Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Bilirkişi Raporları Ve Anayasa Mahkemesi’nin Yüksek Sağlık Şurası Kararının Değerlendirmesi

Yazan : Özge Yücel [Yazarla İletişim]
Doktora Öğrencisi

Makale Özeti
Yüksek Sağlık Şurası, yasayla kurulmuş resmi bir bilirkişilik kurumudur. Tıbbın uygulanmasından dolayı açılan ceza davalarında Yüksek Sağlık Şurası’nın görüşüne başvurulması zorunluluğunu öngören Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun hükmü, Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiştir. Makalede bilirkişi raporlarının niteliği, bilirkişiye verilen süreyle ilgili düzenlemeler ele alınmış ve iptal kararı değerlendirilmiştir.

Bilirkişi Raporları ve Anayasa Mahkemesi’nin Yüksek Sağlık Şurası Kararının Değerlendirmesi

Expert Reports and Review of the Decision of the Constitutional Court about High Council of Health

Özge Yücel

GİRİŞ

Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un Tıbbın uygulanmasına ilişkin olarak açılan ceza davalarında Yüksek Sağlık Şurası’nın görüşüne başvurma zorunluluğu getiren 75. Maddesi, Anayasa Mahkemesi tarafından 3 Haziran 2010’da iptal edilmesine karar verilmiş; ancak iptal kararı 22 Ekim 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu kararın tıp hukukunda önemli etkileri bulunmaktadır. Öncelikle resmi bilirkişiye başvuru zorunluluğuna son verilmesi bilirkişilik düzeninin yeniden gözden geçirilmesine bir fırsat yaratabilecektir. Ayrıca yüksek mahkemenin verdiği kararın gerekçesinde belirtilen hususlar, bilirkişiliği, bilirkişi raporlarının niteliğini, bilirkişiye verilen süreyi adil yargılanma hakkı bağlamında yeniden düşündürmektedir. Çalışmamızda bilirkişiliğin önemli sorunlarını oluşturan söz konusu hususlar bilimsel açıdan ele alındıktan sonra kararın değerlendirmesi yapılacaktır.

I-Anayasa Mahkemesi Kararının Dayandığı İtiraz ve Kararın Gerekçesi

A-Anayasa Mahkemesi Kararının Dayandığı İtiraz

Kadirli 1. Asliye Ceza Mahkemesi, önüne gelen bir dosyada başvuru zorunluluğu gereği Yüksek Sağlık Şurası’ndan görüş istemiş, Yüksek Sağlık Şurası yaklaşık üç buçuk yıl sonra raporunu iletmiş olduğu için dava zamanaşımına uğramıştır. Sözü edilen yerel mahkeme şuraya zorunlu başvurunun ve raporun beklenmesinin yargılamanın gereksiz biçimde uzamasına ve hatta davanın zamanaşımına uğramasına yol açtığını, bunun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş ve itirazında mahkemelerin bağımsız ve tarafsızlığına ilişkin Anayasanın 138. maddesini ilgili madde olarak belirtmiştir. Bu savlarına dayanak olarak yerel mahkeme, YSŞ’nin mevzuat gereği yılda bir kez toplandığını, ülkenin her bir yanından gelen dosyalara ilişkin rapor düzenlemesinin çok uzun zaman aldığını ve üstelik şura raporlarının mahkemeyi bağlamaması nedeniyle uygulamada genellikle ayrıca Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alındığını ve tüm bunların yargılama sürecini uzattığını belirtmiştir.

B-Anayasa Mahkemesi Kararı ve Gerekçesi

Anayasa Mahkemesi, esastan yaptığı incelemede Yüksek Sağlık Şurası’nın Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile kurulmakla birlikte 181 Sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevlerine Dair Kanun Hükmünde Kararname ile bakanlığın sürekli kurulu olarak yeniden yapılandırıldığını belirtmiştir.
Anayasa Mahkemesi, itiraza dayanak gösterilen Anayasanın 36. maddesinde öngörülen adil yargılanma hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin altıncı maddesinde tanımlandığına değinerek bu hakkın bağımsız ve tarafsız mahkemelere başvurma ve makul sürede davasının görülmesini isteme hakkını içerdiğini belirtmiştir. Bunun yanında yüksek mahkeme, ceza davasında amacın maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olduğunun altını çizerek 1930’lu yıllarda bilirkişilik yapacak kişi ve kurumun olmayışının göz önüne alınarak böyle bir düzenleme yapılmış olduğunu, bugünkü olanaklar karşısında zorunlu başvurunun yargılamanın gereksiz biçimde uzamasına yol açtığını ileri sürmüştür. Bunun ise mahkemelerin bağımsızlığı ve adil yargılanma ilkeleriyle bağdaşmadığını belirterek itiraz konusu yasa hükmünün iptaline oyçokluğu ile karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına katılmayan üç üyenin yazdığı karşıoy’un gerekçesine bakıldığında şuranın kurulmasının amacı tıbbi konularda yeknesaklığı sağlamaktır. Diğer yandan şuranın kararları bağlayıcı değildir, mahkeme başka bilirkişilere başvurabilmektedir, dolayısıyla mahkemelerin bağımsızlığını zedeleyici bir yön bulunmamaktadır. Karşıoya göre ön bilirkişilik olarak görülebilecek YSŞ’yi düzenleyen söz konusu kural, ceza yargılaması kuralıdır ve yasa koyucu, suç ve ceza siyasetini belirleme konusundaki takdir yetkisine bağlı olarak böyle bir düzenleme getirebilir. Dolayısıyla hükmün Anayasanın ikinci maddesine yani hukuk devleti ilkesine aykırı bir yönü yoktur. Ayrıca yine karşıoy gerekçesine göre yargılama yetkisinin kullanılmasında yargıçları baskı altına alıcı bir yan olmadığı gibi belirtilen gerekçelerle adil yargılanma ilkesini de ihlal etmeyip aksine yapıcı biçimde bu ilkeye katkıda bulunmaktadır.

II-Bilirkişi Kurumu Olarak Yüksek Sağlık Şurası

Yüksek Sağlık Şurası, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 10-17. maddelerinde düzenlenerek kurulmuş bir kurumdur. 13.12.1983 tarihinde kabul edilen 181 sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile şuranın kuruluşu ve görevleri yeniden düzenlenmiştir. Kararnamenin 30. maddesine göre Yüksek Sağlık Şurası, Sağlık Bakanlığı’nın sürekli kuruludur. 31. maddenin ilk fıkrasına göre şura, bakanlıkça verilecek önemli sağlık konuları hakkında görüş bildirmek ve tıbbın uygulanmasından doğan adli konularda görüş vermek üzere on bir üyeden oluşmak üzere kurulmuştur. Aynı maddenin altıncı fıkrasına göre şura yılda bir kez toplanmakla birlikte bakanlık gerek gördüğünde şurayı toplantıya çağırabilir. Bununla birlikte Yüksek Sağlık Şurası, 2-3 Aralık 2004’te 239. Yüksek Sağlık Şurası toplantısında alınan 10981 sayılı tavsiye kararı gereği her ayın ilk perşembe ve cuma günleri toplanmaktadır.
11.04.1928 günlü, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen 75. maddesi şöyledir: “Tababet ve şuabatı sanatlarının icrasından mütevellit ceraimde mahkemelerin muvafık görecekleri muhtebirin rey ve mütalaasına müracaat hakkındaki serbestileri baki kalmak şartiyle meclisi alii sıhhinin mütalaası istifsar edilir.” Dolayısıyla söz konusu hükümde şuranın resmi bilirkişi sıfatı açıkça öngörülmüştür. Bununla birlikte söz konusu hüküm olsa da olmasa da Yüksek Sağlık ye Şurası’nın kuruluş ve görevlerini düzenleyen kanun hükmünde kararnameye göre tıbbın uygulanmasından doğan adli konularda görüş bildirme görevi şuraya verilmiş olduğundan şuranın resmi bilirkişi kurumu olma niteliği bulunmaktadır. Ayrıca hüküm Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmeden önce başvuru zorunluluğunun bulunduğu tek bilirkişi olması yönünden de Yüksek Sağlık Şurası önemli bir yere sahipti, bu hükmün iptal edilmesiyle birlikte yasal düzenlemeler çerçevesinde belli bir bilirkişiye başvuru zorunluluğu sona ermiştir. Yüksek Sağlık Şurası, bakanlık bünyesinde kurulan bir resmi bilirkişi kurumu olarak tıpkı Adli Tıp Kurumu gibi bağımsız değildir. Oysaki bilirkişi bağımsız ve tarafsız olmalıdır. Bilirkişinin bağımsız olmaması, yargı bağımsızlığı açısından birtakım sorunları beraberinde getirmektedir.

III-Bilirkişi Raporlarının Niteliği ve Bağlayıcılığı Sorunu

Bilirkişi raporu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda “Deliller ve İkamesi” başlıklı sekizinci fasılda, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda “İspat ve Deliller” başlıklı dördüncü kısımda, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tanıklık, Bilirkişi İncelemesi ve Keşif” başlıklı üçüncü kısımda düzenlenmiştir. Bilirkişi raporunun niteliği konusunda bir görüş birliği yoktur. Öğretide bir görüşe göre ve Yargıtay’ın görüşüne göre, bilirkişi raporu takdiri delildir. Diğer bir görüşe göre başlı başına delil olmayıp delil içeriğinin öğrenilmesi ve delil değerlendirilmesi aracıdır. Üçüncü bir görüşe göre ise bilirkişi raporu bazen delil, bazen delil değerlendirme aracıdır; bilirkişi raporu eğer bir gerçeği ortaya çıkarıyorsa yani geçmiş gerçekliği yeniden kurmada malzeme niteliğinde ise delil, bulgular hakkında belirli sonuçlar ortaya çıkarılıyor, yorum yapılıyor ise delil değerlendirme aracıdır.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 217. maddesine göre yargıç, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış kanıtlara dayandırabilir ve kanıtlar yargıcın vicdanında uyanan kanıya göre özgürce değerlendirilir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 286. maddesine göre bilirkişinin oy ve görüşleri yargıcı bağlamaz. Bilirkişi raporu, taraflarca yargıçta kanı uyandırmak amacıyla olayın çözülmesi için sunulur. Bilirkişi raporu, yargıcın delilleri özgürce değerlendirme yetkisini sınırlamaz. Taraflarca sunulan bilirkişi raporuyla ilgili olarak yargıcın yansızlığını koruması kanıtları özgürce değerlendirmesiyle olanaklıdır. Adli Tıp Kurumu Kanununun 23/C maddesine göre de “Adli Tıp Genel Kurulu kararları nihai olmakla beraber mahkemelerin delilleri serbestçe takdir hususundaki yetkilerini kısıtlamaz.” İncelememizin esin kaynağını oluşturan Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına konu itiraz edilen yasa hükmü de mahkemenin uygun göreceği bilirkişinin oy ve görüşlerine başvurma özgürlüğünü saklı tutarak, mahkemenin Yüksek Sağlık Şurası’nın kararlarıyla bağlı olmadığını öngörmekteydi.
Eğer yargıç bilirkişi raporunun maddi olgulara ters düştüğü konusunda kuşkuluysa kararını bu rapora dayandıramaz. Bu durumda yargıç gerekiyorsa bir başka bilirkişinin görüşüne başvurur; ama Yargıtay’ın görüşünün aksine bizim de katıldığımız görüşe göre yasada aksi öngörülmedikçe ikinci bilirkişiye başvurmak zorunda değildir, bilirkişi raporunun aksine karar verebilir. Hatta Yargıtay’ın da görüşümüz doğrultusunda verdiği az sayıda kararı bulunmaktadır. Kaç bilirkişinin görüşüne başvuracağı konusunda bir sınırlama getirilemez, çünkü önemli olan raporda çözülmesi istenen özel veya teknik bilgi gerektiren sorunun çözümünde başvurulan yollar, kullanılan deneyimler, kısacası raporun gerekçesidir. Rapor yargıçta kanı uyandırmıyorsa yargıç bu rapora dayanarak karar veremez. Yargıç bilirkişi raporunun aksine karar verebilir, yeter ki rapordan edindiği özel ve teknik bilgiye göre bilimsel biçimde gerekçesini göstersin. Eğer yargılama esnasında birden çok bilirkişi görüşü alınmış olursa bu raporlar arasında çelişki bulunması durumunda mahkeme bu çelişkiyi kendisi gideremeyecek durumda olup olmadığını değerlendirmeli, gideremeyecekse başka bir bilirkişinin görüşüne başvurmalıdır.

IV-Bilirkişiye Verilecek Süre Sorunu

Bilirkişinin kendisine incelemek ve görüş bildirmek üzere verilen dosya ile ilgili olarak ne kadar sürede rapor hazırlayıp mahkemeye sunması gerektiği konusu adil yargılanma ilkesi bakımından çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü uygulamada bilirkişilerin iş yükü nedeniyle ya da görevi savsaklamaları nedeniyle çok uzun süre sonra rapor verdikleri, bu nedenle duruşmaların ertelendiği ve kararın sırf bu nedenle geciktiği bilinen bir gerçektir. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 75. maddesine göre bilirkişiye yazılı görüş bildirmesi için iki aydan çok olmamak üzere süre verilir. Yasada değişiklik yapılması sonucunda bu hüküm getirilmiş olup bu hükümden önce yasada verilecek sürenin en üst tutarı öngörülmemekteydi. Uygun süre verileceğini öngören yasa döneminde öğretide bir görüş sürenin yasa tarafından sınırlanmasına karşı çıkarak bilirkişi görevini yerine getiremiyorsa yargıcın başkasını bilirkişi olarak atamasının daha uygun bir çözüm olduğunu savunmuştur. 01.06.2005’te yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu’nun bu konuya ilişkin hükmü daha farklı düzenlenmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 66. maddesinin ilk fıkrasına göre bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin kararda görevin yerine getirileceği süre belirtilir ve bu süre üç ayı geçemez. Özel nedenler zorunlu kıldığında bu süre, bilirkişinin istemi üzerine, en çok üç ay daha uzatılabilir. Böylece bilirkişinin raporunu vereceği süre iki aydan üç aya çıkarılmakla birlikte üst sınır belirleme konusundaki yasama politikası varlığını sürdürmüştür. Sürenin üç aya çıkarılmasının nedeni yasanın gerekçesinde belirtilmemekle birlikte sürenin uzatılmasındansa baştan üç aylık bir süre vermenin daha uygun olabileceği düşüncesidir. Öğretide bu düzenleme olumlu karşılanmakla birlikte sürenin her durumda, neredeyse kendiliğinden uzatılmaması gerektiği, kötüye kullanılmaması gerektiği yolundaki endişeler dile getirilmektedir. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine verdiği karara da dikkat çekmekte yarar vardır, kararda bilirkişiye dosyanın gönderilmesini izleyen yedi duruşma boyunca yanıt alınamadığına ve duruşmanın ertelendiğine vurgu yapılarak makul yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasına göre belirlenen sürede raporunu vermeyen bilirkişi hemen değiştirilebilir. Bu fıkrayla süresinde rapor vermeyen bilirkişinin yargılama süresini olumsuz etkilememesi amaçlanmıştır. Mahkemelerin bu fıkrayı etkin biçimde uygulaması adil yargılanma ilkesinin işlemesi için zorunludur. Aksi takdirde bilirkişiye verilen süre tavsiyeden öte bir sonuç vermeyecektir. Hatta aynı maddede bilirkişiyi süresinde rapor vermeye zorlamak için süresinde rapor vermeyen bilirkişinin bilirkişi listesinden çıkarılabileceği ve gecikme dolayısıyla meydana gelen zararları gidermesine karar verilebileceği öngörülmüştür. Ancak listeden çıkarmaya ve zararı gidermesine karar verilebilmesi için bilirkişinin makul bir mazereti olmaması gerektiği belirtilmektedir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 281. maddesinin üçüncü fıkrasında bilirkişiye verilecek süre düzenlenmiş ve bu sürenin üç ayı geçemeyeceği öngörülmüştür. Bununla birlikte uygulamada üç aylık süre kuralına uyulmadığı, mahkemenin süre belirlemediği ya da verdiği süreye uyulup uyulmadığını izlemediği, buna bağlı olarak bilirkişi incelemelerinin davanın karara bağlanmasını geciktirdiği belirtilmektedir. Ceza yargılaması hukukundan farklı olarak medeni yargılama hukukunda süresinde rapor vermeyen bilirkişinin görevden alınarak dosyanın başka bilirkişiye gönderilmesi yasada öngörülmemiştir. Kanımızca açıkça öngörülmese de mahkemenin buna karar verebilmesi gerekir, aksi takdirde adil yargılanma ilkesi ihlal edilir. Ekim 2011’de yürürlüğe girecek Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 274. maddesinde ise bu konu Ceza Muhakemesi Kanunu’na paralel biçimde düzenlenmiştir. Söz konusu maddeye göre bilirkişi raporunun hazırlanması için verilecek süre, üç ayı geçemez. Bilirkişinin talebi üzerine kendisini görevlendiren mahkeme, gerekçesini göstererek süreyi üç ayı geçmemek üzere uzatabilir. Maddenin ikinci fıkrasına göre ise belirlenen sürede raporunu vermeyen bilirkişinin görevden alınabileceği ve tazminat ve ceza sorumluluğu saklı kalmak kaydıyla gerekiyorsa görevini yerine getirmeyen bilirkişiye ödeme yapılmamasına ve belirli bir süre bilirkişilik yapmaktan yasaklanmasına ya da bilirkişilik listesinden çıkarılmasına karar verilebileceği öngörülmüştür.

V-Kararın Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi’ne yapılan itirazda da yüksek mahkemenin kararında da iki konuya değinilmektedir: Mahkemelerin bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkı bağlamında makul sürede yargılanma hakkı. Öncelikle Yüksek Sağlık Şurası’na başvuru zorunluluğunun mahkemelerin bağımsızlığını zedelediği görüşüne katılmak olanaklı değildir; çünkü karşıoy gerekçesinde de belirtildiği gibi şuranın kararları mahkemeyi bağlamamaktadır, mahkeme kendi uygun gördüğü başka bilirkişilerin görüşüne başvurabilmektedir. Dolayısıyla iptal kararının gerekçesinde Anayasanın 138. maddesinin dayanak gösterilmesi son derece isabetsizdir, ilgisizdir.
İtiraz gerekçesinde Yüksek Sağlık Şurası’na gönderilen dosyaya ilişkin raporun 3 yıl 7 ay 23 gün sonra mahkemeye iletildiği ve bunun nedeninin şuranın mevzuat gereği yılda bir kez toplandığı belirtilerek şura raporunun beklenmesi sonucunda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği ileri sürülmektedir. Anayasa Mahkemesi de bu gerekçelere katılarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiği kanısına varmaktadır. Oysaki Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 66. maddesinin ilk fıkrasına göre bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin kararda görevin yerine getirileceği süre belirtilir ve bu süre üç ayı geçemez. Özel nedenler zorunlu kıldığında bu süre, bilirkişinin istemi üzerine, en çok üç ay daha uzatılabilir. Maddenin ikinci fıkrasına göre belirlenen sürede raporunu vermeyen bilirkişi hemen değiştirilebilir. Görevden alınan bilirkişinin gecikme dolayısıyla uğranılmış zararları ödemesine de karar verilebilir. Dolayısıyla resmi bilirkişi olan Yüksek Sağlık Şurası, belirlenen sürede raporunu vermediği takdirde mahkeme dosyayı şuradan alarak başka bilirkişi görevlendirebilir, somut olayda bunu yapmayarak davanın zamanaşımına uğramasını bekleyerek mahkeme bizzat adil yargılanma ilkesine aykırı davranmıştır. Bilirkişi raporlarının geç düzenlenmesi sadece Yüksek Sağlık Şurası’nda görülen bir sorun olmadığı halde yargılamanın gereksiz uzamasının başlıca nedeni olarak YSŞ’nin çalışma düzeninin gösterilmesi gerçeklerden uzak bir yaklaşımdır. Karşıoy gerekçesinde yargılamanın uzamasıyla ilgili itiraz gerekçesine hiç değinilmemesi ise dikkat çekicidir.
Bilirkişi raporlarının mahkemeyi bağlamaması kuralı, delillerin serbestçe takdiri ilkesine dayanmaktadır. Bilirkişi raporu delil değerlendirme aracı olduğuna göre bu araç delillerin serbestçe takdirinde bir kılavuz işlevini görmektedir; ancak bu ilke mahkemelerin keyfi biçimde karar vereceği anlamına da gelmemektedir. Bilirkişi raporunda belirtilen görüşe aykırı yönde karar veren mahkeme, kararında bilirkişi görüşünden neden ayrıldığını gerekçeli olarak belirtmek zorundadır . Delillerin serbestçe takdiri ilkesinin bir gereği olarak mahkemenin serbestçe uygun gördüğü bilirkişiye de başvurabilmesi gerekir. Karşıoy gerekçesinde belirtildiği üzere yasa koyucunun suç ve ceza siyasetini belirleme konusunda takdir yetkisine bağlı olarak böyle bir düzenleme yapabileceğini ileri sürmek, kolaycı ve aynı zamanda pek çok düzenlemeyi aynı şekilde takdir yetkisine dayandırarak denetim dışında bırakmaya elverişli nitelikte tehlikeli bir yaklaşımdır. Kendisini bağlamayacak bir bilirkişi görüşünün üç ay dahi olsa belli bir süreyle açıklanmasını beklemek zorunda olmak, delilleri değerlendirmek için uygun gördüğü yollara başvurma özgürlüğünü sınırlamaktadır. Oysa mahkemenin bir ön bilirkişiye başvurma zorunluluğu altında olmadan uygun gördüğü bilirkişiye doğrudan başvurabilmesi halinde mahkeme makul sürede yargılanma ilkesine de uygun bir yargılama gerçekleştirebilecektir.

KAYNAKÇA
Ali Kemal Yıldız, “Ceza Muhakemesi Hukukunda Bilirkişilik”, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, C. X, S. 3-4, 2006, s. 273-345
Bahri Öztürk/M. Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 12. Baskı, Ankara 2008
Baki Kuru/Ramazan Arslan/Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, Değiştirilmiş 21. Bası, Ankara 2010
Burcu Dönmez, “Yeni CMK’da Bilirkişi Kavramı”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 9, Özel Sayı, 2007, s.1145-1177
http://kurullar.saglik.gov.tr/kurullar/yss/default.html Erişim Tarihi: 19.12.2010
Kamil Yıldırım, “Bilirkişi Delilin Mukayeseli Hukuk ve Türk Hukukundaki Durumu”, 75. Yaş Günü İçin Prof. Dr. Baki Kuru Armağanı, Yayına Hazırlayan Hakan Pekcanıtez, Türkiye Barolar Birliği, Ankara 2004, s. 833-841
Kazancı Bilişim Teknolojileri İçtihat Bilgi Bankası http://www.kazanci.com Erişim Tarihi: 19.12.2010
Nevzat Gürelli, Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda Bilirkişilik, İstanbul 1967
Nevzat Toroslu/Metin Feyzioğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Ankara 2009
Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, İstanbul 2008
Seyit Deliduman, “Türk ve Alman Hukukunda Bilirkişilik”, Medeni Usûl ve İcra-İflâs Hukukçuları Toplantısı II-III, İstinaf Derecesi-Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi-Bilirkişilik-İflâsın Ertelenmesi Eskişehir 3-5 Ekim 2003 ve 1-2 Ekim 2004, Türkiye Barolar Birliği, Ankara 2007, s. 259-317
Şebnem Korur Fincancı, “Adli Tıp Kurumu ve Bilirkişilik Yapılanması”, Güncel Hukuk Dergisi, Sayı: 12-60, Aralık 2008, s. 48-49
Yavuz Alangoya/Kamil Yıldırım/Nevhis Deren Yıldırım, Medenî Usul Hukuku Esasları, 7. Baskı, İstanbul 2009
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Bilirkişi Raporları Ve Anayasa Mahkemesi’nin Yüksek Sağlık Şurası Kararının Değerlendirmesi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Özge Yücel'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
08-11-2012 - 12:06
(4148 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 3 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 3 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
9155
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 59 dakika 12 saniye önce.
* Ortalama Günde 2,21 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 19623, Kelime Sayısı : 2348, Boyut : 19,16 Kb.
* 11 kez yazdırıldı.
* 9 kez indirildi.
* 5 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 1543
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,03490591 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.