Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Aihs Ve 8.Madde-Özel Hayatın Ve Aile Hayatının Korunması

Yazan : Av.Gürsel Kasım [Yazarla İletişim]
Avukat

Makale Özeti
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 23.09.2012 tarihinden itibaren Anayasa Mahkemesine yapılacak Bireysel Başvuru ile birlikte iç hukukumuzda daha etkin olacak.Bu nedenle bilgilerimi paylaşmak istedim.

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ VE 8.MADDE
(ÖZEL HAYATIN VE AİLE HAYATININ KORUNMASI)
“Hiç kimse, özel yaşamı, aile yaşamı, konutu ya da yazışmaları konularında keyfi karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz kalamaz” şeklinde düzenlenen 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 12. maddesinden esinlenerek düzenlenen Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 8.maddesi;
“Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı göstermesi hakkına sahiptir.
Bu hakların kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ve ahlakın veya başkasının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir” hükmünü içermektedir.
Madde metninden anlaşılacağı üzere; maddenin ilk fıkrasında, koruma altına alınan hak ve özgürlükler belirtilmiş, sonraki fıkrada koruma altına alınan değerlerin mutlak olmadığı bunlara sınırlar konabileceği görüşüyle, sınırlamaya meşruiyet veren haller dile getirilmiştir. Diğer bir anlatımla, madde bütünüyle koruma altına aldığı değerlere saygı gösterilmesini emretmekte, bireyi, temas ettiği konularda hak sahibi kılmakta, bunun yanında kamu otoritesinin keyfi müdahalelerinden korumaktadır.
8.madde; bireyi, bireysel yaşamının çeşitli yönleriyle, özellikle, özel ve aile hayatı, haberleşmesi ve konutu düzeyinde korumayı amaçlamaktadır. Sözleşme bütünü ile incelendiğinde ise, bu madde koruduğu haklar açısından, özel hukuk, medeni hukuku doğrudan ilgilendirici hakları içerdiği gibi hemen hemen sözleşmenin diğer maddeleriyle de doğrudan bağlantısı bulunduğu söylenebilir.
Maddede tanımı yapılmayan özel hayat, aile hayatı gibi kavramların soyut belirginlik arz etmeyen bu bakımdan uygulama yönünden açıklık taşımayan nitelikte bulundukları görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında, saygı yükümlülüğünün, her somut olayın kendine özgü koşulları içerisinde değerlendirileceği kuşkusuzdur.
Sözleşmenin sadece 8.maddesi değil, diğer hükümleriyle koruma altına aldığı hakların, kim tarafından olursa olsun ihlal edilmesi halinde o hakkın sahibi birey yönünden korunması gerekeceği muhakkaktır. Haklara kamu otoritesi tarafından müdahale edilebileceği gibi müdahale diğer birey tarafından da yapılabilir.
-2-
Ancak genelde tartışmaların, kamu otoritesi tarafından yapılan müdahaleler etrafında yoğunlaştığı görülmektedir. Bunun sebebinin de hakların elde edilmesi mücadelesinin zaman içerisinde kamu otoritesine, devlete karşı yapılması olgusundan ileri gelmektedir.
“İnsan Hakkı” bazılarınca “Farklı olma hakkı” olarak nitelendirilmektedir. Gerçekten her toplumda, toplumun dokusundan kaynaklandığı için kaçınılmayan bölünmeler, farklılaşmalar mevcuttur. Bu bölünmeler sosyal, ekonomik, dinsel, etnik, kültürel, dilsel farklılaşmalardan kaynaklanır. Kişi ve aile bu farklılaşmaların doğrudan etki alanındadır. Öyle ise; korunması gereken hakkın, onun süjesi olan birey ve aile kadar farklılık göstereceği kuşkusuzdur. Belirsizliğin ve soyut olmanın nedeninin bu olduğu düşünülmelidir. Burada insanın doğası ile birlikte etkilenme ortamından gelen farklılaşmalar ve özelliklerin nereye kadar ve ne şekilde korunacağı önem taşımaktadır. Bu durumda, sözü edilen hakların korunmasında, pozitif hukuk düzenlemelerinin payı kuşkusuz büyüktür. Ancak, en etkili korumanın bağımsız yargı organları tarafından sağlanacağı da muhakkaktır.
Bilindiği gibi hukuk, yukarıda değinilen farklılaşmalardan, bölünmelerden uzlaşma sağlama fonksiyonuna sahiptir. Ancak hukuk, özellikle pozitif hukuk, bu fonksiyonu yerine getirirken ortaya bir başka sorun çıkmaktadır. Bu da pozitif hukuk kuralları ile insan hakları arasındaki dengenin nasıl sağlanacağı meselesidir. Yani insanın özel ve aile hayatı ile birlikte pozitif hukuka karşı da korunması sağlanmalıdır.
Sözleşme maddelerine bakıldığında, birkaç madde dışında, önce hakkın varlığı ve vazgeçilmezliği vurgulanıp, ardından sınırlama hükümlerine yer verildiği görülmektedir. Sözleşme bünyesinde var olan bu halin Anayasal ve yasal düzenlemelere de yansıtılmasının zorunlu olduğu da bir gerçektir.
8.maddede de aynı durum mevcuttur. Maddenin ikinci fıkrasında, birinci fıkra ile öngörülen haklara kamu otoritesinin müdahalesinin;
-Zorlayıcı toplumsal ihtiyacın ortaya çıkması,
-Demokratik bir toplumda önlemin gerekliliği,
-Yasanın öngörmesi hallerinde söz konusu olabileceği dile getirilmiştir.
Zorlayıcı toplumsal ihtiyacın ortaya çıkması hali maddede, ulusal güvenlik kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refah, dirlik ve düzenin korunması, suç işlemenin önlenmesi, sağlığın ve ahlakın veya başkasının hak ve özgürlüklerinin korunması biçiminde ifade edilmiştir.

-3-

Oldukça soyut nitelikteki bu kavramlar bakımından, zorlayıcı toplumsal ihtiyacın tayin ve takdirinin ulusal mercilere ait olacağı düşünülmelidir. Ne var ki, sınırlama hükümleri olarak belirtilen, hallerin toplumun genel çıkarı ile kişinin temel haklarının korunması arasında adil bir denge kurulmak üzere yorumlanması gereklidir.
Demokratik bir toplumda “önlemin gerekliliği” kavramındaki, gerekliliğin zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç düzeyinde düşünülmesi gerekir.
Yasanın öngörmesi koşulunun ise iç hukuk yönünden yasal dayanak şeklinde mütalaa edilmesi, birinci fıkra ile korunan haklara resmi makamların gelişigüzel müdahalesini önleyecek koruma mekanizması olarak anlam verilmesi doğru olacaktır..
Bu genel bilgiler ışığında 8.madde ile düzenlenen, haklara ve Türk Mahkemelerindeki uygulama ve sorunlara bakıldığında, sözü edilen madde ile ;
-Özel hayatın
-Aile hayatın
-Konutun ve
-Haberleşmenin korunma altına alındığı görülmektedir.
Maddede korunması öngörülen, konut ve haberleşmenin, mülkiyet hakkı ile ilgili sözleşmenin Ek protokolün 1.maddesi ve kitle haberleşmesi hakkındaki 10.maddesinde düzenlenen haklardan farklı olduğu görülmektedir. Diğer taraftan maddenin koruma altına aldığı dört hakkın iç içeliği de bir gerçektir. Bu bakımdan biri için yapıldığı ileri sürülen ihlalin, diğerini de kapsamına alacağı ve etkileyeceği söylenebilir.
1- Özel Hayatın Korunması
Sözleşmenin 8.maddesinde düzenlenen özel hayatın korunması kavramı T.C. Anayasasının 20.maddesinde de yer almış, maddenin birinci fıkrasında 8.maddeye paralel olarak “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.” denildikten sonra sözleşmeden farklı olarak ve ilaveten “özel hayatın ve aile hayatın gizliliğine dokunulamaz” hükmüne yer verilmiştir.

-4-
Maddenin ikinci fıkrasında da sınırlama ve düzenleme hükümleri yer almıştır. Geniş bir kavram olan “özel hayat” ın tanımını yapmak güçtür. Her somut olay yönünden ve o olayın koşulları değerlendirilerek bir sonuca varılabileceği ve özel hayatla ilişkilendirilebileceği muhakkaktır.
Bireyin cinsel hayatı, beden ve bütünlüğüne ilişkin düzenleme ve müdahaleler, örneğin ; bir kovuşturma amacıyla dahi olsa kişiye ait özel bilgileri içeren evrak, günlük gibi belgelere el konulması; çeşitli amaçlarla bireyden kan alınması, gibi hallerin özel hayat kapsamında düşünülüp korunması gerekeceği düşünülmelidir.
12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Referandum sonucunda, Anayasanın 20.maddesine eklenen fıkra ile kişisel verilerin korunması da anayasal güvence altına alınmıştır.
2- Aile Hayatının Korunması
Sözleşmenin koruma altına aldığı ve saygı gösterilmesini öngördüğü “Aile Hayatı” kavramı da özel hayat gibi tarifi ve tanımı yapılması güçlük gösteren sınırlarının belirlenmesi zor olan kavramlardandır. Sözleşme eki 7.protokolün 5. maddesiyle getirilen “Eşler, evlilikte, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda, kendi aralarında ve çocukları ile ilişkilerinde medeni haklar ve sorumluluklardan eşit şekilde yararlanırlar. “Bu madde devletlerin çocuklar yararına gereken tedbirleri almalarını engellemez” şeklindeki kısmi açıklığa rağmen, toplumların gösterdiği evrime paralel olarak aile hayatının da değişime uğradığı ve bu değişimin süreceği muhakkaktır. Aile hayatının müdahale edildiği ve korunmasının istendiği hallerde, aile hayatı ve korumayı gerektiren bir müdahalenin var olup olmadığı, her olayın özelliğine göre düşünülmelidir.
Maddenin koruma altına aldığı aile hayatının başta, yasal ve gerçek evliliğe dayalı olduğu kuşkusuzdur. Karı-Koca ve onlardan olan çocukların aile hayatı içerisinde bulunduğu, bunlar arasındaki ilişkiler bakımından korunmanın gerekliliği tartışmasızdır. Örnek vermek gerekirse; AİHM’si de bu konuya ilişkin Şerife Yiğit kararından sonra, benzer içerikli 2011 tarihli Arife Tekin kararını vermiştir. Resmi nikahı olan kişiye, ölen eşinden emekli aylığı bağlanması devletçe güvence altına alınmıştır. Devletçe imam nikahı hukuki sonuç doğurmayan bir oluşumdur. İmam nikahlı eşin açtığı davanın Türk mahkemeleri tarafından reddedilmesi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuran Şerife Yiğit ve Arife Tekin’in talebini ihlal olarak kabul etmemiştir. İmam nikahı olan kadına ölen eşinden maaş bağlanması hakkında, Devlet otoritesinin dini nikahı kabul etmediğini, 8.maddenin devleti dini nikahı kabul etme hükmünde olmadığına karar vermiştir.

-5-

Bunun yanında evlilik dışı ilişki sonucu doğan çocuk ile anne arasındaki ilişki kan ve irs bağı olmaksızın oluşan akdi evlatlık ilişkileri de 8.maddenin kapsamındadır. Öte yandan çocuklar ile büyük anne ve büyük babalar arasında, bu kişiler aile hayatının önemli bir parçasını oluşturdukları için onlar bakımından aile hayatının varlığı kabul edilmelidir.
Yukarıda belirtilen hallerde oluşan aile hayatının, boşanmayla veya eşlerin ayrı yaşamaya başlamalarıyla veya çocukların başkalarınca evlat edinilmesi ile sona ermeyeceği 8.maddenin korumasının devam edeceği muhakkaktır.
İç hukukumuz yönünden konuyla ilgili en önemli düzenlemelerin 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununda yer aldığı bilinmektedir. Bunun yanında 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun ile 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun, sözleşmenin 8.maddesi anlamında aile hayatının korunması bakımından önem taşıyıcı yasal düzenlemelerdir.
Söz konusu yasalarla, gerek evlilik birliğinin devamı sırasında, gerekse birliğin sona ermesi durumunda müşterek çocukların eşlerle ve aile hayatının önemli bir parçasını oluşturan büyük anne ve büyük baba ilişkilerinin düzenlenmesi soy bağı ve bundan kaynaklanan miras ve ekonomik hakların sağlanması, eşlerin ve çocukların birbirlerine karşı korunabilmeleri arzulanmıştır. Tatbikatta da bu korumanın yargısal uygulamalarla sağlandığı söylenebilir.
3- Konutun Korunması
Genel olarak 8.maddedeki anlamına göre konut, bir kişinin yerleşik olarak yaşadığı, özel hayatını sürdürdüğü yerdir. Maddenin koruma altına aldığı konut kavramının mülkiyetten ayrı düşünülmesi gerekir. Bu nedenledir ki, mülkiyetin korunması, sözleşme eki 1 nolu protokolün 1.maddesi ile ayrıca sözleşmeye bağlanmış, hüküm altına alınmıştır.
Değinilen anlamdaki konuta kişi veya kamu otoritelerinin 8.maddenin 2. fıkrasında belirtilen haller dışında gelişigüzel müdahalelerinin sözleşmenin 1.fıkrasına göre ihlal oluşturacağı ve korumanın gerekli hale geleceği muhakkaktır.
Pozitif hukukumuzda başta Anayasa olmak üzere, diğer yasalarla konutun koruma altına alındığı bilinmektedir. 1982 Anayasasının “Konut Dokunulmazlığı” başlıklı 21.maddesinde; “Kimsenin konutuna dokunulamaz” hükmüne yer verildikten sonra geniş ve detaylı biçimde dokunma koşulları açıklanmıştır. Buna paralel olarak TCK’nunda mesken dokunulmazlığının ihlali suç sayılarak, müeyyideye bağlanmış, CMK’nunda da, meskende arama ve
-6-
müdahale anayasal doğrultuda düzenlenmiştir. 8.madde anlamında konutun korunması kavramına, bu yerde huzur içerisinde yaşamanın da dahil olduğu tartışmasızdır. Bu yasanın gereği olan ses, koku, gürültü ile çevre kirliliklerine karşı da kişinin korunması gereklidir. İç hukukumuzda “komşuluk hukuku” adı altındaki Medeni Kanun düzenlemeleriyle kişi koruma altındadır. Söz konusu ihlallerin ortaya çıkması halinde, Medeni Kanunun hükümleri gereği ihlallerin ortadan kaldırılması mümkün olduğu gibi, meydana gelen zararların da Borçlar Kanunu hükümlerince giderilmesi olanaklıdır.
4- Haberleşmenin korunması
Sözleşmenin 8.maddesinde koruma altına alınan “haberleşmenin”, aynı sözleşmenin 10.maddesi ile düzenlenen kitle haberleşmesinden farklı olduğu açıktır. Maddede sözü edilen haberleşmenin daha ziyade “özel hayat” kavramı ile birlikte düşünülmesi gereklidir. Kişiler arasındaki, mektup, telefon, telgraf ve elektronik ortamda haberleşmelerin ve buna yönelik ihlallerin bu madde kapsamında koruma altına alındığı kuşkusuzdur. Mektupların zaptı, okunması, ulaştırılmaması, engellenmesi, telefonların dinlenmesi hakkı müdahale anlamındadır.
Bu durumda bir kişinin haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkının, kesintiye uğramadan ve sansür edilmeden başkalarıyla iletişim kurma hakkı olarak tanımlanması mümkündür. Sözleşmenin koruma altına alıp, saygı gösterilmesi gereğinin vurgulandığı “haberleşmenin” Anayasanın 22.maddesinde “haberleşme hürriyeti” başlığı altında “Herkes haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.” biçiminde korunması öngörülmüştür. 20. ve 21.maddelerde genişçe belirtilen benzer hükümlerle sınırlama hükümlerine yer verilmiştir. Ayrıca TCK’nu ile de haberleşmeye müdahale suç sayılmış, müeyyideye bağlanmıştır.
5- Sorunlar
Buraya kadar ifade edilenler karşısında, konumuzu oluşturan, sözleşmenin 8. maddesi ile koruma altına alınan “özel hayat” , “aile hayatı” , “mesken” ve “haberleşme” nin iç içe kavramlar olduğu, bunlardan birinin ihlali halinde, diğerleri bakımından da ihlalin gündeme gelebileceği kuşkusuzdur. Bunun yanında, söz konusu maddedeki hakların, sözleşmenin diğer maddeleri ile yakından ilintili olduğu da görülmektedir. Avrupa Mahkemesi kararlarına göz atıldığında, diğer ihlal iddiaları yanında çoğunlukla 8.maddenin ihlali iddiasında yer verildiği izlenmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da bir kararında (25.04.2002 tarih 2002/2-617-648); “boşanma davası münasebetiyle delil olarak sunulan “günlüğün” delil olma niteliğini tartışırken; özel hayatın gizli alanı dediğimiz ve sadece bireyi ilgilendiren alandır. Hayatın bu gizli alanı ihlal edilerek bir delil elde edilmişse,
-7-
bunu kim, nasıl ve hangi amaçla elde etmiş olursa olsun söz konusu delil mahkemede delil olarak kullanılmamaktadır. Örneğin Günlük, insanın iç dünyasını ilgilendiren son derece gizli ve özel hayatın dokunulmaz alanını oluşturan bilgilerin yer aldığı an tespitidir. Öncelikle özel hayatın gizliliğinin korunması esas olmalıdır. Hukuka uygun yollardan elde edilmemiş deliller yasal bir delil olarak değerlendirilmemelidir.”düşüncelerine yer verilmiştir.
Yargıtay 8.Ceza Dairesi bir kararında da; (11.12.2000 tarih 2000/205651-20678), “danışmanlık bürosu kurup, beraber çalıştıkları diğer sanıklarla birlikte, kendilerine müracaat eden kişilerin (sanıklara) bildirdikleri kişileri izlemenin dışında yasal olmayan yollarla telefonlarını dinlemek ve elde ettikleri dinleme kasetlerini, dinleme yapılmasını isteyen sanıklara vermek biçiminde oluşan eylemlerinin, Anayasanın 20. ve 22.maddelerinde yer alan özel hayatın ve haberleşmenin cezai hükmünün ihlal edilmesi ötesinde, cürüm işlemek amacıyla suç örgütü oluşturma, suçu oluşturduğuna” hükmedilmiştir.
8.maddenin genellikle kabul edilen, açıklık taşımayan yapısı ve bundan kaynaklanan çeşitlilikler esasen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir çok kararında ve bunların yorumunda, 8.maddenin ihlal edilip edilmediğine, her somut olayın özelliğine göre yaklaşımda bulunduğu görülmektedir.
Türk pozitif hukukunda sözleşmenin 8.maddesi ile güvence altına alınan hak ve özgürlükler bakımından, başta Anayasa olmak üzere yasalarla gerekli düzenleme bulunmaktadır, ancak yeterli değildir. Bu düzenlemelerin, değişen ve gelişen hak ve özgürlükler kavramları yönünden yeterliliği kuşkusuz her zaman tartışma konusu olacaktır. Sözleşme ile öngörülen hak ihlallerinin sona ereceği de söylenemez.
Uygulamada, 8.madde ile ilgili en önemli sorunun, istisna hükümlerini içeren maddenin 2.fıkrasının yorum ve uygulanması ile ilgili olacağı düşünülebilir. Zira, maddenin 1.fıkrası ile koruma altına alınan haklar ve özgürlükler ne denli soyut ise, bu haklara kamu otoritesinin müdahalesini olanaklı kılan, ulusal güvenlik, kamu emniyeti, memleketin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin, ahlakın korunması kavramları da, o denli soyuttur. Değinilen kavramların çerçevesini çizmek kolay değildir
Bunların ötesinde, yasal düzenlemeler ne kadar mükemmel ve detaylı olursa olsun, hakların iyi bir uygulama ile korunabileceği tartışmasızdır. Öyle ise sözleşmenin 8.maddesi ile öngörülen ve güvence altına alınan hakların teminatının, yasaları uygulama yeri olan yargı mercilerine ait olacağı muhakkaktır.

-8-
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, 04.11.1950 tarihinde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu devletlerce imzalandığını, 1953 yılında yürürlüğe girdiğini, Türkiye tarafından da 18.05.1954 tarihinde onaylandığını biliyoruz.
Bu suretle sözleşmenin, T.C. Anayasasının 90.maddesi hükmü gereği iç hukukumuza girdiği ve pozitif hukukumuzun bir parçasını oluşturduğu da malumdur. Böyle olmakla birlikte, genelde Türkiye’nin özelde de Türk Yargısının sözleşme ile gerçek anlamda yüz yüze gelmesinin, tanışmasının “bireysel başvuru hakkının” tanınmasına dair ilk kez, 1987 yılında çekincelerle yapılan ve çeşitli aşamalarla tamamlanan bildirilerle, nihayet 1996 yılında gerçekleştiği de bilinmektedir.
Sözleşmenin onay tarihinden bu yana gerek 1961, gerekse 1982 Anayasalarında ve bunlara paralel olarak yasalarda sözleşme ile öngörülen hakların güvence altına alınması yolunda bir hayli yol alındığı, hele Türkiye’nin Avrupa Birliğine girme çabalarını yoğun bir şekilde sürdürdüğü günümüzde, birlik devletlerince öngörülen kriterler doğrultusunda, bu kriterlere yaklaşma çabası ile Anayasa ve yasalarda pek çok değişiklik yapılmasına rağmen istenilen sonuca ulaşılamamıştır.
Yargısal alanda da, bu düzenleme ve değişikliklere paralel uygulamaların yapılması gerekeceği ve bunun zorunlu olduğu tartışmasızdır. Ancak, yukarda ifade edildiği üzere, sözleşme hükümleri ile tam anlamıyla yüz yüze gelmemizin geçmişi pek eski değildir. Avrupa Mahkemesine bireysel başvuruların çoğalması, anılan mahkemede, hak ihlallerine dair aleyhte kararların yoğunlaşması her bakımdan ve her kademede sözleşmeye ilginin artmasına neden olmuştur.
Tabii ki bu konu, Türk Yargısının da doğrudan ilgi alanını oluşturmaktadır. Ne var ki bu gün için, yargısal faaliyetlerde, sözleşme hükümlerini doğrudan dikkate alarak bu hükümlerden hareketle yorum, düşünme ve karar verme aşamasına geldiğimizi söylemek doğru olmaz.
Öncelikle, iç hukukumuzun parçasını oluşturan, sözleşmenin kanunlar Hiyerarşisi içerisindeki yerinin belirgin olmayışı ve halen tartışılır olması, uygulamada doğrudan sözleşmeye atıfla, oradan hareketle karar verme düşüncesinin oluşmasına, böyle bir alışkanlığın ortaya çıkmasına bir ölçüde engel gibi görünmektedir. Tabii ki bunda, yargısal faaliyetlerin buna bağlı olarak yargının muhafazakâr yapısının da etkisi vardır. Yargının, uygulamada istikrarın korunması, eşitliğin sağlanması, İçtihat Birliğine gidilmesi gibi saiklerle ani düşünce ve yorumu değişikliklerine gitmesi kolay değildir.

-9-
Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru yolu, bireyi her şeyden önde tutan ve onun haklarını korumayı amaçlayan sözleşme hükümlerine, yargının aşinalığı hızlanacaktır. 6216 sayılı Yasa’nın bireysel başvuruya ilişkin hükümlerinin yürürlük tarihi 23 Eylül 2012’dir.
Bu tarihten itibaren Anayasa Mahkemesi , bireysel başvuruları almaya başlayacaktır. Değişen yasalar, uygulayıcısının elinde hayat bulur. AİHM’ si kararları incelendiğinde, kararların sözleşme ile getirilen hakların belirlenmesi, ihlal iddiaları bakımından somut olayın analizi ve yorumlanması, istisna hükümlerinin olaya uygulanması bakımından son derce geniş ve içerikli tartışma ürünü oldukları görülmektedir. Bu nitelikteki kararların, tartışılıp oluşturulması, önemli bir zamanın bu işe ayrılması ile olanaklıdır. Yargımız bakımından en önemli sorunlardan biri de zamandır. Bu konuda iş Avukatlara düşmektedir. İyi hazırlanmış, emsal kararlar ve mevzuat hükümleri içeriğinde yer alan dava dilekçesi bence her zaman başarıya ulaşacaktır.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Aihs Ve 8.Madde-Özel Hayatın Ve Aile Hayatının Korunması" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Av.Gürsel Kasım'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
28-08-2012 - 14:12
(4260 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 3 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 3 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
25251
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 2 gün 23 dakika 1 saniye önce.
* Ortalama Günde 5,93 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 20318, Kelime Sayısı : 2422, Boyut : 19,84 Kb.
* 4 kez yazdırıldı.
* 3 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 1515
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,03786397 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.