Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale İdarenin Deprem Zararlarından Doğan Sorumluluğu

Yazan : Meriç Gençay [Yazarla İletişim]
Avukat

İDARENİN DEPREM ZARARLARINDAN DOĞAN SORUMLULUĞU

Hazırlayan : Meriç GENÇAY



1.GİRİŞ 2
2.GENEL OLARAK İDARENİN SORUMLULUĞU 3
A) İdarenin Kusura Dayalı Sorumluluğu 3
B) İdarenin Kusursuz (Objektif) Sorumluluğu 4
1 – Tehlike İlkesi 5
2 - Fedakarlığın Denkleştirilmesi (Yükümlülüklerde Eşitlik ve Hakkaniyet) İlkesi 6
C) Sorumluluğun Şartları – Sorumluluğun Kalkması veya Azalması 6
1 - Sorumluluğun Şartları 6
2 - Sorumluluğun Kalkması veya Azalması 6
a.Mücbir (Zorlayıcı) Sebepler ve Beklenmeyen Haller 7
b.Zarara Uğrayanın Kusuru 8
c.Üçüncü Kişinin Kusuru 8
3.İDARENİN DEPREM ZARARLARINDAN DOĞAN SORUMLULUĞU 9
A) Genel Açıklamalar 9
B) Deprem Zararlarında İdarenin Hizmet Kusuru 12
C) Mücbir Sebep Olarak Deprem 16
D) Hukuki Süreç ve Tam Yargı Davaları 19




1.GİRİŞ

Bu çalışma kapsamında, ilk bölümde, kısaca, idarenin sorumluluğu konusu incelenmiş, idarenin kusurlu ve kusursuz sorumluluğu, sorumluluğun belirlenmesi için başvurulan ilkeler, sorumluluğunun şartları ve sorumluluğu kaldıran-azaltan durumlar incelenmiştir. Bu bölümde çalışmanın ana konusu olan depremden doğan zararlarda idarenin sorumluluğu hallerine özellikle değinilmemiş, konular ikinci bölümü tamamlayıcı nitelikte olması için kısaca açıklanmıştır.

İkinci bölümde, çalışmanın asıl konusunu oluşturan “İdarenin Deprem Zararlarından Doğan Sorumluluğu” incelenmiş, konunun önem arzetmesi bakımından, genel açıklamalar kısmında öncelikle depremin tanımı ve ülkemiz açısından geçerli bir takım istatiklere yer verilmiş, ülkemizdeki deprem ve imar mevzuatına kısaca değinilmiş, zorunlu deprem sigortası ve idarenin deprem zararlarındaki yasal yükümlülükleri açıklanmaya çalışılmıştır.

Yine bu bölümde, ilk bölümde kısaca değinilen ve konu bakımından kilit konumda bulunan hizmet kusuru ve mücbir sebep kavramlarına ayrıntılı olarak değinilmiş, bu kavramlar hakkında Türk ve Fransız Hukukundan içtihat örneklerine yer verilmiştir.

Son olarak deprem zararlarından doğan tam yargı davalarına kısaca değinilerek, hukuki süreç ve süreler hakkında kısa bir değerlendirme yapılmıştır.

Meriç GENÇAY, Ankara, 2007



2.GENEL OLARAK İDARENİN SORUMLULUĞU

Hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür.Anayasamızın 125. maddesinde de düzenlenen bu ilke idarenin genel olarak mali sorumluluğunu düzenlemektedir.

İdarenin hangi hallerde sorumlu olacağı konusunda karşımıza iki durum çıkmaktadır.Genel olarak ve uygulamada kabul gören görüş, bir kamu hizmeti etkinliğinden doğan zararın idarenin sorumluluğunu doğuracağıdır.Diğer bazı sınırlı ve istisnai hallerde ise idarenin kusuru aranmaksızın sorumluluğu yoluna gidilebilmektedir.Yukarıda açıkladığımız durumlardan ilki idarenin kusurlu sorumluluğu, ikincisi ise kusursuz sorumluğu olarak nitelendirilmektedir.

A) İdarenin Kusura Dayalı Sorumluluğu

Önceleri özel hukukta olduğu gibi, kusura dayandırılmaya çalışılan sorumluluk halleri Fransız Danıştayı’nın içtihatları ile özel hukuktaki kusur kavramından farklı bir nitelik almış, özel hukuktaki kusurun ögeleri olan kast, ihmal, dikkatsizlik gibi unsurlar idari kusur için aranmamıştır.

İdarenin kusurlu sorumluluğu ülkemizde öğreti ve yargı içtihatlarında hizmet kusuru kavramı ile açıklanmaktadır.Hizmet kusuru, idarenin yürüttüğü bir hizmetin kurulmasında, düzenlenmesinde ya da işleyişindeki bozukluk ve aksaklığı ifade etmektedir.Hizmet kusurundaki “hizmet” deyimi ise sadece idari faaliyetlerin belli bir türü olan kamu hizmetini değil ve fakat genel olarak herhangi bir görevi veya faaliyeti belirtmektedir.1

Bir başka tanıma göre ise hizmet kusuru, bir açıdan hizmetin bünyesinde görülen kusuru, başka bir açıdan ise bu hizmeti yürüten idare tüzel kişiliğine atfolunan bir kusuru ifade eden, hem hizmetteki kusura hem de bu hizmeti yürüten idarenin kusuruna ilişkin bir deyimdir.2

Öğreti ve içtihatlarda kabul gören anlayışa göre hizmet kusuru sayılan üç hal vardır.
Bunlar:
1 - Hizmetin Kötü İşlemesi : Hizmetin gereği gibi yapılmaması ya da beklenen özen, dikkat ve kalitede yapılmaması.
2 - Hizmetin Geç İşlemesi : İdarenin hizmetin gereklerine göre kendisinden beklenen ölçüde sürat ve çabukluğu göstermeyerek ağır ve yavaş hareketi sebebiyle bir zarara sebebiyet vermesi.
3 - Hizmetin Hiç İşlememesi : İdarenin görmekle yükümlü olduğu bir takım hizmetleri yerine getirmemesidir.

GÖZLER, idarenin kusuru kavramını tanımlarken hizmet kusuru ve bunun yukarıda saydığımız üçlü ayrımını bir yana bırakmak gerektiğini ve Chapus’a atıf yaparak “kusur, mevcut bir ödevin yerine getirilmesindeki eksikliktir, gerektiği gibi davranılmadığı zaman kusurlu olunur.Kınamayı haklı gösterecek davranışlarda kusur vardır” görüşlerini benimsemektedir.3

B) İdarenin Kusursuz (Objektif) Sorumluluğu

İdare hukuku alanında kusur ilkesi XX.yüzyılına başlarına kadar sorumluluğun tek kaynağı iken idarenin üstlenmiş olduğu hizmetlerin artması ve karmaşık bir hal alması, sosyal devlet ilkesinin benimsenmesi, bu bağlamda toplumun, zararı, kusur olmasa bile, zarar gören üzerinde bırakmamasının daha adil bir yol olarak görülmesi neticesinde, klasik kusur kuramı yıkılarak, kusur olmasa dahi, nedensellik bağının bulunması halinde idarenin sorumlu olabileceği ilkesi benimsenmiştir.4 Böylece idarenin kusursuz (objektif) sorumluluğu ortaya çıkmıştır.

Kusursuz sorumluluğun alanı özellikle 1961 Anayasası’ndan sonra genişlemiştir.1961 Anayasası’nın 11. ve 1982 Anayasası’nın 125.maddelerinde yer alan “idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” hükmü, idarenin sorumluluğunu kusur şartına bağlamadığından, idarenin bazı hallerde kusuru olmasa dahi zararı tazminle yükümlü olduğu kabul edilmiştir.

Kusursuz sorumluluğun dayandığı başlıca ilkeler tehlike (risk) ilkesi ve fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesidir.

1 – Tehlike İlkesi
Tehlike ilkesi, ‘Her nimetin bir külfeti vardır’ düşüncesine dayanmakta ve tehlikeli işlerle uğraşanların, herhangi bir kusurları olmasa dahil ortaya çkan zararlı sonuçlardan sorumlu tutulmalarını öngörmektedir.5Tehlikeli faaliyet ile gerçekleşen zarar arasında illiyet bağı yeterli olup ayrıca kusura bakılmaz.

Tehlike ilkesi, idarenin yürüttüğü tehlikeli faaliyetler veya kullandığı araçlardan bazılarının nitelik itibariyle tehlikeli olması hallerinde uygulanmaktadır.Bu tür faaliyet ve araçlar bir zarara neden olduğunda idare bu zararı karşılamakla yükümlüdür.

İdarenin sorumlu tutulduğu başkaca bir ayrım ‘mesleki risk’ ilkesidir.Bu ilke, esas olarak, kamu hizmetinde görevli idare ajanlarının görevleri sırasında ya da görev dolayısıyla uğradıkları zararlarda uygulama alanı bulmaktadır.6

Tehlike ilkesinde yapılan diğer bir ayrım ‘sosyal risk’ ilkesidir..Kamu düzenini bozmaya ve hatta anayasal düzeni yıkmaya yönelik terör olayları sırasında zarar görenlerin bu zararlarının da idarece tazmin edilmesini sağlamak amacıyla, bir kusursuz sorumluluk ilkesi olarak, sosyal risk ilkesinin uygulandığına özellikle son zamanlara yargısal içtihatlarda sıkça rastlanmaktadır.7

Yargı içtihatlarında sosyal risk ilkesi bir kusursuz sorumluluk hali olarak belirtilmişse de GÜNDAY, ilkeyi salt bir kusursuz sorumluluk hali olarak nitelendirmenin doğru olmadığını, terör olaylarını önleyememenin ve toplum düzeninin sağlayamamanın idarenin kusuru sayılması gerektiğini savunmaktadır.

2 - Fedakarlığın Denkleştirilmesi (Yükümlülüklerde Eşitlik ve Hakkaniyet) İlkesi
Türk öğretisi ile yargı kararlarında “hakkaniyet-nesafet” ilkesi olarak da nitelendirilen bu ilke, idarenin kamu yararı düşüncesiyle giriştiği bir faaliyet, idarenin bir kusuru veya tehlikeli bir faaliyeti veya araç kullanması söz konusu olmaksızın, bazı kişileri diğerlerine nazaran özel ve olağandışı bir zarara uğratması halinde söz konusu olmaktadır.8

Hakkaniyet ilkesi iki taraflı uygulanabilen bir sorumluluk esasıdır.Diğer bir deyişle, bu esasla sadece zarar gören korunmaz; bazı hallerde yükümlülüklerde eşitliği gereği olarak idare de korunur.9

İlkenin en belirgin uygulama alanın, yasa ile de belirlenmiş olan kamulaştırmadır.Kamulaştırma dışında, örnek olarak, Danıştay, köprü yapımı nedeniyle yol yüzeyinden aşağıda kalan binası değer kaybına uğrayan kişiye tazminat ödenmesine karar vermiştir.

C) Sorumluluğun Şartları – Sorumluluğun Kalkması veya Azalması
1 - Sorumluluğun Şartları
İdarenin kusurlu veya kusursuz sorumluluğundan bahsedebilmek için zarar, zararı doğuran davranışın idareye bağlanması ve idari davranış ile zarar arasında bir nedensellik bağı bulunmalıdır.

İdarenin tazmin yükümlülüğünün doğabilmesi için zarar gerçek ve özel bir zarar olmalı, kamu yükümlülüğü biçimini almamalıdır.Zarar maddi ya da manevi olabilir.10

2 - Sorumluluğun Kalkması veya Azalması
İdarenin tazmin borcunun meydana gelebilmesi için zarar doğuran hareket veya fiilin idareye isnat edilebilmesi gerekir.Ancak fiilin idareye atıf ve isnat edilebilmesi sorumluluğun bir şartını oluşturur, diğer şartların bulunmaması halinde sorumluluk doğmaz.Fiilin idareye isnad edilebilmesi şartının neticesi olarak doğrudan doğruya dış sebeplerde, yani mücbir sebeplerde veya zarara uğrayan kimsenin kendi eyleminden veya üçüncü şahsın eyleminden doğan zararlardan idare sorumlu olmaz.11

a.Mücbir (Zorlayıcı) Sebepler ve Beklenmeyen Haller
Mücbir sebep, yer sarsıntısı, feyezan, ihtilal gibi önceden takdir ve tahmini olası bulunmayan, kökeni tabii, sosyal ve hukuki olması itibariyle failin dışında kalan ve bu kişi tarafından önlenmesi olanaksız olaylardır.Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin sorumluluğunda, açık bir yasa hükmü ile idareye tazmin zorunluluğu yükletilmeyen savaş olayları ve bunlardan doğan zararlar da mücbir sebep sayılmaktadır.12

Bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için dışsallık, öngörülemezlik ve karşı konulamazlık şartlarını bulundurması gerekir.Olayın idarenin iradesi dışında gerçekleşmesi, idareye atfedilememesi dışsallık şartını; olayın öngörülemez olması önceden tahmin edilememesi, tahmin edilse bile olayın sonuçlarının baştan kestirilememesi öngörülemezlik şartını; olayın önlenemez, kaçınılmaz, dayanılmaz nitelikte olması karşı konulamazlık şartını oluşturmaktadır.

İdarenin sorumluluğuna kaldıran diğer bir etken beklenmeyen hallerdir.İdare hukuk açısından zorunlu nedenler ile beklenmeyen haller arasında ayırım yapılması idarenin kusursuz sorumluluğu yönünden önem taşır.Zorunlu nedenler ve beklenmeyen haller birbirine benzerler ve her ikisi de kişinin iradesi dışında , önceden tahmin edilemeyen, önlenmesi mümkün olmayan olaylardır.Zorunlu nedenlerde olay idarenin eyleminin dışında meydana gelir.Buna karşılık, beklenmeyen hal sayılan olay, idarenin eylemi içinde meydana gelir.Beklenmeyen halleri en iyi açıklayan örnek, kişinin kusuru olmadan meydana gelen teknik arızalar; örneğin bir idareye ait otomobilin lastiğinin patlamasıdır.13Beklenmeyen hallerin varlığında nedensellik bağı değil kusur ortadan kalkmaktadır, bu nedenle beklenmeyen haller idarenin kusur sorumluluğunu tamamen ortadan kaldırır ancak kusursuz sorumluluk hallerinde idarenin sorumluluğu devam edecektir.

b.Zarara Uğrayanın Kusuru
Zararın, zarara uğrayanın kendi eyleminden meydana gelmesi, başka bir deyişle, kusurlu olması halinde, ya idarenin sorumluluğu tamamen ortadan kalkar veya duruma göre, idare kısmen sorumlu olur.Bu durum, hem kusura dayanan sorumluluk, hem de kusursuz sorumluluk için söz konusudur.Eğere zarar görenin tutum ve davranışı, zarar ile idare arasındaki ilişkiyi kesecek nitelikte ise, başka bir deyişle, eğer zarar, yalnızca zarar görenin tutum ve davranışından doğmuşsa, idare sorumluluktan kurtulur14


c.Üçüncü Kişinin Kusuru
İdarenin zarar verici davranışına üçüncü kişilerin katılmaları, ilke olarak idarenin sorumluluğunu etkiler.Kusura dayanan sorumlulukta üçüncü kişinin kusuru ya yönetimin sorumluluğunu tamamen ortadan kaldırır, ya da kusuru ölçüsünde azaltır.Kusurun varsayıldığı durumlarda da durum aynıdır.15

Kusursuz sorumlulukta ise ise üçüncü kişinin işe karışmış olması, idareyi sorumluluktan kurtarmaz ya da idarenin sorumluluğunu azaltmaz.Ancak idare tazminata mahkum edildikten sonra kusuru ölçüsünde üçüncü kişiye rücu etme imkanına sahiptir.

İdarenin sorumluluğunu kaldıran üçüncü kişiler, idareyle hiçbir hukuki ilişkisi olmayan kişiler ve kuruluşlardır.Ancak zarara yol açan üçüncü kişiyle idare arasında hukuki bir bağ ya da ilişki söz konusuysa, idarenin sorumluluğu devam eder.İdarenin gözetim ve denetimi altında bir kamu hizmetinin görülmesi halinde “müteahhit, imtiyaz sahibi” gibi kişilerin verdikleri zararlar, idare tüzel kişiliğine bağlanabilir.16


3.İDARENİN DEPREM ZARARLARINDAN DOĞAN SORUMLULUĞU

A) Genel Açıklamalar
Deprem, yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzeyini sarsma olayıdır. Deprem, insanın hareketsiz kabul ettiği ve güvenle ayağını bastığı toprağın da oynayacağını ve üzerinde bulunan tüm yapıların da hasar görüp, can kaybına uğrayacak şekilde yıkılabileceklerini gösteren bir doğa olayıdır.17

Ülkemiz, jeolojik ve topoğrafik yapısı ve de iklim özellikleri nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına yol açan doğal afetlerle sık sık karşılaşan ülkelerin başında gelmektedir. Ülkemizde doğal afetlerin son 60 yıl içerisinde yol açtığı yapısal hasar istatistikleri dikkate alındığında, bu tür hasarların 2/3 ünün deprem nedeniyle meydana geldiği ve tarihsel kayıtlardan elde edilen sonuçlara göre de geçtiğimiz yüzyıl içerisinde ülkemizde 5.5 ve üzeri büyüklükte meydana gelen ve hasar yaratan depremlerin sayısının 118 olduğu görülmektedir. Ülkemiz topraklarının %96’sının farklı oranlarda tehlikeye sahip deprem bölgeleri içerisindedir.Nüfusumuzun %98’i bu bölgelerde yaşamaktadır.Nüfusumuzun %70’i 1. ve 2. Derece deprem bölgesinde yaşamaktadır.18

Bunun yanısıra, ülkemizde, idare alüvyon çökeltili alanları ve tarım alanlarına rant kaygısıyla imara açmış; sonuçta Erzincan, İzmit, Afyon, Yalova, Adana ve son olarak ta Bingöl depremlerinde görüldüğü gibi, jeolojik yönden zayıf olan zeminde sıvılaşma sonucu büyük zararlar oluşmuştur.19

Ülkemizde 1952 yılından beri yürürlükte olan 3192 sayılı İmar Yasası, yapıların projesine, şartnamelere, fen ve sanat kurallarına uygun olarak kaliteli bir şekilde yapılmasının denetiminin sorumluluğunu belediyelere veya belediye bulunmayan yerlerde mülki amirlere (Kaymakam ve muhtarlara) vermektedir.Yaklaşık elli yıllık bir uygulamadan sonra, bu fonksiyonları yerine getirmek bir yana, bu sorumlu makamların ruhsatsız ve izinsiz inşaat yapılmasını bile engelleyemedikleri veya engellemedikleri, hatta bazı resmi kurumların bile ruhsatsız inşaat yaptıkları hiç bir tereddüte yer bırakmayacak şekilde gözlenmiş ve kanıtlanmıştır.20

7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un 2. maddesi “…yer sarsıntısı (deprem), yer kayması, kaya düşmesi ve çığ gibi afetlere uğramış veya uğrayabilir bölgeler ise, İmar ve İskan Bakanlığınca tespit ve bunlardan şehir ve kasabalarda meydana gelen ve gelebileceklerin sınırları imar planına, imar planı bulunmıyan kasaba ve köylerde de belli edildikçe harita veya krokilere işlenmek suretiyle, afete maruz bölge olarak İmar ve İskan Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılır ve bu suretle tespit olunan sınırlar, İmar ve İskan Bakanlığının isteği üzerine ilgili valiliklerce mahallinde ilan olunur.” düzenlemesi ile deprem bölgelerini tespit etme görevini Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın teklifiyle Bakanlar Kurulu’na yüklemiştir.

Aynı kanunun 14. maddesi “İkinci madde gereğince tespit ve ilan olunan afet bölgelerine dahil şehir, kasaba ve köylerde bina ve mesken yapımı, fen kurullarınca tehlikeli görülen ve sınırları krokilerle tespit olunan yerler, İmar ve İskan Bakanlığınca yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgeleri sayılır ve durum, belediyesi olan yerlerde belediyesince, köylerde ise ihtiyar meclislerince hemen ilan edilir.
Belediyesi olan yerlerde belediyeler, olmıyan yerlerde ihtiyar meclisleri bu yasaklanmış afet bölgesi hükmünü uygulamakla görevlidir.
Hilafına hareket edildiği takdirde, mevcut ve yapılmakta olan binalar, yıkma parası yıkıntı malzemesinden karşılanmak, yetmemesi halinde kalan kısmı afetler fonundan tamamlanmak üzere vali ve kaymakamların emri ile yıktırılır.
Yasaklanmış afet bölgesi sınırları, alınacak tedbirlerle tehlikenin önlenmesi oranında daraltılır veya tamamen kaldırılır. Bu husus da aynı şekilde duyurulur.” düzenlemesi ile kural olarak, afet bölgelerinde yapılaşmayı yasaklamakta ise de maddenin son fıkrası, yasağın, alınacak tedbirlerle daraltılabileceğini veya kaldırılabileceğini düzenlemektedir.Alınacak tedbirlerin başında, kuşkusuz depreme dayanıklı binaların yapılması gelmektedir. Bu nedenle, en son, Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik 6 Mart 2007 gün ve 26454 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiş, yönetmeliğin amacı birinci maddede “deprem bölgelerinde yeniden yapılacak, değiştirilecek, büyütülecek resmi ve özel tüm binaların ve bina türü yapıların tamamının veya bölümlerinin depreme dayanıklı tasarımı ve yapımı ile mevcut binaların deprem öncesi veya sonrasında performanslarının değerlendirilmesi ve güçlendirilmesi için gerekli kuralları ve minimum koşulları belirlemek” olarak düzenlenmiştir.

Bu yönetmeliğin 2-6. bölümleri arasında depreme dayanıklı çeşitli bina tiplerinin hangi kurallara uygun olarak yapılacağı, 7. bölümünde mevcut binaların değerlendirilmesi ve güçlendirilmesi konuları düzenlenmiştir.

Bu yönetmelik düzenleyici idari bir işlem olduğu için kamu ve özel kurum ve kuruluşlarını bağlar. Bunun yanında 7269 sayılı yasanın 3.maddesinin 2.fıkrası gereğice bu yönetmelik esaslarının belediye hudutları ve varsa mücavir saha dahilinde ilgili belediyeler, bunun dışında kalan yerlerde vali ve kaymakamlar uygulanmasını sağlamakla yükümlüdür. Bu yönetmelik esasları dahilinde yapılmayan binaların belli bir usul takip edilerek yönetmeliğe aykırılığın giderilmesi istenir, bu isteme rağmen yönetmeliğe aykırılığın giderilmemesi durumunda yapılan binaların yıkılması gerekmektedir.21

Ülkemizde,17 Ağustos Depremi’nden sonra 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname yürürlüğe girmiş, kararnamenin 2.maddesi gereği tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş binalar, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler, bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler, doğal afetler nedeniyle devlet tarafından yaptırılan veya verilen kredi ile yapılan meskenler zorunlu deprem sigortası kapsamına alınmıştır.

KHK’nin 11. maddesinde; “Devletin, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanundan ve diğer kanunlardan doğan konut kredisi açma ve bina yaptırma yükümlülükleri, deprem nedeniyle sigorta kapsamındaki binalarda meydana gelen ziya ve hasarlar sonucu uğranılan maddi zararlar için Kurum tarafından tazminat ödenmesiyle birlikte ortadan kalkar.
9 uncu madde gereğince cari bir zorunlu deprem sigortası bulunmayanlar, bu sigorta kapsamında karşılanacak zararlar için doğal afetlerle ilgili mevzuat çerçevesinde hak sahibi olamazlar.” hükmü düzenlenmiş, böylece Devlet’in 7269 sayılı Yasadan doğan yükümlülükleri bu madde ile ortadan kalkmıştır.

Danıştay’da ilgili KHK’nin iptali istemiyle açılan dava da “Devlet tarafından egemenlik gücüne dayanılarak deprem riskinin karşılanması ve bunun toplumun tamamının katılımıyla sağlanması amacıyla kurulan, kar amacı gütmeyen ve meydana gelebilecek depremler sonrası Devlet'in 7269 sayılı Yasadan doğan yükümlülüklerini ortadan kaldıran zorunlu deprem sigortasına ilişkin olarak Yetki Kanununa dayanılarak çıkarılan 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca düzenlenen Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartları ile bu sigortanın uygulanmasında kamu yararına, hizmet gereklerine ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” gerekçesiyle reddedilmiştir.22

Böylece hukukumuzda Zorunlu Deprem Sigortası kapsamında bulunan taşınmazlar için Devlet’in, 7269 sayılı kanundan doğan yükümlülükleri ortadan kalkmıştır ancak yasa ile düzenlenmeyen zararlar bakımından idarenin sorumluluğu muhakkak ki devam etmektedir.

B) Deprem Zararlarında İdarenin Hizmet Kusuru

İdari hizmetin iyi kurulmamasından, idarenin örgütlenmesinin ve örgütünün çalışmalarının iyi ve doğru düzenlenmemesinden ya da hizmetin iyi ve gereği gibi yürütülememesinden dolayı hizmetin eksik, yanlış ve kötü verilmesi hizmet kusurudur ve hizmet kusurunu oluşturan hallerin tamamında genel anlamda sorumluluk için gereken şartların varlığı halinde idarenin hukuki sorumluluğundan bahsedilir.23
Tandoğan’a göre buradaki kusur, "örgütlenmede objektif özen eksikliği" biçiminde kendini göstermektedir.Böylece, "hizmet kusuru"ndan söz edebilmek için, iki unsur gereklidir. Bunlardan birincisi; "zarar doğuran idari faaliyetin bir kamu hizmetine bağlanabilmesi," diğeri ise, "bu zararın, hizmetin kuruluş veya işleyişindeki eksiklik, aksaklık ve düzensizlikten doğmuş olması" gereğidir.24

İdarenin sorumluluğunun kusurlu ve kusursuz sorumluluk halleri olarak ikiye ayrıldığından yukarıda bahsetmiştik.Deprem zararlarında ise idarenin sorumlu tutulabilmesi için bir hizmet kusurunun bulunması gerekmektedir.Hizmet kusuru, depremden önce bir hizmetin veya görevin gereği gibi yerine getirilmediğinden bahisle ortaya çıkabileceği gibi deprem sonrasında da ortaya çıkabilir.

Depremden doğan zararlarda hizmet kusurunun neler olduğunu kesin çizgilerle belirlemek mümkün olmasa da yargı içtihatlarında başvurulan bir takım ilkeler konuyu aydınlatmaktadır.

Danıştay İdare Davaları Genel Kurulu bir kararında, idarenin birinci derece deprem bölgesi olan ilde, lojman alımı esnasında gerekli araştırma ve incelemeyi yapmamasını hizmet kusuru saymış, kararında “...Devlet Güvenlik Mahkemesi üyesi olarak görev yapan davacının 13.3.1992 günü ... İlinde meydana gelen deprem nedeni ile oturmakta olduğu Devlet Güvenlik Mahkemesi lojman binasının tamamen yıkıldığı, tüm ev eşyalarının ve özel arabasının enkaz altında kaldığı gerekçesiyle maddi ve manevi tazminat istemi ile bu davayı açtığı; idare mahkemesince, hasar gören binaların durumunu incelemek üzere Yapı İşleri Genel Müdürlüğünün 16.3.1992 günlü 1975 sayılı yazıları ile kurulan bilirkişi kurulunca mahallinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen teknik raporda, binanın tamamen yıkılarak boş olan ve garaj olarak kullanılan zemin kata yığıldığı, bina kalıntılarında yapılan incelemede 1.derecede deprem bölgesi için gerek kolon kesiklerinin gerekse donatıların beton kalitesi ile birlikte yetersiz olduğu sonucuna ulaşıldığı, idare tarafından gönderilen işlem dosyasında ise lojmanın 14.6.1984 tarihinden özel bir şahıstan hiç bir teknik inceleme yapılmadan satın alındığının anlaşılması karşısında, birinci derecede deprem bölgesi olan ... İlinde gerekli inceleme ve araştırma yapılmadan söz konusu binanın satın alınmasında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğunun anlaşılması nedeniyle davacıya 217.000.000.- lira maddi ve 5.000.000.-lira manevi tazminat ödenmesine karar verildiği, mahkemenin, maddi ve manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ve kısmen reddine ilişkin temyize konu kararının usul ve hukuka uygun olduğu anlaşılmaktadır.” ifadelerine yer vermiştir.

Danıştay bir başka kararında, yakını deprem sırasında göçük altında kalan davacının idarenin arama-kurtarma faaliyetlerini gerektiği gibi yerine getirmediği nedeniyle açtığı davasını temyizen reddederken, depremin şiddeti, etkilediği alan, deprem sonrası oluşan zararın diğer kamu hizmetlerini de etkilediği ve gelişmiş ülkelerdeki durumu değerlendirerek, beklenmeyen halin bulunduğuna ve idarenin bir kusurunun tespit edilemediğine karar vermiş, kararda şu ifadelere yer vermiştir: “Danıştay'ın yerleşik İçtihatlarına göre, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmeti faaliyeti dışında gerçekleşen ve öngörülemeyen ve/veya önlenemeyen durumlar mücbir sebep olarak değerlendirilmiş, mücbir sebebin idarenin tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırdığı kabul edilmiştir. Öte yandan, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetinin doğrudan yerine getirilmesi sırasında idare tarafından beklenilmeyen durumlardan kaynaklanan zararların ise, zararın idarenin doğrudan faaliyetinden kaynaklandığının saptanması, başka bir ifade ile zarar ile idarenin eylemi arasında illiyet bağının tespit edilmesi halinde idarenin kusura dayalı sorumluluğu bulunduğu kabul edilmiştir.

Bu durumda, depremin; idarenin doğrudan yürüttüğü bir kamu hizmeti faaliyetinden kaynaklanmaması, öngörülememesi ve/veya öngörülebilir nitelikte dahi olsa önlenemez olması nedeniyle mücbir sebep olarak değerlendirilmesi zorunludur. Depremin oluşmasında idareye bir kusur yüklenemeyeceğinden idarenin kusura dayalı sorumluluğundan da söz edilmesi mümkün değildir.

Ancak, 17.8.1999 tarihinde meydana gelen depremin, etkilediği coğrafi alanın büyüklüğü, nüfus yoğunluğu ve oluşturduğu hasar nedeniyle diğer kamu hizmeti faaliyetlerinin de yürütülmesini etkilediği, arama-kurtarma hizmetinin özelliği ve zaman açısından kısıtlı bir müdahale yöntemi olması nedeniyle gelişmiş ülkelerin dahi bu tip doğal afetler dolayısıyla arama kurtarma faaliyetleri için uluslararası yardım aldığı da göz önünde bulundurulduğunda, arama ve kurtarma faaliyetlerinin yürütülmesindeki güçlüğün idare açısından beklenilmeyen hal olduğu sonucuna varılmıştır.

Her ne kadar davacı tarafından, arama ve kurtarma faaliyetlerinin gereği gibi yürütülmemesi nedeniyle hizmetin kusurlu ve eksik işletilmesi sonucunda yakınlarının vefat ettiği ileri sürülmüş ise de, arama ve kurtarma faaliyetlerinin yürütülmesini etkileyecek şekilde haberleşme ve ulaşım hizmetlerinde aksaklıkların olması ve depremin, etkilediği coğrafi alanın büyüklüğü, nüfus yoğunluğu ve oluşturduğu hasarın kamu hizmetlerinin deprem sonrası yürütülmesi yönünden arama ve kurtarma faaliyetleri sırasında bu hizmetin gereği gibi işletilememesi nedeniyle doğan zararlardan; ancak, zarar ile idarenin faaliyeti arasında illiyet bağı bulunduğunun saptanması, bir başka ifadeyle, davacının yakınlarının arama ve kurtarma faaliyetlerinin gereği gibi işletilmemesi sonucunda vefat ettiğinin tespit edilmesi halinde, idarenin tazmin sorumluluğundan söz edilebilir. Bu halde dahi, idarenin kamu hizmetini yürütürken karşılaştığı güçlükler de dikkate alınarak hükmedilecek tazminat tutarının belirlenmesi gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, 17.8.1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucunda davacının yakınlarının enkaz altında kalarak vefat ettiği anlaşılmakla birlikte, davacının yakınlarının enkaz altında sağ olduğu halde, deprem sonrası yürütülen arama ve kurtarma hizmetinin gereği gibi yürütülmemesi nedeniyle vefat ettikleri yolunda herhangi bir tespit bulunmadığı saptanmıştır.

Bu durumda, davacının yakınlarının ölümünün, idarenin arama kurtarma faaliyetine bağlı olarak gerçekleştiğine dair bir tespit bulunmadığından, tazmin sorumluluğu için bulunması gereken; zararı doğuran olay ile kamu hizmeti ( arama-kurtarma ) faaliyeti arasındaki nedensellik bağının kurulamaması karşısında idarenin tazmin sorumluluğundan söz edilemeyeceğinden idare mahkemesince, davacının yakınlarının enkaz altında kalarak vefat etmesi üzerine manevi tazminat talebiyle açılan davanın reddi yolunda verilen kararda sonucu itibarıyla hukuki isabetsizlik görülmemiştir.”25

Danıştay bir başka kararında, önüne gelen dosyanın esasına girmeden bir usul hükmünün uygulanmaması nedeniyle bozulmasına karar vermiş olsa da, kararda “Olayda davacıların, depremde yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri manevi zararı, davalı idarenin deprem sonrasında yapması gereken kurtarma faaliyetlerinin ve koordinasyon çalışmalarının yetersizliğine dayandırdıkları, dolayısıyla manevi zarar, söz konusu hizmetlerin geç veya hiç işlememesi şeklinde oluşan fiil ve hareketlerle somutlaştığından, bu şekilde oluştuğu ileri sürülen zararın idari işlemlerden değil, idari eylemlerden kaynaklandığı sonucuna ulaşılmaktadır. Durum böyle olunca, olayda idarenin hareketsizliği söz konusu olmakta ve böylelikle öğretide de kabul edildiği gibi, idarenin bu hareketsizliğinin ""olumsuz eylem"" olarak kabulü gerekmektedir.” ifadelerine yer vermiş, bu suretle deprem sonrası kurtarma, koordinasyon ve yardım çalışmalarını yerine getirmeyen idarenin sorumlu olacağını belirtmiştir.26

C) Mücbir Sebep Olarak Deprem

İdarenin deprem zararlarından sorumlu olması, esas olarak hizmet kusuru kapsamı içinde değerlendirilen, idarenin, deprem olayına bağlı olarak zarara neden olan araç, hizmet veya faaliyetin işletilmesindeki bir kusurlu davranışına bağlanmaktadır.

Önceki bölümlerde açıkladığımız üzere idarenin sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için bir idari davranışın bulunması gerekmektedir.Mücbir sebepler idareye atfedilemeyen olaylar olduğundan, esas olarak davranış ve zarar arasındaki illiyet bağını kesen ve idarenin sorumluluğunu kaldıran nedenlerden biridir.Ancak bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için dışsallık, öngörülemezlik ve önlenemezlik şartlarının tümüne sahip olması gerekmektedir.

Öngörülemezlik, olayın meydana geleceğinin önceden tahmin edilememesi; böyle bir olay akla gelse bile, bu olayın sonuçlarının baştan kestirilemeyecek etkililikte olması demektir.

Gerçekten, mücbir sebep denilince, mantık olarak, her şeyden önce o zamana kadar hiç bilinmeyen, rastlanmamış, dolayısıyla da öngörülemeyen bir olay akla gelebilir.Ancak, yargı kararlarında bu tür örneklerle karşılaşılmaması da göstermektedir ki, aslında, mücbir sebep sayılması söz konusu olan olaylar, genellikle daha önce benzerleri yaşanmış, rastlanılmış veya en azından bilinen olaylardır.Hatta idarenin sorumluluğu açısından, bu olayların sosyal kökenli olmaktan çok doğal oldukları içtihatlara yol açan örneklerden anlaşılmaktadır.27

Bir olayın öngörülemez kabul edilebilmesi için ortaya çıkış zamanı, yeri ve yoğunluğu yüzünden yol açtıkları sonuçlar dolayısıyla olağandışı veya olağanüstü nitelikte olması gerekmektedir.Başka bir ifade ile her doğal olay mücbir sebep sayılmayacaktır.28

Fransız Danıştayının, bir olayın öngörülemez olup olmadığını araştırırken başvurduğu sorulardan biri olayın sıkça karşılaşılan bir olay olup olmadığıdır.Mücbir sebep olduğu ileri sürülen olay, o yerde, benzeri zamanlarda, örneğin belli ay ve mevsimlerde daha önce rastlanmış ise artık öngörülemezliği kabul edilmemektedir.29Yine, öteden beri yaşanan doğa olayları, olağan oldukları sürece, idarenin sorumluluğu ortadan kalkmayacaktır.

Önlenemezlik, olayın meydana gelmesini veya zarar vermesini olumlu şekilde (örneğin, kanal, baraj, set yaparak) engelleyecek önlemleri almak kadar, zararı azaltacak veya ortadan kaldıracak olumsuz önlemleri (geçişi sınırlamak, yasaklamak; binayı boşaltmak gibi) almak anlamına gelen kaçınabilme unsurlarını da ihtiva eder.30

Olayın öngörülmesi, tekrarlanan olaylardan olması, kaçınılmazlığın oluşmasını engellemez.Bir başka ifadeyle ‘öngörülmezlik’ kaçınılmazlığın kurucu unsuru değildir çünkü öngörülebilen öyle olaylar vardır ki önlenmesi mümkün değildir.Örneğin maden ocağındaki yer sarsıntısıyla çökme böyledir.Ancak öngörebilmenin ‘önlem üretme’ bakımından sorumlulara sağladığı bir avantaj vardır.Öngörülebilen olayları önleme yönünde «araştırma yapmamak, gelişmiş ülkelerdeki bilgi ve teknik birikimi izlemek ve giderek monte etmemek»… kaçınılmazlığın ‘önlenemezlik’ unsurunu bertaraf edebilir.31

Olayın önlenemez sayılması için başvurulan bir takım kriterler vardır.Buna göre, idare faaliyet yerini belirlerken veya kuracağı tesislerin yerini saptarken doğal olayları dikkate almak durumundadır.İdare, sürekli taşan bir derenin ya da heyelan riski taşıyan bölgenin yakınına bir tesis kurduğunda, bu afetlere bağlı meydana gelen zararlardan sorumlu tutulacaktır.Aynı şekilde, bir fay hattı üzerine bina inşa eden idarenin de deprem dolayısıyla oluşacak hasarlardan sorumlu tutulması gerekecektir.

Önlenemezliğin belirlenmesi için başvurulan diğer kriterler ise idarenin uyarı ve düzenlemeler yapması ile etkin tesis, araç ve gereçleri kullanması gerektiğidir.Buna göre idare, bireylerin karşılaşabilecekleri tehlikelerden dolayı onları uyarmalı ve haberdar kılmalı; doğal afetlerin verebileceği zararlardan korunmak için günümüz teknolojisinin ve mali gücünün imkan verdiği önlemleri almalıdır.

Dışsallık, zararı doğuran olayın idarenin faaliyeti dışında gerçekleşmesidir.Olayın idarenin iradesi ve idarenin dışında gerçekleşmiş olmasının mücbir sebebin unsurlarından birini oluşturduğunu; olayın, idarenin iradesi dışında ve fakat idare içinde gerçekleşmesinin ise beklenmeyen hal sayılacağını yukarıda açıklamıştık.Mücbir sebep ve beklenmeyen hal ayrımı idarenin sorumluluğunu doğrudan etkileyen faktörler olduğundan, görünüşte mücbir sebep teşkil eden olayın idareye atfedilip atfedilemeyeceği iyice araştırılmalıdır.

İncelediğimiz mücbir sebep şartları, bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için bir arada bulunmalıdır.Bir olay öngörülebiliyorken kaçınılmamışsa yahut öngörülemediği halde engellenemez nitelikte değilse mücbir sebebin varlığından söz etmek mümkün olmayacaktır.Bu nedenle, deprem, fırtına, heyelan, sel gibi her tabii afetin mücbir sebep oluşturduğu söylenemez.Her zaman deprem olan bir yerde, ne kadar şiddetli bir deprem meydana gelirse gelsin, bu bir mücbir sebep oluşturmaz ve bundan dolayı idarenin sorumluluğu ortadan kalkmaz.O nedenle, sıkça büyük depremlerin olduğu bölgelerde meydana gelen bir deprem nedeniyle idarenin binalarının yıkılması ve insanların ölmesi veya yaralanması durumunda idare sorumluluktan kurtulamaz.Çünkü zarara yol açan deprem, öngörülemez nitelikte değildir ve mücbir sebep oluşturmaz.32

Öngörülemez nitelikte olmakla birlikte dayanılmaz nitelikte olmayan olaylar da mücbir sebep teşkil etmez.Örneğin hafif veya orta şiddetli depremlere idarenin binalarının dayanması gerekir.5 şiddetinde bir deprem ne kadar öngörülemez nitelikte olursa olsun, mübir sebep teşkil etmez; çünkü, bu deprem “olağanüstü şiddette” bir deprem değildir.İdare sağlam bina yapsaydı, ortaya çıkan zararı önleyebilirdi.33

İdare aslında öngörülebileceği; elindeki geniş bilgi, belge ve olanaklarla öngörülmesi gereken bir olay öngörülmemişse, esasen kusurlu sayılmaktadır.Ancak, şu noktanın gözden uzak tutulmaması gerekir.Öngörme ve öngörülebilme eğer idare için zararı önleme ya da –hiç değilse- zarardan tamamen veya kısmen kaçınabilme olanağını yaratıyorsa bir kusurun varlığına yol açar.34

Mücbir sebep konusunda işaret edilmesi gereken son bir nokta, bu kavramın nisbiliğidir.Bir olay, meydana geldiği yerin, koşulların ve zamanın özelliklerine göre mücbir sebep niteliğini alabilir veya almayabilir.Örneğin, bir deprem bölgesinde yer alan mahalde bir deprem olayı çoğu kez mücbir sebep sayılmayabilecektir.Aynı şekilde, isyan ve ihtilallerin sık sık vuku bulduğu bir yerde, söz konusu olaylar mücbir sebep niteliğini taşımayabilir.Belirtilen tüm bu ölçüt ve kriterlerin, her olayın özelliğine göre titiz bir şekilde uygulanması lazımdır.35

Danıştay 10.Dairesi bir kararında ilk derece mahkemesinin kararını onarken şu ifadelere yer vermiştir: “önlenemez” ve “öngörülemez” unsurlarını taşıması nedeniyle “mücbir sebep”in tipik bir örneğini oluşturan depremin, idarenin gerek kusura dayalı gerekse kusursuz sorumluluğunu ortadan kaldırdığı hususu tartışmasızdır.Ancak, mücbir sebebin varlığı, eylemi sonucunda zararın artmasına sebebiyet verdiğinin saptanması durumunda idarenin hizmet kusuru esasına göre tazminle sorumlu tutulmasına da bir hukuki engel oluşturmamaktadır…Eskişehir İdare Mahkemesi, 1.10.1995 tarihinde meydana gelen 6.1 şiddetindeki deprem esnasında adliye lojmanının çöktüğü, bu depremin öncesinde bir aç depremin meydana geldiği, Adalet Bakanlığı tarafından gönderilen teknik elemanlarca adliye lojmanları için depreme dayanıklı raporu verildiği, lojmanın çökmesi neticesinde davacının tüm ev eşyalarının enkaz altında kaldığı, öte yandan adliye lojmanlarına komşu binaların çökmemesi karşısında deprem bölgesinde bulunana Dinar’da lojmanın depreme dayanıklı olduğu hususunun araştırılmasında davalı idarenin kusuru olduğu, dolayısıyla uğranılan zararı tazmin etmesi gerektiğine…karar vermiştir36

D) Hukuki Süreç ve Tam Yargı Davaları

Deprem nedeni ile açılacak davalar 2577 sayılı yasanın 13. maddesi içinde düzenlenmiş olan sürece bağlı tam yargı davalarıdır.Tam yargı davalarıi idari bir faaliyetin ferdin subjektif hakları sahasını etkileyip bir zarar meydana getirmesinden, bir hakkı ihlal etmesinden doğan davalardır.37Yasa düzenlemesine göre; hakları ihlal edilmiş olan kişiler idari dava açmadan önce, bu eylemleri, yazılı bildirim üzerine veya başka türlü öğrendikleri tarihten itibaren 1 yıl ve her halde eylem tarihinden 5 yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir.

Danıştay içtihatları birleştirme kararı uyarınca (15.03.1979 tarih ve E.71/9 K.79/5) zarar görenin idareye başvurup "ön karar" almadan doğrudan dava açması durumunda ise bu durum "idari merci tecavüzü" sayılacak; davanın her safhasında dava dilekçesinin ilgili merciye tevdiine karar verilecektir.

Zarar gören tarafından bir yıllık süre içinde ön karar istemi ile yapılan başvuruda, zarar açıklanıp tazmini istenecektir. İdare tarafından 60 günlük süre içinde cevap verilmemesi "olumsuz işlem" tesisi kabul edilecek; bu tarihten başlayan 60 günlük süre içerisinde ise dava açılacaktır. Diğer zararlar yönünden ise başvuru zorunluluğunun (ön karar) başladığı tarih zararın öğrenildiği tarih olacaktır.38

Konuyla ilgili bir olayda açılan bir davada, davacının tazminat talebi 2577 sayılı kanunun 11. maddesi kapsamında 60 günlük süre geçtiği için reddedilmiş, tarafların kararı temyiz etmesi üzerine Danıştay “Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve buna yol açan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde düşünmek gerekmektedir.

Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu hareketsizliğinin ""olumsuz eylem"" olarak kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, uğranıldığı ileri sürülen zarar idarenin ""olumsuz eyleminden"" kaynaklandığından Mahkemece 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca davanın süresi içerisinde açılıp açılmadığı hususunun değerlendirilmesi gerekirken davanın süreaşımı nedeniyle reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir.”39 şeklinde karar vermiştir.




KAYNAKÇA

1) ATAY, E. Ethem - ODABAŞI, Hasan – GÖKCAN, Hasan Tahsin, Teori ve Yargı Kararları Işığında İdarenin Sorumluluğu ve Tazminat Davaları, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2003.
2) ARMAĞAN, Tuncay, İdarenin Sorumluluğu ve Tam yargı Davaları, Ankara, Seçkin Yayınları, 1997.
3) GİRİT, Hasan, “Deprem Felaketi ve Yarattığı Hukuki Sorunlar”, Günışığı Aylık Hukuk Dergisi, http://www.gunisigihukuk.com/depremvehukukisorular.html
4) GÖZEN, Okan, “Deprem ve Hukuk”, http://www.abchukuk.com/makale4.html
5) GÖZLER, Kemal, İdare Hukuku, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2003.
6) GÜL, İbrahim, “İdarenin Hizmet Kusuru Nedeniyle Deprem Zararlarından Sorumluluğu”, http://www.gul.av.tr/makale/orjinal/Diger/IdareninHizmetKusuru.htm
7) GÜNDAY, Metin, İdare Hukuku, Ankara, İmaj Yayıncılık, Beşinci Baskı, 2002.
8) GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, Yönetim Hukuku, Ankara, Turhan Kitabevi, 1996.
9) GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref – TAN, Turgut, İdare Hukuku, Ankara, Turhan Kitabevi, 2006.
10) İYİMAYA, Ahmet, “Kaçınılmazlığın Sorumluluk Davasındaki İşlevi”, Ankara Barosu Dergisi, Yıl 46, Sayı 6, Aralık 1989, s.1009-1024
11) ONAR, Sıddık Sami, İdare Hukukunun Umumî Esasları, İstanbul, Hak Kitabevi, İsmail Akgün Matbaası, 1966.
12) ÖZAY, İl Han, Günışığında Yönetim, İstanbul, Alfa Yayınları, 2002.
13) YAYLA, Yıldızhan, “İdarenin Sorumluluğu ve Mücbir Sebep”, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler III. Sempozyumu, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1980, s.147 vd.
14) Kazancı Mevzuat ve İçtihat Bankası, www.kazanci.com.tr
15) Wikipedia - Deprem, http://tr.wikipedia.org/wiki/Deprem
16) Doğal Afet Sigortaları Kurumu Web Sitesi, http://www.dask.gov.tr






1 Günday, s.320
2 Özay, s.731
3 Gözler, s.1071 vd.
4 Özay, s.740
5 Günday, s.330
6 Özay, s.744
7 Günday, s.332
8 Özay s.745, Günday s.333
9 Özay, s.746
10 Gözübüyük-Tan, s.853
11 Onar, s.1718
12 Armağan, s.249
13 Armağan, s.263
14 Armağan, s.265
15 Gözübüyük, s.312
16 Özay, s.772
17 http://tr.wikipedia.org/wiki/Deprem
18 http://www.dask.gov.tr/deprem.html
19 Girit, Deprem Felaketi ve Yarattığı Hukuki Sorunlar
20 Gözen, Deprem ve Hukuk
21 Gül, İdarenin Hizmet Kusuru Nedeniyle Deprem Zararlarından Sorumluluğu
22 Danıştay 11.Daire 2001/2549 E. , 2005/183 K., 14.1.2005 T.
23 Atay-Odabaşı-Gökcen, s.66
24 Girit, Deprem Felaketi ve Yarattığı Hukuki Sorunlar
25 Danıştay 11.Daire2003/2027 E, 2005//5692K, 19.12.2005 tarih
26 Danıştay 11.Daire 2001/4552 E. 2004/2026 K 30.4.2004 Tarih
27 Yayla, İdarenin Sorumluluğu ve Mücbir Sebep, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler III.Sempozyumu
28 Armağan, s.250
29 Armağan, s.250
30 Armağan, s.253
31 İyimaya, Kaçınılmazlığın Sorumluluk Davasındaki İşlevi

32 Gözler, s.1225
33 Gözler, s.1225
34 Armağan, s.253
35 Özay, s.775
36 Atay, s.484
37 Onar, s.1769
38 Girit, Deprem Felaketi ve Yarattığı Hukuki Sorunlar
39 Danıştay 6.Daire 2004/1477 E., 2004/2115 K., 12.4.2004 Tarih
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"İdarenin Deprem Zararlarından Doğan Sorumluluğu" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Meriç Gençay'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
05-10-2011 - 23:20
(4586 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 5 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 5 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
8438
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 4 saat 1 dakika 51 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,84 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 42528, Kelime Sayısı : 5070, Boyut : 41,53 Kb.
* 7 kez yazdırıldı.
* 5 kez indirildi.
* 2 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 1389
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,04917908 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.