Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Ceza Mahkemeleri Kanunu 102. Maddesindeki Süre Sorunu

Yazan : Seyithan Güneş [Yazarla İletişim]
Hakim

CEZA MAHKEMELERİ KANUNU 102. MADDSEİNDEKİ SÜRE SORUNU


Tutuklama bir Ceza Muhakemesi tedbiridir. Cezanın infazı niteliğinde olmaması gereken bir hukuk kuralıdır. Ancak buna rağmen yargılamanın ve infazın selameti açısından tutuklamanın gerekliliği de ayrı bir gerçektir. Fakat bunun da belirli kural ve sınırlamaya tabi tutulması gereği duyulmuştur. Anayasa, Ceza Mahkemeleri Kanunlarında ve uluslararası insan hakları sözleşmeleri gereğince bu durumun kurallara bağlanması, bir insan hakkı olan ''kişi özgürlüğü ve güvenliğinin'' öngördüğü bir zorunluluktur. İnsan haklarının tarihsel gelişimi süresince, 1215 tarihli Magna Carta Libertatum, 1685 tarihli Haklar Dilekçesi, 1679 tarihli Habeas Corpus Act, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki Adil Yargılama İlkesi, 1982 tarihli Anayasamızın 19. maddesindeki Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği İlkesi ve sayılmaya gerek olmayan bir çok hukuksal metinlerde, kişiyi haksız yakalama ve tutuklamaya veya başka şekilde keyfi olarak özgürlüğü kısıtlanmasına karşı korumaya çalışmıştır. Ve Nihayet son olarak ülkemizdeki Avrupa Birliği Müktesebatına ilişkin yasal değişikliklerde Ceza Mahkemesi Yasasının 102 maddesi yasal sınırlama ile bu durum daha da somutlaştırarak güvence altına almıştır.
Hukuk kuralları bir taraftan sanığı korurken diğer taraftan da mağdur ve toplumun haklarınıda gözardı etmemiştir. Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinde, diğer birçok uluslar arası sözleşmelerinde, Anayasamızda, ve Ceza Mahkemeleri Kanunun 233. ve devamı maddelerinde mağdur, zarar gören ve toplumun hakları da koruma altına alınmıştır.
Aynı hukuksal metinler bir taraftan sanığın hakkını ve dier taraftan sağın eylemi nedeniyle zarar görmüş mağdurun haklarını koruyup güvence altına almıştır. Bu durum çelişki olarak görünse de aslında her iki tarafın ortak yönü vardır. Bu ortak yön ise, İNSANDIR. Yani hem sanık ve hem de mağdur biri diğerinden üstün tutulmadan korunmaya çalışılmıştır.
İşte zor olan ise, bu çeliki görünen durumu hukukçu tarafından her hangi bir taraftan olmaksızın hakların uzlaştırmasını ve dengesini sağlamaktır.
Zira işlenen suçlarda sanığın kişi özgürlüğü, müdahilin maddi ve manevi hakları, maktulun yaşam hakkı ve toplumsal düzen çatışması söz konusu olmaktadır. İşte bu çatışmada hakemin rölü, mantık yörütmesi ve yargıya varması önem arz etmektedir.
Bu durumda davaya bakan hakim, ilkeleri, kurumları, yarar ve zararın hepsini ayrı ayrı değerlendirmeli ve dikkate almalıdır. Çok ince, hassas, birini kollayıp, diğerini bertaraf etmeden ve hukuk kurallarını da çiğnenmeden adil bir yol izlenerek sonuca ulaşılması gerektirmektedir. Bunun için, hakimin başlıca başvuracağı kaynak, Temel Hukuk İlkeleri , Anayasa, Ceza Mahkemeleri Kanunu ve diğer pozitif ve normatif hukuk kaynaklarıdır. Ancak bütün bunlarla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının bir hükmü bunlar dışında başka önemli bir kaynağı daha göstermektedir.Anayasanın 138. maddesinde ''Hakimler,görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasa, kanuna ve hukuka uygun olarak VİCDANİ KANAATLERİNE göre karar verirler” diyerek o kaynağı da göstermiştir.

Yani sanık lehine oluşan ve ancak aynı zamanda vicdanları da incitecek yasal boşluk olursa hakim ne yapmalıdır? sorusu ile gündeme gelebilir ki bu durumda da hakimin gerçeğe ulaşması için bütün ceza hukukunun araçlarını da kullanarak yasaları çiğnemeden ortak vicdana uygun karar vermek durumundadır.
CMK 100. maddesi 1. fıkrasında ''Kuvvetli SUÇ şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunması halinde,'' diye devam ederek tutuklamanın nedenlerini sıralamıştır.
CMK 102. maddesi 2 fıkrasında ise, ''Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.'' demektedir.
Dikkat edildiğinde, 100. maddesi suçlar (çoğul) dememektedır. Yani suç (tekil) ibaresi geçmektedir. Bu ibare şu anlamda önem arz etmektedir. Her suç ve ceza bağımsızdır. Birden çok suç varsa birden çok tutuklama ve ceza da mümkündür. Yani her suç için ilkeler ayrı ayrı işleyecektir.
Yine 765 sayılı yasanın 71. maddesinde aynı neviden cezaların toplanması zorunlu bulunduğu gerçeğine karşılık, yeni 5237 sayılı yasada bu hükme tekabül eden bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Ancak 5275 sayılı yasanın 99. maddesi her bir cezayı bağımsız saymakta ve bir nevi her suç ve ceza ile tutukluluk durumunun bağımsızlığını işaret etmiştir.
Nasıl tek bir suçun cezası ile birden fazla suçun cezası aynı değilse; tek bir suçun tutukluluğu ile birden fazla suçun tutukluluğu da aynı olmaması gerektiği mantığı burada geçerli olmalıdır.
Örneğin, zanlı birden fazla ağır cezalık suç nedeniyle tutuklamaya sevk edilmiş olsun. Ancak mahkeme de tek suçtan tutuklamaya karar vermiş olabilmektedir. İkinci olasılık ise, birden fazla tutuklama talep edilmiş ve mahkeme de birden fazla suçu zikrederek tutuklama kararı vermiş olabilir. İşte 2. olasılıkta yapılan tutuklamada işlenen süre tek suç için olup birisinin süresi bitince, diğeri mi devreye girecek; yoksa birden fazla suç için tek süre mi işleyecek sorusu akla gelebilir. a) mahkeme her bir suç için tutuklamaya karar vermiş ise, o zaman zaten sorun olmayacaktır. Zira bir suç için olan süre dolunca diğerine başlanacaktır. b) mahkeme birden fazla suç için ismen sayarak ''ayrı ayrı'' ifadesi kullanmamış ise, bu durumu da her bir suç için ayrı ayrı tutuklama kararı verildiğini anlamamak için bir sebep bulunmadığı kanaatindeyiz. Çünkü baştan birden fazla suçtan tutuklanan bir kişi için mahkeme gerek görürse suçlardan birisi için tahliye, diğer suçlardan ise biri veya bir kaçı için tutukluluğun devamına karar verebilmesi de bunun kanıtı sayılmalıdır.
Yine mahkemelerce tutuklama kararı verildikten sonra duruşma tarihi 30 günden fazla ileri bir tarihe ertelenmiş olması mümkündür. Ancak mahkemeler CMK 108. maddesine göre, sanığın tutukluluk durumunu 30 günde bir incelemek zorundadır. Oysa uygulamada mahkemeler, mahkumiyet hükmü ile birlikte tutukluluğun devamına karar vermişler ise, dosya ilk derece mahkemesinden temyiz mahkemesine gidip gelinceye kadar, her 30 günlük sürede inceleme durumuna tabi olmamaktadır. Ve bu durum bu güne kadar da sorun olmamıştır. Bu kategorilere giren kişilerin statüsü de ''hüküm özlü'' olarak ifade edilmektedir. Bu durum ülkemizin bir adli kültür ve içtihat anlamına gelen yerleşik kuralı haline geldiği de bilinmektedir. Bu durumdan sonra da doğal hakim ilkesi gereğince ilk derece mahkemesi olaydan el çekip işi yüksek temyiz mahkemesine bırakmak durumundadır.
Ayrıca hazırlık soruşturması aşamasında kişinin tutukluluk süresi, belirli süreye bağlanmış olması düşüncesi; tarihsel bazı gerçek ve mülahazalar nedeniyle hasıl olmuştur. Bu gerçekler ise, kişinin ileride aklanması ve beraat etmesidir. Yani kişi ileride beraat ederse ne olacak diye haklı bir kaygı ile karşılanmaktadır. Oysa mahkemece hükme bağlanmış durumlarda bu olasılık azdır. Yani kişinin, telafisi mümkün olmayan mağduriyetlere girme olasılığı azdır. Ancak ceza hükmü almış birisinin tahliyesi durumunda cezasının temyiz mahkemesince onanması halinde bu kişinin kaçmayıp da cezasının infazına başlaması hem hayatın olağan akışına hem de insanlık deneyimine aykırı düştüğü de ayrı bir gerçektir.
Ayrıca tutukluluk süresinin istismar edilebilen ve bunun sınırlandırılması gerektiği şeklindeki düşünüş biçiminin hukuk sistemine alınmasını zorlayan durum ise, hazırlık soruşturması aşamasıdır. Çünkü tarihsel süreçte zanlıyı mahkemeden kaçıran, hakim önüne çıkarmayı engelleyen uzun hazırlık soruşturmaları yaşanmıştır. Oysa davası açılmış olay ve olgu farklıdır. Somut olaylarda ise, dava açılmış yargılama yapılmış, sanığın eylemleri sabit görülmüş ve mahkemelerce kişi cezaya layık görüldüğünden hazırlık soruşturması aşamasındaki durumundan farklılık arz etmektedir. Ve CMK 102 maddesindeki düzenlemede sınırlamanın kovuşturma aşamasında da geçerli olduğu hususunda da kanunda kesin hüküm bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, makul süre Avrupa İnsan hakları mahkemesi içtihatlarına göre ve tarihsel sürece göre daha çok hazırlık sorüşturmasına ilişkin bir kavramdır. Her bir suç için tutukluluk durumunu ayrı ve bağımsız olarak hesaplanmalıdır. Örneğin ağır cezalık suçlarda aynı anda birden fazla suç varsa her bir suç için ayrı ayrı beş yıllık azamı süreyi uygulamak gerekmektedir. Bu şekildeki matematiksel hesap hem ceza hukuku sistemine, hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarına ve hem de vicdani kanaatlere uygun olduğu kanaat ve görüşündeyiz.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Ceza Mahkemeleri Kanunu 102. Maddesindeki Süre Sorunu" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Seyithan Güneş'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
» Makale Bilgileri
Tarih
08-01-2011 - 04:34
(4859 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 5 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 2 okuyucu (40%) makaleyi yararlı bulurken, 3 okuyucu (60%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
8879
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 5 saat 8 dakika 54 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,83 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 9606, Kelime Sayısı : 1137, Boyut : 9,38 Kb.
* 2 kez yazdırıldı.
* 1 kez arkadaşa gönderildi.
* 8 kez indirildi.
* 1 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 1296
Yorumlar : 4
.
.(...)
Ben düşüncenizin çok tehlikeli sonuçlara yol açacağına inanmaktayım. Eğer her suç için 5 yıl kabul edilecek olursa bu hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hukuku dolanmaktır. Diktatör yönetim demektir zaten... (...)
Belirtilen görüşler bir hukukçunun yorumlarıdır. Ancak bu görüşleri meri mevzuatımız açısından isabetli görmek imkan dahilinde değildir. Yasada yer alan "Suç" kelimesinin tekil kullanımına yaslanarak,... (...)
Asıl vicdanları yaralayan olgu, sebep ne olursa olsun tutukluluğunun uzaması ve infaza dönüşmesidir. Aykırı her yorum yasanın ruhuna aykırı olacaktır. İlgili yasa metni duru bir akılla, tamamen önyarg... (...)
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,04430199 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.