Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Kölelik

Yazan : İpek Uyuklu [Yazarla İletişim]
Avukat

KÖLE OLMAK

Herodot, MÖ.300 yıllarında yazdığı meşhur eserinde, Tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında değişik isimlerle bahsedilen Babil’i yenerek onu haraca bağlayan Perslerin her yıl 20.000 küçük yaşta iğdiş edilmiş köle vermeye mecbur ederek, Pers kralının Çanakkale boğazından geçmek için sallarla yaptığı asma köprüden öncelikle inançlarının simgesi olan beyaz atı geçirirken birden oluşan dalgaların bu atı yutmaları üzerine köprüyü yapan binlerce köle ustayı öldürterek denizi dövdürdüğünü yazar.
Üç büyük kıtaya yayılan Roma medeniyetinin de, bu büyük imparatorluğu büyük köle toplulukları ile idare ettikleri, zaman zaman senatör seçilmek isteyen komutanların sahip oldukları köleleri azat ederek onların vatandaş olmalarını sağlayıp onların reyleri ile seçildiklerini tarih kaydetmiştir.
Romalılar sadece askerlik yapmakta ve okuma yazma işlerini kölelere yaptırırlardı. Preotör (Adalet bakanı)seçilen asker kökenli bir senatör, katiplik işlerinden sorumlu kölesi Nemudyalı Ulpiyanus’a kızarak üzerine ağır bir vazoyu atmış ve ayağının kırılmasına sebebiyet vermişti.Fakat, bu olaydan vicdan azabı duyan Efendi Senatör, O’nu azat etmiş ve bu köle bugünkü modern hukukun babası sayılma Roma Hukukunun proetörler tarafından ilan edilen çözüm kurallarını tespit ederek yazan bir siyah avukat olarak günümüz hukukuna ışık tutmuştur.
Çin Seddini,ve Mısır Piramitlerini yapan milyonlarca kölenin tarihe attıkları bu imzadan hareket ederek , köleliğin tarihçesine kısaca baktığımızda.;
Kölelik, “insanın insanı sömürmesi” olgusunun ilk şeklidir.
Üretici güçlerin çoğalması, toplumsal işbölümünün ve değişimin gelişmesi, ilkel toplumdan köleliğe geçişin temelini oluşturur.
Demirden yapılmış araçlar, kölelik düzeninde üstünlük sağladılar. Demirin üretilmesi, bu dönemde öğrenilmişti. Demir araçlar insana, kendi faaliyetlerinin alanını genişletme olanağını verdi. Orman ve çalılarla kaplı toprakları ekilir hale getirdi; demir saban, daha geniş toprakları işleme olanağını verdi. Tarımda sadece tahıl ve sebze üretimi ile yetinilmedi, tarımsal ürünlerden şarap ve tereyağı yapımına da başlandı. Madeni aletlerin yapımı, zanaatçılığın doğmasına neden olmuş, zanaatçıların iş alanı, gittikçe daha bağımsız hale gelmiştir. Zanaatçılığın tarımdan ayrılması, ikinci “büyük toplumsal işbölümü”nü meydana getirdi.
Bu dönemde “para” ortaya çıktı. İşbölümünün ve değişimin genişlemesi, metaların alım ve satımıyla uğraşan bir takım insanları ortaya çıkardı. Tacirlerin ortaya çıkmasıyla “üçüncü büyük toplumsal işbölümü” meydana geldi. Küçük üreticilerin pazara uzak olmalarından yararlanan tacirler, onların metalarını, ucuz alıp pahalı satmak suretiyle kâr sağlıyorlardı.
Zanaatçılığın ve değişimin gelişmesiyle, kentlerin kurulduğu görüldü. Başlangıçta kent, köyden pek az farklıydı; ama yavaş yavaş zanaat ve ticaretin kentlerde toplanmasıyla, kent ve köyün ayrılması başladı.
Köleci toplumda üretim ilişkileri şöyle kurulmuştu: Üretim araçları (toprak, iş araçları vb.) gibi köleler de efendinin mülkiyetindedir. Köle, bir eşya gibi ele alınmıştır. Efendi, onu, işine elverdiği şekilde kullanır. Diğer bütün ilişkiler bakımından, hayvan, ev, toprak ya da iş aletleri hangi koşullarla efendinin mülkü ise, köleler de aynı koşullarla efendinin mülkü idi.
Köleci üretim tarzı, kendisini yok edecek olan derin ve üstesinden gelinemeyecek çelişkiler içinde barındırıyordu. İlk olarak, yürürlükte olan sömürü biçimi, toplumun başlıca üretici gücü olan köleleri çökertiyordu. Ayrıca köleler, sık sık ayaklanıyorlardı. Öte yandan ekonomi, savaşlarla ele geçirilen köleler üzerine kurulmuştu. Köleci toplumun askeri kudreti, orduyu oluşturan köylü ve zanaatçılara dayanıyordu ve savaşların zorunlu kıldığı vergilerin esas ağırlığı da bunların üzerindeydi. Öte yandan ucuza gelen köle emeği üzerine kurulan büyük üretim rekabeti, köylüleri ve zanaatçıları mahvediyordu. Bu rekabet, köleci devletlerin iktisadi, siyasi ve askeri kudretini tamamıyla yıkıyordu. Zaferleri bozgunlar izledi; önceden kölelerin ucuza sağlandığı kaynak da kurumuştu. Bunun sonucu, üretimin genel azalması oldu.
İlk zamanlarında, köleci üretim tarzı, üretici güçlerin gelişmesine elverişliydi. Bu üretim tarzının evrimi, üretici güçlerin yıkılmasını tahrik etti. Köle emeği üzerine kurulmuş olan üretim ilişkileri, üretici güçlerin gelişmesine engel oldu. Üretim sonuçlarıyla hiç bir ilgisi olmayan kölelerin emeği, kendi devrini tamamlamıştı.
Köle emeği üzerine kurulan büyük ekonominin yıkılmasıyla, küçük işletme daha yararlı hale geldi. Azat edilen kölelerin sayısı yükselirken “latifundia”lar da, kolonlar tarafından ekilip biçilen küçük paylara bölünüyordu. Kolon, artık köle değildi, o, belirli miktarda ürün ya da para karşılığında, hayat boyunca yararlanacağı bir toprağın sahibi çiftçi olmuştu. Ama, özgür bir çiftlik sahibi de değildi. Toprağa bağlı, o toprağı bırakıp gidemeyen, ama toprakla birlikte satılabilen daha kısıtlı bir çiftçi (daha özgür bir köle) olmuştu.
İşte köleci sistemin içinde bir yeni üretim tarzının, feodal tarzın doğuşu böyle olmuştu.
OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA KÖLELİK
Köleler, ister ev-içinde isterse ev dışında kullanılsın ailenin, aile kurumunun bir parçasıydı. Bu nedenle köleler ile ailenin diğer bireyleri arasında aile birliğine dayalı bir yakınlık vardı. Zengin ailelerin köleleri fukara Türklerden çok daha iyi durumdaydı.
Osmanlı dilinde bazılarını hala kullandığımız kölelikle ilgili terimler şunlardı: Esir, esire ve üsera; köle ve cariye; memluk ve memluke; gülam ve halayık; azad etme hala kullanılan kölelik anlamındadır. Sahip, efendi ve malik benzer anlamda kullanılıyordu. Esirlerin satıldığı yere esir pazarı deniyordu. Köle ticaretinde köle vergisi (pencik resmi) toplanıyordu. Zenciler için toplanan vergiye sera-i zenciye resmi adı veriliyordu. Bu da, devletin sadece köleliği benimsemekle kalmayıp, aynı zamanda kölelik sisteminden ekonomik çıkar sağladığını kanıtlıyordu.
Osmanlılarda köleler, kamu kölesi olarak devlet bürokrasisinde de kullanılmıştır. Bu kölelere belli rütbeler verilmiştir: Dar-üs Saade ağası (padişahın harem ağasının başı olan kızlar ağası); Dar-üs Saade ağası vekili; Harem ağası; Çeşitli saraylarda başkapı gülamı; saray evindeki baş ağa. Bu sistem 18. Yüzyılın ikinci yarısından sonra geriledi, sadece çok zenginler ve imparatorluk ailesi kız ağası tuttu. 1903'de imparator ailesi 194 kız ağasına sahipti. Kız ağaları satın alınmıyor, hediye olarak veriliyordu.
Kölelerin 1903'de çoğu serbest bırakılmıştı, fakat çoğu ailenin bir parçası olarak gördükleri ilişki biçimini terk etme yerine servislerine köle olarak değil hizmetçi olarak devam ettiler. Osmanlılarda 19. Yüzyıla kadar sahiplik-köleliği egemen biçimdi. Tanzimat’la başlayarak gelişen değişmeler sürecinde kölelik ekonomik sıkıntılar, imparatorluğun çöküşü ve kölelerin bağımsızlık için ayaklanışı ve devletin bu ayaklanmalarda köle sahiplerini tutup köleleri ezmek yerine, köleleri destekleyen yasalar ve fermanlarla hızla silinip gitmiştir.
Dünya köle ticareti yoğunlukla Batı Afrika’dan Güney ve kuzey Amerika’ ya ve Kuzey ve Doğu Afrika’dan İslâm dünyasına doğru oluyordu.
Osmanlı imparatorluğu, kölelerin doğum politikasıyla çoğaltma pratiğini uygulamadı, kölelerin cariye olarak alınması ve serbest bırakılmaları nedenleriyle sürekli dışarıdan getirilmesi gerekiyordu. Örneğin, 1840'larda yılda 10.000 köle yasal olarak ithal ediliyordu.
İmparatorluğun gerilemesi zenginliğin ve zenginlerinde ufalmasına neden oldu. Bu da köle talebini azalmasıyla sonuçlandı.
Köle talebinin Anadolu’daki iki merkezi İstanbul ve İzmir’di.
Kölelerin ticareti, kervanlarla ve gemilerle, sonradan da buharlı-gemilerle yapılıyordu.
1860'larda iş için satılan Afrikalı ve beyaz kölelerin fiyatı yirmi ile 30 akça arası değişiyordu. Cariyelik için alınan beyaz kölelerin fiyatları 20 ile 70 akça arası değişiyordu. Beyaz çocuklar 30 akçaya satılıyordu (Toledano,1982).
Siyah köleler ev içinde kullanılıyordu. Bunlar Sudan ve Sub-saharadan Mısır veya Osmanlı-kuzey Afrika yoluyla getiriliyordu. Habeş köleler Hicaz ve Mısır yoluyla getiriliyordu.
Beyaz köleler hem evde hem de askeri amaçlarla kullanmak için Kara denizin Doğu ve batı kıyılarındandı.
18 ve 19. Yüzyıllarda, ağırlık ev-hizmetinde kullanılan Afrikalı kadınlardı. Bunun yanında bazı Çerkez ve Gürcü kadınlar kullanılıyordu. Çerkez kadınlar sarayın haremlerine kadar yükseldiler. Bugün Latin Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa'da köleleştirilmiş ırklara karşı en cahil insan bile ırkçı bir tutuma sahiptir. Türkiye'de Çerkez ve Gürcü kadınların bir zamanlar köle olduğunu bile kimse bilmez.
Zenci ve Habeşler çoğu kez Kızıl Deniz, İran Körfezi, Hint Okyanusunda inci-toplama dalgıçları, kürek-çekici (forsa) ve seyahat-kayığı çalışanı olarak kullanıldı.
Tarım köleliği çok önemsiz bir kapsamdaydı. Bu kölelik 1860'lardaki Kafkaslardan gelen Çerkez göçü sonucu arttı. Göç edenler kendi kölelerini getirdiler ve devletin verdiği toprağa yerleştiler.
Evcil-kölelik, cariye\odalık ve ev dışında-çalışan kölelik yoğundu. Tarımda kullanılan kölelik Batıdaki gibi geniş toprak sahiplerinin kurduğu bir sistemden farklı olarak küçük birimler halindeydi.
Osmanlılarda Tanzimat’ın başlangıçlarında zayıflayan kölelik sistemi ve artan direnişlerle hem pratikte hem de yasal olarak kalkmaya başladı. Köleliğin yasal olarak ortadan kalkışı ve devletin bu yasaları uygulamadaki titizliğinde o dönemdeki ekonomik krizler, İngilizlerin liderliğindeki köleleri azad etme baskıları ve siyasal modernleşme (Tanzimat ve meşrutiyet) çabalarının da etkisi büyüktü.
1847'de İstanbul’daki, köle pazarı kaldırıldı.
Köle vergisi 1857 fermanıyla yasaklandı. Vergi %9 köle fiyatı ve % 10 harç olarak alınıyordu.
1855'de Çerkez ve Gürcü köle ticareti yasaklandı.
1866'da Mandıra (Edirne) köleler ve sahipler çatışmaya girdiler. Köleler özgürlük istiyordu. 1874'de Çorlu Tekirdağ’da Çerkez köleler özgürlük için başkaldırdı. Sahipleri silahlarla karşılık verdi. Edine valisi orduyu gönderdi ve sahiplerden silahlarını bırakmasını istedi. Çerkez kölelerine özgürlük ve işledikleri topraklar verildi, böylece yeniden kölelik durumuna düşmelerinin önüne geçildi.
1878-79'da Kastamonu’da eski Abaza göçmenleri, yeni göçmenler üzerinde hak iddia ederek köle olarak kullandılar. Başkaldırı oldu, bazıları Kafkasya’ya dönmek istedi. Devlet Şurası ülkeye göç eden herkesin hür olduğu kararını verdi. Bunu Abaza kölelerinin Trabzon’da ve Sivas’taki borç-köleliği bağından kurtulma direnişi takip etti. Tekrar özgür oldukları kararı verildi.
İkinci Abdülhamit, özgürlüğü verilen kölelerin tekrar kölelik durumuna düşmelerini önlemek için askeri bandolarda ve birimlerde (özellikle deniz gücünde) yer verilmesini öngördü.
Osmanlılarda askeri-köleliğin özel bir biçimi 17. yüzyıla kadar yeniçeriler sistemiyle yürütülüyordu. İmparatorluğun duraklaması ve gerilemesiyle birlikte yeniçerilik sistemi de geriledi, yozlaştı ve sonunda ortadan kalktı. Askeri köleliğin, yeniçerilerin ortadan kalkmasıyla ortadan kalktığını iddia etmek köleliği çok sınırlı bir tanım içinde sınırlamaktır. Yeniçerilerin gidişiyle askeri kölelik önemli biçim değişimine uğradı. Sonradan zorunlu askeri hizmetin gelişiyle bir buçuk yıl ile savaş durumlarında on yılı geçen mecburi-askerlik şeklini aldı. Böylece Osmanlı sarayını ve kalıntılarını koruyanlar ecnebi çocukları olma yerine Türk çocukları oldular.
Yukarıda anlattığım kölelikte; köle, köleliğinin açıkça farkındadır. Kölenin, toplumsal yapıda ve ilişkilerde konumlandırıldığı yer, köleliği gizleyen bir karaktere sahip değildir.
Osmanlı toplum düzeninde, bu açık sahiplik-köleliği yanında, Avrupa feodal düzenindeki köylülerin durumuna benzerlik gösteren Osmanlı feodal ilişkilerinin kendine özgü toprağa bağımlı kölelik düzeni vardı. Gerçi Osmanlı düzeni, özellikle duraklama ve gerileme dönemi öncesine kadar Avrupa köylüsünün sömürülüşü oranında bir bağımlılık ve soygunla karşı karşıya değildi, fakat mülkiyet ilişkileri (sahiplik, kullanma ve vergiler) çiftçiyi ürettiğiyle hem kendini hem de devleti ve devletin temsilcisini besleyen bağımlı bir duruma sokmuştur.
Gerçekte, Osmanlı İmparatorluğu toprakları 80-150 dönümlük araziye sahip olan özel çiftçi aileleri ve devlet mülkiyeti biçiminde idare ediliyordu. Devlet mülkiyetinde olan topraklar Osmanlı yönetici sınıfının eline verilmişti: Vezirler, beylerbeyleri (eyalet genel valileri) ve sancak beylerine "has" adıyla nitelenen topraklar verilmişti. Yönetici sınıfın üst kademesini oluşturan bu kişiler bu topraklarda oturmazlardı, fakat toprağı idare eder ve vergi gelirlerini (haraçları) bunlar toplarlardı. İkinci derecedeki memurlar ve eyalet askerleri subaylarına Zeamet adı verilen topraklar verilmişti. Tımarlı sipahilere ise üçüncü derecede az geliri olan Tımar toprakları verilirdi. Tımar sipahileri toprakta oturmak ve sipahi yetiştirmekle yükümlüydü. Devletin malı olan ve miri denilen bu topraklarda bu yöneticiler toprağın devlet adına sahipleriydi ve devletten para alma yerine bu topraklardan toplanan vergilerle geçinirlerdi. Bütün bu topraklarda çalışan köylüler ise toprağın ırsi ve ebedi kiracı-kullanıcısıydılar (Çağlar, 1979). Reaya denilen köylü kitleleri Osmanlı taşra teşkilatının tımar\dirlik sisteminin toprağa bağımlı teoride-özgür, fakat pratikte tutsak, işlemek zorunda olduğu toprağı terk edemeyen, köyünü terk etme olanakları elinden alınmış, terk edebilirse on yıl içinde geri getirilmesi yasalaştırılmış, reaya olarak doğup reaya olarak ölen, köleleriydi. Reaya bakılıp, korunan kalabalık anlamınadır. Soru: Kim kime, ne için ve nasıl "bakıyor ve kimi kim kimden koruyor? Osmanlı emperyalizminin topraklarında (Haraciye) yaşayıp Harac-ı mukassem ve harac-ı Muvazzaf veren "Gayrimüslümler" ve Miri (memleket) topraklarında yaşayıp harac-ı mukassem (ürün) ve harac-ı muvazzaf (arazi) veren "Müslümanlar” kendilerini boyundurukluğa vuranlara karşı, boyundurukluk haracı ödüyordu!. Teoride özgürdüler, çünkü toprağı ekmek ve çiftçilik yapmak zorunluluğu bırakıp gitme özgürlüğü izniyle ortadan kalkıyordu. İzin de "çift bozan" adlı bir vergi vererek gerçekleşebilirdi. Osmanlı dirlik sistemi etken bir biçimde Tanzimat’a kadar kaldığına göre, bu özgürlüğün kullanılamadığını gösterir. Kullananlar da ya başkaldıranlara katılıp "celali" oldular, ya eyalet yönetimine ücretli-köle asker olarak katılıp "kapı halkı" oldular, ya da kentlere gidip iş buldular veya işsizler arasına katılıp kahvelerde zar attılar.
Üçüncü bir tür köleliğe geçelim: Askerlik. Osmanlı imparatorluğunda, özellikle duraklama devriyle başlayan dönem kapıkulu olarak nitelenen askeri güçlerin (yeniçeri ve sipahilerin) saray politikasında kullanılmasını da getirdi. Kapıkulları bu politikaların gerçekleşmesi için özellikle maaş (ekonomik çıkar) söz konusu edilerek isyana teşvik edildi. Askeri gücün her isyan tecrübesindeki başarısı saray politikasındaki etkenliklerini gösterdi. Bu da padişahın (Genç Osman) ve diğer yöneticilerin kafalarını kesme istemi ve gerçekleştirilmesine kadar gitti. Dördüncü Murat'ın tahttan indirilmesinde önemli rol oynadılar.”( İrfan Erdoğan)
Amerika 1864 Köle YasağınaNeden Olan İç Savaş Öncesi:
Amerika’da geniş topraklarda 31 eyaletin oluşturduğu Birlik içinde 23 milyon insan yaşamaktaydı. Gerçekte iki Amerika’nın var olduğu hemen görülüyordu. Biri kuzeyde biri güneyde ve ilerlemenin hızı da bölgesel uyumun sağlanmasında görünmeyen tehlikeler arz ediyordu. New England ve orta Atlantik eyaletleri sanayi, ticaret ve bankacılığın başlıca merkezleriydi. Bu kesimlerde elde edilen başlıca sanayi maddeleri tekstil, kereste, giyecek eşyalar, makine, deri ve yünlülerdi. Aynı zamanda gemi taşımacılığı fevkalade gelişmişti ve Amerikan bayrağını taşıyan gemiler her ülkenin mallarını taşıyarak yedi denize seferler yapıyordu.
Güneyde ise zenginliğin başlıca kaynağı pamuk olmakla birlikte sahil bölgelerinde pirinç tarımı, Louisiana’da şeker üretimi ve sınır eyaletlerinde tütün ve başka tarım kollarıyla küçük çapta sanayi faaliyetleri vardı.
Yeni tarım makineleri –özellikle McCormick’in biçme makinesi- tarım üretiminin görülmemiş ölçüde artmasına yol açmıştı. 1848 yılında 500 biçme makinesi kullanılmıştı, bu sayı 1860 yılında 100,000’e yükseldi. Ülkenin 1850 yılında 35 milyon hektolitre olan buğday rekoltesi, 1860 yılında yaklaşık 61 milyona yükseldi. Bunun yarıdan fazlası orta-batı kesiminde elde edilmişti.
Batı’daki refahın sağlanmasında önemli bir öğe, ulaşımdaki büyük gelişme idi. 1850 ile 1857 yılları arasında Appalachian sıradağları beş demiryolu ana hattı tarafından delinmişti. Demiryolları ağının gelişmesinde ilk önceleri güneyin payı çok daha azdı ve sıradağları aşılarak aşağı Missisipi Nehri bölgesinin, güneyin Atlantik sahiline demiryoluyla bağlanması 1850’lerin son yıllarına rastlanmaktaydı.

İç Savaş’ın Nedeni:
Kuzey ve güneyde çatışan çıkarlar giderek belirginleşti. Kuzeyli işadamlarının güneyin pamuklarını pazarlayarak kazandıkları büyük paraları kıskanan güneyliler, kendi bölgelerinin geri kalmasının nedenini kuzeyin gelişmesinde aradılar. Kuzeyliler ise bu kesimin geri kalmasının başlıca nedeninin kölelik –güneyin, ekonomisi için gerekli gördüğü “garip gelenek”- olduğunu ileri sürmekteydiler.

Kölelik konusundaki görüş ayrılığı daha 1830’da bölgeler arasında giderek belirginleşmişti. Kuzeyde köleliğin kaldırılması eğilimi giderek güç buldu ve köleliğin daha eyalet olmamış bölgelere yayılmasına şiddetle karşı olan serbest toprak ilkesinden cesaret aldı., 1850 yılında bazı kıyı bölgelerinde, kölelik 200 yıldan fazla bir geçmişe sahipti ve bölgenin temel ekonomisinin ayrılmaz bir parçasıydı. 15 güney ve sınır eyaletinde, zenci nüfusu yaklaşık olarak beyazların yarısı kadardı, kuzeyde ise bunların sayısı çok azdı.

1840’ların ortalarından itibaren kölelik konusu Amerikan siyasal hayatında bütün öteki konuları gölgede bırakmıştı. Kuzeydeki siyasal görüşlere karşı cephe alan güneyin siyasal liderleri, meslek sahibi kişiler ve din adamlarının çoğu, şimdi artık kölelik için özür dilemek bir yana, bu sistemin başlıca savunucuları haline gelmişti.
Pamuk tarımı ve ona bağlı olan çalışma sistemi güneyde çok büyük sermaye yatırımlarını temsil etmeğe başladı. İlk yıllar önemsiz bir ürün olan pamuk, 1800’de 16 milyon, 1820’de 72 milyon ve 1840’da 201.500.000 kiloya yükseldi. 1850’de ise dünya pamuk üretiminin sekizde yedisi Birleşik Devletler tarafından elde edilmekteydi.
Kölelik de bununla birlikte arttı
Bundan önce, Amerikan Devriminin bir parçası olarak girişilen kölelik aleyhtarı bir hareket en son zaferini 1808’de kongrenin, Afrika ile esir ticaretini yasaklaması ile kazanmıştı. Bunu izleyen yıllarda köleliğe muhalefet özellikle Quaker’lerden gelmekteydi, fakat bu çok güçsüz ve etkisiz bir muhalefet olarak kalmaktaydı. Bu arada, yeni faaliyete geçen pamuk çırçırı, köle-işçi ihtiyacını durmadan artırmaktaydı. 1820’ler, zamanın dinamik demokrasi idealizmi ile bütün sınıflara sosyal adalet ilgisinden kaynaklanan yeni bir tahrik hareketine tanık oldu.

Amerika’da kölelik aleyhtarı hareket, en aşırı şekli ile kavgacı ve uzlaşmazdı ve köleliğe hemen son verilmesinde ısrarlıydı. Bu aşırı ucun liderliğini, bir amaç uğruna canını verme kahramanlığı ile demagogun mücadeleciliğini kendinde toplamış Massachusetts’li bir genç olan William Lloyd Garrison yapıyordu.1 Ocak 1831 tarihinde Garrison “The Liberator” isimli gazetenin birinci sayısını yayınladı. Garrison bu gazetede şöyle demekteydi : “Köle nüfusumuzun derhal özgürlüğe kavuşturulması için yoğun bir şekilde mücadele edeceğim. Bu konuda ılımlı düşünmek, konuşmak veya yazmak istemiyorum. Samimiyim –kaçamaklı bir dil kullanmayacağım—affetmeyeceğim—bir santim bile gerilemeyeceğim—ve sesimi duyuracağım.”
Kölelik aleyhtarı hareketin bir safhası kölelerin kuzeyde emin yerlere veya sınırı aşarak Kanada’ya sığınmalarını sağlamakla ilgiliydi. “Yer altı Demiryolu” ismiyle anılan bir gizli yollar şebekesi 1830’lu yıllarda kuzey bölgede her tarafta tesis edilmişti. Köleleri kaçırmak için en başarılı çalışmalar eski Kuzeybatı yöresindeydi. 1830 ile 1860 yılları arasında yalnız Ohio’da yaklaşık 40,000 kölenin özgürlüğe kavuşmasına yardım edilmişti. Yerel kölelik –aleyhtarı örgütler günden güne artarak sayıları 1860 yılında 2.000’e yükseldi ve bunların üyeleri 200.000’i aştı.

Hem köle sahipleri hem de köleliğe karşı olanların Kansas’a akın etmeleri silahlı çatışmaya yol açtı ve kısa zamanda bu bölgenin adı “Kanayan Kansas” oluverdi. Daha başka olaylar ülkeyi bir ayaklanmaya daha da yaklaştırdı. Bunların başında 1857 yılında Yüksek Mahkeme’nin Dred Scott hakkında vermiş olduğu ünlü karar gelmekteydi.

Scott, Missouri’li bir zenci köleydi. 20 yıl kadar önce sahibi kendisini köleliğin yasaklanmış olduğu Illinois ve Wisconsin’e getirmişti. Missouri’ye dönen ve oradaki hayatından memnun kalmayan Scott, mahkemeye başvurdu ve hür topraklarda yaşadığını ileri sürerek özgürlüğünün tanınmasını istedi. Güneylilerin egemenliği altında olan mahkeme Scott’un kendi isteği ile Missouri’ye dönmekle özgür olmak hakkını kaybettiği kararını verdi ve Kongre’nin bu bölgede köleliği yasaklama yolunda yapacağı herhangi bir girişimin hükümsüz olacağını söyledi.
1860 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhuriyetçi Parti, Abraham Lincoln’ü aday gösterdi. Liderlerin, köleciliğin artık genişleyemeyeceği yolundaki konuşmaları partinin maneviyatını yükseltti. Cumhuriyetçi Parti ayrıca endüstriyi himaye için yeni gümrük tarifeleri ile batıda yeni alanlar açılmasına yardım edecek göçmenlere bedava toprak da vaat etti. Stephen Douglas’ın liderliğindeki Demokratlar arasındaki iç çekişmeler Cumhuriyetçi Parti’nin seçimi kazanmasına yardımcı oldu.
Lincoln Cumhurbaşkanı seçildiği taktirde, Güney Carolina’nın Birlikten ayrılacağı bilinen bir şeydi. Çünkü, eyalet güneyi kölelik aleyhtarı güçlere karşı bir araya getirecek bir fırsatı uzun zamandır beklemekteydi. Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçları belli olmaya başlayınca Güney Carolina’da olağanüstü toplanan bir Konvansiyon şöyle bir bildiri yayınladı. “... Güney Carolina ve diğer eyaletler arasında ‘Amerika Birleşik Devletleri’ adı altında meydana gelmiş olan Birlik bu kararla bozulmuştur.” Öteki güney eyaletler hemen Güney Carolina’yı örnek alarak Birlik’ten ayrıldılar ve 8 Şubat 1861 tarihinde Amerika Konfedere Devletleri’ni kurdular.
Sonuç:
Savaş süresince 620,000 insan öldü. Güneyin her tarafı harabelerle doldu. 4.000.000 zenci hürriyetine kavuştu. Güneyin tüm tarım sistemi tamamen değişti. Bütün servetlerini kölelere yatırmış olan bir takım zenginler birden küçük işletmeci durumuna düştü. Büyük maddi kayıplara uğradı. Devletin sosyal güvenceyi sağlayamaması nedeniyle hürriyetlerini kazanan zenciler sermaye yokluğundan çoğunlukla eski efendilerine geri döndüler ve daha uzun süre modern köleliğe devam ettiler. İşçi problemi uzun yıllar devam etti.

Güney Beş bölgeye ayrılarak askeri yönetim kuruldu. Zencilere oy ve vatandaşlık hakkını tanıyan eyaletler kendi valililerini, temsilcilerini ve senatörlerini seçebildiler. Ancak seçilenlerin çoğunluğunu şansını denemek için kuzeyden güneye göç edenler oluşturuyordu. Askeri yönetim 1865’ten 1877’ye kadar 12 yıl devam etti. Kendi haklarını tehlikede gören güneyli beyazlar yasa dışı hareketlere başvurmaya başladılar. Ku Klux Klan örgütü en önemlisiydi.

İki büyük savaş arasında (İç savaş ve 1. Dünya Savaşı) Amerika Birleşik Devletleri erginliğe ulaştı. 50 yıldan daha kısa süre içinde, kırsal bir cumhuriyetten endüstriyel bir devlet haline geldi. Sınır bölgeleri yok oldu. Büyük fabrikalar ve çelik tesisleri, kıta aşırı demiryolları, refah içinde gelişen şehirler ve büyük tarım işletmeleri yurdun her tarafını doldurdu. Tekelleşmeler oluşmaya başladı. Çalışma koşulları çok kere kötü idi. Şehirler o kadar çabuk büyümekteydiler ki, hızla artan nüfuslarını ne gerektiği gibi yerleştirebiliyor ne de yönetebiliyorlardı. Fabrika üretimi bazı kere tüketimi aşmaktaydı.

İç savaş ülkenin tarihinde geniş bir yara açtı ve savaştan 20-30 yıl önce başlayan değişimleri bir hamlede hızlandırdı. Savaş ihtiyaçları ve üretimi büyük ölçüde kamçılamış ve çelik, buhar ve elektrik enerjisi üretimi ile bilim ve icatların gelişmesine dayalı bu ekonomik işlemi hızlandırmıştı. 1860 yılından önceki yıllarda 36,000 patent verilmişti. Bunu izleyen 30 yıl içerisinde verilen patent sayısı 440,000’e yükseldi.

1876’da Alexander Graham Bell icat ettiği bir telefon cihazını sergiledi ve elli yıl içerisinde çalışmaya başlayan 16 milyon telefon ülkedeki sosyal ve ekonomik hayatı hızlandırdı. İş hayatı, 1867 yılında yazı makinesi ve onun peşinden 1888 yılında hesap makinesi, 1897 yılında da kasa makinesinin icadı ile daha da hızlandı. 1886 yılında icat edilen Linotip dizgi makinesiyle birlikte rotatif baskı makineleri ve sayfa kırımı makineleri sekiz sayfalık 240,000 gazetenin bir saatte basılmasını sağladı. Edison’un elektrik ampulü milyonlarca meskeni aydınlatmaktaydı. Fonograf da Edison tarafından mükemmelleştirildi. Edison, George Eastman’la birlikte sinemanın gelişmesine de yardım etti.

1860 ile 1890 yılları arasında Birleşik Devletlerde yetiştirilen buğday, mısır ve pamuk bundan önceki bütün rakamları gölgede bıraktı. Yine aynı süre içerisinde ülkenin nüfusu iki katından fazla arttı. En fazla büyük nüfus artışı büyük şehirlerdeydi.

Harp Kuzey ile Güney arasında on yıllar süren bir kin ve nefret bıraktı. Harbin üzerinden 50 yıl geçinceye kadar hiçbir doğuştan güneyli Başkan olamadı.

Batıda geniş araziler tarıma ve yerleşime açıldı. Savaş sonrası dönemde büyük sermayeler daha da büyüdü. Gümrük duvarları anormal şekilde yükseltilerek sermaye sahipleri ve fabrikatörlere geniş imkanlar açtı. Tabii ki savaş aynı zamanda bir çok fırsatçıyı da milyoner yaptı. Eski dünyadan gelen yüzbinlerce göçmen nüfus artışını kamçıladı.

Savaş sırasında harap olan güneyin tekrar eski haline gelmesi 30 yıl aldı. Ancak bu süreden sonra 1860’daki üretim miktarına ulaşabildi.
Ve Köleliğin durdurulması ile ilgili ilk önemli adım olarak bu savaş tarihe geçti.
İkinci Dünya Savaşı ile kalabalık insan topluluklarının ödediği ağır bedeller sonucunda Birleşmiş Milletler,İnsan Hakları Evrensel Bildirisini 10 Aralık 1948 de imzalamıştır.Şöyleki:

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ
BİRLEŞMIŞ MİLLETLER GENEL KURULU, 10 ARALIK 1948'DE TOPLANARAK, İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ'Nİ YAYINLAMIŞTIR.
MADDE 1 :Tüm insanlar özgür, değer ve hak bakımından eşit olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. Birbirlerine karşı kardeşlik düşünceleriyle davranmalıdırlar.
MADDE 2 : Herkes; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka inançlarına bakılmaksızın eşit haklara sahiptir. İnsanlar ulusal ve toplumsal kökenleri, zenginlikleri, doğuş farklılıkları ya da herhangi başka bir ayrım gözetilmeksizin bu bildirgede belirtilen tüm haklardan ve özgürlüklerden yararlanabilirler.
MADDE 3: Yaşamak, özgürlük ve kışı güvenliği herkesin hakkıdır.
MADDE 4: Hiç kimse kölelik ya da kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle ticareti her türlü biçimiyle yasaktır.
MADDE 5: Hiç kimseye işkence yapılamaz; kıyıcı, insanlık dışı, onur kırıcı ceza ve davranışlar uygulanamaz.
MADDE 6: Herkes nerede olursa olsun, yasal haklarının tanınması hakkına sahiptir.
MADDE 7: Herkes yasalar karsısında eşittir ve ayrımsız olarak yasaların koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Herkesin, bu bildirgeyle belirtilen haklarına ters düşen ayırt edici davranışlar için yapılacak kışkırtmalara karşı eşit korunma hakkı vardır.
MADDE 8: Herkesin, kendisine anayasa ya da yasalarla tanınan temel haklarının yok edilmesi ya da zedelenmesi girişimine karsı ulusal mahkemelere başvuru hakkı vardır.
MADDE 9: Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonamaz ya da sürülemez.
MADDE 10 : Herkes, haklarının, görevlerinin ya da kendisine cezai sorumluluk yükleyecek herhangi bir suçlamanın belirlenmesinde tam bir eşitlikle, davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adilane ve acık olarak görülmesi hakkına sahiptir.
MADDE 11 : a) Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli tüm koşulların sağlandığı açık bir yargılanma sonucunda yasalarca suçlu olduğu saptanmadıkça suçsuz sayılır. b) Hiç kimse, işlendikleri sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan eylemlerden ya da ihmallerden dolayı mahkum edilemez. Bunun için, suçun işlendiği sırada uygulanan cezadan daha şiddetli bir ceza verilemez.
MADDE 12 : Hiç kimsenin özel yaşamına, ailesine konut dokunulmazlığına ya da yazışma özgürlüğüne keyfi olarak karışılamaz; kimsenin onur ve ününe karşı kötü davranışlarda bulunulamaz. Herkesin bu karışma ve kötü davranışlara karşı yasalarla korunma hakkı vardır.
MADDE 13 : a) Herkesin, herhangi bir devletin toprakları üzerinde serbestçe yolculuk yapma ve yasama hakkı vardır.
b) Herkes, kendi ülkesi içinde olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yine dönmek hakkına sahiptir.
MADDE 14 : a) Herkesin, baskı ve kıyıcılık karsısında başka ülkelere sığınma ve bu ülkeler tarafından sığınık olarak kabul edilmesi hakkı vardır.
b) Bu hak, adi bir suçun işlenmesi ya da Birleşmiş Milletlerin ilke ve amaçlarına ters düşen etkinliklere dayanan kovuşturmalar durumunda ileri sürülemez.
MADDE 15 : a) Herkesin bir vatandaşlığa hakkı vardır.
b) Hiç kimse keyfi olarak vatandaşlığından ya da vatandaşlığını değiştirmek hakkından yoksun bırakılamaz.
MADDE 16 : a) Evlilik cağına varan her erkek ve kadın, ırk, vatandaşlık ya da din bakımlarından hiçbir sınırlamaya bağlı olmaksızın evlenmek ve aile kurmak hakkına sahiptir. Evlilik bakımından, kadın ve erkek evliliğin sürdürülmesinde, bozulmasında eşit haklara sahiptir.
b) Evlenme bağıtı ancak evlenecek kişilerin özgür ve tam isteğiyle yapılır.
c) Aile, toplumun doğal ve temel öğesidir; toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahiptir.
MADDE 17 : a) Herkes tek basına ya da başkalarıyla birlikte mal ve mülk edinme hakkına sahiptir.
b) Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılamaz.
MADDE 18: Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Buna göre, herkes din ya da inanç değiştirmekte özgürdür. Ayrıca dinini ya da inancını tek başına ya da toplulukla birlikte açık olarak ya da özel olarak öğretim, uygulama, ibadet ve ayinlerle açıklama özgürlüğüne sahiptir.
MADDE 19 : Herkesin düşünme ve anlatma özgürlüğü vardır. Buna göre, hiç kimse düşüncelerinden dolayı rahatsız edilemez. Ayrıca ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve düşünceleri her türlü araçla aramak, sağlamak ve yaymak hakkına sahiptir.
MADDE 20: a) Herkes barışçıl yollarla toplantı yapmak, dernek kurmak ve derneğe katılmak hakkına ve özgürlüğüne sahiptir.
b) Hiç kimse bir derneğe üye olmaya zorlanamaz.
MADDE 21 : a) Herkes, doğrudan doğruya ya da serbestçe seçilmiş temsilciler aracılığıyla, ülkesinin devlet işleri yönetimine katılma hakkına sahiptir.
b) Herkesin, ülkesindeki devlet hizmetinden eşitlikle yararlanma hakkı vardır.
c) Hükümet yetkisinin temeli halkın iradesidir; halk bu iradesini gizli ya da açık bir şekilde özgürce oy vermelerinin sağlandığı devreli ve dürüst seçimlerle belirtir.
MADDE 22 : Herkesin, toplumun bir üyesi olması nedeniyle sosyal güvenliğe hakkı vardır. İnsanların onur ve kişiliklerinin özgürce gelişmesi için zorunlu olan ekonomik, toplumsal ve kültürel hakların, ulusal çabalar ve uluslararası işbirliği yoluyla her devletin örgütleri ve kaynaklarıyla orantılı olarak gerçekleştirmesine hakları vardır.
MADDE 23 : a) Herkes, çalışma, işini özgürce seçme, adil ve uygun çalışma şartlarının sağlanması ve işsizlikten korunma haklarına sahiptir.
b) Herkesin, hiçbir ayrım gözetilmeksizin, eşit çalışma karşılığında eşit ücret almaya hakkı vardır.
c) Çalışan herkesin, kendisine ve ailesine insanlık onuruna uygun bir yaşam sağlayan ve gerekirse her türlü toplumsal koruma araçlarıyla da tamamlanan adil ve uygun bir ücrete hakkı vardır.
d) Herkesin, çıkarlarını korumak için sendikalar kurmaya ve bunlara katılmaya hakkı vardır.
MADDE 24: Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma suresinin uygun biçimde sınırlanmasına ve belirli devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
MADDE 25 : a) Herkesin gerek kendisine gerekse ailesi için, beslenme, giyim, barınma, sağlık ve öteki sosyal hizmetler de içinde olmak üzere; sağlığını ve güvencini sağlayacak, uygun bir yaşam düzeyine hakkı vardır. İşsizlik, hastalık, dulluk, yaşlılık ya da geçim olanaklarından kendi isteği ve iradesi dışında yoksun kalma gibi durumlarda sosyal güvenlik hakkına sahiptir.
b) Analık ve çocukluk, özel koruma ve yardım görme hakkına sahiptir. Bütün çocuklar, evlilik içinde ya da dışında doğsunlar aynı sosyal korunmadan yararlanırlar.
MADDE 26 : a) Herkes eğitim görme hakkına sahiptir. Eğitim parasızdır; hiç değilse ilk ve temel eğitim aşamalarında böyle olmalıdır. İlk öğrenim ve eğitim zorunludur. Teknik ve mesleki öğretimden herkes yararlanabilmelidir. Yüksek öğretim, diğerlerine göre herkese tam eşitlikle açık olmalıdır.
b) Eğitimin amacı, insan kişiliğinin tam ve özgürce gelişmesi, insan hak ve özgürlüklerine saygının güçlenmesi olmalıdır. Bütün milletler, ırk ve din grupları arasındaki anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışın sürdürülmesi yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
MADDE 27 : a) Herkes, toplumdaki kültürel çalışmalara serbestçe katılmak, güzel sanatlarla ilgilenmek, bilimsel ilerlemenin getirdiği yararlara ortak olmak ve bundan yararlanma hakkına sahiptir.
b) Herkesin, sahibi bulunduğu her türlü bilim, edebiyat ya da sanat yapıtlarından doğan moral ve maddi çıkarların korunması hakkı vardır.
MADDE 28 : Herkesin, bu bildirgede öngörülen hak ve özgürlüklerin tam uygulanmasını sağlayacak bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.
MADDE 29 : a) Herkesin kişiliğinin tam ve özgür gelişmesi, içinde yaşadığı topluma karşı görevlerini yerine getirmesiyle olanaklıdır.
b) Herkes, haklarını kullanmak ve özgürlüklerinden yararlanmak konusunda; ancak yasalarla sırf başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınmasını ve bunlara saygı gösterilmesini sağlamak amacıyla ve toplumun ahlak, düzen ve genel gönencinin gereklerini karşılamak için belirlenmiş kurallara bağlıdır.
c) Bu hak ve özgürlükler hiçbir şekilde Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine ters düşecek biçimde kullanılamaz.
MADDE 30 : Bu bildirgenin hiçbir yargısı, içinde yayınlanan hak ve özgürlüklerin bir devlet, sınıf ya da kişi tarafından yok edilmesini güden bir çalışmaya girişmeye ya da eylemli olarak bunu islemeye herhangi bir hak getirir nitelikte yorumlanamaz .
* Sonuc olarak baktığımızda,
Kölelik her ne kadar 19.yy. sonlarından itibaren düzelmeye başlamış ve günümüzde tamamen yasak gibi gözükse de ,iş hayatındaki olumsuz koşullar düzeltilemeden,sosyal güvenceler hümanist bakış açısıyla tam olarak sağlanmadan, sosyal olgu düşüncesiyle insan hayatı saygıdeğer konumuna alınmadan bütün dünyada gizli köleler ağır koşullarda çalışmaya devam edeceklerdir.

KAYNAKLAR :
1. Amerika Birleşik Devletleri Tarihi, Allan Nevins, Henry Steele Commager, Varlık Yayınları, İstanbul, Kasım 1961.
2. Amerikan Tarihinin Ana Hatları, Amerikan Basın ve Kültür Merkezi, Ankara.
3. The Reader’s Companion to American History, Eric Foner, John A.
Garraty, Houghton Mifflin Company, Boston.
4. 19. yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Fahir Armaoğlu.
5-Hasan Bilgin
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Kölelik" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı İpek Uyuklu'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
» Makale Bilgileri
Tarih
12-01-2011 - 20:34
(4862 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 11 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 11 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
5336
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 21 saat 5 dakika 22 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,10 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 35463, Kelime Sayısı : 4533, Boyut : 34,63 Kb.
* 6 kez yazdırıldı.
* 9 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 1301
Yorumlar : 1
derleme çalışmanı çok beğendim.Başarılarının devamını dilerim.(...)
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,05379105 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.