Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Malvarlığına Karşı Suçlarda Dolandırıcılık

Yazan : Av. Yaşar Sarı [Yazarla İletişim]
AVUKAT

Makale Özeti
YTCK ÇERÇEVESİNDE DOLANDIRICILIĞIN İNCELEMESİ
Yazarın Notu
BU MAKALE A.Ü.HUKUK FAK.CEZA ÖZEL DERSİ ÖDEVİ OLARAK SAYIN MUHARREM ÖZEN E SUNULMUŞTUR.(11.4.2005)

İÇİNDEKİLER
1.Malvarlığına Karşı Suçlar 6
2.Dolandırıcılık Suçunun Mahiyeti 7
3.Diğer Suçlardan Farkı 8
a.Hırsızlık-Dolandırıcılık 8
b.Güveni Kötüye Kullanma -Dolandırıcılık 9
c.İrtikap-Dolandırıcılık 9
d.Yağma-Dolandırıcılık 10
4.Tarihsel Gelişimi 11
5.Fail 12
6.Mağdur 12
7.Maddi Unsur 13
a.Failin, kanun tarafından ‘hileli bir davranış’ olarak nitelendirilen bir davranışta
bulunması 14
I.Kavramın Önemi 14
II.Özel Hukuk Hilesi-Ceza Hukuku Hilesi Ayrımı 16
III.Hileli davranışa suç vasfını veren, yani mağdurun inceleme eğilimini etkisiz bırakmaya
sebep olan hareketler 18
IV.Gerçek Olayları Saklamak 19
V.Hukukumuzda Susmak Suretiyle Suçun İşlenmesi 19
VI.Merhamet Çekerek Dolandırıcılık 20
VII.Yalan 20
VIII.Bu Konuda Yargıtay Kararları 21
* Yalan + sahneye koyma şeklinde kararları
** Sırf yalanı suçun teşekkülü için yeterli sayar gibi gözüken kararları
***Sırf yalanı dolandırıcılık tesisi için yeterli gören kararları
b.Mağdurun Aldatılmış Olması 25
I.Hata Anı 26
II.Teknolojik Cihazlar Vasıtasıyla Yöneltilmiş Hileli Suçlar 27
III.Karşılıksız Yararlanma 27
IV.Kartopu Sözleşmeleri 29
c.Hareketin Neticesi 30
I.Yarar elde edilmesinin suç kurbanının veya başkasının zararına olması 30
i.Zarar Kavramı 30
II.Hileli davranışlarla aldatılan kimsenin veya başkasının zararına olarak kendisine veya başkasına bir yarar sağlanması 31
i.Yarar Kavramı 31
ii.Yargılama Yoluyla Dolandırıcılık 32
8.Suçun Özel Görünüş Biçimleri 32
I.Teşebbüs 32
II.İçtimaı 33
III.İştirak 34
9.Manevi Unsur 34
10.Hukuka Aykırı İşlemlerde Dolandırıcılık 35
11.Nitelikle Dolandırıcılık 36
12.Daha Az Cezayı Gerektiren Haller 41
13.Malvarlığına Karşı Suçlarda Ortak Hükümler 41
I.Etkin pişmanlık 41
II.Şahsi Cezasızlık Sebebi Veya Cezadan İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebepler 42


GİRİŞ
Dolandırıcılık, malvarlığına karşı işlenmiş suçlardan olup YENİ Türk Ceza Kanunu da ‘Malvarlığına Karşı suçlar’ dan ‘Özel Hükümler’ içerisinde ‘Kişilere Karşı Suçlar’ başlığı altında 10. bölümde düzenlenmiştir.
Günümüzde Dolandırıcılık çok fazla işlenen bir suç niteliği taşımaktadır.Bunu değişik nedenlere bağlamak mümkündür.GARRAUD’ un da ifade ettiği gibi Dolandırıcılık, çağdaş hukukun yönü ve içeriği öylesine belirsiz bir değişkendir ki, yargıç bu suça ilişkin araştırmalarında bir hukukçunun kılı kırk yaran titizlik, beceri ve dürüstlüğünü ve bir ahlakçının tüm önsezisini kullanmak zorundadır.Söz konusu suçun özü, bir kimseyi failin veya başkalarının yararına kendi malvarlığında bir azalmayı gerektirecek aktif veya pasif bir davranışa sevk eden aldatmadan ibarettir.
Bu çalışmada amacımız kısır ödev mantığından ziyade Yeni Türk Ceza Kanunu’nun(YTCK) getirdiği yeni sistemi Eski Türk Ceza Kanunu(ETCK) ile değerlendirerek Dolandırıcılık konusunda çizilmek istenen yapıyı belirlemektir.1 Haziran da yürürlüğe girmesi beklenen yasayla ceza kanunumuz yeni bir içerik kazanacak, doktrinsel eserler yeniden kaleme alınma aşamasına sürüklenecektir.Bu geçiş döneminde kaynakların eskiliği, kanunumuzun tüm yerleşmiş kalıplardan vazgeçerek yeni bir yapıya bürünmesi işimizi oldukça zorlaştırdı.Fakat düşünen beyinler olarak eskiye bakıp yeniyi şekillendirme çabamız sonuçta bu çalışmayı ortaya çıkardı.Çalışmamızda katkılarınızdan dolayı siz sayın YARD.DOÇ.MUHARREM ÖZEN’E ve sayın ARŞ.GÖR.TİMUÇİN KÖPRÜLÜ’YE şükranlarımızı sunarız.



YAŞAR SARI-SEVGİ DEMİREL
ANKARA,NİSAN 2005

1. MALVARLIĞINA KARŞI SUÇLAR
Ceza hukuku tarafından korunan çeşitli bireysel varlıklardan birisi de malvarlığı değerleridir. ETCK’nın 80. babının başlığı “mala karşı işlenen cürümler” olup, yanlış anlaşılmaya elverişliydi. Hakikaten bu bab altında düzenlenen suçlardan bazıları maddi bir varlık olarak malı değil, bir bütün olarak malvarlığını korumaya yönelikti. ETCK’nın 10. babının birinci faslı hırsızlık (ETCK m.491 vd.) ikinci faslı yağma, yol kesme ve adam kaldırma (ETCK m.495 vd.), üçüncü faslı dolandırıcılık ve iflas (ETCK m.503 vd.) dördüncü faslı emniyeti suiistimal (ETCK m.508 vd.) beşinci faslı eşyayı cürmiyeyi satın almak ve saklamak (ETCK m.512), altıncı faslı hakkı olmayan yerlere tecavüz (ETCK m. 513 vd.), yedinci faslı Nâs’ı ızrar (ETCK m.516 vd.), sekizinci faslı karşılıksız yararlanma (ETCK m.512 vd.) ve nihayet dokuzuncu faslı müşterek hükümlere (ETCK m.522 vd.) ayrılmıştı. Kaynak kanunda bu bölümün başlığı “Mülkiyete Karşı Cürümler” şeklindeydi. Yeni İtalyan Ceza Kanunu ise “daha doğru bir şekilde, “Mameleke Karşı Cürümler” başlığına yer vermiştir.”
Buna karşılık YTCK’da ‘malvarlığına karşı suçlar’ ‘özel hükümler’ içerisinde ‘kişilere karşı suçlar’ başlığı altında 10. bölümde düzenlenmiştir. (YTCK m.141 vd.) Buradan da anlaşılacağı üzere YTCK’da cürüm-kabahat ayrımı kaldırılmış ve fasıl ayrımına da yer verilmemiştir.
Malvarlığına karşı suçlarda hukuki konu, malvarlığına ilişkin varlık ve menfaatlerdir. İnsanın insanca yaşaması için malvarlığına ilişkin varlıklar cezai bir güvenceye kavuşturulmuşlardır. YTCK’nın insan merkezli ve bireye ön palana aldığı iddiası, malvarlığına karşı suçların önemini su yüzüne çıkarmıştır. “Malvarlığına karşı suçlar da sonuçta, kişinin korunması amacını güder ve bu yüzden söz gelimi hırsızlık, dolandırıcılık gibi suçlar, kişiye yönelik saldırı oluşturur.”
Malvarlığı, ekonomik değer taşımayan hakları kapsam dışı bırakan ekonomik bir kavram olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte, özel hukuk yönünden ekonomik değeri bulunmayan ve bu nedenle malvarlığı kavramının dışında kalan bir tutam saç, mektup gibi sahibi yönünden yalnızca duygusal bir değeri bulunan şeyler de ceza hukuk anlamında malvarlığı kavramına girmektedir.
Malvarlığına karşı suçların ortak özelliği, malik ve zilyedinin malvarlığına ait aktif unsurlardan sağladığı faydayı (yararlanma, kullanma, tüketme) tamamen ortadan kaldırması veya azaltmasıdır.
Malvarlığına yönelik suçlar, mülkiyete yönelik suçlar ve bir bütün olarak malvarlığına yönelik suçlar biçiminde ikiye ayrılmaktadır. Mülkiyete karşı suçlar, mülkiyetle birlikte mülkiyet üzerinde tasarruf özgürlüğünü de korur. Bu anlamda mülkiyet, hangi nedenle olursa olsun, ekonomik açıdan avantaj sağlayan tasarruflarda bulunma yetkisi olup, bu suçlarla, mülkiyetle birlikte bu yetki de korunmaktadır. Buna karşılık bir bütün olarak malvarlığına yönelik suçlar, yalnız ekonomik nitelikteki bir menfaat üzerinde tasarrufta bulunmaya karşı bir koruma sağlamaktadır.
Bizim kanaatimize göre de malvarlığı, mülkiyeti de içine almaktadır. Her ne kadar malvarlığı, ekonomik bir değer taşıyan şeymiş gibi gözükse de az öncede belirttiğimiz üzere özel hukuk yönünden ona çok değer atfedilen bir saç, bir aşk mektubu da ceza hukuku anlamında hırsızlık suçuna konu oluşturabilmektedir.
2- SUÇUN MAHİYETİ
Bireyler arasında, ekonomik ilişkilerin kurulmasında, karşılıklı güvenin korunması hususunda sosyal menfaat, dolandırıcılığının suç sayılması sebeplerinin başında gelir. Bireyler arasında hukuki tasarruflarda “irade serbestisi” o kadar önemlidir ki, kanun bu suçun takibini şikayete dahi bağlamamıştır. “Mülkiyet hakkı” devletin koruması altındadır. Dolandırılmak suretiyle ferdin hakkını kaybetmemesini sağlayacak hükümlerin ceza kanununda yer almasını Anayasa zorunlu kılmaktadır.
Dolandırıcılık YTCK’da malvarlığına karşı suçların en tipik örneğini oluşturmaktadır. ETCK’ya göre ise dolandırıcılık mal aleyhinde cürümler başlığı altında incelenmiştir. (b.k. 765 s. TCK onuncu BABA, üçüncü fasıl) Günümüzde çok fazla işlenen bir suçtur. “Bunun nedenini, bir yönden ticari hayattaki gelişmelerde, öte yandan da yağmalama içgüdüsünün ortaya çıkış biçimlerindeki incelikte aramak gerekir” .
Mağdurun şahsına zararla dolandırıcılık vukua gelmez. Bu sebeple hileli yollara müracaat suretiyle bir zengin kızla evlenmeye muvaffak olan kimseyi dolandırıcılıktan cezalandırmaya imkan yoktur. Bazı yabancı yazarlar bu çeşit halleri müstakil suç saymışlardır. (B.K. Alman C.K. 170) Buna karşılık “hileli evlenme vaatleri ile para almak dolandırıcılıktır” . Evli olmadığı halde kendini evli göstererek karısına verilmek ve bu suretle onu boşanmaya razı etmek bahanesiyle, kendisine evlenmeyi vaat ettiği kimseden, para alan dolandırıcılık suçunu işlemiş sayılmalıdır.
Söz konusu suçun özü, bir kimseyi failin veya başkalarının yararına kendi malvarlığında bir azalmayı gerektirecek aktif veya pasif bir davranışa sevk eden aldatmadan ibarettir. Burada ETCK m.503. kendisine veya başkasına haksız bir menfaat olarak durumu nitelerken YTCK m.157 kendisine veya başkasına bir yarar olayı özgülemektedir.
3. DİĞER SUÇLARDAN FARKI
a) Dolandırıcılık – Hırsızlık (YTCK m.141)
Dolandırıcılıkta, temin edilen yarar bakımdan mağdurun rızası mevcuttur. Yalnız bu rıza YTCK’nın ifadesiyle hileli davranışlarla elde edilmiştir. Hırsızlık da ise, mağdurun rızası hiçbir suretle mevcut değildir. “Hırsızlıkta failin taşınır bir malı onu elinde bulunduranın iradesine aykırı olarak zilyet olması, güveni kötüye kullanmada ise zilyedin, malike ait bulunan yetkilere yine malikin rızası olmaksızın sahip çıkması, bu yetkileri kullanması söz konusudur. Oysa dolandırıcılıkta fail, hileli davranışlarla mağdurun kendisine zarar vermesini, yani bir şeyi teslim etmesini, bir yükümlülüğü üstlenmesini, bir hakkından vazgeçmesini sağlar.”
Hırsızlık sadece taşınır mallar üzerinde işlenebildiği halde, dolandırıcılık taşınır, taşınmaz mallar ve bir alacak hakkı üzerinde işlenebilir. “Her ne kadar hırsızlıkta ‘zilyetliğin’ dolandırıcılıkta ‘mülkiyet hakkı’nın ihlali söz konusu olduğu iddia edilmiş ise de Manzini’nin dediği gibi hırsızlıkta fiili ve hukuki bir zilyetliğin ihlali zaruri ise de dolandırıcılıkta dahi sadece zilyetliğin ihlali mümkündür.” Zira mülkiyet hakkı sahibinin hiçbir zaman uğramamış olmasına karşılık zilyedin dolandırılmış olması ve malike karşı mesuliyetin devam etmesi mümkündür. Bundan başka, aldatılmış olan kimsenin tasarrufu, işlemi ile zarar meydana gelmişse fiil dolandırıcılıktır. Örneğin tamirat için gelen bir işçi olduğunu söylemek suretiyle bir apartmana girmek imkanı bulan kimsenin bazı eşyaları alarak gitmesinde dolandırıcılık mevcut değildir. Olay hile kullanmak suretiyle işlenmiş bir hırsızlıktır.
b) Dolandırıcılık-Güveni Kötüye Kullanma (YTCK m.155)
Güveni kötüye kullanmada; Başkasına ait olup da, belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan malı tevdi, muteber bir rızaya dayanır. Suç bilahare iadenin gerekli bulunduğu zaman meydana gelir. Tevdiden sonra, iade mükellefiyetinden kurtulmak için hile kullanılmış olsa bile suç güveni kötüye kullanmadır. “Dolandırıcılıkta suçun özü failin hile yaparak bir şahsın pozitif veya negatif bir fiil yapmasına neden olmasıdır. Ancak bu hareket, hareketi yapanın malvarlığında azalmaya, failin veya başkalarının malvarlığında artışa sebep olmaktadır. Mağdur bu hareketi isteyerek yapmaktadır. Ancak bu istem hileyle elde edilmiştir. Suçu karakterize eden bu hiledir. Hilenin oluşu bu suçu hırsızlıktan ve güveni kötüye kullanmadan ayırmaktadır. ”
c) Dolandırıcılık – İrtikap (YTCK m.250)
Dolandırıcılığı irtikaptan ayırmak da oldukça güçtür. İrtikap suçu bir memurun memuriyet sıfatını veya görevini kötüye kullanmak süratiyle kendisine veya başkasına yarar sağlaması için bir kimseyi zorlaması durumunda söz konusudur. “Bu suçlar arasında her şeyden önce hukuki konu yönünden fark vardır. ” İrtikabın millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler (YTCK, dördüncü kısım, birinci bölümde kamu idaresinin güvenirliğine ve işleyişine karşı suçlar) bölümünde yer almasına karşın dolandırıcılık daha önce de belirttiğimiz üzere malvarlığına karşı suçlar bölümünde karşımıza çıkar. Bir başka fark fail yönünden ortaya çıkmaktadır. Dolandırıcılık herhangi bir kimse tarafından işlenebildiği halde, irtikap ancak kamu görevlisi (YTCK 250/2) tarafından işlenebilmektedir. Bir başka fark da, maddi unsur yönünden ortaya çıkmaktadır. Nitekim dolandırıcılık hileli davranışlarla işlenebilirken, irtikap’da failin memuriyet sıfatını veya görevini kötüye kullanarak mağduru icber veya ikna etmesi şeklinde işlenebilmektedir.
d) Dolandırıcılık – Yağma (YTCK m.148)
Dolandırıcılık ile yağma arasında benzerlik mevcuttur. Yağmada mağdur cebir, şiddet, tehdit sonucu bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya mecbur olmakta, fail cebir, şiddet, tehdit, fiziki ve psikolojik baskı sonucu başkasının zararına yarar elde etmekte, dolandırıcılıkta ise mağdur, “hileli davranışlarla” malına zarar veren hareketi yapmaktadır. “Dolandıcılıkta irade hata ve hile sonucu, yağmada ise zorlama sonucu elde edilmektedir” .
İtalyan temyiz mahkemesi kendi amirinden emir aldığı yolunda uydurma bir vesika göstermek suretiyle bir dükkandan kaçak sigara müsadere eden zabıta memurunu dolandırıcılıktan mahkum etmiş ve hadisede “icbar suretiyle irtikap” görmemiştir. Burada irtikap suçunun mevcut olması lazım geldiği de ileri sürülmüştür .
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere dolandırıcılık suçunun amacı sadece malvarlığının himayesi değildir. Aynı zamanda malvarlığının alım-satım ve değişimlerinde irade ve rıza özgürlüğünün de korunmasıdır. Dolandırıcılık suçlar arasında en karmaşık olanlardan birisidir. Çünkü bu suçun hareketleri homojenlik değil farklılık arz eder. Dolandırıcının sahte ve uydurma hareketleri onun hayal gücünün sonucudur. Bu hareketler birçok hileli davranışa dayanan hareketten oluşur.
Buraya kadar gelirken noktada 5237 sayılı YTCK’ya göre bir dolandırıcılık tanımı yapacak olursak “Dolandırıcılık, hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kişinin kendisine veya başkasına yarar sağlamasıdır.”

4- DOLANDIRICILIĞIN TARİHSEL GELİŞİMİ
Dolandırıcılık suçu hırsızlıktan kaynağını alır. Kanun koyucular önce hırsızlığı cezalandırmışlardır. Bugün dolandırıcılık olarak tarif edilen suça Romada rastlanmıyor.
Roma Hukuku’nun ilk dönemlerinde başkalarını aldatarak bunların zararına fiiller yapmak hırsızlık veya sahtecilik suçu içinde mütalaa edilmekte idiler. Ancak sahtecilik suçları bir kamusal suç olduğundan, özel menfaatlere zarar veren hileli bir çok hareket, suç sayılmamıştı.
Severi’ler zamanında imparatorluk kanunları ile fevkalade suçlar (crimen extraordinarium lo stellionatuslar) öngörüldü. Ancak bugünkü dolandırıcılığa Furtum daha yakın idi . Stellionatus suçu furtum ve falsum suçlarına göre yardımcı bir fonksiyona sahipti. Fakat sınır ve kapsamı çok belirsiz idi. Bu suçun kapsamına öyle fiiller girmekte idiler ki bunların dolandırıcılık suçuyla ilişkisi yoktu. (Örneğin yalan yemin ile elde edilen fayda gibi). Tüm fevkalade suçlarda olduğu gibi stellionatus’ların cezası sabit değildi. Hakim tarafından takdiren somut olay için belirlenmekte idi. Fakat cezası kürekden daha ağır bir ceza olamazdı.
Germen Hukukunda bağımsız bir suç olarak dolandırıcılığın izine rastlamak mümkün değildir. Cardina da bu suç düzenlenmemiştir.
Ortaçağ İtalyan Hukuku’nda fevkalade suçlar muhafaza edilmiştir. Fakat sahtecilik ile münasebeti açıklığa kavuşturulmamıştır. Aksine bu iki suç birbirine daha fazla karıştırılmıştır. Çünkü sahtecilik içine bir çok hileli suç sokulmuştur. Oysa Roma Hukuku bu hileli suçları fevkalade suçlar içinde mütalaa etmekteydi .
Dolandırıcılık suçu ancak XVIII yüzyıl sonuna doğru bağımsız bir nitelik kazandı. Bugünkü dolandırıcılığın karşıtı olan kavram ilk defa 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunu’nun 405. maddesinde yer almıştır. XIX asırda yapılan kanunlara bugünkü hüviyeti ile girmiştir .

5- DOLANDIRICILIK SUÇUNUN FAİLİ
Bu suçu herhangi bir kimse işleyebilir. Failin belirli kişiler olması ağırlaştırıcı neden sayılmıştır. (YTCK 158/h-i) Örneğin dolandırıcılık suçunu ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında işlemesi nitelikli dolandırıcılığa vücut verir. Aynı durum serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesinde de söz konusu olur.
6. DOLANDIRICILIK SUÇUNUN MAĞDURU
Dolandırıcılık suçunun mağduru, zarara uğrayan malvarlığının sahibi olan gerçek ve tüzel kişilerdir. Kanunumuz bu suçun oluşması için zarar gören malvarlığı sahibi olan kişi veya kişilerin aldatılmasını şart koşmadığından aksine başkasına ait malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine sahip kişilerin aldatılmasıyla da bu suç işlenebileceğinden suçun pasif sujesi ile aldatmanın pasif sujesi her zaman aynı kişi değildir. Mümeyyiz küçüğün malvarlığını yönetmekle görevli vasiye karşı, küçüğün malvarlığı aleyhine aldatma fiili gerçekleştirildiğinde suçun pasif sujesi ile aldatmanın pasif sujesi aynı kişi değildir. “Ancak aldatılan kişiye, malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunabilme yetkisinin verilmiş olması gerektiğinden, bu yetkiye sahip olmayan bir kişinin aldatılmış olması durumunda bu suç değil, duruma göre hırsızlık ve güveni kötüye kullanma suçu oluşur” . Başka bir anlatılma her ne kadar aldatılan ile zarara uğrayanın aynı kişi olması gerekmez ise de, aldatılan ve malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunan kişinin aynı olması gerekir.
YTCK m.157’de “bir kimsenin” ifadesi yer aldığından bu suç belirli bir veya birden fazla kişiye karşı işlenebilir ve birden fazla mağdur oluşmaktadır.
Burada üzerinde durulması gereken diğer bir konu da, temyiz gücünden kısmen veya tamamen yoksun kişilerin bu suçun mağduru olup olmayacağıdır. Ehliyete sahip olmayan kimsenin korunmasını yalnızca özel hukuk hükümlerine bırakmak istemeyen ETCK bazı muamelelerde bu kimselerin Ceza Kanununca da himayesini uygun görmüştür. ETCK m.505 “ehliyetsizlerin sömürülmesi” olarak nitelendirebileceğimiz koruyucu hükme yer vermiştir. ETCK tasarısı 505’e göre suçun mağdurlarını çocuklar ve küçükler kısıtlanmış olan veya kısıtlanacak durumda bulunan kişiler, kocama halinde bulunan kişiler olarak saptamıştır. Bununla birlikte mağdur, sağladığı menfaatin haksız olduğunu algılayabilecek bir iradeye dahi sahip değilse, bu kişinin artık “hataya düşürüldüğünden” ve dolayısıyla dolandırıcılık suçundan söz edilemeyeceği; failin bu durumda, somut olayın koşullarına göre hırsızlık suçundan dolayı cezalandırılması gerektiği söylenmekteydi. YTCK’da ETCK’daki gibi ayrı bir suç tipine yer verilmemiştir. Fakat m.158/c’de “kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle” dolandırıcılık suçunun işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilmiş. Burada dikkat edilmesi gereken husus algılama yeteneğinin “zayıflaması”dır. Burada kanun tarafından “hileli davranış” şeklinde nitelendirilen fiilin failce mağdura işlenip, mağdurun başvurulan davranışın hileli olduğunu algılayabilecek düzeyde bir yeteneğe dahi sahip olmadığı durumlarda artık dolandırıcılık suçundan söz edilemez. Artık burada doktrinde bazı yazarların belirttiği üzere eğer koşulları varsa hırsızlık suçundan dolayı cezalandırılması tarafımızca uygun görülmektedir.
7. MADDİ UNSUR
Dolandırıcılık suçu günümüzde en çok işlenen ve en karmaşık suçlardan birisidir. Dolandırıcılık bir grip virüsü gibi gelişen çağa göre biçimlenmekte ve değişik fiillerle işlenmektedir.
YTCK m.157’de yer alan tanımlardan hareketle bu suçun üç maddi unsurdan oluştuğu söylenebilir.
a. Failin, kanun tarafından “Hileli bir davranış” olarak nitelendirilen bir davranışta bulunması.
b. Mağdurun aldatılmış olması.
c. Hareketin neticesi
I. Yarar elde edilmesinin suç kurbanının veya başkasının zararına olması.
II. Hileli davranışlarla aldatılan kimsenin veya başkasının zararına olarak kendisine veya başkasına bir yarar sağlanması.
a. Failin, kanun tarafından “hileli bir davranış” olarak nitelendirilen bir davranışta bulunması.
I. Kavramın Önemi
Dolandırıcılık suçunun çekirdeğini oluşturan hile son derece karmaşık bir kavramdır. Suçluluğun çağa ve teknolojik gelişmeye göre değişmesi olgusu, dolandırıcılık da çarpıcı bir biçimde gözlenmektedir. Uygarlık ve teknikle birlikte hile türleri bir tanıma sığmayacak oranda değişmiştir.
“Hilenin hangi aşamadan sonra cezai hileyi oluşturacağı sorunu, çetin tartışmaların konusu olmuş; öğretideki gelişmeler, yargısal kararlara da yansımıştır. 1791 Fransız Ceza Yasası ağır hileler yanında çok hafif hileleri içeren “dol” teriminden vazgeçerek daha çok saniaları kapsayan yeni terime geçmişlerdir. Aynı kaygı ve gelişme İtalyan hukukunda da gözlenmektedir. Toskana yasası tüm hileleri kapsayan ve özel hukukta işlemin geçersizliğini doğuran “frade” sözcüğünü kullanmış, kaynağımız Zanardelli yasasında daha yaygın ve sınırları belli olan “truffa” terimi kullanılmıştır. Frade Carrara’ya göre yalnızca eylemi yansıtıp, suçu adlandırmada yetersiz kalması sebebiyle eleştirilmiştir. Yeni İtalyan yasası “sanialerden veya hilelerden” söz ederken, İtalyan içtihat ve doktrini, dolandırıcılıkta kullanılan araçlarını , daha doğrusu hareketin yanılgı doğurmaya elverişli olmasında birleşmektedirler. ”
ETCK’ya göre dolandırıcılık suçunun oluşması için bir kimseyi kandıracak nitelikte hile ve desise yapılması gerekirdi. Kanunda “hile ve desise”nin ne anlama geldiği konusunda bir tanım yoktu. ETCK m.503/2’de “mağdurda esasen var olan hatadan” hile ve desise kullanmak suretiyle yararlanma durumunda da dolandırıcılık suçunun oluşacağının belirtilmiş olması karşısında, failde mağdurun hatasının farkına varmasını önlemeye yönelik dışa yansıyan bir davranışta bulunmadığı sürece, tek başına susmanın dolandırıcılık suçunu oluşturmayacağı sonucuna varılmaktaydı.
Bu ön açıklamalardan sonra “hile ve desise” kavramlarının üzerinde durmak gerekmektedir.
“Hile, ikna etmeye yönelik sözlerle gerçeği gizlemekten, yani doğru sanılmasına elverişli olan akıl yürütmeleri içeren bir yalandan ibarettir.
Desise (sania), olmayanı varmış gibi, olanı yokmuş gibi göstererek gerçeğin gizlenmesidir.” “Bir İtalyan mahkeme kararına göre “intihar”a karar vermiş olmak bahanesiyle, başkasının merhametini celp suretiyle, menfaat temini keyfiyetinde “hile” ve “desise” görülmemiştir. Manzini bu kararı tenkit eder” . Daha sonra da inceleyeceğimiz gibi daha sonra inceleyeceğimiz gibi “merhamet dolandırıcılığı” denilecek her olayda kanuni manada dolandırıcılık mevcut değilse de bu çeşit hareketler dilenciliği aşan bir durum arz ederse fiil dolandırıcılıktır. “Bir avukata verilecek vekaletname imzaladığına inandırmak suretiyle bir kimseye alacağının ödendiğine dair makbuz imzalattırılması dolandırıcılıktır. Sahte bir alacak senedi, bankaya parası mevcutmuş gibi sahte bir banka cari hesap cüzdanı, hakikat hilafı malumatı havi mektup göstermek gibi hareketlerle borç, para temini hallerinde bu hareketler “desise”dir . “İtalyan temyiz mahkemesi muharrik kuvvet ihtiyacı için ucuz tarifeye göre verilen elektriği, tarife farkından istifade için bir alet istimali ile, tenvir işinde kullanmayı dolandırıcılık saymıştır” .
503.maddeyi değiştiren 21.11.1990 tarih ve 3679 sayılı 25. madde ile 1989 TCKÖT 207.maddeyi kanuna nakletmiştir. Aslında bu yeni madde ile dolandırıcılık suçunun klasik şekline sadık kalınmıştır. Ancak eski metinde bir kısım değişiklikler yapılmıştır. Bir kere suçun oluşması için eski metindeki mağdurun sanki mutlaka saf bir kişi olması gerektiği izlenimini veren mağdurun “husus ve saffetinden istifade” ibaresi metinden çıkarılmıştır.
ETCK’da suçun maddi öğesini oluşturan hareket olarak “hile ve desise”den söz edildiği halde, YTCK yalnızca “hileli davranışlar”dan söz etmektedir. Bu değişikliğin bizce ve doktrinde bazı yazarlarca pratik açıdan önemli bir sonucu bulunmamaktadır. Yukarıda da tanımlamalarını incelediğimiz hile ve desise arasında bir fark yoktur. Bu anlamda hile, “objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki meydana getiren her türlü davranış olarak tanımlanmaktadır” .
Bir başkasının tasavvuru üzerinde etkide bulunmaksızın yalnızca olguları değiştirmek veya objeleri maniple etmek hilenin kabulü için yeterli değildir. Olguları değiştirmek, eğer bir açıklama (beyan) biçiminde ortaya konmuş ise ancak bu takdirde hileye dönüşür. Örneğin sahte belge göstermek veya kilometre saati değiştirilmiş aracı satmak.
Hile, icrai bir davranışla gerçekleştirilebileceği gibi; karşı tarafın içine düştüğü hatadan bir konuda yanlış bilgi sahibi olmasından yararlanarak da, yani ihmali davranmışla da gerçekleştirebilir. Mesela alacağın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle alacaklıya alacağından vazgeçmeye sevk etmek, ikna etmek veya daha sonraki işlemlerin yapılması için senedin protestosunun şart olmadığını ileri sürerek senedi protesto ettirmekten vazgeçirmek gibi” YTCK’da ihmali hareketin cezalandırılması konusunda genel bir düzenleme bulunmamakta; kanun yalnızca bazı suçlar bakımından bu yönde bir düzenleme getirmektedir. Böyle bir düzenleme, bu suçlar dışında kalan suçlar ve bu arada dolandırıcılık suçu bakımından ihmali hareketen cezalandırılıp cezalandırılmayacağı konusunda duraksama yaratmaktadır.
II. Özel Hukuk Hilesi- Ceza Hukuku Hilesi Ayrımı
Doktrin ve uygulamada uzun zaman özel hukuka ilişkin hile ile ceza hukukuna ilişkin hile birbirinden ayrılmıştır. Özel hukuka ilişkin hilenin varlığı için herhangi bir vasıta ile, herhangi bir şekilde mesela basit bir yalan ile de mağdurun aldatılması söz konusudur.
Ceza hukukuna ilişkin hileler için ise daha fazla şeyler gerekmektedir. “Basit bir yalan yetmez, bir takım hileli hareketler, yalan, mizasen de gerekir. Bunlarla sahte, yalan hareketlerin teyid edilmesi de gerekir. Böylece yalan hareketlerin birbirini güçlendirmesi de sağlanır” .
“Doktrinde ve mukayeseli hukukta hile ve desise bakımından iki ayrı eğilim vardır” .Bir görüşün pratik sonucu şu olmalıdır ki, sadece yalan bile dolandırıcılık cürmünde hile ve desise unsurunu oluşturması gerekecektir. Alman mahkeme içtihatları bu görüşü yansıtmıştır.
Bu görüşe karşılık Hukukta ve Ceza da hilenin farklı bulunduğunu ve mesela mücerret yalanın Ceza Hukukunda hile ve desise unsurunu teşkil etmeyeceğini ileri süren yazarlar çoğunluktadır. Özellikle Fransız yazarları bu görüşü ileri sürmektedirler. “İsveç Ceza Kanunu 9. faslın 1. maddesinde dolandırıcılığın basit şeklini tarif ederken “Bir kimseyi aldatarak kendisi için kazanç ve aldatılan veya temsil ettiği kişi için zarar getirecek biçimde bir şeyi yapmaya veya yapmamaya sevk eden kişi dolandırıcılıktan, dolayı en çok iki yıl hapis cezasına mahkum edilir” demektedir” . Görülüyor ki madde de hile ve desise yerine YTCK’da belirtilen aldatmadan söz edilmiştir.
ETCK’nın durumuna bakacak olursak sadece yalan söylemek bir suç teşkil etmez. Gerçekten kanun yalanı ancak belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. ETCK ticari muamelatta mücerret yalanı, her türlü kandırıcı dış unsurdan müstakil olarak cezalandırdığı zaman özel hüküm koymaktadır. Bu konuda YTCK özel hüküm koymaktan vazgeçerek örneğin ETCK m.363 bir kimsenin ticaret sırasında müşteriye aynı şey diye ikame mal satımını dolandırıcılığın basit şekline katmıştır. ETCK 503 hilenin dolandırıcılığa meydan verecek duruma gelmesi için yapılan yalan açıklamalar bunların doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimine etkisiz bırakacak bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerektiğini ifade etmiştir. Bu durum YTCK bakımından m.157’de “hileli davranışlar”dan söz edilmekte olduğu için, hilenin bir dış davranışla dışa yansımadığı sürece cezalandırılması da mümkün olmayacaktır.
“Böyle bir ayrım, genel olarak insan ilişkilerine ve özellikle hukuki sözleşmelerin oluşumuna aşırı müdahaleleri önlemek gerekçesiyle meşru gösterilmeye çalışıyordu” . Bu anlayış ceza için aldatılan kimsenin iradesini zorlayacak biçimde bir kurnazlık varsa söz konusuydu. Zira devlet bu düşünce taraftarlarına göre her aptalın savunuculuğunu yapmak zorunda değildir.
Uzunca bir süredir özel hukuk hilesi ile ceza hukuku hilesi ayrımı önemini kaybetti. Bu ayrımın esasını oluşturan sosyal ilişkiler anlayışının ticari özgürlük ile başkalarının iyi niyetini kötüye kullanmayı, bir başka deyişle ticari özgürlükle çeşitli sözleşmelerde veya anlaşmalarda aldatmaya veya hileye başvurma yetkesini birbirine karıştırdığı ifade edilmiş ve hiçbir vatandaşın hilekarların insafına terk edilemeyeceği, dolayısıyla sınırlı zekaya sahip olan kişilerin dahi kanun tarafından korunması gerektiği ileri sürülmüştür. Bize göre de bu ayrımın önemini kaybetmesi gayet yerindedir. “Hukuk her aptalın savunuculuğunu yapmak zorunda değildir” anlayışı öncelikle Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan “Kanun önünde eşitlik” ilkesine aykırıdır. Ayrıca anayasa 19. maddesi “kişi hürriyeti ve güvenliği” ve İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin korunmasına ilişkin sözleşme’nin 5.maddesi “özgürlük ve Güvenlik hakkı” açısından tam bir çelişki gözlenmektedir. Hukuk herkes için vardır. Zira hukuk aptal diye nitelendirilen kişilerin savunuculuğunu yapmamış olsaydı YTCK m.158 yer alan “kişinin algılama yeteneğinin zayıfladığından yararlanmak suretiyle” işlenen fiilleri nitelikli dolandırıcılık grubuna koymazdı.
III. Hileli davranışa suç vasfını veren, yani mağdurun inceleme eğilimini etkisiz bırakmaya sebep olan hareketler
Bu hareketleri belirleme bakımından mukayeseli mevzuatta iki sistem mevcuttur. Birinci sisteme göre kanun hileyi teşkil hususunda başvurulacak araçları belirler. “Bu sistem Fransız Ceza Kanun 313-1’de yer almakta ve uygulamada dolandırıcının basit yalanı hileli bir manevra telakki edilmemektedir. Yalanın sözlü veya yazılı olmasının da önemi yoktur”
İkinci sisteme göreyse, kanun herhangi bir saymayı öngörmemiş ve ETCK’da yapıldığı gibi “kandırabilecek nitelikte hile ve desiselerden” YTCK’nın yaptığı gibi “hileli davranışlar”dan bahsetmekle yetinmiştir. Bu sistemde muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bıraktırabilecek nitelikte olan ve yalanı kuvvetlendiren her türlü dış hareket, hile ve desise yeni ifadesiyle hileli davranış teşkil eder. Bu hareket sonsuz şekiller alabilir. Bu sebeple tarafımızca dolandırıcılık suçu grip virüsüne benzetilmiştir.
IV. Gerçek Olayları Saklamak
Hile “icabi” bir hareket akla getirir. Sadece “sükut” kafi sayılabilir mi? ETCK hile ve desise ile mağdurun “hataya düşürülmüş olması”ndan bahsetmesine bakılarak sukutun dolandırıcılıkta kafi sayılamayacağını iddia etmek mümkündür. Fakat meseleyi lafzi yorumdan daha geniş anlamak da mümkündür.
Failin sadece susması halinde durumun ne olacağını incelemek gerekir. İsviçre Federal Mahkemesi, çeşitli kararları ile bu gibi hallerde de dolandırıcılığı kabul etmektedir. Mesela sonradan ödememek kesin niyetinde olduğu halde bir kimseden borç alan kişi dolandırıcılıktan mahkum edilmiştir. “Ancak bu gibi hallerde sukut eden failin, susması ile sadece faili hataya sürüklemesi ve zarara sokması yeterli olmamakta, ayrıca susmakla bir hukuki görevi ihmal etmesi aranmaktadır” . Bu kanuna, sözleşmeye ve hatta iyi niyet kurallarına dayanabilir.
Alman kanun ve uygulaması, değil yalnız failin açık olmayan bir beyanda bulunması halinde, durumu arzusu ile gizlemesi halinde de dolandırıcılık olduğu telakkisine yer vermektedir. Mesela bir malın gizli ayıbını maskelemek yolunu arayan satıcı, evin ratıp olduğunu müşteriden gizlemek için duvardaki yosunları yoldurarak, dolandırıcılık yapmış olur.
V. Hukukumuzda Susma Suretiyle Suçun İşlenmesi
ETCK m.503’de hile ve desise ile mağdurun “hataya düşürülmüş olması”ndan söz etmesi ve hilenin akla daha çok icrai bir davranışı getirmesi nazara alınarak, susmak suretiyle dolandırıcılık suçunun işlenemeyeceği düşünülebilir. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi dolandırıcılık ihmali davranışlarla da işlenebilir. Yeter ki, bu tür davranış mağduru hataya düşürmeye, aldatmaya elverişli olsun . İsviçre Federal Mahkemesi’nin de çeşitli kararlarında ortaya koyduğu gibi doktrinde başta Toroslu olmak üzere bizim de katıldığımız görüş susmak suretiyle bu suçun işlenebilmesi için
i) susmanın mağduru hataya düşürmüş olması
ii) susmakla kanundan, sözleşmeden veya genellikle iş ilişkilerindeki iyi niyet kurallarından kaynaklanan hukuki bir yükümlülüğün ihmal edilmiş olması gerekir.
ETCK’dan farklı olarak YTCK’da hilenin “kandırılabilecek nitelikte” olması gibi bir zorunluluğa yer verilmemiştir. ETCK’da hilenin “kandırılabilecek nitelikte” olması zorunluluğuna dayanarak “özel hukuk hilesi- ceza hukuku hilesi” ayrımına gidilmekte ve bu suçun oluşması için tek başına “susmak” bu suçtaki hile ve desise öğesini gerçekleştirmemekteydi. Oysa bugünkü durumda hilenin belirli bir ağırlığa ulaşmış olması zorunluluğu aranmadığı için belirli bir durumda konuşma hukuksal yükümlülüğü altında bulunan kişinin susması da “hileli davranış” sayılabilecektir.
VI. Merhamet Çekerek Dolandırıcılık
Dilenci, merhamet davet ederek sadaka sağlamak için, gerçek bir sahneye koymaya başvurursa söz gelimi hastalığı hakkında sahte film ve raporlar gösterirse, var olmayan bir hayır kuruluşu adına vesika göstererek para elde etmeye çabalarsa dolandırıcılık suçunu işlemiş olur. Ceza genel kurulunun bir kararında “Sanığın, “akciğer tüberküloz” hastalığına yakalanmış olması gerçeği, dört senedir hasta olup hastanede yattığı şeklindeki öbür yalanlarını gölgeleyecek bir neden değildir. Cömertlik duygusuyla gönülden kopan yardımın zarar sayılamayacağı görüşü de fiili zarar olgusuyla bağdaşmaz. Öğretide ‘acındırma dolandırıcılığı’ denilen ve acıma duygusunu sömüren her türlü yalan cezai hile boyutuna ulaşmıştır” şeklinde dolandırıcılığa karar vermiştir. Ayrıca YTCK m.158’de “Dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle” dolandırıcılığın işlenmesi nitelikli dolandırıcılık sayılmıştır.
VII. Yalan: “Yalan”ın dolandırıcılıkta ‘hile’, sayılıp sayılmayacağı çok tartışmalıdır. Carrara’dan gelen bu anlayışa göre ‘yalan’ hataya sevk edeci sair unsurlarla birlikte bulunursa ‘hile’ teşkil eder.
Carrara’ya göre yalan suç değildir. Kimse, başkasının sözüne kolayca inanmamalıdır. İnanırsa kusur kendindedir. Ancak hukuk mahkemesinde zararın tazminini isteyebilir. Sadece yalan hile sayılmaz. Yalana bir sahneye koyma refakat etmelidir. Failin, sözlerine inanılması için üçüncü bir şahsın (ortağının) müdahalesini temin etmiş olması, söylediklerini mağdurun tahkik etmesini imkansızlaştırmak veya güçleştirmek için gayret sarf etmiş olması gibi .
ETCK’ya göre dolandırıcılık suçunun oluşması için bir kimseyi kandıracak nitelikte hile ve desise yapılması gerekirdi. Kanunda “hile ve desise”nin ne anlama geldiği konusunda bir tanım yoktu. ETCK m.503/2’de “mağdurda esasen var olan hatadan” hile ve desise kullanmak suretiyle yararlanma durumunda da dolandırıcılık suçunun oluşacağının belirtilmiş olması karşısında, failde pasif sujenin hatasının farkına varmasını önlemeye yönelik dışa yansıyan bir davranışı bulunmadığı sürece, tek başına susmanın dolandırıcılık suçunu oluşturmayacağı sonucuna varılmaktaydı .
Bu konuda Yargıtay kararlarına bakıldığında: Yüksek mahkeminin kararları genellikle hile ve desisenin teşekkülü için sadece yalanı yeterli görmeyip buna yalanı kuvvetlendirmeğe elverişli bir dış unsurun da eklenmesini gerektiren “sahneye koyma” görüşüne yakın gözükmekle berber aksi düşüncenin de uygulanmasını belirten kararlar vardır:
Söz gelimi Yargıtay bir kararında “suçlunun bedelini alarak davacıya üç sene müddetle kiraya verdiği zeytin ağaçlarını üçüncü bir şahsa tekrar kiraya vermekten ibaret olan hadisenin tatbik edilen Ceza Kanununun 503. maddesine tevafuku izah ve suç unsurlarının mevcudiyeti irade ve tetkik edilmeyerek dolandırıcılıktan mahkumiyete karar verilmesinin yolsuz” olduğunu karar vermiştir. Bu itibarla Yargıtay bir yerin tekrar kiraya verilerek haksız bir menfaat temininden ibaret hilede, bu hileye hangi nevi dış ve mağdurun inceleme eğiliminin etkisiz bırakan bir unsurun eklenmiş bulunduğunu yani hile ve desiseler meydana veren unsurların tam teşhis olunmamasını bir bozma sebebi saydığını göstermek istemiştir .
Yine aynı esasları uygulayan Yargıtay “satışı hususunda anlaşılan ve fiyatı pek fahiş olarak tespit edilen mücevherlerin gönderilmesi, dolandırıcılık sayılmayıp, hukuki muamele telakkisi icabettiği , “satılan binanın maznuna ait olup olmadığını tahkik etmek imkanı var iken bu husus araştırılmadan yapılan alış verişte kanunun kastettiği manadaki hile ve desiselerin ne suretle husule geldiği ve mağdurun hulus ve saffetinden ne gibi sanialarla istifade edildiği layıkıyla izah edilmeksizin mahkumiyet kararı verilmesi yolsuz olduğu” ‘ölen annesine kefen alacağından bahisle kandırılarak para almak suretiyle dolandırıcılıktan maznunun fiilinin merhameten ve sadaka mahiyetinde yardım talebinde ibaret bulunmasına göre mücerret yalan bir sözün hile ve iğfal kabiliyetini haiz olamayacağı düşünülmeden yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesinin bozmayı gerektirdiği hususunda kararlar vermiş bulunmaktadır.
Keza 6. CD., 23.10.1962, E.4793, K.4927 kararı ile “Mücerret yalan söyleyerek menfaat sağlanan, dolandırıcılık suçunu teşkil etmeyeceğini” açıklamıştır .
Yargıtay dolandırıcılık konusunda sahneye koymayı, yani yalanı güçlendirmeye elverişli bir dış öğenin eklenmesini aramakla birlikte, Yüksek Mahkeme’nin somut olayın özelliklerine göre soyut yalanı dolandırıcılık olarak nitelendiren kararları da bulunmaktaydı. Söz gelimi CGK, bir kararında “Askere sevk olunan efrattan birini askerlikten kurtarmak maksadıyla para alarak dolandırıcılık suçunu işleyen kimse hakkında takibat icrasına salahiyet askeri makamlara değil adli makamlara aittir” ; yine Genel Kurulun bir kararıyla “Davacının küçüklüğünden istifade eden suçlunun, sayıp iade edeceğini söyleyerek parayı aldıktan sonra savuşması dolandırıcılıktır” denilmiştir. 4. CD., bir kararında “çocuğun elinde bulunan beş lirayı muhafaza edebileceğinden bahisle almak emniyeti suistimal değil, dolandırıcılık suçunu teşkil eder” denilmiştir.
6. CD., yurt dışında iş bulacağı konusunda söz vererek işçilerden para alınmasını dolandırıcılık saymıştır .
CGK, genellikle sırf yalanı, dolandırıcılık tesisi için yeterli gören bir görüşü yansıtan kararları da vardır. Söz gelimi CGK, bir kararıyla “icar bedellerini peşin olarak kiraladığı gayrimenkulu gayri meşru suretle kazanç temin etmek niyetiyle kiracıya teslim etmeyen kimsenin fiilinin dolandırıcılık teşkil edeceğine” karar vermiştir . Yine CGK “Köye camii ve çeşme yaptıracağından bahisle topladığı para ve buğdayı dolandırmaktan maznun….nin, kanun hükümlerine muhalif olarak mağdurların hamiyet ve safiyetini istismar ederek iaşe toplamaktan ibaret bulunan hareketinin dolandırıcılık suçunun maddi ve manevi bütün unsurlarını ihtiva ettiğine” karar vermiştir .
Yargıtay’ın bazı daire kararlarına göre hileli piyango ve münhasıran oynatanın kazanma şansı bulunan kumar hallerinde dolandırıcılık vardır.
Bütün bu içtihatların ilgili bulunduğu olaylarda Yargıtay fiili ve mevcut hallerin saklanarak yalan söylenilmesi hallerinde dolandırıcılığı kabul etmektedir.
Ne var ki, sosyal ilişkilerdeki ortak anlayışın değişmesiyle birlikte zamanla bu ayrım önemini yitirmiş, bu anlayış değişikliğine bağlı olarak örneğin 1930 yılında İtalyan Ceza Kanunu’nda bu suçun oluşması için yalnızca “hile ve desise” yeterli görülmüş, ayrıca bunun “kandırabilecek” nitelikte olması koşulu aranmamıştır.
ETCK’de suçun maddi öğesini oluşturan hareket olarak “hile ve desise”den söz edildiği halde, YTCK yalnızca “hileli davranışlar”dan söz etmektedir.
Genel olarak desise, sahte bir maddi görünüm yaratacak, dış gerçekliği etkilerken, hilenin doğrudan aldatılmanın psişiğini etkilediği söylenmektedir.
Özel hukuk hilesi ceza hukuku hilesi ayrımını benimseyen bir hukuk düzeni yönünden her türlü yalanı hile saymak ve dolandırıcılık suçundan söz etmek mümkün değildir. Yalanın cezalandırılabilmesi, bunu bir “sahneye koyma” ile birlikte söylenmesi, yani yalana doğru görünümü verilmiş olması gerekir.
Oysa söz konusu ayrımı reddeden bir hukuk düzeni yönünden başkasının zararına ve failin veya üçüncü bir kişinin lehine menfaat sağlamaya yönelik olması, yalanın hile sayılması için yeterlidir. Bunun genel olarak aldatmaya elverişli olması gerekmez. Yalan aldatmış ise hiledir .
ETCK’de “özel hukuk hilesi-ceza hukuku hilesi” ayrımına gidilmekte idi. Hile ve desisenin “kandırabilecek nitelikte” olması zorunluluğuna dayanarak bu suçun oluşması için başvurulan hile ve desisenin belli bir ağırlığa ulaşmış olması aranmaktaydı. ETCK m.503’teki hile ve desisenin kandırabilecek nitelikte olmasını arayan düzenlemesine Erem’in değerlendirmesiyle baktığımızda:
Erem bu konuyu Fransız Temyiz Mahkemesine intikal etmiş bir hadise ile açıklamaktadır. Bir kuyumcuya satması için emanet olarak mücevherlerini bırakan bir kadın, üçüncü bir şahsı kuyumcuya göndermiş ve bu şahsın çok yüksek fiyat teklif etmesinin tesiri altında kalan kuyumcu kadından mücevherlerini yüksek fiyat ile satın almıştır. Fransız Temyiz Mahkemesi hadise hakkında şöyle karar vermişti: Bu hadisedeki hile vasati bir insanın basiretini bağlayacak bir hal değildir. Bilhassa ticari muamelelerde tacirlerin tedbirli olmaları lazımdır. Bu karar Fransız doktrininde tenkit edilmiştir.
Hile bazısını aldatır bazısını aldatmaz. Bu çok izafi takdiri kim yapacaktır? Hakim mi, kanun koyucu mu? Aldatmış ise hale cezayı müstelzim olmalıdır. Aksi takdirde asıl himayeye muhtaç olan, aklen zayıf veya saf kimseler (yani dolandırıcıların asıl aradıkları kimseler) himaye edilmemiş olurlar .
Yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü, YTCK’da hileli davranışla mağdurdan ziyade genel bakışa göre “kandırılabilecek nitelik” aranmaması yerindedir. Basit bir yalan dahi olsa mağdurun iradesini sakatlayabildiği ölçüde bu suça vücut verdiği kabul edilmelidir.
b- Mağdurun Aldatılmış Olması
Dolandırıcılık suçunun varlığı için failin davranışı mağduru hataya düşürmelidir; yani failin kullandığı hileli davranışından değil, doğrudan mağdurun kendisini ilgilendiren bir nedenden ileri gelmiş olabilir. Örneğin, malın esas değerini bilmeyen bir kimseden bu malın çok ucuza alınması durumunda olduğu gibi. Böyle durumlarda dolandırıcılık suçundan söz edilip edilemeyeceği sorusuna cevap verebilmek için;
a) Mağduru hataya düşürmek ve b) Mağdurun hatasından yararlanmak arasındaki ayrımdan hareket etmek gerekir. Nitekim ETCK 503. maddenin birinci fıkrasında bir kişiyi “hayata düşürmek” ipotesi öngörüldükten sonra, ikinci fıkrasında kişide “esasen var olan hatadan yararlanma” ipotezi hükme bağlanmakta; ancak bu ikinci ipotezin gerçekleşebilmesi ve dolandırıcılık suçundan söz edilebilmesi için de, failin yine hile ve desiseye başvurması ve böylece kişinin esasen var olan hatasının farkına varmasını önlemeye çalışması aranmaktadır. Oysa hataya düşürme ipotezinin yanı sıra, sadece kişinin esasen var olan hatasından yararlanma ipotezini de açıkça öngören kanunların (Danimarka ve İsviçre Ceza Kanunlarının) daha isabetli bir yol işlediklerini kabul etmektedirler .
Dolandırıcılık suçunun oluşması için failin hileli davranışlarla muhatabını “aldatmış” olması gerekir. YTCK’de ETCK’dekinin aksine, mağdurun hataya düşürülmesi”nden değil, “aldatılması”ndan söz edilmiştir.
Mağdur esasen hatalı bir tasavvura sahip ise, bu hatanın güçlendirilmesi, artırılması veya en azından uzatılması da hataya düşürme olarak kabul edilir.
ETCK’de herhangi bir hileli davranışa başvurmaksızın fail yalnızca mağdurun içinde bulunduğu hatadan yararlanmış ise dolandırıcılık suçundan söz edilemezdi. Nitekim ETCK m.503/2’de mağdurda esasen var olan hatadan “hile ve desise kullanarak” yararlanmadan söz edilmesi bizi böyle bir sonuca götürmekteydi. YTCK m.157’de gerekçede bu durumda da dolandırıcılık suçunun oluşacağı izlenimi uyandıran aksi yöndeki açıklamalara rağmen, “hileli davranışlarla başkasını aldatma”dan söz edildiği için, fail tarafından herhangi bir hileli davranışa başvurulmadığı sürece, salt mağdurun hatasından yararlanmanın dolandırıcılık suçunun oluşturduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir. Böyle bir durumda dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için failin aldatılan kişideki mevcut hatalı tasavvuru güçlendirmesi veya onun farkına varılmasını engellemesi veya güçleştirmesi aranır.
I. Hata Anı: Buradaki “hata”, mağdurun olaylar hakkında gerçeğe uygun olmayan tasavvurunu ifade etmektedir. Aldatılan kişi, fail tarafından ileri sürülen olguları gerçek sanmalı veya en azından gerçeğe uygun olma olanağından hareket etmemelidir. Bu nedenle eğer aldatılan kişi bakımından ileri sürülen olguların gerçeğe uygun olup olmadığı önemsiz ise, artık onun hatasından söz edilemez. Mağdurun hataya “düşürülmesi” ise, bu hatanın failin başvurduğu hileli davranışın sonucu olması demektir.
Mağdurun, menfaatin temin edilmesinden evvel hataya düşürülmüş olması gerekir .
ETCK’nin 503. maddesinin birinci fıkrasında söz edilen basit dolandırıcılık halinde kullanılan hile veya yapılan desiselerde, oyun, düzen ve entrikalarla, gizli dolaplarla mağdur hataya sevk edilmektedir. Oysa ikinci fıkrasında yazılı halde mağdur esasen hayta düşmüştür; hile ve desiseler mağdurun bu hatadan kurtulmamasını temin için kullanılmaktadır. Sadece hatadan yararlanarak, hiçbir hile ve desise kullanılmaksızın menfaat elde edilirse, bu fıkraya göre dolandırıcılık teşekkül etmemekteydi. Fail hatanın muhafazasını sağlamak üzere hile ve desise kullanmadıkça suç teşkil etmemekteydi .
YTCK’de dolandırıcılık suçunun basit halini düzenleyen ETCK m.503’ün ikinci fıkrasına yer verilmemiştir. Bu fıkrada esasen var olan hatadan haksız menfaat elde edilmesi hareketinin suç teşkil etmesi için de failin ayrıca hile ve desise kullanmak suretiyle gerçekleşmiş olması gerekmekte idi. YTCK m.157’de bu fıkraya yer verilmemesi bizce yerindedir. Esasen var olan bu hatanın mevcudiyetinin ayrıca düzenlenmesine gerek yoktur. Çünkü bu suçun oluşması için de mağdurun içinde bulunduğu halden bağımsız olarak “hileli davranışlarla bir kimseyi aldatma”sı aranmaktadır.
II. Teknolojik Cihazlar Vasıtasıyla Yöneltilmiş Hileli Suçlar: Bazı hileler yapılarak otomatik aletlerden para veya benzeri değerlerin alınması halinde hareketin hangi suçu teşkil edeceği hususunda yazarlar arasında ihtilaf vardır.
Bankamatik kartları marifetiyle bankalara karşı yönetilmiş hileli suçlar yaygın hale gelmiştir. Bankanın bilgisayar sistemini kullanarak, bazı hesaplara para nakli sağladıktan sonra, bankamatik kartları ile bu hesaplardan para çekilmektedir. Yapılan hile şu suretle gerçekleştirilmektedir: Bankanın bir memuru marifetiyle kişinin hesabındaki miktar veya kredisi fazla gösterilmektedir ve aynı anda hatalı işlem ortaya çıkmadan fail, hesabına naklolunan değeri bankamatik kartı ile hemen çekmektedir.
Sanık, bankanın muhtelif şubelerindeki görevlileri hileli davranışlarla bu hesaba para yatırılmasını sağladıktan sonra, banka kartı ile hesaptan para çekecek olursa, suç önce kişiler üzerinde hileli davranış kullanılması suretiyle işlenmiş olması halinde hakkında ETCK 503/1 ve 504/7 maddelerden ceza verilmesi gerekirdi . YTCK’de ise bu hükümlerin aynen yer aldığı 157. ve 157/e maddeleri gösterilebilir.
III. Karşılıksız Yararlanma: Bu bağlamda özellikle ödeme yeteneği olmadığını gizleyerek belirli bir hizmetten yararlandıktan sonra ödemede bulunmayan kişinin fiilinin (“karşılıksız yararlanma”) dolandırıcılık suçunun hile öğesini gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği üzerinde durulmalıdır. Türk Hukukunda öteden beri hileden söz edilebilmesi için hilenin belirli bir ağırlığa ulaşmış olması gerektiği ileri sürüldüğü için, ödeme yeteneği olmadığını gizleyerek bir hizmetten yararlanan kişinin fiilinin dolandırıcılık sayılamayacağı kabul edilmekteydi. Yargıtay’ın ise bu tür fiillerin bazen hırsızlık, bazen de dolandırıcılık sayılacağına yönelik kararları bulunmaktaydı. Bu nedenledir ki, karşılıksız yararlanma, 1991 yılında ETCK m.521a’ya bir ilave yapılmak suretiyle bağımsız suç haline getirilmişti. Buna karşılık YTCK ödeme yeteneği olmadığı halde, konaklamaya ayrılmış yerlerde kalma, taksi ve benzeri ulaşım araçlarında seyahat etme, lokanta ve benzeri yerlerde yiyip içme gibi, örf ve adet gereği bedelin hizmetin sunulmasından sonra ödenmesi gereken eylemler bakımından ayrı bir düzenlemeye yer vermemiştir. Dolandırıcılık suçunu düzenleyen YTCK m.157’nin gerekçesinde yer verilen anlatımlardan, bu tür eylemlerin esasen dolandırıcılık suçunu oluşturacağı düşüncesinden hareket edildiği izlenimi uyanmaktadır. Bu anlayışın yerindeliği açısından bir değerlendirme yapmak için, bu tür eylemlerin dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmadığı sorusunun yanıtını bulmak gerekir. Karşılıksız yararlanma niteliğindeki eylemler, eğer failde başlangıçtan beri hizmetin bedelini ödememe kastı varsa, ancak bu takdirde dolandırıcılık suçunu oluşturabilir. Gerçekten dolandırıcılık suçu anlamında “hileli davranış”, eğer failde başlangıçtan beri yararlandığı hizmetin karşılığını ödememe kastı varsa, ancak bu durumda söz konusu olabilir. Oysa hizmetten yararlanan kişinin ödememe kararını hangi anda verdiği konusunda ispat güçlükleriyle karşılaşılacağı için bu tür eylemleri çoğu durumda dolandırıcılık çerçevesinde cezalandırma olanağı bulunmayacaktır. Öte yandan karşılaştırmalı hukuktaki eğilime aykırı olarak ‘ihmali hareket’in cezalandırılması konusunda YTCK’de genel bir düzenleme bulunmamakta; kanun, yalnızca bazı suçlar bakımından bu yönde bir düzenleme getirmektedir. Böyle bir düzenleme, bu suçlar dışında kalan suçlar ve bu arada dolandırıcılık suçu bakımından ihtimali hareketin cezalandırılıp cezalandırılmayacağı konusunda duraksama yaratmaktadır. Bundan başka YTCK m.157’de “hileli davranışlar”dan söz edilmekte olduğu için, hileli bir dış davranışla dışa yansımadığı sürece cezalandırılması da mümkün olmayacaktır. Oysa karşılıksız yararlanma fiilleri açısından failin “ödeme yeteneğini yitirmesi” durumunda, dışa yansıyan hileli bir davranışından söz etmek mümkün olmayacağı için çoğu durumda dolandırıcılık suçunun oluşması da mümkün görünmemektedir. Bütün bu açıklamalar, karşılıksız yararlanma niteliğindeki eylemlerin çoğu durumda dolandırıcılık suçu çerçevesinde cezalandırılamayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Gerçi karşılıksız yararlanmanın cezalandırılmasının gerekip gerekmediği bir suç politikası sorunudur ve yasa koyucu bu tür eylemlerin cezalandırılmasını suç politikası açısından yerinde görmemiş olabilir. Ancak böyle bir durumda da, bundan daha az haksızlık içeriğine sahip olan TV ve radyo yayınlarından yararlanma ve otomatların kötüye kullanılmasının niçin cezalandırılması yoluna gidildiğini (YTCK m.163) anlamak olanaksızlaşmaktadır. Nihayet suç politikası açısından da karşılıksız yararlanma niteliğindeki eylemlerin, daha az haksızlık içeriğine sahip olması nedeniyle dolandırıcılık suçu çerçevesinde cezalandırılmasının yerindeliği tartışılabilir. Sonuç olarak YTCK karşılıksız yararlanma suçlarına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemesi, uygulamada bu tür eylemlerin dolandırıcılık sayılıp sayılmayacağı konusunda duraksama yaratacak niteliktedir.
IV. Kartopu Sözleşmeleri : Fransızların kartopu sözleşmeleri adı verdikleri kuponla satışların dolandırıcılık suçunu teşkil edip etmediği uygulamada ihtilaflarla sonuçlanmıştır. Türkiye’de de bu yolla satışlara girişenlere, aldıkları kuponları başkalarına satan kimselerin, bu ikinci grup kişilerin de kupon satın aldıkları takdirde mesela bir saat almaya hak kazanmaları şeklinde satışlara girişildiği görülmüştür .
Bu tür satışlarda başlangıçta hileli bir durum yoktur. Çünkü satıcı önce yükümünü yerine getirmekte ve müşterilerden hiçbir noktayı saklamamaktadır. Ancak ilerisi için satıcının yükümlerini yerine getiremez hale geleceği muhakkaktır. Demek oluyor ki, ortada kısmen gerçek, kısmen ise hayali bir teşebbüs vardır. Bu gözlemin sonucu şu olmaktadır ki, satıcı yükümünü yerine getiremediği anda dolandırıcılık suçu meydana gelmektedir .
Bu tür fiiller açısından ortak özellik, zincirleme piramitsel biçimde bir yapılanma içerisinde piramite dahil edilen kişi sayısının artmasına bağlı olarak piramitin üstünde yer alan kişilerin menfaat temin etmeleridir. Bu sistemde piramidin üst sınırında bulunan kişi, oyunu devam ettirmek için yeni katılımcılar bulmakta, aşağıdan gelen yeni katılımcıların ödeyeceği belli bir miktar para bir araya geldiğinde yüksek meblağlara ulaşmaktadır. Bu sistem en önemli özelliği, sistemin bir yerde tıkanması ve sisteme sonradan giren kişilerin bundan zarara uğramalarıdır.
Yargıtay, sanıkların eylem birliği içerisende hile ve desise ile mağdurların düşünsel faaliyetini etkilediklerini, onlarla psikolojik bir körlük yarattıklarını, matematiksel işlem ve tablolarla üyelerde hatalı bir inanç meydana getirdiklerini, mağdurların sağlıklı düşünce yeteneğini ortadan kaldırdıklarını vurgulamış ve sanıkların gerçek durumu açıklamadıkları, zira sistem gereği zincirin halkaları genişledikçe üye temin etmenin güçleşeceği ve hatta olanaksızlaşacağı, bu aşamada sistem çökeceği için son üye olanların para kazanmalarının mümkün olmayacağı, bu durumun mağdurlardan gizlenmesi suretiyle haksız kazanç elde edildiği kararda belirtilmiştir . Öğretide ise Hakeri, oyunun işleyişi ve geleceği konusunda katılımcıların oyunun hangi aşamasında ve hangi koşullarla oyuna katıldığı konusunda bilgilendirilmesi durumunda bu suçun gerçekleşmeyeceğini kabul etmektedir. Buna karşılık Dönmezer, geometrik silsile gereği sisteme başlangıçta girenlerin bir süre sonra yükümlülüklerini yerine getirebilmesine olanak bulunmadığını, bu andan itibaren dolandırıcılık suçunun da gerçekleşmiş olacağını belirtmektedir.
YTCK’de, bu tür eylemlerin her zaman dolandırıcılık suçu çerçevesinde cezalandırılmasının mümkün olmaması nedeniyle bir düzenleme gereksinimi bulunduğu bilinmesine rağmen, bu konuda açık bir düzenlemeye gidilmemiştir.
C. Hareketin Neticesi: Hile ve desiseler neticesinde kendisine karşı bunların kullandığı kimsenin veya başkasının zararına olarak kendisine veya başkasına haksız bir yarar sağlanması.
I- Yarar elde edilmesinin suç kurbanının veya başkasının zararına olması
i) Zarar Kavramı: Bu zarar, mağdurun malvarlığına ilişkin olarak yapmış olduğu tasavvurun doğrudan doğruya sonucu olmalıdır. Eğer aldatılan kişi, hataya düşmüş olmasaydı, yine de tasarrufta bulunacaktı diyebildiğimiz durumlarda hataya düşme ile malvarlığına ilişkin tasarruf arasında nedensellik bağlantısının bulunmadığı sonucuna varılmalıdır. Zarar, bizzat aldatılan (ve tasarrufta bulunan) kişide ortaya çıkmış olabileceği gibi, üçüncü kişide de ortaya çıkmış olabilir. Zararın miktarının tespit edilmiş olmasına gerek yoktur.
Dolandırıcılık suçu anlamında malvarlığı kavramına ne anlam verilmesi gerektiği konusunda değişik teoriler ortaya atılmıştır. Öğreti de bir kısım yazarlarca temsil edilen salt ekonomik malvarlığı teorisine göre, malvarlığı, bir kişinin para ile ölçülebilir her türlü menfaatini ifade etmektedir. Buna karşılık salt hukuksal malvarlığı teorisi, ekonomik bir değer taşıyıp taşımadığına bakmaksızın, malvarlığına ilişkin her türlü hak ve yükümlülüğü malvarlığı kavramı içinde ele almaktadır. Buna göre bu tür bir hakkın her türlü kaybı ve yükümlülüklerin artırılması malvarlığına ilişkin zarar olarak nitelendirilmelidir. Bugün öğretide egemen olan hukuksal-ekonomik malvarlığı teorisi (karma teori), malvarlığını, bir kişinin sahip olduğu hukuk düzeninin koruması altında bulunan ekonomik değerlerin tümü olarak kabul etmektedir.
Dolandırıcılık, suçu anlamında zararın malvarlığına ilişkin olması gerektiği için, duygusal veya manevi yönden uğranılan zararlar dolandırıcılık suçunu oluşturmaz.
Buna göre, zarardan söz edilebilmesi için malvarlığının değerinde bir azalma meydana gelmesi gerekmektedir. Mülkiyet, bir eşya üzerindeki zilyetlik, talep gibi malvarlığına ilişkin haklar da malvarlığı kavramı içine girmektedir. Eğer mağdurun edimi, failin karşı edimi ile denkleştirilemiyorsa zararın mevcut olduğu sonucuna varmak gerekir. Bu suçun oluşması için malvarlığının zarara uğraması arandığından, tek başına bir zarar tehlikesi suçun oluşması için yeterli değildir. Meydana gelen zararın sonradan giderilmesi önemli değildir; olsa olsa YTCK m.168’in uygulanması bakımından önem taşır.
II- Hileli davranışlarla aldatılan kimsenin veya başkasının zararına olarak kendisine veya başkasına bir yarar sağlaması:
b) Yarar: Burada söz konusu olan ETCK ifadesiyle “haksız menfaat” tamamıyla malvarlığına ilişkin bir yarardır. Zira dolandırıcılık malvarlığına karşı işlenen suçlardandır. Bu itibarla hilelerle manevi bir menfaat elde olunduğu hallerde dolandırıcılık yoktur .
Elde Edilen yararla, başvurulan hileli davranış arasında nedensellik bağı olmalıdır. Menfaatin doğrudan veya dolayısıyla elde edilmesi önemli değildir .
ETCK’de elde edilen yararın “haksız” olması aranmış iken, YTCK yararın haksız olması gibi bir zorunluluğa yer vermiş değildir. Bunun nedeni, suçun “bir hukuksal ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi”ne bu suçta daha az cezayı gerektiren bir durum olarak yer verilmiş olmasıdır. (YTCK m.159).
YTCK m.157’nin gerekçesinde de dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için hilenin etkisiyle, bu hileye maruz kalan kişinin veya bir üçüncü kişinin zararına olarak fail veya bir başkası bir menfaat elde etmesi yeterli görülüp menfaatin “haksız” olması şartı aranmamıştır.
Kanaatimizce buna rağmen, YTCK açısından da dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için elde edilen yararın, haksız olması gerekir. Elde edilen yararın haksız sayılması konusunda yargı organları önünde dava konusu yapılabilmesi aranmaz. Dava konusu yapılmamakla birlikte (örneğin eksik borç) hukuken korunan yararlar da haksız sayılmaz. Bu nedenle doğrudan veya dolaylı olarak hukuken korunmayan bir yarar ancak haksız kabul edilebilir. Bu yüzden örneğin kumar alacağını veya zamanaşımına uğramış bir alacağı elde etmek için hileli davranışlara başvurulması dolandırıcılık suçunu oluşturmaz. Buna karşılık öğretide baskın görüş, kanuna ve ahlaka aykırı bir işlemden kaynaklanan taleplerin, ceza hukuku açısından korunan malvarlığı kavramına dahil olmadığı gerekçesiyle, dolandırıcılık suçuna konu olmayacağını kabul etmektedir.
ii) Yargılama Yoluyla Dolandırıcılık: Bir kimsenin, haklı olduğu iddiası ile dava açarak hakimi aldatıp lehine hüküm tesis ettirmesi yargılama dolandırıcılığı olarak anılmaktadır. Öğretideki çoğunluk görüşüne uygun olarak, biz de bir kimsenin davayı kötü niyetle yürütmesinin dolandırıcılık suçunu oluşturmayacağı; yargılama sırasında başvurulan hile, sahte belge sunma biçiminde gerçekleşmiş ise, esasen evrakta sahtecilik suçundan dolayı, failin cezalandırılabileceği görüşüne katılmaktayız.
8- Suçun Özel Görünüş Biçimleri
I- Teşebbüs: Dolandırıcılık başkasının zararına olarak haksız menfaat elde edildiği anda tamamlanmış olur. Bu itibarla mağdurda bir zarar meydana gelmemiş ise fiilin ancak tesebbüsten dolayı kovuşturulması mümkün olabilir . Mağdurda bir zarar meydana gelmiş olmak kaydı ile failin mamelekinde bir artma olmaması halinde de suç tamamlanmış sayılmalıdır . 5. CD, bir kararına göre 2000 lira verildiği takdirde tutuklu sanığı tahliye ettireceğine dair mektup yazan mahkeme katibinin fiili, haksız menfaat sağlanmış olması nedeniyle dolandırıcılığa eksik teşebbüs sayılmıştır .
Hileli davranış objektif olarak kandırabilecek nitelikte olmasına rağmen, karşı taraf aldanmamışsa, suçun teşebbüs aşamasında kaldığı kabul edilmelidir.
Hileli davranışlara başvurulmuş olmasına rağmen, engel bir neden yüzünden haksız menfaat elde edilmemiş ise tam teşebbüs; hileli davranış engel nedenler yüzünden tamamlanamamış ise eksik teşebbüs vardır. Bununla birlikte bu ayrımın YTCK açısından herhangi bir önemi yoktur. Hileli davranışın, karşı tarafın malvarlığında meydana getirdiği “tehlikenin ağırlığı”, yalnızca teşebbüs nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında cezanın tayini bakımından göz önünde bulundurulur (YTCK m.35/2). Bu suça teşebbüs mümkün olmakla birlikte YTCK bakımından eksik-tam teşebbüs ayrımına son verilmiştir.
II-İçtima: ETCK m.80 uyarınca aynı suç işleme kararıyla aynı veya değişik kişilere karşı birden fazla hileli davranışa başvurmak suretiyle birden fazla menfaat elde edilmesi durumunda, zincirleme suçtan söz edilebilirdi. Ne var ki, Yargıtay, hile ve desisenin farklı kişilere karşı kullanılması durumunda zincirleme suçu kabul etmemekte ve mağdur sayısınca suçun bulunduğu sonucuna varmaktaydı. Bugünkü durumda YTCK m.43/1’de suçların “aynı kişiye” karşı işlenmesi zorunluluğu arandığı için, aynı suç işleme kararına bağlı olsa bile, değişik kişileri karşı işlenen dolandırıcılık suçunda zincirleme suç ilişkisinden söz edilemeyeceği için, mağdur sayısınca suçun oluştuğu sonucuna varmak gerekir. Buna karşılık tek bir hileli davranış birden fazla kişinin malvarlığında zarara yol açmış ise, “tek bir fiille” işlenen birden fazla dolandırıcılık suçu söz konusu olacağı için YTCK m.43/2 uyarınca zincirleme suç kurallarının uygulanması mümkündür.
Sahte olarak düzenlenen varaka ile aynı zamanda mağdur dolandırılmış ise gerçek içtima kurallarına göre failin hem evrakta sahtecilik ve hem de dolandırıcılık suçundan dolayı cezalandırılması gerekir .
III. İştirak: Erem ve Dönmezer dolandırıcılık suçunun iştirak halinde işlendiğini kabul için hile ve desise teşkil eden hareketlerin (ETCK 64-67) umumi iştirak kaidelerin dairesinde tespit edileceği görüşündedirler. Sadece haksız menfaatten yararlanmış olmak şerik sayılmak için yeterli değildir, hileli davranışı gerçekleştiren fail (ler) aralarında iştirak iradesi bulunmadıkça bu suça, bu suçta kullanılacağını bilerek sahte bir raporu faile vermek örneğinde olduğu gibi “yardım etme” biçiminde de iştirak mümkündür.
Hile ve desiselerin gerçekleştirilmesine belirli rollerle katılan bütün faillerin “irtikap eden” sayılmaları gerekir.
9. Manevi Unsur: Başkasını hataya düşüreceğini ve bir yarar sağlayabileceğini bilerek ve bu neticeyi isteyerek hileli davranış kullanmak iradesi dolandırıcılık kasdını teşkil eder. Fail suçu bilerek ve isteyerek işlemiş olmalıdır . Böylece mesela yanlışlıkla aslı olmayan şeyler söylenmişse dolandırıcılık meydana gelmez .
Suçun manevi unsuru bulunan kast hileli hareketi yarar sağlamayı ve zarar vermeyi bu husustaki bilinç ve iradeyi kapsamalıdır .
Kasdın, mağdurun edasına tekaddüm etmesi lazımdır. Aksi halde suç belki de “emniyeti suistimal” olacaktır .
Manzini, akıl malüliyetine çok yakın bir hal olsa bile, kendisinde sihir kuvvetinin mevcut olduğuna inanan kimsenin, müşterisinden temin ettiği menfaate rağmen, kast bulunmaması sebebi ile, dolandırıcılıktan cezalandırılamayacağını; aynı sebeple, şüpheli, fakat muvaffak olması da muhtemel bulunduğuna samimi surette inandığı bir işi başkasına teklif etmiş olanın da dolandırıcı sayılamayacağı kanaatindedir.
Bu suçta manevi öğesini genel kast oluşturur. Bu suçta kastın, hileli davranışa, bunun sonucunda mağdurun hataya düşürülmesine ve haksız yarar sağlamaya yönelik olması gerekir. Hareket sonucunda, failin gerçekte zarar vermek istediği kişi dışında bir başka kişinin zarara uğramış olması kastı ortadan kaldırmaz. Kastın, aynı zamanda fail tarafından elde edilmek istenen yararın haksızlığını da kapsamına alması gerekir.
10. Hukuka Aykırı İşlemlerde Dolandırıcılık: Bu noktada aldatılanın meşru olmayan bir amaç gütmesi ve bu amaca ulaşmaya çalışırken aldatılması durumunda dolandırıcılık suçundan söz edilip edilemeyeceği üzerinde durmak gerekmektedir. Bu konuda çeşitli örnekler ortaya koymak mümkündür. Çocuk düşürmek için ilaç satın almak isterken yüksek fiyatla zararsız bir madde alan kadının veya memur olmadığı halde memurmuş gibi davranın bir kimseye rüşvet olarak para veren kişinin yahut ülkeden çıkması mümkün olmadığı halde kendisine gizlice ülkeden çıkaracağını söyleyen bir sahtekara para veren kişinin durumu gibi.
Bir anlayışa göre, meşru olmayan bir amaca ulaşmak için faaliyette bulunan kimse, aldatılacak ve malvarlığı bir kayba uğrayacak olursa, sadece kendisini suçlamalıdır. Devlet hukuka aykırı hareket edeni korumaz: Aksine bir uygulama ceza normunun değerini yitirmesine neden olur. Bu gibi durumlarda aldatanın cezalandırılması, onun yasak olana yapmak zorunda olduğunu kabul etmek anlamına gelir.
Hakim olan ve bizim de katıldığımız anlayışa göre mağdurun hukuka aykırı bir amaç gütmesi dolandırıcılık suçunu ortadan kaldırmaz. Zira dolandırıcılık sosyal menfaate ilişkin nedenlerle cezalandırılmaktadır. Ve bu nedenler aldatılan gayri meşru bir hedefe ulaşmak istediğinde de var olmaya devam eder. Ne tür bir niyet olursa olsun mağdurun niyetinin yasaklanmış bir davranışı meşrulaştırması kabul edilemeyeceğinden, bu durumda da failin fiili hukuk düzeninin bir kuralını ihmal etmektedir. Burada devletin cezalandırma yoluna gitmesi, aldatılanın yasak olanı elde etmeye hakkı olduğu anlamına gelmez. Devletin yaptığı, genel olarak hileli yollarla başkasının mamelekine zarar veren kimseler için öngörülen müeyyideyi uygulamaktan ibarettir.
Bu gibi durumlarda da, dolandırıcılık suçundan söz edilebilmesi için, mağdurun mameleki bir kayba uğramış olması gerekir. Eğer mağdur, aldatma sonucu karaborsa ticarette çok sık rastlandığı üzere, sadece bir borcu üstlenmiş ise dolandırıcılıktan söz edilemez. Çünkü bu durumlarda aldatılanların yükümlülüğü, hukuka aykırı veya gayrimeşru bir nedenden kaynaklandığından, her türlü hukuki değerden ve dolayısıyla bağlayıcı etkiden yoksundur .
ETCK m.503’te sağlanan menfaatin dolandırıcı yönünden haksız olmasını belirtmekle yetinmekte, bunun dolandırılan yönünden haksız olup olmaması üzerinde durmamaktadır. ETCK’da olduğu gibi Yeni Ceza Kanunu’nda da mağdurun davranışının özelliğine göre bir ayrım yapılmamıştır. Kanun koyucu yönünden dolandırılanın amacının meşru olup olmamasının önem taşımadığı sonucuna varmak gerekmektedir.
11. Nitelikli Dolandırıcılık: (ETCK m.504; (YTCK m.158).
1) Suçun Dinsel İnanç Ve Doğrudan İstismar Edilmesi Suretiyle İşlenmesi
ETCK’de yer almayan bu nitelikli halin gerçekleşmesi için failin, karşı tarafın “dinsel inanç ve duygularını istismar etmesi” aranır. Muskacılık, üfürükçülük gibi faaliyetler sonucu karşı taraftan menfaat elde edilmesi bu bent kapsamına girer.
2) Suçun Kişinin İçinde Bulunduğu Tehlikeli Durum Veya Sor Şartlardan Yararlanmak Suretiyle İşlenmesi.
ETCK m.504/5’dte bu nitelikle halin gerçekleşmesi için kişiyi bu durumdan “kurtarmak bahanesiyle” suçun işlenmesi aranırken; YTCK bu durum ve koşullardan “yararlanma”yı nitelikli halin gerçekleşmesi bakımından yeterli görmektedir. Bu durum, suçun işlenmesindeki kolaylık göz önünde bulundurularak nitelikli hal sayılmıştır. Nitelikle halin uygulanabilmesi için, karşı tarafın “tehlikeli bir durum veya zor şartlar içinde” bulunması gerekir. Bu bent gerekçesinde;
Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlar, başkalarına güven duymaya en fazla ihtiyaç duyduğu anlardır. Kişinin örneğin doğal bir afet veya trafik kazasına maruz kalmasından ya da hastalığı yüzünden içine düştüğü çaresizlikten yararlanılarak aldatılması kolaydır. Bu nedenle kişinin bu durumundan yararlanmak nitelikli hal olarak düzenlenmiştir.
3) Suçun Kişinin Algılama Yeteneğinin Zayıflığından Yararlanmak Suretiyle İşlenmesi.
Buradaki nitelikli halin gerçekleşmesi bakımından karşı tarafın yaş küçüklüğü, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi nedenlerle “algılama yeteneği zayıflamış” olması gerekir. Nitelikli halin gerçekleşmesi bakımından karşı tarafın bizzat fail tarafından böyle bir duruma düşürülmüş olması gerekmediği gibi, bu durumun ortaya çıkmasında karşı tarafın bir kusurunun bulunup bulunmadığı da önemli değildir. Bununla birlikte nitelikli halin gerçekleşmesi, karşı tarafın algılama yeteneğinin “ zayıflamış” olması koşuluna bağlıdır. Bu yüzden akıl hastalığı veya fazla yaş küçüklüğü nedeniyle karşı tarafın fail tarafından başvurulan davranışın “hileli” olduğunu algılama ve anlayabilme yeteneğine sahip olmaması durumunda, bu kişinin “aldatılması”ndan söz edilemeyeceğinden dolandırıcılık suçu değil, duruma göre hırsızlık suçu oluşabilir.
4) Suçun Kamu Kurum ve Kuruluşlarının, Kamu Meslek Kuruluşlarının, Siyasal Parti, Vakıf veya Dernek Tüzel Kişiliklerinin Araç Olarak Kullanılması Suretiyle İşlenmesi.
Kamu kurum veya kuruluşları, kamu kurum niteliğindeki meslek kuruluşları, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişilikleri toplumda güven beslenen müesseselerdir.
Hileli davranışın gerçekleştirilmesinde belirtilen kurumların araç olarak kullanılması, suçun işlenmesinde sağladığı kolaylık nedeniyle nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. Bentte sayılan kuruluşların “araç” olarak kullanılması nitelikli halin gerçekleşmesi için yeterli olup, bunların ayrıca suçtan zarar görmüş olmalarına gerek yoktur. ETCK’de nitelikli halin gerçekleşmesi 1. fıkranın 3.bendinde yalnızca “kamu kurum ve kuruluşları”nın araç olarak kullanılmasını gerektirmekte iken; YTCK, bunun yanında ayrıca “kamu meslek kuruluşları” ile “siyasal parti, vakıf ve dernek tüzel kişiliklerinin” araç olarak kullanılmasını da nitelikli hal kapsamına almıştır. Hangi kurum veya kuruluşların “kamusal” nitelik taşıdığı, o kurumun statüsünü düzenleyen mevzuata göre belirlenir. Her ne kadar bentte “kamu meslek kuruluşları”ndan söz edilmekte ise de, bununla anlatılmak istenen “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları”dır. Bu anlamda kamu meslek kuruluşu, eczacılar odası, tabip odası, baro gibi “belli bir mesleğe mensup olanların ortak gereksinimlerini karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlerine uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensupların birbirleri ile halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakın korumak maksadı ile kanunla kurulan kamu tüzel kişilikleridir” (Any. M.135). Nitelikli halin uygulanması bakımından söz konusu tüzel kişiliğin yerel veya üst örgütlerinin suçta araç olarak kullanılmış olması önem taşımaz.
5) Suçun Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Zararına Olarak İşlenmesi
ETCK 504. maddenin birinci fıkrasının 7. bendinde kamu kurum ve kuruluşlarının yanında ayrıca “kamu yararına çalışan hayır kurumları”ndan söz edildiği halde, YTCK, suçun mağdurunun “kamu yararına çalışan hayır kurumu” olması durumuna ayrıca yer vermemiştir.
6) Bilişim sistemlerinin, Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması Suretiyle İşlenmesi.
Bu bent içinde iki ayrı nitelikli hale yer verilmiştir. Bunlardan ilki suçun “bilişim sistemlerinin”; ikincisi ise, “banka ve kredi kurumlarının” suçta araç olarak kullanılmasıdır. Bu bent anlamında “bilişim sistemi”, verileri toplayıp yerleştirdikten sonra bunları otomatik işlemlere tabi tutma olanağını veren manyetik sistemler olarak tanımlanabilir.
Bilişim sistemlerinin ya da birer güven kurumu olan banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması, dolandırıcılık suçunun işlenmesi açısından önemli bir kolaylık sağlamaktadır. Banka ve kredi kurumları açısından dikkat edilmesi gereken husus, bu kurumları temsilen, bu kurumlar adına hareket eden kişilerin başkalarını kolaylıkla aldatabilmeleridir .
7) Suçun Basın ve Yayın Araçlarının Sağladığı Kolaylıktan Yararlanmak Suretiyle İşlenmesi
ETCK 504. maddenin birinci fıkrasının 3. bendinde “haberleşme araçları”nın kullanılmasından söz edilmekte iken, YTCK “basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak”tan söz etmektedir. Bu nitelikli hal için basın ve yayın araçlarının suçun işlenmesinde özel bir kolaylık sağlamış olmaları şarttır.
8) Suçun Tacir veya Şirket Yöneticisi Olan yada Şirket Adına Hareket Eden Kişilerin Ticari Faaliyetleri Sırasında; Kooperatif Yöneticilerinin Kooperatifin Faaliyeti Kapsamında İşlenmesi
Gerekçede bir açıklık getirilmeyen bu bent ETCK’de düzenlenmeyen bir nitelikli hali düzenlemiştir. Bu bent içinde iki ayrı nitelikle hale yer verilmiştir:
- Suçun tacir veya şirket yöneticiyi veya şirket adına hareket eden bir kişi tarafından “ticari faaliyet sırasında” işlenmesi.
- Suçun kooperatif yöneticileri tarafından “kooperatifin faaliyetleri kapsamında” işlenmesi.
9) Suçun Serbest Meslek Sahibi Kişiler Tarafından, Mesleklerinden Dolayı Kendilerine Duyulan Güvenin Kötüye Kullanılması Suretiyle İşlenmesi
ETCK’de bulunmayan bu nitelikli hal için gerekçeden de bir bilgiye ulaşılamamaktadır. Bu bendin uygulanabilmesi için, failin “serbest meslek mensubu” olması ve suçu da “mesleği gereği” kendisine duyulan güveni kötüye kullanmak suretiyle işlemesi gerekir. Meslek gereği bir güven arandığı için bizce mesleğin suçun işlenmesinde özel bir kolaylık sağlamış olması aranmalıdır.
10) Suçun Banka veya Diğer Kredi Kurumlarınca Tahsis Edilmemesi Gereken Bir Kredinin Açılmasını Sağlamak Maksadıyla İşlenmesi.
ETCK 504. maddenin birinci fıkrasının 1. bendinde bu nitelikli hal aynen düzenlenmiş idi. Bu nitelikli halin uygulanabilmesi için her şeyden önce aldatılan kurum, “banka” veya faiz karşılığı olsun veya olmasın kanunen borç para vermeye yetkili bir kurum olmalıdır. Fiilin borç para verme yetkisine sahip olmayan bir kuruma karşı işlenmiş olması halinde basit dolandırıcılık suçu söz konusu olabilir. Söz konusu şiddet sebebi, örneğin kredi talep eden kişinin, gerçeğe uygun olmayan kıymet takdiri raporları veya bilanço ve diğer belgeler ibraz etmesi yahut teminat göstermek, istenin malların değerini olduğundan çok daha fazla beyan etmesi gibi durumlarda söz konusu olur .
Nitelikli halin uygulanabilmesi için aynı zamanda fail söz konusu kurumlarca “tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılması”nı sağlama özel kastı ile hareket etmiş olmalıdır. Yargıtay, hayali kişileri ait sahte senet düzenleyip bankadan kredi alan failin eylemini bu bent içinde ele almıştır. Bun karşılık örneğin bankanın “öz kaynaklarının % 25’inden fazlasını kredi olarak vermesi”; “banka üst düzey yöneticilerine ve bunların yakınlarına veya bunlar tarafından kurulan kuruluşlara kredi verilmesi”ne ilişkin yasaklar (Bankalar K. M.11/9,11) ihlal edilerek bir kişi lehine kredi tahsis edilmesi durumunda krediyi tahsis eden banka görevlisi açısından yerine göre başka suçlar oluşabilir ise de, dolandırıcılık suçundan söz edilemeyeceği için, bu nitelikli halin uygulanması da söz konusu olmaz .
11) Suçun Sigorta Bedelini Almak Maksadıyla İşlenmesi
Bu nitelikli hal ETCK 504.maddenin birinci fıkrasının 2. bendinde aynen düzenlenmiş idi. Bu nitelikle halin uygulanabilmesi için failin “sigorta bedelini almak” maksadıyla hileli davranışa başvurmuş olması gerekir. Sigortanın türü önemli değildir. Mal veya hayat sigortası olabileceği gibi mali sorumluluk sigortası da olabilir.
Haksız yere sigorta bedelini almak amacıyla failin başvurduğu hileli davranışlar, trafik kazasında hasarın olduğundan fazla gösterilmesi, yangın çıkarılması örneklerinde olduğu gibi değişik biçimlerde karşımıza çıkabilir.
Ayrıca failin sigorta bedelini kendisinin veya bir başkasının olması için hileli davranışlara başvurmuş olması da nitelikli halin uygulanması bakımından önemsizdir.
12- Daha Az Cezayı Gerektiren Haller (YTCK m.159)
Elde olunan menfaatin haksız olması gerekir. Kendisine ait bir malı hile ve desise ile geri alan kimsenin dolandırıcılık suçunu işlemiş olmayacağı Fransız hukukunda kabul edilmiştir; söz gelimi rehin verdiği mal hile ve desise ile geri alan bir kimsenin dolandırıcılık suçunu işlemeyeceği kabul edilmiştir.
Rehin olarak verilen malın sahibi tarafından alınmasını hırsızlık sayan Yargıtay’ın bu halde de dolandırıcılık suçun teşekkül edeceğini kabul etmesi gerekir .
ETCK ve de YTCK bakımından ifadeler değişmişse de özde dolandırıcılık suçunun teşekkülü için haksız menfaatin sağlanması yeterli olduğundan, bu gibi hallerde de dolandırıcılığı kabul etmek gerekir.
ETCK’de düzenlenmeyen daha az cezayı gerektiren hal YTCK m.159’da düzenlenmiştir. Buna göre “bir hukuksal ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi”, cezanın indirilmesini gerektirdiği gibi, ayrıca kovuşturmanın şikayet üzerine yapılması sonucuna yol açar.
13- Malvarlığına Karşı Suçlarda Ortak Hükümler
1- Etkin Pişmanlık: ETCK m.523’te özel nitelikli bir suç sonrası etkin pişmanlık kurumunun söz konusu olduğu ve bu nedenle geri verme veya tazmin nedeniyle cezanın indirilebilmesi için, bunun gerçek bir pişmanlığın sonucu olarak gerçekleşmiş olması gerektiği kabul edilmekteydi. Buna karşılık YTCK m.168/1’de “bizzat pişmanlık göstererek” deyimine yer vermek suretiyle burada gerçek anlamda bir suç sonrası pişmanlık durumunun söz konusu olduğu açığa kavuşturulmuştur.
Fail kendi isteğiyle icra hareketlerini yarıda bırakır veya suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, bu durumda YTCK m.168/1 değil, YTCK m. 36 uygulama alanı bulur.
Failin, etkin pişmanlıktan yararlanabilmesi, suçun bir zarar ortaya çıkarmış olmaması koşuluna bağlıdır. Zarar tehlikesi veya olasılığı söz konusu olduğunda, tazmin edilecek bir durum olmadığı için etkin pişmanlık hükmünün uygulanmasına olanak yoktur. Öte yandan suçun teşebbüs aşamasında kalması nedeniyle geri verilecek bir şey veya tazmin edilecek bir zarar yoksa, yine YTCK m.168/1’ uygulanmaz. Bu madde ancak “suç tamamlandıktan” sonra uygulama alanı bulur.
YTCK m.168/1 suç sonrası etkin pişmanlık kurumunu düzenlediği için, zararın giderilmesi gerçek bir pişmanlığın sonucu olmalıdır. Örneğin hırsızlık suçunda cebri icra ile malın geri verilmesinin sağlanması, yada üçüncü bir kişinin malı geri vermesi veya zararı karşılaması durumunda da bu hükme dayanılarak cezanın indirimine gidilemez.
Yargıtay’ın geri verme ve tazminin sanıktan başkası tarafından da yapılabileceği yönünde ETCK’nin yürüklükte olduğu dönemde ortaya koyduğu görüşün artık geçerliliği kalmamıştır.
Suçun iştirak halinde işlenmesi durumunda bunlardan birisinin veya bir kaçı geri verme ve tazmini gerçekleştirdiğinde, yalnızca bunlar etkin pişmanlıktan yararlanabilir; diğer suç ortakları yararlanamaz.
Failin yakalandıktan sonra suç konusu şeyin elinden alınması veya arama sırasında suç konusunun ele geçirilmesinde eğer fail bizzat bunun yerini söylemek suretiyle geri vermeyi sağlamamış ise etkin pişmanlıktan yararlanamaz.
II- Kişisel Cezasızlık Nedeni: (ETCK m.524; YTCK m.167)
Yaşama ve beden bütünlüğüne karşı işlenen suçlar bakımından nitelikli hal oluşturan belirli dereceye kadarki akrabalık ilişkisi (örneğin YTCK m.82 d, 86/2 a), malvarlığına karşı işlenen suçlarda cezanın indirilmesini gerektiren bir neden veya cezasızlık nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun nedeni, fiilin daha az haksızlık içeriğine sahip olması veya failin daha az kusurlu olması değildir; tam tersine fiil, güven ilişkisinin sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği için daha fazla bir haksızlık ve kusur içeriğine sahiptir. Buna rağmen, cezasızlıktan veya ceza indiriminden yararlanması, ceza koğuşturması yoluyla aile bütünlüğüne yönelik ortaya çıkabilecek ek rahatsızlıklara karşı aile içi barışı korumak düşüncesine dayanır.
YTCK m.167’de kişisel bir cezasızlık veya ceza indirimi nedeni söz konusu olduğu için, iştirak halinde işlenen suçlarda öteki suç ortakları cezasızlık veya ceza indirimi nedeninden yararlanamaz (YTCK m. 40/1 c.2). Maddede sayılan akrabalarla birlikte başkaları da işlenen suçtan zarar görmüşse, bu durumda da YTCK m.167 uygulama alanı bulmaz.
YTCK 167/1’de cezasızlık nedeninden; m.167/2’de ceza indiriminden yararlanan kişiler gösterilmektedir.
Kişisel cezasızlık nedeninin söz konusu olduğu hallerde ilgili kişinin sadece cezai sorumluluğuna gidilemez. İşlenen fiil, suç oluşturma özelliğini devam ettirmektedir.

KAYNAKÇA

DÖNMEZER, SULHİ,KİŞİLERE VE MALA KARŞI CÜRÜMLER, BETA BASIM YAYIN AŞ.,15.BASI.

EREM-TOROSLU, TÜRK CEZA HUKUKU ÖZEL HÜKÜMLER, 8.BASKI, ANKARA 2000, SAVAŞ YAYIN EVİ, BARAN OFSET.

EREM, FARUK, DOLANDIRICILIK, GÜZEL İSTANBUL MATBAASI, ANKARA 1956, AÜ HUKUK FAK. YAYINLARI 101.

ERDEM,MUSTAFA RUHAN, DEÜ HUKUK FAK. ÖĞRETİM ÜYESİ, www.ceza-bb.adalet.gov.tr/makaleler

EROL, HAYDAR, YARGITAY CUM. SAVCISI, İÇTİHATLI TCK, 2.BASKI

SELÇUK, SAMİ, DOLANDIRICILIK,YASA YAYINLARI-ONUNCU YAYIN YILI,BİLİM-BİLGİ DİZİSİ:5, HAZİRAN 1982

SOYASLAN, DOĞAN, CEZA HUKUKU ÖZEL HÜKÜMLER, SAVAŞ YAYINEVİ, 2.BASKI

ŞAFAK-GÜNDAL, İÇTİHATLI TCK, ANKARA, 1993

ÖZEN, MUHARREM, YTCK-ETCK KARŞILAŞTIRMALI MUKAYESE CETVELİ

ÖZGENÇ, İZZET, YTCK GEREKÇESİ, SEÇKİN YAYINCILIK
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Malvarlığına Karşı Suçlarda Dolandırıcılık" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Av. Yaşar Sarı'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
11-04-2005 - 19:29
(6947 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 31 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 21 okuyucu (68%) makaleyi yararlı bulurken, 10 okuyucu (32%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
42984
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 6 saat 51 dakika 59 saniye önce.
* Ortalama Günde 6,19 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 80083, Kelime Sayısı : 10138, Boyut : 78,21 Kb.
* 142 kez yazdırıldı.
* 76 kez indirildi.
* 29 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 189
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,06355405 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.