Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale 506 Sayılı Ssk'na Göre Hizmet Tespiti Davası

Yazan : Av.Duran Küçüköner [Yazarla İletişim]

Yazarın Notu
www.unzile-durankucukoner.av.tr adresinden İş ve Sosyal Güvenlik sayfasında (word belgesi olarak)yayınlanmaktadır

506 SAYILI YASAYA GÖRE HİZMET TESPİTİ DAVALARI



506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 6.ve 79.maddesinde düzenlenmiş bulunan hizmet tespiti (sigortalı çalışmanın tespitine) ilişkin davalar kamu düzenine ilişkin olup bu tip davalarda re’sen inceleme ilkesi egemendir. Mahkeme, davacı ve davalı taraf beyanları ile bağlı olmayıp (davalı tarafın kabul beyanı da dahil olmak üzere) çalışmanın fiili olarak gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespitini araştırmakla mükelleftir.

DAVANIN TARAFLARI

Davacı taraf; 506 sayılı yasanın 2.maddesi

“Bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar bu kanuna göre sigortalı sayılırlar.

10/07/1941 tarihli ve 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması hakkındaki Kanuna göre çalıştırılan Koruma Bekçileri bu kanuna tabidir.

(Ek fıkra: 29/07/2003 - 4958 S.K./1. md.) Ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular hakkında yalnız iş kazası ile meslek hastalıkları, analık ve hastalık sigorta kolları uygulanır. Ancak bunlar istekleri halinde malullük, yaşlılık ve ölüm sigorta kolları bakımından bu Kanunun 85 inci maddesinde öngörülen şartları taşımaları kaydıyla isteğe bağlı sigortalı olabilirler. Bu şekilde çalıştırılanların işvereni Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu, işveren vekilleri ceza infaz kurumları ile tutukevleri iş yurtlarının sorumlu müdür ve amirleridir.

Bu kanunda belirtilen Sosyal Sigorta yardımlarından sigortalılar ile bunların eş ve çocukları ve sigortalıların ölümlerinde bu kanuna göre hak sahibi olan kimseleri yararlanırlar.”


kapsamına giren ve 3.maddesi

I - Aşağıda yazılı kimseler bu kanunun uygulanmasında sigortalı sayılmazlar:

A - (Değişik alt bent: 24/10/1983 - 2934/1 md.)

a) Kamu sektörüne ait tarım ve orman işlerinde ücretle,
b) Özel sektöre ait tarım ve orman işlerinde ücretle ve sürekli olarak,
c) Tarım sanatlarına ait işlerde,
d) Tarım işyerlerinde yapılan ve tarım işlerinden sayılmayan işlerde,
e) Tarım işyeri sayılmayan işyerlerinin park, bahçe, fidanlık ve benzeri işlerinde,
Çalışanlar hariç olmak üzere tarım işlerinde çalışanlar

B) İşverenin ücretsiz çalışan eşi,

C) Aynı konutta birlikte yaşıyan ve üçüncü dereceye kadar (Üçüncü derece dahil) olan hısımlar sırasında ve aralarında dışardan başka kimse katılmıyarak bu konut içinde yapılan işlerde çalışanlar.

D) (Değişik alt bent: 11/08/1977 - 2100/1 md.) Ev hizmetlerinde çalışanlar (ücretle ve sürekli olarak çalışanlar hariç)

E) Askerlik hizmetlerini yapmakta olan yükümlüler (27/02/1962 tarihli 33 sayılı Kanun hükümlerine göre çalışanlar hariç),

F) Kanunla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanlar,

G) Yabancı bir memlekette kurulu herhangi bir müessese tarafından ve o müessese nam ve hesabına Türkiye’ye bir iş için gönderilen ve yabancı memlekette sigortalı olduğunu bildiren yabancı kimseler,

H) Resmi meslek ve sanat okullariyle, yetkili resmi makamların müsaadesiyle kurulan meslek veya sanat okullarında tatbiki mahiyetteki yapım ve üretim işlerinde çalışan öğrenciler,

I) (Mülga bend: 29/07/2003 - 4958 S.K./57. md.)

J) Sağlık müesseselerinde işe alıştırılmakta olan hasta veya maluller,

K) Herhangi bir işverene hizmet akdiyle bağlı olmaksızın kendi nam ve hesabına çalışanlar,

L) (Mülga bend: 29/07/2003 - 4958 S.K./57. md.)

II- Aşağıda belirtilenler hakkında bazı sigorta kolları uygulanmaz:

A) (Mülga bend: 29/07/2003 - 4958 S.K./57. md.)

B) Özel kanunda tarifi ve nitelikleri belirtilen çıraklar hakkında, çıraklık devresi sayılan süre içinde analık, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları ile bu kanunun 35 inci maddesi hükümleri uygulanmaz.

C) (Değişik alt bent: 29/04/1986 - 3279/1 md.) Kanunla kurulu sosyal güvenlik kurumlarından malullük veya emekli aylığı almakta iken bu Kanuna tabi sigortalı bir işte çalışanların 78 inci maddeye göre tespit edilen prime esas kazançları üzerinden 63 üncü madde hükmüne göre Sosyal Güvenlik Destek Primi kesilir.

Sosyal Güvenlik Destek Primi ödenmiş süreler, bu Kanuna göre sigortalılık süresinden sayılmaz ve 24/05/1983 tarih ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına tabi olarak geçen hizmetlerin birleştirilmesi hakkında Kanun hükümleri uygulanmaz, 64 üncü madde hükmüne göre toptan ödeme yapılmaz. Ancak iş kazası veya meslek hastalığı halinde 12 nci madde hükümleri uygulanır.

Bunlardan kendi kanunlarına göre görev malullüğü aylığı bağlanmış olanlar Kurumdan yazılı talepte bulunurlarsa, bunlar hakkında talep tarihini takip eden aybaşından itibaren, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları da uygulanır.

D) (Mülga bend: 29/07/2003 - 4958 S.K./57. md.) “

kapsamındadeğerlendirilemeyecek kişilerdir.

Davacı tarafın dava esnasında ölümü halinde mirasçılar davaya devam edebilecekleri gibi miras bırakanlarının sigortalı olması gerektiğini iddia edilen mirasçılar tarafından da söz konusu dava açılabilir.

Sigortalılığın değerlendirilmesinde; 2.maddede belirtilen hizmet akdi kavramı üzerinde durmak gereklidir. Taraflar arasında sadece bir hizmet akdinin bulunması yeterli olmayıp eylemli veya gerçek çalışmanın varlığını gereklidir. Fiili çalışmanın bulunmadığı bir hizmet akdi sigortalılık için yeterli değildir.

HD 10, E: 2002/3002, K: 2002/3441, Tarih: 18.04.2002

Sigortalılığın tespitine ilişkin olarak açılmış olan davada, eylemli veya gerçek biçimde çalışmanın varlığı saptanmadıkça hizmet akdine dayalı sigortalılıktan söz edilemez.(506 s. SSK. m. 79)

Davacı, sigortalılık başlangıç tarihinin 01.01.1974 olduğunun tesbitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Suna Memlük tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Bu tür davalar kamusal niteliği itibariyle gerektiğinde resen araştırmayı gerekli kılmaktadır. Bu nedenle işe giriş bildirgesinin verildiği, ancak yasal belgelerin bulunmadığı durumlarda çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar da aranmalı ve sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığı yöntemince belirlenmelidir.

Eylemli veya gerçek biçimde çalışmanın varlığı saptanmadıkça hizmet akdine dayalı sigortalılıktan söz edilemez.

Yöntemince düzenlenen işe giriş bildirgesi hizmet aktiyle bir gün çalışmanın karinesi olarak salt işe almayı göstermekle birlikte çalışmanın mevcudiyeti yönünden yalnız başına yeterli kabul edilemez, Kaldı ki hükme dayanak alınan 01.01.1974 tarihli işe giriş bildirgesi yıllarca sonra Kuruma 02.05.1979 tarihinde verilmiş olup, gün, ay ve yıl haneleri tahrifatlıdır.

Sigortalının işe girişi, ilk giriş olmayıp, tekrar girişe aittir. Mahkemece yapılacak iş "sigortalı işe ilk girişten sonraki bir tarihi içermekte olması ihtimali üzerinde durularak anılan işe giriş bildirgesinin aslı araştırılmalı üzerinde grafoloji uzmanlarınca bilirkişi incelemesi yaptırılmalı ve çalışma dönemine ait aylık ve dört aylık bildirgeler de getirilerek karşılaştırma yapılmalı, o dönemde bildirgede ismi bulunanlar tanık sıfatıyla dinlenmeli iş yeri sahibi araştırılarak davaya dahil edilmeli ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmelidir.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular üzerinde durulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davalı vekilinin temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 18.04.2002 gününde
oybirliğiyle karar verildi.


506 sayılı yasaya göre hizmet tespitinde, çalışmanın bağımlılık ve süreklilik taşıyıp taşımadığı incelenecek olup ücret unsuru sigortalılığın tespiti açısından hizmet akdinin zorunlu unsurları içerisinde sayılmaz.

HG 00, E: 2004/10-736, K: 2005/25, Tarih: 02.02.2005

Ücret alınmadan yapılan çalışmalarında sigorta kapsamına girmesi gerekir.
(506 s. SSK. m. 2, 3, 6, 9, 78/2, 79) (4857 s. İş K. m. 8)

Taraflar arasındaki "hizmet tespiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 10.İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 22.05.2003 gün ve 2001/807, 2003/695 sayılı kararın incelenmesi davacı ve davalılardan SSK Başkanlığı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 21.10.2003 gün ve 2003/6056-7239 sayılı ilamı ile;

(...1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalı Kurumun temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Davacı vekilinin temyiz istemine gelince;

Davacı Evrim Arık davalı derneğe ait işyerinde 03.06.1996 31.03.1999 devresinde kan alma elamanı olarak çalıştığı sürenin tespitini talep etmiştir.

Toplanan deliller doğrultusunda davacının, davalı dernek yönetiminin faaliyet gösterdiği hastane işyerinde ve dernek yönetiminin buyruğu altında kan alma işini yaptığı bu işi karşılığı kendisine yol ve yemek gideri adı altında ödeme de yapıldığı anlaşılmaktadır.

Ücret adı altında ödeme yapılmaması veya ücret alınmaması hizmet akdine bağlı olarak çalışma niteliğini değiştirmez. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 78/2. maddesinde "ücretsiz çalışan sigortalıların günlük kazançları alt sınır üzerinden hesaplanır" denilmek sureti ile kendisine parasal ödeme yapılmadan hizmet akdine bağlı olarak çalıştırılanların dahi sigortalı sayılacağına işaret olunmuştur. Açıklanan nedenlerle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. ..)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacı ve davalı SSK Başkanlığı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

1- Davalı SSK vekili her ne kadar temyiz isteminden "sarfınazar" ettiklerini bildirmiş ise de, vekaletnamesinde bu konuda kendisine tanınmış bir yetki ya da dosyada SSK Başkanlığınca bu yönde verilmiş bir talimatının bulunmadığı, kaldı ki, yerel Mahkemece verilen, "sübut bulmayan davanın reddine" ilişkin hüküm davalı SSK Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiş, ancak davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının Yüksek Özel Dairece reddedilmiş olması nedeniyle, davalının direnme kararını temyize hakkı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle davalı SSK Başkanlığı vekilinin temyiz istemi reddedilmelidir.

2- Davacı vekilinin temyizine gelince:

A- Davacının isteminin özeti; Davacının, 03.06.1996 tarihinden itibaren asgari ücret karşılığı "kan alma elemanı" olarak çalışmaya başlayıp, 31.03.1999 tarihinde işine son verildiği belirtilerek; "3.6.1996-31.3.1999 tarihleri arasında davalı PENAR Pediatrik Endokrinoloji Araştırma Derneği'nde çalıştığının tespitine" karar verilmesi istenmektedir.

B- Davalıların cevabının özeti; Davalı dernek vekili, davacının dernekteki çalışmasının bağımlılık niteliğinde olmayıp, gönüllülük esasına dayandığı, bu nedenle kendisine bir ücret ödenmediği, dolayısıyla bir hizmet akdi ilişkisinin varlığının kabul edilemeyeceğini savunmuştur.

Davalı SSK Başkanlığı vekili ise; iş müfettişi raporu ile, davacının 3.6.1996 ila 31.3.1999 devresinde davalı dernekte, 1.4.1999 ila 21.8.2000 devresinde ise Fenilketonurili Çocukları Tarama ve Koruma Derneğindeki çalışmalarının, 506 sayılı Kanunun 78/2. maddesi dikkate alındığında sigortalı çalışma olarak kabul edilmesi gerektiğinin belirlendiği, Kurum tarafından bu çalışmalara ilişkin bildirge ve bordrolarının istenmiş olduğunu belirtmektedir.

C- Yerel Mahkemenin Kararının Özeti; Yerel mahkeme, davacının, davalı Derneğe ait iş yerinde hizmet akdi ilişkisi bulunmaksızın tamamen gönüllülük esasına bağlı kan alma elemanı olarak hizmet verdiği, sadece bu hizmetin karşılığı olarak diğer çalışanlarla birlikte davacıya günlük yol ve yemek ücreti ödendiği, taraflar arasında 1475 sayılı Kanunun 1, 506 sayılı Kanunun 2, 6, 9 ve 79. maddeleri anlamında işçi-iş veren ilişkisi bulunmadığı, iş akdinin temel unsurlarından olan ücret ve bağımlılık unsurlarının dava konusu olayda söz konusu olmadığı gerekçeleri ile "sübut bulmayan davanın reddine" karar vermiştir.

D- Temyiz Evresi ve Direnme; Hüküm, davacı ve davalılardan SSK vekilince temyizi üzerine Özel Dairece yukarıya aynen alınan gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkeme bu bozmaya karşı önceki gerekçelerine ek olarak özetle; "...somut olay ile tamamen hayri ve gönüllülük esasına dayalı yapılan bir çalışmayı, hizmet akdine dayalı, dolayısıyla sigortalı hizmet olarak değerlendirmenin hukuk ile toplumsal gerçekleri karşı karşıya getirebileceği..." gerekçesi ile direnme kararı vermiştir. Direnme kararı davacı ve davalılardan SSK Başkanlığı vekilince temyiz edilmektedir.

E- Maddi Olay: Davalı dernek, Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yeni doğan çocuklardan aldıkları kan örnekleriyle bir takım hastalıkların erken teşhisine katkı sağlamaktadır. Davacı, dernekte bu amaçla kan alma elemanı olarak çalıştığını belirterek, bu sürede sigortalı olması gerektiğinin tespitine karar verilmesini istemiştir. Davalı dernekte iş müfettişince yapılan inceleme sonucunda, davacının, belirtilen devrede dernekte görevli kan alma elemanı olarak çalıştığını, sadece yol ve yemek ücreti adı altında kendisine ödemede bulunulduğunu, 506 sayılı Kanunun 78/2. maddesi dikkate alındığında, sigortalı sayılması gerektiği belirtilmiştir. Sonrasında ise yapılan bu tespitin, fiili yada kaydi tespit sayılamayacağı belirtilerek, davalı dernek hakkında verilen idari para cezalarının, SSK'nın ilgili komisyonunca kaldırılmasına karar verildiği görülmektedir.

F- Gerekçe; Direnme kararını veren yerel mahkeme, taraflar arasında, hizmet akdinin unsurlarından olan bağımlılık ve ücret unsurunun, dolayısıyla sigortalılık ilişkisinin bulunmadığı görüşündedir.

Genel anlamda, hizmet-iş ilişkisinin dinamik yapısı dikkate alındığında hukuksal dayanaklarının tanımı her zaman kolay olmamaktadır. Ekonomik ve teknolojik alandaki hızlı değişim, iş ve sosyal güvenlik hukukunda da hızlı bir dönüşüme yol açmaktadır.

Davacının, dernek ile bağlantısı ve dernek tarafından hastanede görevlendirildiği hususunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, bu görevin sigortalı sayılmayı gerekli kılacak nitelikte mi, yoksa, sosyal yardım amaçlı mı olduğu hususundadır.

Sosyal Sigortalar Kanunu anlamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır.

Bunlar: a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet akdine dayanması, b) işin işverene ait yerde yapılması, c) çalışanın 506 sayılı Kanunun 3. maddesinde belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralanabilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.

İşçi ve sigortalı kavramlarının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de yürürlükten kalkan 1475 sayılı İş Kanunu ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. Yürürlükteki 4857 sayılı İş Kanununun 8. maddesinde, "İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. " tanımlaması yapılmıştır. Belirtmek gerekirse, 4857 sayılı İş Kanununda "Hizmet akdi" sözcüğü terkedilmiş, yerine "İş sözleşmesi" ifadesi kullanılmıştır.

Hizmet sözleşmesinin, "Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeği ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeyi taahhüt eder. " şeklindeki tanımı Borçlar Kanununun 313/1. maddesinde yapılmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirginken, 4857 sayılı yeni İş Kanununda, daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi "bağımlılık" unsuruna da yer verilmiştir.

Hizmet sözleşmesi her şeyden önce bir iş görme edimini zorunlu kılar. Özünde bir insan emeği sözkonusudur. Bu sözleşmeyle sigortalıya yüklenen borç, işveren yararına bir iş görmek, hizmet sunmaktır.

Ücret, BK m.313 anlamında hizmet akdini oluşturan unsurlardandır ve bu unsurun yokluğu durumunda çalışma ya vekalet sözleşmesine, ya da bir sözleşme ilişkisi bulunmaksızın hatır, yardım, dayanışma, arkadaşlık gibi bir nedene dayanmaktadır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 2. maddesi kural olarak, hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren yanında çalışanları sigortalı saymış ise de, bunun yanında anılan maddede 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkındaki Kanuna göre çalıştırılan koruma bekçileri ve ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular, Geçici m. 80'de güzel sanat kollarında çalışanlar, yazar ve düşünürler, Ek m.13'de, 1583 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanununda belirtilen genel kadınlar bu akdi ilişki olmadan, sosyal koruma düşüncesiyle sigortalı olarak Yasa kapsamına alınmıştır.

Maddede hizmet akdinden sözedilmesine karşın, 506 sayılı Kanun, sigortalı niteliği yönünden ücreti öngörmemektedir. Bu husus, anılan Kanunun 3-I-B, 6 ve 78/2. maddeleri hükmünde açıkça görülmektedir.

506 sayılı Kanunun 3-I-B maddesinde "İşverenin ücretsiz çalışan eşinin" sigortalı sayılamayacağı hükme bağlanmıştır. Ücretin, sigortalı sayılmanın vazgeçilmez koşulu olduğunun kabulü durumunda sözü edilen düzenlemeye gerek bulunmayacağı açıktır.

Bilindiği gibi çalıştırılanlar, işe alınmalarıyla sigortalı olurlar (506 SK. m. 6). Maddenin "çalıştırılanlar" sözüne yer verip, aksine, hizmet akdi ile çalıştırılanlar ifadesine yer vermemesi karşısında, zaman ve bağımlılık koşulu gerçekleşmiş ise ücret koşulu gerçekleşmese de, kişi, sigortalı sayılmalıdır.

Bir diğer düzenleme olan 506 sayılı Kanunun 78/2. maddesinde günlük kazanç sınırları düzenlenirken "...ücretsiz çalışan sigortalıların günlük kazançları alt sınır üzerinden... hesaplanır." hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenlemenin gerekçesinde, maddenin, ücretsiz çalışanların prim kesintilerinin belirlenmesi amacıyla kaleme alınmış olduğu belirtilmektedir.

506 sayılı Kanunda hizmet akdine dayalı çalışmanın ücretsiz de olabileceğinden söz edilmesinin nedenine gelince, 506 sayılı Kanunun sistematiği dikkate alındığında, yasa koyucunun, Sosyal Sigortalar Kanunu bakımından ücreti hizmet akdinin zorunlu bir unsuru olarak öngörmediği, bu anlamda, 506 sayılı Kanunda anılan hizmet akdinin, Borçlar Kanununda tanımlanan şekliyle hizmet akdine göre özellikler gösteren bir (hizmet) sözleşme biçiminde olduğu söylenebilir.

Konu doktrinde de ele alınmış ve ücret almadan yapılan çalışmalarında sigorta kapsamına alınması gerektiği genel olarak kabul görmüştür.

Diğer unsur olan bağımlılık ve bu kapsamda ele alınması gereken zaman unsuru, hizmet akdinin ayırt edici özelliğidir.

Bağımlılık, iş ve sosyal güvenlik hukuku uygulamasında temel bir ilke olup, bu unsur, hizmetini işverenin gözetimi ve yönetimi altında yapmayı ifade eder. Ne var ki, iş hukukunun dinamik yapısı, ortaya çıkan atipik iş ilişkileri, yeni istihdam modelleri, bu unsurun ele alınmasında her somut olayın niteliğinin göz önünde bulundurulmasını zorunlu kılmaktadır. Bazı durumlarda, taraflar arasında sıkı bir bağımlılık ilişkisi bulunmasa da, işverenin iş organizasyonu içinde yer alınmaktaysa bu unsurun varlığının kabulü gerekecektir. Önemli yön, işverenin her an denetim ve buyurma yetkisini kullanabilecek olması, çalışanın, edimi ile ilgili buyruklara uyma dışında çalışma olanağı bulamayacağı nitelikte teknik ve hukuki bir bağımlılığın bulunmasıdır. Genel anlamda bağımlı çalışma, işverenin belirleyeceği yerde ve zamanda, işverence sağlanacak teknik destek ve işverenin denetim ve gözetiminde yapılan çalışmadır.

Somut olayda; davacı, yeni doğan bebeklerden kan örneği alma işini yapmaktadır. İşin tanımlanan niteliği, özel ve belirli bir organizasyon altında, hastane ortamının kendine özgü duyarlılığı içinde hareket etmeyi zorunlu kılmakta olup, çalışmaların hizmet akdinin bir unsuru olan bağımlılık öğesinin dışlanarak yapılmasına olanak bulunmamaktadır. Kaldı ki, Kimya Meslek Lisesini bitirdikten sonra, uzun yıllar ekonomik kaygı duymaksızın davalı dernekte sadece gönüllülük esasına göre çalışmanın kabulü, hayatın olağan akışına ve sosyo-ekonomik gerçeklere de uymamaktadır.

"Sigortalı olmak", kişi bakımından salt bir hak değil, aynı zamanda bir yükümlülüktür ve bu nedenle, kişinin isteğine, ediminin sosyal, toplumsal, etik niteliğine bırakılmamıştır. Bir başka anlatımla, kişi, yasanın sigortalı sayılmak için belirlediği duruma dahil olmakla kendiliğinden sigortalı olacaktır. Yapılmakta olan işin toplumsal boyutu, sosyal güvenlik ile ulaşılmaya çalışılan evrensel amacın gözardı edilmesine yol açacak gerekçelere dayanak yapılamaz.

SONUÇ : 1- Davalı SSK Başkanlığı vekilinin temyiz isteminin yukarıda açıklanan nedenlerle REDDİNE,

2- Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 02.02.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.


Davalı taraf; çalışıldığı iddia edilen gerçek ve tüzel kişi işveren ve/veya işverenler ile birlikte zorunlu olarak da Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (Devredilen Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı)’dır.
Davalı olarak gösterilmesi gereken, gerçek kişi işverenin dava esnasında ölümü halinde dava işverenin mirasçıları davaya dahil edilmek suretiyle davaya devam edilebilecektir. Gerçek kişi işverenin dava açılmadan ölü olduğunun tespit edildiği durumlarda dava ölü işverenin mirasçılarına karşı açılabilecektir.
Uygulamada sıkça karşılaşılan sorunlardan birisi ise çalışıldığı iddia edilen ve davalı olması gereken tüzel kişi işverenin tasfiye edilmiş olduğu durumlardır. Bu gibi durumlarda tasfiye edilmiş tüzel kişi işverenin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 39. Ve 40. Maddeleri uyarınca ihyası gündeme gelecektir.





HD 21 E:2002/1725 K:2002/3542 T:29.04.2002

Olayda kooperatif tüzel kişiliğindeki hizmetlerin tesbiti olduğundan, kooperatif başkan ve yöneticisinin kooperatifi temsilen davalı olarak gösterildiklerinin kabulü gerekir. Kooperatifin tüzel kişiliğinin devam edip etmediğinin Ticaret Sicilinden sorularak saptanması gerekir. Devam ettiğinin saptanması halinde davanın kooperatif aleyhine açıldığı kabul edilerek belirlenen kooperatif yöneticilerinin başka şahıslar olması halinde dava dilekçesi tebliğ edilmeli işin esasına girilmeli ve toplanacak delillere göre sonuca gidilmelidir. Mahkemece Tüzel kişiliği sona eren kooperatifin tüzel kişiliğinin sona ermesine ilişkin kararın kaldırarak kooperatifin ihyası için tasfiye memurları ile Ticaret Siciline husumet yöneltilerek ayrı bir dava açılması için davacı tarafa HUMK´nun 39 ve 40. maddeleri hükümleri uyarınca uygun bir önel verilmesi bu dava açıldığı takdirde alınacak sonuca göre bu davaya devam edebilme olanağı doğduğu takdirde tüzel kişiliğe tebligat yapılarak davaya devam edilmesi gerekir.

(1086 s. HUMK. m. 39, 40)

KARAR METNİ :
(YHGK. E : 1999/10-1, K : 1999/1, 27.01.1999)

Davacı davalılardan işverene ait işyerinde 5.6.1994-28.12.1996 tarihleri arasında 19.ay 20 gün süreyle geçen çalışmalarının tesbitine ve primlerinin ödenmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin reddine karar vermiştir.

Hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Enver Aktaş tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

K A R A R

Dava davalıların yöneticisi oldukları Ö... Yapı Kooperatifine ait inşaat işyerinde 5.6.1994-28.12.1996 döneminde geçen ve bildirim dışı kalan çalışmaların tesbitine ilişkindir.

Mahkemece; davanın kooperatif tüzel kişiliğine yöneltilmemesi nedeniyle husumetten reddine karar verilmiştir. Gerçekten davalı kişilere husumet yöneltilemeyeceği doğrudur. Ne varki dava dilekçesinde çalışmaların Yapı Kooperatifine ait işyerinde geçtiği açıkça belirtilmiş olduğuna göre amaç gerçekte kooperatif tüzel kişiliğindeki hizmetlerin tesbitidir. Bu nedenle kooperatif başkan ve yöneticisinin kooperatifi temsilen davalı olarak gösterildiklerinin kabulü gerekir. mahkemenin davalı kooperatifin tüzel kişiliğinin devam edip etmediğinin Ticaret Sicilinden sorularak saptanması gerekir. Kooperatifin tüzel kişiliğinin devam ettiğinin saptanması halinde davanın kooperatif aleyhine açıldığı kabul edilerek belirlenen kooperatif yöneticilerinin başka şahıslar olması halinde dava dilekçesi tebliğ edilmeli işin esasına girilmeli ve toplanacak delillere göre sonuca gidilmelidir. Kooperatifin Ticaret sicilinden terkin edilmiş olduğunun anlaşılması halinde de Hukuk Genel Kurulunun 1999/10-1 Esas 1999/1 Karar sayılı 27.1.1999 günlü kararında açıklandığı gibi Mahkemece Tüzel kişiliği sona eren kooperatifin tüzel kişiliğinin sona ermesine ilişkin kararın kaldırarak kooperatifin ihyası için tasfiye memurları ile Ticaret Siciline husumet yöneltilerek ayrı bir dava açılması için davacı tarafa HUMK´nun 39 ve 40. maddeleri hükümleri uyarınca uygun bir önel verilmesi bu dava açıldığı takdirde alınacak sonuca göre bu davaya devam edebilme olanağı doğduğu takdirde tüzel kişiliğe tebligat yapılarak davaya devam edilmesi gerekir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 29.4.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.


HD 10 E:2002/10069 K:2003/1039 T:24.02.2003

KARAR METNİ :
Davacı, iş kazasında malül kalan sigortalı işçi için yapılan harcamalar üzerine uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği biçimde isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hükmün, taraflar Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Hatice Kamışlık tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

1-Davalılardan Ş... Ayakkabı San. Tic. Ltd. Şirketinin dava açıldıktan sonra tasfiye ile tüzel kişiliğin ortadan kalktığı, bütün borçları içerip içermediği konusunun kuşkulu kalması sebebiyle tasfiyenin gerçeğe aykırı olarak yapılması ihtimaline göre şirketin ihyası için ticaret mahkemesine dava açmak üzere davacı Kuruma mehil verilmesi ve ihya kararının alınması halinde şirket hakkında karar verilmesi gerekirken şirket hakkındaki davanın husumet sebebiyle reddine karar verilmesi,

2-İş bu rücu davasında kusur oranları bakımından hükme esas kılınan sigortalı tarafından açılan manevi tazminat dosyasında alınan kusur raporunda;sigortalıya %20, davalılar Filiz, Durdunaz ve Mahmut (Rıza)´a müştereken %80 oranında kusur verilmiş olup; işverenin kusuru tartışılmadığı gibi sair davalıların kusur oranları da ayrıştırılmamıştır. Mahkemece tarafların kusur oran ve aidiyetleri konusunda uzman bilirkişi marifetiyle yeniden bilirkişi incelemesi yapılması gerekirken aksinin kabulü,

3-Davanın kanuni dayanağı işveren için 506 S. Yasanın 10.maddesi, sair davalılar için 26. maddesi olup somut olayda 10.madde koşullarının oluştuğu tartışmasızdır.

Davalı işveren 10.maddeye göre %100 kusura göre hesaplanan maddi zarar miktarından Borçlar Yasası 43-44.maddeleri uyarınca sigortalının kusur durumuna göre bir miktar hakkaniyet indirimi yapılarak hasıl olacak sonucuna göre rücu alacağından sorumlu olmalı, sair davalılar ise davalıların toplam kusurlarına göre rücu alacağından sorumlu olmalıdırlar. Bu duruma göre davalı işverenin rücu alacağından sorumluluğu 10.maddeye göre daha fazla sair davalıların ise kusur sorumluluğu sebebiyle daha az olacaktır. Mahkemece işveren dışındaki davalıların %80 oranında kusurlu bulunduğu rapora itibar edilmesine rağmen 10.maddeden onları da sorumlu tutularak toplam kusurlarının %90 olarak kabul edilmiş olması usul ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir.

O durumda tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istem halinde ilgiliye iadesine, Başkan Resul Aslanköylü ve Üye M. Zafer Erdoğan´ın muhalefetlerine karşı; Üye Coşkun Erbaş, Sami Koçak ve Coşkun Öztürk´ün oylarıyla ve oyçokluğuyla, 24.02.2003 tarihinde karar verildi.
-KARŞI OY YAZISI-
Davalı işverenin, sigortalıyı kanuni süre içerisinde Kuruma bildirmediğinden dolayı Sosyal Sigortalar Yasasının 9 ve 10. maddelerinde ön görülen koşulların oluştuğu tartışmasız ise de Kurumun 10. maddeden doğan rücu hakkının halefiyet ilkesine dayanmadığı Yargıtay´ımızın yerleşmiş görüşlerindendir. Hal böyle olunca iş kazasının meydana gelmesinde işveren ve sigortalı, kusurlu görülsün görülmesin rücu alacağından Borçlar Yasasının 43 ve 44. maddelerine göre indirim yapılamaz. Zira işe giriş bildirgesini verme yükümü işverene aittir. Kurumun anılan maddeden doğan rücu hakkının hukuksal temel kanundan doğan bağımsız rücu hakkına dayanır. Kaldı ki uygulamada ve öğretide işverenin 10.maddeye dayanan sorumluluğu kusursuz sorumluluk olup sonuç itibariyle hükmedilecek rücu alacağı işverene verilmiş medeni bir cezadır. Bu cezanın sigortalı ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Böyle olunca da zararlandırıcı sigorta olayının gerçekleşmesinde sigortalının ve işverenin kusurlu bulunup bulunmamalarına göre, özellikle Borçlar Yasasının 44. maddesinin uygulanması gerektiğine karar vermek 10. maddenin lafzına ve amacına aykırıdır. Bu durumda, rücuan istenen Sosyal Sigorta Yardımlarından herhangi bir indirim yapılmaksızın tamamının tahsiline karar verilmesi gerekir. Açıklanan bu sebeplerle sayın çoğunluğun bozma kararının 1.bendine katılamıyoruz. Hükmün, Kurum lehine bozulmasına karar verilmesi gerektiği görüşündeyiz.



HD 10 E:2002/3888 K:2002/4353 T:16.05.2002

Tüzel kişilik, ticaret sicilindeki kaydın terkini ile sona erer. Ancak Tüzel kişiliğin sona erdiğinin hukuk açısından kabul edilebilmesi için tasfiye işleminin eksiksiz tamamlanması gerekir. Eğer tasfiye işlemleri gerçek olarak tamamlanmamış ve tasfiyede gerekli hususlar eksik bırakılmışsa tüzel kişilik ticaret sicilinden terkin edilse bile şirketin tüzel kişiliğinin sona erdiğinden söz edilemez.

506 S. Yasanın 26.maddesi hükmünde öngörüldüğü üzere işveren ya da 3. kişilerin rücu alacağından sorumluluğu kasda ya da kusura dayanmakta olup, şahsi kusurları saptanamayan şirket ortaklarının tüzel kişiliğin kusurundan dolayı bu sıfatla kurumun rücu alacağından sorumlu tutulmalarıda kanun hükümleri karşısında imkansızdır.
(506 sayılı SSK. m. 26) (6762 sayılı TTK. m. 206, 242)

KARAR METNİ :
Davacı, işkazasında ölen sigortalı işçinin haksahiplerine yapılan harcamalar üzerine uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği biçimde davanın reddine karar vermiştir.

Hükmün, davacı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Suna Memlük tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Davada husumet işveren sıfatıyla G... İnşaat Pazarlama Turizm Tic.San.Ltd. Şirketine yöneltilmiştir. Sigorta olayının 01.10.1991 gününde vuku bulduğu, gelirlerde meydana gelen artışın gerçek zarar tavanı ile sınırlı miktarının rücuan tahsiline ait bu davanın 14.07.2000 gününde açıldığı, 31.12.1997 gününde tesçil edilen tasfiyenin kapatılarak sicil kaydının silindiği ve keyfiyetin 30.12.1999 gününde ticaret siciline tescili ile 12.01.2000´de Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edildiği dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.

Tüzel kişilik ticaret sicilindeki kaydın terkini ile sona erer. AncakTüzel kişiliğin sona erdiğinin hukuk açısından kabul edilebilmesi için tasfiye işleminin eksiksiz tamamlanması gerekir. Eğer tasfiye işlemleri gerçek olarak tamamlanmamış ve tasfiyede gerekli hususlar eksik bırakılmışsa tüzel kişilik ticaret sicilinden terkin edilse bile şirketin tüzel kişiliğinin sona erdiğinden söz edilemez. Bu itibarla davacı Kurum vekiline uygun süre verilerek tasfiye işlemleri tam olarak sona ermediği için limited şirket tüzel kişiliğinin yeniden ihyası hakkında tasfiye kuruluna husumet tevcihi suretiyle Asliye Ticaret Mahkemesine dava açmasının sağlanması, dava açıldığı takdirde bu davanın sonucunun beklenmesi, tüzel kişiliğinin yeniden ihyası halinde bu tüzel kişiliğin huzuru ile rücu davasının yürütülmesi gerekir.

Diğer taraftan 506 S. Yasanın 26.maddesi hükmünde öngörüldüğü üzere işveren ya da 3. kişilerin rücu alacağından sorumluluğu kasda ya da kusura dayanmakta olup, şahsi kusurları saptanamayan şirket ortaklarının tüzel kişiliğin kusurundan dolayı bu sıfatla kurumun rücu alacağından sorumlu tutulmalarına yasaca imkan bulunmamaktadır.

O durumda davacı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, bozmanın niteliğine göre diğer hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına 16.05.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.




HD 10 E:2004/12512 K:2005/1543 Tarih:21.02.2005

Tüzel kişiliğin sona erdiğinin hukuk açısından kabul edilebilmesi için tasfiye işleminin eksiksiz tamamlanmış olması gerekir. Eğer tasfiye işlemleri gerçek olarak tamamlanmamış ve tasfiyede gereken hususlar eksik bırakılmışsa tüzel kişilik ticaret sicilinden terkin edilse bile şirketin tüzel kişiliğinin sona erdiğinden söz edilemez. O itibarla davacı Kurum vekiline uygun süre verilerek tasfiye işlemleri ve ortaklarla olan ilişkilerin tam olarak sona ermediği için Limited Şirketin tüzel kişiliğinin yeniden ihyası hakkında tasfiye kurulu ile ticaret siciline husumet tevcihi suretiyle dava açmasının sağlanması ve dava açıldığı taktirde bu davanın sonucunun beklenmesi tüzel kişiliğin yeniden ihyası halinde bu tüzel kişinin kusuru ile belirlenecek gerçek zarar miktarıyla sorumluluğuna gidilerek karar verilmesi gerekir.
(506 sayılı SSK. m. 26)

KARAR METNİ :
Davacı, iş kazası sonucu sürekli işgöremezlik durumuna giren sigortalıya bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan harcama ve ödemeler sebebiyle uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği biçimde davanın reddine karar vermiştir.

Hükmün, davacı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Nesrin Şengün tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; davalılardan Limited Şirketin işçisi sigortalı Müren Yılmaz´a yapılan yardımların tahsiline ait davanın tasfiye sebebiyle davalıya husumet yöneltilemeyeceğinden reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Şöyle ki; tüzel kişiliği olan davalı Limited Şirketin tasfiye edildiği ve ticaret sicilindeki kaydının terkin edildiği görülmektedir. Tüzel kişilik ticaret sicilindeki kaydının terkini ile sona erer.

Tüzel kişiliğin sona erdiğinin hukuk açısından kabul edilebilmesi için tasfiye işleminin eksiksiz tamamlanmış olması gerekir. Eğer tasfiye işlemleri gerçek olarak tamamlanmamış ve tasfiyede gereken hususlar eksik bırakılmışsa tüzel kişilik ticaret sicilinden terkin edilse bile şirketin tüzel kişiliğinin sona erdiğinden söz edilemez.

O itibarla davacı Kurum vekiline uygun süre verilerek tasfiye işlemleri ve ortaklarla olan ilişkilerin tam olarak sona ermediği için Limited Şirketin tüzel kişiliğinin yeniden ihyası hakkında tasfiye kurulu ile ticaret siciline husumet tevcihi suretiyle dava açmasının sağlanması ve dava açıldığı taktirde bu davanın sonucunun beklenmesi tüzel kişiliğin yeniden ihyası halinde bu tüzel kişinin kusuru ile belirlenecek gerçek zarar miktarıyla sorumluluğuna gidilerek karar verilmesi gerekir.

Belirtilen maddi ve hukuki olgular göz ardı edilerek noksan tahkikat ve inceleme ile hüküm kurulması bozmayı gerektirir.

O halde, davacı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, 21.02.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.





HD 10 E:2004/166 K:2004/1440 T:01.03.2004

KARAR METNİ :
Davacı, iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan harcama ve ödemeler sebebiyle uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği biçimde isteği hüküm altına almıştır.

Hükmün, davalılardan Mustafa Odabaşı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Aydın Eser tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

İş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan peşin değerli gelirlerde oluşan artışların 506 s. Kanunun 10 ve 26. maddesi uyarınca tazminine yönelik davada, husumet yöneltilen Anılkent Yapı Kooperatifinin feshi ile tasfiyenin kapatılmasına ve kooperatif kaydının silinmesine ait kararın, 01.10.1998 günlü Ticaret Sicil Gazetesinde yayımlandığı dosya içeriğindeki belgelerle sabit olduğundan, tasfiye edilmekle tüzel kişiliği ortadan kalkan davalı kooperatifin davalı konumunda pasif husumet ehliyeti bulunmadığından, davacı Kuruma kooperatifin ihyası için mehil verilerek, kooperatifin ihyası kesinleştikten sonra kanuni temsilcisinin katılımıyla yargılamaya devam edilmesi gerekirken bu husus gözetilmemesi isabetsizdir.

Mahkemece, hükme esas alınan 26.05.2001 günlü kusur raporunda; davalı Anılkent Yapı Kooperatifi %25, davalı Mustafa %25, ölen kazalı %50 oranında kusurlu bulunmuştur.

Davalı işverenlerin sorumluluğu 506 s. Yasanın 10. maddesine göre kusursuz sorumluluk ilkesine dayanır. Zararlandırıcı sigorta olayında işverenin hiç kusuru olmasa bile, şayet sigortalının işe girişi süresinde Kuruma bildirilmemişse, Kurumca yapılan sosyal sigorta yardımlarından 10. maddeye göre sorumlu tutulması gerekir. Davalı işverenlerin 506 s. Yasanın 10. maddesi uyarınca sorumlu tutulması gerektiğinin tespiti halinde, sigortalının kabul edilen kusurunun %50´sinden az olmamak üzere, takdir edilecek kısmı işverenlere yüklenmeli ve 10. maddeye göre gerçek zarar miktarı belirlenen bu orana göre hesaplanmalıdır.506 s. Kanunun 10. maddesi kusursuz sorumluluk ilkesine dayanmakta olup aynı Kanunun 26. maddesine göre daha ağır sorumluluk halini gerektirir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı biçimde hüküm kurulması, usul ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı Mustafa Odabaşı´nın bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istem halinde ilgiliye iadesine, 01.03.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



HD 11 E:1998/524 K:1998/3554 T:21.05.1998

Davalı kooperatifin kapatıldığından bahisle dava, bir kısım ortağa yöneltilmiş ve yargılama bu şahıslar aleyhine devam olunmuş ise de; öncelikle davalı kooperatifin sicil dosyası Ticaret Sicil Müdürlüğünden getirilerek, sicilden terkin edilip edilmediğinin saptanması, eğer terkin edilmiş ise bu terkin kaydının iptali ve bu suretle davalı kooperatifin yeniden ihyası konusunda dava açılmak üzere davacı tarafa önel verilmesi ve böyle bir dava açıldığında sonucunun beklenmesi ve kooperatifin yeniden sicile yazımının gerçekleşmesi halinde, dava dilekçesi ve duruşma günü kooperatife tebliğ edilerek davada taraf teşkilinin sağlanması gerekir.

(1086 sayılı HUMK. m. 39, 40) (743 sayılı MK. m. 48)

KARAR METNİ :
Taraflar arasındaki davadan dolayı (Gölcük Asliye Hukuk (Tic.) Mahkemesi)’nce verilen 15/02/1996 gün ve 460-106 s. hükmün duruşmalı olarak temyizen incelenmesi bir kısım davalılar vekili tarafından istenmiş olmakla temyiz dilekçesinin süresi içerisinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, işin gereği konuşulup düşünüldü:

Davacılar vekili, müvekkillerinin 505/6 no.lu (H.L) Sosyal Sigortalılar Konut Yapı Kooperatifi üyeliğinden haksız yere ihraç edildiğini, bu arada adlarına olan dairelerin başkalarına tahsis edildiğini, bundan sonra yargı yoluyla ihraç kararlarının iptalinin sağlandığını, ancak fiilen daireleri alma imkanlarının kalmadığını ileri sürerek, dairelerin dava tarihi itibariyle değerlerinin tespiti ve şimdilik 400.000.000 TL nın %52 oranında reeskont faiziyle kooperatif üyesi olan davalılardan tahsilini talep ve dava etmiş, daha sonra on davalı hakkındaki davayı atiye bırakmıştır.

Bir kısım davalılar vekili davanın reddini istemiştir.

Mahkemece toplanan deliller ve yaptırılan bilirkişi incelemeleri sonucuna göre, 28/12/1995 günlü bilirkişi raporu doğrultusunda, her davacı için 100.000.000 er liradan toplam 400.000.000 TL.nın dava gününden itibaren %52 reeskont faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.

Kararı bir kısım davalılar vekili temyiz etmiştir.

1- S.S. 6 no.lu H.i. Sosyal Sigortalılar Konut Yapı Kooperatifi aleyhine açılan davada kooperatifin kapatıldığından bahisle dava bir kısım kooperatif ortağına yöneltilmiş ve yargılama bu şahıslar aleyhine devam olunmuş ise de; öncelikle anılan kooperatifin sicil dosyası, Ticaret Sicil Müdürlüğünden getirilecek kooperatifin sicilden terkin edilip edilmediğinin saptanması eğer kooperatif sicilden terkin edilmiş ise, kooperatifin bu terkin kaydının iptali ve bu suretle kooperatifin yeniden ihyası konusunda dava açılmak üzere davacı tarafa önel verilmesi ve böyle bir dava açıldığında sonucunun beklenmesi ve kooperatifin yeniden sicile yazımının gerçekleşmesi halinde dava dilekçesi ve duruşma günü kooperatife tebliğ edilerek davada taraf teşkilinin sağlanması ve davaya kooperatifin huzuruyla devam olunması gerekirken, yazılı biçimde kooperatif ortaklarına yöneltilen davaya devam olunması, yerinde görülmediğinden, yerel mahkeme kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

2- Sair taraftan, dört davacı tarafından açılan davada tek başvurma harcı alınması da doğru olmamış ve kararın bu sebeple dahi bozulması gerekmiştir.

Sonuç : Yukarda (1) ve (2) numaralı bentlerde açıklanan sebeplerle davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın (BOZULMASINA), davalılar duruşmada vekille temsil olunmadığından, duruşma vekillik ücreti takdirine yer olmadığına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 21/05/1998 gününde oybirliğiyle karar verildi.



GÖREVLİ MAHKEME

506 sayılı yasanın 134.maddesi

“Bu kanunun uygulanmasından doğan uzlaşmazlıklar, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülür.”


hükmü gereğince görevli mahkeme İŞ MAHKEMELERİDİR.

İş Mahkemelerinin bulunmadığı yerler de ise bu görev Asliye Hukuk Mahkemelerine verilmiş olup Asliye Hukuk Mahkemeleri görevlidir. Birden fazla Asliye Hukuk Mahkemesi bulunan yerlerde ise İş Mahkemesine bakmak üzere yetkilendirilmiş bulunan Asliye Hukuk Mahkemesi görevlidir.



YETKİLİ MAHKEME

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 5.maddesi
“İş mahkemelerinde açılacak her dava, açıldığı tarihte dava olunanın Türk Medeni Kanunu gereğince ikametgahı sayılan yer mahkemesinde bakılabileceği gibi, işçinin işini yaptığı işyeri için yetkili mahkemede de bakılabilir. Bunlara aykırı sözleşme muteber sayılmaz.”

hükmü gereği

a) davanın açıldığı tarihte davalının ikametgahının bulunduğu,

b) işçinin işini yaptığı yer mahkemesinde,
olabileceği gibi

c) Yargıtayın aşağıda belirtilen kararları uyarınca davanın zorunlu taraflarından birisinin de Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (Devredilen Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı) olduğu düşünülerek Kurumun Şubelerinin bulunduğu yerlerde de dava açılabilir.

21 HD Esas : 2003/10903 Karar: 2003/10063 Tarih: 09.12.2003

Hakiki veya hükmi bir şahsın muhtelif mahallerde şubeleri bulunduğu takdirde, o şubenin işleminden dolayı, şubenin bulunduğu yerde dahi dava ikame edilebilir. Yasada öngörülen şube işleminden amaç, genel müdürlük adına işlem yapmaktır. Anayasanın 141/son maddesi gereğince, hakimin en az giderle ve en kısa sürede davayı sonuçlandıracağı hükmü ve kurum avukatlarının, şubenin bulunduğu yerlerde davalarda, genel müdürlüğü temsilen katıldıkları da düşünüldüğünde, davanın yetkili mahkemede açıldığı kabul edilip işin esasına girilerek karar verilmesi gerekir.(2709 s. Anayasa. m. 141/son) (1086 s. HUMK. m. 17)

Davacı Bağ-Kur sigortalılık başlangıcının K...... Tekel Tütün Yaprak işletmesine teslim ettiği ürün bedellerinden yapılan kesinti tarihi olduğunun tesbitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, yetkisizliğe karar vermiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Dava, nitelikçe 2926 sayılı Yasa kapsamındaki sigortalılığının başlangıcının tesbiti talebinden ibarettir. Davalı Kurum´un yönetimince yetki itirazında bulunduğu ve Aydın´da, davalı Genel Müdürlüğün şubesinin olduğu, Kurum avukatlarının Genel Müdürlüğü temsilen şubenin bulunduğu yerde davaya girdikleri uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, hükmi şahsın şubesinin bulunduğu yerde dava açılabilmesi için, uyuşmazlığın dava açılan şubenin işleminden kaynaklanmasının gerekip gerekmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Bu yönüyle davanın yasal dayanağı, 5521 sayılı Yasanın yollamada bulunduğu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 17. maddesidir. Anılan maddede, Hakiki veya hükmi bir şahsın muhtelif mahallerde şubeleri bulunduğu takdirde, o şubenin işleminden dolayı, o şubenin bulunduğu yerde dahi davanın ikame edilebileceği hükmü öngörülmüştür. Maddede, öngörülen şube işleminden amaç Genel Müdürlük adına işlem yapmaktır. Başka bir anlatımla, "işlemin doğrudan şube işleminden kaynaklanması zorunlu olmayıp genel müdürlük adına işlem yapmak üzere dava ikame edilen yerde şubenin bulunması yeterlidir. Zira, Anayasanın 141/son maddesi gereğince Hakim en az giderle ve en kısa sürede davayı sonuçlandırmakla yükümlüdür. Esasen, şubenin bulunduğu yerlerde, davalara, Genel Müdürlüğü temsilen Kurum avukatlarının katıldığı da söz götürmez. Hal böyle olunca, davanın yetkili mahkemede açıldığı kabul edilerek, davanın görülmesi gerekirken yetkisizlik kararı verilmesi isabetli değildir.

O halde, davacının bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA),
temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 9.12.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.



21 HD Esas : 2003/7375 Karar: 2003/7217 Tarih: 23.09.2003

Sosyal Sigortalar Kanununda, yetki ile ilgili bir düzenlemenin mevcut olmadığı da ortadadır. Hal böyle olunca, uyuşmazlığın 5521 Sayılı Yasanın 15. maddesinin yollamada bulunduğu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 9.ve 17. maddeleri gereğince çözümlenmesi gerektiği söz götürmez. Sözü geçen 9. maddeye göre, kurum merkezinin bulunduğu Ankara İş Mahkemesinde dava açabileceği gibi, 17. maddeye göre de, şubenin bulunduğu Gaziantep´de de dava açılabilir.(1086 s. HUMK. m. 9, 17) (506 s. SSK. m. 80) (5521 s. İMK. m. 15)

Davacı, Kurum tarafından tahakkuk ettirilen prim ve gecikme zammı borcunun iptaline ve borcu olmadığının tesbitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, mahkemenin yetkisizliğine karar vermiştir.

Hükmün taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi B.Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

KARAR

Dava, nitelikçe, Sosyal Sigortalar Kurumunca yasaya aykırı olarak yapılan işlemin iptali istemine ilişkindir. Bu yönüyle, uyuşmazlığın Sosyal Sigortalar Kanunundan kaynaklandığı açıktır. Öte yandan, Sosyal Sigortalar Kanununda, yetki ile ilgili bir düzenlemenin mevcut olmadığı da ortadadır. Hal böyle olunca, uyuşmazlığın 5521 Sayılı Yasanın 15. maddesinin yollamada bulunduğu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 9.ve 17. maddeleri gereğince çözümlenmesi gerektiği söz götürmez. Yukarıda sözü geçen 9. maddeye göre, kurum merkezinin bulunduğu Ankara İş Mahkemesinde dava açabileceği gibi, 17. maddeye göre de, şubenin bulunduğu Gaziantep´de de dava açılabilir.

Somut olayda, davacının Kurum merkezinin bulunduğu yerde, yetkili mahkemede dava açtığı dosyadaki bilgi ve belgelerden açıkca anlaşılmaktadır.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular ve özellikle henüz 506 sayılı yasanın 80. maddesi gereği 6183 sayılı yasa kapsamında başlatılmış bir takib olmadığı, göz önünde tutulmaksızın dava dilekçesinin yetki yönünden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Kabule göre de, dava dilekçesinin yetki yönünden reddine karar verildiği halde vekille temsil edilen davalı yararına tarife hükümleri gereği vekalet ücreti verilmesi gerektiğinin gözardı edilmesi isabetsiz olmuştur.

O halde, tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA,
temyiz harcının istek halinde temyiz edenlerden davacıya iadesine 23.9.2003 gününde oybirliğiyle
karar verildi.



21 HD Esas : 2003/5723 Karar: 2003/6511 Tarih: 08.07.2003

Hakiki veya hükmi bir şahsın muhtelif mahallerde şubeleri bulunduğu takdirde, o şubenin muamelesinden dolayı, o şubenin bulunduğu mahalde dahi davanın ikame edilebileceği hükmü öngörülmüştür. Şube muamelesinden amaç Genel Müdürlük adına işlem yapmaktır. Başka bir anlatımla, "muamelenin doğrudan şube işleminden kaynaklanması zorunlu olmayıp genel müdürlük adına işlem yapmak üzere dava ikame edilen yerde şubenin bulunması yeterlidir.(1086 s. HUMK. m. 17) (2709 s. Anayasa. m. 141)

Davacı, sigortalılık başlangıç tarihinin 1.9.1981 olduğunun tesbitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, yetkisizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi B.Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

KARAR
Dava, nitelikçe sigorta başlangıcının tesbiti istemine ilişkindir. Davalı Kurumun yöntemince, yetki itirazında bulunduğu ve İstanbul´da davalı Genel Müdürlüğün şubesinin olduğu, Kurum avukatlarının Genel Müdürlüğü temsilen şubenin bulunduğu yerde davaya girdikleri uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, hükmü şahsın şubesinin bulunduğu yerde dava açılabilmesi için, uyuşmazlığın dava açılan şubenin muamelesinden kaynaklanmasının gerekip gerekmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Bu yönüyle davanın yasal dayanağı, 5521 sayılı Yasanın yollamada bulunduğu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 17. maddesidir. Anılan maddede, Hakiki veya hükmi bir şahsın muhtelif mahallerde şubeleri bulunduğu takdirde, o şubenin muamelesinden dolayı, o şubenin bulunduğu mahalde dahi davanın ikame edilebileceği hükmü öngörülmüştür. Maddede, öngörülen şube muamelesinden amaç Genel Müdürlük adına işlem yapmaktır. Başka bir anlatımla, "muamelenin doğrudan şube işleminden kaynaklanması zorunlu olmayıp genel müdürlük adına işlem yapmak üzere dava ikame edilen yerde şubenin bulunması yeterlidir. Zira, Anayasanın 141/son maddesi gereğince Hakim en az giderle ve en kısa sürede davayı sonuçlandırmakla yükümlüdür. Esasen, şubenin bulunduğu yerlerde, davalara, Genel Müdürlüğü temsilen Kurum avukatlarının katıldığı da söz götürmez. Hal böyle olunca, davanın yetkili mahkemede açıldığı kabul edilerek, davanın görülmesi gerekirken yetkisizlik kararı verilmesi isabetli değildir.

O halde, davacının bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA,
temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 8.7.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.


21 HD Esas : 2001/277 Karar: 2001/649 Tarih: 05.02.2001

Hakiki veya hükmi bir şahsın muhtelif mahallerde şubeleri bulunduğu taktirde, o şubenin muamelesinden dolayı, o şubenin bulunduğu mahalde dahi dava ikame edilebilir.

Hakim en az giderle en kısa sürede davayı sonuçlandırmakla görevlidir.(2709 s. Anayasa. m. 141/1) (1086 s. HUMK. m. 17)

Davacı, yaşlılık aylığının 1.7.1999 tarihinden itibaren ödenmesi gerekirken geç bağlandığından bahisle, fazlaya dair haklar saklı kalmak kaydıyla, 400.000.000.-TL´nin faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini iste-

2- Zararlandırıcı sigorta olayına maruz kalan işçinin Toplu İş Sözleşmesine tabi olduğu ve ücretinin işyeri kayıtları ile bordrolarda açıkça belli olmasına karşın ve özellikle 1.9.1999´da 12.925.400.-TL olan davacı ücretinin 1.2.2000 tarihinde 26.302.077-TL´ye yükseltilmesinin dayanaklarının gösterilmemesi ve mistir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, davalı dilekçesinin yetki yönünden reddine karar vermiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Dava, nitelikçe ödenmeyen yaşlılık aylığının ödettirilmesi istemine ilişkindir. Öte yandan, sigortalılara yaşlılık aylığı bağlanma işleminin Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirildiği tartışmasızdır. Davalı Kurumun yöntemince, yetki itirazında bulunduğu ve Antalya´da, davalı genel Müdürlüğün şubesinin olduğu, Kurum avukatlarının Genel Müdürlüğü temsilen şubenin bulunduğu yerde davaya girdikleri uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, hükmü şahsın şubesinin bulunduğu yerde dava açılabilmesi için, uyuşmazlığın dava açılan şubenin muamelesinden kaynaklanmasının gerekip gerekmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Bu yönüyle davanın yasal dayanağı, 5521 sayılı Yasanın yollamada bulunduğu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 17. maddesidir. Anılan maddede, Hakiki veya hükmi bir şahsın muhtelif mahallerde şubeleri bulunduğu takdirde, o şubenin muamelesinden dolayı, o şubenin bulunduğu mahalde dahi davanın ikame edilebileceği hükmü öngörülmüştür. Maddede, öngörülen şube muamelesinden amaç Genel Müdürlük adına işlem yapmaktır. Başka bir anlatımla, "muamelenin doğrudan şube işleminden kaynaklanması zorunlu olmayıp Genel Müdürlük adına işlem yapmak üzere dava ikame edilen yerde şubenin bulunması yeterlidir. Zira, Anayasanın 141/son maddesi gereğince hakim en az giderle ve en kısa sürede davayı sonuçlandırmakla yükümlüdür. Esasen, şubenin bulunduğu yerlerde, davalara, Genel Müdürlüğü temsilen Kurum avukatlarının katıldığı da söz götürmez. Hal böyle olunca, davanın yetkili mahkemede açıldığı kabul edilerek, davanın görülmesi gerekirken yetkisizlik kararı verilmesi isabetli değildir.

O halde, davacının bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA),
temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 5.2.2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.




21 HD Esas : 1999/6912 Karar: 1999/6639 Tarih: 07.10.1999

İş kazası nedeniyle hak sahiplerine gelir bağlanması ile ilgili uyuşmazlığın Sosyal Sigortalar Kanunundan kaynaklanmasına ve bu yasada yetki ile ilgili düzenleme bulunmamasına göre, yetki uyuşmazlığının 5521 sayılı Yasanın 15. maddesinin yollamada bulunduğu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 9. ve 17. maddeleri gereğince çözümlenmesi gerekir.

Kurumu temsilen, kurum avukatlarının, şubenin bulunduğu yerde kurum aleyhine açılan davaları takibe yetkili oldukları açık olup, tersinin kabulü, Anayasanın 141. ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 77. maddelerinin emredici nitelikteki hükümlerine ters düşer.(2709 s. Anayasa. m. 141) (1086 s. HUMK. m. 9, 17, 77) (5521 s. İMK. m. 15)

Davacılar, murisinin davalı işveren nezdinde sigortasız çalıştığını 506 sayılı Yasanın ilgili maddelerine göre işverenin yanında çalıştırdığı işçiyi sigortalı yapmak ve en geç bir ay içinde Kuruma bildirmekle yükümlü olduğunu, sigortalılık Kuruma bildirilmesi dahi kişinin sigortalı sayılacağını ve meydana gelen iş kazasında hak sahiplerine gelir bağlanması gerektiğini belirterek gelir bağlanmasına karar verilmesini istemişlerdir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın mahiyeti gereği aylık bağlama işlemi şubenin değil merkezin işlemi olmakla davalı Kurum vekilinin yetki itirazının kabulü ile mahkemenin yetkisizliğine karar vermiştir.

Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Dava, nitelikçe, zararlandırıcı sigorta olayının iş kazası sayılması ile hak sahiplerine gelir bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir. Bu yönüyle, uyuşmazlığın Sosyal Sigortalar Kanunundan kaynaklandığı açıktır. Öte yandan, Sosyal Sigortalar Kanununda, yetki ile ilgili bir düzenlemenin mevcut olmadığı da ortadadır. Hal böyle olunca, uyuşmazlığın 5521 sayılı Yasanın 15. maddesinin yollamada bulunduğu Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunun 9. ve 17. maddeleri gereğince çözümlenmesi gerektiği söz götürmez. Yukarıda sözü geçen 9. maddeye göre, kurum merkezinin bulunduğu Ankara İş Mahkemesinde dava açabileceği gibi, 17. maddeye göre de, şirketin bulunduğu Şanlıurfa’da da dava açılabilir. Bunun için, uyuşmazlığın, şube muamelesinden kaynaklanmasına gerek yoktur. Zira, Kurumu temsilen Kurum avukatlarının, şubenin bulunduğu yerde kurum aleyhine açılan davaları takibe Yetkili Olduğu açık-seçiktir. Tersinin kabulü, Anayasanın 141 ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 77. maddenin öngördüğü, emredici nitelikteki hükümler, gözardı edilmiş olur ki, bu hususun hukukça korunmasına olanak olmadığı da tartışmasızdır.

Somut olayda, davacı şubenin bulunduğu yerde, yetkili mahkemede dava açtığı dosyadaki bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın dava dilekçesinin yetki yönünden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı Olup bozma nedenidir.

O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün (BOZULMASINA) temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 07/10/1999 gününde oy birliğiyle karar verildi.






10 HD Esas : 2002/3819 Karar: 2002/4573 Tarih: 23.05.2002

Mahkemece; sigortalının çalışmalarının, davalı işverenin ikametgahının bulunduğu Kırkağaç´ta gerçekleştiğinden davaya bakmaya Kırkağaç Asliye Hukuk-İş Mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiş ise de; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 9 ve 17.maddeleri uyarınca Kurum hakkındaki işbu davanın Kurumun işlemlerini yürüten şubesinin bulunduğu Manisa İş Mahkemesinde de görülebileceği dikkate alınarak işin esasına girilerek meydana gelecek sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.
(506 s. SSK. m. 10) (1086 s. HUMK. m. 9, 17)

Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde 01.08.1984 - 30.11.1997 tarihleri arasında geçen ve Kuruma eksik bildirilen çalışmalarının sigortalı olarak tespitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde yetkisizliğe karar vermiştir.

Hükmün, davacı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Davacı, 01.08.1984-30.11.1997 tarihleri arasında Kuruma eksik bildirilen hizmetlerinin tespitini istemiş, Mahkemece; sigortalının çalışmalarının, davalı işverenin ikametgahının bulunduğu Kırkağaç´ta gerçekleştiğinden davaya bakmaya Kırkağaç Asliye Hukuk-İş Mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiş ise de; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 9 ve 17.maddeleri uyarınca Kurum hakkındaki işbu davanın Kurumun işlemlerini yürüten şubesinin bulunduğu Manisa İş Mahkemesinde de görülebileceği dikkate alınarak işin esasına girilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde yetkisizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA,
temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 23.05.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.



DAVA AÇMA SÜRESİ

506 sayılı yasanın 79.maddesi

“Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.”


8.fıkrasında ÖNGÖRÜLEN 5 YILLIK SÜRE HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE olup hak düşürücü sürenin özelliği dolayısı ile davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece re’sende dikkate alınacaktır.

Madde metninden de anlaşılacağı üzere 5 yıllık sürenin başlangıcı hizmetin sona erdiği senenin sonundan itibaren hesaplanarak 5 yıldır.

Hukuk Genel Kurulu E: 1999/21-985, K: 1999/985, Tarih: 24.11.1999

Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tespiti istenilen hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde açılması gerekir.
(506 s. SSK. m. 79/8)

Taraflar arasındaki "hizmet tesbiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ekinözü Asliye (İş) Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 11/6/1998 gün ve 1997/70 - 1998/38 sayılı kararın incelenmesi davalı S.S.K. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 8/12/1998 gün ve 1998/8396-8575 sayılı ilamı ile; (... 506 sayılı Kanunun 79/8. maddesi hükmünce, Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tesbiti istenilen hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde açılması gerekir.

Davacının tesbitini istediği çalışmaların 1976-1977 yılları arasında geçtiği, Mahkemeye 1997 yılında başvurulduğu hizmetin geçtiği yılın sonu olan 1977 yılı sonundan, dava tarihine kadar hak düşürücü sürenin fazlasıyla geçtiği, dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.

Öte yandan, davacının aynı işyerinde bu tarihten sonra çalışmasını sürdürmesinin veya 5 yıllık hak düşürücü süre içerisinde tekrar aynı işyerine girerek çalışmasının, hak düşürücü sürenin işlemesine engel olamayacağı ve hak düşürücü sürenin kesilmesi ve durmasının mümkün bulunmadığı hukuksal gerçeği de ortadadır.

Mahkemece, açıklanan maddi ve hukuki olgular nazara alınarak, davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddi gerekirken yazılı biçimde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.

O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı S.S.K. vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü.

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı S.S.K. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 24/11/1999 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

UYUŞMAZLIK: Taraflar arasındaki uyuşmazlık sigortalılık süresinin (hizmet akdiyle çalıştığı sürenin) tesbitine ilişkin açılan davada hakdüşürücü sürenin geçip geçmediğine ilişkindir.

Maddi Olay, Yasa Hükümleri, Deliller ve Tartışılması:

Davacı 24/09/1997 tarihli dava dilekçesinde; davalı işveren Belediyeye ait işyerinde 14/04/1976 tarihinde işe başladığı ve sürekli çalıştığı halde işe giriş bildirgesinin 01/03/1977 tarihinde verilmiş olduğunu, Sosyal Sigortalar Kurumu'na bildirilmeyen 14.04.1976-01/03/1977 devresinin tesbitini istemiştir. Davalı Belediyece düzenlenen ve mahkemeye ibraz edilen 15/01/1998 tarihli hizmet belgesinde ise, davacının işçi olarak 13/04/1976 tarihinde sigortalı olarak işe başladığını 28/02/1980 tarihine kadar işçi olarak Belediyede çalıştığı sonradan aynı Belediyede Emekli Sandığı'na tabi memur olarak çalışmasını 15/01/1998 tarihine kadar sürdürdüğü belirtilmiştir.

Öncelikle belirtelim ki 506 sayılı Yasa'nın 6. maddesinin başlığı sigortalılığın başlangıcı ve mecburi oluşu olup bu maddede aynen "Çalışanlar, işe alınmalarıyla kendiliğinden "sigortalı" olurlar. Sigortalılar ile bunların işverenleri hakkında sigorta hak ve yükümleri sigortalının işe alındığı tarihten başlar. Bu suretle sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılmaz ve vazgeçilmez. Sözleşmelere sosyal sigorta yardım ve yükümlerinin azaltmak veya başkasına devretmek yolunda hükümler konulamaz." denilmekte ve sigortalılığın vazgeçilmez feragat edilmez hak olduğu vurgulanmaktadır. Sigortalılığın tesbiti devresi ise kamu düzenine ilişkin olup mahkemece gereği gibi özenle delillerin toplanarak sonuca varılması gerekmektedir. Sigortalılığın tesbiti davalarında hakdüşürücü süreye ilişkin yasal madde ise 506 sayılı Yasa'nın 79/8; maddesi olup maddede aynen "Yönetmelikle tesbit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tesbit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır." Belediyeye ait işyerine 14/04/1976 tarihinde işe girerek 28/02/1980 tarihine kadar sosyal sigortaya tabi işçi statüsünde ve sonradan 15/01/1998 tarihine kadar memur olarak çalıştığı işe giriş bildirgesinin 1/03/1977 tarihinde verildiği ve 01/03/1977 tarihinden 28/2/1980 tarihine kadar da primlerinin Sosyal Sigortalar Kurumu'na ödendiği uyuşmazlık konusu değildir. 29/02/1980 tarihine kadar ki bildirimlerle Sosyal Sigortalar Kurumu davacının işyerinde çalıştığından haberdardır. 506 sayılı Kanun'un 79. maddesine göre noksan bildirilen sürelere ait primleri tahsil etmek hak ve yükümlülüğüne sahip olduğu gibi 506 sayılı Kanunun 140. maddesi uyarınca (506 S.K. 9, 140) idari para cezası uygulamak zorunluluğu da vardır. Kurum'un haberdar olduğu durumlarda hakdüşürücü süre sözkonusu değildir. Zira davacının sigortalılık hizmet süresi 14/04/1976-28/02/1980 devresi arasında geçmiştir. Bu sürenin herhangi bir bölümünde Kurum'un sigortalının çalıştığından haberdar olması yeterlidir. Zira 506 sayılı Kanun'un 79/8. maddesinde hizmetlerin sözcüğü o işyerindeki sigortalı hizmetlerinin bütününü kapsar ve davacının 14/04/1976-28.02.1980 devresinde sürekli çalıştığı da resmi kayıtlarla sabittir. Yasa koyucunun amacı da bu doğrultudadır. Sadece davacının 1976 yılındaki çalışması yönünden konunun düşünülmesi ise sosyal güvenlik hukuku kurallarıyla, yasa koyucunun amacıyla bağdaşmaz. Dairemizin kakarlarındaki görüşte bu doğrultudadır. Davalı Sosyal Sigortalar Kurumu 14/04/1976-28/02/1980 devresi içerisinde sürekli olarak 01/03/1977-28/02/1980 devresindeki bildirimlerle davacının işveren Belediyede çalıştığından haberdardır. Sosyal sigortalar Yasası'nın Kuruma tanıdığı hak ve yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekirken özellikle noksan bildirilen sürelerin tesbiti için müfettiş marifetiyle tahkikat yaptırarak prim tahsili ve idari para cezası (506 sayılı Kanun 79, 9, 140) tahakkuk ve tahsili cihetine gitmesi gerekirken bunları yapmadığı ve davacının işyerinde çalışmasından haberdar olduğu halde hakdüşürücü süreden bahsetmeye hak ve yetkisinin bulunmadığı açık ve seçik ortadadır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerekirken Yüksek Özel Daire görüşü doğrultusunda bozma kararı veren çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.


HD 10, E: 2002/1670, K: 2002/1821, Tarih: 11.03.2002

Davanın yasal dayanağı olan 506 sayılı Yasanın 79/10. madde hükmü uyarınca Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın hizmetin sona erdiği yılın sonundan itibaren 5 yıl içerisinde açılması gerekir. Hakdüşürücü sürenin hukuksal niteliği gereğince kesilmesi ve durmasının mümkün bulunmaması karşısında, hakdüşürücü süre içerisinde tekrar aynı işyerine girerek çalışılması hak düşürücü sürenin işlemesine engel olmayacaktır.
(506 s. SSK. m. 3, 79/10)

Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde 12.06.1978-1982/Mayıs ve 1983/Şubat-1999/Kasım sonu tarihleri arasında aralıksız,ücretle geçen ve davalı Kuruma bildirilmeyen sigortalı çalışmalarının tespitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme,ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar vermiştir.

Hükmün, davacı ve davalılardan Sosyal Sigortalar Kurumu Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Fatih Arkan tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalı Sosyal Sigortalar Kurumu vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-Davanın yasal dayanağı olan 506 sayılı Yasanın 79/10. madde hükmü uyarınca Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın hizmetin sona erdiği yılın sonundan itibaren 5 yıl içerisinde açılması gerekir.Hakdüşürücü sürenin hukuksal niteliği gereğince kesilmesi ve durmasının mümkün bulunmaması karşısında,hakdüşürücü süre içerisinde tekrar aynı işyerine girerek çalışmanın hak düşürücü sürenin işlemesine engel olmayacağı ve bu nedenle de davacının 1982 yılında işinden ayrıldığının anlaşıldığı nedenle; mahkemece, davacının 1978-1982 yılları arasındaki çalışma iddiasının hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi isabetlidir.

3-Şubat/1983-Kasım/1999 tarihleri arasındaki hizmet tespiti istemi yönünden ise; bu tür davalar nitelikçe kamu düzenine ilişkin olduğundan deliller resen toplanmalıdır. Bu çevrede; ev hizmetine ilişkin çalışmanın geçtiği davalı işverenlere ait yazlık ve kışlık evlerde, tespite konu sürede komşu evlerde oturan kişiler ile bina yöneticileri ve kapıcıları mümkün oldukça saptanarak tanık sıfatıyla dinlenmeli ve tüm delillerle birlikte değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Ayrıca, davalı işverenlerin tespite konu sürede, sürekli olarak ev hizmetlisi çalıştırma bakımından maddi güce sahip olup olmadıkları ve ev hizmetlisine gereksinimleri bulunup bulunmadığı da araştırılmalıdır.

Yapılacak incelemeler sonucunda çalışma olgusunun varlığının saptanması halinde ise, 506 Sayılı Yasanın 3. Maddesinin I-D bendi dikkate alınarak, ev hizmetlerinde sigortalı sayılmanın zorunlu unsurları olan; "ücretle ve sürekli" çalışmış olma hukuki olgusu da dikkate alınmalıdır.

Yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunarak hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA,
temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 11.03.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.



KESİNTİLİ ÇALIŞMA HALİNDE HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE UYGULAMASI


Çalışmanın süreklilik arzettiği ve fakat davalı işverence (aynı işverende geçen hizmet süresi açısından) hizmet tespiti talep edilen dönemde Sosyal Sigortalar Kurumuna birden fazla Sigortalı İşe Giriş Bildirgesi verilmiş olduğu takdir de (işe giriş-çıkış yapılmış olduğunda) ise Sigortalı İşe Giriş Bildirgelerinde mevcut olan sigortalı/davacı imzalarının davacıya ait olup olmadığı önem kazanmaktadır. Sigortalı işe giriş bildirgelerinde ki imzalar davacıya ait ise hak düşürücü süre her dönem için ayrı ayrı dikkate alınmalıdır.


HG 00, E: 2003/21-43, K: 2003/97, Tarih: 26.02.2003

Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tespiti istenilen hizmetlerin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde açılması gerekir. Yerleşik Yargıtay görüşlerine göre, Sigortalının aynı işyerinden verilmiş birden fazla işe giriş bildirgesinin varlığı halinde hak düşürücü süre, her kesim çalışma için ayrı ayrı hesap edilmelidir. Çıkış tarihinden sonra işçinin aynı işyerinde çalışmasını sürdürmesi veya hak düşürücü süre içerisinde tekrar aynı işyerine girerek çalışması hak düşürücü sürenin işlemesine engel olamaz. Öte yandan; kural olarak işe giriş bildirgeleri sigortalının imzasını içermelidir. Sigortalı, bildirgeyi hile, hata veya manevi baskı altında imzaladığını ileri sürmemiş veya imzanın kendisine ait olmadığını söylememiş ise, birden fazla işe giriş bildirgesinin varlığı ve işyerinden yapılan kısmi bildirimler, sigortalının o işyerinde kesintili çalıştığına karine oluşturur. Bu karinenin aksinin ancak eş değer de delillerle kanıtlanması gerekmekte olup tanık sözlerine değer verilemez.
(506 s. SSK. m. 79/10)

Taraflar arasındaki "hizmet tesbiti ve alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin İş Mahkemesince davanın kısmen kabul-kısmen reddine dair verilen 27.03.2002 gün ve 2001/650 E- 2002/165 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 11.06.2002 gün ve 2002/4414-5656 sayılı ilamı ile; (...1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,

2-Mahkemece; davacının 20.07.1983 ile 05.03.2000 tarihleri arasında davalılar işyerinde kesintisiz çalıştığı ve buna göre sigortalı çalışma süresinin tesbiti ile diğer işçilik haklarına hükmedilmişse de; bu sonuç usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır.

Gerçekten dosya içerisindeki bilgi ve belgelere göre; davacının davalı Ali Rıza Ö.'ya ait işyerine, 20.07.1983 tarihinde girdiği ve 10.08.1983 tarihinde çıktığı, daha sonra, 01.11.1985 tarihinde davalı Hayriye Ö.'ya ait işyerine girdiği ve bu işyerinden de, 15.11.1985 tarihinde çıktığı; 01.01.1988 tarihinde aynı işyerinde tekrar girerek bu tarihten itibaren istem tarihine kadar sürekli çalıştığı saptanmıştır.

506 Sayılı Kanunun 79/8. maddesi hükmünce; Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tesbiti istenilen hizmetlerin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde açılması gerekir.

Davacının tesbitini istediği çalışmaların bir kısmının 10.08.1983-01.11.1985 ve 15.11.1985-01.01.1988 tarihleri arasında geçtiği Mahkemeye 25.07.2001 tarihinde başvurduğu; bu döneme ilişkin hizmetin geçtiği yılın sonu olan, 15.11.1985 ve 31.12.1988 tarihinden dava tarihine kadar hak düşürücü sürenin fazlasıyla geçtiği anlaşılmaktadır. Davacının aynı işyerinde bu tarihten sonra çalışmasını sürdürmesinin veya hak düşürücü süre içerisinde tekrar aynı işyerine girerek çalışmasının, hak düşürücü sürenin işlemesine engel olamayacağı ve hak düşürücü sürenin kesilmesi ve durmasının mümkün bulunmadığı hukuksal gereği de ortadadır.

Mahkemece açıklanan maddi ve hukuki olgular nazara alınarak davanın, 10.08.1983-01.11.1985 ve 15.11.1985-01.01.1988 dönemi için hak düşürücü süre nedeniyle reddine ve buna bağlı olarak bu sürenin işçilik haklarının hesabında da dikkate alınması gerekirken yazılı biçimde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.

O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı Kurum vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, hizmet tespiti ve işçilik haklarının ödetilmesi isteğine ilişkindir.

Davacı, işverenler ile Sosyal Sigortalar Kurumu aleyhine 25.7.2001 tarihinde açtığı davada, davalı işverenlere ait iş yerinde devamlı çalıştığı halde işverence salt az prim ödeme kastı ile çalışma sürelerinin noksan bildirildiğini, 5.3.2000 tarihinde iş akdinin fesh edildiğini ileri sürerek, iş yerinde 20.7.1983 - 5.3.2000 tarihleri arasında devamlı çalıştığının tespiti ile ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık izin alacağının ödetilmesini talep etmiştir.

Davalı işverenler duruşmaya katılmadıkları gibi herhangi bir itiraz ileri sürmemişler, işyeri kayıtlarını ibraz etmemişlerdir.

Davalı Sosyal Sigortalar Kurumu vekili davacının davalı işyerine girişine dair birden fazla işe giriş bildirgesinin bulunduğunu, bu durumun çalışmanın kesintili olduğuna karine oluşturduğunu, işçilik hakları ile ilgili davanın tespit davası ile birlikte görülemeyeceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemenin, tanık beyanlarına göre davacının davalı işyerinde 20.7.1983 -5.3.2000 tarihleri arasında devamlı çalıştığının tespitine, bilirkişi raporunda 20.7.1983 -5.3.2000 tarihleri arası için hesaplanan kıdem ve ihbar tazminatı, ile yılık izin ücretinin davalı işverenden tahsiline"dair verdiği karar davalı işverenler vekili ile davalı kurum vekilinin temyizi üzerine yukarıda belirtilen nedenle Özel Dairece bozulmuştur.

Mahkemece, "işe giriş bildirgesi bulunduğundan hak düşürücü sürenin söz konusu olmadığı, devamlı çalışma olgusunun tanıklarca doğrulandığı, uygulamada işverenlerin çalıştırdıkları işçilerin çalışmalarını tam göstermedikleri"gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını sadece davalılardan Sosyal Sigortalar Kurumu vekili temyiz etmektedir.

Davanın yasal dayanağı 506 sayılı yasanın 79/10 maddesi olup, kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tespiti istenilen hizmetlerin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde açılması gerekir. Yerleşik Yargıtay görüşlerine göre, Sigortalının aynı işyerinden verilmiş birden fazla işe giriş bildirgesinin varlığı halinde hak düşürücü süre, her kesim çalışma için ayrı ayrı hesap edilmelidir. Çıkış tarihinden sonra işçinin aynı işyerinde çalışmasını sürdürmesi veya hak düşürücü süre içerisinde tekrar aynı işyerine girerek çalışması hak düşürücü sürenin işlemesine engel olamaz.

Öte yandan; kurul olarak işe giriş bildirgeleri sigortalının imzasını içermelidir. Sigortalı, bildirgeyi hile, hata veya manevi baskı altında imzaladığını ileri sürmemiş veya imzanın kendisine ait olmadığını söylememiş ise, birden fazla işe giriş bildirgesinin varlığı ve işyerinden yapılan kısmi bildirimler, sigortalının o işyerinde kesintili çalıştığına karine oluşturur. Bu karinenin aksinin ancak eş değer de delillerle kanıtlanması gerekmekte olup tanık sözlerine değer verilemez.

Somut olayda, davacının önceleri Ali Rıza Ö.'ya ait olan işyerine 20.7.1983 tarihinde girdiği ve 20 gün prim ödenerek 10.8.1983 tarihinde çıktığı; daha sonra Hayriye Ö.'ya devredilen aynı işyerine 1.11.1985 tarihinde girdiği, 15 gün prim ödenerek 15.11.1985 tarihinde çıktığı; 1.1.1988 tarihinde aynı işyerine girerek bu tarihten istem tarihine kadar sürekli çalıştığı kurum tarafından gönderilen imzalı işe giriş bildirgeleri ve prim tahakkuk cetvellerinden saptanmıştır. Ne varki, işverence ücret bordroları ibraz edilmediğinden çalışma sürelerine ilişkin davacının imzasının bulunup bulunmadığı, bildirimlerin bordroya uygun olup olmadığı saptanamamıştır.

Yukarıda açıklanan ilkeler karşısında, mahkemenin, birden fazla işe giriş bildirgesinin varlığını göz ardı ederek, işe giriş bildirgesi olduğundan hak düşürücü süreden söz edilemeyeceği gerekçesiyle salt tanık beyanlarına dayanarak devamlı çalışmanın tesbitine karar vermesi isabetsizdir.

Ancak, işe giriş bildirgelerindeki imzaların davacıya ait olmadığının saptanması halinde diğer deliller hep birlikte değerlendirilerek çalışmanın tespitine karar verilebilir. Oysa mahkemece bu yönde hiçbir araştırma inceleme yapılmamıştır. Her ne kadar, somut olayda işe giriş bildirgelerindeki imzaların davacıya ait olmadığı, bildirgelerin hile hata veya manevi baskı altında imzalandığı ileri sürülmemiş ise de, davacı dilekçesinde devamlı çalıştığını, salt az prim ödemek kastıyla işverenin çalışmalarını eksik bildirdiğini iddia ettiğine göre, bu durumda mahkemece hizmet tespiti davalarının özelliği dikkate alınarak işe giriş bildirgelerindeki imzalar üzerinde yöntemince uzman bilirkişiler aracılığı ile inceleme yaptırılmak oluşacak sonuca göre hak düşürücü sürenin geçip geçmediği ayrı ayrı belirlenmek ve tüm deliller hep birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar vermek gerekirken eksik inceleme ve yanlış gerekçelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı kurum vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 26.02.2003 gününde, yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

506 sayılı yasanın hizmet tespiti davalarının dayanağı olan 79. maddenin 10 (eski 8) nolu bendinde "Yönetmelikle tespit edilen BELGELERİ İŞVEREN TARAFINDAN VERİLMEYEN veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalılar 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak..." hizmet tespiti isteyebilecekleri açıklanmıştır.

Somut olayda davacıya ait işe giriş bildirgelerinin işveren tarafından süresi içerisinde S.S.K.ne verildiği anlaşılmaktadır.

H.G.Kurulunun birçok örneğin 4.11.1998 gün 1998/10 - 770 Esas 1998/790 Karar ve 21.2.2001 tarih 2001/21-153 Esas 2001/179 Karar sayılı ilamlarında da işe giriş bildirgesinin verilmesi halinde hak düşürücü sürenin uygulanmayacağı yasanın yukarıda açıklanan düzenlemesine uygun şekilde kabul edilmiştir.

Buna rağmen bu kez önceki kararlara aykırı şekilde oluşturulan HG.Kurulunun çoğunluğunun bozma kararına katılamıyorum.

Ayrıca dava konumuzda, davacı aynı dava içerisinde hizmet tesbiti yanında ihbar tazminatı, kıdem tazminatı, izin ücreti gibi işçilik alacaklarını da talep etmiş, mahkemece davacının çalışmasının ilk işe giriş bildirge tarihinden itibaren kesintisiz olduğu gerekçesi ile anılan istekler tüm kesintisiz çalışmaya göre belirlenip hüküm altına alınmıştır. Davalı işverenin temyiz isteminden vazgeçmesi sebebiyle aynı mahkeme kararı içinde yer alan işçilik alacakları ile ilgili hüküm kesinleşmiştir.

İşçilik alacakları yönünden davacının devamlı çalıştığı kesinleşmesine rağmen, aynı dosyada hizmet tesbiti yönünden çalışmaların fasılalı olduğu kabul edilerek hak düşürücü sürenin geçtiğini benimsemek aynı hüküm içerisinde çelişkili bir sonuç doğurur ki bu sonuç yasalara ve dosya içeriğine uygun düşmemektedir.

Davacı ile aynı soyadını taşıyan, aynı davalı işverene ait işyerinde çalışan ve aynı mahiyette dava açan işçiler Mustafa Bulat ve Muharrem Bulat hakkındaki davalar aynı vekil tarafından yürütülmüş, aynı mahkeme ve hatta aynı hakim tarafından temyiz incelemesine konu kararlardaki gibi kabul kararı verilmiş ve bu kararlar 21. Hukuk Dairesinin 11.6.2002 gün 2002/4411-5653 ve 2002/4415-5657 sayılı kararları ile onanmıştır.

Aynı konularda Yüksek Mahkemece farklı kararların verilmesi de adalet duygularını zedeler.

Açıklanan bu nedenlerle mahalli mahkeme kararının onanması görüşünde olduğumdan, Hukuk Genel Kurulunun Bozma kararına katılamıyorum.


Ancak bu hak düşürücü süre Sosyal Sigortalar Kurumuna Sigortalı İşe Giriş Bildirgesi verilmiş olduğu ve fakat 4 aylık/aylık dönem bordrolarının verilmemiş olduğu takdirde (4 aylık/aylık dönem bordroları verilmediği takdirde çalışma süre olarak Sosyal Sigortalar Kurumunda görülmemektedir) bu çalışma için hak düşürücü süre işlememektedir.

HD 10, E: 2002/4444, K: 2002/4909, Tarih: 30.05.2002

Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin tespiti istemine ilişkin olan davada, 29.02.1988 günlü işe giriş bildirgesinin 29.03.1988 tarihinde Kuruma intikal ettirildiği sigortalıya ait özlük dosyasından açıkça anlaşıldığından 506 Sayılı Kanunun 79.maddesinde yazılı 5 yıllık hakdüşürücü sürenin geçirilmesi söz konusu olmadığından işin esasına girilerek meydana gelecek sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.
(506 s. SSK. m. 79)

Davacı, davalılardan işverenlere ait işyerinde geçen ve Kuruma eksik bildirilen çalışmalarının sigortalı olarak tespitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar vermiştir.

Hükmün, davacı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Hüseyin Erol tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Dava; Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin tespiti istemine ilişkin olup, 29.02.1988 günlü işe giriş bildirgesinin 29.03.1988 tarihinde Kuruma intikal ettirildiği sigortalıya ait özlük dosyasından açıkça anlaşıldığından 506 Sayılı Kanunun 79.maddesinde yazılı 5 yıllık hakdüşürücü sürenin geçirilmesi sözkonusu olmadığından işin esasına girilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hakdüşürücü süre yönünden davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA,
temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 30.05.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.


HD 10, E: 2002/4166, K: 2002/4841, Tarih: 28.05.2002

Davacı, iş yeri çalışma sürelerinin tespiti istemiyle dava açmıştır, ilgili yasaya göre; yönetmelikle tespit edilen belgeler işveren tarafından verilmeyen sigortalıların çalıştıkları hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde dava açacakları hükmü öngörülmüştür. Yönetmelikle tespit edilen belgelerin verilmesi durumunda 5 yıllık hakdüşürücü süreden bahsedilemeyeceği açıktır.

Ayrıca; prim tahakkuk cetvelinde; sigortalının iş yerinden çıkış tarihi 30.05.1986 olarak öngörülmekte ise de çıkış belgesinin sigortalı imzasını içermemesi nedeniyle aksinin ispatının mümkün bulunduğu, keza işyerindeki çalışmanın mevsimlik olması halinde fiilen çalışılmayan dönemde hizmet akdi askıda olduğundan kısmi çalışmadan giderek hak düşürücü süreden sözedilemeyeceği, hususları gözönünde tutulmalı ve bu verilere göre bir sonuca gidilmelidir.
(506 s. SSK. m. 9, 79) (1086 s. HUMK. m. 238)

Davacı, davalı Orman İşletmesi nezdinde 1973 - 1990 yılları arasında işçi olarak geçen çalışmalarının tespitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar vermiştir.

Hükmün, davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi İhsan Çakmak tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davacının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-Davanın yasal dayanağı 506 Sayılı Kanunun 79/10 maddesi olup, anılan maddede yönetmelikle tespit edilen belgeler işveren tarafından verilmeyen sigortalıların çalıştıkları hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde dava açacakları hükmü öngörülmüştür. Yönetmelikle tespit edilen belgelerin verilmesi durumunda 5 yıllık hakdüşürücü süreden bahsedilemeyeceği açıktır.

Somut olayda, davacı; işveren sıfatıyla Orman Genel Müdürlüğüne husumet yönelterek 1973 - 1990 döneminde Niksar Orman İşletmesine bağlı ağaçlandırma sahalarında geçen çalışma sürelerinin tespitini istemiş ise de, davacı ile ilgili olarak 71466 nolu işyerinde 01.05.1986 tarihinde işe başladığına ilişkin işe giriş bildirgesinin Kuruma verildiğinin anlaşılması karşısında; özellikle bu işyerinin davalı Orman Genel Müdürlüğü ile bağlantısının saptanması koşuluyla 01.05.1986 tarihinden çıkışa kadarki dönem için hak düşürücü süreden bahsedilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan prim tahakkuk cetvelinde; sigortalının iş yerinden çıkış tarihi 30.05.1986 olarak öngörülmekte ise de çıkış belgesinin sigortalı imzasını içermemesi nedeniyle aksinin ispatının mümkün bulunduğu, keza işyerindeki çalışmanın mevsimlik olması halinde fiilen çalışılmayan dönemde hizmet akdi askıda olduğundan kısmi çalışmadan giderek hak düşürücü süreden sözedilemeyeceği, hususları gözönünde tutulmalıdır.

Mahkemece açıklanan maddi ve hukuki esaslar gözetilmeksizin eksik araştırma, inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile davanın hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle tümden reddi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28.05.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Sosyal Sigortalar Kurumuna usulüne uygun bir sigortalı işe giriş bildirgesi verilmiş olması 1 günlük çalışmanın mevcut bulunduğu yönünde karine teşkil etmekte ise de fiili çalışmanın mevcudiyeti yönünden yalnız başına yeterli değildir.

Hukuk Genel Kurulu E: 2004/21-742, K: 2004/744, Tarih: 22.12.2004

Yöntemince düzenlenip süresi içinde kuruma verilen işe giriş bildirgesi, kişinin işe alınmış olduğunu gösterirse de, fiili çalışmanın varlığının ortaya koyulması açısından tek başına yeterli kabul edilemez. Sigortalılıktan söz edebilmek için, çalışmanın varlığı, Yargıtay uygulamasında 506 sayılı Kanunun 79/8. maddesine dayalı sigortalılığın tespiti davaları yönünden kabul edilen ilkelere uygun biçimde belirlenmelidir. Zira, sigortalılığın başlangıcına yönelik her dava, aynı zamanda sigortalılığın tespiti istemini de içerir. Aksine düşünce, özellikle yaşlılık aylığının kabulü için öngörülen sigortalılık süresi yönünden çalışanlar ile çalışmayanlar arasında, adaletsiz ve haksız bir durum yaratır. Bu nedenle, işe giriş bildirgesinin verildiği, ancak, yasal diğer belgelerin bulunmadığı durumlarda, çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar aranmalı ve Anayasa´nın 60. maddesinde tanımlanan sosyal güvenlik hakkının niteliği gereği bu tür davalarda, hakim, doğrudan soruşturmayı genişleterek, sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığını belirlemelidir.
(506 s. SSK. m. 2, 79, 108)

Taraflar arasındaki "hizmet tespiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kartal 2.İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 17.09.2003 gün ve 2002/331 E. 2003/421 K. sayılı kararın incelenmesi davalı SSK. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 26.01.2004 gün ve 2003/10218-2004/532 sayılı ilamı ile;

(...Mahkemece bozma ilamına uyulduğu halde gereği yerine getirilmemiştir.

Davacı davalılara ait işyerinde 1.10.1975 yılında sigortalı olarak çalışmaya başladığını ve bu tarihin sigortalılık başlangıcı olarak tespitini istemiştir. Mahkemece ilamda belirtildiği şekilde istemin kabulüne karar verilmişse de bu sonuç usul ve yasaya uygun değildir.

Mahkemece bozma ilamına uyulmasından sonra sürdürülen yargılama aşamasında kurumda mevcut özlük dosyası örneği getirtilmiştir. Gelen belgeler arasında dönem bordroları olmadığı gibi, komşu işyerleri ve kayıtlara geçmiş kişilerde araştırılmamıştır. Dinlenen davacı tanıkları kayıtlara geçmiş kişiler değildir. Mahkemece yapılacak iş, işe giriş bildirgelerindeki işyeri sicil nosu yazılarak dönem bordrolarını getirtmek, davacıdan başka çalışan varsa bilgisine başvurmak, yoksa komşu işyerlerinde çalışanlar araştırılıp tespit edilerek tanık sıfatıyla bilgilerine başvurmak olayın aydınlanması bakımından zaruridir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın eksik araştırma ve incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davalı Kurum'un bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı SSK. vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

A- Davanın konusu: Dava, sigortalılığın başlangıcının tespiti istemine ilişkindir.

B- Davacının isteminin özeti; Davacı, 01.10.1975 tarihinden 31.12.1975 tarihine kadar davalı firmaya ait işyerinde çalışmasına rağmen, bu çalışmasının diğer davalı kurum tarafından kabul edilmediğini, davalı firmanın 01.10.1975 tarihinde işe giriş bildirgesini düzenleyip kuruma göndermesine karşılık, dönem bordrolarında ve sigorta bildirgelerinde kendisinin gösterilmediğini, bunda hem işyeri sahibi firmanın, hem de burasını denetlemekle görevli SSK.nun kusurlu olduğunu ileri sürerek, 1.10.1975 tarihinde çalışmaya başladığının tespitine karar verilmesini istemiştir.

C- Davalının cevabının özeti; Davalı SSK vekili davanın haksız olduğunu ileri sürerek reddi gerektiğini savunmuştur.

D- Yerel mahkemenin kararının özeti; Mahkemece; gelen belgelerin ve tanık sözlerinin birbirini tamamladığı, işe giriş bildirgesi verilmesinin ve bunun kurum kayıtlarına geçmesinin o işyerinde en az bir gün süre ile çalışmaya karine oluşturduğu, davalı kurumun bu karinenin aksini kanıtlayan bir delil sunamadığı gerekçeleriyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.

E- Temyiz evresi ve direnme; Hüküm, davalı kurum vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece, yukarıya aynen alınan gerekçe ile bozulmuş, yerel mahkeme bu bozmaya karşı önceki gerekçeleri yineleyerek direnmiş ve davanın kabulüne karar vermiştir.

F- Uyuşmazlık ve Gerekçe; Davacıya ait 01.10.1975 tarihli işe giriş bildirgesinin davalı kuruma süresi içerisinde verildiğinde uyuşmazlık bulunmamaktadır.

506 sayılı Kanunun 108. maddesi uyarınca, sigortalılık başlangıcı yönünden salt işe giriş bildirgesi verilmiş bulunması yeterli olmayıp, ayrıca Kanunun 2. maddesinde öngörülen şekilde fiili çalışmaların aranması da gereklidir.

Bu nedenledir ki, somut olayda uyuşmazlık fiili çalışma olgusunun yöntemince kanıtlanmış olup olmadığı, mahkemece bu yönde yapılan inceleme ve araştırmanın hükme yeterli bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, fiili veya gerçek çalışmayı ortaya koyacak belgeler, işe giriş bildirgesiyle birlikte 506 sayılı Kanunun 79. maddesinde belirtilen ve sigortalının çalışma gün sayısını, kazanç durumu çalışma tarihleriyle birlikte ortaya koyan aylık sigorta gün bilgileri ile Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 17. maddesinde belirtilen dört aylık prim bordroları gibi kuruma verilmesi zorunlu belgelerdir.

Yöntemince düzenlenip süresi içinde kuruma verilen işe giriş bildirgesi, kişinin işe alınmış olduğunu gösterirse de, fiili çalışmanın varlığının ortaya koyulması açısından tek başına yeterli kabul edilemez. Sigortalılıktan söz edebilmek için, çalışmanın varlığı, Yargıtay uygulamasında 506 sayılı Kanunun 79/8. maddesine dayalı sigortalılığın tespiti davaları yönünden kabul edilen ilkelere uygun biçimde belirlenmelidir. Zira, sigortalılığın başlangıcına yönelik her dava, aynı zamanda sigortalılığın tespiti istemini de içerir. Aksine düşünce, özellikle yaşlılık aylığının kabulü için öngörülen sigortalılık süresi yönünden çalışanlar ile çalışmayanlar arasında, adaletsiz ve haksız bir durum yaratır. Bu nedenle, işe giriş bildirgesinin verildiği, ancak, yasal diğer belgelerin bulunmadığı durumlarda, çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar aranmalı ve Anayasa'nın 60. maddesinde tanımlanan sosyal güvenlik hakkının niteliği gereği bu tür davalarda, hakim, doğrudan soruşturmayı genişleterek, sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığını belirlemelidir.

Bunun için de bu tür davalarda işyerinde tutulması gerekli dosyalar ile kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, işyeri çalışanları saptanmalı ve sigortalının hangi işte ne kadar süre ile çalıştığı açıklanmalı, gereğinde komşu işyerlerinde çalışanlarının bilgilerine de başvurularak gerçek çalışma olgusu, somut ve inandırıcı bilgilere dayalı biçimde kanıtlanmalıdır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 16.6.1999 gün ve 1999/21-510-527; 30.6.1999 gün ve 1999/21-549-555; 5.2.2003 gün ve 2003/21-35-64 sayılı, 24.11.2004 gün ve 2004/21-538-621; 15.12.2004 gün ve 2004/21-745-712 sayılı kararları da aynı doğrultudadır.

Somut olayda; dinlenen davacı tanıklarından Melahat Koç'un beyanı yer ve zaman içermeyen, soyut sözlerden ibaret olup, diğer tanık Rıza Madenci'nin ifadesi ise; herhangi bir resmi belge ile kontrol imkanı olmayan soyut bir anlatımdan ibarettir. Bu nedenlerle de yukarıda açıklanan ilkelere uygun sayılamaz. Çalışmanın tespiti istenen işyerinin bir işhanı içerisinde bulunması nedeniyle, komşu işyerlerinden istenen tarih itibari ile kayıtlara geçmiş kişilerin tespiti imkan dahilindedir. Bu itibarla yerel mahkemece; dinlenen tanıklar dışında özellikle komşu işyerleri araştırılıp, istenen tarihler itibari ile firma isimleri ile birlikte SSK'dan kayıtlara geçmiş çalışanların isimleri belirlenip, tanık sıfatıyla bilgilerine başvurularak çalışma olgusunun hiçbir tereddüde yer bırakmayacak ve kontrol imkanı sağlanacak şekilde tespiti zorunludur. Açıklanan nedenlerle, Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken direnme hükmü kurulması usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı SSK vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma
kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
22.12.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.



HD 10, E: 2002/3002, K: 2002/3441, Tarih: 18.04.2002

Sigortalılığın tespitine ilişkin olarak açılmış olan davada, eylemli veya gerçek biçimde çalışmanın varlığı saptanmadıkça hizmet akdine dayalı sigortalılıktan söz edilemez.(506 s. SSK. m. 79)

Davacı, sigortalılık başlangıç tarihinin 01.01.1974 olduğunun tesbitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Suna Memlük tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Bu tür davalar kamusal niteliği itibariyle gerektiğinde resen araştırmayı gerekli kılmaktadır. Bu nedenle işe giriş bildirgesinin verildiği, ancak yasal belgelerin bulunmadığı durumlarda çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar da aranmalı ve sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığı yöntemince belirlenmelidir.

Eylemli veya gerçek biçimde çalışmanın varlığı saptanmadıkça hizmet akdine dayalı sigortalılıktan söz edilemez.

Yöntemince düzenlenen işe giriş bildirgesi hizmet aktiyle bir gün çalışmanın karinesi olarak salt işe almayı göstermekle birlikte çalışmanın mevcudiyeti yönünden yalnız başına yeterli kabul edilemez, Kaldı ki hükme dayanak alınan 01.01.1974 tarihli işe giriş bildirgesi yıllarca sonra Kuruma 02.05.1979 tarihinde verilmiş olup, gün, ay ve yıl haneleri tahrifatlıdır.

Sigortalının işe girişi, ilk giriş olmayıp, tekrar girişe aittir. Mahkemece yapılacak iş "sigortalı işe ilk girişten sonraki bir tarihi içermekte olması ihtimali üzerinde durularak anılan işe giriş bildirgesinin aslı araştırılmalı üzerinde grafoloji uzmanlarınca bilirkişi incelemesi yaptırılmalı ve çalışma dönemine ait aylık ve dört aylık bildirgeler de getirilerek karşılaştırma yapılmalı, o dönemde bildirgede ismi bulunanlar tanık sıfatıyla dinlenmeli iş yeri sahibi araştırılarak davaya dahil edilmeli ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmelidir.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular üzerinde durulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davalı vekilinin temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 18.04.2002 gününde
oybirliğiyle karar verildi.



DAVANIN İSPATI MESELESİ


Hizmet tespiti davalarında çalışma olgusu her türlü delille ispat edilebilir. Çalışmanın varlığını ispat edecek herkes tanık gösterilebilecektir. Ancak Yargıtay tanık olarak özellikle çalışıldığı iddia edilen dönemde işyerinde çalışmış bulunan bordro tanıklarının (aynı dönemde Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirimi yapılmış olan diğer işçilerin) dinlenilmesi ile birlikte işyerinde çalışan bordro tanığı bulunması halinde dahi çalışmanın tespiti istenilen dönemde işyerine komşu işverenlerin (çalışıldığı iddia edilen işyerinin komşusu olan başka işyeri işverenlerinin) dinlenilmesini de aramaktadır.

HG 00, E: 2005/21-437, K: 2005/448, Tarih: 06.07.2005

506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasasının 2 ve 6. maddelerinde açıkça belirlendiği üzere, sigortalılığın oluşumu yönünden çalışma olgusunun varlığı zorunludur. Eylemli veya gerçek biçimde çalışmanın varlığı saptanmadıkça, hizmet akdine dayanılarak dahi sigortalılıktan söz edilemez. Fiili veya gerçek çalışmayı ortaya koyacak belgeler, işe giriş bildirgesiyle birlikte 506 sayılı Yasa´nın 79. maddesinde belirtilen sigortalının gün sayısını, kazanç durumunu, çalışma tarihleriyle birlikte ortaya koyan aylık sigorta gün bilgileri ile Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği´nin 17. maddesinde belirtilen 4 aylık prim bordroları gibi Kuruma verilmesi zorunlu belgelerdir.
(506 s. SSK. m. 2, 5, 6, 79)

Taraflar arasındaki "tespit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 2.İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 15.4.2004 gün ve 2002/858-2004/166 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 13.12.2004 gün ve 2004/10013-11091 sayılı ilamı ile,

(...Davacı, sigorta başlangıç tarihinin 7.5.1980 olduğunun tesbitini istemiştir.

Mahkemece, davacının 7.5.1980 tarihinde bir gün süre ile çalıştığının tesbitine karar verilmiş ise de bu sonuç eksik incelemeye dayalı olup usul ve yasaya aykırıdır.

Davacıya ait 7.5.1980 tarihli işe giriş bildirgesinin davalı Kuruma süresi içerisinde verildiğine dair uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, somut olayda fiili çalışma olgusunun yöntemince kanıtlanmış olup olmadığı, mahkemece bu yönde yapılan inceleme ve araştırmanın hükme yeterli bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Gerçekten; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasasının 2 ve 6. maddelerinde açıkça belirlendiği üzere, sigortalılığın oluşumu yönünden çalışma olgusunun varlığı zorunludur. Eylemli veya gerçek biçimde çalışmanın varlığı saptanmadıkça, hizmet akdine dayanılarak dahi sigortalılıktan söz edilemez. Fiili veya gerçek çalışmayı ortaya koyacak belgeler, işe giriş bildirgesiyle birlikte 506 sayılı Yasa'nın 79. maddesinde belirtilen sigortalının gün sayısını, kazanç durumunu, çalışma tarihleriyle birlikte ortaya koyan aylık sigorta gün bilgileri ile Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği'nin 17. maddesinde belirtilen 4 aylık prim bordroları gibi Kuruma verilmesi zorunlu belgelerdir. Yöntemince düzenlenip süresi içerisinde Kuruma verilen işe giriş bildirgesi, kişinin işe alınmış olduğunu gösterirse de fiili çalışmanın varlığının ortaya konulması açısından tek başına yeterli kabul edilemez. Sigortalılıktan söz edebilmek için, çalışmanın varlığı, Yargıtay uygulamasında 506 sayılı Yasanın 79/8. maddesine dayalı sigortalılığın tespiti davaları yönünden kabul edilen ilkelere uygun biçimde belirlenmelidir. Zira, sigortalılığın başlangıcına yönelik her dava sigortalılığın tespiti istemini de içerir. Aksine düşünce, özellikle yaşlılık aylığının kabulü için öngörülen sigortalılık süresi yönünden çalışanlar ile çalışmayanlar arasında adaletsiz ve haksız bir durum yaratır. Bu nedenle, işe giriş bildirgesinin verildiği ancak yasal diğer belgelerin bulunmadığı durumlarda çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar aranmalı, kamu düzenine dayalı bu tür davalarda hakim, görevi gereği doğrudan soruşturmayı genişleterek sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığını belirlemelidir. Bu yön, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 16.9.1999 gün 1999/21-510-527, 30.6.1999 gün 1999/21-549-555, 5.2.2003 gün 2003/21-35-64, 15.10.2003 gün 2003/21-634-572, 3.11.2004 gün 2004/21-480-579 ve 2004/21-479-578, 10.11.2004 gün 2004/21-538 ve 1.12.2004 gün 2004/21-629 sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.

Somut olaya gelince; mahkemece açıklanan şekilde fiili çalışmanın varlığının yöntemince araştırılmadan sonuca gidildiği ortadadır. Gerçekten dinlenen tanıklar davacıyla aynı dönemde çalışan işverenin bordrolarında kayıtlı tanıklar olmadığı gibi komşu veya benzer işi yapan işyerlerinde çalışan kayıtlara geçmiş kişiler değildirler.

Yapılacak iş; 7.5.1980 tarihli bildirgenin verildiği işyerinin 506 sayılı Yasanın 5. maddesi gereğince, yasa kapsamında olan bir işyeri olup olmadığının Kurumdan tespiti ile bu işyerinden bildirge tarihinde Kuruma verilen dönem bordrolarını isteyip dosyaya ekledikten sonra, işyerinden dönem bordrosu verilmiş ise bildirge tarihini kapsayan tarihte işyerinde çalıştığı tespit edilen kayıtlı işyeri çalışanlarını, bordro verilmemiş ise gerektiğinde zabıta marifetiyle tespit edilecek işyerine o tarihte komşu olan diğer işyerlerinde bildirge tarihinde çalıştığı tespit edilen kayıtlı komşu işyeri çalışanlarının;kayıtları celbedilerek çalışmanın niteliği ile gerçek bir çalışma olup olmadığı yönünde yöntemince beyanlarını almak gerçek çalışma olgusunu somut ve inandırıcı bilgilere dayalı şekilde 506 sayılı Yasanın 2, 6, 9 ve 79/8. maddeleri gereğince kanıtladıktan sonra sonucuna göre karar vermekten ibarettir.

O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, ve özellikle, dönem bordrolarında adları bulunan tanıkların adresleri yapılacak zabıta araştırması ile tespit edilerek bu çalışanların, olmadığı takdirde yine zabıta araştırması ile belirlenecek komşu işyeri işveren ve çalışanlarının ifadelerine başvurularak, oluşacak kanaat ile karar verilmesi gerekmesine göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 6.7.2005 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dava; hizmet tespitine ilişkin olup, yasal dayanağı 506 sayılı Yasanın değişik 79/10. maddesidir.

14508901 sigorta sicil numaralı davacı, 95309.06 numaralı Elmadağ Merkez Sağlık Ocağı 4 nolu lojman inşaatı işyerinde 01.05.1980-01.03.1981 tarihleri arasında çalıştığının tespitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda, işyerinin 27.09.1979 tarihi itibariyle davalı işveren Şefik Savran adına 506 sayılı Yasa kapsamında olduğu davalı işveren tarafından davacının 07.05.1980 tarihli işe giriş bildirgesinin davalı Kuruma süresinde verildiği, işe giriş bildirgesi üzerinde uzman bilirkişi tarafından yapılan incelemede işe giriş bildirgesindeki imzanın davacıya ait bulunduğu, işveren tarafından davalı Kuruma verilen prim tahakkuk cetvelinde davacının 1980/3 ve 4 dönemlerinde 60+60=120 günlük bildirimin yapıldığı, sigortalı hizmet cetvelinde davacının çalışmalarının göründüğü, böylece davacının çalışma olgusunun yazılı delillerle sübuta erdiği, anlaşılmıştır. Mahkemece ayrıca davacının çalıştığı inşaat işyerinin Sağlık Ocağı lojmanları olması bu sebeple tıpkı askeri birliklerde yapılan inşaatlarda olduğu gibi işin kalıcı bir iş olmaması nedeniyle komşu işverenlik yada komşu işyerlerinde çalışanları tespit etmenin mümkün bulunmadığı, tespit edilen bordro tanıklarına da yapılan araştırma ve çıkarılan davetiyelere rağmen ulaşılamadığı, bu durumda davacının davalı işverenin işyerinde çalıştığını bilen tanıkların dinlendiği, dinlenen tanıkların birbirini tamamlayan yeminli ifadelerinden davacının 506 sayılı Yasanın 2. maddesinde unsurları yazılı hizmet aktine göre davalı işverenin işyerinde fiilen çalıştığı da sübuta erdiğinden ve davacı da 05.05.2003 tarihli ıslah dilekçesi ile taleplerini bir günlük hizmet tespiti olarak ıslah ettiğinden, Mahkemece mevcut yazılı deliller ve tanık beyanlarına göre "Davanın kısmen kabulü, kısmen reddi ile davacının SSK Ankara Sigorta İl Müdürlüğünde 95309.04.06 sayılı dosyada işlem gören Şefik Savran'ın işvereni olduğu işyerinde 07.05.1980 tarihinde bir gün süre ile asgari ücret ile 506 sayılı Yasaya tabi çalıştığının tespitine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar vermiş olması mahkemece yapılması gereken tüm işlem ve tahkikatların yapılmış bulunması karşısında Hukuk Genel Kurulunun usul ve yasaya, sosyal güvenlik ilkelerine aykırı bulunan bozma kararlarına karşıyım, usul ve yasalara ve sosyal güvenlik ilkelerine uygun bulunan Direnme Kararının Onanması düşüncesindeyim.


Kesintili çalışmanın mevcudiyeti halinde açılacak hizmet tespiti davaları açısından ise kesintili çalışmanın mevcudiyetine ilişkin oluşacak karinenin aksi ancak eşdeğer belgelerle, yani yazılı belgeler ile ispat edilebilir.

HG 00, E: 2003/21-254, K: 2003/190, Tarih: 26.03.2003

Davacı, davalıya ait işlerinde hizmet aktine dayalı olarak sürekli çalıştığının tesbitini istemiştir. İstek, tanık sözlerine dayanılarak hüküm altına alınmıştır. Gerçekten, davacının, işyerindeki çalışmaları işe giriş bildirgesine, aylık ve üç aylık bordrolara dayanılarak Kuruma kısmi olarak bildirilmiş ve bildirime uygun olarak da primleri ödenmiştir. Öte yandan işe giriş bildirgesi ve bordolar davacı çalışmalarının işyerinde kesintili geçtiğinin karinesidir. Karinenin tersinin ise eşdeğerdeki belgelerle kanıtlanması gerektiği söz götürmez. Başka bir anlatımla yazılı belgelerin varlığı halinde tanık sözlerine itibar edilemez. Dairemizin, giderek Yargıtay´ın oturmuş ve yerleşmiş görüşleri de bu doğrultudadır.(506 s. SSK. m. 79)

Taraflar arasındaki "hizmet tesbiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 14.2.2002 gün ve 2000/18 E. 2002/45 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 9.7.2002 gün ve 2002/5411 -6670 sayılı ilamı ile; (...Davacı, davalıya ait işlerinde hizmet aktine dayalı olarak sürekli çalıştığının tesbitini istemiştir. İstek, tanık sözlerine dayanılarak hüküm altına alınmıştır.

Gerçekten, davacının, işyerindeki çalışmaları işe giriş bildirgesine, aylık ve üç aylık bordrolara dayanılarak Kuruma kısmi olarak bildirilmiş ve bildirime uygun olarak da primleri ödenmiştir. Öte yandan işe giriş bildirgesi ve bordolar davacı çalışmalarının işyerinde kesintili geçtiğinin karinesidir. Karinenin tersinin ise eşdeğerdeki belgelerle kanıtlanması gerektiği söz götürmez. Başka bir anlatımla yazılı belgelerin varlığı halinde tanık sözlerine itibar edilemez. Dairemizin, giderek Yargıtay'ın oturmuş ve yerleşmiş görüşleri de bu doğrultudadır.

Somut olayda, davacının imzası bulunan ücret bordrolarında kısmi çalışma bildirilmiş ise de, işveren imzalı vizite kağıtlarında ise ücret bordrolarında belirtilen sürelerden farklı sürelerde çalıştığı görülmektedir.

Yapılacak iş, davacının tesbitini istediği sürelerle ilgili olarak işverence imzalı vizite kağıtlarındaki sürelerin dışındaki sürelerle ilgili olarak istemin reddine, karar vermekten ibarettir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir....) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalılar vekilleri

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 26.3.2003 gününde, oybirliği ile karar verildi.


HG 00, E: 2001/10-624, K: 2001/656, Tarih: 03.10.2001

Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 79/8. maddesi olup, bu tür sigortalı hizmetlerin saptanmasına ilişkin davaların, kamu düzeniyle ilgili olup, bu nedenle de özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmesi zorunlu ve gereklidir. Bu durumda yapılacak iş, öncelikle ve davacının bu işyerinde kesintili çalıştığını kabul etmesi de nazara alınarak, işyerinin kapalı ve açık olduğu dönemler kesin bir biçimde saptanmalı, Sosyal Sigortalar Kurumu memurlarının işyeri ile ilgili kontrol tutanaklarının aslı veya onaylı suretleri, aylık puantaj ve mesai defterleri, ücret tediye bordroları ve şahsi sicil dosyası Kurumdan celbedilerek varsa işyeriyle ilgili davacının çalışmalarını gösteren diğer belgeler celbedilip incelenmeli, birden ziyade işe giriş bildirgesinin verilmiş olmasının, çalışmanın kesintili geçtiğine karine teşkil ettiği ve aksinin ancak yazılı delillerle çürütülebileceği gerçeği de gözönünde bulundurmalı ve varılacak sonuç uyarınca karar verilmelidir.(506 s. SSK. m. 79/8)

Taraflar arasındaki "hizmet tesbiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Osmancık Asliye Hukuk (İş) Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 20.6.2000 gün ve 1999/186 E-2000/167 K. sayılı kararın incelenmesi davalı işveren ve Kurum vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 30.10.2000 gün ve 2000/6540-6617 sayılı ilamı ile; (...Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 79/8. maddesi olup, bu tür sigortalı hizmetlerin saptanmasına ilişkin davaların, kamu düzeniyle ilgili olduğu ve bu nedenle de özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmesinin zorunlu ve gerekli bulunduğu açıktır.

Bu durumda yapılacak iş, öncelikle ve davacının bu işyerinde kesintili çalıştığını kabul etmesi de nazara alınarak, işyerinin kapalı ve açık olduğu dönemler kesin bir biçimde saptanmalı, Sosyal Sigortalar Kurumu memurlarının işyeri ile ilgili kontrol tutanaklarının aslı veya onaylı suretleri, aylık puantaj ve mesai defterleri, ücret tediye bordroları ve şahsi sicil dosyası Kurumdan celbedilerek varsa işyeriyle ilgili davacının çalışmalarını gösteren diğer belgeler celbedilip incelenmeli, birden ziyade işe giriş bildirgesinin verilmiş olmasının, çalışmanın kesintili geçtiğine karine teşkil ettiği ve aksinin ancak yazılı delillerle çürütülebileceği gerçeği de gözönünde bulundurmalı ve varılacak sonuç uyarınca karar verilmelidir.

Mahkemece bu hukuki ve maddi olgular gözetilmeksizin eksik inceleme ile hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDENLER: 1-Davalı işveren vekili

2-Davalı S.S.Kurumu Genel Müdürlüğü vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu´nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu´nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 3.10.2001 gününde, oybirliği ile karar verildi.




18 YAŞINDAN ÖNCEKİ ÇALIŞMA SÜRELERİ AÇISINDAN HİZMET TESPİTİ


HD 10, E: 2001/8857, K: 2002/185, Tarih: 22.01.2002

Sosyal Sigortalar Kanununa göre, 18 yaşından önceki çalışma süreleri toplam prim sayısına eklenir, fakat sigortalılık hizmet süresine dahil edilmez.(506 s. SSK. m. 79, geçici madde 54)

Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde 20.05.1995 - 11.05.1998 tarihleri arasında geçen ve davalı Kuruma bildirilmeyen çalışmalarının tesbitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalılardan Sosyal Sigortalar Kurumu Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi İhsan Çakmak tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Davanın Yasal Dayanağı 506 Sayılı Kanunun 79. maddesidir.

Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; davacı Ömer G. 13.12.1979 doğumlu olup 18 yaşını 13.12.1997 tarihinde tamamladığı anlaşılmaktadır. 506 Sayılı Kanunun Geçici 54. maddesi gereğince 18 yaşından önceki çalışma süreleri toplam prim sayısına eklenir, fakat sigortalılık hizmet süresine dahil edilmez.

Diğer taraftan davacı Ömer; hizmet tesbiti talep ettiği tarihleri kısmen kapsayacak şekilde Fevzi Çakmak İlköğretim Okulu Öğrencisidir.

Davacının devamlı mı yoksa part-time´mı çalıştığı hususunda detaylı araştırma ve irdeleme yapılmadan hüküm kurulmuştur.

Belirtilen hususlar gözardı edilerek; davacının çalışmalarının Kuruma 251 gün noksan bildirildiğine dair karar verilmiş olması usul ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan sebeplerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, dair 22.01.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



İŞÇİLİK ALACAKLARI İLE BİRLİKTE AÇILIP/AÇILAMAYACAĞI MESELESİ


Hizmet akdinden doğan işçilik alacaklarına ilişkin davalar (kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai vb.) ile hizmet tespiti davası birlikte açılabilir.

HG 00, E: 2004/21-226, K: 2004/223, Tarih: 14.04.2004

Davaların aynı sebepten doğması veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması halinde, davaların arasında bağlantı var sayılır.

Temyiz mercilerinin ayrı olması, davalar için bir ayırma nedeni değildir.

Birbirleriyle bağlantılı olan davaların birlikte açılıp, sonuçlandırılması olanaklı olup salt temyiz inceleme mercilerinin ayrı olması ve ispat şekillerinin farklı olması gerekçeleri ile ayrılmalarına karar verilemez.
(506 s. SSK. m. 6, 79) (1086 s. HUMK. m. 45, 46) (2797 s. Yargıtay K. m. 14)

Taraflar arasındaki "çalışma tesbiti ve tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Pazar/Tokat Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.5.2002 gün ve 2000/81 E. 2002/59 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Yirmibirinci Hukuk Dairesinin 23.1.2003 gün ve 10164-329 sayılı ilamı ile; (... Sigortalılığa ilişkin, "hizmet tespiti" davaları Sosyal Güvenliğe yönelik ortaya çıkan davalardır. Yasal dayanağını 506 sayılı Yasanın 6. ve 79/10. maddelerinden almaktadır. Sözü edilen 6. madde de, çalıştırılanların, işe alınmaları ile kendiliğinden sigortalı olacaktan, sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği belirtilmiştir. 79/10. madde de ise sigortalıların çalışmalarının tespiti ile ilgili dava açabilecekleri hükme bağlanmıştır. Bu bakımdan bu tür davalar Sosyal Güvenlik hakkı ve Kamu düzeni ile ilgilidir. Kamu Hukuku içerisinde yer alan bir hukuk dalında kişi iradesi önemli değildir. Doğrudan yasal statüsü gereği içerisinde bulunduğu durum dikkate alınır. Hakimin doğrudan gerçeği bulma yükümü bulunmaktadır.

işçilik haklarına gelince; bu tür davalar 1475 sayılı Yasadan kaynaklanmaktadır. Kişi iradesi önemli rol oynadığı gibi, taraf anlaşmaları dahi geçerlidir. Ayrıca bu tür haklardan her zaman için vazgeçilebilir. Alacak ve tazminat türü davalardandır.

Bu durumda; her iki davanın yasal konumları birbirinden tamamen farklıdır. Her iki dava arasında; birlikte görülmelerini veya birleştirilmelerini gerektiren bir neden bulunmamaktadır. Kaldı ki, birbirinden bağımsız sonuçlandırılmalarında da yarar bulunmaktadır. Öte yandan, bu davaların Yargıtay inceleme mercileri de farklıdır; ayrı ayrı açılıp, görülmeleri gerekli bu tür davaların birleştirilmek suretiyle birlikte görülmeleri usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Mahkemenin bu maddi ve hukuksal olguları gözetmeksizin, birbirinden tamamen farklı iki davayı birlikte bir arada görmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Yapılan iş her iki davayı ayırmak ve yargılamayı birbirinden bağımsız olarak sonuçlandırmaktan ibarettir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalılar vekili.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, hizmet tespiti ve işçilik alacaklarının tahsili isteğine ilişkindir.

Davacı, davalı Ü.... Belediyesinde 25.5.1992 tarihinde mevsimlik işçi olarak işe başladığını, daha sonra daimi işçi olarak görevlendirildiğini, 1946 yılı çalışmasının her nasılsa Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirilmediğini; 1999 yılında 53 günlük çalışmasının eksik bildirildiğini; Sendikaya üye olduğu için hiçbir ihtar yapılmaksızın 1.11.1999 tarihinde işten çıkartıldığını; Sosyal Sigortalar Kurumuna eksik bildirilen 1996 yılına ait 120 gün, 1999 yılına ait 53 gün çalışmasının tespitine, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 246.786.232 TL. ihbar tazminatı; 762.393.150 TL. kıdem tazminatı; 109.910.000 TL. yıllık izin ücreti; 740.358.696 TL. kötüniyet tazminatı ve ödenmeyen zorunlu tasarruf (nemasının) davacının işten çıkartılmasından itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Ü........ Belediye Başkanlığı vekili davanın reddini savunmuş, Yerel Mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar, özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.

Yerel mahkeme ile özel Daire arasındaki uyuşmazlık, hizmet tespiti davası ile işçilik alacakları davasının birlikte görülüp görülmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

öncelikle davacı işçinin birlikte açtığı her iki davanın hukuksal nitelikleri üzerinde durulmalı ve ardından da bu iki davanın usul hükümleri çerçevesinde birlikte görülme olanağının bulunup bulunmadığı hususu yani uyuşmazlığın kilitlendiği nokta irdelenmelidir.

ilkin sigortalı hizmetin tespiti davalarının hukuksal niteliği ve yargılama yöntemi üzerinde durulmasında yarar vardır.

Ülkemizde Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi olması gerektiği halde Kurumun bilgisi dışında çalıştırılan büyük bir kitlenin olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle sigortalı hizmetin tespiti davaları iş mahkemelerini ve giderek de Yargıtay'ın ilgili dairelerini en çok meşgul eden uyuşmazlıklar arasında yer almaktadır.

Sosyal güvenlik hakkı, bireylerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlayan bir insan hakkıdır. Aynı zamanda "sosyal güvenlik, sosyal hukuk devleti içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan temel kavramlardan birisidir". Bu esası göz önüne alan anayasa koyucu "Sosyal ve Ekonomik Haklar ve ödevler" başlığı altında sosyal güvenlik hakkını da düzenlemiş ve 60. madde ile "herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar" hükmünü getirmiştir.

Görüldüğü gibi vatandaşlara bu konuda Anayasal bir hak tanınırken, devlete de onların bu haktan yararlanmasını sağlayacak şartları hazırlama

görevi yüklenmiştir. Bu Anayasal görevin yerine getirilmesi için getirilen yasal düzenlemeler ve kurulan kurumların görevleri de bu bilinçle değerlendirilmelidir.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10. maddesi genel olarak sosyal güvenliğin sağlanması araçlarından birisidir. Söz konusu düzenlemenin özel amacı ise, kanunun diğer maddeleriyle birlikte değerlendirildiğinde daha açık biçimde ortaya çıkar. Anılan maddede "yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün ve sayıları nazara alınır" hükmü yer almaktadır.

Yine aynı yasanın 6/1. maddesinde, "çalıştırılanlar işe alınmakla kendiliğinden sigortalı olurlar" denilmektedir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında "sigortalı olmak hak ve yükümünden vazgeçilemeyeceği" öngörülmüştür.

Gerçekten, işe başlamakla sigortalılık niteliği kazanılır ve sigorta kollarına tabi olunur. Ne var ki, tek başına sigortalılık bazı sigorta kollarının sağladığı birtakım haklardan yararlanmak için yeterli değildir. Bunun için belli bir süreden beri sigortalı olmak ve/veya o sigorta kolu için belli bir prim ödeme gün sayısına ulaşmak gerekir. Sigortalı hakkındaki böylesine önemli bilgilerin, bu doğrultuda işlem yapılabilmesi için Kuruma ulaşması gerekir. Bunu sağlamak için de sigortalı çalıştıran işverenlere sosyal sigorta ilişkisi çerçevesinde bazı yükümlülükler getirilmiştir.

işveren öncelikle işyerini (SSK m.8) ve çalıştırdığı sigortalıları (SSK m.9) Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirmek zorundadır. Böylelikle Kurum, işyeri ve sigortalıdan haberdar olur, onları takip edebilir, işveren ayrıca çalıştırdığı sigortalı sayısı, sigorta primleri hesabına esas tutulacak kazançlar toplamı (SSK m.77), prim ödeme gün sayıları ve sigorta primleri miktarını da Kuruma bildirmelidir. (SSK m.79/1). Bu da örnekleri Sosyal Sigortalar işlemleri Yönetmeliğinde gösterilen "aylık sigorta primleri bildirgesi" (SSlY m.16) ve "dört aylık sigorta primleri bordrosu" (SSlY m.17) düzenleyerek yapılır, işveren bu yükümlülüklerini yerine getirmez, Sosyal Sigortalar Kurumu da bunu tespit edemezse Kurumun bilgisi dışında, sigortalı çalıştırılması söz konusu olur.

Diğer taraftan, işverenin bildirim yükümlerini yerine getirmemesi çalışanın sadece sigortalılığını değil, buna bağlı tüm haklarını kazanmasını engeller ki bu da Anayasa ve yasalar karşısında kabul edilebilir bir durum değildir, işte bu noktada SSK m.79/10'daki hükmün amacı, sigortalıların açacakları bir dava ile işverenin Kuruma vermediği belgelerde bulunması gereken hususların tespit edilerek bunun Kurum tarafından nazara alınmasını sağlamaktır. Bu özelliği nedeniyle de çoğu zaman hizmet tespiti istemleri ile işçilik haklarından kaynaklanan istemlerin iç içe girmeleri, aynı davada iteri sürülmeleri söz konusu olmaktadır.

Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10 maddesinde sözü edilen dava, nitelik itibariyle bir olumlu tespit davasıdır. Ne var ki, bu dava ileride açılacak olan eda davasına esas teşkil edecek bir tespit davası olarak nitelenemez. Kanuni düzenlemeye göre davacı, açacağı davada sigortalı hizmetlerinin tespitini isteyecek; talebi kabul edilirse alacağı ilamı gerekli işlemleri yapması için Kuruma iletecektir. Davacının bu davayı açmaktaki hukuki yaran bizzat kanun koyucu tarafından açıkça öngörülmüştür.

Sigortalı hizmetin tespiti davasında davacı, tespitini istediği süreler bakımından sigortalı niteliğini taşımalıdır. Taraf sıfatına sahip olabilmesi için bu şarttır. Burada sözü edilen sigortalı zorunlu sigortalıdır. Sigortalı hizmetin tespiti davasını açabilecek olan zorunlu sigortalılar ise kanunun lafzından ve yorumundan çıkan şekliyle, iş ilişkisi kural olarak hizmet akdine dayanan, SSK m.5'teki istisnalara girmeyen ve işini işverene ait işyerlerinde yapan kişilerdir. Bu kişilerin iş Kanunu kapsamında olmaları gerekmez, iş ilişkisi hizmet akdine dayanan kişilerin yanında memuriyet ilişkisine dayanarak çalıştırılan koruma bekçileri (SSK m.2/2) ile istisna akdine dayanarak çalıştırılan sanatçı, düşünür ve yazarlar (SSK Ek m.10) da sigortalı sayılmışlardır. Sigortalı sayılmada önem taşıyan bir diğer husus da işin işverene ait bir işyerinde yapılmasıdır. Kanun işyerini SSK m.2'de belirtilen sigortalıların işlerini yaptıkları yer olarak tanımlamış, eklentileri ve araçları da işyerinden saymıştır (SSK m.5). Görüldüğü gibi, işyeri tanımlanırken sigortalı esas alınmıştır. Diğer taraftan, Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10 maddesinde sigortalı hizmetin tespiti davasının kime karşı açılacağı konusunda bir düzenleme yoktur. Ancak yargı kararları ile davanın işveren ile birlikte Kuruma karşı da açılması gereği vurgulanmaktadır. Gerçekten, Sosyal Sigortalar Kurumu tespit ilamını aldığında işverenden o döneme ait prim belgelerini vermesini ister.

Aksi halde bunlar Kurumca re'sen düzenlenir. Tespit edilen döneme ilişkin primler de gecikme zammı ve faizi ile birlikte Kurum tarafından tahsil olunur. Ayrıca tespit edilen hizmet süresi, prim ödeme gün sayısı ve aylık kazanç toplanılan Kurum tarafından yapılacak yardımlarda ve bağlanacak aylıklarda dikkate alınır. Bu yüzden Kurumun sonucunda alınacak ilamı infaz edeceği ve hak alanını ilgilendiren bir davada taraf olması doğaldır. Dava sadece işverene veya Kuruma karşı açılmışsa davacıya diğerini de davaya dahil etmesi için süre verilecektir. Kanunda açık bir hüküm bulunmamasına rağmen sosyal sigorta ilişkisinin ve hizmet tespiti davasının özellikleri göz önünde tutularak bu husus kabul edilmiştir.

Bu noktada davalı işveren üzerinde kısaca durmakta yarar vardır. SSK m.4/1 sigortalı çalıştıran gerçek ve tüzel kişilerin işveren sayılacağını belirtmiştir. Koruma bekçileri koruma ve ihtiyar meclislerince seçilirler, atamaları vali ya da kaymakamca yapılmasına rağmen (Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun m.7/2) bunların işverenleri kendilerini seçen meclistir. Dava tespiti istenen dönemdeki işverene karşı açılır. O tarihler arasında işyeri el değiştirmişse husumetin bu dönemdeki bütün işverenlere yöneltilmesi gerekir. Kendilerine husumet yöneltilmeyen işverenler karşı usulüne uygun olarak dava açılmazsa onların işverenliği dönemi tespite konu olmaz.

Ayrıca, Hukuk düzeni alacakların sahipleri tarafından uzun süre takip edilmeden öylece bırakılmalarına izin vermemiş; bu haldeki alacakların ya tamamen ortadan kalkacaklarını ya da varlıklarını sürdürmekle beraber artık talep edilemeyeceklerini çeşitli düzenlemelerle hükme bağlamıştır. Bu tip bir düzenleme SSK m.79/10'da mevcuttur. Maddede sigortalıların sigortalı hizmetin tespiti davasını "....hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde...." açmaları gerektiği öngörülmektedir.

Davacı hizmet tespiti davasında belli bir dönemdeki çalışmalarının tespitini ister. Bu istek, dava dilekçesinde açıkça belirtilmiş olmasa da prime esas kazançlarının ve prim ödeme gün sayılarının tespiti talebini de içerir. Mahkeme ilamı işverenin Kuruma vermediği bildirgeler yerine geçecek belge niteliğindedir. Bu nedenle mahkeme de dava sonunda vereceği kararda, tespit edilen dönem için aylar itibariyle prim ödeme gün sayıları ile SSK m.77'ye göre hesaplanacak olan "o dönemdeki" bir günlük ücreti belirtecektir. Ücretlerin miktarlarının farklı olduğunun saptanması halinde, tüm devre

için aynı günlük ücret esas alınamaz. Farklı ücret miktarları kararda ayrıntılı olarak gösterilmelidir. Tespit edilen dönemde işveren tarafından yatırılmış primler varsa bunların o dönemdeki toplam prim ödeme gün sayısından indirilerek karar verilmesi gerekir. Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında tespit için incelemenin hangi sıraya göre yapılması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre öncelikle SSK m.79/10'da sözü geçen belgelerin işverence verilip verilmediği veya çalışmanın Kurumca tespit edilip edilmediği araştırılacaktır. Belgeler verilmişse yada çalışma Kurumca tespit edilmişse dava hukuki yarar yokluğundan reddedilecektir. Sonra tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı (işyerinin o dönemde gerçekten varolup olmadığı, kanun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı, yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği vb.) araştırılmalıdır. Hizmet sigortalı bir hizmet değilse dava taraf sıfatının yokluğundan reddedilmelidir. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir. Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabilir, işe giriş bildirgesinin işlevi Kurumu sigortalının çalışmaya başladığından haberdar etmek olduğundan bildirgenin verilmiş olması mutlaka çalışıldığını göstermez. O nedenle çalışma olgusunun ispatı başka delillere ihtiyaç gösterir. Sigortalı hizmetin tespiti için verilen kararlarda bu davaların özel bir duyarlılığı gerektirdiği ve suistimallere açık olduğu düşünülmelidir.

Çalışma olgusunun her türlü delille ispatlanabilmesine karşılık ücretin ispatında bu denli bir serbestlik söz konusu değildir. Ücret miktarı HUMK m.288'deki sınırları aşıyorsa, hüküm altına alınabilmesi için yazılı delil aranmalıdır. Bu sınırın altında kalan miktar için tanık dinletilebilir. Tespiti istenen miktar sınırı aşıyor olsa bile varlığı iddia edilen çalışmanın öncesine ve sonrasına ait yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belgeler bulunuyorsa tanık dinletilmesi mümkündür (HUMK m.292). SSK m.78/1'de prime esas günlük kazançların alt ve üst sınırlarının ne olacağı gösterilmiştir. Günlük kazancın alt sınırı HUMK m. 288'deki sınırı aşıyorsa ücretin yazılı delille saptanması gereğinin pratikte bir önemi kalmayacaktır. Çünkü zaten SSK m."78/2'ye göre, "....günlük kazançları alt sınırın altında olan sigortalılar ile ücretsiz çalışan sigortalıların günlük kazançları alt sınır üzerinden hesaplanır." ücretin alt sınırla tespit edilen miktardan fazla olması halinde ise günlük kazancın hesaplanmasında asgari ücret esas alınır.

Sosyal güvenlik hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olması sonucunda işverenin kabulü ya da davacının feragati tek başına hükme etkili olmaz (HUMK m. 95). Feragat veya kabule rağmen hakim delilleri hep birlikte değerlendirerek bir karara varacaktır. Yine aynı nedenle bu davalarda yemin teklif olunamaz (HUMK m. 346). Buna rağmen hakim taleple bağlıdır (HUMK m. 74). Talepten fazlaya karar verilebilmesi ancak davalının muvafakatiyle mümkündür (HUMK m. 185/2). Kurum sigortalı hizmetin tespiti davası sonucunda mahkemenin verdiği ilamın gereğini yerine getirmek zorundadır. Aksi halde davacı infaz hukuku çerçevesinde ilgili mercilere başvurabilir.

işçilik haklarına gelince; bu tür davalar 1475 sayılı Yasadan kaynaklanmaktadır. Kişi iradesi önemli rol oynadığı gibi, taraf anlaşmaları dahi geçerlidir. Ayrıca bu tür haklardan her zaman için vazgeçilebilir. Alacak ve tazminat türü davalardandır.

Bu davaların anılan nitelikleri, kendine özgü olmakla birlikte hizmet tespiti davalarından tamamen ayrı, bağlantısız kabul edilemez. Zira her iki dava ayrı açılsalar bile verilecek hükümler diğer dava için kesin delil olarak ele alınabilmektedir. Çoğu zaman iç içe ve birbirinin doğal sonucu olarak açılabilmektedirler. Zira işçinin sigortalı hizmetinin tespiti çoğu zaman işçilik haklarını etkilediği gibi, işçilik haklarının tespit edilmiş olması da sigortalı hizmetin tespiti davalarında kesin delil olarak ele alınmaktadır.

Yeri gelmişken Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının davaların birleştirilmesi ve ayrılmasına ilişkin hükümlerinin ve bu konudaki uygulamanın irdelenmesinde yarar vardır.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 45. maddesinde; "Aynı mahkemede görülmekte olan davalar, aralarında bağlantı bulunması halinde, davanın her safhasında, istek üzerine veya kendiliğinden mahkemece birleştirilebilir. Davalar ayrı mahkemelerde açılmış ise, bağlantı nedeni ile birleştirme talebi ikinci davanın açıldığı mahkeme önünde ilk itiraz olarak ileri sürülebilir. Birinci davanın açıldığı mahkeme, ilk itirazın kabulüne ve davaların birleştirilmesine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra bununla bağlıdır. Davaların aynı sebepten doğması veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması halinde bağlantı var sayılır. Temyiz mercii ayrı olan davaların bu madde hükmüne göre birleştirilmesine karar verilebilir. Bu halde temyiz incelemesi, birleştirilen davalarda uyuşmazlığı

doğuran asıl hukuki ilişkiye ait kararları inceleyen Yargıtay dairesince yapılır... (Değişik: 26.2.1985-3156/4 md.)." Hükmü yer almaktadır.

Yine aynı Yasanın 46. maddesinde; "Mahkeme, yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için, birlikte açılmış veya sonradan birleştirilmiş davaların ayrılmasına, davanın her safhasında', istek üzerine veya kendiliğinden karar verebilir." 48. maddesinde de;" Birleştirme ve ayırma istekleri, dilekçe ile veya duruşmada sözlü olarak da yapılabilir. Aynı mahkemede görülmekte olan davalar yönünden verilen birleştirme ve ayırma hususundaki kararlar hakkında ancak hükümle birlikte temyiz yoluna gidilebilir. Şu kadar ki, bu husus tek başına bozma sebebi teşkil etmez." Denilmektedir.

Görüldüğü üzere, yasanın bu açık düzenlemesi karşısında davaların temyiz mercilerinin ayrı olması bir ayırma nedeni olamayacağı gibi, ayırma kararı verilmemiş olması da tek başına bozma nedeni yapılamaz.

Diğer taraftan, her iki davanın birbirine açık etkisi gözetildiğinde "Davaların aynı sebepten doğması veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması halinde bağlantı var sayılır." Hükmü karşısında aralarında bağlantının bulunduğu da açıktır.

Ayrıca usul hukukumuzda davaların birleştirilmesi ve ayrılması kurumlarının getirilmesi nedeni davaların gereksiz yere uzamasını önlemek, az masrafla ve az zamanda sonuçlanmasını, sağlamaktadır. Gerek Sosyal Güvenlik gerek iş Hukukuna ilişkin davalar süratle sonuçlanması gereken, ekonomik yönden güçsüz durumdaki işçinin taraf olduğu davalardır. Kanunun aradığı anlamda aralarında bağlantı bulunan davalar birlikte açılmış, görülmüş bitirilmişken sadece temyiz mercilerinin ve ispat şekillerinin farklı olduğu gerekçesiyle hükmün bozulması yukarıda açıklanan hükümler karşısında yasal olarak da mümkün olmadığı gibi, bu hükümlerin getirilmesindeki amaca da uygun düşmeyecektir.

iki davanın birlikte açılması durumu, uygulamada sıklıkla görülmektedir. Örneğin muvazaaya dayalı iptal ve tenkis davaları birlikte kademeli olarak açılabilmektedir. (22.5.1987 tarih 1986/4 E., 1987/5 K. sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı; Tenkis-Muvazaaya dayalı iptal; miras bırakanın yaptığı temliki tasarruflardan zarar gören mirasçılar, tenkis davası ile birlikte kademeli olarak veya tenkis davası açtıktan sonra ayrı bir dilekçe ile Borçlar Kanunun 18. maddesine dayalı muvazaa nedeniyle iptal, tescil davası da açabilirler.)

Yargıtay Kanununun 14. maddesinde dairelerin görevleri belirlenmiştir. Anılan maddeye göre bir davada birkaç Hukuk dairesinin görevine giren uyuşmazlık söz konusu ise, temyiz incelemesi uyuşmazlığı doğuran asil hukuki ilişkiye ait hüküm ve kararları inceleyen dairece yapılır.

Açıklanan durum karşısında sigortalı hizmetin tespiti davası ile işçilik haklarından kaynaklanan tazminat ve alacak davalarının birbirleriyle bağlantılı olduğu, birlikte açılıp, sonuçlandırılmalarının olanaklı olduğu, anılan davaların salt temyiz inceleme mercilerinin ayrı olduğu ve ispat şekillerinin farklı olduğu gerekçesiyle ayrılmaları gerektiği hususunun bozma nedeni yapılamayacağı sonucuna varılmış ve direnme kararı açıklanan bu gerekçeyle yerinde görülmüştür.

Ne var ki işin esasına ilişkin temyiz itirazları incelendiğinden gerek hizmet tespiti gerek işçilik haklarından kaynaklanan tazminat ve alacak istemleri yönünden işin esasına yönelik temyiz incelemesinin yapılması için dosyanın Özel Dairesince gönderilmesi gerekir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan dosyanın işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın (21. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE), 14 4.2004 gününde oyçokluğu ile karar verildi.




HG 00 Esas : 2003/21-571 Karar: 2003/575 Tarih: 15.10.2003

Sigortalı hizmetin tespiti davası ile işçilik haklarından kaynaklanan tazminat ve alacak davalarının birbirleriyle bağlantılı olduğu, birlikte açılıp, sonuçlandırılmalarının olanaklı olduğu, davaların salt temyiz inceleme mercilerinin ayrı olduğu ve ispat şekillerinin farklı olduğu gerekçesiyle ayrılmalarına karar verilmesi hatalıdır.(506 s. SSK. m. 6, 79)

Taraflar arasındaki "hizmet tespiti-alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 11.10.2002 gün ve 2000/589-2002/802 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Yirmibirinci Hukuk Dairesinin 30.01.2003 gün ve 2002/11078-2003/593 sayılı ilamı ile; (...Sigortalılığa ilişkin, "hizmet tespiti" davaları Sosyal Güvenliğe yönelik ortaya çıkan davalardır. Yasal dayanağını 506 sayılı Yasa'nın 6. ve 79/10. maddelerinden almaktadır. Sözü edilen 6. madde de, çalıştırılanların, işe alınmaları ile kendiliğinden sigortalı olacakları, sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği belirtilmiştir. 79/10. madde de ise sigortalıların çalışmalarının tespiti ile ilgili dava açabilecekleri hükme bağlanmıştır. Bu bakımdan bu tür davalar Sosyal Güvenlik hakkı ve Kamu düzeni ile ilgilidir. Kamu Hukuku içerisinde yer alan bir Hukuk dalında kişi iradesi önemli değildir. Doğrudan yasal statüsü gereği içerisinde bulunduğu durum dikkate alınır. Hakimin doğrudan gerçeği bulma yükümü bulunmaktadır.

İşçilik haklarına gelince; bu tür davalar 1475 sayılı Yasadan kaynaklanmaktadır. Kişi iradesi önemli rol oynadığı gibi, taraf anlaşmaları dahi geçerlidir. Ayrıca bu tür haklardan her zaman için vazgeçilebilir. Alacak ve tazminat türü davalardandır.

Bu durumda; her iki davanın yasal konumları birbirinden tamamen farklıdır. Her iki dava arasında; birlikte görülmelerini gerektiren bir neden bulunmamaktadır.

Kaldı ki, birbirinden bağımsız sonuçlandırılmalarında da yarar bulunmaktadır. Öte yandan, bu davaların Yargıtay inceleme mercileri de farklıdır; ayrı ayrı açılıp, görülmeleri gerekli bu tür davaların birlikte görülmeleri usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Mahkemenin bu maddi ve hukuksal olguları gözetmeksizin, birbirinden tamamen farklı iki davayı bir arada görmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Yapılacak iş; her iki davayı ayırmak ve yargılamayı birbirinden bağımsız olarak sonuçlandırmaktan ibarettir.

0 halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. ..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDENLER: 1- Davalı SSK vekili

2.Davalı Hazine vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, muvazzaf askerlik süresine ilişkin borçlanmanın sigortalı çalışılan süre olarak tespiti ile kıdem tazminatının ve emekli maaşının bu süreye göre yeniden hesaplanması ile farkının ödenmesi, istemlerine ilişkindir. Dava dilekçesinde her iki istek de bulunmaktadır.

Uyuşmazlık; davaların hukuki niteliğinin ne olduğu ve birlikte görülüp görülemeyeceği, noktasındadır.

Davacı SSK.lı işçi, davalılar ise SSK Genel Müdürlüğü ve işveren'dir.

Davacı, Mersin tarım İl Müdürlüğünde çalışmakta iken 14.01.1997 tarihinde emeklilik ve aylık tahsis talebinde bulunmuş, SSK .ca 15.01.1997 tarihinden geçerli olmak üzere 12935 gösterge, 6630 prim ödeme gün sayısı ve %56.90 orana göre yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Askerlik borçlanma makbuzlarına göre davacı SSK Mersin Sigorta Müdürlüğüne iki parça halinde 15.03.1993 ve 16.03.1993 tarihli makbuzlarla toplam 1.880.040 TL ödemede bulunmuştur. Davacının 03.03.1970-03.11.1971 arası 1 yıl 8 aylık askerlik süresini borçlanma talep dilekçesi ise 22.03.1991 gün ve 90255 varide no ile SSK kayıtlarına girmiştir. Davacının borçlandığı ve ödediği miktarın 335 güne tekabül ettiği bilirkişi tarafından hesaplanmış ve mahkemece de bu miktar üzerinden kabul edilmiştir. Kıdem tazminatı farkı da bu süre hizmet süresine dahil edilerek hesaplanmış ve hükmedilmiştir. Yaşlılık aylığının da bu süre nazara alınarak hesaplanması gerektiği kabul edilmiştir.

Eş söyleyişle; Hizmet tespiti ve işçilik haklarına dayalı alacak ve tazminat istemleri dava dilekçesinde birlikte istenmiş, mahkemece her iki istem de değerlendirilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, davalılar vekillerinin temyizi üzerine özel dairece başlıkta ayrıntısı yazılı olduğu üzere her iki davanın hukuki nitelikleri ve yargılama yöntemlerinin farklılığından bahisle ayırma kararı verilmesi ve yargılamanın birbirinden bağımsız sonuçlandırılması gereğine işaretle yerel mahkeme kararı bozulmuştur. Yerel Mahkeme önceki kararında direnmiş ve hüküm davalılar vekillerince temyize getirilmiştir.

1- Davalı İşveren vekilinin yüze karşı verilen 22.05.2003 tarihli kararı 04.07.2003 tarihinde yasal süresi geçtikten sonra temyiz etmesi nedeniyle temyiz dilekçesinin süre yönünden reddine karar vermek gerekmiştir.

2. Davalı SSK vekilinin temyizine gelince;

Öncelikle davacı işçinin birlikte açtığı her iki davanın hukuksal nitelikleri üzerinde durulmalı ve ardından da bu iki davanın usul hükümleri çerçevesinde birlikte görülme olanağının bulunup bulunmadığı hususu yani uyuşmazlığın kilitlendiği nokta irdelenmelidir.

İlkin sigortalı hizmetin tespiti davalarının hukuksal niteliği ve yargılama yöntemi üzerinde durulmasında yarar vardır.

Ülkemizde Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi olması gerektiği halde Kurumun bilgisi dışında çalıştırılan büyük bir kitlenin olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle sigortalı hizmetin tespiti davaları iş mahkemelerini ve giderek de Yargıtay'ın ilgili dairelerini en çok meşgul eden uyuşmazlıklar arasında yer almaktadır.

Sosyal güvenlik hakkı, bireylerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlayan bir insan hakkıdır. Aynı zamanda "sosyal güvenlik, sosyal hukuk devleti içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan temel kavramlardan birisidir". Bu esası göz önüne alan anayasa koyucu "Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler" başlığı altında sosyal güvenlik hakkını da düzenlemiş ve 60'ncı madde ile "herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar" hükmünü getirmiştir.

Görüldüğü gibi vatandaşlara bu konuda anayasal bir hak tanınırken, devlete de onların bu haktan yararlanmasını sağlayacak şartları hazırlama görevi yüklenmiştir. Bu anayasal görevin yerine getirilmesi için getirilen yasal düzenlemeler ve kurulan kurumların görevleri de bu bilinçle değerlendirilmelidir.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10 maddesi genel olarak sosyal güvenliğin sağlanması araçlarından birisidir. Söz konusu düzenlemenin özel amacı ise, kanunun diğer maddeleriyle birlikte değerlendirildiğinde daha açık biçimde ortaya çıkar. Anılan maddede "yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır. "hükmü yer almaktadır.

Yine aynı yasanın 6/1 maddesinde, "çalıştırılanlar işe alınmakla kendiliğinden sigortalı olurlar" denilmektedir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında "sigortalı olmak hak ve yükümünden vazgeçilemeyeceği" öngörülmüştür.

Gerçekten, işe başlamakla sigortalılık niteliği kazanılır ve sigorta kollarına tabi olunur. Ne var ki, tek başına sigortalılık bazı sigorta kollarının sağladığı birtakım haklardan yararlanmak için yeterli değildir. Bunun için belli bir süreden beri sigortalı olmak ve/veya o sigorta kolu için belli bir prim ödeme gün sayısına ulaşmak gerekir. Sigortalı hakkındaki böylesine önemli bilgilerin, bu doğrultuda işlem yapılabilmesi için Kuruma ulaşması gerekir. Bunu sağlamak için de sigortalı çalıştıran işverenlere sosyal sigorta ilişkisi çerçevesinde bazı yükümlülükler getirilmiştir.

İşveren öncelikle işyerini (SSK m.8) ve çalıştırdığı sigortalıları (SSK m.9) Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirmek zorundadır. Böylelikle Kurum, işyeri ve sigortalıdan haberdar olur, onları takip edebilir. İşveren ayrıca çalıştırdığı sigortalı sayısı, sigorta primleri hesabına esas tutulacak kazançlar toplamı (SSK m.77), prim ödeme gün sayıları ve sigorta primleri miktarını da Kuruma bildirmelidir (SSK m.79/1). Bu da örnekleri Sosyal Sigortalar İşlemleri Yönetmeliğinde gösterilen 'aylık sigorta primleri bildirgesi' (SSİY m.16) ve 'dört aylık sigorta primleri bordrosu' (SSİY m.17) düzenleyerek yapılır. İşveren bu yükümlülüklerini yerine getirmez, Sosyal Sigortalar Kurumu da bunu tespit edemezse Kurumun bilgisi dışında, sigortalı çalıştırılması söz konusu olur.

Diğer taraftan, işverenin bildirim yükümlerini yerine getirmemesi çalışanın sadece sigortalılığını değil, buna bağlı tüm haklarını kazanmasını engeller ki bu da anayasa ve yasalar karşısında kabul edilebilir bir durum değildir . İşte bu noktada SSK m.79/10'daki hükmün amacı, sigortalıların açacakları bir dava ile işverenin Kuruma vermediği belgelerde bulunması gereken hususların tespit edilerek bunun Kurum tarafından nazara alınmasını sağlamaktır. Bu özelliği nedeniyle de çoğu zaman hizmet tespiti istemleri ile işçilik haklarından kaynaklanan istemlerin iç içe girmeleri, aynı davada ileri sürülmeleri söz konusu olmaktadır.

Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10 maddesinde sözü edilen dava, nitelik itibariyle bir olumlu tespit davasıdır. Ne var ki, bu dava ileride açılacak olan eda davasına esas teşkil edecek bir tespit davası olarak nitelenemez. Kanuni düzenlemeye göre davacı, açacağı davada sigortalı hizmetlerinin tespitini isteyecek; talebi kabul edilirse alacağı ilamı gerekli işlemleri yapması için Kuruma iletecektir. Davacının bu davayı açmaktaki hukuki yararı bizzat kanun koyucu tarafından açıkça öngörülmüştür.

Sigortalı hizmetin tespiti davasında davacı, tespitini istediği süreler bakımından sigortalı niteliğini taşımalıdır. Taraf sıfatına sahip olabilmesi için bu şarttır. Burada sözü edilen sigortalı zorunlu sigortalıdır. Sigortalı hizmetin tespiti davasını açabilecek olan zorunlu sigortalılar ise kanunun lafzından ve yorumundan çıkan şekliyle, iş ilişkisi kural olarak hizmet akdine dayanan, SSK m.3'teki istisnalara girmeyen ve işini işverene ait işyerlerinde yapan kişilerdir. Bu kişilerin İş Kanunu kapsamında olmaları gerekmez. İş ilişkisi hizmet akdine dayanan kişilerin yanında memuriyet ilişkisine dayanarak çalıştırılan koruma bekçileri (SSK m.2/2) ile istisna akdine dayanarak çalıştırılan sanatçı, düşünür ve yazarlar (SSK Ek m.10) da sigortalı sayılmışlardır. Sigortalı sayılmada önem taşıyan bir diğer husus da işin işverene ait bir işyerinde yapılmasıdır. Kanun işyerini SSK m.2'de belirtilen sigortalıların işlerini yaptıkları yer olarak tanımlamış, eklentileri ve araçları da işyerinden saymıştır (SSK m.5). Görüldüğü gibi, işyeri tanımlanırken sigortalı esas alınmıştır. Diğer taraftan, Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10 maddesinde sigortalı hizmetin tespiti davasının kime karşı açılacağı konusunda bir düzenleme yoktur. Ancak yargı kararları ile davanın işveren ile birlikte Kuruma karşı da açılması gereği vurgulanmaktadır. Gerçekten, Sosyal Sigortalar Kurumu tespit ilamını aldığında işverenden o döneme ait prim belgelerini vermesini ister. Aksi halde bunlar Kurumca re'sen düzenlenir. Tespit edilen döneme ilişkin primler de gecikme zammı ve faizi ile birlikte Kurum tarafından tahsil olunur. Ayrıca tespit edilen hizmet süresi, prim ödeme gün sayısı ve aylık kazanç toplamları Kurum tarafından yapılacak yardımlarda ve bağlanacak aylıklarda dikkate alınır. Bu yüzden Kurumun sonucunda alınacak ilamı infaz edeceği ve hak alanını ilgilendiren bir davada taraf olması doğaldır. Dava sadece işverene veya Kuruma karşı açılmışsa davacıya diğerini de davaya dahil etmesi için süre verilecektir. Kanunda açık bir hüküm bulunmamasına rağmen sosyal sigorta ilişkisinin ve hizmet tespiti davasının özellikleri göz önünde tutularak bu husus kabul edilmiştir.

Bu noktada dayalı işveren üzerinde kısaca durmakta yarar vardır. SSK m.4/1 sigortalı çalıştıran gerçek ve tüzel kişilerin işveren sayılacağını belirtmiştir. Koruma bekçileri koruma ve ihtiyar meclislerince seçilirler, atamaları vali ya da kaymakamca yapılmasına rağmen (Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun m.7/2) bunların işverenleri kendilerini seçen meclistir. Dava tespiti istenen dönemdeki işverene karşı açılır. 0 tarihler arasında işyeri el değiştirmişse husumetin bu dönemdeki bütün işverenlere yöneltilmesi gerekir. Kendilerine husumet yöneltilmeyen işverenlere karşı usulüne uygun olarak dava açılmazsa onların işverenliği dönemi tespite konu olmaz.

Ayrıca, Hukuk düzeni alacakların sahipleri tarafından uzun süre takip edilmeden öylece bırakılmalarına izin vermemiş; bu haldeki alacakların ya tamamen ortadan kalkacaklarını ya da varlıklarını sürdürmekle beraber artık talep edilemeyeceklerini çeşitli düzenlemelerle hükme bağlamıştır. Bu tip bir düzenleme SSK m.79/10'da da mevcuttur. Maddede sigortalıların sigortalı hizmetin tespiti davasını "....hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde...." açmaları gerektiği öngörülmektedir.

Davacı hizmet tespiti davasında belli bir dönemdeki çalışmalarının tespitini ister. Bu istek, dava dilekçesinde açıkça belirtilmiş olmasa da prime esas kazançlarının ve prim ödeme gün sayılarının tespiti talebini de içerir. Mahkeme ilamı işverenin Kuruma vermediği bildirgeler yerine geçecek belge niteliğindedir. Bu nedenle mahkeme de dava sonunda vereceği kararda, tespit edilen dönem için aylar itibariyle prim ödeme gün sayıları ile SSK m.77'ye göre hesaplanacak olan 'o dönemdeki' bir günlük ücreti belirtecektir. Ücretlerin miktarlarının farklı olduğunun saptanması halinde, tüm devre için aynı günlük ücret esas alınamaz. Farklı ücret miktarları kararda ayrıntılı olarak gösterilmelidir. Tespit edilen dönemde işveren tarafından yatırılmış primler varsa bunların o dönemdeki toplam prim ödeme gün sayısından indirilerek karar verilmesi gerekir. Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında tespit için incelemenin hangi sıraya göre yapılması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre öncelikle SSK m.79/10'da sözü geçen belgelerin işverence verilip verilmediği veya çalışmanın Kurumca tespit edilip edilmediği araştırılacaktır. Belgeler verilmişse yada çalışma Kurumca tespit edilmişse dava hukuki yarar yokluğundan reddedilecektir. Sonra tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı (işyerinin o dönemde gerçekten varolup olmadığı, kanun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı, yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği vb.) araştırılmalıdır. Hizmet sigortalı bir hizmet değilse dava taraf sıfatının yokluğundan reddedilmelidir. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir. Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabilir. İşe giriş bildirgesinin işlevi Kurumu sigortalının çalışmaya başladığından haberdar etmek olduğundan bildirgenin verilmiş olması mutlaka çalışıldığını göstermez. 0 nedenle çalışma olgusunun ispatı başka delillere ihtiyaç gösterir. Sigortalı hizmetin tespiti için verilen kararlarda bu davaların özel bir duyarlılığı gerektirdiği ve suiistimallere açık olduğu düşünülmelidir.

Çalışma olgusunun her türlü delille ispatlanabilmesine karşılık ücretin ispatında bu denli bir serbestlik söz konusu değildir. Ücret miktarı HUMK m.288'dekisınırları aşıyorsa, hüküm altına alınabilmesi için yazılı delil aranmalıdır. Bu sınırın altında kalan miktar için tanık dinletilebilir. Tespiti istenen miktar sınırı aşıyor olsa bile varlığı iddia edilen çalışmanın öncesine ve sonrasına ait yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belgeler bulunuyorsa tanık dinletilmesi mümkündür (HUMK m. 292).SSK m.78/1'de prime esas günlük kazançların alt ve üst sınırlarının ne olacağı gösterilmiştir. Günlük kazancın alt sınırı HUMK m. 288'deki sınırı aşıyorsa ücretin yazılı delille saptanması gereğinin pratikte bir önemi kalmayacaktır. Çünkü zaten SSK m.78/2'ye göre, "....günlük kazançları alt sınırın altında olan sigortalılar ile ücretsiz çalışan sigortalıların günlük kazançları alt sınır üzerinden hesaplanır. ' ücretin alt sınırla tespit edilen miktardan fazla olması halinde ise günlük kazancın hesaplanmasında asgari ücret esas alınır

Sosyal güvenlik hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olması sonucunda işverenin kabulü ya da davacının feragati tek başına hükme etkili olmaz (HUMK m. 95). Feragat veya kabule rağmen hakim delilleri hep birlikte değerlendirerek bir karara varacaktır. Yine aynı nedenle bu davalarda yemin teklif olunamaz (HUMK m.346). Buna rağmen hakim taleple bağlıdır (HUMK. m.74). Talepten fazlaya karar verilebilmesi ancak davalının muvafakatiyle mümkündür (HUMK m.185/2).Kurum sigortalı hizmetin tespiti davası sonucunda mahkemenin verdiği ilamın gereğini yerine getirmek zorundadır. Aksi halde davacı infaz hukuku çerçevesinde ilgili mercilere başvurabilir.

İşçilik haklarına gelince; bu tür davalar 1475 sayılı Yasadan kaynaklanmaktadır. Kişi iradesi önemli rol oynadığı gibi, taraf anlaşmaları dahi geçerlidir. Ayrıca bu tür haklardan her zaman için vazgeçilebilir. Alacak ve tazminat türü davalardandır.

Bu davaların anılan nitelikleri, kendine özgü olmakla birlikte hizmet tespiti davalarından tamamen ayrı, bağlantısız kabul edilemez.Zira her iki dava ayrı açılsalar bile verilecek hükümler diğer dava için kesin delil olarak ele alınabilmektedir. Çoğu zaman iç içe ve birbirinin doğal sonucu olarak açılabilmektedirler. Zira işçinin sigortalı hizmetinin tespiti çoğu zaman işçilik haklarını etkilediği gibi, işçilik haklarının tespit edilmiş olması da sigortalı hizmetin tespiti davalarında kesin delil olarak ele alınmaktadır.

Yeri gelmişken Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının davaların birleştirilmesi ve ayrılmasına ilişkin hükümlerinin ve bu konudaki uygulamanın irdelenmesinde yarar vardır.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 45. maddesinde; "Aynı mahkemede görülmekte olan davalar, aralarında bağlantı bulunması halinde, davanın her safhasında, istek üzerine veya kendiliğinden mahkemece birleştirilebilir Davalar ayrı mahkemelerde açılmış ise, bağlantı nedeni ile birleştirme talebi ikinci davanın açıldığı mahkeme önünde ilk itiraz olarak ileri sürülebilir. Birinci davanın açıldığı mahkeme, ilk itirazın kabulüne ve davaların birleştirilmesine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra bununla bağlıdır Davaların aynı sebepten doğması veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması halinde bağlantı var sayılır. Temyiz mercii ayrı olan davaların bu madde hükmüne göre birleştirilmesine karar verilebilir. Bu halde temyiz incelemesi, birleştirilen davalarda uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişkiye ait kararları inceleyen Yargıtay dairesince yapılır. .. .(Değişik: 26/2/1985 - 3156/4 md.)." Hükmü yer almaktadır.

Yine aynı Yasanın 46. maddesinde; "Mahkeme, yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için, birlikte açılmış veya sonradan birleştirilmiş davaların ayrılmasına, davanın her safhasında, istek üzerine veya kendiliğinden karar verebilir. ", 48 maddesinde de;" Birleştirme ve ayırma istekleri, dilekçe ile veya duruşmada sözlü olarak da yapılabilir. .. .Aynı mahkemede görülmekte olan davalar yönünden verilen birleştirme ve ayırma hususundaki kararlar hakkında ancak hükümle birlikte temyiz yoluna gidilebilir. Şu kadar ki, bu husus tek başına bozma sebebi teşkil etmez." Denilmektedir.

Görüldüğü üzere, yasanın bu açık düzenlemesi karşısında davaların temyiz mercilerinin ayrı olması bir ayırma nedeni olamayacağı gibi, ayırma kararı verilmemiş olması da tek başına bozma nedeni yapılamaz.

Diğer taraftan, her iki davanın birbirine açık etkisi gözetildiğinde "Davaların aynı sebepten doğması veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması halinde bağlantı var sayılır. " Hükmü karşısında aralarında bağlantının bulunduğu da açıktır.

Ayrıca usul hukukumuzda davaların birleştirilmesi ve ayrılması kurumlarının getirilme nedeni davaların gereksiz yere uzamasını önlemek, az masrafla ve az zamanda sonuçlanmasını, sağlamaktadır. Gerek Sosyal Güvenlik gerek İş Hukukuna ilişkin davalar süratle sonuçlanması gereken, ekonomik yönden güçsüz durumdaki işçinin taraf olduğu davalardır. Kanunun aradığı anlamda aralarında bağlantı bulunan davalar birlikte açılmış, görülmüş bitirilmişken sadece temyiz mercilerinin ve ispat şekillerinin farklı olduğu gerekçesiyle hükmün bozulması yukarıda açıklanan hükümler karşısında yasal olarak da mümkün olmadığı gibi, bu hükümlerin getirilmesindeki amaca da uygun düşmeyecektir.

Açıklanan durum karşısında sigortalı hizmetin tespiti davası ile işçilik haklarından kaynaklanan tazminat ve alacak davalarının birbirleriyle bağlantılı olduğu, birlikte açılıp, sonuçlandırılmalarının olanaklı olduğu, anılan davaların salt temyiz inceleme mercilerinin ayrı olduğu ve ispat şekillerinin farklı olduğu gerekçesiyle ayrılmaları gerektiği hususunun bozma nedeni yapılamayacağı sonucuna varılmış ve direnme kararı açıklanan bu gerekçeyle yerinde görülmüştür.

Ne var ki işin esasına ilişkin temyiz itirazları incelenmediğinden gerek hizmet tespiti gerek işçilik haklarından kaynaklanan tazminat ve alacak istemleri yönünden işin esasına yönelik temyiz incelemesinin yapılması için dosyanın özel dairesine gönderilmesi gerekir.

S 0 N U Ç :1.İşveren adına Hazine vekilinin yasal süreden sonra verilen temyiz dilekçesinin süre nedeniyle REDDİNE,

2.SSK vekilinin temyizi yönünden; Yukarıda açıklanan nedenle direnme yerinde olup, işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için DOSYANIN 21.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 15.10.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.


17.10.2007

Av.Duran Küçüköner


Mersin Barosu
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"506 Sayılı Ssk'na Göre Hizmet Tespiti Davası" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Av.Duran Küçüköner'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
» Makale Bilgileri
Tarih
05-01-2007 - 08:59
(6313 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 32 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 31 okuyucu (97%) makaleyi yararlı bulurken, 1 okuyucu (3%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
63049
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 5 saat 10 dakika 9 saniye önce.
* Ortalama Günde 9,99 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 195400, Kelime Sayısı : 20793, Boyut : 190,82 Kb.
* 13 kez yazdırıldı.
* 1 kez arkadaşa gönderildi.
* 34 kez indirildi.
* 35 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 452
Yorumlar : 1
Böyle bir çalışmayı hazırlamış olmanızdan dolayı size çok teşekkür ederim.Makale eklediğiniz Yargıtay kararlarıyla da her zaman elimizin altında olacak bir bütünlük kazanmıştır.Çalışmalarınızın devamı... (...)
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,23707891 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.