 309) (Nakleden: ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi, Ankara 2006, s.348)

[30] ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi, Ankara 2006, s.348

[31] ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi, Ankara 2006, s.348

[32] ÖZGENÇ: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.313.

[33] DEMİRBAŞ:Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.263.

[34] ÖZEN: s.75.(Nakleden: KOCA/ÜZÜLMEZ: Türk Ceza Hukuku genel Hükümler, Ankara 2008, s.241.)

[35] CENTEL/ZAFER/ÇAKMUT: (4), s.302; DÖNMEZER/ERMAN: II, (12), n.113; ÖZGENÇ: Türk Ceza Hukuku, (2), s.313 (Nakleden: .(Nakleden: KOCA/ÜZÜLMEZ: Türk Ceza Hukuku genel Hükümler, Ankara 2008, s.241.)

[36] DEMİRBAŞ:Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.263.

[37] ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi, Ankara 2006, s.348

[38] ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi Cilt 2, Ankara 2008, s.685

[39] ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi, Ankara 2006, s.352

[40] KOCA/ÜZÜLMEZ: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2008, s.245.

[41] DEMİRBAŞ:Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.264.

[42] ÖZGENÇ: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007, s.316.

[43] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.12.1990 gün ve 1990/1-253E., 1990/323K. sayılı kararı

[44] TOROSLU: Ceza Hukuku, Ankara 2005, s.106

[45] MANTOVANI: Dir.pen., s.238.(Nakleden: TOROSLU: Ceza Hukuku, Ankara 2005, s.107)

[46] TOROSLU/ERSOY, 11.(Nakleden: ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi, Ankara 2006, s.350)

[47] ÖZBEK: TCK İzmir Şerhi, Ankara 2006, s.350

[48] TOROSLU: Ceza Hukuku, Ankara 2005, s.108
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Meşru Savunma Tartışmaları" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Emrah Ateşoğulları'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
29-12-2008 - 11:31
(5598 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 12 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 12 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
9145
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 16 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,63 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 33162, Kelime Sayısı : 3570, Boyut : 32,38 Kb.
* 4 kez yazdırıldı.
* 12 kez indirildi.
* 1 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 949
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,27935505 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.