Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Kadına Yönelik Şiddet Önlenebilir

Yazan : Eray Karınca [Yazarla İletişim]
Hakim

Eray Karınca*
KADINA YÖNELİK ŞİDDET ÖNLENEBİLİR
Kadının, salt kadın olmasından ötürü şiddete uğramasının temelinde tarihi, hukuki, ekonomik ve biyolojik nedenlerin yanında, bir anlamda bunların bireşimi olan mülkiyet ilişkileri vardır. Örneğin çağdaş hukuki düzenlemelerde de etkisini sürdüren Roma Hukukundaki ‘patria potestas’ yani baba egemenliği ilkesi, aile içinde erkeğe, kadın ve çocuklar üzerinde egemenlik kurma yetkisi vermektedir. Bu yetki zaman içinde derecesi değişmekle birlikte aile bireylerine karşı şiddet uygulamayı da içerir. Günümüzde de hâlâ ekonomik açıdan güçsüz ve erkeğe bağımlı olan kadın, bu konumuyla potansiyel şiddet mağdurudur. Ancak çağdaş dünyada 1960’lı yıllardan itibaren kadın örgütlerinin yoğun ve kararlı savaşımları sonucu, kadının toplumsal konumunun güçlendirilmesi yanında, salt kadın olması nedeniyle şiddete uğramasının önlenmesi amacıyla özellikle hukuk alanında önemli gelişmeler sağlanmıştır.
Ülkemizde çağdaş gelişmelere koşut olarak, Ailenin Korunmasına Dair 14.1.1998 tarihli ve 4320 Sayılı Kanunla devlet, -aile içi şiddetle sınırlı olarak- kadına yönelik şiddetin varlığını kabul etmiş ve önlenmesi için yükümlülükler üstlenmiştir. Başka deyişle o tarihten itibaren kamu, genel hükümlerden ayrı olarak aile içi şiddetin kaynağında önlenmesi için tutum almıştır. Bugün bu kararlılık, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 25.06.2005 tarihli ve 853 sayılı kararıyla oluşturulan Araştırma Komisyonu Kararı’ndaki öneriler doğrultusunda sürmektedir. Nitekim Başbakanlıkça çıkarılan: “Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirlere İlişkin 2006/17 Sayılı Genelge” ile 26.4. 2007 tarihinde TBMM tarafından kabul edilen “5636 sayılı, Ailenin Korunmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”, bu çabaların ürünüdür.
Konumuzu oluşturan 5636 sayılı yasayla yapılan değişiklik, kapsam olarak yenilikler getirmesine karşın, uygulamada karşılaşılan kimi önemli sorunlara çözüm getirmediği, özellikle de resmi evlilik bağı olmayan birlikteliklerdeki kadına karşı şiddeti içermediği için eksiktir. Bu eksikliklerin bazılarının yargıç tarafından yorumla doldurulması olanaklı olmakla birlikte, bazıları çıkarılması öngörülen yönetmelikte gözetilmelidir. Ne yazık ki yargıç tarafından takdir edilecek nafakanın önce şiddet mağduruna ödenip sonra yükümlüden tahsili gibi son derece yararlı olacağını düşündüğümüz yenilikler ise yeni bir yasa değişikliğini beklemek zorundadır.

------------
*Ankara 8. Aile Mahkemesi Hakimi
Yasanın getirdiği yenilikler kısaca şöyle özetlenebilir: Yasada eşine ya da çocuklarına yönelik şiddet uygulayan kişiye karşı alınacak önlemler örnek olarak sayılmıştır. ‘Nümereus Clauzus’ yani sınırlı sayı ilkesi geçerli değildir. Yargıç, bu önlemlerin tamamının mı yoksa bazılarının mı uygulanacağına karar verebileceği gibi somut olayın gerektirmesi durumunda bunların dışında başka önlemlere de karar verebilir. Kararda aleyhine tedbir kararı verilen kişinin, şiddet mağdurunu korkutmaya yönelik söz ve davranışlarda bulunmaması, bu amaçla iletişim araçlarını kullanmaması, müşterek evin diğer aile bireylerine tahsisiyle o eve veya mağdurun işyerine yaklaşmaması, aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi, varsa silahını güvenlik güçlerine teslim etmesi v.b. önlemler yer alabilecektir. Öyleyse 5636 sayılı yasayla yapılan değişiklikte önemli bir reform gibi duyurulan şiddet failinin, “bir sağlık kuruluşuna başvurması” biçimindeki 1. maddenin f) fıkrasına yapılan ekleme, zaten var olan bu olanağı yargıca anımsatmaktan öte bir işleve sahip değildir. Öte yandan bu kararın nasıl uygulanacağı, uygulanışını kimin, nasıl takip edeceği, tedavi giderlerinin nasıl karşılanacağı belli değildir. Bu eksiklikler yönetmelik çıkarılırken giderilmelidir.
Buna karşın değişiklikte aile içi şiddetin, sadece eşler arası şiddet olarak algılanmaması en önemli yeniliktir. 14.1.1998 tarihli ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un 1. maddesindeki, şiddet mağduru olarak belirlenen ‘eşlerden biri’ ibaresinin yanına, “çocukların veya aynı çatı altında yaşayan ve diğer aile bireylerinden biri”de eklenmiştir. Böylece aile içi şiddet mağdurunun kapsamı, eşlerin yanında, çocukları ve birlikte yaşayan büyükanne, büyükbaba, kardeş veya diğer aile bireylerini de içerecek biçimde genişletilmiştir.
Aynı maddede yer alan “veya mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireyleri” ifadesiyle, mağdurun kimliği yanında, şiddetin gerçekleştiği yer açısından da geniş yorumlara olanak sağlanmıştır. Böylece uygulamada kuşku yaratan ve daraltıcı yorumlara neden olan “aynı çatı altında oturmak” ifadesi aşılmıştır.
Öte yandan, aile içi şiddetin mağduru yanında failinin de kapsamı genişletilmiştir. Aile içi şiddeti gerçekleştirenlerin yalnızca eşler olmadığı, bir aile olarak aynı çatı altında oturan, kayınvalide, kayınpeder, kayınbirader amca, dayı, teyze, hala, hatta bu son sayılanlardan daha sıklıkla, bizzat çocukların da diğer aile bireyine, birlikte veya tek olarak şiddet uygulayabildiği hususu gözetilmiştir. Bu kapsamda maddenin ikinci fıkrasına göre hakkında tedbire hükmedilebilecek kişiler artık yalnızca kusurlu eş değildir: “Kusurlu eşin veya diğer aile bireyinin” mağdura karşı şiddete yönelik davranışlarda bulunmaması gereği koruma kararıyla kendisine bildirilecektir.
4320 sayılı Kanun’un 1. maddesinin (b) bendinde yer alan, müşterek konutun, “eşe ve varsa müşterek çocuklara tahsisi ile diğer eş ve çocukların oturmakta olduğu eve” ifadesi, “aile bireylerine tahsisi ile bu bireylerin birlikte ya da ayrı oturmakta olduğu eve” şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişiklik yine yer açısından yasanın kapsamını genişletmesi yanında çağdaş uygulama ve yorumlara olanak tanıdığı için yararlıdır.
Buna karşın mahkemece verilen kararın kesin olup olmadığının ve eğer kesin değilse, başvurulacak yerin belli edilmemesi yasa açısından önemli bir eksikliktir. Anayasa gereği, ister yargı kararı, isterse idari bir işlem ve karara karşı, ilgilinin başvuracağı yerin ve başvuru süresinin o kararda açıkça belli edilmesi bir zorunluluktur. Yasada bu konuda boşluk olması nedeniyle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 108.ve 109 maddeleri uyarınca, kıyasen 10 günlük süre verilmesi ve itirazın aynı mahkemeye yapılması biçiminde, boşluğun yargıç tarafından yorumla doldurulması tarafımdan önerilmektedir.
Yasanın amacı açısından birinci maddenin birinci fıkrasında yer alan, “şiddete maruz kaldığı” biçimindeki ibareye, “şiddete uğrama tehlikesinin varlığı” da eklenmelidir. Böylece yasanın bu haliyle önce şiddete uğramış olmayı ön koşul sayar görünümdeki sözü genişletilmeli; şiddetin ikinci kez yinelenmesini önlemekten öte, mağdur açısından daha şiddete uğramadan korunma sağlanmalıdır. Ancak bu olanağın, salt diğer eşe zarar vermek amacıyla kötüye kullanılması da olanaklıdır. Bunun engellenmesi açısından, doğrudan korunma kararı almak için aile mahkemelerine başvurulması halinde, aile mahkemelerinde çalıştırılan uzmanlardan ön rapor alınmalı; takdir hakkı yargıca bırakılmalıdır. Kolluk veya Cumhuriyet Savcılığı aracılığıyla yapılan başvurularda ise yargıcın, başvurunun içtenliği konusunda önünde yeterli materyal olacağı için ön rapora gereksinmesi olmayacaktır. Bu düzenlemenin, yani uzmanlardan ön rapor alınmasının yasada çıkarılacağı öngörülen yönetmelikle yapılması olanaklı ve yararlıdır.
Öte yandan mahkeme tarafından takdir edilecek nafaka yükümlülüğünün, mağdur eş tarafından tahsil ve takibindeki güçlük gözetilerek, sağlanacak bir fondan nafakanın doğrudan mağdura ödenip ardından kusurlu kişiden alınmasının sağlanmayışı bir eksikliktir. Oysa bu olanağın şiddet mağduruna çok önemli ve pratik yararlar sağlayacağı ortadadır. Benzer düzenleme, 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’da öngörülmüştür. Bu yasa kapsamında görevini yaparken şiddete uğrayan kamu görevlilerine, uğradığı zarar karşılığı belli bir parasal tutar devlet tarafından öncelikle ödenmekte, ardından da sorumlusundan geri alınmaktadır. Aynı yaklaşımla, Anayasa’nın sosyal devlet ilkesi ve “Ailenin Korunması” başlıklı 41. maddesi kapsamında, şiddet mağdurları için de ilerde yapılacak yasal değişikliklerde bu düzenleme getirilmelidir.
Yasanın 2. maddesinde yapılan değişiklikte, aile mahkemeleri tarafından verilen tedbir kararının genel kolluk kuvvetlerince uygulanacağı açıkça yazılmıştır. Ne var ki kararın, aleyhine tedbir kararı verilene –faile- bildiriminin kim tarafından ve nasıl yapılacağı yine belli değildir. Olağan olan, adli tebligatın posta kanalıyla yapılmasıdır. Ancak bunun uzun zaman alacağı ve yasanın korumak istediği hukuki yarar ile durumun gerektirdiği acelelilik düşünüldüğünde pratik olmayacağı kuşkusuzdur. Uygulamada bu bildirimin de kolluk tarafından yapılması yeğlenmekle -pratik olmakla- birlikte, yasal dayanağı yoktur. Oysa bir hukuk devletinde asıl olan, yükümlülüklerin yasal dayanaklarının gösterilmesidir. Öte yandan, ‘uygulamanın, Cumhuriyet Savcılığı’nca kolluk marifetiyle izleneceği’ yolundaki düzenleme, mahkeme kararının ilgiliye, yani faile kolluk tarafından tebliğ edileceği anlamına gelmeyecektir. Kolluk güçlerinin yasal dayanağı olmayan bir yükümlülüğü yerine getiriyor olmaları, ilerde kollukla Cumhuriyet Savcılığı arasında sorun yaratabilir ve sonuçta karardan yararlanacak kişi açısından hak kaybına yol açabilecektir. Bu yükümlülük kolluğa açıkça yasayla verilmelidir.
Bu saptamalar bir yana 5636 sayılı Yasa’yla getirilen yenilikler özellikle resmi nikâhlı olmayan birliktelikleri açıkça kapsamına almadığı için eksiktir. Gerekçede yer alan ‘aile içi şiddeti, eşler arası şiddet olarak algılamamak gereği’, yasada tam olarak yer almış değildir. Oysa yukarıda anılan Meclis Araştırma Komisyonu’nun araştırması sonuçlarından da görüleceği üzere, aileyi resmi evlilikle sınırlayarak şiddeti önlemeye kalkmak yetersizdir. Sorun, uygar ülkelerin çoğunda görüldüğü üzere, herhangi bir birliktelikte aralarında resmi evlilik olsun ya da olmasın bu ilişki nedeniyle ezilen tarafı şiddetten korumak olarak anlaşılmalıdır.
Yine de aile içi şiddetin hukuksal birlikteliklerden öte sosyolojik bir olgu olarak değerlendirilmesi halinde, yasanın sözüyle sıkı sıkıya bağlı olunmadan, madde ve gerekçedeki açılımlardan yola çıkarak yapılacak amaçsal yorumla, resmi evlilik dışı birlikteliklerdeki şiddet mağdurlarının da korunma kapsamına alınması olanaklıdır. Türk yargıcı, hukuki bilgisi ve yorum yeteneği dâhilinde yasayı, evlilik kalkanından zaten mahrum olan bu toplum kesimi için de uygulamalıdır. Özellikle yasadaki, “boşanma veya ayrılık nedeniyle ayrı konutlarda bulunan bireyler” ifadesi bu yoruma açılım sağlayabilir. Böyle bir yorumun imam nikâhlı birliktelikleri artıracağı ya da Batı ülkelerinde yaygın olduğu üzere nikahsız birlikte yaşamayı teşvik edeceği yolundaki endişe, bu düzenleme o ilişkinin başlangıcını değil, sonucunu etkileyeceği için yerinde değildir. Çünkü bu yolda verilecek olan tedbir, yani koruma kararı, zaten yaşanmakta olan birliktelikler için söz konusudur ve nikâhsız birliktelikleri teşvik etmek bir yana, tam tersine bu birliktelikten kurtulmak isteyen mağdura katkı sağlayacaktır. Aslında bu karara en çok gereksinme duyan toplum kesimi onlardır.
Öte yandan aleyhine tedbir kararı verilecek olan kişinin hukuk dünyasında kaybedeceği hak ve özgürlükler son derece sınırlı olup verilen karar o kişinin zaten yapmaması gereken davranışların kendisine anımsatılmasından ibarettir. Üstelik itiraz etme olanağı da vardır. Mağdurun isteminin reddi halindeyse, onun yaşama hakkının, can güvenliğinin tehlikeye düşmesi olanak dahilindedir ki çağdaş hukukun ve hukukçunun seçimi, kuşkusuz şiddet mağduru kadının güvenlik ve huzur içinde yaşama hakkının korunması olmalıdır.
İnsanlık bu aşamaya kolay gelmemiş; genel hükümlerin ekonomik ve sosyal açıdan güçsüz olan aile bireylerini, özde kadını korumaya yetmediği henüz geçtiğimiz birkaç on yıl içinde anlaşılmıştır. Başka deyişle 1998 yılı öncesinde böyle bir önlemin resmi evlilikler için bile hukuk dünyamızda yer almadığı anımsandığında, Türk hukukçusu çağdaş gelişmelerin gerisinde kalmamalı; yasanın sözünde açıkça yer almasını beklemeden yapacağı yorumla evlilik dışı ilişkilerde de koşulları varsa aile içi şiddet mağdurunu korumalıdır. Asıl olan güven içinde yaşamaktır. 29.7.2007- 15.8.2007
----------
İlgililer için not: Ankara Aile Mahkemeleri’nde koruma kararı verilmesi için resmi evlilik bağının zorunlu olup olmadığına ilişkin olarak yakın tarihli farklı kararlar vardır. 10. Aile Mahkemesi’nin 7.5.2007 gün ve 2007/23 değişik iş sayılı kararında, “Somut olayda resmi bir birliktelik ve aile bulunmadığından tedbir talebinin reddine karar verilmiştir.” Bu olayda kadın, nişanlı olarak 10 ay kadar birlikte yaşadıklarını, ayrılmak istemesi üzerine erkeğin ilişkiyi sürdürmek amacıyla kendisine karşı şiddet uyguladığını ileri sürmüştür.
5. Aile Mahkemesi’nin 2007/216 esas sayılı dosyası üzerinde verilen bir ara kararında ise, istekte bulunan kadının evlenmek amacıyla birlikte yaşadığı erkek tarafından ilişkiyi bitirmek istemesi üzerine şiddete uğradığı belirtilerek, “4320 sayılı yasada değişiklik yapılmasına ilişkin (yasadaki) değişiklik ve gerekçesi incelendiğinde bu durumda yaşayan kişilerin de korunma kapsamına alındığı” gerekçesiyle koruma kararı verilmiştir.
8. Aile Mahkemesi’nin tarafımdan verilen 2007/10-12 değişik iş sayılı kararında ise, boşanmış olan eşlerin, boşanma kararından sonra birlikte oturmayı sürdürdükleri belirtilerek, “boşanmış olsalar bile kimi zaman eski kocaların bazılarının, boşandıkları eş ve velayetleri altında olmayan çocukları üzerinde baskı ve şiddet uygulama eğilimi taşıdıkları” gerekçesiyle istekte bulunan kadın lehine koruma kararı verilmiş, erkek evden uzaklaştırılmıştır.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Kadına Yönelik Şiddet Önlenebilir" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Eray Karınca'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
08-05-2008 - 21:58
(5844 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 5 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 5 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
6756
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 7 saat 17 dakika 30 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,16 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 13801, Kelime Sayısı : 1703, Boyut : 13,48 Kb.
* 5 kez yazdırıldı.
* 8 kez indirildi.
* 4 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 827
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,04253888 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.