Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Hukuk Devleti İlkesi Ve Güçler Ayrılığı Anayasal Demokrasinin Temel Güvencesini Oluşturur: Ab Açısından Değerlendirme.

Yazan : Murat Türkyılmaz [Yazarla İletişim]
Avukat

‘Hukuk devleti ilkesi ve güçler Ayrılığı anayasal demokrasinin temel güvencesini oluşturur.’ AB açısından değerlendirme.

‘Anayasal demokrasi ilkesi, siyasal gücü elinde bulunduran kimselerin bu güçlerini kötüye kullanabileceklerinin varsayılmasını şart koşar.’ John Stuart Mill

Anayasal Demokrasi Kavramı, yoğunluklu olarak 18’ inci Yüzyıldan itibaren liberal düşünceye mensup siyaset bilimciler tarafından ortaya atılan ve temellendirilen bir kavramdır. Demokrasi kavramının sınırsız özgürlük anlamında değerlendirilmesi ve bu değerlendirmenin karşıt düşünce temsilciler tarafından kıyasıya eleştirilmesine karşılık, demokraside de sınırlar olduğu, ancak bu sınırların herkesi kapsadığı ve yasalarla belirlenmesi gerektiği düşüncesi, anayasal demokrasi kavramını doğurmuştur.

Anayasal demokrasi düşüncesinin temel hedefi, iktidar karşısında birey haklarını garanti altına alma, koruma ve geliştirme olduğu için, anayasal demokrasi kavramını, demokratik hukuk devleti veya hukukun egemen olduğu bir çizgide yürüyen demokrasi olarak da ele almamız mümkündür. Ancak hepsinde de amaç, iktidarın keyfi icraatlarının engellenmesi , her eylemin hukuk kurallarıyla sınırlandırılması, fertlerin doğal haklarının devlet karşısında korunmasıdır.

Anayasal demokrasinin ilkelerine uyulması bağlayıcıdır. Bu zorunluluk daha ziyade devlet organlarını; siyasal iktidarı ve kamu görevlilerini konu alan bir bağlayıcılıktır. Bu bağlayıcılık, kamu karşısında fertlerin haklarının en temel güvence alanını oluşturmaktadır. Çünkü anayasayla belirlenen ilkeler, kişiler arası özel ilişkileri değil, kişilerin devlet karşısındaki konumunu ve devletin kişilere ve kamu alanına yönelik tasarruflarına bağlayıcılık getirmektedir. Bu şart, anayasal demokrasi düşüncesinin fertlere sunulan kişisel yaşam alanlarının en temel güvencesi olması sonucunu doğurmuştur.

Demokrasi kavramının ‘anayasal’ ön ekiyle birlikte kullanımı acaba bu kavramı başkalaştırmakta mıdır ? Bu soruya cevap arayan James M. Buchanan ‘bugün için demokrasi kavramı tamamen boş bir anlam ihtiva etmektedir. ‘anayasal’ kelimesi, ‘demokrasi’ kelimesinin bir ön eki olarak kullanılmalıdır. Demokrasinin temel ilkelerinden birisi olan bireysel özgürlük, ancak devletin faaliyet alanı ve çerçevesinin anayasal normlarla sınırlandırılması halinde bir anlam ihtiva edebilir’ diyerek demosun egemenliğinin devletin yani kamusal alanın anayasa ile sınırlandırılmasına işaret ediyor. İşte tam bu noktada Anayasal sınırların belirlenmesinde ‘hukuk devleti’ ve ‘kuvvetler ayrılığı’ kavramları ortaya çıkıyor. Bu iki ilke dışında ‘şeffaflık’, ‘laiklik’, ‘demokrasi kültürü’, ‘sivil toplum’ ve ‘iktidarın sınırlandırılması’ ilkeleriyle alanı genişletmek mümkün.

‘Hukuk Devleti’, iktidarın sahip oluğu ‘siyasi’ güç ve yetkilerin çerçevesi ve sınırları mutlaka devlet anayasası içerisinde belirlendiği boyuttur. Bireyleri, devlete karşı korumak için devletin hukuk kuralları (anayasal ve yasal kurallar/normlar) ile sınırlandırılması gereklidir. İdeal devletin bu boyutu Hukuk Devletiyle mümkündür. İktidarın sahip olduğu güç ve yetkiler tek bir elde toplanmamalı; yasama, yürütme ve yargı organları arasında dağıtılmalıdır. ‘Kuvvetler ayrılığı’ olarak ifade edilen bu ilke, anayasal demokrasinin bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin anayasada güvence altına alınması ve etkin bir şekilde uygulanması büyük önem taşımaktadır.

AB gibi nevi şahsına münhasır bir sistemler manzumesini, ulusların ve devletlerin tarihin derinlerinden bugüne kadar gelen ‘tarihsel ve siyasal tecrübelerini’ dikkate alarak yorumlama ve değerlendirme çabasını çalışmanın bu bölümünde sürdüreceğiz. 1789 sonrası anayasacılığın getirdiği temel değer, ulusun kurucu iktidar olma niteliğidir. Ulus egemenliğin sahibi olarak burada hukukun bir sujesidir. Carl Schmitt’ e göre anayasaya meşruiyetini sağlayan ulusun bu doğrultudaki temel siyasi karardır. Anayasa ulusun iradesinin kalıba dökülmüş halidir. O halde ne tarihsel olguya ne de hukuki varlık düzeyinde bir Avrupa ulusunun olmadığı gerçeği karşısında kurucu iktidarı neyin oluşturduğunu/oluşturacağını sorgulamak ilk soru olarak karşımıza çıkıyor. Kendine özgü bir yapıya sahip olan AB için klasik teoriler bu soruya cevap vermekte zorlanmaktadır. Günümüzde ciddi mutasyona uğrayan ‘anayasa’ kavramı hukuk felsefesi alanında kendisine yeni görüşler ve temsilciler bulmuştur. D.Rousseau’ nun ifadesiyle ‘…..Anayasa, artık vatandaş-devlet arasındaki ilişkilerin tanımı, yaptırım mekanizmaları ile güvenceye bağlanmış hak ve özgürlükler şartıdır’ derken G. Burdeau da ‘ Anayasa, egemen’in temsil ettiği hukuk fikrine katılarak iktidarı meşrulaştırdığı ve bunun sonucunda uygulanmasının şartlarını belirlediği kuraldır.’ Diyerek anayasa kavramını artık devletten bağımsızlaştırarak Kelsen’ le net ifadesini bulan her hukuk düzenin devlet olmadığı tespitini yapar. Yine Kelsen’ in ifadesini AB’ ye nitelemek gerekirse AB hukukunun ‘hukukun yaratılıp uygulandığı hukuki süreç’ olarak tanımlayabiliriz. Ona bu dinamiği veren evrilen ortak bir ‘anayasal birikimdir.’ Burada adından bahsettiğimiz ‘anayasal birikim’ kavramını biraz açmakta fayda olacağı kanaatindeyim. Çünkü bahse konu olan ulusun yerine soyut bir kavramın konulması değil Avrupa da ortaya çıkan yeni Avrupa anayasa hukuku yargıçlarınca oluşturulan pretorien bir hukukun oluşturduğu ‘Avrupa anayasa sahası’ dır. Artık bir değerler sistemi olarak hayatın bütününü içeren hukuk sistemleri aynı liberal dünyanın ortak paydasında buluşarak ortak bir alan oluşturmuşlardır. Ortak anayasal alanın oluşumu bir anda gerçekleşen olgu değil ortak tarihsel tecrübelerin sonucu ortaya çıkan bir birikimdir. Böylece ulusal olmayan ama anayasal bir Avrupa kimliğinden söz etmek mümkün hale geliyor. Ve bu kimlik yurttaşların kimliğini anayasada bulmalarıyla yeni bir aidiyet bilincini besleyerek ‘anayasal yurtseverlik’ kavramıyla tanıştırıyor bizleri.

Ortaya çıkan post-ulusal kimlikle AB ; demokrasi, hukuk devleti, insan hakları üzerinde yükselen Avrupa’ nın ulusal farklılıklarını uyum içinde bütünleştirmeyi kendisine hedef olarak koymuştur. Tek bir demosun söz konusu olmadığı birlikte, ortak değerler etrafında bütünleşen Avrupa halkları ‘Avrupa anayasal birikimi’ doğrultusunda bütünleşerek kolektif bir iktidarı, teknik terim olma ötesinde vicdani olarak da özümseme temayülündedir. Ve fakat AB şekli olarak bir anayasa hazırlamadan önce kendine özgü bir anayasal düzen kurmuştur.

AB hukukunda anayasa kavramına yüklenen anlamın tespiti bundan sonra yapacağımız değerlendirmeleri tutarlı ve kabul edilebilir kılmaya yardımcı olacaktır. İlk önce AB de anayasal demokrasini vazgeçilmezlerinden olan Hukuk devleti ilkesini inceleyeceğiz. AB de normlar hiyerarşisinde birincil nitelik taşıyan anlaşmalar üzerinde biraz durmak ‘hukuk’un içeriğini görmemize ve anlamamıza yardımcı olacaktır. ATAD Van Gend en Loos kararında klasik uluslar arası sözleşmelere AB anlaşmalarının benzemediğini hatta daha fazlasını oluşturduğunu vurgulamaktadır. Yine başka bir karar Costa kararında ‘özgün bir hukuk sistemi’ nitelemesi önemlidir. Böylece analaşmalar anayasa niteliğine kavuşarak topluluk hukukunun mutlak üstünlüğü dile getirilmiştir. Divan, görüldüğü üzere ‘hukuka saygıyı sağlama’ görevi doğrultusunda anayasa mahkemesi işlevi görerek topluluk anayasal düzenini temellendirmiştir. Amaçlanan, konfederal-federal yapılanma tartışmalarının ötesinde, Avrupa Birliği’nin süreç içinde oluşturduğu anayasal corpus’ unu yazılı anayasa geleneğine uygun olarak devam ettirmektir. ‘Anayasasız anayasacılık’ uygulamasını ortaya koyan Avrupa ‘anayasal birikimini’ uluslar üstü alana taşımaktadır.

Hukuk Devleti kavramını yukarıda tanımlarken ‘ iktidarın gücünün ve yetkisinin sınırlarının anayasada yer alması ’ şeklinde ki ifadeleri AB’ ye yorumladığımızda AB’nin bir anayasaya sahip olmayışı karşısında bu açığın nasıl kapatıldığı sorusu akla geliyor. AB yargı kararlarıyla yapılan anlaşmaların birer anayasal şart olarak kabul edildiğini düşündüğümüzde şekli olarak anayasa olmadığı halde onun şahsi manevisinin demokrasi işlevini, dünyada ki bir çok anayasal devletten daha yüksek standartta gerçekleştirdiğini görüyoruz. Adalet divanının verdiği Yeşiller kararına baktığımızda Avrupa Parlamentosu’nun hukuki sonuçlar doğuran işlemlerini denetleyebilme yetkisinin dayanağı olarak hukuk devleti ilkesini kullanmıştır. Bu kararla AET ‘hukuk topluluğu’ olarak nitelendirilmiştir. Benzer kararlarla hukuk devleti ilkesinin topluluk yapısı içinde varolmasının sonuçları hükme bağlanmıştır. Ayrıca temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, tam ve etkin başvuru yollarının sağlanması bu süreçte şekillenmiş / şekillenmektedir. Tabi kararlarda ölçü norm sadece anlaşmalar olmamıştır. Referanslar bakımında anayasal bir bloğun oluştuğunu söyleyebiliriz. Anlaşmaların yanı sıra bu blok içinde topluluğa üye ülkelerin anayasal geleneklerinden beslenen hukukun genel ilkeleri de söz konusudur. Yazılı olmayan bu ölçü normlarla temel hak ve özgürlüklerin korunması, orantılılık gibi temel unsurlar yorumlanıp uygulanmaktadır. Bu ilkelerle hukuk devletinin gereği olan keyfi uygulamaların önüne geçmek amaçlanmıştır. Yine hukuk devletinin bir gereği olarak bireylere yargı yollarının etkin kullanımına yönelik olanaklar tanımak gereği yeşiller kararıyla AB hukukuna girmiştir. Söz konusu karar yeşiller kararıyla divan Parlamentonun işlemlerine karşı yargı yolunu açmıştır. Bu kararla parlamentonun üçüncü kişiler nezdinde hukuki sonuçlar doğuran kararlarına karşı yargı yolunun açılmasından sonra Parlamentoya andlaşma da öngörülmemiş iptal davası açma yetkisi tanınmış, Maastricht anlaşmasıyla düzenleme yaparak kendi ayrıcalıklarının korunması doğrultusunda Parlamentonun iptal davası açabileceği yetkisi düzenlenmiştir. Parlamento böylece diğer kurumlarla eşit konuma gelmiştir. Bu demokrasinin tesisi anlamında da önemli bir adımdır. Adalet divanı daha da ileri giderek etkin yargı yoluna başvuru hakkı bireylerin haklarının korunması doğrultusunda topluluk hukukunun üstünlüğü ve doğrudan uygulanmasının güvencesi olarak ulusla yargı ile işbirliği öngörmüştür. Simmenthal kararıyla da Adalet divanı bu durumu hüküm altına alarak ulusal yargıçlara yükümlülük getirmiştir. Verilen karara göre ulusal yargıç yasa karşısında bireysel hakları her durumda korumak zorundadır. Buna ilaveten gerekli ve telafisi imkansız durumlarda geçici tedbirlere başvurma yükümlülüğü Factortame kararı ile yine bir yükümlülük olarak ulusal yargıçlara yüklenmiştir. Kararlar hukuku olan AB hukuku vermiş olduğu bu kararlar ve kararların yaptırım gücüyle yakın zamanda oluşması muhtemel anayasanın hazırlığını gereği gibi ifa etmiştir, etmektedir.

İkinci ana başlığı oluşturan kuvvetler ayrılığı prensibinin, iktidarın güç ve yetkilerinin tek elde toplanmaması yasama, yürütme ve yargı organları arasında dağıtılması gereğinin AB de nasıl gerçekleştiğini incelemeye çalışalım. Avrupa Birliği’nde kurumlar (güçler) arasında ki ilişkiler ilk bakışta Avrupa Parlamenter sistemini çağrıştırmaktadır.

Her ne kadar Avrupa Birliği kurumları kesin kalıplar içinde yasama, yürütme ve yargı organları olarak formel bir sınıflandırmaya tabi tutulamazlarsa da ; genel olarak her kurum ağırlıklı biçimde belli işlevi üstlenmiştir. Bu bağlamda : Bakanlar Konseyi’nin öncelikle yasama, Komisyon’nun ise yürütme görevi yaptığını söylemek mümkün. Parlamento daha çok bir denetim organı olarak varlık göstermekle birlikte, artan bir biçimde yasama yetkilerine de sahip olmaktadır. Avrupa tek senediyle Avrupa Parlamentosunun komisyon önerileri ve konsey kararları ile ilgili yetkileri artırılmıştır. Avrupa Adalet Divanı; bir devletin, Komisyon’un, bir firmanın ya da bir vatandaşın şikayeti üzerine, herhangi bir uygulama ile AT hukukunun çiğnenip çiğnenmediğine ilişkin hüküm veren bir yargı organıdır.

Bu kurumlar nedeniyle bir parlamenter sistem olarak algılanan Avrupa Birliği sisteminin kendine özgü ve biraz karışık yapısı, söz konusu sistemin 15 ulusal parlamenter sistemle bağlantılı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlılık durumu, Topluluk düzeyinde görev yapan dört önemli kurumun ulusal düzey ile ilişkilerinin önemini göstermekte, özellikle çıkar gruplarından oluşan Ekonomik ve Sosyal Komite’ nin yasama ve karar alam sürecinde ki katkısını vazgeçilmez kılmaktadır.

Avrupa topluluğunda yasama prosedürü, önceleri 1957 Roma Andlaşması’yla getirilen müzakere usulü ve 1987 Avrupa Tek Senedi ile getirilen ortak girişim usulüne göre işlerken, Maastricht Andlaşması’yla bir de ortak karar usulü getirilmiştir. Burada ki “uzlaştırma komitesi” nde Konsey ve Parlamento eşit olarak temsil edilmektedir.

Görülüyor ki, meşruluğunu Roma Andlaşması’ ndan alan Avrupa Topluluğu’ nda yasama, yürütme, ve yargı meşruiyet kazanmıştır. Buna dayalı olarak alınan kararlar da, üye ülkelerde ya aynen uygulanmakta veya kendi anayasal düzenleri içerisinde ulusal hukuk normlarına dahil edilmektedir.

Burada ki bakanlar konseyi ulusal çıkarların temsil edildiği ve uzlaşma arandığı bir form olarak görünmektedir. Ve dolaylı olarak topluluk vatandaşlarının iradesiyle meşruiyete sahiptir.

Tüm bu kuralların yanı sıra parlamentonun yetkilerinin ve fonksiyonlarının yetersizliğinin meşruiyeti olumsuz etkilediği yönünde eleştiriler de yapılmaktadır. Bir demokrasi açığından söz edilerek bu açığın kapatılmasının Avrupa’ da anayasal demokrasinin tesisini kolaylaştıracağı iddia edilmektedir. Bunun bir sonucu olarak da bürokratların yönettiği bir Avrupa’nın seçilmişlerin insiyatifine bırakılması gereği üzerinde durmaktadırlar. Halkların siyasal katılımı açısından kurumlar arasında ki dengenin parlamento lehine değişmesi gerektiği savunulmaktadır.

Yine kuvvetler ayrılığı prensibinde de klasik manada ki ayrıklık teorilerinden yararlanmanın makul bir yol olmadığı kanaatimi yinelemek isterim. Kurumlar arası dengede şimdiye değin halk iradesi lehine değişen koşulların zamanla eleştiri konusu demokrasi açığını kapatabileceği inancını taşıyorum. Avrupa Birliği gelinen noktada yola çıktığı noktadan fersahlarca ötede yer almaktadır. Bu değişimi zaman ve konjektör belirlediği kadar bilinçli bir birlik arzusu da bu durumu şekillendirmektedir. Zira Avrupa, vatandaşlarına güzel, güvenilir ve barış içinde bir yaşam sürmelerini sağlayarak ekonomik menfaatleri de maksimize etmenin hesabını yapmaktadır. Saiki her ne olursa olsun gelinen nokta anayasal demokrasi adına bir açılım, bir başarı ve örnek teşkil etmektedir.

Kısaca üzerinde durmaya çalıştığımız Hukuk devleti ve Kuvvetler ayrılığı prensipleri ışığında AB de Anayasal Demokrasinin var olup olmadığını sorgulamaya çalıştık. Dinamik olan sistem her geçen gün kendini yenileyerek dönüştürmektedir. AB, bu yenileme ve dönüşüm sürecinde kalıcı kazanımlarda elde etmektedir, ki bu kazanımlar ona, “Anayasal yurtseverler” paydasında tüm Avrupa halklarını birleştirme amacına ivme kazandırmaktadır. Bu kazanımlar demokrasinin asgari standartlarıdır. Ve meşruiyetini ‘halklar için birlik’ düşüncesinden alır.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Hukuk Devleti İlkesi Ve Güçler Ayrılığı Anayasal Demokrasinin Temel Güvencesini Oluşturur: Ab Açısından Değerlendirme." başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Murat Türkyılmaz'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
» Makale Bilgileri
Tarih
13-07-2004 - 23:12
(7240 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 27 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 9 okuyucu (33%) makaleyi yararlı bulurken, 18 okuyucu (67%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
42298
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 20 saat 47 dakika 54 saniye önce.
* Ortalama Günde 5,84 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 14988, Kelime Sayısı : 1840, Boyut : 14,64 Kb.
* 153 kez yazdırıldı.
* 1 kez arkadaşa gönderildi.
* 86 kez indirildi.
* 7 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 144
Yorumlar : 1
AB oluşumu gereği 'anayasal demokrasi' doğrultusunda gelişmek zorunda idi. Başka türlü bir gelişim muhakkak eşyanın tabiatına aykırıdır. Bundan sonraki gelişiminde de kendi içinde tutarlı olacağı; kiş... (...)
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,02202201 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.