Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Parlamenter Sistemde Cumhurbaşkanı’nın Cezai Sorumluluğu Ve Yargılanması

Yazan : Yard. Doç. Dr. Kasım Karagöz/ Öğr. Gör. Fatih Birtek [Yazarla İletişim]
Erciyes Üniv. Hukuk Fak. Öğr. Üyesi/ Niğde Polis Meslek Yüksek Okulu Öğretim Görevlisi

Makale Özeti
Parlamenter Sistemde Cumhurbaşkanı nın cezai sorumluluğu, vatana ihanet kavramının niteliği, kişisel suçlardan ve siyasi parti eylemlerinden dolayı Cumhurbaşkanı nın sorumluluğu, Yüce Divan olarak Anayasa Mahkemesi konuları işlenmiştir.
Yazarın Notu
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası İÜHFM.( HAKEMLİ ), Hatemi Armağanı, 2009 Haziran Sayısı ( Atıf İçin: KARAGÖZ, Kasım- BİRTEK, Fatih: Parlamenter Sistemde Cumhurbaşkanı’nın Cezai Sorumluluğu ve Yargılanması. İÜHFM. Hatemi Armağanı, İstanbul, 2009 Haziran )

PARLAMENTER SİSTEMDE CUMHURBAŞKANI’NIN CEZAİ SORUMLULUĞU VE YARGILANMASI

Kasım KARAGÖZ*

Fatih BİRTEK**
GİRİŞ

1982 Anayasası hükümet şekli olarak temsili hükümet sistemlerinden parlamenter sistemi benimsemiştir. Parlamenter hükümet sisteminin niteliği gereği yasamadan bağımsız ve ayrı bir yürütme organı bulunmaktadır. Yine parlamenter sisteme uygun olarak yürütme erki iki kanatlıdır. Bu kanatlardan bir tanesini siyasal açıdan bireysel ve kolektif olarak sorumlu olan Bakanlar Kurulu oluştururken diğer kanadı ise siyasal açıdan tam sorumsuz bir Cumhurbaşkanı oluşturmaktadır. Parlamenter hükümet sisteminin ayırıcı özelliği Bakanlar Kurulu’nun yasama organından bağımsız olmasına karşılık yine de yasama organına karşı siyasal olarak sorumlu olmasıdır[1].

Kuvvetlerin yumuşak ayrılığına dayanan parlamenter sistem İngiltere’de doğmuş ve gelişmiştir[2]. İngiliz parlamenter sisteminin kendine has bir yapıya kavuşmasına rağmen, İngiliz parlamenter hükümet sistemini model olarak alan ülkelerin uygulamasında parlamenter sistemde bir takım değişiklikler meydana gelmiştir. İngiliz parlamenter sistemini model alan ülkeler kendilerine has ve kendilerine göre özellikleri olan bir parlamenter hükümet biçimi meydana getirmiştir[3].

1982 Anayasası’nın 8. maddesi, yürütme görev ve yetkisini Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu arasında paylaştırmıştır. Parlamenter sistemin özüne uygun olarak yürütme iki başlı bir yapıya sahiptir. Bu yapının birinci kanadı olan Cumhurbaşkanı siyasal açıdan tam sorumsuzudur. Ancak ikinci kanat olan Bakanlar Kurulu Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı bireysel ve kollektif olarak sorumludur.

1982 Anayasası, devletin üç erki içerisinde, yürütme erkine ağırlık vermiş ve yürütme içerisinde de Cumhurbaşkanı’nın konumunu güçlendirmiştir[4].
Cumhurbaşkanı’nın siyasal sorumsuzluğu ve yetkisizliği parlamenter sistemin karakteristik özelliklerindendir[5]. Çünkü klasik parlamenter hükümet modelinde Cumhurbaşkanı devletin başıdır ve sembolik yetkilere sahiptir. Ancak 1982 Anayasası’nda benimsenen parlamenter sistemde, siyasal açıdan tam sorumsuz olan Cumhurbaşkanı’nın birçok olağan ve olağanüstü yetki ile donatıldığı görülmektedir. Bu sebeple siyasal açıdan sorumsuz olan Cumhurbaşkanı’na 1982 Anayasası’nın vermiş olduğu yetkilerin parlamenter sistemin sınırlarını zorladığı, hatta aştığı[6] ve bir tür zayıflatılmış parlamentarizm[7] oluşturduğu kabul edilmektedir.

Hâlihazırda 1982 Anayasası’nın Cumhurbaşkanı’na vermiş olduğu yetkilerin sembolik ve törensel yetkilerden oluştuğunu söylemek zordur. Cumhurbaşkanı’nın yasama, yürütme ve yargıya ilişkin yetkilerinin birçoğu önemli icrai ve etkin işlemlerdir[8]. Bu işlemler sebebiyle Cumhurbaşkanı siyasal olarak sorumsuz olsa da ceza hukuku hükümleri bakımından mutlak sorumsuz olduğunu söylemek mümkün değildir.

Bu çalışmada özellikle Cumhurbaşkanı’nın gerek görevi ile ilgili gerekse görev dışındaki eylemler nedeniyle kişisel cezai sorumluluğu, cezai sorumluluğun bir gereği olarak yargılanıp yargılanamayacağı ve yargılanması durumunda ortaya çıkan hukuki durumlar; vatana ihanet kavramı, Yüce Divanda yargılanmakta olan Cumhurbaşkanının anayasal durumu karşılaştırmalı hukuktaki durum dikkate alınarak inceleme konusu yapılacaktır. Aslında bu konu bir hayli tartışılmış olmasına rağmen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından AK Parti hakkında açılan kapatma davasının iddianamesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dışişleri bakanı iken yaptığı ileri sürülen bazı işlemlerin ve açıklamaların iktidar partisinin kapatılmasına gerekçe gösterilmesi ve isminin siyasi yasak istenenler listesinde yer alması dolayısıyla hakkında da 5 yıl süreyle siyaset yasak isteniyor olması konunun yeniden incelenmesi gereğini ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla çalışmamızda yukarıdaki sorunlara çözüm aramak amaçlanmıştır.

I – Parlamenter Sistemle Yönetilen Ülkelerde Cumhurbaşkanı’nın Cezai Sorumluluğu

Monarşilerde kral, padişah ya da hükümdar mutlak surette sorumsuz kabul edilmekte iken, parlamenter hükümet sistemlerinde Cumhurbaşkanının mutlak sorumsuzluğu söz konusu değildir. Mutlakıyette egemenliğin sahibi hükümdardır ve bu sebeple hükümdarın sorumlu olabileceği bir organ bulunmamaktadır. Gerçekte parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğu egemenliğin gerçek sahibi olan halka karşı bir sorumluluktur. Ancak parlamenter sistemle yönetilen günümüz batı demokrasilerinin Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu bakımından farklılık gösterdiği söylenebilir. Ülkelerin bir kısmında Cumhurbaşkanının hiçbir şekilde sorumluluğu bulunmayıp tam sorumsuzluk hali kabul edilmiş bulunmaktadır. Bir kısım ülkelerde ise Cumhurbaşkanı görevi dolayısıyla giriştiği işlem ve eylemlerden ötürü bütünüyle sorumlu olarak kabul edilmektedir. İki sistem arasında ara bir yol benimseyen diğer bir kısım ülkelerde ise Cumhurbaşkanının kural olarak sorumsuzluğu kabul edilmekle birlikte istisnai durumlarda sorumluluğuna yer verilmektedir. Ancak Cumhurbaşkanının bu sorumluluk alanının kişisel ve görevi ile ilgili suçlardan dolayı farklılık gösterdiğinin de altını çizmek gerekir. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunun üç farklı sistem etrafından toplandığı söylenebilir.

Devlet başkanının tam sorumsuzluğunu düzenleyen devletler arasında klasik örnekler İngiltere ve İsrail gösterilebilir. Parlamenter sistemin doğduğu ve kendine has kuralları ile geliştiği İngiltere’de Kralın yetkileri sembolik ve törensel niteliktedir. Taç’ın icrai yetkilerinin olmaması sebebiyle sorumsuzluğu kabul edilmiştir. İngiliz Anayasa teamüllerine göre Taç’ın görevi ile ilgili işlem ve eylemlerinden dolayı tam sorumsuzluğu esastır. İngiltere’de kabul edilen tam sorumsuzluk sisteminin tarihi kökeni “Kral hata yapmaz” görüşüne dayanmaktadır[9]. Bu görüşe göre Taç’ın kötülük yapmayacağı kabul edilmekte[10] ve bu sebeple de görevi nedeniyle giriştiği eylem ve işlemlerden ötürü tam sorumsuzluğu kabul edilmektedir. Taç’ın işlem ve eylemlerinden ötürü sorumluluk karşı imza kuralı gereği Başbakan ve ilgili Bakana aittir[11]. İsrail’de de Cumhurbaşkanı görevi nedeniyle yapmış olduğu işlem ve eylemlerden dolayı tam sorumsuzdur. 1964 tarihli Cumhurbaşkanı Hakkında Temel Kanuna göre ( m. 13-a ): “Cumhurbaşkanı, görev veya yetkileriyle bağlantılı bir şeyden dolayı bütün davalardan bağışıktır ve her hangi mahkemeye veya divana çıkarılamaz.” Ayrıca aynı Kanunun 13. maddesinin b bendine göre Cumhurbaşkanının sahip olduğu yargı bağışıklığı görev süresinin bitmesinden sonra da devam etmektedir. Bu nedenle İsrail hukuk düzeninde Cumhurbaşkanının görevi dolayısıyla giriştiği işlem ve eylemlerden dolayı tam sorumsuz olduğu söylemek mümkündür[12]. Buna karşın Cumhurbaşkanının kişisel suçlardan cezai sorumluluğu devam etmektedir. 1964 Tarihli Cumhurbaşkanı Hakkında Temel Kanun’a göre:“Cumhurbaşkanı’nın görevi sırasında işlemiş olduğu kişisel suçlardan dolayı sorumlu olduğu, bu suçlardan dolayı sadece görevi sırasında yargılanamayacağı ” hükme bağlanmıştır[13]. Yargılamayı yapacak olan makam ise anılan kanunda belirtilmemiştir
Cumhurbaşkanın tam sorumluluğunun kabul edildiği devlet olarak ise Portekiz gösterilebilir. Portekiz Cumhurbaşkanı’nın görevi dolayısıyla giriştiği işlem ve eylemlerden ötürü bütünüyle sorumlu olarak kabul edildiği bir Parlamenter sistem benimsemiştir. Nitekim bu sistemin tek örneğini Portekiz oluşturmaktadır. 1976 Portekiz Anayasası’nın 133. maddesi; “ Cumhurbaşkanı görevini yerine getirirken işlediği suçlardan dolayı Yüksek Adalet Divanı önünde sorumludur ” hükmüne yer vermektedir. Portekiz Anayasası’nın bu hükmüne göre Cumhurbaşkanı görevi sırasında giriştiği işlem ve eylemlerden ötürü tam olarak sorumludur. Cumhurbaşkanının yargılanması için Portekiz Anayasası özel usuller öngörmüştür. Anayasanın 133. maddesinin ikinci fıkrasına göre görevi sırasında giriştiği işlem ve eylemlerden ötürü Cumhurbaşkanının yargılanabilmesi için, öncelikle yasama meclisinin beşte biri tarafından hakkında önerge verilmesi ve nihayet yasama meclisinin üçte ikisi tarafından da itham edilmesi gerekmektedir[14]. Bu ithamdan sonra Cumhurbaşkanı bidayet mahkemelerinde değil Yüksek Adalet Divanı’nda[15] yargılanabilecektir. Yüksek Adalet Divanının vereceği mahkûmiyet kararı ile cumhurbaşkanının görevi sona erecektir[16]. Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlarından dolayı sorumluluğuna ilişkin hükümler ise Anayasa’nın 133. maddesinin dördüncü fıkrasında yer almaktadır[17]. 133. maddenin dördüncü fıkrasında;“Cumhurbaşkanı’nın görevi sırasında işlemiş olduğu kişisel suçlarından dolayı, görev süresinin bitiminden sonra genel mahkemelerde yargılanacağı ” hükmüne yer verilmiştir.

Cumhurbaşkanının istisnai durumlarda sorumlu olduğu sistemlere ise Almanya, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Türkiye gösterilebilir. Bu devletlerde Cumhurbaşkanının görevi nedeniyle giriştiği işlem ve eylemlerden dolayı sorumlu tutulması istisnai bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Kural Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu olup bu ise bir ya da birkaç istisnai durum için sorumluluğu söz konusudur. Bunun ilk örneğini oluşturan 1949 Alman Anayasası’nın 61.maddesine göre: “Cumhurbaşkanı sadece Anayasayı veya bir federal kanunu kasten ihlal durumunda ” sorumludur. Bu hal dışında Cumhurbaşkanı görevi nedeniyle giriştiği işlem ve eylemlerden dolayı sorumluluğu bulunmamaktadır. Almanya’da Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’yı ihlal veya federal bir kanunu kasten ihlal durumunda suçlandırma yetkisi Bundestag[18] veya Bunsdesrat[19] meclislerinin ikisinden birine aittir. Her bir meclis Cumhurbaşkanı’nı tek başına suçlandırma yetkisine sahiptir. Suçlandırma önergesi Bundestag veya Bunsdesrat üyelerinin en az dörtte biri tarafından imzalanmış olmalıdır. Cumhurbaşkanı’nı suçlandırmak için ise Parlamento üye tam sayısının en az üçte iki çoğunluğunun bu yönde oy kullanması gerekmektedir. Bu şekilde suçlandırılan Cumhurbaşkanı Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanır. Anayasa Mahkemesi yargılamaya başlamadan önce Cumhurbaşkanı’nın yargılama süreci bitinceye kadar görevde kalıp kalmayacağına karar verir. Anayasa Mahkemesi yargılamanın sonucunda beraat kararı verir ise Cumhurbaşkanı görevine devam eder. Eğer Anayasa Mahkemesi mahkûmiyet kararı verir ise Cumhurbaşkanı’nın görevi sona erer[20].
Yarı Başkanlık sisteminin uygulanmakta olduğu Fransa’da ise1958 Fransız Anayasası’nın 68. maddesine göre[21] Cumhurbaşkanı, görevini yerine getirirken işlediği fiillerden dolayı, yüksek ihanet hali (high treason) hariç sorumlu değildir[22]. Anayasanın 68. maddesinin birinci fıkrasına göre Fransa’da Cumhurbaşkanı’nın yüksek ihanetten dolayı suçlandırılması için iki meclisli sistemde her iki mecliste de ayrı ayrı bu yönde karar alınması gerekmektedir. Bu iki meclisten bir tanesi suçlandırma önergesini kabul etmez ise Cumhurbaşkanı’nı suçlandırmak mümkün olmamaktadır. Bu sebeple her iki meclisin oylama/kabul kollektif şarttır. Suçlandırma önergesinin Millet Meclisi veya Senato üyelerinin en az onda biri tarafından imzalanması gerekmektedir. Önergenin kabul edilebilmesi için ise parlamentoların üye tamsayılarının salt çoğunluğu ile karar alması gerekmektedir. Fransa’da Cumhurbaşkanı’nı yargılama yetkisi bu amaçla kurulan Yüksek Adalet Divanı’na[23] aittir. Fransız Anayasası’nda suçlandırılan Cumhurbaşkanı’nın görevde kalıp kalmayacağına ve nihayet yargılama süreci sonunda mahkûmiyet kararı verildiğinde de görevinin sona erip ermeyeceğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır[24]. Cumhurbaşkanının kişisel suçlardan cezai sorumluluğu konusunda Fransız Anayasası’nda herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak Fransa’da Cumhurbaşkanı’nın: “Görevi ile ilgisiz bir fiilinden dolayı cezai sorumluluğunun bulunduğu ve normal ceza mahkemelerinin yargılama usulüne tabi olduğu ” kabul edilmektedir[25]. Nitekim Dumont c. Giscard d’Estaing et autres Kararı ile Paris Asliye Ceza Mahkemesi, “Cumhurbaşkanı’nın görevi ile ilgisiz kişisel suçları nedeniyle ” yargılama yapmış ve bu konuda kendisini yetkili görmüştür[26].

1999 Finlandiya Anayasasının 113. maddesi uyarınca[27] Cumhurbaşkanı’nın sadece ihanet (treason), vatana yüksek ihanet ( high treason ) veya insanlığa karşı suç ( Crime aganist Humanity ) nedeniyle sorumlu olduğu düzenlenmiştir. Finlandiya’da Cumhurbaşkanı’nı suçlandırma yetkisi Finlandiya Ulusal Meclisi’ne[28] aittir. Ulusal Meclis önünde suçlandırma önergesi vermek yetkisi, Adalet Şansölyesi ( Chancellor of Justice- Adalet Bakanı ), Ombudsman veya hükümet tarafından verilebilir. Parlamenterlerin suçlandırma önergesi vermek yetkisi bulunmamaktadır. Suçlandırma önergesinin kabul edilebilmesi için parlamento üyelerinin dörtte üç oy çoğunluğu gerekmektedir. Anayasanın 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre bu usul ile suçlandırılan Cumhurbaşkanı Impeachment Yüce Divan’ı denilen özel bir yargı organı – ad hoc mahkeme - tarafından yargılanacaktır[29]. Ancak yargılama başlamadan suçlandırılan Cumhurbaşkanı’nın görevinden çekilmesi gerekmektedir. Yargılama sonucunda mahkûmiyet halinde Cumhurbaşkanı’nın görevi sona ererken beraat çıkması durumunda Cumhurbaşkanı görevine geri dönmesi mümkün olmaktadır.
1947 İtalyan Anayasası’nın 90. maddesi[30] ise yüksek ihanet ( high treason ) ve Anayasa’yı ihlal (Anayasa’yı devirmeye teşebbüs- (attempt to overthrow the constitution ) hali dışında Cumhurbaşkanı’nın görevi nedeniyle giriştiği işlem ve eylemlerden dolayı sorumlu olmadığını düzenlemiştir. İtalyan Anayasası’na göre Cumhurbaşkanı’nı suçlandırma yetkisi mevcut iki İtalyan Meclisinin yapacağı ortak toplantıda olmak kaydıyla iki meclise birlikte( İki meclisin yapacağı birleşik oturum) verilmiştir. İki meclisin ortak toplantısında suçlandırma önergesi görüşülür ve karara bağlanır. İtalyan Anayasası’nda suçlandırma önergesi verme yetkisine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Anayasa uyarınca önergenin ilk aşamada Milletvekilleri Kamarası ve Senato üyelerinden oluşan bir meclisler arası komite tarafından görüşülmesi usulü benimsenmiştir[31]. Sunulan önergenin kabul edilebilmesi için parlamentonun üye tamsayısının salt çoğunluğunun bu yönde karar vermesi gerekmektedir. Suçlandırılan Cumhurbaşkanı’nı yargılama yetkisi İtalyan Anayasa Mahkemesi’ne[32] aittir. Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla Cumhurbaşkanı’nı yargılar. Suçlandırılan Cumhurbaşkanı’nın görevde kalıp kalmayacağına ve nihayet mahkûmiyeti halinde görevini sürdürüp sürdürmeyeceğine ilişkin bir hüküm İtalyan Anayasası’nda bulunmamaktadır[33].

1975 tarihli Yunanistan Anayasasının 49. maddesi[34] ise yüksek ihanet( high treason ) ve Anayasa’yı kasten ihlal (wilful violation of the Constitution) hali dışında Cumhurbaşkanı’nın görevi nedeniyle sorumsuzluğunu düzenlemiştir. 49. maddenin ikinci fıkrasına göre Cumhurbaşkanı’nı suçlandırmak yetkisi Yunan Ulusal Meclisi’ne (Parlamento) aittir. Parlamento üyelerinin vatana ihanet sebebiyle Cumhurbaşkanı’nı suçlandırma önergesi verebilmesi için parlamento üyelerinin üçte birinin yazılı önergesi gerekirken önergenin kabul edilebilmesi için parlamento üyelerinin üçte ikisinin bu yönde oy kullanması gerekmektedir. Anayasının 86. maddesine göre ise suçlandırılan Cumhurbaşkanı’nı bu amaçla kurulan[35] özel bir mahkeme –Ad Hoc Mahkeme - yargılamaktadır. Ayrıca Yunan Anayasasının 49. maddesinin dördüncü fıkrasına göre suçlandırılan Cumhurbaşkanı görevden çekilmek zorundadır. 34. maddeye göre ise çekilen Cumhurbaşkanı’nın yerine Parlamento Başkanı vekalet eder. Yargılama sonucunda Cumhurbaşkanı beraat ederse geçici olarak çekilme durumu ortadan kalkar ve görev ve yetkilerini tekrar elde eder. Ancak yargılama sonucunda mahkûmiyet kararı verilir ise Cumhurbaşkanı’nın görevi sona erer. Yunan Anayasasının 49.maddesinin birinci fıkrası ise Cumhurbaşkanının kişisel suçlarından dolayı sorumluluğuna yer vermiştir[36]. İlgili maddede “Cumhurbaşkanı’nın görevi ile ilgili olmayan eylemlerinden dolayı yargılanması gereken hallerde görev süresinin bitimi beklenecek ve görev süresinin sona ermesine kadar erteleneceği ” hükme bağlanmıştır. Maddeden yargılamanın hangi makam tarafından yapılacağı açıkça anlaşılmasa da madde metninde, yargılamanın ertelenmesinden söz edildiği için; yargılamanın, işlenen suçların tabi olduğu genel mahkemelerde yapılacağı anlaşılmaktadır.

II- 1982 Anayasası Kapsamında Cumhurbaşkanının Cezai Sorumluluğu

Parlamenter monarşilerde Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu mutlaktır. Parlamenter monarşilerde kralın görevi ile ilgili suçlardan sorumsuzluğu ile birlikte görev dışında kişisel suçlardan dahi mutlak surette sorumsuz olduğu düzenlenmektedir[37]. Cumhuriyet rejimlerinde ise Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu mutlak değildir. Cumhuriyet rejimlerinde sorumsuzluk görev ile ilgili suçlar ile sınırlandırılmıştır. Görev dışındaki suçlarda Cumhurbaşkanı her vatandaş gibi sorumludur.1876 Anayasası parlamenter monarşi sistemi üzerine kurulmuştur. 1876 Anayasası da İngiltere’de olduğu gibi padişahın mutlak surette sorumsuz olduğu düzenlemiştir. Kanun-i Esasi’nin 5. maddesinde: “ Zatı hazreti Padişahın nefsi hümayunu mukaddes ve gayri mesuldür[38].” hükmü ile padişahın mutlak sorumsuzluğuna yer verilmiştir.
1982 Anayasası’nın düzenlediği biçimi ile, Cumhurbaşkanı’nın görevi ili ilgili suçlardan ve kişisel suçlardan kaynaklanan cezai sorumluluğunu iki ayrı başlık altında incelemek gerekmektedir.

A-Görevi İle İlgili Suçlardan Dolayı Cezai Sorumsuzluğu

Parlamenter sistemlerde Cumhurbaşkanı’nın görevi ile ilgili eylemlerinden ötürü siyasi olarak sorumluluğunun bulunmayacağı genel bir ilke olarak kabul edilmektedir[39]. 1982 Anayasası da bu durumu 105. maddesinde açıkça düzenlemekte ve Cumhurbaşkanı’nın işlemlerinin karşı imza kuralı uyarınca Başbakan veya ilgili bakan tarafından imzalanacağı ve bu halde siyasi sorumluluğun Başbakan veya ilgili bakanda olacağına işaret etmektedir. 1982 Anayasası’na göre ister Cumhurbaşkanı’nın karşı imzaya tabi olmayan ve doğrudan doğruya tek başına kendisinin kullanmış olduğu yetkiler sebebiyle ister karşı imza kuralına tabi işlemler nedeniyle olsun siyasi bir sorumluluğu bulunmamakta ve bu işlemler aleyhine Anayasa Mahkemesi[40] dâhil yargı mercilerine başvurulamamaktadır. Cumhurbaşkanının görevi ile ilgili suçlardan dolayı kural olarak cezai sorumluluğu bulunmamaktadır. Bunun tek istisnasını vatana ihanet oluşturmakta olup anayasa tarafından açık hükme bağlanmış bulunmaktadır. Ancak vatana ihanet kavramının net bir şekilde ortaya konulduğunu söylemek pek mümkün değildir. Dolayısıyla bu kavramın özellikle incelenmesi Cumhurbaşkanının görevi ile ilgili cezai sorumluluğunun açıklıkla ortaya konulması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Bu bağlamda karşılaşılan diğer bir sorun ise vatana ihanet altındaki Cumhurbaşkanının durumunun ne olacağıdır. Nitekim bu alt bölümde bu sorunlara cevap bulunmaya çalışılacaktır.

1-Görev İle İlgili Suçlardan Sorumsuzluğun İstisnası -Vatana İhanet-

1982 Anayasası Cumhurbaşkanı’nın görevi nedeniyle sorumsuzluğuna tek istisna olarak vatana ihanet halini düzenlemektedir. Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanetten dolayı sorumlu tutulmasında parlamenter sistemin özüne bir aykırılık oluşturmamaktadır. Vatana ihanet halinde Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğu görev nedeniyle doğmuş cezai sorumluluktur. Ancak Vatana ihanet kavramının içeriğini ve anlamını belirlemek kolay değildir. Öğretide vatana ihanet kavramının mahiyeti üzerinde bir görüş birliği bulunmamaktadır. Bu konuda anayasacı ve cezacı olmak üzere iki temel görüş bulunduğu söylenilebilir. Anayasacı görüş[41] bu kavramı siyasi/cezai bir kavram olarak nitelendirmekte ve suçların kanuniliği ilkesinin bu halde uygulanamayacağı ve yaptırımın Yüce Divan tarafından belirleneceği görüşünü benimsemekte iken; cezacı görüşe[42] göre ise bu hal bir ceza sorumluluğu halidir ve suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin uygulanması gerekmektedir[43].

Vatana ihanet kavramı M. DUVERGER tarafından; “ Cumhurbaşkanı’nın başkanlık görevlerini esaslı bir şekilde ihlal eden fiil ve hareketleridir. Bu bir tür siyasal suçtur. Vatana ihanet kurumu, parlamentoya Anayasa’nın verdiği bir silahtır ve Cumhurbaşkanı’nın Anayasa sınırı dışına çıkması halinde kullanılır[44]. Bir başka tanımlamada ise vatana ihanet: “sadakat borcunun ihlali” olarak değerlendirilmektedir.[45] Cumhurbaşkanının en büyük sadakat borcu, göreve başlar iken T.B.M.M. huzurunda yapmış olduğu yemine uygun davranarak devletin bölünmez bütünlüğünü korumaktır.

Türk pozitif hukukunda vatana ihanet deyiminin yer aldığı ilk metin 12.02.1991 tarih ve 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 23. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 29.04.1920 tarih ve 2 Sayılı Hıyaneti Vataniye Kanunu’dur[46]. Bu kanun, T.B.M.M.’nin meşruluğuna yönelik her türlü fiili davranışların ve neşriyatın vatana ihanet teşkil edeceğini belirtmiştir. 26.06.1925 tarihinde 556 Sayılı Kanun ile; “ Dini ve dince mukaddes sayılan şeyleri alet etmek amacıyla cemiyet teşkili ve siyasal amaçlı propaganda ” vatan ihanet kapsamına alınmıştır. 06.07.1960 tarih ve 15 Sayılı Geçici Kanun’un 3. maddesi ile de: “ 765 Sayılı T.C.K.’nın 125-133,141,142,146,149,150,163. maddelerinde yer alan devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine işlenen suçlar ” da vatana ihanet suçu kapsamına alınmıştır[47]. Askeri Ceza Kanunu’nun 55 ve 60. maddeleri bir takım suçları vatana ihanet olarak adlandırmış olmakla birlikte, vatana ihanet suçunun tanımını yapmamıştır.

Türk hukuk doktrininde hangi fiillerin vatana ihanet sayılacağı hususunda görüş birliği bulunmamaktadır. Vatana ihaneti tanımlayan her hangi bir yasa hükmü de bulunmadığından vatana ihanet suçunun kapsamı konusunda Türk öğretisinde üç görüş ileri sürülmüştür[48]:

Birinci görüşe göre: Cumhurbaşkanı’nı vatana ihanet ithamı ile Yüce Divan önüne gönderen parlamento aynı zamanda hangi suçun vatana ihanet teşkil ettiğini belirlemiş olacaktır. Bu görüş suç ve cezaların kanuniliği ilkesiyle çelişmektedir. Kaldı ki suç ve cezaların kanuniliği yasal bir ilke değil Anayasa’nın 38. maddesinde yer verilen anayasal bir ilkedir.
İkinci görüşe göre:Vatana ihanet suçlarını Yüce Divan’ın belirlemesi gerekmektedir. Ancak bu görüşün de kabul edilebilmesi mümkün değildir. Çünkü Anayasa’nın 105. maddesi ve İçtüzüğün 114. maddesine göre, Cumhurbaşkanı’nı vatana ihanet ile itham edecek olan ve bu ithamında hangi ceza normlarına dayandığını gösterecek olan makam T.B.M.M.’dir.
Üçüncü görüşe göre: Türk Askeri Ceza Kanunu’nda yer alan suçların ( m. 55- 60 ) Cumhurbaşkanı için de uygulanmasını öngörmektedir. Bu görüşün de kabulü mümkün değildir. Çünkü Askeri Ceza Kanunu’nun 54. maddesi de “vatana hıyanette bulunan asker kişiler” hakkında T.C.K.’da yer alan devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine cürümler başlığı altında düzenlenen suç hükümlerinin uygulanacağına işaret etmektedir[49].
Kanaatimizce soruna ceza hukuku kuralları bağlamında bir çözüm bulmak mümkün değildir. Çünkü gerek Anayasa ve gerekse 5237 Sayılı T.C.K.’da yer alan kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi vatana ihanetten ötürü Cumhurbaşkanı’nın suçlandırılmasına dahi engeldir. Bu sebeple ceza hukuku kuralları yerine bu suçun bir siyasi/cezai suç olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Kaldı ki, Anayasa’nın 105. maddesi vatana ihanet suçu adında bir suç tipinden bahsetmemektedir.Anayasa’nın 105. maddesi Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanetten dolayı suçlandırılmasından bahsetmektedir. Bu maddede bir suç tipinden ziyade bir olgu/ durum ifade edilmektedir.
Nitekim T.B.M.M. İçtüzüğü’nün 105. maddesi: “ Görevde bulunan veya görevden ayrılmış olan Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanetten dolayı suçlandırılmasını isteyen önerge ile Yüce Divana sevk kararında, hangi ceza hükümlerine dayanıldığını ve suçlandırılması istenen Cumhurbaşkanı’nca işlediği öne sürülen suçun hangi gerekçeyle vatan ihanet sayılması gerektiği belirtilir. ” hükmünü içermektedir. Bu hükümde de belirli bir suç tipinden bahsedilmemiş ve nihayet vatana ihanet suçundan bir suç tipi olarak değil, bir olgu/durum olarak bahsedilmiştir.
Vatana ihanet halinin siyasi/cezai bir durum olduğu kabul edilmeli ve suçlandırmayı yapacak olan T.B.M.M.’nin Cumhurbaşkanı’nın işlemiş olduğu suç oluşturan hangi fiilleri[50] ile vatana ihanet halinde bulunup bulunmadığının tespitinde anayasa tarafından yetkilendirildiğini kabul etmek gerekmektedir[51]. T.B.M.M. Cumhurbaşkanı’na yapacağı itham da mutlaka kanunların suç saydığı fiillere dayanmak zorundadır. Çünkü suç ve cezaların kanuniliği bunu gerektirmektedir[52]. Bir fiil ne derecede ağır olursa olsun eğer yasalarda suç olarak tanımlanmamış ise bu fiile dayanılarak Cumhurbaşkanı vatana ihanet halinde olmak ile itham olunamaz[53]. Bu konuda T.B.M.M.’nin uyması gereken ikinci koşul ise; Cumhurbaşkanı’nın sadakat borcudur. Cumhurbaşkanı Devletin ülkesiyle bölünmez bütünlüğüne, siyasal iktidarın demokratik temsili sistemine uymak zorundadır. İşte sadakatin konusunu oluşturan bu tür değerlere karşı ceza kanununun neresinde olursa olsun suç olarak tanımlanan fiiller vatana ihanet kapsamında olacaktır. Bu nitelikte olmayan fiiller suç teşkil etseler dahi Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğuna yol açmayacaktır[54].
1982 Anayasası’nın 105. maddesine göre Cumhurbaşkanı’nı vatana ihanet ile itham edebilecek olan makam T.B.M.M.’dir[55]. Çünkü parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğu yasama meclisine ve dolaylı olarak halka karşıdır. Meclis, Cumhurbaşkanını vatana ihanet ile suçlandırmakla onun işlediği suçun niteliğin belirlemekte; fiili, zaman ve koşullara göre vatana ihanet niteliğinde olup olmadığını değerlendirebilmektedir[56].

2-Vatana İhanet Halinde Cumhurbaşkanı’nın Yargılanması Usulü ve Yargılama Makamı

1982 Anayasasının 105. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Mille Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır. Çok büyük bir meclis çoğunluğu ile vatana ihanetten dolayı yargılanmasına karar verilen Cumhurbaşkanı’nı Yüce Divan sıfatıyla yargılayacak olan makam Anayasa Mahkemesi’dir. Anayasa Mahkemesi T.B.M.M.’nin ithamında belirtilen suçların gerçekten işlenip işlenmediğini belirleme yetkisine sahiptir. Anayasa Mahkemesi bu halde bir ceza yargılaması yapacak ve Cumhurbaşkanı’nın atılı suçlardan dolayı sorumlu tutulup tutulmayacağına karar verecektir. Hiçbir zaman Anayasa Mahkemesi’nin T.B.M.M.’nin ithamı ile mutlak surette bağlı olacağını söylemek mümkün değildir.

Anayasa Mahkemesi suç oluşturduğu iddia edilen fiilleri serbestçe takdir edebilecektir. Ancak hiçbir zaman Anayasa Mahkemesi beraat kararı verse dahi fiillerin vatana ihanet sayılıp sayılamayacağına karar veremez[57]. Çünkü vatana ihanet şeklinde bir niteleme yapma yetkisi sadece yasama organına tanınmıştır[58]. Vatana ihanet nitelendirmesi siyasi/ cezai bir nitelendirmedir. Bir ceza hukuku kavramı değildir.

1961 ve 1982 Anayasaları Yüce Divan Görevini Anayasa Mahkemesine vermiştir. 1961 Anayasası’nın 147. maddesinde (20.9.1971-1488 Sayılı Yasa ile Değişik ):
“Anayasa Mahkemesi, kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüklerinin Anayasaya, Anayasa değişikliklerinin de Anayasada gösterilen şekil şartlarına uygunluğunu denetler.
Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu üyelerini, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Yüksek Hâkimler Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini, Cumhuriyet Başsavcısını, Başkanun sözcüsünü, Askeri Yargıtay Başsavcısını ve kendi üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatiyle yargılar ve Anayasa ile verilen diğer görevleri yerine getirir.
Anayasa Mahkemesinin, Yüce Divan sıfatiyle yargılamasında savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı yapar.” hükmü yer almaktadır.
147. madde gerekçesinde: “ …Kanunda yazılı şahısları da Yüce Divan sıfatıyla yargılamak Anayasa Mahkemesi’nin görevleri arasındadır. Eski Anayasamızda da bulunan Yüce Divan vazifesi bu suretle yüksek hâkimlerden kurulu bulunan bu heyete verilmiştir.” görüşüne yer verilmektedir.[59]
1961 Anayasası’nın 147. maddesinin gerekçesinde Yüce Divan görevinin neden Anayasa Mahkemesi’ne verildiği sorusunun cevabı net olarak verilmemiştir.[60] 1961 Anayasası’nın hazırlanması sırasında Anayasa Komisyonu Sözcüsü Muammer AKSOY: “ Yüce Divan konusunda uzun uzadıya tartıştıklarını, sonuçta İtalyan Anayasa Mahkemesi’ni örnek aldıklarını; Anayasa Mahkemesi’ne Yüce Divan olarak çalıştığı sırada başka şahısların da üye olabilmesini düşündüklerini, ancak sonuçta Mahkemenin yapısının yaptığı işe göre değişmesinin uygun olmadığına karar vererek Yüce Divan olarak Anayasa Mahkemesi’ni görevlendirdiklerini ” söylemiştir[61].
1982 Anayasası’nın hazırlanmasında egemen olan fikir, Yüce Divan faaliyetinin ceza hukuku uzmanlığını gerektiren bir iş olduğu; Anayasa Mahkemesi’nin bu göreve yapısı nedeniyle uygun olmadığı ve bu görevin ceza hukuku konusunda uzman olması nedeniyle Yargıtay’a verilmesi yönünde olmuştur[62].
1982 Anayasası da Yüce Divan görevini Anayasa Mahkemesi’ne vermiştir. 1982 Anayasası’nın 146. maddesine göre Anayasa Mahkemesi’nin teşekkülü şu şekildedir:
“ Anayasa Mahkemesi on bir asıl ve dört yedek üyeden kurulur.
Cumhurbaşkanı, iki asıl ve iki yedek üyeyi Yargıtay, iki asıl ve bir yedek üyeyi Danıştay, birer asıl üyeyi Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarınca kendi Başkan ve üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; bir asıl üyeyi ise Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan Yükseköğretim kurumları öğretim üyeleri içinde göstereceği üç aday arasından; üç asıl ve bir yedek üyeyi üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından seçer.
Yükseköğretim kurumları öğretim üyeleri ile üst kademe yöneticileri ve avukatların Anayasa Mahkemesine asıl ve yedek üye seçilebilmeleri için, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim görmüş veya öğrenim kurumlarında en az onbeş yıl öğretim üyeliği veya kamu hizmetinde en az onbeş yıl fiilen çalışmış veya en az onbeş yıl avukatlık yapmış olmak şarttır.
Anayasa Mahkemesi, asıl üyeleri arasından gizli oyla ve üye tamsayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir Başkan ve bir Başkanvekili seçer. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.
Anayasa Mahkemesi üyeleri, asli görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev alamazlar.”
1982 Anayasası’nın 148/3 hükmü uyarınca: “Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.”
1982 Anayasası’nın oluşturduğu Anayasa Mahkemesi sisteminde üyelerin hukuk formasyonuna sahip olma zorunluluğu bulunmadığı gibi çoğu zaman hukuk formasyonuna sahip üyeler azınlıkta kalmaktadır[63]. Bu durumda Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalarda Anayasa Mahkemesi’nin ceza yargılaması yaptığı düşünüldüğünde Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunun da sorgulanması gerekmektedir.
1982 Anayasası’nın Yüce Divan’a ilişkin düzenlemesinde kısmen etkilendiğimiz ve hatta örnek aldığımız[64] İtalyan sisteminde dahi hukuk formasyonuna sahip üyeler çoğunluktadır. İtalyan Anayasası’na göre İtalyan Anayasa Mahkemesi’ne: “ Adli ve İdari Yargıya mensup hâkimler, Hukuk Fakültesi profesörleri ve en az meslekte 20 yıl fiilen çalışan avukatlar ” üye olarak seçilebilmektedir[65]. ( İtalyan Anayasası m. 135/2 )
Yüce Divan yargılamasının hukukçu üyelerin azınlıkta olduğu bir mahkemece yapılması gerek tabii hâkim ilkesi ve gerekse adil yargılanma ilkesi bakımından tartışmaya açık bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabi hâkim ilkesinin – davanın hâkiminin hukuk bilgisi ile donatımlı bir hâkim olmasını zorunlu kıldığı-[66] ve Anayasa Mahkemesi ( Yüce Divan ) üyelerinin seçimi ve mesleki formasyonları göz önüne alındığında, bu ilkeye yeterince önem verilmediği gerçeği ortadadır[67]. Bu yönü itibariyle bir ihtisas mahkemesi olarak[68] ceza yargılaması yapan Yüce Divan’ın hâkim ( hukuk formasyonu almış ) üyelerin çoğunlukta olduğu bir yapıya sahip olması veya Yüce Divan görevinin ceza yargılamasında uzman bir organa verilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüş 1982 Anayasası’nın hazırlanmasında yoğun bir şekilde dile getirilmiş fakat kabul görmemiştir[69].
Kanaatimizce özel bir ceza yargılaması olarak düşünülen Yüce Divan görevinin ceza yargılamasında uzmanlaşmış bir heyete verilmesi adil yargılanma hakkı ve tabii hâkim ilkesine uygun düşecektir. Bu durumda Yüce Divan görevinin Yargıtay’a verilmesi; Yargıtay’ın mevcut iş yükü ve sadece adli yargı alanında uzmanlaşmış olması nazara alındığında pek uygun bir çözüm yolu değildir. Çünkü Yüce Divan’da yargılanacak olan kimseler görevleri nedeniyle işledikleri suçlardan ötürü bu mahkemede yargılanacaktır ve yargılanması öngörülen kimselerin çoğunluğu ise yürütme erki içerisinde görevli kimselerdir ( Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ). O halde bu kimseleri yargılayacak olan mahkemede idari yargıla kurallarını da bilen meslekleri konusunda uzman kimselerin ( hâkim, avukat vs. ) bulunması zorunludur. Bu yönü itibariyle Yüce Divan görevinin sadece Yargıtay veya Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlarından oluşan bir kurula verilmesi, sorunu tek başına çözmeye yetmeyecektir.
İkinci bir ihtimal ise, Anayasa Mahkemesi üyeleri içerisinde hâkimlik mesleğinden gelen ya da hukuk formasyonuna sahip olan üyelerden bir kurul oluşturulup bu kurula Yüce Divan görevi verilmesi ve temyiz mercii olarak Anayasa Mahkemesi’nin bütün üyelerinin oluşturduğu genel kurulun görevlendirilmesidir. Anayasa Mahkemesi üyelerinden ancak yarısının hukuk ya da hâkimlik mesleği orijinli olması ve bu üyelerinde farklı yargı kollarına mensup olması; temyiz mercii olarak Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu şeklinde oluşacak bir yapıda hukuk ya da hâkimlik mesleği orjinli olmayan üyelerin temyiz aşamasında bu yargılamaya dâhil olacağı göz önüne alındığında bu ihtimalinde etkin bir çözüm yolu olması mümkün değildir.

Anayasa Mahkemesi üyelerinin hepsinin hâkimlik mesleği ya da hukuk orjinli seçilmesi Anayasa Mahkemesi’nin icra ettiği görev ile uyuşmayacaktır. Çünkü Anayasa Mahkemesi gerek iptal davası ve gerekse itiraz başvuruları ile birçok farklı alan ile ilgili konularda hüküm vermektedir. Bu sebeple mahkeme üyelerinin farklı alanlarda uzman kişilerden oluşması zorunludur. Bu durumda Anayasa Mahkemesi’nin mevcut yapısı içerisinde özel ceza yargılaması yapacak olan ve nihayet adil yargılanma- tabii hâkim- ilkesine uygun bir Yüce Divan modeli çıkarmak güçtür.

Kanaatimizce gerçek anlamda özel ceza yargılaması yapacak bir Yüce Divan ancak iki şekilde tesis edilebilir. Bunlardan birincisi; Anayasa Mahkemesi üyelerinin sayısının 15 ya da 17 ye çıkarılarak mahkeme bünyesinde yer alacak olan hukuk formasyonuna sahip üyelerin sayısının bu suretle artırılmasıdır. Bu modelde Yüce Divan görevi Yargıtay Ceza Daireleri Başkanlarından oluşan bir ad hoc (olaya özgü) mahkemeye verilecek ve bu mahkeme sadece Yüce Divan yargılaması söz konusu olduğunda bir araya gelecektir. Bu şekilde tesis edilen Yüce Divan kararlarına karşı da Anayasa Mahkemesi üyeleri içinde hukuk formasyonuna (hâkimlik mesleği mensupları vs.) sahip üyelerden oluşan temyiz kuruluna müracaat edilecektir.

İkinci çözüm olarak ise; 1975 tarihli Yunanistan Anayasası, 1999 Finlandiya Anayasası ve 1958 Fransız Anayasası’na olduğu gibi[70] Yüce Divan yargılaması görevinin münhasıran bu iş için teşekkül etmiş, ad hoc ( özel mahkeme ) bir mahkemeye verilmesi düşünülebilir. Bu örneklerden hareketle ülkemiz için, Anayasa Mahkemesi Başkanının Başkanlığında; Anayasa Mahkemesi’nin Yargıtay ve Danıştay’dan seçilmiş olan üyeleri, Yargıtay ve Danıştay Başkanı, Yargıtay Ceza Dairesi üyeleri içerisinden seçilecek en kıdemli dört üyeden oluşan 11 üyeli olaya özgü ( ad hoc ) bir mahkemeye verilebilir[71].

Yargıtay ve Danıştay Başkan ve üyelerinin de görevleri nedeniyle işlediği suçlardan ötürü Yüce Divan’da yargılanacaktır. Bu kimselerin yargılandığı Yüce Divan davalarında bu kimselerden boşalacak olan Yüce Divan üyeliğine Yargıtay Ceza Dairesi üyelerinin kıdemli üyelerinden ikame üye seçilerek üyelikte söz konusu olabilecek boşluk doldurulabilir.Yine bu modelde de savcılık görevini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı vekili yerine getirecektir.

Kanaatimizce ikinci çözüm yolunda belirtildiği şekilde oluşacak bir ad hoc mahkeme soruna çözüm getirecek niteliktedir.

3-Vatana İhanet İthamı Altındaki Cumhurbaşkanı’nın Durumu

Anayasa’nın 105. maddesine göre vatana ihanet ile itham olunan Cumhurbaşkanı’nın durumunun ne olacağı konusunda 1982 Anayasası’nda her hangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bir görüşe göre Yüce Divan’a sevk halinde: “ Cumhurbaşkanlığı makamında boşalma vuku bulmakta ve T.B.M.M. Başkanınca Bu makama vekillik etmek gerekmektedir. ( m. 106 ). Bu vekillik yenisi seçilinceye kadar devam edeceğine göre Yüce Divan’ın vereceği karar beklenmeksizin yeni Cumhurbaşkanı’nın seçilmesi gerektiği ” öne sürülmekte ve Yüce Divan’ sevk halinde Cumhurbaşkanlığı makamının sürekli boşaldığı kabul edilmektedir[72].

Yine öğretide baskın olarak savunulan görüşe göre[73]: “Yüce Divan’a sevk edilen Cumhurbaşkanı sırf bu nedenle - araya Yüce Divan’ın bir kararı girmeksizin, üstelik sonunda Yüce Divan beraata karar verse dahi- Cumhurbaşkanlığı makamı kesin olarak boşalmış sayılacaktır.” Bu görüş iki temele dayanmaktadır. Bunlardan birincisi: T.B.M.M.’nin dörtte üç çoğunlukla Cumhurbaşkanı’nı itham etmiş olması ve Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet halinde bulunduğuna çoğunlukla karar vermiş olması yani Cumhurbaşkanı’nın yasama meclisinin güvenini yitirmiş olmasıdır[74]. İkincisi ise 1982 Anayasası’na göre, Yüce Divan’a sevk edilen bir bakan bakanlıktan düşmüş sayıldığına göre ( m. 113/3 ), T.B.M.M.’nin daha büyük bir çoğunluğu ile ve çok daha ağır bir durum – vatana ihanet- ile itham ettiği bir Cumhurbaşkanı’nın görevine devam edemeyeceği gerekçesidir[75].

Öğretide az da olsa; Cumhurbaşkanı’nın Yüce Divan’a sevk edilmesi ile makamda kesin boşalma durumu olmayacağı, bu durumun geçici boşalmaya sebep olacağı ve yargılamanın bitimine kadar T.B.M.M. Başkanı’nın vekâlet edeceği ve Cumhurbaşkanı beraat ederse görevine geri döneceği görüşü de savunulmaktadır[76].

Kanaatimizce, yukarıda izah edildiği üzere vatana ihanet ile itham siyasi bir nitelendirme olduğundan, yasama meclisinin dörtte üç gibi büyük bir çoğunlukla Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet hali içinde bulunduğuna karar verip Yüce Divan’a sevk etmesinden sonra Cumhurbaşkanlığı makamının kesin surette boşalmış olmasının kabulü gerekmektedir. Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı ile yasama meclisi arasında güven ilişkisinin bulunması olmazsa olmaz ( sine gua non ) koşullardandır. Bu sebeple Cumhurbaşkanı’nın Yüce Divan’a sevk edilmesi halinde bu güven duygusu zedelendiğinden, Yüce Divan beraat kararı verse dahi Cumhurbaşkanı’nın görevine geri dönemeyeceği kabul edilmelidir. Çünkü, Yüce Divan’ın siyasi bir karar ve siyasi bir itham olan vatana ihanet ithamının yerindeliği hakkında karar vermesi mümkün değildir. Unutulmamalıdır ki, Yüce Divan fiillerin vatana ihanet olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusunda değil, suç sayılan eylemlerin işlenip işlenmediği konusunda bir karar verecektir. Verilecek beraat kararı isnat olunan fiillerin suç olup olmadığına ilişkindir. Vatana ihanet nitelemesi siyasi bir nitelemedir ve yasama meclisi tarafından yapılmaktadır.

B-Cumhurbaşkanı’nın Kişisel Suçlarından Dolayı Cezai Sorumluluğu

1982 Anayasası 105. maddede Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet hali dışında görevi nedeniyle işlemiş olduğu suçlardan dolayı sorumlu tutulamayacağı düzenlemiştir. 105. madde Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçları hakkında her hangi bir düzenleme yapmamıştır. Ancak her gerçek kişi gibi Cumhurbaşkanı’nın da Türk Ceza Kanunu hükümleri uyarınca suç sayılan fiillerinden ötürü sorumlu olması gerektiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlarından ötürü sorumlu olduğu konusunda görüş birliği bulunmaktadır[77]. Cumhurbaşkanı’nın kişisel suç işlemesi halinde sorumlu olacağı konusunda hiçbir tartışma yoktur. Ancak adi suç işleyen Cumhurbaşkanı’nın hangi usul ile yargılanacağı konusunda farklı görüşler ortaya atılmaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, 1982 Anayasası da 1961 Anayasası gibi Cumhurbaşkanı için milletvekillerine sağlanan türde bir dokunulmazlık güvencesi getirmemiştir. Oysa, 1924 Anayasası’nda, Cumhurbaşkanı’nın kişisel hukuki ve cezai sorumluluğu ise 41/2. maddede düzenlenmiştir. Bu madde hükmü uyarınca Cumhurbaşkanı kişisel hukuki ve cezai sorumluluk bakımından milletvekili dokunulmazlığından yararlanacaktır. 1924 Anayasasının 41. maddesinin ikinci fıkrasına göre: “Cumhurbaşkanının özlük işlerinden dolayı sorumlanması gerekirse Anayasanın milletvekilliği dokunulmazlığı ile ilgili 17 nci maddesi hükümlerine uyulur.”

1961 ve 1982 Anayasaları’nın Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlarına ilişkin düzenleme yapmaması, “Cumhurbaşkanlığı makamına karşı duyulması gerekli saygı nedeniyle Cumhurbaşkanı’nın şahsi bir suç işleyebileceği hakkındaki olasılığı söz konusu etmek ve bunu karşılayan bir hükmü Anayasa’ya sokmak istememesi isteğinden kaynaklanmaktadır[78].”

1961 ve 1982 Anayasalarının Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlarından ötürü sorumlu olduğunu açıkça düzenlememiş olması şüphesiz bir eksiklik değildir. Çünkü Anayasa’da görev ile ilgili durumlar için sorumsuzluk kabul edilmiş ve zımnen adi suçlardan ötürü normal vatandaşlar gibi sorumlu olduğu düzenlenmiştir.[79] Kaldı ki 1924 Anayasası’nda yer alan Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlarına ilişkin hükmün de başlangıçta anayasa metninde yer almadığı, görüşmeler sırasında bir milletvekilinin sorusu üzerine bu hükmün Anayasa’ya girdiği nakledilmektedir[80].

Bu açıklamalardan hareketle, Cumhurbaşkanı’nın işleyeceği kişisel suçlarından ötürü sorumlu olacağı konusunda hiçbir duraksama bulunmamaktadır. Tartışma konusu husus Cumhurbaşkanı’nın dokunulmazlığı bulunmadığı ve milletvekili hakkında hükümlerden yararlanacağı Anayasa’da yazılı olmadığına göre, Cumhurbaşkanı ne suretle yargılanacağıdır.

Öğretide bu konuda üç görüş bulunmaktadır:

Birinci görüşe göre: 1982 Anayasası Cumhurbaşkanı’na milletvekili dokunulmazlığı güvencesi tanımamış olmakla birlikte, 1982 Anayasası’nın meclis dışından atanan bakana dahi dokunulmazlık güvencesi tanıdığı düşünüldüğünde, Anayasa’nın dokunulmazlık güvencesini Cumhurbaşkanı’ndan esirgemiş olacağını düşünmenin olanaksız olduğu ve bu suretle Cumhurbaşkanı’nın milletvekillerine tanınan hükümler çerçevesinde dokunulmazlıktan yararlanacağı ve nihayet dokunulmazlığı kaldırılmadıkça yargılanamayacağı öne sürülmektedir[81].
İkinci görüşe göre: Milletvekili dokunulmazlığı güvencesinin Anayasal bir istisna olduğu ve bu istisnanın Cumhurbaşkanı hakkında genişletilemeyeceği; Anayasa hukuku ve kamu hukuku kuralları içerisinde düşünüldüğünde yorum veya kıyas yoluyla da milletvekili dokunulmazlığı güvencesinin Cumhurbaşkanı için genişletilmesinin mümkün olmadığı ortaya konulmakta ve bu konuda bir Anayasal Boşluk olduğu dile getirilmektedir. Bu görüş taraftarlarınca, kişisel suç işleyen Cumhurbaşkanı’nın yargılanmasının önünde anayasal bir engel olmadığı dile getirilmektedir[82].

Üçüncü görüşe göre: Cumhurbaşkanı’nın hakkında kişisel suçları nedeniyle yargılama yapılamayacağı ve yargılamanın görev süresinin bitimi sonuna bırakılması ve bu süre içerisinde zamanaşımı süresinin işlememesi gerektiği, Cumhurbaşkanlığı görevinin bir kovuşturma engeli olduğu kabul edilmektedir[83].

Milletvekili dokunulmazlığı güvencesinin fail lehine bir durum olarak kıyas suretiyle uygulanmasının Anayasa Hukuku ve Kamu Hukuku kuralları ile bağdaşmayacağı, dokunulmazlık güvencesinin benimsenmesi durumunda Cumhurbaşkanının, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda parlamentonun baskı ve tehdidi altında olacağı göz önüne alındığında ve nihayet dokunulmazlık güvencesinin istisnai bir düzenleme olması sebebiyle uygulanamayacağı sebebiyle birinci görüşün soruna tam anlamıyla çözüm getirmediği ortadadır. Kaldı ki, Cumhurbaşkanı’nın dokunulmazlığını kaldıracak olan organ T.B.M.M. olacağından, Cumhurbaşkanı’nın T.B.M.M.’nin Cumhurbaşkanı’na yargı yolu açma tehdidi ile Cumhurbaşkanı’nı baskı altında tutması da mümkündür. Bu durum ise erkler arasında bulunması gereken güven ilkesine ve nihayet kuvvetlerin ayrılığı ilkesine aykırıdır.

Cumhurbaşkanı’na milletvekili dokunulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmaması halinde de Cumhurbaşkanı’nın asılsız ithamlarla sürekli mahkeme önüne çıkarılması ve görevini yapılamaz hale getirilebilmesi mümkün olduğundan, Cumhurbaşkanı’nın normal usullerle yargılanmasını öngören ikinci görüşün de soruna tam anlamıyla çözüm getirmediği ortadadır.

Kanaatimizce; kişisel suçlarından ötürü Cumhurbaşkanı’nın yargılanması usulü konusunda Anayasal Bir boşluk olduğu ve bu boşluğun, Portekiz ve Yunanistan Anayasalarında olduğu gibi[84] yargılamanın görev süresinin bitimine ertelenmesi suretiyle doldurulması gerekmektedir. Çünkü 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m. 193 uyarıca sanık sıfatını taşıyacak olan Cumhurbaşkanı hakkında sorguya çekme işlemi yapılmadan hüküm verilemeyecektir. Yine duruşmaya gelmeyen Cumhurbaşkanı’nın 5271 Sayılı. C.M.K m. 193/1,2 uyarınca zorla getirilmesine de karar verilemeyecektir. Bu sebeple kişisel suçlardın dolayı da olsa görevdeki bir Cumhurbaşkanı’nın Ceza Muhakemesi Kanunun hükümleri uyarınca yargılanmasına olanak bulunmamaktadır. Görevdeki Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlarından dolayı C.M.K’ ya göre yargılanması bakımından yasal imkansızlık bulunmaktadır.
Hali hazırda Cumhurbaşkanı’nın kişisel suç işlemesi durumunda ise, bir Anayasal teamül oluşturarak[85] yukarıda anılan yasal imkansızlık sebebiyle Cumhurbaşkanı’nın yargılanmasının görev süresinin bitimine ertelenmesi şeklinde bir kuralı kabul etmek yerinde olacaktır. Bu sebeple Cumhurbaşkanı hakkında, genel hükümlere göre hemen soruşturmaya başlamanın kabul edilmesi mümkün değildir. Bu şekilde bir kabul, birçok asılsız itham ile Cumhurbaşkanı’nı mahkeme önüne çıkararak, onun prestijine ve güvenilirliğine zarar verecektir.
Bu görüşlerden hareketle, Cumhurbaşkanı’nın gerek göreve gelişinden önce ve gerekse görev süresi içerisinde kişisel ( adi ) suçlardan dolayı yargılanmasının önünde açık bir Anayasal engel bulunmadığı ve fakat Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığı ve devleti temsil eden makam olması sebebiyle asılsız iddialarla yıpratılmasının önüne geçmek bakımından Cumhurbaşkanı’nın yargılanmasının görev süresinin bitimine ertelenmesi şeklinde tecessüm edecek bir Anayasal Teamülün Kabulü zorunludur.[86]

Kaldı ki, uygulamamızda da bu yönde bir teamül benimsenmiş görünmektedir. ÖNDER’in naklettiği üzere: “ Yargıtay 5. CD. 04.10.1962 ve 3607/ 3348 sayılı kararı ile, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Amerika’dan beraberinde getirdiği silah ve mermileri gümrüksüz yurda sokması fiili sebebiyle cezalandırılması gerektiğine karar vermiştir[87]. ”

Kişisel suçlarından ötürü Cumhurbaşkanı’nı görev süresi bitiminde yargılayacak olan mercii elbette genel kurallar itibariyle birinci derecede yetkili mahkemelerdir. Söz konusu suç konu ve yer yönünden hangi mahkemenin görevine giriyor ise o mahkemede yargılanmasıdır. Cumhurbaşkanı’nın görev süresi bittiği için özel yetkili bir yargı merciinin yargılama yapmasına lüzum yoktur.

Yine kişisel suç ( adi suç ) işleyen Cumhurbaşkanı hakkında görevi süresinde yasal imkansızlık sebebiyle bir ceza kovuşturması mümkün olamayacağından T.C.K. da yer alan dava zamanaşımı süreleri durmayacak, işlemeye devam edecektir. 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu m. 67 de yer alan hükme göre soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınmasına bağlı bulunduğu hallerde karar alınmasına kadar dava zamanaşımı durur. Bu bağlamda Milletvekilleri açısından T.B.M.M nin dokunulmazlığın kaldırılmasına dair karar alınıncaya kadar dava zamanaşımı süreleri duracaktır.
Kanaatimizce, Cumhurbaşkanı hakkında dokunulmazlığına, yargılanmasına ve sair özel hususlara ilişkin özel bir hüküm Anayasa dahil hiçbir mevzuatta bulunmadığına göre Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlarından dolayı yasal imkansızlık sebebiyle yargılanamayacağını kabul ettiğimiz görev süresi içinde dava zamanaşımı süresi işlemeye devam edecektir.

C- Siyasi Parti Kapatma Davalarında Cumhurbaşkanı’nın Yargılanıp Yargılanamayacağı Sorunu

1982 Anayasası’na göre Cumhurbaşkanı bütün siyasi partilere eşit mesafede duran, siyasal açıdan bağımsız ve tarafsız bir konumdadır. Parlamenter Sistem içerisinde Cumhurbaşkanlığı makamının devletin temsil edildiği makam olarak düşünüldüğünde bağımsızlık ve tarafsızlık olmazsa olmaz ( sine gua non ) bir nitelik taşımaktadır.

Göreve seçildikten sonra Cumhurbaşkanı’nın bir siyasi düşünce veya siyasi partiye yakınlığının olması tarafsızlığı zedeleyen bir durumdur. Bu sebeple Anayasamız “ Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.” ( 101/son ) hükmü ile Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığını benimsemiştir.

Cumhurbaşkanı seçilen milletvekili veya bir siyasi parti üyesi kişinin, Cumhurbaşkanı seçilmeden önceki zamana ilişkin siyasi faaliyetleri sebebiyle Siyasi Parti Kapatma Davası kapsamında yer alması ve bu sebeple Anayasa Mahkemesi’nde yargılanıp yargılanamayacağı sorunun çözümü gerekmektedir.
Öncelikle Siyasi Parti Kapatma Davasında Cumhurbaşkanı’nın söz konusu sorumluluğunun görevi kapsamında bir sorumluluk olup olmadığının tespit edilmesi gerekmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere Cumhurbaşkanı’nın görevi nedeniyle cezai sorumluluğu sadece vatana ihanet halinde söz konusudur. Ancak Siyasi Parti Kapatma Davalarında Cumhurbaşkanı’nın, Cumhurbaşkanı seçilmeden önceki bir döneme ilişkin bir siyasi faaliyeti nedeniyle sorumluluğu söz konusu olduğundan bu eylemi Cumhurbaşkanlığı görevi ile ilgili bir eylem olarak kabul etmek mümkün değildir. O halde Cumhurbaşkanı’nın Siyasi Parti Kapatma Davası’na konu olan siyasi faaliyetleri görevi dışında cezai sorumluluğuna ilişkin bir durumdur. Bu sebeple olaya vatana ihanet kavramının tek istisna oluşundan hareket ile bir çözüm bulmak mümkün değildir.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı’nın görevi nedeniyle sorumluluğu sadece vatana ihanet halinde söz konusu olsa da, Siyasi Parti Kapatma davasına konu olan siyasi faaliyetlerin görev ile ilgili bir durum olmaması sebebiyle sorunun çözümü vatana ihanet istisnasının genişletilip genişletilemeyeceğinden çok Cumhurbaşkanı’nın görevi sırasında, seçilmeden önce girişmiş olduğu siyasi faaliyetler nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nde yargılanıp yargılanamayacağı konusunda düğümlenmektedir.

Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere 1924 Anayasası dışında hiçbir Anayasamızda Cumhurbaşkanı’nın kişisel cezai sorumluluğuna ilişkin hüküm düzenlenmemiştir. Bu sebeple 1982 Anayasası’nın lafzına sıkı sıkıya bağlı kalarak bir değerlendirme yapıldığında kişisel cezai sorumluluk hallerinde Cumhurbaşkanı’nın milletvekili dokunulmazlığına sahip olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Oysa ÖZBUDUN un haklı olarak belirttiği gibi 1982 Anayasası’nın dışarıdan atanan (milletvekili olmayan) bakanların ve Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyelerinin dahi milletvekili dokunulmazlığına sahip olduğunu hükme bağlamış olması nazara alındığında, Anayasamızın milletvekili dokunulmazlığı şeklinde adlandırılan yargılama bağışıklığını Cumhurbaşkanı’ndan esirgemek istediği düşünülemez[88].

Bu görüşten hareketle 1892 Anayasa’sı gerçek hukuki anlamıyla yorumlandığında ( amaçsal - gai yorum ) her ne kadar yargılama bağışıklığı söz konusu açıkça Anayasamızda yer almasa da Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet hali dışında bir ceza davasının tarafı olarak yargılanması mümkün görünmemektedir. Açıkça Anayasamızda yer almasa dahi Cumhurbaşkanı’nın görevi sırasında vatana ihanet hali dışında yargılanamayacağı yönünde bir teamülün kabulü zorunludur.

Anayasamızın 69. Maddesinde yer alan durumlarda Siyasi Partiler Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava ile Anayasa Mahkemesince yapılacak olan yargılama neticesinde temelli kapatılabilecektir.

2949 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 33. Maddesi uyarınca Siyasi Parti Kapatma Davalarında 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu[89] hükümleri uygulanacaktır. Yine aynı maddeye göre işler dosya üzerinden görüleceğinden C.M.K.’nın duruşmaya ilişkin hükümleri Siyasi Parti Kapatma Davalarında uygulanamayacaktır. Bu sebeple anılan hükmü; “ C.M.K.’nın 2949 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a aykırı olmayan hükümlerin uygulanacağı” olarak anlamak gerekmektedir. Bu sebeple sadece 33. Madde hükmüne dayanarak Siyasi Parti Kapatma Davalarının ceza davası olduğunu söylemek olanaksızdır.

Nitekim Anayasa Mahkemesi Refah Partisi Kararı’nda[90] : “ Kapatma davalarının bir ceza davası olmadığını, kendine özgü bir dava olduğunu kabul etmiştir. Mahkemeye göre, ceza davalarında, ceza yargılamasına özgü usul kurallarının uygulanması doğal olduğuna göre, parti kapatma davalarında özellikle aynı usulün uygulanacağının belirtilmesine gerek duyulması, bu davaların geleneksel anlamda bir ceza davası olmadığını ortaya koymaktadır. Siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, bütünüyle ceza hukuku kuralları içinde değerlendirilmesine olanak bulunmayan kendine özgü davalardır. Ayrıca, siyasi partilere yasaklanan eylemlerin niteliği, bunların kapatılma sonucunu doğurabilmesi için aranan koşullar ve uygulanan yaptırım türünün ceza hukukundaki suç ve cezalardan farklılık göstermesi de bu davaların kendine özgü niteliğini öne çıkarmaktadır.” gerekçesi ile Siyasi Parti Kapatma Davalarının bir ceza davası olmadığını açıkça ortaya koymuştur.

Yaygın görüşün aksine[91], Cumhurbaşkanı’nın siyasi parti kapatma davasına konu edilmesini; iddianamenin iadesi için bir sebep, davanın reddi için yeterli bir sebep, önemli bir hata, hukuki bir skandal, veya anayasal suç işlenen bir durum olarak kabul etmek olanaksızdır. En azından Anayasal ve yasal hükümler nazarında böyle bir kesin kabule ulaşmak mümkün gözükmemektedir. Şöyle ki:
Siyasi Parti Kapatma Davasında Cumhurbaşkanı’nın Cumhurbaşkanı seçilmeden önceki siyasi eylemleri ile dava kapsamında bulunması durumunda, yukarıda bahse konu olduğu üzere bu durum görev ile ilgisi olmayan kişisel siyasi-cezai bir sorumluluğa ilişkin olduğu için göreve ilişkin cezai sorumsuzluk kapsamında değerlendirilemeyecektir. Bu hal kişisel siyasi-cezai bir sorumluluk olarak karşımıza çıkacaktır. O halde bu durumda Anayasa da açıkça yargılama bağışıklığı bulunmayan Cumhurbaşkanı, Siyasi Parti Kapatma Davası kapsamında Anayasa Mahkemesinde dava konusu edilebilecek midir? Bu soruya ilk bakışta olumlu cevap vermek mümkündür. Çünkü Siyasi Parti Kapatma Davalarında yargılama konusu Siyasi Partilerdir. Siyasi Partilerin Kapatılması neticesinde beyan ve eylemleri ile kapatılmaya neden olan siyasi parti mensuplarının da kişisel olarak siyasi yasaklı hale gelmesi ve milletvekilliği sıfatının düşmesi gibi kişisel sonuçların ortaya çıkması bu durumu değiştirmemektedir.
Nitekim 2949 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 33. Maddesi: “ Bu davalarda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasi partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilinin savunması dinlenir.” hükmüne bakıldığında dava konusu siyasi partinin savunmasının alınacağından söz edilmektedir. Bu sebeple Siyasi Parti Kapatma Davalarında kapatma davasına beyan ve eylemleri ile neden olduğu iddia edilen ( Cumhuriyet Başsavcısının iddianamesinde adı geçen ) siyasi parti üyelerinin şahsen sorgulanması gibi bir durum söz konusu olmamaktadır. Bu sebeple de gerek duruşma ve gerekse sorguya ilişkin olarak 5271 Sayılı C.M.K hükümlerinin uygulama kabiliyeti bulunmamaktadır. O halde, iddianamede adı geçen siyasilerin sorgusu veya duruşmada bulunması gibi bir zorunluluk bulunmadığına göre bu kimseler olmadan da yargılama yapabilmek mümkündür. Her ne kadar Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlardan ötürü Anayasamızda açıkça yargılama bağışıklığına sahip olmadığı yazılı olmasa da kişisel suçlarından ötürü yargılanamayacağı, en azından Anayasamızın lafzı ve ruhu birlikte yorumlandığında bunun mümkün olamayacağı kabul edilmiş olsa da Siyasi Parti faaliyetlerinden doğan ve Siyasi Parti Kapatma Davası İddianamesinde yer alan hususlar kişisel suç olarak değerlendirilemeyeceği gibi, Siyasi Parti Kapatma Davalarında davalının kişiler değil Siyasi Partiler olması nazara alındığında yargılama bağışıklığının Siyasi Parti Kapatma Davaları için söz konusu olamayacağından, Cumhurbaşkanı’nın seçilmeden önceki siyasi beyan ve eylemleri nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nde açılmış olan Siyasi Parti Kapatma Davası kapsamında bulunması mümkündür[92]. Bu durumu engelleyen ne Anayasal ne de yasal bir engel bulunmamaktadır.

Bu şekilde Siyasi Parti Kapatma Davası kapsamında dolaylı olarak yargılama konusu yapılan ve kapatma davasının davalısı siyasi parti tarafından savunulacak olan (2949 S.K m. 33 Savunmanın kişisel olarak değil Kapatmaya Konu davalı Siyasi Parti tarafından yapılacağını amir hüküm olarak düzenlemiştir) Cumhurbaşkanı hakkında verilecek olan hüküm de önem taşımaktadır. Öncelikle Siyasi Partinin kapatılması kararından ve olası siyaset yasağından ötürü Cumhurbaşkanı hakkında her hangi bir sonuç doğmayacağı açıktır.

Çünkü Cumhurbaşkanı hali hazırda siyasi bir kişilik olmamakla birlikte, bağımsız ve tarafsız bir konumdadır (Anayasa m. 101 v.d.). Bu sebeple gerek Anayasa m. 69 da öngörülen siyaset yasağı ve gerekse Anayasa m. 84/son fıkra da yer alan milletvekilliğini düşmesi gibi kişisel siyasi sonuçların görevde bulunan Cumhurbaşkanı bakımından uygulama kabiliyeti olmayan sonuçlar olduğu ortadadır. Bu sonuçlardan sadece siyaset yasağı süresinin ( 5 Yıl ) Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin bitiminden sonrayı da kapsaması halinde sadece bu kalan süreye ilişkin olarak siyaset yasağı söz konusu olabilecektir.
Cumhurbaşkanı’nın görev süresi bitiminde bağımsız milletvekili olmasının önünde ne yasal ne de Anayasal bir engel bulunmamaktadır. Çünkü 2839 Sayılı Milletvekili Seçim Kanunu’nun 12. Maddesi[93] nazara alındığında bağımsız milletvekili olmak için siyasi parti üyesi olmak gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır. Bu yönü itibariyle bağımsız milletvekilinin de siyaset yapma olarak nitelendirilemeyeceği açık olduğundan siyasi yasaklı olan bir kimsenin bağımsız milletvekili olması da mümkündür.

Sonuç olarak Siyasi Parti Kapatma Davaları’nda C.M.K. hükümleri uygulansa dahi bu davanın sırf bu nedenle teknik anlamda bir cezai sorumluluk tipi olmaktan çok siyasi sorumluluğa ilişkin, kendine has özellikleri olan bir dava olması ve bu sebeple de ceza davası-cezai sorumluluğun tespit edildiği bir dava- olarak nitelendirilememesi, Cumhurbaşkanı hakkında bir cezai kovuşturma niteliği de taşımaması ve nihayet kişisel cezai sonuçlar doğurmaması yönleri birlikte ele alındığında; Siyasi Parti Kapatma Davalarında Cumhurbaşkanı’nın dava kapsamında yer alabilmesinin mümkün olduğu, en azından hali yasaklayan Anayasal ve yasal bir hüküm bulunmadığı ve fakat dava sonucunda verilecek olan kararların Cumhurbaşkanı sıfatı ve Cumhurbaşkanlığı görevi bakımından hukuki bir sonuç doğurmayacağı söylenebilir.

SONUÇ

Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı dualist ( iki başlı ) yürütmenin sorumsuz kanadını oluşturmaktadır. Bu sorumsuzluk kimi yazarlara göre tarihi geleneklerden ( özellikle monarşi sonrası kurulan cumhuriyetlerde ), kimi yazarlara göre ise, yetkisizliğinden kaynaklanmaktadır.

Türk Parlamenter Sisteminde Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet hali hariç görevi nedeniyle sorumsuz olduğu kabul edilmiştir. Anayasa m. 105’te düzenlenen vatana ihanet kavramı içeriği belirsiz bir kavramdır. Ancak 105. maddede yer alan düzenlemeye bakıldığında; vatana ihanet kavramının ceza hukuku ile ilgili bir kavram olmayıp aksine siyasi bir kavram olduğunun kabulü gerekmektedir. Bu sebeple vatana ihanet kavramının suç ve cezaların kanuniliği ilkesinden bağımsız düşünülmesi gerekmektedir.

1982 Anayasası’nın 105. maddesi vatana ihanet ile suçlandırmaktan bahsettiği için burada yer alan vatana ihanet bir suç tipi değil bir sübjektif durumun/olgunun adıdır. Yine 105. maddenin gerekçesine bakıldığında: “ Vatana ihanet halinin dayandırıldığı suç teşkil eden ” durumların açıkça gösterilmesi zorunluluğu da vatana ihanet kavramının soyut bir olgu/sübjektif bir durum olduğu kanaatimizi doğrulamaktadır.

T.B.M.M. Anayasa’nın 105. maddesine göre Cumhurbaşkanı’nı vatana ihanet ile itham ederken, somut olgulara dayanmak durumundadır. Kaldı ki bu olguların mutlak surette suç teşkil etmesi gerekmekte ve nihayet bu isnatlar hakkında da suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin uygulanması gerekmektedir.
1982 Anayasası Yüce Divan’a sevk edilen Cumhurbaşkanı’nın görevde kalıp kalmayacağına ilişkin her hangi bir hüküm getirmemiştir. Ancak Anayasa uyarınca Yüce Divan’a sevk edilen Bakanın bakanlığının düşmesi kabule edilmiş iken, daha nitelikli bir çoğunlukla itham edilen ve nihayet T.B.M.M.’nin dörtte üç çoğunluğu ile suçlandırılan Cumhurbaşkanı’nın görevine devam edeceğinin kabulü mümkün değildir. Her ne kadar Anayasa’da bu yönde bir hüküm bulunmasa dahi siyasi etik gereği Cumhurbaşkanı’nın görevden çekilmesi veya çekilmiş sayılmasının kabulü gerekmektedir. Parlamenter sistemin erkler arasında işbirliği ve güven esası ilkelerinden beslendiği nazara alındığında dörtte üç çoğunlukla vatana ihanet hali ile suçlandırılan bir Cumhurbaşkanı ile yasama meclisi arasında güven ilişkisi/ uyum ve işbirliğinin süreceğini söylemek mümkün değildir.

Vatana ihanet ile suçlandırılan Cumhurbaşkanı Anayasa uyarınca Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanacaktır. Yüce Divan bu yargılama sürecinde ve sonucunda isnat edilen suç ithamlarının ceza hukuku kuralları kapsamında değerlendirmesini yapacak ve nihayet yapmış olduğu eylem bir ceza yargılaması özelliğini taşıyacaktır. Ancak Yüce Divan hiçbir zaman vatana ihanet ithamı konusunda bir karar veremeyecektir. Çünkü vatana ihanet ithamı siyasi bir kavram olup bu konuda itham ve niteleme yetkisi Anayasa’nın 105. maddesi uyarınca sadece T.B.M.M.’ ye verilmiş bir yetkidir. Bu sebeple Yüce Divan’ın vatana ihanet ithamı hakkında bir beraat veya mahkûmiyet kararı vermesi mümkün gözükmemektedir. Yüce Divan, vatana ihanet suçlandırmasına dayanak teşkil eden suç ithamları hakkında beraat veya mahkûmiyet kararı verecektir.

1982 Anayasası’nda gerek Yüce Divan’a sevk edilen Cumhurbaşkanı’nın konumu ve gerekse Yüce Divan yargılaması sonucunda Cumhurbaşkanı’nın görevde kalıp kalmayacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu halde bir anayasal boşluk olduğu açık olup bu boşluğun doldurulması gerekmektedir. Anılan boşluk dolduruluncaya kadar bir Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet ile suçlandırılması durumu söz konusu olduğunda ise, Cumhurbaşkanlığı makamının kesin surette boşaldığının kabul edilerek yeni bir Cumhurbaşkanı seçilmesi ve nihayet yenisi seçilinceye kadar T.B.M.M. Başkanı’nın Cumhurbaşkanlığı makamına vekâlet etmesinin kabul edilmesi gerekmektedir.

Yüce Divan davalarında ceza yargılaması yapacak olan Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda gerçek manada uzman bir mahkeme ( ihtisas mahkemesi ) sıfatına sahip olmadığı ortadadır. Anayasa Mahkemesi’nin ne mevcut haliyle ne de üyelerinin sayısının artırılması suretiyle bu soruna çözüm getirebilecek bir yapıda değildir. Bu sebeple her ne kadar farklı modeller öne sürülmüş olsa da mukayeseli hukuktaki örneklere bakılarak ülkemiz için en uygun Yüce Divan’ın ad hoc ( olaya özgü ) bir mahkeme şeklinde oluşturulması gerekmektedir. Yukarıda etraflıca açıklandığı üzere bu ad hoc mahkeme, Anayasa Mahkemesi Başkanının Başkanlığında; Anayasa Mahkemesi’nin Yargıtay ve Danıştay’dan seçilmiş olan üyeleri, Yargıtay ve Danıştay Başkanı, Yargıtay Ceza Dairesi üyeleri içerisinden seçilecek en kıdemli dört üye olmak üzere toplam 11 üyeden oluşacaktır.

Vatana ihanet hali dışında gerek seçilmeden önce ve gerekse Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlarından dolayı sorumlu olup olmadığına ilişkin açık bir anayasal düzenleme mevcut değildir. Ancak öğretide genel olarak kabul edildiği üzere bu yönde bir düzenlemenin yapılaması eksiklik değildir. Türk Anayasa koyucu Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan bir kişini suç işleyeceğine pek ihtimal vermemiş ve bu sebeple de Cumhurbaşkanlığı makamına duyulan saygıdan dolayı bu yönde bir düzenleme yapılmamıştır. Ancak demokratik hukuk devleti olduğunu daha ikinci maddesinde açıkça düzenleyen Anayasa’mızın Cumhurbaşkanlığı makamını monarşilerde olduğu gibi mutlak sorumsuz bir makam olarak düzenlemek istediği sonucunu çıkarmak mümkün değildir. Bu sebeple 1982 Anayasası’na göre Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlarından ötürü sorumlu olduğu noktasında en ufak bir tereddüt de bulunmamaktadır.

1982 Anayasası Cumhurbaşkanı’nın kişisel işlem ve eylemlerinden dolayı ceza hukuku bağlamında sorumlu olduğu durumlarda yasama dokunulmazlığından yararlanıp yaralanmayacağını ve nihayet hangi usul ile yargılanacağını düzenlememiştir. Bu noktada bir anayasal boşluk bulunmaktadır. Söz konusu boşluğun kıyas yoluyla doldurulması da mümkün değildir. Çünkü milletvekillerine tanınan dokunmazlık bir anayasal istisnadır. Kamu hukuku kuralları çerçevesinde istisnaların kıyas yapılmak suretiyle doldurulması söz konusu olamaz. Ancak, Anayasa gereği dışarıdan atanan bakanların dahi milletvekilli dokunulmazlığından faydalandığı düşünülürse, Anayasa koyucunun Cumhurbaşkanı’ndan yasama dokunulmazlığını esirgediğini düşünmek mümkün değildir. Öğretide yaygın görüş, Cumhurbaşkanı’nın bu gerekçe ile milletvekillerine tanınan istisnai hükümden ( yasama dokunulmazlığından ) faydalandırılması ve nihayet görevi süresince yargılanamaması, bu süre içerisinde de zamanaşımı süresinin işlememesi yönündedir.

Ancak kamu hukuku hükümleri arasında kıyas yasağı sebebiyle bu çözüm yolunun da benimsenmesi mümkün gözükmemektedir. Kaldı ki, milletvekilliği dokunulmazlığına ilişkin hükümler uygulandığında; Cumhurbaşkanı’nın suç isnadı altında olduğu bir durumda T.B.M.M.’nin dokunulmazlığı kaldırması gibi bir durum ortaya çıkacaktır ki bu durum Cumhurbaşkanlığı makamını T.B.M.M.’ye bağımlı hale getireceği gibi iki erk arasındaki güven ilkesine aykırıdır. Bu çözüm biçimi parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı’na biçilen hakemlik rolünü etkisiz kılacak ve böyle bir durumda Cumhurbaşkanı’nın T.B.M.M.’nin dokunulmazlığı kaldırma tehdidine maruz kalması sonucunu doğuracaktır.

Kanaatimizce bu alanda yer alan anayasal boşluğun – yasal imkansızlık sebebiyle Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlarından ötürü görev süresinin bitiminde genel mahkemelerde yargılanacağı ve görev süresince zamanaşımının duracağı – yönünde bir hüküm ile en kısa sürede doldurulması gerekmektedir. Anılan düzenleme yapılıncaya kadar Cumhurbaşkanı hakkında kişisel suç işlediği iddiası söz konusu olur ise bu alanda anayasal bir teamül oluşturarak Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin bitiminde yargılanması ve nihayet görev süresi boyunca zamanaşımının işlememesi görüşü kabul edilebileceği gibi somut olay sebebiyle ( somut norm denetimi ) Anayasa Mahkemesi önüne götürülerek bir içtihat oluşturulması yoluna da gidilebilir. Anayasa’da Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçları nedeniyle yargılanması usulü düzenlenmediğinden bu şekilde bir usulün benimsenerek anayasal teamül oluşturulması anayasal hüküm ihlali olmayacaktır. Nihayet bu yöntem de yukarıda sözü edilen yasama dokunulmazlığına ilişkin baskın görüş ile örtüşmektedir. Bu yönde bir teamül oluşturulduğu takdirde, Cumhurbaşkanı’nın T.B.M.M.’nin olası tehdidi altında kalması önlenmiş olacaktır.

Cumhurbaşkanı seçilmeden önceki döneme ilişkin eylemleri nedeniyle bir Siyasi Parti Kapatma Davasında adı geçen Cumhurbaşkanı’nın bu eylemlerinin görevi sırasında meydana gelmemiş olması nedeniyle sırf Siyasi Parti Kapatma Davasında adının geçiyor olmasından hareketle, görev ile ilgili olan cezai sorumluluk ( vatana ihanet ) ve görevle ilgili siyasi sorumluluk hallerine kıyaslamak ve bu suretle soruna çözüm bulmak mümkün değildir.
Siyasi Parti Kapatma Davaları’nda C.M.K. hükümleri uygulansa dahi bu davanın sırf bu nedenle teknik anlamda bir cezai sorumluluk tipi olmaktan çok siyasi sorumluluğa ilişkin, kendine has özellikleri olan bir dava olması ve bu sebeple de ceza davası-cezai sorumluluğun tespit edildiği bir dava- olarak nitelendirilememesi; bu davalarda davanın muhatabının ( davalı ) siyasi parti olması ve savunmanın siyasi parti veya belirlediği bir kimsenin yapacağı hükmünün kanunda açıkça yazılı olması, Cumhurbaşkanı hakkında bir cezai kovuşturma niteliği de taşımaması ve nihayet kişisel cezai sonuçlar doğurmaması yönleri birlikte ele alındığında; Siyasi Parti Kapatma Davalarında Cumhurbaşkanı’nın dava kapsamında yer alabilmesinin mümkün olduğu, en azından hali yasaklayan Anayasal ve yasal bir hüküm bulunmadığı ve fakat dava sonucunda verilecek olan kararların Cumhurbaşkanı sıfatı ve Cumhurbaşkanlığı görevi bakımından hukuki bir sonuç doğurmayacağı söylenebilir.

Açıklananlardan hareketle; Cumhurbaşkanı’na tanınan sorumsuzluğun bu makama ayrıcalık ve hukuk üstülük kazandırmak amacıyla değil, temsili ve sembolik olması gereken bu makamın saygınlığının zedelenmemesi ve asılsız ithamlarla bu makamın yıpratılmasına engel olunmak amacıyla benimsenmiştir. Hukuk devleti ilkesinin hâkim olduğu bir sistemde Cumhurbaşkanı dahi olsa hiç kimsenin hukuka aykırı eylemleri nedeniyle mahkemeler nezdinde sorumlu tutulmaktan muaf tutulması mümkün değildir.

KAYNAKLAR

ALDIKAÇTI, Orhan: Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, İstanbul Üniversitesi Yayını, İstanbul, 1982
ARSLAN, Çetin: Yüce Divan Olarak Anayasa Mahkemesi, Ankara, 1999
ARSLAN, Ramazan- TANRIÖVER, Süha: Yargı Örgütü Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 1996
ATAR, Yavuz: Türk Anayasa Hukuku, Genişletilmiş 2. Baskı, Konya, 2002
CENTEL, Nur: Türk Ceza Hukukuna Giriş, Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, İstanbul, 2002
ÇOBAN, Ali Rıza- ERDAĞ Ali İhsan: Göreviyle İlgili Olmayan Kişisel Suçlarından Dolayı Cumhurbaşkanının Yargılanması, Türkiye Barolar Birliği Dergisi. Yıl. 2008, S. 75, s. 177- 190
DEMİRBAŞ, Timur: Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. Baskı, Ankara, 2005
DERDİMAN, Ramazan Cengiz: Anayasa Hukukunun Genel Esasları ve Türk Anayasa Düzeni, Bursa, 2006
DÖNMEZER, Sulhi- ERMAN, Sahir: Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, İstanbul, 1965, C.l
DÖNMEZER, Sulhi- ERMAN, Sahir: Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku ( 1997 ), 12. Baskı, Cilt 1, İstanbul, 1997
DÖNMEZER, Sulhi: Ceza Hukuku Dersleri, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2003
DUVARGER, Mouris: İnstitutions Politigues et Droit Constitutionnel ( 2 ), Paris, 1973
ERDOĞAN, Mustafa: Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, Ankara, 2001
ERSOY, Yüksel: Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2002
ESEN, Bülent: Anayasa Hukuku, 2. Basım, Ankara, 1946
GÖZLER, Kemal: Türk Anayasa Hukuku Dersleri, 2. Baskı, Bursa, 2004
GÖZLER, Kemal: Devlet Başkanları – Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi , Bursa, 2001
GÖZLER, Kemal: Anayasa Hukukuna Giriş, 3. Bası, Bursa, 2003
GÖZÜBÜYÜK, Şeref: Yönetim Hukuku, Gözden Geçirilmiş 11. Baskı, Ankara, 1998
GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref: Anayasa Hukuku ( 2003 ), Genişletilmiş 11. Bası, Ankara, 2003
GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref: Anayasa Hukuku, Gözden Geçirilmiş 7. Baskı, Ankara, 1993
GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref- SEZGİN, Zekai: 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri, Ankara, 1957
GÜL, Cengiz- BİRTEK, Fatih: Hak Arama Özgürlüğü ve Türk Pozitif Hukukunda Yargı Yolu Kapalı İşlemler, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 1-2
İZGİ, Ömer- GÖREN, Zafer: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Yorumu, Cilt 2, Ankara, 2002
KABOĞLU, İbrahim Ö.: Anayasa Hukuku Dersleri, Yenilenmiş ve Genişletilmiş 2. Baskı, İstanbul, 2005
KAHRAMAN, Mehmet: 1982 Anayasasına Göre Cumhurbaşkanının Geri Gönderme Yetkisi, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 1-2
KERSE, Ahmet: Türkiye’de 1961 Anayasasına Göre Cumhurbaşkanı, İstanbul, 1973
KEYMAN, Selahattin- ÖZGEN, Eralp- TOROSLU, Nevzat: İhtisas Mahkemeleri Hakkında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Kürsüsünün Görüşü, Ankara Barosu Dergisi, C. 35, S. 5, Y. 1978
KUZU, Burhan: 1982 Anayasasının Temel Nitelikleri ve Getirdiği Yenilikler, İstanbul, 1990
ÖNDER, Ayhan: Ceza Hukuku Dersleri, İstanbul, 1992
ÖNDER, Salih: Türk Parlamenter Sisteminde Cumhurbaşkanının Rolü, Ankara, 2007
ÖZBUDUN, Ergun: Türk Anayasa Hukuku, Gözden Geçirilmiş 7. Baskı, Ankara, 2003
ÖZBUDUN, Ergun- KÖKER, Levent- KÜÇÜK, Adnan- ERDEM, Fazıl Hüsnü görüşleri için bkz.İddianame İade Edilmeli Başlıklı Haber. http://yenisafak.com.tr/Gundem/?t=19.03.2008&i=106388 Erişim 28 Temmuz 2008
ÖZEK, Çetin: Siyasi İktidar Düzeni ve Fonksiyonları Aleyhine Cürümler, İstanbul, 1967
ÖZEK, Çetin: Anayasayı İhlal Suçunda Hazırlık Hareketleri- İcra Hareketleri, Yargı, Ocak- Nisan, 1990, C. 16, S. 1-2
ÖZTÜRK, Bahri: Bir Ceza Mahkemesi Olarak Anayasa Mahkemesi – Yüce Divan-, Anayasa Yargısı Dergisi, C. 12, Yıl 1995
ÖZTÜRK, Bahri- ERDEM, M. Ruhan- ÖZBEK, Veli Özer: Uygulamalı Ceza Hukuku ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 5. Baskı, Ankara, 2001
SABUNCU, Yavuz: Anayasaya Giriş, Ankara, 2003
SOYASLAN, Doğan: Ceza Hukuku Özel Hükümler, Güncelleştirilmiş 2. Baskı, Ankara, 2003
TANÖR, Bülent- YÜZBAŞIOĞLU, Nemci: 1982 Anayasasına göre Türk Anayasa Hukuku, İstanbul, 2001
TANÖR, Bülent- YÜZBAŞIOĞLU, Nemci: 1982 Anayasasına göre Türk Anayasa Hukuku, Y.K.Y, 4. Baskı, İstanbul, 2002
TEZİÇ, Erdoğan: Anayasa Hukuku, 10. Baskı, Ankara, 2005
TEZİÇ, Erdoğan: Anayasa Hukuku, İstanbul, 1996
YARGITAY 4. H.D. 27.04.1987 gün ve E. 87/2856, K. 3701 Kararı.
YÜZBAŞIOĞLU, Nemci: Anayasa Hukuku El Kitabı, İstanbul, 2007

İNTERNET SİTELERİ

http://www.yenianayasaicin.org/wp-content/portugal_constitution.doc. Erişim Tarihi: 22.12.2007.
http://www.yenianayasaicin.org/wp-content/finland_constitution.doc. Erişim Tarihi: 22.12.2007
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/anyarg12/bahriozturk.pdf
http://yenisafak.com.tr/Gundem/?t=19.03.2008&i=106388 Erişim 28 Temmuz 2008



*Yard. Doç. Dr. Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi.
** Öğretim Görevlisi.Polis Akademisi Başkanlığı, Niğde Polis Meslek Yüksekokulu. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi.
[1] Özbudun Ergun; Türk Anayasa Hukuku, Gözden Geçirilmiş 7. Baskı, Ankara, 2003, s. 329

[2] Tanör Bülent- Yüzbaşıoğlu Nemci, 1982 Anayasasına göre Türk Anayasa Hukuku, İstanbul, 2001, s. 300

[3] Önder Salih, Türk Parlamenter Sisteminde Cumhurbaşkanının Rolü, Ankara, 2007, s. 1

[4] Erdoğan Mustafa, Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, Ankara, 2001, s. 197

[5] Özbudun, s. 330; Gül Cengiz- Birtek Fatih, “Hak Arama Özgürlüğü ve Türk Pozitif Hukukunda Yargı Yolu Kapalı İşlemler”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 1-2, s. 22; Kerse Ahmet, Türkiye’de 1961 Anayasasına Göre Cumhurbaşkanı, İstanbul, 1973, s. 11; Teziç Erdoğan, Anayasa Hukuku, 10. Baskı, Ankara, 2005, s. 408; Gözler Kemal, Devlet Başkanları – Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi, Bursa, 2001, s. 235- 262

[6] Kuzu Burhan, 1982 Anayasasının Temel Nitelikleri ve Getirdiği Yenilikler, İstanbul, 1990, s. 74- 79; Onar Erdal, “Türkiye’nin Başkanlık veya Yarı Başkanlık Sistemine Geçmesi Düşünülmeli midir?”, içinde, Türkiye Barolar Birliği Uluslararası Anayasa Hukuku Kurultayı, Ankara, 2001 s. 8; Erdoğan Mustafa, Anayasalar ve Siyaset, Ankara, 2001, s. 197; Tanör Bülent- Yüzbaşıoğlu Nemci, Türk Anayasa Hukuku, İstanbul, 2001, s. 423; Sabuncu Yavuz, Anayasaya Giriş, Ankara, 2003, s. 203; İzgi Ömer- Gören Zafer, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Yorumu, C. 2, Ankara, 2002, s. 975; Özbudun, s. 246; Kahraman Mehmet, 1982 Anayasasına Göre Cumhurbaşkanının Geri Gönderme Yetkisi, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 1-2, s.89

[7] Özbudun, s. 338

[8] Gül Cengiz- Birtek Fatih, s. 24 ; Kahraman , s. 89

[9] Teziç, s. 403

[10] Gerçek neden yukarıda açıklandığı üzere, Kralın son derece sembolik ve törensel yetkilerinin olması ve yetkisizliği sebebiyle de sorumsuzluğunun kabul edilmesidir.

[11] Özbudun, s. 317

[12] Gözler, Devlet Başkanları, s. 90

[13] Section m.13, 14. Nakleden, Gözler, Devlet Başkanları, s. 86

[14] Article 133/(2) Metin için bkz. http,//www.yenianayasaicin.org/wp-content/portugal_constitution.doc. Erişim Tarihi, 22.12.2007.

[15] Supreme Court of Justice

[16] Article 133/(3),

[17] Article no. 133

[18] Bundestag ( Federal Meclis ), Ülkenin ana, federal yasama organıdır. Bu meclis Alman Halkını temsil eder. Üyeleri dört yıl için nispi temsil ve çoğunluk sistemlerine benzeyen bir sistem ile seçilir.

[19] Bundestrat ( Federal Konsey ), Federal Almanya Cumhuriyeti içerisinde yer alan on altı eyaleti temsil eden ve yasaların yapılması ve kısmen federal devlet yönetimine katılan anayasal organdır.

[20] Ayrıntılı bilgi için bkz. Gözler, Devlet Başkanları, s. 91, 96, 99

[21] Article 68

[22] Teziç, s. 409; Gözler, Devlet Başkanları, s. 92

[23] High Court of Justice. Anılan Yüksek Mahkeme olaya özgü – ad hoc- niteliği haizdir. Bu mahkeme, Millet Meclisi’nin kendi üyeleri içerisinden seçtiği 12 üye, ve Senato tarafından kendi içinden seçilen 12 üye olmak üzere 24 üyeden oluşur. Yüksek Adalet Divanı başkanını kendi üyeleri içerisinden kendisi seçer. Article no, 67/1, 2

[24] Gözler, Devlet Başkanları, s. 97

[25] Gözler, Devlet Başkanları, s. 86- 87

[26] Chagnollaud ve Debbasch’tan nakleden Gözler, Devlet Başkanları, s. 86-87, dn. 23, 24

[27]Section 113Metin için bkz. http,//www.yenianayasaicin.org/wp-content/finland_constitution.doc. Erişim Tarihi, 22.12.2007

[28] Finlandiya Ulusal Parlamentosu.

[29] Article 113/(2) ( Mahkeme, Yüksek Mahkeme Başkanının ( Supreme Court ) başkanlığında, Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı, İstinaf Mahkemelerinin en kıdemli üç başkanından ve Parlamento tarafından dört yıl için seçilen beş üyeden teşekkül etmektedir. )

[30]Article 90

[31] Gözler, Devlet Başkanları, s. 96

[32] Constituonal Court.

[33] Gözler, Devlet Başkanları, s. 97

[34] Chapter lll. ( Immunity- Liability ) Article 49 [Immunity, Liability]

[35] Article n.86/21’ya göre bu mahkeme Bir nev i Impeachment Yüce Divanı’dır. İmpeachment Yargılama Makamı “ Hukuk ve Ceza Mahkemesi Başkanının Başkanlığında, Hukuk ve Ceza Yüksek Mahkemesinin üyeleri, Hukuk ve Ceza İstinaf Mahkemelerinin Başkanları arasından Parlamento Başkanı tarafından alin oturumda kura yoluyla seçilen on iki üyeden ”oluşmaktadır

[36]Aritcle 49

[37] “The King can do not wrong” deyişi ile bu durum açıklanmaktadır. Kralın hata yapamayacağı varsayımına dayanılmıştır. İngilizlere özgü bir üslupla “ Kral kendi eli ile bir adam öldürürse bundan belki başbakan sorumlu olur, fakat kral başbakanı öldürürse bundan kimse sorumlu olmaz ” özdeyişi ile açıklanmaktadır. Bkz. Teziç, s. 403

[38] Özbudun, s. 317

[39] Dönmezer Sulhi- Erman Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuk, ( 1997 ), s. 257

[40] Gözübüyük, “ Cumhurbaşkanının sayılan işlemlerinin idari işlem olduğu ve bu işlemlere karşı zaten Anayasa Mahkemesi’ne gidilemeyeceği ve Anayasa koyucunun kendi koymuş olduğu hukuk devleti ilkesine kendi eliyle bir istisna getirmiş olduğunu ” belirtmektedir, Gözübüyük A. Şeref, Anayasa Hukuku, Genişletilmiş 11. Bası, Ankara 2003 s. 204

[41] Teziç, s. 409;, s. 235; İzgi Ömer- Gören Zafer, s. 985

[42] Özek Çetin, Siyasi İktidar Düzeni ve Fonksiyonları Aleyhine Cürümler, İstanbul, 1967, s. 74- 76; Dönmezer Sulhi- Erman Sahir, s. 241- 243; Kerse, s. 155

[43] Her iki görüş ve üçüncü bir görüş olarak karma öneri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Kemal, Devlet Başkanları, s. 103-105

[44] Duvarger, M, İnstitutions Politigues et Droit Constitutionnel ( 2 ), Paris, 1973, s. 346 Nakleden, Gören, Zafer, Anayasa Hukuku, Ankara, 2006, s. 236; Teziç, s. 409

[45] İzgi Ömer- Gören Zafer, s. 993

[46] Özek Çetin, Siyasi İktidar Düzeni ve Fonksiyonları Aleyhine Cürümler, s. 79- 82; Kerse, s. 158- 159; Soyaslan Doğan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Güncelleştirilmiş 2. Baskı, Ankara, 2003, s.154- 156

[47] Dönmezer Sulhi- Erman Sahir, s. 242

[48] Özek Çetin, Siyasi İktidar Düzeni ve Fonksiyonları Aleyhine Cürümler, s. 80 vd; Arslan Çetin, Yüce Divan Olarak Anayasa Mahkemesi, Ankara 1999, s. 50- 51

[49] Soyaslan, s.155

[50] T.B.M.M. ancak T.C.K nın suç saydığı fiiller ile Cumhurbaşkanı’nı itham edebilir. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesi bu halde uygulama alanı bulacaktır.

[51] Centel Nur, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, İstanbul, 2002, s. 109; İzgi Ömer- Gören Zafer, s. 993. Sabuncu ise; Yüce Divan’ın, Cumhurbaşkanı’nın eyleminin vatana ihanet olup olmadığına karar verebileceğini beyan etmektedir. Bkz. Sabuncu, s. 241

[52] Aynı yönde bkz. Arslan Çetin, s. 51

[53] Kerse, s. 165- 169; Özek Çetin, Siyasi İktidar Düzeni ve Fonksiyonları Aleyhine Cürümler, s. 81- 86

[54] Kerse, s. 169

[55] Dönmezer Sulhi- Sahir Erman, s. 242

[56] Özek Çetin, Anayasayı İhlal Suçunda Hazırlık Hareketleri- İcra Hareketleri, Yargı, Ocak- Nisan, 1990, C. 16, S. 1-2, s. 84

[57] Demirbaş Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. Baskı, Ankara, 2005, s.140

[58] Esen Bülent, Anayasa Hukuku, 2. Basım, Ankara, 1946, s. 180

[59] Arslan Çetin, s. 42

[60] Arslan Çetin, s. 43

[61] Arslan Çetin, s. 43- 44

[62] Bu konudaki görüşler ve tartışmalar için bkz. Arslan Çetin, s. 138- 154

[63] Öztürk Bahri, Bir Ceza Mahkemesi Olarak Anayasa Mahkemesi – Yüce Divan-, Anayasa Yargısı Dergisi, C. 12, Yıl 1995, s. 108

[64] Bkz yukarıda dn. 195 ve ilgili olduğu bölümde yer alan açıklamalar.

[65] Öztürk, s. 108

[66] Öztürk, s. 75- 76

[67] Öztürk, s. 75

[68] İhtisas Mahkemesi, Yargılanacak konunun özelliği itibariyle bu alanda deney ve ihtisas sahibi yargı yerleri kurarak adaletin daha iyi şekilde dağıtılabilmesi için doğmuş ve geliştirilmiş yargılama makamlarına denilmektedir. Tanım hakkında bkz. Arslan Ramazan- Tanrıöver Süha, Yargı Örgütü Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 1996, s. 7; Keyman Selahattin- Özgen Eralp- Toroslu Nevzat, İhtisas Mahkemeleri Hakkında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Kürsüsünün Görüşü, Ankara Barosu Dergisi, C. 35, S. 5, Y. 1978, s. 819

[69] Öztürk, s. 138- 154

[70] Yüce Divan’ın teşekkülü hakkında mukayeseli hukuk örnekleri ve üyelerinin nitelikleri için bkz. Gözler, Devlet Başkanları, s. 97, 98

[71] Bu modelde Yüce Divan kararlarına karşı temyiz yolu kabul edilmemektedir. Çünkü mahkemenin teşekkülüne bakıldığından üyelerin niteliği itibariyle ayrıca bir temyiz merciinin oluşturulması gereksizdir. Nitekim Mukayeseli Hukuk’ta yer alan Yüce Divan örneklerine bakıldığında hiç birinde Yüce Divan kararlarına karşı temyiz sisteminin benimsenmediği görülmektedir. Mukayeseli Hukuk’ta Yüce Divan Kararlarının niteliği konusundaki örnekler için bkz. Gözler, Devlet Başkanları, s. 97- 100

[72] Dönmezer Sulhi- Erman Sahir, s. 260

[73] Özbudun, s. 318; Demirbaş, s.140; Atar Yavuz, Türk Anayasa Hukuku, Genişletilmiş 2. Baskı, Konya, 2002, s. 286; Sabuncu, s. 242; Gören, s. 232- 242; Teziç, s. 410; Gözübüyük, s. 205; İzgi Ömer- Gören Zafer, s. 994; Derdiman Ramazan Cengiz, Anayasa Hukukunun Genel Esasları ve Türk Anayasa Düzeni, Bursa, 2006, s. 486; Yüzbaşıoğlu, s. 125 ( Yazar makamın boşalmış sayılmasının teamül gereği olduğun söylemektedir ancak Türk Anayasa Hukukunda Yüce Divan’da yargılanan bir Cumhurbaşkanı örneği görülmemiştir. Kanaatimizce yazar tarafından gerekçenin teamül olarak gösterilmesi yerine siyasi etik olarak gösterilmesi daha yerindedir. )

[74] Yasama meclisi ile yürütme arasındaki güven parlamenter sistemin temel taşı olarak kabul edilmektedir. Bkz. Kaboğlu İbrahim Ö., Anayasa Hukuku Dersleri, Yenilenmiş ve Genişletilmiş 2. Baskı, İstanbul, 2005, s. 126

[75] Özbudun, s. 318

[76]Arslan, Çetin, s. 52; Kerse, s. 57

[77]Özbudun, s. 317; Derdiman, s 486; Kerse, s. 174- 176; Arslan Çetin, s. 53; Dönmezer Sulhi, Genel Ceza Hukuku Dersleri, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2003, s. 75; Gözler Kemal, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, 2. Baskı, Bursa, 2004, s. 277-278; İzgi Ömer- Gören Zafer, s. 985; Dönmezer Sulhi- Erman Sahirs. 962- 963; Gören, s. 232-233; Ersoy Yüksel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2002, s. 57- 58; Centel, s. 110- 111; Atar, s. 286- 287; Demirbaş, s. 141- 142; Gözübüyük, s. 236; Önder, Ayhan, Ceza Hukuku Dersleri, İstanbul, 1992, s. 102- 103; Özturk Bahri- Erdem, M. Ruhan- Özbek Veli Özer, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 5. Baskı, Ankara, 2001, s. 95- 96; Tanör Bülent- Yüzbaşıoğlu, Nemci, s. 328- 389; Soyaslan, s. 157- 158

[78] Dönmezer, s. 75; Dönmezer Sulhi- Erman Sahir, s. 262; Gören, s. 233; Ersoy, s. 57; Soyaslan, s. 157

[79] 1982 Anayasası’nın gerçekte Cumhurbaşkanı nın kişisel suçlarından dolayı da tam olarak sorumsuzluğunu amaçladığı yönünde aksi görüş için bkz. ÇOBAN, Ali Rıza- ERDAĞ Ali İhsan: Göreviyle İlgili Olmayan Kişisel Suçlarından Dolayı Cumhurbaşkanının Yargılanması, Türkiye Barolar Birliği Dergisi. Yıl. 2008, S. 75, s. 182

[80] Gözübüyük, A. Şeref- Sezgin, Zekai, 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri, Ankara, 1957, s. 349 vd. ( Nakleden, Kerse, s. 176 )

[81] Özbudun, s. 317; Aldıkaçtı, Orhan, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, İstanbul, 1970, s. 292; Centel, Nur, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, İstanbul, 2002, s. 110; İzgi Ömer- Gören Zafer, s.985; Tanör Bülent- Yüzbaşıoğlu Nemci, s. 329; Özturk Bahri- Erdem M. Ruhan- Özbek Veli Özer, s. 96; Demirbaş, s. 141; Gören, s. 233; Atar, s. 286; Derdiman, s. 486- 487

[82] Kerse, s. 178; Arslan, Çetin, s. 53 ; Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, s. 278; Gözübüyük, s. 237

[83] Soyaslan, s. 158; Önder, Ayhan, Ceza Hukuku Dersleri, s. 103

[84] Bkz. Mukayeseli Hukukta Cumhurbaşkanının Sorumluluğu başlığında yer alan açıklamalar.

[85] Dönmezer Sulhi- Erman Sahir, s. 263 ( Yazarlar, Vatana ihanet usulüne uygun bir teamül oluşturulması görüşünü öne sürmektedir. )

[86] ÇOBAN-ERDAĞ ın belirttiği üzere; görevdeki Cumhurbaşkanı’nın kişisel suç işlemesi halinde derhal soruşturmaya başlanarak olay somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi önüne götürülmek suretiyle Anayasa Mahkemesi tarafından bu yönde bir içtihat oluşturulması da soruna işlevsel ve farklı bir çözüm getirmektedir. ( ÇOBAN, Ali Rıza- ERDAĞ Ali İhsan: s. 188 )

[87] Önder Ayhan, Ceza Hukuku Dersleri, s. 103

[88] Özbudun, s. 317

[89] 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte 1412 Sayılı C.M.U.K’a yapılan atıflar 5271 Sayılı C.M.K.’ya yapılmış sayılacaktır. ( 5320 Sayılı Yasanın 3. Maddesi hükmü uyarınca )

[90] Karar için bkz. http,//www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/SPK/K1998/K1998-01.htm Erişim Tarihi, 19.04.2008

[91]ÖZBUDUN, Ergun- KÖKER, Levent- KÜÇÜK, Adnan- ERDEM, Fazıl Hüsnü; Görüşler için bkz.İddianame İade Edilmeli Başlıklı Haber. http://yenisafak.com.tr/Gundem/?t=19.03.2008&i=106388 Erişim 28 Temmuz 2008


[92] 2949 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 33. Maddesi hükmüne göre Siyasi Parti Kapatma Davalarında davalı olan kişiler değil Siyasi Partilerdir.

[93] “ Bir siyasi partiye mensup olsun veya olmasın seçilme yeterliğine sahip her Türk vatandaşı bu Kanun hükümlerine göre milletvekilliğine adaylığını koyabilir.”
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Parlamenter Sistemde Cumhurbaşkanı’nın Cezai Sorumluluğu Ve Yargılanması" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Yard. Doç. Dr. Kasım Karagöz/ Öğr. Gör. Fatih Birtek'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
24-06-2009 - 01:00
(5421 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 2 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 2 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
20082
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 15 saat 42 dakika 50 saniye önce.
* Ortalama Günde 3,70 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 90891, Kelime Sayısı : 10714, Boyut : 88,76 Kb.
* 5 kez yazdırıldı.
* 1 kez arkadaşa gönderildi.
* 8 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 1040
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,91169000 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.