Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Vekaletin Kötüye Kullanılması - Dürüstlük Kuralının Boyutları

Yazan : Fehmi Kerem Bilgin [Yazarla İletişim]
Stajyer Avukat

Plan

Giriş

I. Vekâletin Kötüye Kullanılması Kavramı

A. Vekâletin Kötüye Kullanılmasının Unsurları

1. Vekilin Özen Borcunu Zarara Uğratma Kastıyla İhlal Etmesi

2. Vekil Edenin Zarar Görmesi

B. Vekâleti Kötüye Kullanmanın Diğer Özen Borcu İhlallerinden Ayrılması

II. Vekâletin Kötüye Kullanılmasının Sonuçları

A. Vekil Tarafından Yapılan İşlemlerin Geçerliliği Sorunu

1. Vekâlet Görevinin Kötüye Kullanıldığını Üçüncü Kişinin Bilmesi veya Bilebilecek Durumda Olması Halinde

2. Vekâlet Görevinin Kötüye Kullanıldığını Üçüncü Kişinin Bilmemesi ve Bilebilecek Durumda Olmaması Halinde

B. İptal Yaptırımının Hukuki Dayanağı Sorunu

Sonuç

Kaynakça ve Yargıtay Kararları



Vekâletin Kötüye Kullanılması - Dürüstlük Kuralının Boyutları


Giriş

Vekâlet sözleşmesi, vekilin, müvekkilinin menfaati ve iradesi doğrultusunda bir iş görme borcunu üstlenmesi ve bu bakımından nisbi bir bağımsızlığının[1] bulunması nedeniyle, belirgin bir biçimde tarafları arasındaki güven unsuruna dayanan bir hukuki ilişki teşkil eder.[2] Borçlar Kanunu müvekkilin vekile duyduğu güven doğrultusunda menfaatlerini korumak amacıyla, vekilin “müvekkile karşı vekâleti hüsnü suretle ifa ile mükellef” olduğu hükmünü getirmiştir (m.390 § 2). Öğretide bu kural yorumlanırken İsviçre Borçlar Kanunu’nun vekili üstlendiği işi “sadakatli ve özenli” bir biçimde görmekle yükümlü kılan m.398 § 2 hükmünden yararlanıldığı görülmektedir.[3] Böylelikle vekilin vekâlet görevini yerine getirirken sadakatli davranma ve özen gösterme borcu bulunduğu kabul edilmektedir. Bu nedenle Yargıtay kararlarında BK.m.390 § 2’ye bağlı olarak vekilin, “vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında” olduğu vurgulanır.[4]

Vekilin BK.m.390 § 2 hükmünden kaynaklanan “sadakat ve özen” borçlarının kapsamı ve birbirileri ile olan ilişkisi konusunda öğretide çeşitli görüşler ortaya atıldığı görülmektedir. Bir görüşe göre özen yükümü, kendisine nazaran daha genel nitelikte bulunan sadakat yükümünün somut bir görünümü niteliğindedir ve vekilin üstlendiği iş veya hizmeti müvekkilin menfaatine olacak bir biçimde gerçekleştirmesini gerekli kılar.[5] Bir diğer yaklaşıma göre ise sadakat ve özen yükümleri ayrı yükümler teşkil ederler. Buna göre sadakat borcu vekâletin konusunu oluşturan “asli edimin ifası dolayısıyla” müvekkilin menfaatlerinin korunmasını amaçlarken, “özen yükümü doğrudan asli edim yükümüne yönelik, her şeyi yapma ve asli edim yükümünün gerçekleşmesini engelleyecek şeylerden kaçınmayı ifade eder.”[6]

Öğretide ayrıca özen yükümünün vekilin ifa ile yükümlü tutulabileceği süre boyunca mevcut bulunmasına rağmen, sadakat yükümlülüğünün ve ondan kaynaklanan sır saklama yükümlülüğünün vekâlet sözleşmesinin sona ermesinden sonra da devam edeceği belirtilmektedir.[7] Öte yandan vekilin vekâleti gereği gibi ifa etmeyerek müvekkilinin menfaatlerine aykırı bir sonucun doğumuna sebebiyet verdiği hallerde, vekilin kastı söz konusu sonucun oluşumuna yönelmediyse, vekil özen yükümünü ihlal etmiş olmakla beraber, kanaatimizce sadakat yükümünün ihlalinden bahsedilemeyecektir.

Vekilin sadakat ve özen yükümlülüklerine rağmen, müvekkilini zarara uğratma kastıyla hareket ederek vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan yetkilerini kendisinin veya üçüncü bir kişinin yararına ya da salt müvekkilinin zararına olacak şekilde kullanarak müvekkilini zarara uğratması mümkündür. Böyle bir durumda müvekkilin uğradığı zararın tazmin edilmesi bir yana, vekilin üçüncü kişilerle gerçekleştirdiği işlemlerin müvekkil açısından bağlayıcı olup olmayacağı sorunu ile karşılaşılır. Yargıtay, bu türden vakalarda zarara uğrayan müvekkile Türk Özel Hukuku ilkeleriyle bağdaşan kapsamlı bir koruma sağlanması ihtiyacı karşısında “vekâletin kötüye kullanılması” teorisini geliştirmiştir. Uygulamada vekâletin kötüye kullanılması durumlarının, özellikle vekilin satmakla yükümlü olduğu bir gayrimenkulü rayiç değerine nazaran çok düşük bir bedelle satarak devrettiği vakalarda yoğunlaştığı görülmektedir.

Vekâletin kötüye kullanılması teorisinin anlaşılması için öncelikle bu kavramın tanımlanması gereklidir (I). Konuya ilişkin bütüncül bir analizin gerçekleştirilmesi için ayrıca farklı ihtimaller bakımından vekâletin kötüye kullanılmasına bağlanan hukuki sonuçlar ortaya konulmalıdır (II).


I. Vekâletin Kötüye Kullanılması Kavramı

Vekâletin kötüye kullanılmasının genel bir tanımına ulaşılması amacıyla öncelikle kavramın unsurları saptanabilir (A). Bununla beraber vekilin özen borcuna aykırı surette hareket ettiği her durum vekâletin kötüye kullanılması olarak nitelenemez. Bu bakımdan vekâletin kötüye kullanılmasının diğer özen borcu ihlallerine nazaran özgün niteliğinin ortaya konması gerekir (B).

A. Vekâletin Kötüye Kullanılmasının Unsurları

Vekâlet görevini kötüye kullanan vekilin iradesi, doğrudan doğruya müvekkilinin menfaatlerinin aleyhine olduğunu bildiği bir durumu gerçekleştirmeye yönelir. Bu nedenle vekâletin kötüye kullanılmasından söz edebilmek için, vekilin özen borcunu müvekkilini zarara uğratma kastıyla ihlal etmesi gerektiği belirtilir (1). Bu koşulun bir uzantısı olarak ayrıca müvekkil, vekilin bu tutumu neticesinde bir zarar görmüş olmalıdır (2).

1. Vekilin Özen Borcunu Zarara Uğratma Kastıyla İhlal Etmesi

Vekilin vekâlet görevini kötüye kullanması her şeyden önce BK.390’dan kaynaklanan özen ve sadakat yükümlülüklerinin bir ihlali niteliğindedir. Vekâlet sözleşmesinin özenli biçimde ifasından makul ölçüde beklenebilecek yararın elde edilmesini engelleyecek şekilde davranan vekilin, vekâlet görevini “hüsnü suretle ifa” ettiğinden bahsedilemeyecektir. Vekâletin kötüye kullanılmasında, vekil sahip olduğu temsil yetkisini müvekkilin “irade beyanına ve çıkarına (menfaatine) aykırı biçimde” kullanmaktadır.[8] Oysaki “vekâleten temsil yetkisi kural olarak vekâlet verenin yararına kullanılmalıdır.”[9]

Bununla beraber özen borcunun gereği gibi ifa edilmemesi sebebiyle müvekkilin zarara uğradığı her durum vekâletin kötüye kullanılması olarak nitelenemez.[10] Örneğin vekilin, satmakla görevli olduğu bir gayrimenkulü, rayiç bedelini araştırmadan bu alandaki tecrübesizliği ve bilgisizliği nedeniyle düşük bir fiyat karşılığında devretmesi halinde bir özen borcu ihlali bulunmakla beraber vekâletin kötüye kullanılmasından söz edilemeyecektir.[11] Zira bu durumda vekil özen borcu bakımından ihmalkâr davranmış ve ilgili taşınmazı düşük bir bedelle devrederek müvekkilini zarara uğratmıştır. Davranışı şeklen vekâletnamenin kapsamına uygun olmakla beraber vekil, kendisinden makul ölçüde beklenebilecek özeni göstermemiştir. Ancak bu varsayımda vekil zarara uğratma kastıyla hareket etmemiştir. Oysaki vekâletin kötüye kullanılmasının söz konusu olabilmesi için vekilin vekâlet görevini yerine getirirken, müvekkilini zarara uğratacağını bildiği bir tutumu kasten benimsemesi, bir başka deyişle vekilin iradesinin davranışı nedeniyle doğacak olumsuz sonuçlara yönelmesi gereklidir. Bu unsur kötüye kullanma kavramının bizatihi tanımından kaynaklanmaktadır.

Vekâlet görevini kötüye kullanan vekil bu tutumuyla çoğu zaman kendisine veya bir başkasına bir yarar sağlar. Esasen vekilin bu şekilde maddi bir yarar sağlama amacı gütmesi, vekâletin kötüye kullanılması bakımından çoğu halde bir saik teşkil eder. Bununla beraber vekâletin kötüye kullanılması için her halükarda müvekkile yabancı bulunan bir menfaatin, diğer bir ifadeyle vekâlet sözleşmesinin kapsamı dışında kalan bir yararın, vekile veya “üçüncü bir şahsa” sağlanması şart değildir. Vekil sadece müvekkilini zarara uğratmak düşüncesiyle de özen borcunu kasten ihlal edebilir.[12] Örneğin müvekkilini zararlandırma kastıyla, bilerek yanlış bir mütalaa veren avukatın bu şekilde hareket etmekte özel bir yararı bulunmadığı takdirde, vekâlet görevinin salt zarar vermek amacıyla kötüye kullanılmış olduğu söylenebilecektir. Bu bağlamda zararlandırma kastı vekâletin kötüye kullanılmasının “manevi unsuru” olarak belirleyici bir nitelik taşır.

Vekâlet sözleşmesinin gerek hukuki işlemlere gerekse maddi tasarruflara ilişkin olarak kurulabilmesi itibariyle[13], kötüye kullanma maddi eylemler bakımından da gerçekleşebilir.[14] Örneğin vekilin vekâlet görevini yerine getirmek için kullanmaya yetkili olduğu araç ve gereçleri müvekkilini zararlandırma kastıyla özensiz bir biçimde kullanması durumunda kanaatimizce vekâletin kötüye kullanıldığı ileri sürülebilecektir.

2. Vekil Edenin Zarar Görmesi

Vekâletin kötüye kullanılmasının diğer unsuru, vekilin gerçekleştirdiği eylem veya işlem nedeniyle vekilin zarara uğramasıdır.[15] Vekilin zararı maddi veya manevi nitelikte olabilir ve bu bağlamda vekilin eylemi her iki türde zararı birlikte de sonuçlayabilir. Vekilin, vekil edenin iktisadi menfaatlerine aykırı biçimde bir hasmı lehine kazandırıcı bir işlemde bulunması durumunda, vekil eden bakımından maddi bir zararın yanında manevi bir zarar da mevcut olabilecektir.

Vekilin tutumuyla müvekkiline verdiği zararın kayda değer bir boyuta ulaşması gereklidir. İlke olarak müvekkil bakımından büyük bir önem arz etmeyen veya vekâletin ifasından makul surette beklenebilecek yararı ölçüsüz bir biçimde zedelemeyen eksikliklerin vekâletin kötüye kullanılmasının varlığı için yeterli olmayacağı kabul edilebilecektir. Yargıtay, taşınmaz üzerindeki payları dilediği bedelle satma yetkisine sahip olan vekilin yaptığı bir satışta vekâletin kötüye kullanıldığı iddiasını, satım bedeli ile bilirkişi raporlarında ilgili paylara biçilen değer arasında “aşırı bir oransızlık” bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir.[16] Ancak tevkil yoluyla görevlendirilen ikinci vekilin, kat karşılığı inşaat yapılmasına ilişkin sözlü bir ön anlaşmanın koşullarına aykırı surette ve müvekkilin zararına olacak bir biçimde arsa devrine gitmesinde vekâletin kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir.[17]

Müvekkilin uğradığı zararın boyutları, vekilin zarar verme kastıyla hareket ettiğinin ispatı bakımından da önem arz eder.[18] Vekilin güncel ekonomik koşulları göz ardı ederek müvekkiline ait bir malı rayiç değerinin çok altında bir bedelle satması, vekâletin kötüye kullanıldığı yolunda güçlü bir emare teşkil edecektir.[19] Ancak önemli bir zararın varlığı tek başına vekâletin kötüye kullanıldığı anlamına gelmeyecektir. Çünkü vekilin zararlandırma kastıyla hareket etmemekle beraber, özen borcunu ihmalkâr bir tutumla ihlal ederek de müvekkilini önemli bir zarara uğratması mümkündür. Kötüye kullanmanın tespitinde vekilin uğradığı zararın yanında, zarar verme kastının kanıtlanması bakımından çekişme konusu hukuki işlem veya eylemi çevreleyen olgular da dikkate alınabilecektir.

B. Vekâleti Kötüye Kullanmanın Diğer Özen Borcu İhlallerinden Ayrılması

Vekâletin kötüye kullanılması, “borcun gereği gibi ifa edilmemiş olması” (borcun kötü ifa edilmiş olması) kavramının kapsamına girmektedir.[20] Zira vekâletin kötüye kullanılması durumunda vekil, vekâletin ifası adına bir maddi eylem veya işlem gerçekleştirmekte, ancak bunlar vekilden beklenen özenli bir ifa niteliğinde bulunmamaktadırlar. Bu nedenle özen borcuna aykırı bir tutum olan vekâletin kötüye kullanılmasında, vekilin iş görmenin zamanında ifa edilmemesi nedeniyle temerrüde düşmesi söz konusu olmaz.[21]

Vekâletin kötüye kullanılmasında vekilin özen borcunu ihlal etmesi söz konusu olmakla beraber vekâletin kötüye kullanılması, özen borcu ihlalinin özel bir görünümüdür. Bu bağlamda öğretide “vekilin vekil edenin iradesine uygun hareket etmediği, özen borcunu tam olarak yerine getirmediği, vekil edenin zarar gördüğü her olayın” vekâletin kötüye kullanılması olarak nitelenemeyeceği belirtilmektedir.[22] Vekâletin kötüye kullanılması kavramının vekilin diğer özen borcu ihlallerine nazaran özgünlüğünün belirlenmesi sağlıklı ve tutarlı bir teori oluşturmak kadar pratik bir önem de arz eder. Zira özen yükümü ihlali halinde, vekilin sebebiyet verdiği zararı tazmin etme yükümlülüğü doğmakla beraber, sadakat ve özen yükümlerinin ağır bir ihlali niteliğinde bulunan vekâletin kötüye kullanılmasında, vekilin gerçekleştirdiği işlemlerin belirli şartlar altında iptali de mümkün olabilmektedir.

Vekâletin kötüye kullanılmasında belirleyici unsur, yukarıda da belirtildiği üzere, vekilin zararlandırma kastıyla hareket etmesidir. Dolayısıyla vekil her şeyden önce vekâlet sözleşmesini kasten ihlal etmektedir. Bu nedenle kötüye kullanma kavramı, vekilin ihmalkâr, dikkatsiz veya tedbirsiz davranarak özen borcunu ihlal etmesi neticesinde müvekkilini zarara uğrattığı durumlardan ayrılır. Vekâletin kötüye kullanılmasında, vekilin kastı belirgin bir biçimde müvekkilinin zararına olan sonuçlara yönelmekte, vekil bu sonuçları öngörmektedir. Bu nedenle vekilin iradi olarak benimsediği, fakat müvekkili bakımından neden olabileceği zararı hesaba katmadığı bir tutum vekâletin kötüye kullanılmasını oluşturmaz. Örneğin vekilin yönetimi kendisine bırakılan bir taşınmazı özensiz davranarak gözetim altında tutmaması sonucunda bu taşınmazın bir zarara uğraması halinde vekâletin kötüye kullanılması söz konusu olmaz. Bununla beraber bir hekimin yan etkileri bakımından daha az zararlı alternatif bir tedavi yerine, hastasını gereksiz zorluklara maruz bırakan bir tedavi rejimini bilerek uygulaması halinde vekâletin kötüye kullanıldığı ileri sürülebilir. Bu bakımından vekâletin kötüye kullanılması için vekilin “açık bir zarar verme kastı” ile hareket etmesi gerekir.[23]

Kanaatimizce vekâletin kötüye kullanılmasının özgün niteliğini belirleyen bir diğer unsur, vekilin benimsediği tutumla şeklen vekâlet sözleşmesinin sınırları çerçevesinde hareket etmesidir. Taşınmaz satımı konusunda yetkili kılınan vekilin, müvekkiline ait taşınmazı zararlandırma kastıyla rayiç değerinin çok altında bir bedelle satması varsayımında vekil özen borcunu ihlal etmekle beraber şeklen vekâletin kapsamını aşmamaktadır.[24] Bu surette davranan vekil -genellikle- dürüstlük kuralına aykırı tutumunu bir bakıma “kamufle” etmeye çalışmakta ve kendisine yönelebilecek tazminat taleplerini vekalet sözleşmesinin sınırları çerçevesinde hareket ettiği iddiasıyla bertaraf etmeyi amaçlamaktadır.

Vekâletin kötüye kullanıldığı durumların büyük çoğunluğunda vekil işlemde bulunduğu kişiyle, Yargıtay’ın deyimiyle, “el ve işbirliği” halinde hareket eder. Bu ihtimalde vekilin, müvekkilinin aleyhine olarak hukuki bir ilişki kurduğu kişi vekâlet görevinin kötüye kullanıldığının bilincindedir. Bu durumda bulunan kişi esasen hakkını kötüye kullanan durumundadır.[25]

Bu noktada işlemde bulunulan kişinin, vekilin müvekkilini zararlandırma kastıyla hareket ettiğini bilmesinin veya bilebilecek durumda olmasının vekâletin kötüye kullanımının oluşumu için gerekli bir şart olup olmadığı sorgulanabilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1973 yılında verdiği bir kararda, “temsilin yapıldığı üçüncü kişinin Medeni Yasa madde 3 anlamında iyi inançlı olmaması(nın)”, vekâletin kötüye kullanılmasının koşullarından biri olduğunu kabul etmiştir. Yüksek Mahkeme söz konusu kararında üçüncü kişinin “duruma göre, temsilcinin görevlerine aykırı biçimde davrandığını bildiği veya bilmesi gerektiği hallerde iyi inanç (ileri) süremeyeceğinden korumadan yararlanamayaca(ğını)” belirtmiştir.[26] Yargıtay’ın bu kararında MK.m.3’te öngörülen iyi niyet prensibine dayanmasının isabeti bir yana, kanaatimizce işlemde bulunulan kişinin, vekilin temsil yetkisini kötüye kullandığını bilmesi veya bilebilecek durumda olması vekâletin kötüye kullanılması yönünden bir unsur niteliği taşımamaktadır. Nitekim Yargıtay daha sonra verdiği kararlarında, “temsil yetkisini kasten vekâlet verenin zararına ya da iş ve elbirliği yaptığı saptanan başka birinin yararına kullan(an)” vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını; “yetkisini kötüye kullandığını bilerek vekil ile sözleşme yapan(ın) da hakkını kötüye kullanan kişi durumuna” düştüğünü belirtmiştir.[27] Öte yandan öğretide ifade edildiği üzere, “vekâlet görevinin kötüye kullanılmasında asıl unsur kast ise (de) vekilin mutlaka kendisine veya başka birine çıkar sağlaması gerekmez.”[28] Bu nedenle vekilin işlemde bulunduğu kişinin durumu, vekâletin kötüye kullanımının oluşumu açısından etkili olmamak gerekir. Üçüncü kişinin, vekilin zararlandırma kastıyla hareket edip etmediğini bilmesi veya bilebilecek durumda olması, kötüye kullanmanın hukuki sonuçları bakımından önem arz eder.

II. Vekâletin Kötüye Kullanılmasının Sonuçları

Vekâletin kötüye kullanılması, müvekkilin uğradığı zararın tazmin edilmesi haricinde, vekilin temsil yetkisine dayanarak gerçekleştirdiği işlemlerin iptalinin talep edilip edilemeyeceği sorununu ortaya çıkarır (A). Yargıtay’ın belirli şartlar altında, vekâletin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirilen işlemlerin iptaline olanak tanıması, iptal yaptırımının hukuki dayanağının açıklığa kavuşturulmasını gerekli kılar (B).

A. Vekil Tarafından Yapılan İşlemlerin Geçerliliği Sorunu

Vekilin vekâlet görevini kötüye kullanmak suretiyle yaptığı işlemlerin geçerliliği bakımından işlemde bulunulan “üçüncü kişinin”[29] durumu belirleyici olmaktadır. Konunun Yargıtay içtihatları doğrultusunda, üçüncü kişinin kötüye kullanmayı bilmesi veya bilebilecek durumda olması (1) ile bu durumu bilmemesi ve bilebilecek konumda olmaması (2) ihtimallerine göre incelenmesi gereklidir.

1. Vekâlet Görevinin Kötüye Kullanıldığını
Üçüncü Kişinin Bilmesi veya Bilebilecek Durumda olması halinde

Yargıtay, vekilin temsil yetkisini kötüye kullanarak “üçüncü bir kişiyle” müvekkilinin çıkarına aykırı bir sözleşme akdettiği ve “üçüncü kişinin” de bu durumu bildiği veya bilmesi gerektiği hallerde, söz konusu sözleşmenin vekil açısından bağlayıcı olmayacağı sonucuna varmaktadır.[30] Vekâleten temsil yetkisinin vekâlet verenin yararına kullanılması, ahlaki ve mantıksal bir gereklilik olduğu kadar, vekilin BK.m.390’dan kaynaklanan özen ve sadakat borçları nedeniyle yasal bir zorunluluktur. Bu noktadan hareketle, Yargıtay kararları istikrarlı bir biçimde, vekil “vekâletnameye dayalı temsil yetkisini kasten vekâlet verenin zararına ya da iş ve elbirliği yaptığı saptanan başka birinin yararına kullandığı takdirde, yapılan işlem(in) temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalmış olsa bile, vekâlet vereni (temsil olunanı) bağlama(yacağını)” kabul etmektedir.[31] Bu nedenle vekilin müvekkili adına bir taşınmazı vekâlet görevini kötüye kullanarak düşük bedelle devrettiği ve devralanın da bu durumu bildiği veya bilmesi gerektiği hallerde, müvekkil prensip olarak devralana karşı bir dava açarak, tescilin iptali ile devredilen taşınmazın kendi adına yeniden tescilini talep edebilecektir.[32]

Vekilin zararlandırma kastıyla müvekkilinin menfaatleri aleyhine bulunan bir hukuki işlemi gerçekleştirirken şeklen vekâlet sözleşmesi dâhilinde hareket etmesi (diğer bir deyişle ilke olarak yetkili olduğu bir işlemi yapması), işlemin diğer tarafı olan kişinin bu durumu bilmesi halinde işlemin bağlayıcılığı bakımından farklı bir sonuç doğurmayacaktır. Yargıtay HGK, bir taşınmazı “dilediği bedelle, dilediği kimseye” satmak konusunda yetkili kılınmasının vekile, “dürüstlük kurallarını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle günün ekonomik koşullarını nazara almaksızın makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını bahşetme(yeceğini)” ifade etmiştir.[33]

Vekilin temsil yetkisini kötüye kullandığının ve işlemde bulunduğu üçüncü şahsın bu durumu bildiğinin veya bu kişilerin işbirliği içerisinde hareket ettiklerinin tespit edilmesinde, somut olayın bütün unsurlarının dikkate alınması gerekecektir. Vekilin gerçekleştirdiği işlemin müvekkil bakımından doğurduğu sonuçlar[34], vekilin işlemde bulunduğu kimse ile olan ilişkileri, tartışmalı işlemi takip eden gelişmeler, bu bağlamda değerlendirilmesi gereken vakalar arasında sayılabilirler.

Yargıtay, rayiç değeri 250 milyon liraya ulaşan bir taşınmazın vekil tarafından 12 milyon liraya devredilmesini takiben, devralanın da vekâletini alan ilk vekilin ilgili taşınmazı bu sefer de başka bir kişiye 5 milyon liraya sattığı bir olayda, “vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığı(nın), diğer davalıların (alıcıların) ise yetkisini kötüye kullandığını bilerek vekil ile sözleşme, hatta işbirliği yapan kişiler olduklarının” kabulü gerektiğini belirtmiştir.[35]

2. Vekâlet Görevinin Kötüye Kullanıldığını
Üçüncü Kişinin Bilmemesi ve Bilebilecek Durumda Olmaması Halinde

Vekilin yaptığı sözleşmenin tarafı olan kişinin, vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmemesi ve bilebilecek durumda olmaması halinde, söz konusu sözleşme müvekkil açısından bağlayıcı olacaktır. Yargıtay’ın ifadesiyle bu durumda vekâletin kötüye kullanılması, “vekil ile vekâlet veren arasında bir iç sorun olarak kalır. Vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olmaz. Yapılan sözleşmenin iptali istenemez.”[36]

Vekâlet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle bir zarara uğrayan müvekkil, uğradığı tüm zararın tazmin edilmesini “vekâlet sözleşmesine ve haksız fiil hükümlerine göre vekilden isteyebilir.” İşlemde bulunulan üçüncü kişinin bu durumu bilmemesi ve bilebilecek durumda olmaması karşısında vekil edenin bu kişiden tazminat talebinde bulunması mümkün olmayacaktır.[37] BK.m.390 § 1 uyarınca “vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.” İşçinin özen borcunu düzenleyen BK.m.321 ise, ilk fıkrasında işçinin “taahhüt ettiği şeyi ihtimam ile ifaya mecbur” olduğunu belirtirken, ikinci fıkrasında işçinin gerekli özeni göstermemesinden dolayı iş sahibini uğrattığı zarardan sorumluluğunu düzenlemektedir. Buna göre vekil “kasıt veya ihmal ve dikkatsizlik ile” müvekkilini uğrattığı zarardan sorumlu olacaktır.

Öte yandan BK.m.321 § 2, işçinin özen borcunun kapsamını belirlenmesine yönelik olarak “sübjektif ve objektif kıstaslar” öngörmüştür.[38] Ancak kanaatimizce vekâletin kötüye kullanılmasının söz konusu olduğu durumlarda vekilin özen borcunun kapsamına ilişkin bir değerlendirme yapılmasının prensip olarak söz konusu olmaması gerekir. Çünkü tanımı gereği vekâletin kötüye kullanılmasında, vekilin kastı açıkça müvekkilini zarara uğratmaya yönelmektedir. Vekilin özen borcunu bu surette ihlal ettiği bir durumda vekilin kastı özel bir nitelik taşımakta ve bu nedenle vekâletin kötüye kullanılması diğer özen borcu ihlallerinden ayrılmaktadır.[39] Bu nedenle, vekilin bilerek ve isteyerek benimsediği bir tutum neticesinde müvekkilinin uğrayacağını öngördüğü bir zarardan dolayı sorumluluğunun belirlenmesinde özen borcunun kapsamına ilişkin bir değerlendirmenin yer bulmaması gerekir. Ancak vekâletin kötüye kullanılması niteliğinde bulundukları açıkça ispat edilemeyen özen borcu ihlallerinin ele alındığı vakalarda, tabiatıyla vekilin özen borcunun kapsamına ilişkin bir değerlendirme yapılacaktır.[40]

Vekâlet görevini kötüye kullanan vekil gerçekleştirdiği sözleşme nedeniyle aldıklarını BK.m.392 gereğince müvekkiline vermekle yükümlüdür. Bu durumda vekil ayrıca müvekkilinin zararını BK.m.390 uyarınca tazmin etmeye yönelik olarak, aldığı değerler ile özenli bir ifa neticesinde elde edilmesi beklenebilecek olan değer arasındaki farkı da tazmin etmekle yükümlü olacaktır.[41]

Öte yandan müvekkil, vekâletin kötüye kullanılması neticesinde uğradığı zararın tazmin edilmesini BK.’nun haksız fillere ilişkin hükümleri doğrultusunda da vekilden talep edebilecektir.


B. İptal Yaptırımının Hukuki Dayanağı Sorunu

Yargıtay’ın vekâlet görevini kötüye kullanan vekilin gerçekleştirdiği işlemlerin iptaline imkân tanıması, bu yaptırımın hukuki dayanağının ortaya konması gereğini beraberinde getirmektedir. Bu alanda zengin ve istikrar kazanmış bir içtihadın varlığına rağmen, vekâletin kötüye kullanılması teorisinin hukuki açıdan isabetli ve tutarlı bir temele oturtulması için Yargıtay’ın yaklaşımının içerdiği birtakım sorunlar açıklığa kavuşturulmalıdır.

Yargıtay’ın vekâlet görevinin kötüye kullanılması kavramı çerçevesinde geliştirdiği çözümlere karşı bazı eleştiriler yöneltilmiştir. Bu eleştirilere göre vekâletin kötüye kullanılması suretiyle bir taşınmazın rayiç değerinin açıkça altında bir bedelle devredildiği ve Yargıtay’ın ifadesiyle vekil ile sözleşme yapan kişinin MK.m.3 anlamında iyi niyetli olmadığı, yani vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hallerde, müvekkilin yapılan sözleşme ile bağlı sayılmaması mümkün değildir. “Çünkü MK.m.3’ün çerçevesinde iyi niyetin koruyucu fonksiyonu, sadece, ‘kanunun açıkça iyi niyetin korunmasını öngördüğü hallerde mümkündür. MK.m.3’ün uygulama alanı yorum veya kıyas yoluyla genişletilemez.”[42] Konuya ilişkin sağlıklı bir analiz yapılabilmesi için, vekâlet görevini kötüye kullanan vekilin gerçekleştirdiği işlemlerinin iptali bakımından Yargıtay’ın benimsediği hukuki dayanak belirginleştirilmelidir.

Yargıtay’ın vekâletin kötüye kullanılması sorununu ele aldığı birçok kararında MK.m.3 anlamında “iyi niyet” prensibine dayandığı görülmektedir. Buna göre vekilin işlemde bulunduğu kişinin MK.m.3 bakımından iyi niyetli olması, yani vekâletin kötüye kullanıldığını bilmemesi ve kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak bulunmaması halinde vekilin yaptığı sözleşme geçerli sayılacak, aksi takdirde ise müvekkil bu sözleşme ile bağlı tutulamayacaktır.[43] Ancak Yargıtay’ın bu yaklaşımı MK.m.3 hükmünün kapsamı bakımından önemli sorunlar doğurmaktadır. Çünkü MK.m.3 anlamında iyi niyet ancak “kanunun iyi niyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda” işlevsellik kazanabilir.[44]

Bu bağlamda ayni hakların kazanılmasında iyi niyete sonuç bağlandığı bazı durumlar örnek gösterilebilirler. Bir taşınır malın “emin sıfatıyla zilyedi” olan kimseden bir ayni hakkı iyi niyetle iktisap eden kişinin iktisabı, zilyedin tasarruf yetkisinin bulunmamasına rağmen korunur. (MK.m.988) Hakeza “tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.” (MK.m.1023) Her iki durumda da üçüncü kişinin edinimi, devredenin ilgili mal üzerinde tasarruf yetkisi bulunmadığını bilmemesi ve bilebilecek durumda olmaması nedeniyle geçerli sayılmaktadır. Söz konusu durumlardan ilkinde, üçüncü kişi ilgili taşınırı devreden kimsenin malik ya da tasarruf yetkisini haiz bir kişi olduğunu zannetmektedir. İkinci durumda ise üçüncü kişi ilgili taşınmazın yolsuz olarak tescil edildiğini veya tapudaki tescilin hak sahipliğinde sonradan gerçekleşen değişiklikleri yansıtmadığını bilmemektedir.[45]

Oysaki Yargıtay kararlarına yansıyan vekâletin kötüye kullanılması hallerinde bu durumlardan hiçbiri söz konusu olmamaktadır. Bu hallerde vekil, müvekkiline ait bir mal üzerinde müvekkilini zarara uğratmak kastıyla tasarrufta bulunmaktadır. Ancak bu noktada tasarrufa konu mal üzerinde müvekkilin hak sahipliği ya da vekilin şeklen ilgili tasarruf işlemine yetkili olup olmaması bakımından bir tartışma bulunmamaktadır. Dolayısıyla vekâletin kötüye kullanılması sebebine istinaden, vekilin gerçekleştirdiği işlemlerin iptalinin talep edildiği bu türden durumlar kural olarak MK.m.3’ün uygulama alanının dışında kalırlar.

Vekâletin kötüye kullanılmasına bağlanan iptal yaptırımı MK.m.2’de ifadesini bulan “dürüstlük kuralı” çerçevesinde geçerli bir hukuki dayanak bulur. Esasen Yargıtay, vekâletin kötüye kullanılmasına ilişkin yaklaşımını temelde dürüstlük kuralı üzerinde kurmaktadır. Yargıtay’ın ifadesiyle “vekil vekâletnameye dayalı temsil yetkisini kasten vekâlet verenin zararına, kendisinin ya da el ve işbirliği yaptığı saptanan başka birinin yararına kullandığı takdirde, […] vekil vekâlet görevini kötüye kullanmakta, yetkisini kötüye kullandığını bilerek vekil ile sözleşme yapan da hakkını kötüye kullanan kişi durumuna düşmektedir.”[46] Bu bakımdan vekâleten temsil yetkisini kötüye kullanan vekil dürüstlük kuralına aykırı davranmaktadır. Bu doğrultuda vekilin “bir taşınmazı dilediğine, dilediği bedelle intikali(ni) sağlama hususunda yetkili kılınmış olması da, dürüstlük kurallarını ve günün ekonomik koşullarını göz ardı ederek düşük bedelle satışı gerçekleştirme hakkını kendisine vermez.”[47]

Şu halde işlemde bulunulan kişinin, vekâletin kötüye kullanılması bakımından vekille işbirliği içerisinde bulunması veya vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını bilmesi veya bilebilecek durumda olması halinde “vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2.maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir.”[48] Böyle bir durumda vekilin gerçekleştirdiği işlemlerin iptal edilmesi kanaatimizce MK.m.2’nin ruhuna uygun bir çözümdür. Bu bakımdan Yargıtay vekâletin kötüye kullanılması teorisi çerçevesinde, MK.m.2 hükmünün öngördüğü dürüstlük kuralına tüm kapsamını kazandıran bir uygulama geliştirmiştir. Öte yandan emredici nitelik taşıması itibariyle MK.m.2 hükmünün hâkim tarafından re’sen dikkate alınması gereklidir.[49]

Müvekkilin vekâlet görevini kötüye kullanan vekil tarafından yapılan sözleşme ile bağlı sayılması için gerekli bir şart olan sözleşmenin diğer tarafının vekâletin kötüye kullanıldığını bilmemesi ve bilebilecek durumda olmaması koşulu, MK.m.3 anlamında iyi niyet kavramı ile içeriği itibariyle örtüşmekte ancak teknik anlamda özdeşleşmemektedir. Söz konusu örtüşme, vekilin görevini kötüye kullandığını bilen veya bu konuda gerekli özeni göstermeyen kimsenin dürüstlük kuralına uygun davrandığının kabulünün mümkün olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda MK.m.3’ün öngördüğü iyi niyet kuralı, MK.m.2’nin vazettiği dürüstlük kuralının bir uzantısı veya türevi olarak değerlendirilebilir. Zira MK.m.3 anlamında iyi niyetli olan, yani “bir hakkın kazanılması veya bir hukuki sonucun doğması yönünden bir engeli, bir olayı, bir durumu bilmeyen ve durumun gereklerine göre bilebilecek durumda olmayan”[50] bir kişinin işlemde bulunurken dürüstlük kuralına uygun davrandığı söylenebilecektir. Ancak bu durum dahi vekâletin kötüye kullanılmasına bağlanabilecek sonuçlar bakımından MK.m.3’e dayanılmasını isabetli kılmaz. Çünkü yukarıda da belirtildiği üzere MK.m.3 anlamında iyi niyetli olma ancak kanunların açıkça öngördüğü durumlarda ve kapsamda sonuç doğurabilir.[51]

Tüm bu sebeplerle vekâletin kötüye kullanılmasına ilişkin Yargıtay kararlarında MK.m.2’de ifadesini bulan dürüstlük kuralına dayanılmasına rağmen, MK.m.3 anlamında iyi niyet prensibine atıfta bulunulmaması kanaatimizce isabetli bir gelişme olacaktır.


Sonuç

Vekilin vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan yetkilerini müvekkilini zarara uğratma amacıyla kullanarak müvekkilinin zararına olan sonuçlara sebebiyet verdiği durumlarda vekâletin kötüye kullanılması söz konusu olacaktır. Vekilin vekâlet görevini kötüye kullanmak suretiyle başka bir kişi ile bir sözleşme yapması ve söz konusu kişinin de bu durumu bilmesi veya bilebilecek durumda olması halinde, müvekkil yapılan işlem ile bağlı tutulamayacak ve işlemin iptalini talep edebilecektir. Çünkü bu durumda MK.m.2’de öngörülen dürüstlük kuralına aykırı olarak, vekil vekâlet yetkisini, vekil ile işlemde bulunan kişi ise hakkını kötüye kullanmaktadır. Oysaki “bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” Bu nedenle vekâletin kötüye kullanılması yoluyla gerçekleştirilen işlemlerin iptal edilmesi, MK.m.2’de isabetli bir hukuki dayanak bulur. Bu durumda yapılan işlemin iptalini talep eden müvekkil, ayrıca varsa uğradığı zararın tazmin edilmesini talep edebilecektir.

Bu bağlamda, Yargıtay kararlarında iptal yaptırımının uygulanabilmesi için gerekli bir şart olarak kabul edilen, “işlemde bulunulan üçüncü kişinin vekâletin kötüye kullanıldığını bilmesi veya bilebilecek durumda olması” koşulu, MK.3 anlamında iyi niyet ilkesi ile sadece içerik bakımından örtüşür. İyi niyet ilkesi koruyucu etkisini yalnızca “kanunun iyi niyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda” gösterebilir. Bu nedenle vekâletin kötüye kullanılması hallerinde, işlemde bulunulan kişi bakımından ilgili şart sağlandığı takdirde uygulanabilen iptal yaptırımının dayanağını MK.m.3’te bulduğunu ileri sürmek isabetli olmayacaktır. Vekilin akdettiği sözleşmenin tarafı olan kişinin kötüye kullanma durumunu bilmemesi ve bilebilecek durumda olmaması halinde ise, vekil yapılan sözleşmenin iptalini talep edemeyecektir. Bu takdirde kötüye kullanma, Yargıtay’ın ifadesiyle, vekâlet sözleşmesinin tarafları arasındaki bir konu olarak kalacak ve müvekkil uğradığı zararın tazmin edilmesini vekilden isteyebilecektir.

Yargıtay kararlarıyla gelişen vekâletin kötüye kullanılması teorisi, MK.m.2’nin öngördüğü dürüstlük kuralının boyutlarını çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Yüksek Mahkeme’nin bu kavram etrafında oluşturduğu içtihat bütünlüğü, kanun hükümleriyle açıkça düzenlenmeyen sorunların çözümünde dürüstlük kuralının oynayabileceği etkin işlevi göstermek bakımından önemli bir örnek teşkil etmektedir.


* * *


I. Kaynakça

DURAL (M.) ve SARI (S.), Türk Özel Hukuku-Cilt I, Temel Kavramlar ve Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2005, 215 s.
GÜMÜŞ (M.A.), Türk-İsviçre Hukuku’nda Vekilin Özen Borcu, 1.baskı, Beta, 2001, İstanbul, 405 s.
OĞUZMAN (M.K.) ve ÖZ (M.T.), Borçlar Hukuku - Genel Hükümler, 3.bası, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2000, 1007 s.
OĞUZMAN (K.) ve SELİÇİ (Ö.), Eşya Hukuku, 9.bası, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2002, 838 s.
ÖZKAYA (E.), Vekâlet Sözleşmesi ve Kötüye Kullanılması, Seçkin Yayınevi, 1997, Ankara, 848 s.
TANDOĞAN (H.), Borçlar Hukuku - Özel Borç İlişkileri, C.II, 3.bası., Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1987, 904 s.
YAVUZ (C.), Borçlar Hukuku - Özel Hükümler, 5.baskı, Beta, 1997, İstanbul, 1058 s.
YAVUZ (C.), Borçlar Hukuku Dersleri (Özel Hükümler), 4.bası, Beta, 2006, İstanbul, 598 s.

II. Yargıtay Kararları

HGK., E.1973/524, K.1974/103, T.13.2.1974.
HGK., E.1978/1-582, K.1979/1371, T.16.11.1979.
HGK., E.1992/1–241, K.1992/322, T.13.5.1992.
HGK., E.1993/1–460, K.1993/699, T.3.11.1993.
HGK., E.1993/1–591, K.1993/821, T.15.12.1993.
HGK., E.1993/1-658, K.1993/832, T.15.12.1993.
HGK., E.1994/1-387, K.1995/55, T.8.2.1994.
HGK., E.1995/1-1009, K.1996/58, T.14.2.1996.
HGK., E.2005/13–774, K.2006/14, T.25.1.2006.
1.HD., E.1990/14086, K.1990/14697, T.14.12.1990.
1.HD., E.1994/15716, K.1995/1666, T.10.2.1995.
1 HD., E.1997/10590, K.1997/13253, T.28.10.1997.
1.HD., E.1997/13932, K.1997/15049, T.24.11.1997.
1.HD. E.2001/9702, K.2001/10641, T.15.10.2001.
1.HD., E.2002/2830, K.2002/3659, T.21.3.2002.
1.HD., E.2001/14055, K.2002/976, T.29.1.2002.
1.HD., E.2002/3644, K.2002/4274, T.4.4.2002.
1.HD., E.2002/3822, K.2002/4558, T.10.4.2002.
1.HD., E.2002/5661, K.2002/7913, T.25.6.2002.
1.HD., E.2003/3747, K.2003/4928, T.25.4.2003.
1.HD., E.2004/13632, K.2004/14106, T.20.12.2004.
1.HD., E.2005/6561 K.2005/6917, T.8.6.2005.
13.HD., E.1980/5538, K.1980/6178, T.24.11.1980.
13.HD., E.1989/13646, K.1989/6437, T.8.11.1989.
14.HD., E.1997/8699, K.1998/997, T.17.2.1998.
15.HD., E.2005/5807, K.2005/5402, T.13.10.2005.

* * *

[1] TANDOĞAN (H.), Borçlar Hukuku - Özel Borç İlişkileri, C.II, 3.bası., Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1987, s. 356 ve 375 : “Nisbi bağımsızlık vekilin müvekkilin menfaatine belli bir sonuca varmak için iş görürken, gayesine erişmek için belli ölçüde bir karar verme zorunluluğunda bulunmasının sonucudur; […]”; Ayrıca YAVUZ (C.), Borçlar Hukuku Dersleri (Özel Hükümler), 4.bası, Beta, 2006, s.401.
[2] Yargıtay HGK., E.1993/1–460 K.1993/699 T.3.11.1993: “Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır.”; TANDOĞAN (H.), op.cit., s. 406-407.
[3] GÜMÜŞ (M.A.), Türk-İsviçre Hukuku’nda Vekilin Özen Borcu, 1.baskı, Beta, 2001, İstanbul, s.180; YAVUZ (C.), op. cit., s.414; TANDOĞAN (H.), op.cit., s. 407.
[4] Yargıtay HGK., E.1993/1–460 K.1993/699 T.3.11.1993; 1.HD., E.2001/14055 K.2002/976 T.29.1.2002; 1.HD., E.2002/3644 K.2002/4274 T.4.4.2002; 1.HD., E.2002/3822 K.2002/4558 T.10.4.2002; 1.HD., E.2002/5661 K.2002/7913 T.25.6.2002; 1.HD., E.2004/13632 K.2004/14106 T.20.12.2004. Ayrıca bknz. Yargıtay 1.HD., E.1994/15716 K.1995/1666 T.10.2.1995: “Borçlar Yasasının gerek temsile, gerekse vekâlet akdine ilişkin hükümlerinden anlaşılacağı üzere, vekâleten temsil yetkisi kural olarak vekâlet verenin yararına kullanılmalıdır.”; Ayrıca bknz. HGK., E.1992/1–241 K.1992/322 T.13.5.1992.
[5] Bu görüşteki yazarları aktaran: GÜMÜŞ (M.A.), op. cit., s.130.
[6] GÜMÜŞ (M.A.), op. cit., s.159. Prof. H. Tandoğan’a göre vekilin özen borcu “vekilin iş görme ile hedef tutulan sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyecek davranışlardan kaçınması” olarak tanımlanabilir. TANDOĞAN (H.), op.cit., s. 410; YAVUZ (C.), op. cit., s.422: “vekil sadakat borcunun gereği olarak, müvekkilin yararına olacak davranışlarda bulunmak ve ona zarar verecek davranışlardan kaçınmakla yükümlü olacaktır.”; Vekilin sadakat ve özen yükümlülüklerinin farklılıklarına rağmen, söz konusu borçların müvekkilin menfaatini korumayı amaçlamalarına bağlı olarak öğretide bu kavramlara ilişkin olarak verilen tanımlarda önemli paralellikler bulunduğu görülmektedir.
[7] YAVUZ (C.), op. cit., s.422.
[8] HGK., E.1973/524, K.1974/103, T.13.2.1974.
[9] 1.HD., E.1990/14086, K.1990/14697, T.14.12.1990.
[10] ÖZKAYA (E.), Vekâlet Sözleşmesi ve Kötüye Kullanılması, Seçkin Yayınevi, 1997, Ankara, s. 759–760.
[11] Bu doğrultuda: GÜMÜŞ (M.A.), op. cit., s.286.
[12] ÖZKAYA (E.), op. cit., s. 760.
[13] YAVUZ (C.), Borçlar Hukuku Dersleri (Özel Hükümler), 4.bası, Beta, 2006, İstanbul, s.393.
[14] ÖZKAYA (E.), op. cit., s. 760.
[15] Yargıtay 1.HD., E.2003/3747, K.2003/4928, T.25.4.2003.
[16] 1.HD. E.1997/10590, K.1997/13253, T.28.10.1997: “Her iki rapordaki miktarlar ile satış bedelleri arasında aşırı bir oransızlık bulunmamaktadır. Bu durumda vekâlet akdinin kötüye kullanıldığından söz edilemez.”
[17] HGK.1992/1–241, K.1992/322, T.13.5.1992; Dava konusu olayda arsa sahibi adına vekili ile davalı kooperatif arasında yapılan ön anlaşma gereğince arsa sahibine inşa edilecek seksen dairenin otuzu için ücret ödenmesi ve zemin kattaki dükkânların tamamını kapsayacak şekilde on beş daire verilmesi kararlaştırılmıştır. Buna rağmen tevkil yoluyla vekâleti üstlenen ikinci vekil, ön anlaşmada belirlenen bedel üzerinden hesaplanan kırk daire bedeli karşılığında arsayı devretme yoluna gitmiştir. HGK’nca benimsenen 1.HD’nin ilgili kararında, arsa devri karşılığında ödenen “bedelin sözlü ön anlaşma ile yer sahibine sağlanan çıkar ile dengeli olduğunu […] kabule olanak bulunmadığı” belirtilmiştir. Ayrıca bknz. 15.HD., E.2005/5807, K.2005/5402, T.13.10.2005.
[18] Yargıtay 13.HD., E.1984/2958, K.1984/3537, T.8.5.1984; 1.HD. E.2001/9702, K.2001/10641, T.15.10.2001.
[19] HGK, bir taşınmazın vekil tarafından kendi eşine, sözleşme tarihinde geçerli olan piyasa fiyatının üçte birine yakın bir bedelle devredilmesinde açık bir vekâletin kötüye kullanılması hali görmüştür; HGK. E.1993/1–591, K.1993/821, T.15.12.1993; Buna rağmen bknz. Yargıtay 14.HD., E.1997/8699, K.1998/997, T.17.2.1998: “satış bedelinin tapuda düşük gösterilmesi, satış bedelinin asile ödenmemiş bulunması başlı başına vekalet görevinin kötüye kullanıldığını göstermez.”
[20] Oğuzman/Öz, “borcun ifa edilmemesi kavramına giren durumlar” altında: i) borçlunun temerrüdü, ii) borçlunun sorumlu olduğu ifa imkânsızlığı, iii) borcun gereği gibi ifa edilmemiş olması, iv) akdin müzakeresi safhasında kusurlu davranış (culpa in contrahendo) ve v) borca aykırı davranılacağının önceden belli olması ihtimallerini saymaktadırlar. Bknz. OĞUZMAN (M.K.) ve ÖZ (M.T.), Borçlar Hukuku - Genel Hükümler, 3.bası, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2000, s.283–316.
[21] GÜMÜŞ (M.A.), Türk-İsviçre Hukuku’nda Vekilin Özen Borcu,1.baskı, Beta, 2001, İstanbul, s.195: “[…] ‘kural olarak’, vekilin özen yükümünü ihlali (özensizliği) dahi, iş görmenin hiç ifa edilmemesi olarak nitelendirilemez […]”.
[22] ÖZKAYA (E.), op. cit., s. 759-760; GÜMÜŞ (M.A.), op.cit., s.284.
[23] Bu doğrultuda bknz. GÜMÜŞ (M.A.), op. cit., s.286.
[24] Vekilin vekâletin kapsamını aşmasının sonuçları için bknz. YAVUZ (C.), Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 5.baskı, Beta, 1997, İstanbul, s. 588 vd.
[25] Diğer birçok karar arasında: Yargıtay, 1. HD., E.1994/15716, K.1995/1666, T.10.2.1995.
[26] Yargıtay, HGK., E.1973/524, K.1974/103, T.13.2.1974.
[27] Yargıtay, 1. HD., E.1990/14086 K.1990/14697, T.14.12.1990.
[28] ÖZKAYA (E.), op. cit., s. 760.
[29] Vekilin işlemde bulunduğu kişinin “üçüncü kişi” deyimiyle anılması, vekilin esasen ilgili işlemi müvekkilli adına gerçekleştirmesi nedeniyle isabetli görülmeyebilir. Hiç şüphesiz ki işlemde bulunulan kişi, ancak vekâlet sözleşmesine nazaran “üçüncü kişi” konumundadır. Bu kayıt altında, ifade kolaylığı sağlaması ve Yargıtay kararlarında da bu bağlamda kullanılması nedeniyle incelememiz boyunca bu deyimi kullanmaya devam edeceğiz.
[30] Yargıtay, HGK., E.1973/524, K.1974/103, T.13.2.1974.
[31] Yargıtay, 1. HD., E.1990/14086, K.1990/14697, T.14.12.1990; Yargıtay HGK., E.1993/1-658, K.1993/832, T.15.12.1993; Yargıtay HGK., E.1994/1-387, K.1995/55, T.8.2.1994.
[32] Yargıtay HGK., 1992/1–241, K.1992/322, T.13.5.1992.
[33] Yargıtay HGK., E.1993/1–460, K.1993/699, T.3.11.1993; Aynı yönde: Yargıtay 1.HD. E.2004/13632 K.2004/14106, T.20.12.2004.
[34] Bu noktada düşük bedelli mal satışı iddiaları söz konusu olduğunda bilirkişi raporlarından yararlanılacaktır; Yargıtay HGK., E.1995/1-1009, K.1996/58, T.14.2.1996.
[35] Yargıtay, 1. HD., E.1994/15716, K.1990/1666, T.10.2.1995.
[36] Yargıtay HGK., E.1993/1–460, K.1993/699, T.3.11.1993; Yargıtay 1.HD., E.2004/13632, K.2004/14106, T.20.12.2004.
[37] ÖZKAYA (E.), op. cit., s. 763.
[38] YAVUZ (C.), op.cit., s.415; BK.m.321 § 2 şöyledir: “Kasıt veya ihmal ve dikkatsizlik ile iş sahibine iras ettiği zarardan mesuldür. İşçiye terettüp eden ihtimamın derecesi, akde göre tayin olunur ve işçinin o iş için muktazi olup iş sahibinin malumu olan veya olması icap eden malumatı derecesi ve mesleki vukufu kezalik istidat ve evsafı gözetilir.”
[39] Bu yaklaşımı destekler nitelikte bakınız. GÜMÜŞ (M.A.), op. cit., s.286: “vekilin yoğun iş yükü sebebiyle, gayrimenkulün rayiç bedelini araştırmaksızın, ilk talepte bulunan kişiye, bilerek ve isteyerek satması halinde kasıtlı ihlal söz konusudur. Ancak burada, müvekkilin kastı sadece sözleşme ihlaline yönelik olduğu, dolayısıyla, vekilin müvekkile yönelik açık bir zarar verme kastı bulunmadığı için, üçüncü kişi söz konusu vekâlet görme faaliyeti çerçevesindeki satım sözleşmesine bağlı tescil ile gayrimenkulün mülkiyetini kazanmış olup, müvekkilin ayrıca söz konusu satım sözleşmesinin geçersizliğini ileri sürmesi mümkün değildir.”; Böylelikle Sn. Gümüş müvekkilin açık bir zararlandırma kastı ile hareket etmesinin söz konusu olduğu vekâletin kötüye kullanılması durumunu, diğer kasti özen borcu ihlallerinden ayırmaktadır.
[40] Prof. C. Yavuz, BK.m.321 § 2 hükmünün içerdiği “sübjektif kıstas”ın “vekâletteki güven unsuru, vekilin kimliğinin taşıdığı önem, özellikle resmi bir sınav sonucu alınan belgelere dayanılarak icra edilen ve uzmanlığı gerektiren işler” karşısında uygulanma imkânının hemen hemen bulunmadığını belirtmektedir; YAVUZ (C.), op.cit., s.415.
[41] Yargıtay HGK. E.2005/13–774, K.2006/14, T.25.1.2006; Aynı tazminat şekli vekaletin kötüye kullanılması niteliğinde bulunmayan özen borcu ihlallerinden doğan zararların tazmininde de uygulanır: Yargıtay 13.HD., E.1989/13646, K.1989/6437, T.8.11.1989; Yargıtay 13.HD., E.1980/5538, K.1980/6178, T.24.11.1980.
[42] GÜMÜŞ (M.A.), op. cit., s.287.
[43] HGK., E.1973/524, K.1974/103, T.13.2.1974; HGK., E.1978/1-582, K.1979/1371, T.16.11.1979; HGK., E.1993/1–460, K.1993/699, T.3.11.1993; 1.HD., E.1997/13932, K.1997/15049, T.24.11.1997; 1.HD., E.2002/2830, K.2002/3659, T.21.3.2002; 1.HD., E.2001/14055, K.2002/976, T.29.1.2002; 1.HD., E.2002/3644, K.2002/4274, T.4.4.2002; 1.HD., E.2002/5661, K.2002/7913, T.25.6.2002; 1.HD., E.2004/13632, K.2004/14106, T.20.12.2004.
[44] DURAL (M.) ve SARI (S.), Türk Özel Hukuku-Cilt I, Temel Kavramlar ve Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2005, s.176.
[45] OĞUZMAN (K.) ve SELİÇİ (Ö.), Eşya Hukuku, 9.bası, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2002, s.193.
[46] Yargıtay 1.HD., E.1994/15716, K.1995/1666, T.10.2.1995; Yargıtay 1.HD., E.1990/14086, K.1990/14697, T.14.12.1990. Ayrıca: Yargıtay HGK. E.1973/524, K.1974/103, T.13.2.1974: “İşte eğer temsilci, temsil yetkisini kötüye kullanmış olup da üçüncü kişi temsil yetkisinin kötüye kullanıldığını bilir veya bilmesi gerekir işe Medeni Yasa madde 2 fıkra 2 anlamında hakkın kötüye kullanılması söz konusu olur.”
[47] Yargıtay HGK. E.1993/1–591, K.1993/821, T.15.12.1993.
[48] Yargıtay 1.HD. E.2005/6561 K.2005/6917, T.8.6.2005; Yargıtay HGK. E.1993/1–658, K.1993/832, T.15.12.1993: Vekâlet görevinin kötüye kullanılması durumunun işlemde bulunulan üçüncü kişi tarafından da bilinmesi halinde “yapılan işlem temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalmış olsa bile vekâlet vereni bağlamaz.”
[49] Yargıtay 1.HD. E.2005/6561 K.2005/6917, T.8.6.2005.
[50] DURAL (M.) ve SARI (S.), op. cit., s.174.
[51] Ibid., s.176.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Vekaletin Kötüye Kullanılması - Dürüstlük Kuralının Boyutları" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Fehmi Kerem Bilgin'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
28-08-2007 - 12:25
(6086 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 6 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 6 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
45915
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 16 saat 23 dakika 47 saniye önce.
* Ortalama Günde 7,54 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 45934, Kelime Sayısı : 5978, Boyut : 44,86 Kb.
* 19 kez yazdırıldı.
* 8 kez indirildi.
* 10 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 662
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,15499997 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.