Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Ceza Muhakemesinde Uzlaşma: Temel Sorunlar Ve Öneriler

Yazan : Mualla Buket Soygüt Arslan [Yazarla İletişim]
Akademisyen- Ceza ve Ceza Usul Hukuku Araştırma Görevlisi

Makale Özeti
Bu çalışmada 2005 yılında yürülüğe konulan uzlaşma konusunda kanundan ve uygulamadan kaynaklanan sorunlar ortaya konulup, çözüm önerilerinde bulunulmuştur.
Yazarın Notu
Soygüt Arslan M.B., 2008, “Ceza Muhakemesinde Uzlaşma: Temel Sorunlar ve Öneriler”, Suç ve Ceza Dergisi, Sayı 3, s.81-99

CEZA MUHAKEMESİNDE UZLAŞMA: TEMEL SORUNLAR VE ÖNERİLER

Mualla Buket SOYGÜT ARSLAN?
Giriş
Adliyenin her geçen gün artan iş yükü, ceza muhakemesinde alternatif uyuşmazlık çözümü arayışlarına neden olurken; mağdurun konumunun güçlendirilmesi ihtiyacı da onarıcı ceza adaleti anlayışının gelişmesine neden olmuştur. Her iki amaca hizmet etmesi düşünülen uzlaşma kurumu, dünyadaki gelişmelere uygun olarak Türk hukukundaki yerini ilk defa 2005 yılında almıştır.1 Ancak karşılaştırmalı hukukta olduğunun aksine, pilot uygulamalar ve kriminolojik araştırmalar yapılmaksızın yürürlüğe konulan uzlaşma yaygın uygulama alanı bulmamıştır.2 Uzlaşmanın taraf muhakemesi anlayışına dayanan Anglo-Amerikan sisteminin bir ürünü olması, söz konusu araştırmaların önemini ortaya koymaktadır. Zira, kamu davasının mecburiliği, maddi gerçeğin araştırılması, resen araştırma, delillerin doğrudan doğruyalığı ve sözlülük ilkelerine dayalı olan Kıta-Avrupası sisteminin geçerli olduğu hukukumuzda, uzlaşma gibi cezai uyuşmazlığın çözümünü tarafların iradesine bırakan bir usulün benimsenmesinin kolay olmayacağı açıktır.3
Mevzuatta 2006 yılında yapılan değişiklikler4 de usul yönünden önemli boşlukları doldurmakla birlikte, uzlaşmanın doğasından kaynaklanan temel sorunları giderici nitelikte değildir. Hatta, bazı yeni hükümler özellikle sanık hakları bakımından uzlaşmayı daha da sakıncalı hale getirmiştir.
Adalet Bakanlığı’nca, özellikle uygulamacıların eğitilmesine ve toplumsal bilinç oluşturulmasına yönelik “Ceza Adalet Sisteminde Uzlaştırma Uygulamalarının Geliştirilmesi Projesi”nin5 yürütülmekte olması umut vericidir. Ancak, gerek uzlaşmanın doğasından gerekse kanun ve uygulamadan kaynaklanabilecek olan temel sorunlar giderilmedikçe yürütülmekte olan çalışmaların amacına ulaşması mümkün görünmemektedir.

Bu çalışmada kısaca, söz konusu temel sorunlar ortaya konulmakta ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerinde bulunulmaktadır.6


Temel Sorunlar ve Öneriler

* Uzlaşmaya tabi suçların kapsamı öğretide başından beri eleştirilmiştir.7 Gerçekten uzlaşmanın (5560 sayılı Kanunla değiştirilmeden önce) yalnızca şikâyete bağlı suçlarda uygulanabilmesi, uzlaşmaya göre çok daha masrafsız ve kolay bir yol olan şikâyetten vazgeçme karşısında işlevsiz kalmasına neden olacaktı. Öte yandan yapılan kanun değişikliğiyle uzlaşmaya tabi suçların kapsamının genişletilmesi8 de yerinde olmamıştır. Zira, uzlaşmanın gerçekleşmesi halinde kararlaştırılan edimin ifa edilmesi ile suçla bozulan toplumsal barışın eski haline getirildiği düşünüldüğünden suç hiç işlenmemiş gibi kabul edilir. Bu noktada suçla korunan hukuki değer önem kazanmaktadır.9 Her suçun toplum düzenini ve barışını bozma derecesi aynı değildir; bunlardan düzeni bozma etkisi çok olan suçlar bakımından mağdurun menfaatleri ön planda tutulmamalıdır.10 Kanunda bazı suçların uzlaşmaya elverişli olmadıkları gözden kaçırılmıştır.11
Ayrıca, failin karşı karşıya olduğu ceza tehdidinin ağırlığı, suçlu olmasa dahi yargılamanın sıkıntılarından ve cezadan kurtulma düşüncesiyle uzlaşmayı kabulüne yol açabilir. Uzlaşmanın şüpheli/sanığın savunma hakkını kullanmaktan vazgeçmesine neden olabilecek bu hassas durumu, yalnızca basit suçlarda uygulanmasına imkân vermektedir. Zira, şüpheli veya sanığın ancak ceza tehdidinin ağır olmaması halinde özgür bir iradeyle uzlaşma ile yargılanma arasında seçim yapması mümkün olabilir. Üstelik sayma yöntemi yerine “suçun ağırlığı ve cezanın miktarı” veya suçla korunan “hukuki değer” gibi objektif bir ölçütün benimsenmesi kanun önünde eşitlik prensibi bakımından da daha uygun olacaktır. Ancak, suçla korunan hukuki değerin belirlenmesinde yalnızca kanunun sistematiğini ölçüt almak yeterli olmaz; esas itibariyle o suçla ihlal edilen menfaatin ortaya konulması gerekir. Örneğin; suç eşyasını satın alma veya kabul etme suçu (TCK m. 165) her ne kadar malvarlığına karşı suçlar bölümünde düzenlenmiş olsa da korunan hukuki değer itibariyle adliyeye karşı işlenen bir suçtur. Böyle bir suç ihdas edilmesinin amacı suç işlenmesinin önlenmesidir, dolayısıyla esas mağduru da kamudur. Ayrıca burada kiminle uzlaşılacağı da kanaatimizce belirsizdir.
Tüm bu nedenlerle uzlaşma, “suçla korunan hukuki değer” ölçütü dikkate alınmak üzere hafif suçlarda uygulanmaya müsaittir. Örneğin; sadece adli para cezasını gerektiren12 veya hapis cezasının üst sınırı bir yıldan fazla olmayan suçlarda13 uygulanması düşünülebilir. Önerilen suçlarda “tutuklama yasağı” bulunması (CMK m.100/4), “uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmiş olmasının soruşturma konusu suça ilişkin koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel olmayacağı” (CMK m. 253/8) hükmünün yaratabileceği sıkıntıyı da giderecektir.14
* 5237 sayılı TCK’nın mülga 73/8. maddesinde uzlaşma “suçu kabullenme” koşuluna bağlıydı. Onarıcı adalet anlayışının bir getirisi olarak kabul edilen uzlaşma usulünde, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasından ziyade suçtan doğan zararın sorumluluğunun üstlenilmesiyle ilgilenildiğinden, şüpheli/sanığın suçu veya sorumluluğu kabul etmesinde sakınca görülmemiştir. Ancak, ceza yargılamasında inandırıcı delillerle desteklenmedikçe tek başına mahkûmiyete esas alınmayan ikrar beyanına, yargının iş yükünün hafifletilmesi, yargılamanın süratle gerçekleşmesi, suçluluğun ispatındaki güçlükler, yargılama süjelerinin yol açtığı gecikmelerin önlenmesi gibi faydacı gerekçelerle sözleşmesel nitelik kazandırılması15 kişi özgürlüklerini doğrudan ilgilendiren ceza hukuku bakımından sakıncalıdır.
Nitekim 5560 sayılı Kanunla, TCK’nın 73.maddesinin 8.fıkrasının yürürlükten kaldırılması ve CMK’nın 253.maddesinde yapılan değişikliklerle şüpheli veya sanığın suçu kabulü şartı kaldırılmış, yerine yalnızca “uzlaşmayı kabul etmesi”nden söz edilmiştir. Bu değişiklik yerinde olmakla birlikte, tek başına uzlaşmanın doğasından kaynaklanan sorunları (şüpheli/sanığın uzlaşmayı kabul etmediği takdirde bir ceza tehdidi altında olması, cezanın diğer olası hukuki ve toplumsal sonuçları nedeniyle psikolojik bir baskı unsuru haline gelmesi gibi) ortadan kaldırmak için yeterli değildir.16 Bu noktada özgür iradenin sağlanması önem kazanmaktadır. Kanunda “görüşmelerin gizliliği”(CMK m. 253/11), “uzlaşma müzakereleri sırasında yapılan açıklamaların herhangi bir soruşturma ve kovuşturmada ya da davada delil olarak kullanılması yasağı”(CMK m. 253/20)17 gibi özgür iradeyi sağlamaya yönelik bir takım tedbirler alınmıştır. Ancak kanunda, söz konusu bilgi ve belgelerin dava dosyasından çıkartılmasını öngören bir hüküm bulunmamaktadır.
“Ceza Muhakemesi Kanununa Göre Uzlaştırmanın Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik”18in (kısaca Uzlaşma Yönetmeliği) 19/3 maddesinde öngörülen “Uzlaştırmacı tarafından gerekli görülmesi hâlinde tutulan tutanak veya notlar, kapalı bir zarf içerisinde Cumhuriyet savcısına verilir. Cumhuriyet savcısı tarafından mühür ve imza altına alınan kapalı zarf dosyada muhafaza edilir. Bu zarf, sadece uzlaştırmacı tarafından düzenlenen ve Cumhuriyet savcısı tarafından mühür ve imza altına alınan raporun sahteliği iddiası dolayısıyla ortaya çıkan uyuşmazlığı gidermek amacıyla delil olarak kullanılmak üzere açılabilir” hükmü de mutlak bir güvence sağlamayıp takdiri uzlaştırmacıya bırakmaktadır. Ayrıca önemi itibariyle böyle bir güvencenin mutlaka kanunda yer alması gerekmektedir. Kaldı ki, uzlaşmaya ilişkin bilgilerin dava dosyasından çıkartılması sağlansa bile iddianamenin iadesi nedenlerinden birinin “uzlaşmaya tabi işlerde uzlaşma usulünün uygulanmaması” olması nedeniyle hâkimin, önüne gelen davada daha önce uzlaşmanın uygulandığı bilgisine sahip olması kaçınılmazdır. Her ne kadar görüşmelerde daha önce ortaya konulmuş olan beyan ve belgeler aleyhe delil olarak kullanılamasa bile, şüphelinin yalnızca uzlaşma görüşmelerinde bulunmayı kabul etmiş olması dahi (uzlaşma girişimi başarısızlıkla sonuçlandığında hakkında dava açılması halinde) hâkimin önyargıya sahip olmasına neden olabilir. Bu sorunu aşmak için kimi yazarlarca savunulan “davaya başka bir mahkeme tarafından bakılması”19 veya “C.Savcısının da dosyadan çekilmeyi isteme hakkı tanınması gerektiği”20 yönündeki öneriler yerinde olmakla birlikte, uzlaşmaya ilişkin bilgilerin dava dosyasından çıkartılması sağlanmadıkça hâkimin tarafsızlığının sağlanması bakımından yeterli olmayacaktır. Söz konusu bilgi ve belgelerin ayrı bir sistemde tutulması gerekir. Ayrıca bu durumun hâkimin tarafsızlığını etkilememesi için yapılacak hizmet içi eğitimlerle “uzlaşmanın suçu kabul anlamına gelmediği” uygulamacılara benimsetilmelidir.
* Uzlaşmaya tabi suçların büyük bölümünü şikâyete tabi suçlar oluşturmaktadır. Ancak, şikâyet koşulu usulüne uygun gerçekleştirilse dahi C.Savcısı kendisine yapılan her şikâyeti doğrudan uzlaştırmaya yönlendirmemelidir. Burada değinmemiz gereken önemli nokta, C.Savcısının uzlaşma teklifini yapmazdan önce dava açmak için yeterli şüphe olup olmadığını araştırması gerektiğidir.21 İddianame düzenlenmesi için temel bir şart olan “soruşturma evresi sonunda toplanan delillerin, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturması” kuralı uzlaşma bakımından açıkça öngörülmemiş olsa da, aranması gereken bir koşuldur (CMK m. 170). Aslında CMK’nın 5560 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki 253.maddesinin 1.fıkrasında “yapılan soruşturmanın durumuna göre” ibaresinin bu durumu ifade etmek üzere kullanıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla C.Savcısının uzlaşma teklifini, gerekli delilleri toplayıp kamu davası açmak üzere soruşturmayı sonlandırmadan önceki aşamada yapması gerekir. Zira, uzlaşmanın gerçekleşmesi ile soruşturma, uzlaşmaya dayalı olarak sonlandırılacak ve verilen kovuşturmama kararı ne bis in idem etkisi doğuracağından, artakalan delillerin toplamasından vazgeçilecektir.22 “İnsan hakları ve dava ekonomisi bakımından önemli olduğu kadar vatandaşlara bahşedilen özgürlüklerin de bir ölçeri olan yeterli şüphe ölçütünün”23 uygulanması, uzlaşma sırasında masum kişilerin suçu üstlenmesini engellemek bakımından önemli bir denetim işlevi görecektir. Bu itibarla 5560 sayılı Kanunla değişik 253. ve 254.maddelerde “yeterli şüphe” ölçütüne yer verilmemiş olması talihsizliktir. Bu konudaki kaygımızın kaynağı, 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu döneminde uygulamada C.Savcılarının muhakeme şartlarını gözden geçirmekle yetinmeleri, buna karşılık delillerin mahkûmiyeti sağlamaya yeterli olup olmayacağı konusunda değerlendirme yapmamayı mutat hale getirmiş olmalarıdır.24 Bu durumu engellemek için 5271 sayılı CMK ile “iddianamenin iadesi” kurumu getirilmiştir. Ancak, uzlaşmanın çoğunlukla soruşturma aşamasında uygulanacağı göz önünde bulundurulduğunda yeterli şüphe ölçütünün önemi daha da iyi anlaşılmaktadır. Hatta, söz konusu güvencenin masum kişilerin sorumluluğu üstlenmesini önlemek bakımından “kuvvetli şüphe” ye dönüştürülmesi de düşünülmelidir.
* Çocuk Koruma Kanunu (ÇKK)’nun 24.maddesi uyarınca çocuklar bakımından uzlaşma yetişkinlerle aynı hükümlere tabi kılınmıştır. Bu durum da, günümüz çocuk yargılamasına hâkim olan “soruşturma ve kovuşturmanın çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi, kararların alınmasında ve uygulanmasında çocuğun yaşına ve gelişimine uygun, eğitiminin ve öğreniminin, kişiliğinin ve toplumsal sorumluluğunun geliştirilmesinin desteklenmesi” gibi temel ilkeler göz ardı edilmektedir. Karşılaştırmalı hukukta olduğunun aksine, uzlaşmanın çocuk bakımından bir eğitim kurumuna devamının sağlanması veya bir meslek kazandırılması gibi eğitici ve ıslah edici bir boyutunun olmaması ciddi bir eksikliktir. Yargılama yapılması halinde çocuk hakkında hükmedilmesi gereken böyle bir tedbir, uzlaşma sürecinde göz ardı edilmektedir. Uzlaşma Yönetmeliği’nin 20/ç maddesine göre edimin konusu “şüpheli/sanığın topluma faydalı birey olmasını sağlayacak bir programa katılması gibi diğer bazı yükümlülükler altına girilmesi” olarak kararlaştırılabilir. Ne var ki, içeriği çok da belirgin olmayan böyle bir tedbir ancak tarafların anlaşması halinde söz konusu olacaktır. Mağdurun eğitim düzeyi veya benzeri sebeplerle, şüpheli veya sanık çocuk hakkında böyle bir tedbir uygulanmasının önemini anlayamayacak durumda olması halinde ise, uygulamada yalnızca maddi giderimle yetinilmesi olasıdır.
Bu itibarla, 2253 sayılı mülga Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 24.maddesinde “şikâyetin geri alınmasının, küçüklere ilişkin tedbirlerin uygulanmasına engel olmadığı” şeklindeki hükmün, 5395 sayılı ÇKK’na alınmaması ve ayrıca uzlaşma bakımından da böyle bir hükmün getirilmemesi ciddi bir hata olmuştur.25 Öte yandan, uzlaşma halinde çocuklara özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanacağı kabul edilse bile genel olarak güvenlik tedbirleri bakımından sorun teşkil eden bir husus daha göze çarpmaktadır. TCK’nin çocuklara özgü güvenlik tedbirleri konusunda, 56.maddesi ile yollamada bulunduğu 5395 Sayılı ÇKK’nın 11.maddesinde “bu kanunda düzenlenen koruyucu ve destekleyici tedbirlerin suça sürüklenen ve ceza sorumluluğu olmayan çocuklar bakımından çocuklara özgü güvenlik tedbiri olarak anlaşılacağı” düzenlenmiştir. “Suça sürüklenen ve ceza sorumluluğu olan” çocuklar bakımından ise herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.26 Bu eksikliğin öncelikli olarak giderilmesi gerekmektedir.
Mevcut hükümlerden ÇKK’nın 5.maddesinde düzenlenen koruyucu ve destekleyici tedbirlerin, “suça sürüklenen” ve “uzlaşmayı kabul eden” çocuklar bakımından da uygulanması mümkün olabilirse de; kanımızca bu konuda açık bir hüküm getirilmesi gerekmektedir. Uzlaşmaya göre daha hafif suçlarda uygulanabilen ve daha sıkı koşullara bağlanan kamu davasının açılmasının ertelenmesi/hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulamasında bile, hakkında kamu davası ertelenen çocuğun denetim altına alınabilmesine karar verilebilecekken (ÇKK m.36), uzlaşmanın gerçekleşmesi halinde yalnızca mağdurun zararının giderilmesiyle yetinilecek, çocuk hakkında herhangi bir tedbir uygulanmayacaktır. Bu durumun, failin islemiş olduğu suçun mağdurda yarattığı etkiyi uzlaşma sürecinde algılayarak bir daha suç işlemeyeceği varsayımından kaynaklandığı düşünülebilir. Ancak böyle bir varsayımın her zaman gerçeğe dönüşmeyeceği olgusu karşısında hâkime bu tür tedbirleri uygulayabilme konusunda takdir yetkisi verilmesi gerekir. Sadece mağdurun zararının giderilmesine odaklanmak suretiyle çocuğun ıslahı ve eğitimini göz ardı eden bir uzlaşma anlayışı kabul edilemez.
Güvenlik tedbirlerinin uygulanabilmesi için sanığın fiili işlediğinin sabit olması ve bu nedenle kovuşturmanın sonlandırılması gerekmesine karşın,27 uzlaşma sonucunda fiili sabit olmayan şüpheli/sanık çocuğa özgü koruyucu ve destekleyici nitelikteki tedbirlerin uygulanabilmesi gerekir. Burada masumiyet karinesinden ziyade çocuğun korunması ve ıslah edilmesi amacı üstün tutulmalıdır.28 Bu durumun masumiyet karinesi bakımından yaratacağı sakınca da,29 yukarıda belirtildiği üzere “uzlaşmanın sanığın suçluluğu hakkında kuvvetli şüphe bulunması halinde uygulanabilmesi” koşulunun getirilmesiyle kısmen giderilebilir.
* 5560 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, C.Savcısının uzlaştırmacı atamak yerine uzlaştırmayı bizzat yürütebilmesi imkânı getirilmiştir. Her ne kadar, C.Savcısına kanunla “sanığın sadece aleyhindeki değil lehindeki delilleri de toplama ve şüphelinin haklarını koruma yükümlülüğü” verilmiş olsa (CMK m. 160/2) ve ayrıca ceza muhakemesinde “iddia ile savunma arasındaki ilişkinin maddi gerçeğe ulaşmak için yürütülen bir işbirliği ilişkisi olduğu”30 kabul edilse de; bu durum C.Savcısının iddia makamı sıfatını sürdürmesini ve bu sıfattan kaynaklanan yetkilerini kullanmasını engellemez. Bu nedenle de şüphelinin, uzlaşmanın başarılı olmaması ve hakkında dava açılması ihtimali karşısında, CMK’nın 253/8.maddesi uyarınca aynı zamanda aleyhine delil toplayan C.Savcısı önünde iradesini özgürce ortaya koyması çok mümkün olamayacaktır. C.Savcısına böyle bir yetki verilmesi uzlaşmayı adeta ABD, İngiltere ve Kanada’da sıklıkla uygulanan ve adil yargılanma hakkı bakımından son derece sakıncalı olan “itiraf pazarlığı” yöntemine dönüştürecektir. Söz konusu düzenleme, uluslararası belgelerde kabul edilen “uzlaştırmacının tarafsızlığı ve bağımsızlığı” ilkelerine de aykırılık teşkil etmektedir.

* 5560 sayılı Kanunla, uzlaştırmacı ile C.Savcısı arasındaki ilişkiyi düzenleyen bir hüküm getirilmiştir. Buna göre “uzlaştırmacı, müzakereler sırasında izlenmesi gereken yöntemle ilgili olarak Cumhuriyet Savcısıyla görüşebilir; Cumhuriyet Savcısı, uzlaştırmacıya talimat verebilir” (CMK m. 253/14). Bu hüküm uzlaştırmacının bağımsızlığı bakımından tartışılması gereken bir düzenlemedir. Uzlaştırmacının C.Savcısıyla irtibat halinde olması olağan karşılanabilirse de, talimat alması doğru olmayacaktır. Zira, öncelikli sorun, böyle bir talimatın içeriğinin belirsiz olmasıdır. Maddenin ifadesinden, C.Savcısının yetkisinin, “uzlaşma sırasında izlenmesi gereken yöntemle ilgili olduğu” düşünülebilirse de, aynı kanun değişikliğiyle uzlaştırmayı bizzat gerçekleştirebilme yetkisiyle donatılan C.Savcısının bu yetkiyi daha geniş bir şekilde kullanması mümkündür. Bu durum da, uzlaştırmacı atanmasını anlamsız kılacağı gibi, C.Savcısının uzlaştırmayı bizzat gerçekleştirmesi konusunda belirttiğimiz sakıncaları gündeme getirecektir. Kaldı ki, müzakere teknikleri, beden dili ve benzeri konulardaki özel becerisi ile uyuşmazlığın çözümüne katkıda bulunması beklenen uzlaştırmacının izlenecek yöntem konusunda da, hukuka uygun davranmak koşuluyla, serbest olması gerekir.
* 5560 sayılı Kanun değişikliğinden önce uzlaşma sürecinin başlatılması halinde soruşturmanın sürdürülmeyeceği (CMK m. 253/3) öngörülmüş idi. Bu durumda delillerin toplanmasına devam edilemeyeceği anlaşılmakta; bu süreçte koruma tedbiri uygulanması veya uygulanmakta olan koruma tedbirlerinin kaldırılıp kaldırılmayacağı konusunda ise açık bir hüküm bulunmamakla birlikte soruşturma askıya alınmış olduğundan koruma tedbirlerinin uygulanamayacağı veya uygulanmakta olanların kaldırılması gerekeceği sonucuna varılmakta idi.
Buna karşılık, 5560 sayılı Kanunla CMK’nın 253/8. maddesinde yapılan değişiklikle, “uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmiş olmasının soruşturma konusu suça ilişkin delillerin toplanmasına ve koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel olmayacağı” düzenlenmiştir. Böylece, uzlaşma sürecinin başlatılmasına eskisinden farklı bir hukuki sonuç bağlanmıştır. Söz konusu hüküm, uzlaşmanın gerçekleşmemesi ihtimaline binaen delillerin karartılmasının önlenmesi ve soruşturmanın sıhhatinin sağlanması bakımından zorunlu olmakla birlikte, uzlaşma sürecinde özgür iradenin sağlanması bakımından çeşitli sakıncalar doğurabilir. Örneğin, hakkında tutuklama koruma tedbirine başvurulan şüphelinin, tutuklu bulunduğu sırada olası bir mahkûmiyetin sıkıntılarını hâlihazırda tecrübe etmesi, isnadolunan suçu işlememiş olsa dahi onu uzlaşmaya yöneltebilecektir. Yukarıda önerildiği gibi uzlaşmanın sadece adli para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı bir yıldan fazla olmayan suçlarda uygulanması, anılan suçlarda “tutuklama yasağı” bulunması nedeniyle söz konusu sakıncayı da giderecektir.
Bir başka sakınca, C.Savcısının uzlaştırma işlemini bizzat yapması halinde söz konusu olacaktır. Bu durumda C.Savcısı bir yandan delilleri toplamaya devam ederken, şüphelinin görüşmeler sırasında özgürce konuşabilmesi pek mümkün olmayacaktır. Görüşmelerin gizliliği kuralı (CMK m.253/13) ile görüşmelerde yapılan açıklamaların aleyhe delil olma yasağı (CMK m.253/20) da, söz konusu durumun yaratacağı psikolojik baskıyı gideremeyecektir. Bu nedenle, C.Savcısının uzlaştırmayı bizzat gerçekleştirmemesi gerektiği ve 5560 sayılı Kanunla böyle bir imkânın getirilmiş olmasının da yerinde olmadığı yönündeki görüşümüzü tekrar etmekte fayda görmekteyiz.
* CMK’nın 5560 sayılı Kanunla değişik 253/4. maddesi, uzlaşma teklifinin C.Savcısının talimatı üzerine adli kolluk görevlisi tarafından da yapılabilmesi imkânını getirmiştir. Bu durum da, CMK’nın 253/5.maddesinde düzenlenen uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin sonuçları bakımından “aydınlatma yükümlüğü”nün uygulamada, ülkemizde ayrı bir teşkilata sahip olmayan adli kolluk tarafından yapılmasına neden olacaktır. Uzlaşma, henüz hâkim ve savcılar bakımından dahi yeterince tanınmayan bir kurum iken, uzlaşmanın mahiyeti ve sonuçları hakkında kolluğun, tarafları aydınlatma yükümlülüğünü ne derecede yerine getireceği şüphelidir.
* 5560 sayılı Kanun, “uzlaşma teklifini reddetmiş olan tarafların daha sonra CMK’nın 253/9.maddesi uyarınca atanmış bir uzlaştırmacı olmaksızın da bir araya gelerek uzlaşmaları”na hukuki bir sonuç bağlamıştır (CMK m.253/16). Tarafların kendi aralarında hazırlayacakları uzlaşma belgesi C.Savcısı tarafından edimin hukuka uygunluğu ve tarafların özgür iradeleriyle oluşup oluşmadığı noktasında denetlenecektir. Ancak böyle bir denetimin nasıl yapılacağı belirli değildir. Kanunda geçen “Cumhuriyet savcısına başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilirler” ifadesinden tarafların birlikte başvurması gerektiği anlaşılmaktadır. C.Savcısının taraflarla yüz yüze görüşmeden ve özgür iradeleriyle uzlaştıklarına kani olmadan uzlaşma belgesini onaylamaması gerekir.
Yine de, uzlaşma sürecini idare ve takip eden, belirli nitelik ve yükümlülükler taşıyan bir uzlaştırmacı aracılığıyla gerçekleştirilen uzlaştırma işlemlerinde dahi tarafların iradelerinin sıhhatini sağlamanın zorluğu karşısında, adliye dışında veya uzlaştırmacısız gerçekleşecek bir anlaşmanın denetimi daha güç olacaktır. Bu durum da, uzlaşmanın güçlü olan taraf veya üçüncü kişilerce veya mafya vb. örgütlerce baskı unsuru olarak kullanılmasına neden olabilir. Söz konusu baskının mağdura yönelik olması olasılığında, uzlaşma ratio legis’ine aykırı olarak mağdurun bir kez daha mağdur olmasına yol açmış olur.
* Uzlaşmanın cezanın özel önleme fonksiyonu gibi bir etkiyi yeterli derecede yerine getiremeyebilecek olması da, bu kurumun kötüye kullanılmasına neden olabilecek bir diğer husustur. Her ne kadar uzlaşma ile failin eyleminden doğan sonuçları algılaması ve bir daha suç işlememesi beklense de, böylesi bir sonuç her zaman için gerçekleşmeyebilecektir. Bu nedenle, kişi hakkında daha önce işlemiş olduğu bir suçun soruşturması veya kovuşturmasının uzlaşma ile sonuçlanmasının ardından, tekrar tekrar suç işlenmesi halinde uzlaşma uygulanması imkânına bir sınır getirilmelidir. Örneğin Kanada hukukunda kişi hakkında daha önce başka bir suç nedeniyle bir onarıcı adalet programı uygulanmış olması halinde, aynı kişiye sonradan işlediği suç nedeniyle bir hak daha tanınmaktadır. Ancak üçüncü kez suç işlemesi halinde yargılama yapılmaktadır.
* CMK’nın 254/1.maddesine göre kovuşturma aşamasında uzlaşmanın uygulanabilmesi “kamu davası açıldıktan sonra kovuşturma konusu suçun uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması halinde” uygulanabilir. Kanunun sınırlayıcı hükmü karşısında ve Uzlaşma Yönetmeliği’nin 25/1. maddesi31 de göz önünde bulundurulduğunda “adreste bulunmama, yurtdışında olma veya başka bir nedenle kendisine ulaşılamayan şüpheli veya mağdur/suçtan zarar gören bakımından uzlaştırma yoluna gidilmeksizin soruşturma işlemi sonuçlandırılacağından (CMK m. 253/6)” bu kişiler bakımından kovuşturma aşamasında uzlaşmanın uygulanması mümkün görünmemektedir. Bu durum, kanun önünde eşitliğe aykırılık teşkil etmekte ve adalet duygusunu zedelemektedir. Gerçekten uzlaşma yalnızca yargılamayı hızlandırıcı bir araç değil; aynı zamanda sanık ve mağdur bakımından bir hak olarak düzenlenmiştir. Bu nedenle CMK’nın 254/1.maddesinin ifadesi, bunları da kapsayacak biçimde değiştirilmelidir.
* Eski hükümlerden farklı olarak CMK’nın 253.maddesinin 19.fıkrasına göre edimin def’aten yerine getirilmesinin yanı sıra, yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması (ertelenmesi), takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi imkânı da getirilmiştir. Ödeme gücüne göre taraflara kolaylık sağlayan böylesi hükümlerin getirilmesi uzlaşmanın niteliği itibariyle yerinde olmuştur. Yine 5560 sayılı Kanunla, CMK’nın 171.maddesinde düzenlenen “kamu davasının açılmasının ertelenmesi” ve CMK’nın 231.maddesinde düzenlenen “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” usulleri, edimin def’aten yerine getirilmemesi (ertelenmesi, takside bağlanması veya süreklik arz etmesi) halleri bakımından uzlaşmayı tamamlayıcı kurumlar olarak kanundaki yerini almıştır. Ancak burada da uygulamada tereddüte neden olabilecek bir husus görülmektedir.
Edimin ertelenmesi, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi halinde soruşturma aşamasında kamu davasının ertelenmesi, kovuşturma aşamasında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verileceğini belirtmiştik. Ne var ki, kamu davasının açılmasının ertelenmesi veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararından sonra erteleme veya geri bırakma süresinde edimin yerine getirilmesi halinde nasıl bir karar verileceği 253. ve 254.maddelerde açıklanmamıştır. Genel kuraldan hareket edildiğinde, soruşturma aşaması için CMK’nın 171.maddesine göre kovuşturmaya yer olmadığı, kovuşturma aşamasında ise CMK’nın 231/10. maddesine göre davanın düşmesi kararı verilecektir. Bu durumda doğrudan 171.madde veya 231.madde hükümlerinin uygulanması (ve 253.maddede 171/4.maddesindeki koşulların, 254.maddede de 231/11.maddesindeki koşulların aranmayacağı şeklinde açık bir hüküm de bulunmaması) sebebiyle “erteleme veya geri bırakma süresinde kasıtlı bir suçun işlenmemiş olması” koşulunun aranması gerekeceği sonucuna ulaşılmaktadır. Bir başka ifade ile erteleme veya geri bırakma süresince edimin ifa edilmesi nedeniyle “kovuşturmaya yer olmadığı” veya “hükmün açıklanması” kararı verilebilmesi için yalnızca ifa yeterli olmayacak, ayrıca kasten başka bir suç işlenmemiş olması da aranacaktır.32 Ancak böyle bir sonuç, uzlaşmanın mahiyetine ve kanunkoyucunun amacına aykırı olacaktır. Zira, edimin takside bağlanması, ertelenmesi veya süreklilik arz etmesi imkânı kanunkoyucu tarafından şüpheliye tanınan bir hak iken ve adliyenin artan iş yükünü azaltmak için genel olarak uzlaşmayı yaygınlaştırma amacı da göz önünde bulundurulduğunda, edimi bir kerede yerine getiren şüpheli veya sanık ile kısım kısım veya daha sonra yerine getiren şüpheli veya sanık arasında böyle farklı bir uygulamanın istenmeyeceği düşüncesindeyiz. Uygulamada tereddüte yol açacak bu durumun kanun değişikliği ile açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Sonuç

Uzlaşmanın gerek doğasından gerek mevzuattan kaynaklanan eksikliklere ve sorunlara karşın, her suçta soruşturma ve kovuşturma mecburiyetinin kabul edilmesinin ve dolayısıyla mahkemelerin ağır iş yükü altında basit suçlarla uğraşmasının, ağır nitelikli suçlarda yeterli araştırmanın yapılmamasına neden olduğu; bunun da sanık, mağdur, toplum ve yargılama süjeleri bakımından iyi sonuçlar doğurmadığı ortadadır. Bu nedenle ceza yargılamasında basitleştirilmiş usullere yer verilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Ancak, mağdurun ceza yargılamasındaki durumunun ve mağduriyetin giderilmesinin uzun yıllar ihmal edilmiş olması ve mağdurun sanık karşısında korumasız halde kalmasına yol açan gelişim süreci, bugün aynı hatanın sanık bakımından yapılmasına neden olacak bir hal almamalıdır. Başka bir deyişle mağduriyetin giderilmesi yönündeki çabalar, sanığın tarihsel süreç içinde pek çok mücadelelerle elde edilen, özellikle savunma hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurmamalıdır.

Bu itibarla, uzlaşmaya tabi suçların kapsamı yeniden düzenlenmeli; ayrıca şüpheli veya sanığın uzlaşmayı özgür iradesiyle kabul etmesini sağlamak bakımından gerekli tedbirler alınarak kanuna ve uygulamaya yansıtılmalıdır.
Kaynakça
BAYRAKTAR Köksal, “Ceza Kanunu’ndaki Değişiklikler ve Uzlaşma”, Cumhuriyet Gazetesi, 2.12.2006
CENTEL Nur/ZAFER Hamide, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5.Bası, İstanbul, Ocak 2008
ÇULHA Rıfat, “Uzlaşma”, Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma, Arıkan Yayınları, İstanbul 2005, syf. 41-61
ERSOY Uğur, “Ceza Hukukunda Uzlaşma”, Hukuk Gündemi Dergisi, Ağustos, 2005, Sayı:2, syf. 65-69
EVİK Ali Hakan, “Çocuk Koruma Kanunu Hakkında Düşünceler”, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2007/1, syf. 188-189
KAYMAZ Seydi/GÖKCAN Hasan Tahsin, Türk Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma ve Ön Ödeme, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2.Bası 2007
KAYMAZ Seydi/GÖKCAN Hasan Tahsin, Türk Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma ve Ön Ödeme, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1.Bası 2005
NUHOĞLU Ayşe, “Uzlaşma Bakımından Şikâyete Tabi Suçlar”, Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma, Arıkan Yayınları, İstanbul, 2005, syf. 281-284
ÖZBEK Veli Özer, “Mağduru Koruma ve Mağduriyetin Giderilmesi”, Hukuki Perspektifler Dergisi, 2004, Sayı 2, syf. 116-125
ÖZBEK Veli Özer, CMK İzmir Şerhi, Yeni Ceza Muhakemesinin Kanunun Anlamı, Ankara, Seçkin, 2005,
ÖZTÜRK Bahri/ERDEM Mustafa Ruhan, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, Ankara, 2006
SOYGÜT ARSLAN Mualla Buket, Türk Ceza ve Ceza Usul Hukukunda Uzlaşma Kurumu, Galatasaray Üniversitesi Yayınları, Ocak 2008
ÜNVER Yener, “Çocuk Koruma Kanunu”, Güncel Ceza Hukuku ve Kriminoloji Çalışmaları, İstanbul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi,2005 s. 25-41
ÜNVER Yener, “Deliller ve Değerlendirilmesi”, Legal Hukuk Dergisi, İstanbul 2005, Sayı:32, syf. 2885-2913
ÜNVER Yener/HAKERİ Hakan, Sorularla Ceza Muhakemesi Hukuku, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, İstanbul, 2006
YENİSEY Feridun, “Ceza Muhakemesinde Uzlaşma” (Uzlaşma Konu Başlıkları), Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma, Arıkan Yayınları, İstanbul 2005, syf. 247-255
YENİSEY Feridun, “Genç Ceza Hukukunun Yeniden Yapılandırılması Hakkında Bazı Düşünceler”, Çocuklar ve Suç-Ceza, Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi IV, Seçkin, Ankara, 2005, syf. 19-47
YENİSEY Feridun/MAZZO Stephen/READ Tom, Uzlaşma, İstanbul Barosu Cep Kitapları, CMK 1, 2005
YILDIZ Ali Kemal, “Uzlaşma-Şikayet ilişkisi”, Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma, Arıkan Yayınları, İstanbul, 2005, syf. 259-280
YÜCEL Mustafa, “Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu (YCMK) Sosyolojisi”, www.cankaya.edu.tr/eng/publications/487b.doc (Erişim Tarihi: 1.2.2006)
ZAFER Hamide, “Ceza Hukukunda Fail-Mağdur Uzlaşması (TCK 73/8)”, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2006/2, syf. 119-141
? Araştırma Görevlisi, İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı
1 Uzlaşma, hukukumuzda ilk defa 2005 yılında yürürlüğe konulan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun mülga 73/8.maddesi ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253, 254 ve 255.maddeleri ve 5397 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 24. maddesi ile uygulamaya konulmuştur.
2 “Uygulamada, uzlaşmanın zorluklar yarattığı, soruşturmada şikayetçi kişinin aranmasının zaman kaybettirdiği, karakollarda şüpheli ile şikayetçinin anlaştırılmaya çalışıldığı, bunun kamuoyunda yanlış izlenimler yarattığı, pahalı olduğu ileri sürülmektedir. Bu nedenledir ki, TCK ve CMK’nın yürürlüğünden bu yana uzlaşmanın çok az uygulandığı, çabukluk yaratmadığı, adalet sisteminin gereksiz yere zaman kaybettiği belirtilmiştir.” BAYRAKTAR Köksal, “Ceza Kanunu’ndaki Değişiklikler ve Uzlaşma”, Cumhuriyet Gazetesi, 2.12.2006
3 Öte yandan, 756 sayılı TCK döneminden beri uygulanan önödeme kurumu ve 5237 sayılı TCK’da düzenlenen C.Savcısına kamu davasını açmada takdir yetkisi tanıyan hükümle (171.madde) kamu davasının mecburiliği ilkesinin yumuşatılması, hukuk sistemlerindeki yakınlaşmayı göstermektedir.
4 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe konulan 5560 sayılı Kanun’la yapılan değişikliklerle TCK’nın 73/8.maddesi yürürlükten kaldırılmış; CMK’nın 253 ve 254.maddelerinde, ÇKK’nın 24.maddesinde kapsamlı değişiklikler yapılmıştır.
5 Adalet Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Türkiye Temsilciliği (UNDP) arasında 31/12/2007 tarihinde Projeyle ilgili Memorondum of Understanding (MO\J)-Mutabakat zaptı imzalanmıştır. Proje hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.cigm.adalet.gov.tr/Duyuru...bilgi_notu.doc- (Erişim Tarihi: 5.6.2008)
6 Ayrıntılı bilgi için bkz. SOYGÜT ARSLAN Mualla Buket, Türk Ceza ve Ceza Usul Hukukunda Uzlaşma Kurumu, Galatasaray Üniversitesi Yayınları, Ocak 2008
7 Öğretideki hâkim görüş, uzlaşmanın sadece şikâyete tabi suçlar bakımından kabul edilmiş olmasının, şikâyetten vazgeçmenin tıpkı uzlaşma gibi soruşturmanın veya kovuşturmanın sona erdirilmesi sonucunu doğurması ve aynı zamanda uzlaşmaya nazaran daha basit bir usul olması sebebiyle, uygulanma olasılığını düşürdüğüne işaret etmekte idi. Bkz. YILDIZ Ali Kemal, “Uzlaşma-Şikayet ilişkisi”, Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma, Arıkan Yayınları, İstanbul, 2005, syf. 277; ÖZBEK Veli Özer, CMK İzmir Şerhi, Yeni Ceza Muhakemesi Kanunun Anlamı, Ankara, Seçkin, 2005, syf. 1001; ZAFER Hamide, “Ceza Hukukunda Fail-Mağdur Uzlaşması (TCK 73/8)”, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2006/2, syf. 135. Mevzuatımızdaki mevcut haliyle uzlaşmanın, şikâyetten feragat ve vazgeçme kurumlarından farklı bir işlev gördüğü ve bu nedenlerle re’sen kovuşturulan bazı suçlar bakımından da kabul edilmesi gerektiği yönünde bkz. ÜNVER Yener, “Deliller ve Değerlendirilmesi”, Legal Hukuk Dergisi, İstanbul 2005, Sayı:32, syf. 2906; YILDIZ A.K., “Uzlaşma-Şikayet İlişkisi”, syf. 277; ÖZBEK V.Ö., CMK İzmir Şerhi, syf. 999; YENİSEY Feridun, “Ceza Muhakemesinde Uzlaşma” (Uzlaşma Konu Başlıkları), Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma, Arıkan Yayınları, İstanbul 2005, syf. 52; NUHOĞLU Ayşe, “Uzlaşma Bakımından Şikâyete Tabi Suçlar”, Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma, Arıkan Yayınları, İstanbul, 2005, syf. 283. 2003 tarihli CMUK Tasarısı’nda olduğu gibi uzlaşmanın “iki yıla kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren ve mala karşı suçlar ile ceza süresine bakılmaksızın taksirle işlenen suçlarda” uygulanmasının daha yerinde olacağı görüşü için bkz. ÖZBEK V.Ö, Mağduru Koruma ve Mağduriyetin Giderilmesi, Hukuki Perspektifler Dergisi, 2004, Sayı 2, syf. 122
8 CMK’nın 5560 sayılı Kanunla değişik yeni 253/1.maddesine göre uzlaşma, şikayet bağlı suçlar ile şikâyete bağlı olup olmadığına bakılmaksızın, Türk Ceza Kanununda yer alan; kasten yaralama (üçüncü fıkra hariç, madde 86; madde 88), taksirle yaralama (madde 89), konut dokunulmazlığının ihlali (madde 116), çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (madde 234), ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması (dördüncü fıkra hariç, madde 239) suçlarında uygulanabilir. TCK’nin 253/3.maddesine göre ise şikâyete tabi olsa bile etkin pişmanlık öngörülen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar uzlaşma kapsamı dışında bırakılmıştır.
9 Bu itibarla, uzlaşmaya tabi bir suçun bir başka suçla birlikte işlenmesi halinde uzlaşmanın uygulanıp uygulanmayacağı Uzlaşma Yönetmeliği’nin 7/4. maddesinde düzenlenmiştir. Hüküm, yerinde olarak “uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçu işlemek amacıyla ya da bu suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde, uzlaştırma yoluna gidilemeyeceğini” öngörmektedir. Örneğin; uzlaşmaya tabi olan konut dokunulmazlığının ihlali suçunun adam öldürmek için işlenmesi halinde uzlaşma hükümleri uygulanmayacaktır.
10 Uzlaşmaya tabi suçlarla ilgili olarak yapılması düşünülen değişiklikler arasında şikâyete bağlı suçların yanı sıra “taksirli adam öldürme” ve “kötü muamele” gibi suçlarda da uygulanması bir dönem gündeme gelmiştir. Kanaatimizce yaşam hakkı gibi temel bir insan hakkını ihlal eden ve verilen zararın tamirinin mümkün olmaması nedeniyle ağır bir suç olan adam öldürme suçlarının taksirli halinde dahi, uzlaşma kabul edilmemelidir. Özellikle trafik kazalarının yol açtığı taksirle öldürme suçlarında cezanın genel önleme fonksiyonu, uygulamada yeterli etkinliğe ulaşamasa da, mağduriyetin giderilmesi karşısında daha üstün bir kamu menfaatine hizmet etmektedir. Aksi durumun kabulü, başka bir deyişle bu tür suçlarda taraf iradelerine üstünlük tanınması, ülkemizde kanayan bir yara olan ölümlü trafik kazalarının daha da artmasına neden olabilecektir. Benzer şekilde, uluslararası sözleşmelerce düzenlenen, vücut bütünlüğüne ve insanlık onuruna karşı eylemlerin cezalandırılmasını öngören “kötü muamele” suçu ve benzeri suçlarda da uzlaşma kabul edilmemelidir.
11 Örneğin, 5237 sayılı TCK’nın bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsili amacıyla cebir ve şiddet kullanılması suçunu düzenleyen 150.maddesinde, uygulanacak hükümler hakkında tehdit veya kasten yaralama suçuna göndermede bulunulduğundan uzlaşmaya tabidir. Her ne kadar maddenin başlığı “daha az cezayı gerektiren hal” olsa ve kanunda yağma suçundan hemen sonra düzenlenmiş olsa da, söz konusu eylem 756 sayılı TCK’nın 308.maddesinde düzenlenen “kendiliğinden hak alma” suçunun bir çeşididir ve bu suç esas itibariyle adliyeye karşı işlenen bir suçtur. Toplumumuzda fazlaca işlenen bu tür suçların hafifletici neden sayılmasının yanı sıra uzlaşmaya tabi kılınması cezanın genel önleme işlevini bertaraf etmektedir. Kanunkoyucunun “alacağı tahsil amacını” kanunun birçok yerinde hafifletici neden olarak düzenlemek suretiyle benimsemiş olduğu ve kanaatimizce yerinde olmayan suç politikası burada da kendini göstermektedir.
12 Sadece adli para cezasını gerektiren suçlar TCK’da önödemeye tabi suçlardandır ve TCK’nın 75/1 maddesine göre önödeme uzlaşma kapsamı haricindeki suçlarda uygulanabilir. Önerildiği gibi uzlaşmanın sadece adli para cezasını gerektiren suçlarda uygulanması halinde önödeme kurumu, bu suçlar tarafından tamamen bertaraf edilmiş olur. Ancak öğretide savunulduğu gibi uzlaşmanın başarısız olması halinde önödeme de uygulanabilmelidir. Bkz CENTEL Nur/ZAFER Hamide, Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul, Ocak 2008, syf. 463; KAYMAZ Seydi/GÖKCAN Hasan Tahsin, Türk Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma ve Ön Ödeme, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2.Bası 2007, syf. 211 vd.
13 Hapis cezasının üst sınırı bir yıldan fazla olmayan suçlarda CMK’ nın 171.maddesindeki diğer koşulların gerçekleşmesiyle hâlihazırda kamu davasının açılmasının ertelenmesi mümkündür. Bu noktada C.Savcısına uzlaşma veya kamu davasının ertelenmesi hususunda takdir yetkisi verilmelidir.
14 Bkz. aşağıda syf 8-9
15 Uzlaşmanın sözleşmesel niteliğe sahip olduğu görüşü için bkz. DECAMPS Jacqueline, “La Présomption D’innocence Entre La Vérite et La Culpabilité”, Doktora Tezi, C:I, Pau, 1998 syf. 70
16 “Uzlaşmanın doğası” ile anlatılmak istenen, uzlaşmanın sözleşmesel niteliği gereği aslında “suçun veya sorumluluğun kabulü” ile işleyebileceğidir. Nitekim, yabancı hukuklarda (örneğin Kanada hukukunda) arabuluculuk faaliyetleri, esas itibariyle failin “suçu kabullenmesi” koşulu ile yürütülmektedir. Ancak, çoğunlukla yargılama sonrasında gerçekleştirilen faaliyetlerdir. Söz konusu faaliyetlerin yargılama organları dışındaki kuruluşlarca yürütülmesi özellikle görüşmelerde ortaya konulan bilgi ve belgelerin gizliliğiyle ilgili ortaya çıkabilecek pek çok sorunu başından önlemektedir. Elbette, uzun süreli uygulama da, kurumun yerleşik hale gelmesini ve uygulamacılar tarafından benimsenmesini sağlamıştır.
17 5560 sayılı Kanundan önce CMK’nın “aleyhe delil olarak kullanma yasağını düzenleyen 253/6.maddesinde söz konusu yasağın yalnızca “bazı olayları ve suçu ikrar etmiş olması” ile sınırlı tutulmuş olması eleştiri konusu idi. Söz konusu hükmün, uzlaşmayla ilgili tüm bilgi ve belgeleri kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekmekte; aksi halde sanık veya şüpheli, görüşmelerde ortaya koyacağı bilgi ve belgelerden hangilerinin aleyhine delil olarak kullanılacağını, hangilerinin kullanılamayacağını bilemeyeceğinden, görüşmelerin sağlıklı bir şekilde sonuca ulaşması mümkün olmayacaktı. Neyse ki, 5560 sayılı Kanunla söz konusu hüküm değiştirilmiştir.
18 26.7.2007 tarih ve 26594 sayılı Resmi Gazete için bkz. http://www.rega.basbakanlik.gov.tr/ - 19k (10.3.2008)
19 YENİSEY Feridun/MAZZO Stephen/READ Tom, Uzlaşma, İstanbul Barosu Cep Kitapları, CMK 1, 2005, syf. 64
20 KAYMAZ Seydi/GÖKCAN Hasan Tahsin, Türk Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma ve Ön Ödeme, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1.Bası 2005, syf. 121 vd.
21 YENİSEY F, “Ceza Muhakemesinde Uzlaşma”, syf. 248, ÜNVER Yener/HAKERİ Hakan, Sorularla Ceza Muhakemesi Hukuku, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, İstanbul, 2006, syf. 297, YENİSEY F./MAZZO S./READ T., syf. 58; ÇULHA Rıfat, “Uzlaşma”, Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma, Arıkan Yayınları, İstanbul 2005, syf. 48, ERSOY Uğur, Ceza Hukukunda Uzlaşma, Hukuk Gündemi Dergisi, Ağustos, 2005, Sayı:2, syf. 67 vd.; YILDIZ A.K., “Uzlaşma-Şikayet İlişkisi”, syf. 278; ZAFER H., “Ceza Hukukunda Fail-Mağdur Uzlaşması”, syf. 129
22 ÜNVER Y./HAKERİ H., age, syf. 306
23 YÜCEL Mustafa, Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu (YCMK) Sosyolojisi, http://www.cankaya.edu.tr/eng/publications/487b.doc (Erişim Tarihi: 1.2.2006)
24 CENTEL/ZAFER, syf. 442
25 ÜNVER Y., “Çocuk Koruma Kanunu”, Güncel Ceza Hukuku ve Kriminoloji Çalışmaları, İstanbul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi, 2005, s.29
26 ÜNVER Y., “Çocuk Koruma Kanunu”, syf. 29; EVİK Ali Hakan, Çocuk Koruma Kanunu Hakkında Düşünceler, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2007/1, syf. 197. Aynı durum gerekçede de tekrar edilmiştir
27 Çocukların ceza ehliyetlerinin bulunmadığının anlaşılması halinde de muhakeme yapılacağı ve ancak sanığın fiili işlediğinin sabit olması halinde ceza yerine emniyet tedbirine hükmolunacağı görüşü için bkz. ÖZTÜRK Bahri/ERDEM Mustafa Ruhan, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, Ankara, 2006, syf. 876.
28 Aynı yönde bkz. EVİK A.H., syf. 197; YENİSEY Feridun, “Genç Ceza Hukukunun Yeniden Yapılandırılması Hakkında Bazı Düşünceler”, Çocuklar ve Suç-Ceza, Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi IV, Seçkin, Ankara, 2005, syf. 22
29 Ceza kovuşturması yapılmaksızın, diğer bir deyişle suçlu olup olmadığı anlaşılmaksızın kişi hakkında tedbir uygulanmasının “masumiyet karinesi” ile bağdaşmayacağı yönünde bkz. ÜNVER, “Deliller ve…”, syf. 26.
30 CENTEL/ZAFER, syf.118
31 Söz konusu düzenlemeye göre, Kamu davası açıldıktan sonra aşağıdaki durumların varlığı hâlinde, uzlaştırma işlemleri soruşturma aşamasında belirtilen esas ve usule göre, mahkeme tarafından yapılır: a) Kovuşturma konusu suçun hukukî niteliğinin değişmesi nedeniyle uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması, b) Soruşturma aşamasında uzlaşma teklifinde bulunulması gerektiğinin ilk olarak mahkeme aşamasında anlaşılması, c) Cumhuriyet savcısı tarafından iddianame düzenlenmeksizin doğrudan doğruya mahkeme önüne gelen uzlaşmaya tâbi bir fiilin varlığı, ç) Mahkeme aşamasında kanun değişikliği nedeniyle fiilin uzlaşma kapsamına girmesi.
32 KAYMAZ Seydi/GÖKCAN Hasan Tahsin, Türk Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukunda Uzlaşma ve Ön Ödeme, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2.Bası 2007, syf. 191
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Ceza Muhakemesinde Uzlaşma: Temel Sorunlar Ve Öneriler" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Mualla Buket Soygüt Arslan'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
04-12-2008 - 19:07
(5623 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 15 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 15 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
10252
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 8 saat 47 dakika 33 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,82 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 42811, Kelime Sayısı : 5221, Boyut : 41,81 Kb.
* 2 kez yazdırıldı.
* 7 kez indirildi.
* 2 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 936
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,04523110 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.