TASARRUFUN İPTALİ DAVALARINDA ZARAR VERME KASTI (İİK m.280)
GİRİŞ
Borçlunun bütün malları, alacaklılar için ortak bir güvencedir. Diğer ifadeyle, alacaklı alacağını süresinde, alamadığı taktirde, borçlunun bu mallarına, cebri icra prosedürü çerçevesinde, başvurarak alabileceğine güvenir. Ancak, borçlarını ödemekte acze düşeceğini gören borçlu veya alacaklıların, iyi niyetlerini sürekli olarak suiistimal eden, bazı borçluların, alacaklılarına bir şey kalmamasını teminen, sahip oldukları mal ve hakları, alacaklılardan kaçırmak için bazı tasarruflar yaparak, icra takiplerini sonuçsuz bıraktıkları da hayatın gerçeklerindendir. Bu gibi, ekonomik durumları bozulan borçluların ya da sürekli olarak bu gibi yaklaşımları kendisine meslek edinen kimselerin, alacaklılara verdiği zararlar, bazen çok yüksek miktarlara ulaşmaktadır. İşte, kanunkoyucu bu ve benzeri gerekçelerle, söz konusu durumlara karşı bir takım önlemler almış ve bazı hükümler sevk etmiştir. Bu paralelde, borçluların, hacizden veya iflas etmeden önce, alacaklılarından kaçırmak için yaptığı bu gibi bağışlama ve hileli tasarrufların iptali için alacaklılara bir dava açma hakkı tanınmıştır ki, buna iptal davası denir47.
İptal davası, İcra ve İflas Kanunumuzun 277 ilâ 284. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Bu hükümler, İcra ve İflas Kanununun diğer hükümlerine göre, daha sınırlı bir uygulama alanı bulmuştur. Bunun başlıca nedeni, iptal davası açabilecek durumda olan alacaklıların, genellikle – genel hükümlere (BK. m. 18) göre açılan “muvazaa davası” ile bu davayı aynı nitelikte görüp- borçluların mal kaçırma kastının ispatı konusundaki güçlüğü dikkate alarak, çekingen davranmalarıdır. Oysa ki, İİK. m. 277 vd.’ da düzenlenmiş bulunan iptal davası ile BK. m. 18 vd.’ da düzenlenmiş bulunan muvazaa davasının, gerek açılma koşulları gerek bu davalarda ispatı gereken hususlar birbirinden farklıdır48. İptal davalarında, davacı (alacaklı); çoğu kez, iptale tabi tasarrufun belirli bir zaman kesiti içinde yapılmış olduğunu yada borçlu ile hukuki işlemde( tasarruf işleminde) bulunan üçüncü kişinin, borçlunun belirli derecede hımsı olduğunu kanıtlamak suretiyle, ayrıca, borçlunun mal kaçırma kastını ispatlamadan, davasını (iddiasını) ispat edebilir49.
İptal davaları ne kadar geniş bir uygulama alanı bulur ve borçluların alacaklılarından mal kaçırmak kastıyla yaptıkları kötüniyetli tasarruflar, ne kadar fazla iptale tabi tutulursa, kötüniyet, o kadar geniş ölçüde engellenmiş olacaktır.
Çalışmamızda, öncelikle, İcra ve İflas Kanunumuzun 277-284. maddeleri arasında düzenleme alanı bulan tasarrufun iptali davalarının “hukuki niteliği” üzerinde durulacak olup, devamında, “İİK. 280 madde hükmünde; 4949 sayılı kanunla yapılan değişiklikten önceki ve sonraki düzenleme” lere değinilerek, değişikliğin yerinde olup olmadığı tartışılacaktır.
I. TASARRUFUN İPTALİ DAVASININ HUKUKİ NİTELİĞİ
Hacizde, borçlunun mallarının haczedilmesinden önce ve iflasta, borçlunun iflasına karar verilmesinden önce, borçlunun mal ve hakları üzerindeki tasarruf yetkisinde her hangi bir kısıtlama yoktur. Bu yüzden, iflas etmek üzere olan veya yakında mallarına haciz konulması ihtimali bulunan kişilerin (borçluların), mallarını, alacaklılardan kaçırmak için, bazı şüpheli (hileli) tasarruflarda bulunduklarına çok rastlanır. Örneğin, borçlu, mallarını eşine, çocuklarına veya bir arkadaşına bağışlar veya mallarını onlara satıp devretmiş gibi işlem yapar veya alacaklılarından birini korumak için, bazı mallarını, borcuna karşılık olmak üzere o alacaklıya devreder. Bu gibi, şüpheli (hileli) tasarruflardan sonra, borçlunun alacaklıları onun mallarını haczettirmek istedikleri zaman, hiç mal bulamazlar veya çok az mal bulurlar ve bu nedenle, alacaklarını tam olarak alamazlar veya borçlu iflas edince, borçlunun iflas masasına çok az bir mal girer ve bu malların bedeli, alacaklıların alacağını karşılamaya yetmez. Oysa, borçlunun iflas veya hacizden önce yapmış olduğu bağışlamalar ve şüpheli (hileli) tasarruflar ile elinden çıkarmış olduğu mallar, borçlunun mülkiyetinde olsa idi, alacaklılar bunların paraya çevrilmesinden elde edilen para ile tatmin edilecekler veya ellerine daha fazla para geçecek idi. İşte, yukarıda da değinildiği üzere, bir borçlunun, mallarının haczinden veya iflas etmesinden önce, alacaklılarından mal kaçırmak için yapmış olduğu bağışlamalar ve şüpheli (hileli) tasarrufların iptal ettirilebilmesi için, alacaklılara bir dava açma hakkı tanınmıştır ki, buna, iptal davası denir50.
İptal davasının amacı, borçlunun, haciz veya iflastan önce yapmış olduğu ve aslında geçerli olan tasarruf işlemleri ile, malvarlığından uzaklaştırdığı mallardan, bunlar sanki borçluya aitmiş gibi, alacaklının tatmin edilmesini sağlamaktır. Dava sonunda, dava konusu işlemin hükümsüzlüğüne veya işleme konu teşkil etmiş bulunan malın, kesin olarak borçlunun malvarlığına geri dönmesine karar verilecek değildir. İptal davasının konusunu oluşturan işlemler tamamıyla geçerli işlemlerdir51.
Maddi hukuk veya takip hukuku bakımından batıl olan veya muvazaalı bulunan tasarruflar için iptal davası açılmasına gerek yoktur. Bu tasarrufun konusunu oluşturan mal ve haklar, aslında, tasarruflar dikkate alınmaksızın, borçlu aleyhindeki icra takibine konu olabilirler. Öte yandan, borçlunun iptal davasına konu olabilecek tasarruflar, cebri icraya konu oluşturabilecek mallar üzerinde bir etki meydana getirmiş olanlardır. Bu itibarla, borçlandırıcı işlemler, haczi caiz olmayan veya masaya ait bulunmayan mallarla ilgili işlemler iptal davasına konu olamazlar52.
İptal davası, niteliği itibariyle bir şahsi davadır53. Yani, bu dava ile, malın mülkiyetinin, davalıdan alınarak, borçluya ait olduğuna (geri dönmesine) karar verilmemekte, yalnızca, alacaklı (davacı); malın bedelinden alacağını, şahsi hakkını alma yetkisini elde etmektedir (m.283/1)54.
Hukukta, “iptal” kavramı ile, iki farklı husus belirtilmek istenir; “iptal, yenilik doğuran hakkın kullanılmasıyla, ya zaten daha baştan geçersiz bir hukuki işlemin geçersizliği kesinleştirilir (örneğin, BK. m.21, 31; geniş anlamda iptal edilebilirlik) ya da baştan beri geçerli olan bir hukuki işlem, sonradan geçmişe etkili olarak geçersiz kılınır (örneğin; BK. m. 161/3, 226, 235/3, 236,3, 515, TMK. m. 115, 293, 294, 451, 499, 502; dar anlamda iptal edilebilirlik). Alacaklılara – iflas halinde; iflas masasına- tanınan iptal davası, ne “geniş” ve nede “dar” iptal edilebilirlik kategorisine sokulabilir. Çünkü, yukarıda da belirtildiği üzere, İİK. m. 277 vd.’ da öngörülmüş bulunan iptal davasının amacı ve sonucu; dava konusu malı, sadece cebri icra takibi bakımından, sanki borçlunun malvarlığında kalmışçasına, sadece nispi bir güç ve etkiyle, alacaklıların –iflasta; iflas masasının- takip, el uzatma alnına sokmaktır. Bu niteliği itibariyle, söz konusu iptal hakkı, bir yenilik doğurucu hak olmayıp, kuruluşundan beri baştan aşağı geçerli olan bir hukuki işlemi, cebri icra alanına özgü kalma koşuluyla, tasfiye etmeye yönelik bir nispi talep hakkıdır55.
Borçlunun kötü niyetle yaptığı tasarrufları bilen alacaklı, alamadığı alacağı sebebiyle hemen bir iptal davası açamaz. Sözü edilen davayı açmaya hak kazanabilmek için;- İcra veya iflas takibi yapılmalı,
- Bu takipler sonucunda, alacağını alamayarak geçici veya kesin aciz vesikası temin etmeli,
- Eğer, sözü edilen alacak, iflas masasına yazdırılmış bir alacak ise, iflas idaresinin teşekkül etmesi ve iptali gerekli bir tasarrufun varlığı sebebiyle, idarece dava açmaya karar verilmeli veya m.255/3 ve 245. maddeye göre, alacaklılara devredilmiş ve iflas idaresi tarafından, takibinde yarar umulmayan durumda devralmış alacaklı, bu davayı açabilir56.
Yukarıdaki açıklamalardan sonra, özetle şunları söyleyebiliriz ki; İptal davası bir şahsi davadır ve herhangi bir ayni etkisi yoktur. Bundan ise, şu sonuçlar çıkar;- Hasmın iflas etmesi halinde, davacının (alacaklının), malı –yani, borçlunun hasma kazandırdığı değeri- çıkarma hakkı olmayacak, sadece, iflas masasına karşı bir iflas alacağı söz konusu olacaktır.
- Hasmın, bütün kazandığını elden çıkarması herhalde gerekmez; onun borcu, davacının (alacaklının) alacaklı olduğu miktarla (daha doğrusu, aciz belgesinde gösterilen açık miktarı ile) sınırlıdır.
- İptal davası bir ayni dava olsaydı, borçlunun devrettiği mal varlığı parçası bir taşınmaz ise, bu dava HUMK m.13’ de gösterilen mahkemeden başkasında açılamayacaktı. Oysa, iptal davası şahsi bir dava olduğundan, böyle bir durum söz konusu değildir.
- İptal davası, bir ayni dava olsaydı, davanın değeri, borçlunun hasma kazandırdığı değerin bütününe göre hesaplanacaktı. Oysa, dava şahsi bir dava olduğundan ve davacının (alacaklının) alacaklı olduğu miktarla sınırlı olarak tasarrufun iptali durumu dolayısıyla, aciz belgesinde gösterilen açık miktarı, bundan (yani, hasmın kazanmış olduğu şeyin değerinden) daha azsa, dava değeri, daha az olan miktara göre hesaplanacaktır.
- Devredilen değer bir taşınmaz ise, alacaklı davayı kazandığında, tapudaki kaydın değiştirilip yeniden borçlu adına kayıt yapılması gerekmeyecektir57.
Yukarıda da genel olarak değinildiği gibi, iptal davasının amacı ve sonucu göz önünde tutulduğunda, görülecektir ki, iptal davası bir inşai dava değildir58.
II. 4949 SAYILI KANUNLA YAPILAN DEĞİŞİKLİKTEN ÖNCEKİ DÜZENLEME 59
İİK m. 280’ uyarınca, ödeme kabiliyetini kısmen veya tamamen yitirmiş olan bir borçlunun, alacaklılarının zararına olarak yapmış olduğu hileli tasarruflarının iptali60 söz konusu olabilmesi için, şu şartların bir araya gelmesi gerekir;
İptal için gereken şartlar açıklanırken, iptali süreye tabi tutulan tasarruflar ve süreye tabi tutulmayan tasarruflar ayrımı üzerinden hareket edilecektir. Zira, borçlunun niyetine göre, tasarrufun iptalinin talep edilebileceği süreler konusunda ikili bir ayrıma gidilmektedir.
1-İptali süreye tabi bulunan tasarruflar (borçlunun mevcudunu eksiltici tasarrufları, alacaklılarına zarar vermek kastı ile yapmamış olması hali) ;
a)Borçlu bu tasarrufları, ödeme kabiliyetini kısmen veya tamamen kaybetmiş olduğu bir dönemde yapmış olmalıdır. İptal davasını açan alacaklı; haciz yoluyla takip halinde, haciz takibini, iflas yoluyla takip halinde ise, iflas takibini, tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren iki yıl içerisinde yapmış olmalıdır (m.280/1).
Borçlunun ödeme kabiliyetini kısmen veya tamamen kaybedip kaybetmediği, genellikle tam ve kısmi bir borç ödemeden aciz belgesi ile ispat edilecektir. Kanun, m. 178/3’ deki şartların gerçekleşmiş olması halini de, borçlunun ödeme kabiliyetini kısmen veya tamamen kaybetmiş olmasına eşit tutmuştur (m.280/1). Ayrıca, ödeme kabiliyetinin kısmen kaybedilmiş olması hususu, borçlunun içinde bulunduğu durumu ve olayın özellikleri göz önünde bulundurularak tespit edilmelidir.
b)Borçlunun yapmış olduğu tasarrufun, iyi niyetli bir kişiden veya basiretli bir tacirden (TTK m.20/2) beklenilemeyecek bir şekilde ve mevcudunu azaltıcı nitelikte olması gerekir. Burada, m.278 ve 279’ daki şartları haiz olmadıkları için, sözü edilen maddeler gereğince, iptal davasına konu teşkil edemeyecek olan ve fakat normal seviyede bir kimsenin yapmaması gereken tasarruflar söz konusudur. Örneğin, borçlunun borcunu ödememek için, taşınmazını çok düşük bir bedelle üçüncü bir kişiye devretmiş olması; borçlunun, aleyhine icra takibi yapan alacaklısını, takibinden kaçırmak amacıyla, üçüncü bir kişideki alacağını oğluna temlik etmesi yahut borçlunun, borçlusu bulunduğu amme alacağının tahsilini önlemek amacıyla, iyiniyet kurallarına aykırı olarak, sahibi olduğu gazetenin neşir ve her türlü haklarını yeğenine devir ve ferağ etmiş olması gibi. Ayrıca, yapılan tasarruf, borlunun, mevcudunu eksiltmiş olmalıdır. Diğer bir ifadeyle, “iyi niyetli bir şahıstan veya basiretli bir tacirden beklenilmeyecek tasarruflarda bulunma” ile söz konusu tasarrufun “mevcudunu eksiltmesi” şartları, bir ön şart olarak bulunması zorunludur.
Eğer borçlu, adi şahıs ise, tasarruf “iyi niyetle” (TMK m.2) yapılmamış olmalı, tacir ise, tasarruf “basiretli bir tacirden beklenmeyecek şekilde” yapılmış olmalıdır. Ayrıca, yukarıda kısaca değinildiği gibi, iptali istenen tasarrufun sonucunda, borçlunun malvarlığı eksilmiş olmalıdır61.
c) Bu sebeplere binaen, açılacak olan, iptal davasında sayılan bütün hususların ispat yükü davacıdadır. Ancak, borçlu ile muameleye girişen üçüncü kişi, borçlunun eşi62, usul veya furuu ile üçüncü dereceye kadar (üçüncü derece dahil) kan ve sıhri hısımları63, evlat edineni ve evlatlığı ise, borçlunun birinci fıkrada beyan olunan durumunu bildiği farz olunur, bunun hilafını üçüncü kişi, ancak 279. maddenin son fıkrasına göre ispat edebilir( m.280/3)64.
2-İptali süreye tabi olmayan tasarruflar (borçlunun, mevcudu eksiltici tasarrufları, alacaklılarına zarar vermek kastı ile yapmış olması hali)65;
Borçlu, bu tasarrufları alacaklılarına zarar vermek kastı ile yapmış ve lehine tasarruf yapılan üçüncü kişi de bu kastı biliyorsa, tasarruf, tarihi ne olursa olsun batıl sayılır (m.280/2). Bunun içinde aşağıdaki şartların bulunması gerekmektedir;
a)Borçlunun yukarıda niteliği belirtilen tasarrufu, alacaklılara zarar vermek kastı ile yapmış olması.
Borçlunun, bir üçüncü kişiye böyle bir tasarruf yaparak, bütün alacaklılarına zarar vermesi hali buraya girdiği gibi, borçlunun alacaklılarından bazıları ile anlaşarak diğer alacaklılara zarar vermek kastı ile yaptığı tasarruflar da buraya girer. Fakat, borçlunun bu kastı, davacı alacaklı (veya iflas idaresi) tarafından ispat edilmiş olması gerekir (m.280/3 ve 4’ deki karineler istisnadır).
Borçlu, bu tasarrufları, alacaklılarına zarar vermek kastı ile, yapmış ve lehine tasarruf yapılan üçüncü kişi de bu kastı biliyorsa, tasarruf tarihi ne olursa olsun batıl sayılır (m.280/2). Borçlunun bu tasarruflarının iptal davasına konu teşkil edebilmesi için, şu koşulların gerçekleşmesi gerekir.
aa) İİK m. 280/1’ deki koşullar çerçevesinde (yani ödeme gücünü kısmen ya da tamamen kaybeden yahut durumu İİK m. 278/2’ ye giren) borçlu, mevcudunu azaltan bir tasarrufta bulunmuş olmalıdır66.
bb) Borçlu ile işlemde bulunan üçüncü kişinin, borçludaki “alacaklılarına zarar verme kastını” bilmesi gerekir67.
İptal davasını açan alacaklı; üçüncü kişinin, borçlunun bu zarar verme kastını bildiğini ispat etmesi lazımdır. Bunun ispatı alacaklı için çok zor olduğundan, Kanun, davacı alacaklı lehine, -aşağıda sayılacağı üzere- oldukça geniş bir karine koymaktadır (m.280/4).
dd)Yukarıdaki koşulların varlığı halinde, tasarruf tarihi ne olursa olsun iptal davası açılabilir (m.280/2)68. Ancak, bunun için m.284’ deki beş yıllık hak düşürücü süreye burada da uyulması gerekmektedir69.
Kanunkoyucu, ayrıca, m.280/4’ de “tacir olan borçlular için” özel bir durum öngörerek, bu halde, gerek borçlunun “alacaklılarına zarar verme kastını” gerek üçüncü kişinin “bu kastı bildiklerini” varsaymıştır. Bu hükme göre, borçlu – tacir, “ticari işletmesinin önemli bir kısmını devretmiş veya satmışsa yahut, işyerindeki ticari mallarının tamamını veya önemli bir kısmını devretmiş veya satmışsa” alacaklılarına zarar verme kastı ile hareket etmiş sayılır. Aynı şekilde, “borçlunun ticari işletmesinin veya işyerindeki mevcut ticari mallarının tamamını veya önemli bir kısmını borçludan devr veya satın alan ve böylece ticari işletmesini veya işyerini sonrada işgal eden üçüncü kişinin, borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastını bildiği varsayılır.
Kanunun kabul ettiği bu karine ancak iki şekilde çürütülebilir. Bunlar; - Borçlu yada üçüncü kişi, devir, satış veya terk tarihinden itibaren en az üç ay önce, durumu, iptal davasını açan alacaklıya yazılı olarak bildirdiklerini veya,
- Borçlu ya da üçüncü kişi, yine devir, satış veya terk tarihinden itibaren en az üç ay önce, ticari işletmenin bulunduğu yerde, bu durumu belirten, görülebilir levhalar asmakla beraber ayrıca Ticaret Sicili Gazetesiyle, bu mümkün olmadığı taktirde, bütün alacaklıların öğrenebilecekleri şekilde, uygun vasıtalarla ilan ettiklerini ispat ederlerse, aleyhlerindeki karineyi çürütebilirler70.
III. 4949 SAYILI KANUNLA YAPILAN DEĞİŞİKLİKTEN SONRAKİ DÜZENLEME
09.06.1932 tarihli ve 2004 sayılı İİK’ de köklü değişiklikler yapan 4949 sayılı İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 17.07.2003 tarihinde TBMM’de kabul edilerek 30.07.2003 tarih ve 25184 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Bu başlık altında, esasen 4949 sayılı Yasa’nın 66. maddesi ile değiştirilen İİK’ nın 280. maddesinin I. fıkrası ile, yine 4949 sayılı Yasa’nın 103. maddesi ile mülga 280. maddesinin II. fıkrası ile ilgili açıklamalarda bulunulacaktır.
Genel anlamda iptale tabi tasarrufların belirtildiği 280. maddedeki değişikliklere geçmeden; bu değişiklikleri daha iyi anlayabilmek için -yukarıda değinilmiş olmasına rağmen- öncelikle bu konuda, kısaca açıklama yapmada yarar olduğu kanaatindeyim. İİK’ nın 278 ve 279. maddelerinde belirlenen ve belirli bir ölçüde özel nitelik taşıyan tasarrufa tabi işlemlerin dışında, 280.maddede daha genel anlamda iptale tabi tasarruflar belirtilmiştir.
İİK ’nın 280. maddesinde, ödeme kabiliyetini kısmen veya tamamen kaybetmiş olan borçlunun, alacaklılarının zararına olarak yapmış olduğu hileli tasarrufların iptale tabi olması düzenlenmiştir. Her ne kadar, madde 280’in metninde ve kenar başlığında “hileli tasarruflar” kavramına yer verilmemiş ise de, madde 280’in içeriğinden, bu maddenin konusu olan tasarrufların, borçlunun geniş anlamda hileli tasarrufları olduğu sonucuna varılır71. İİK’ nın 280. maddesi, 538 sayılı Yasa ile tamamen değiştirilmiştir. Değişiklikten önce, 280. maddenin kenar başlığı “hile sebebiyle butlan” şeklinde idi ve 280. maddenin konusu olan tasarruflara, hileli tasarruflar denilmekte idi. 538 sayılı Yasa’yla yapılan değişiklik ile, 280. maddenin kapsamı daha da genişletilmiş ve 280. maddeye büsbütün yeni bir veçhe (yön) verilmiştir. Bu nedenle, 280. maddeye göre iptale tabi tasarrufları, geniş anlamda hileli tasarruflar olarak nitelendirmek mümkündür72.
Yasa koyucu, niteliklerine göre iptale konu tasarrufları üç gruba ayırmış ise de, bunun sayılı ve sınırlı olduğu söylenemez. 280.maddede öngörülen koşullardan, bu gibi iptal davalarına konu edilen işlemlerin sınırlı olmadığı anlaşılmaktadır. Burada sözü edilen hileli işlemlerin sübjektif nitelikleri, esasen böyle bir sınırın konmasına imkan vermemektedir.
Yukarıda, değişiklikten önceki düzenleme başlığı altında ayrıntısıyla değinmiş olmamıza rağmen, karşılaştırmada kolaylık sağlayacağı ve değişikliğin daha iyi gözlemlenebileceği düşüncesiyle, şartlara kısaca değinmekte yarar vardır. Bu paralelde belirtilmeli ki, değişiklik öncesinde, söz konusu işlemlerin iptali için şu koşulların gerçekleşmesi gerekirdi:
1- İptal davasına konu edilen işlem, öncelikle borçlunun ödeme gücünü kısmen ya da tamamen eksiltmiş olmalıdır. Bunun saptanması, dava koşulu olan, aciz belgesinden anlaşılır.
2- Yapılan işlem, gerek nitelik, gerekse kapsam itibariyle iyi niyetli bir kişiden ya da basiretli bir tacirden beklenmeyecek derecede olmalıdır.
3- İptal edilecek işlem, yapıldığı tarih itibariyle belli bir süreyle sınırlandırılmıştır. Böyle bir sınırlandırma, toplumda düzeni ve barışı sağlamak için zorunludur. Borcun ortaya çıktığı tarih, tasarruftan önce olsa bile, alacaklının dava açma hakkı, işlemin yapıldığı tarihten itibaren iki sene içinde alacaklının haciz veya iflas takibinde bulunmasına bağlıdır. Bu süre, iptal davasının diğer koşulunu oluşturur.
280. maddenin I. ve II. fıkralarının, 4949 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki durumu ile ilgili olarak, gerek bu başlıkta kısaca gerekse önceki başlık altında ayrıntısıyla yaptığımız açıklamalardan sonra, maddenin değişiklikten sonraki şekline bakacak olursak;
“ Zarar verme kastından dolayı iptal
Madde 280- Malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde iptal edilebilir. Şu kadar ki işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflas yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır.”
İİK’ nın 280. maddesinin I. Fıkrası, 4949 sayılı Kanunun 66. maddesi ile değiştirilerek bu şekilde oluşturulduktan sonra, aynı Yasa’nın 103. maddesi ile de 280. maddenin ikinci fıkrası, ilga olunmuştur.
4949 sayılı Kanunun 66. maddesi ile İİK.’ nın 280.maddesinin I. fıkrası değiştirilirken, bunun TBMM’de gerekçesi şu şekilde gösterilmiştir.
“ 4949 sayılı Yasa 66. madde gerekçesi:
Uygulamada, özellikle ekonomik kriz zamanlarında, borçlarını ödemek için mallarını paraya çevirmek isteyen borçluların çok sayıda olması sebebiyle, malların normal değerlerinden daha aşağı fiyatlarda satıldığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu gibi durumlarda, ”iyi niyetli bir şahıstan veya basiretli bir tacirden beklenilmeyecek tasarruflarla mevcudun eksiltilmesi” şeklinde ifade edilen ölçütün objektiflikten uzak olması birçok alıcının mağdur olmasına yol açmaktadır. Kaynak İsviçre Kanununda da ifadesini bulan “alacaklılara zarar verme kastı ise, maddenin gerçek amacını daha iyi ifade ettiğinden, 280. maddenin I. fıkrası bu amaca uygun olarak yeniden düzenlenmiştir.”73
Yine 4949 sayılı Yasa’nın 103. maddesi ile İİK.’ nın 280. maddesinin II. fıkrası ilga olunurken madde gerekçesi ve genel gerekçe şu şekildedir.
“ 4949 sayılı yasa 103.madde, madde gerekçesi ve genel gerekçesi
2004 sayılı kanunun ... 280.maddesinin ikinci fıkrası ... yürürlükten kaldırılmıştır.”
“İcra ve İflas Kanunu’nun 280. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Borçlunun birinci fıkradaki tasarrufu, alacaklıları ızrar kastıyla yapması ve kasta üçüncü şahsın vukufu halinde, tasarruf tarihi ne olursa olsun batıl sayılır” hükmü yürürlükten kaldırılarak, iptal davası için öngörülen beş yıllık hak düşürücü süre, bu durumda da geçerli olduğundan ve aslında dava açma süresi azami beş yıl ile sınırlı olduğundan ve maddede yer alan, iki yıllık sürenin 284. maddedeki süreyle uyumlu hale getirilmesi amacıyla bu değişikliğin yapılması....”.
İİK’ nın 280. maddesinin I. Fıkrası, 4949 sayılı Yasa ile değiştirilirken, değişiklikten önceki I. ve II. fıkraların birleştirilerek ifade edildiği anlaşılmaktadır. Şöyle ki, değiştirilmeden önceki I. fıkrada bulunan “iyi niyetli bir şahıstan veya basiretli bir tacirden beklenilmeyecek tasarruflar” unsurunun maddeden çıkarıldığı görülmektedir. Değişiklikten önceki II. fıkranın unsuru olan “alacaklıları ızrar kastı” değişiklikten sonra maddenin ana unsuru haline dönüştürülmüş ve böylece bu kasıtla yapılan tasarrufların iptali yolu açılmış olmaktadır. Yukarıda kanunun gerekçesinde de ifade edildiği gibi “iyi niyetli bir şahıstan veya basiretli bir tacirden beklenilmeyecek tasarruflarla mevcudun eksiltilmesi” şeklindeki ölçüt, objektiflikten uzak ve alacaklının mağduriyetini doğuran bir kavramdı. Bu kavramın yerine mehaz İsviçre Kanunu’ndaki gibi “ alacaklılara zarar verme kastı” şeklindeki unsur kabul edilerek, madde bu şekilde düzenlenmiştir. Bu düzenleme yapılırken, İİK’ nın 280. maddesinin II. fıkrasının, olduğu gibi bırakılması düşünülemezdi. Zira bir tekrar maddesi olurdu. Bu da 4949 sayılı Yasa’nın 103. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış, böylece 280. madde, hem kaynak İsviçre Kanunu’ndaki sistemi esas almış, hem sadeleşmiş, hem de yukarıda ifade ettiğimiz, İİK’ nın 278. ve 279. maddesine göre daha genel ve kapsamlı bir madde olma işlevine ulaşmıştır. Bütün bunlarla beraber maddenin daha önce “Diğer Butlan Halleri” olan madde başlığı da “zarar verme kastından dolayı iptal” olarak değiştirilmiş ve madde metnine de işlenmiştir74. Ancak bu iptal “borçlunun içinde bulunduğu mali durumun ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu haller (bu husus, her türlü delil ve bu arada fiili karineler –yaşam deneyi kuralları, hayatın olağan akışı- ile ispat edilebilir75)” koşuluna bağlanmıştır ki bu koşul, değişiklikten önceki I. fıkrada da değişik bir ifade ile yer almaktaydı. Yani bu koşul korunmuştur. İİK’ nın 280. maddesinin değişiklikten önceki metninde mevcut süre, değişiklikten sonra I. fıkranın ikinci cümlesi ile 5 yıla çıkarılmıştır. Bu, alacaklılar lehine yapılmış bir değişikliktir. Ayrıca Tasarrufun İptali Davalarında hak düşürücü süreyi 5 yıl olarak belirleyen 284. madde ile de bir paralellik sağlanmıştır (Ancak, m.280/I c.2’ deki beş yıl, m.284’ deki beş yıllık hak düşürücü süre ile sınırlıdır. Dolayısıyla, tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren beş yıl içinde, borçluya karşı icra veya iflas takibi yapılmış ise, tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren beş yıl içinde iptal davası açılabilir76. Beş yıl içinde icra veya iflas takibi yapılmış ancak beş yıllık hak düşürücü süre geçtiyse, tasarrufun iptali davası açılamaz) AKŞENER’ e göre, bu değişiklik yerinde olmuştur77.
280. maddenin değişiklikten önceki metninde, ödeme kabiliyetini kısmen veya tamamen kaybetmiş veya hakkında İİK ’nın 178. maddesinin 3. fıkrasındaki şartlar oluşmuş borçludan söz edildiği görülmektedir. Oysa değişiklik ile “malvarlığı borçlarına yetmeyen borçlu” kavramı getirilmiştir. Bilindiği gibi İİK’ nın 178. maddesinin 3. fıkrası “iflasa tabi borçlu” ile ilgilidir. Değişiklikte genel olarak “malvarlığı borçlarına yetmeyen borçlu” gibi daha kapsamlı ve genel bir kavram getirilmiştir.
4949 sayılı Kanunun 66 ve 103. maddeleri ile yeni şeklini bulan İİK’ nın 280. maddesi, yine aynı Kanunun yürürlük maddesine göre, derdest davalara da uygulanabilir.
Yukarıda değinilen gerekçeden de görüleceği üzere, madde, iptal davasının koşullarını ciddi ölçüde değiştirmektedir. Oysa, 4949 sayılı Kanunun geçici 38 inci maddesi ile, “bu maddenin, sadece Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış ve derdest iptal davalarında uygulanacağı” hükme bağlanmaktadır. Bu da, 111 inci maddede olduğu gibi 280 inci maddedeki değişikliğinde, hukuken ölü doğumuna yol açmıştır. Dolayısıyla, 21.02.2004 tarihli 5092 sayılı kanununun 10. madde hükmü ile “da” ibaresi ilave edilmekle (“…ve derdest iptal davalarında da uygulanacağı…”) ölü hüküm olmaktan çıkarılmıştır. Dolayısıyla, İİK’ nın 280. maddesinde, 4949 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik, yine bu Kanunun Geçici 5. maddesine göre, Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış ve derdest olan iptal davalarının yanında kanunun yürürlüğe girmesinden sonra açılacak olan iptal davalarına da uygulanır. Geçici 5. maddenin 38. bendi, bu hususu şu şekilde ifade etmiştir:
“Bu kanun ile değiştirilen, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 280.maddesinde değişiklik yapan hükmü, kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış ve derdest olan iptal davalarında (“da”- 5092 sk. m.10) uygulanır78.”
Geçici 5. maddenin gerekçesinde bu husus “ uygulamada doğabilecek tereddütlere engel olunması amacıyla, kanunun muhtelif maddelerinin uygulama zamanına ilişkindüzenlemelere yer verilmiştir” şeklinde ifade edilmiştir.
Bir cihetle borçlular lehine diğer bir cihetle (süre bakımından) alacaklılar lehine unsurlar içermesi yönünden, İİK’ nın 280. maddede yapılan değişikliklerin, geriye dönük olarak uygulanabilir şekilde yapılmış olması, kanaatimce yararlı olmuştur.
4949 sayılı Kanunla İİK’ nın 280. maddesinde yapılan değişiklikler, maddenin birinci ve ikinci fıkra hükümlerine ilişkin olup diğer fıkra hükümleri esasen korunmuştur. Değişiklik konusu olmamalarına rağmen, konunun bütünlüğü bakımından, diğer fıkra hükümlerine de değinmekte yarar vardır. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki, yukarıda açıkladığımız hususlardan başka, Kanun, davacı alacaklı (veya iflas idaresi) lehine iki (kanuni) karine koymuştur (İİK m.280,II ve III).
-Borçlunun, yakın hısımları ile yaptığı hileli işlemler : İİK m.280, II’ de, borçlunun yakın hısımları aleyhine bir karine konulmuştur. Lehine tasarruf yapılan üçüncü kişi (işlemin diğer tarafı), borçlunun karısı veya kocası, üstsoyu veya altsoyu ile üçüncü dereceye kadar ( bu derce dahil) kan ve kayın hısımı, evlat edineni veya evlatlığı79 ise, borçlunun birinci fıkradaki durumunu, yani borlunun alacaklılarına zarar verme kastını bildiği varsayılır. Üçüncü kişi ( borçlunun yakın hısımı), bu karinenin aksini (borçlunun alacaklılarına zarar verme kastını bilmediğini), ancak, 279. maddenin son fıkrasına göre ispat edebilir (m.280/II)80.
-Borçlunun, ticari işletmesini veya işyerindeki mallarını devretmesi : Borçlunun ticari işletmesinin (TTK m.11 vd.) veya işyerindeki mevcut ticari mallarının tamamını veya önemli bir kısmını, borçludan devir veya satın alan ve böylece ticari işletmesini veya işyerini işgal eden veya borçlunun, işyerindeki ticari mallarının bir kısmını iktisapla beraber, işyerini sonrada işgal eden bir üçüncü kişinin, borçlunun alacaklılarına zarar verme kastını bildiği varsayılır. Öte yandan, bu hallerde, borçlunun da alacaklılarına zarar verme kastı ile hareket ettiği kabul olunur. Bu iki taraflı karine, ancak, iptal davasını açan alacaklıya, sözü edilen devir, satış veya (ticari iletmeyi veya işyerini) terk tarihinden en az üç ay önce, durumun yazılı olarak bildirildiğini veya ticari işletmenin bulunduğu yerde görülebilir levhalar asmakla beraber, ticaret sicili gazetesiyle, bu mümkün olmadığı taktirde, bütün alacaklıların öğrenmelerini temin edecek şekilde münasip vasıtalarla ilan olduğunu ispat etmekle çürütülebilir (m.280/III)81. Önceden, borçlunun iyi niyetli ve basiretli bir tacirden beklenmeyecek tasarruflarının butlana tabi olduğu öngörülmüş iken, bu kez “alacaklılara zarar verme kastı ile yaptığı işlemleri” iptale tabi tutulmuştur. Buradaki takip yapma koşulu da iki yıldan beş yıla çıkarılmıştır. Böylece iptalin koşulları ağırlaştırılırken, iptali öne sürme süresi de uzatılmıştır.
Yapılan bu değişiklik, iptal davalarına yeni bir boyut getirmekte, ödeme yeteneğini kısmen veya tamamen kaybeden borçlular ile iflasa tabi olup, hakkında yürütülen icra takibi sonucu uygulanan hacizlerle yarı mevcudu elinden çıkan, kalanın ise vadesi gelmiş ve bir sene içerisinde vadesi dolacak borçlara yetmeyeceği anlaşılan borçluların iyi niyetli kişi veya basiretli tacirden beklenmeyecek tasarruflarla, mevcudunu eksiltmiş olması koşulu kaldırılarak, bunun yerine sadece, malvarlığı, borçlarına yetmeyen her türlü borçlunun, alacaklılara zarar vermek kastıyla yaptığı işlemlerin, karşı tarafça bilindiği veya bilinmesi gereken açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptali öngörülmüştür.
Böylece, yukarıda temas edildiği üzere, değişiklik ile yeni getirilen “zarar verme kastı”, ispatı çok güç bir kavram olduğundan, iptal koşulları borçlu lehine ağırlaştırılmış, buna karşın aynı fıkranın son cümlesindeki iki (2) yıllık süre beş (5) yıla çıkarılmıştır.
4949 sayılı Kanunla yapılan İİK’ nın 280. maddesinde ki değişiklik üzerine, doktrinde, genel olarak iki tür görüşün olduğu görülmektedir. Bunlardan biri; yapılan yeni düzenlemenin, “alacaklılar lehine olduğu” görüşünü82 ileri sürerken (AKŞENER) diğeri, “yeni düzenlemenin “alacaklılar lehine olduğu” görüşü ileri sürülmekte ise de bu kanı doğru değildir”83(UYAR) demektedir.
AKŞENER, görüşünü temellendirirken, “İ.İ.Y’ nin 280. maddesinin değişiklikten önceki metninde mevcut süre, değişiklikten sonra I. fıkranın ikinci cümlesi ile 5 yıla çıkarılmıştır. Bu, alacaklılar lehine yapılmış bir değişikliktir. Ayrıca, 4949 sayılı yasanın yürürlük maddesi olan geçici 5. maddesinin; alacaklılar yararına unsurlar içermesi ve yine alacaklılar yararına daha uzun bir süre getirmesi yönünden İ.İ.Y 280. maddede yapılan değişikliklerin geriye dönük olarak uygulanabilir şekilde yapılmış olması da bizce yararlı olmuştur.”84 demektedir. Öte yandan UYAR, görüşünü temellendirirken; “Uygulamada, İcra ve İflas Kanununun 278 ve 279’uncu maddelerinin kapsamı dışında kalan pek çok tasarrufun, İcra ve İflas Kanununun 280’inci maddesinin kapsamına dahil edilerek iptal edildiğini saptayan Komisyon, iptal koşullarını daha belirli hale getirerek, özellikle “borçlunun içinde bulunduğu mali durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde” iptal kararı verilebileceğini vurgulayarak, (alacaklılar aleyhine ) maddeyi yeniden düzenlemiştir.”85
İİK’ nın 280. madde metninin, 4949 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki haline baktığımız zaman, kanunkoyucu tarafından “…iyi niyetli bir şahıstan veya basiretli bir tacirden beklenilmeyecek tasarruflarla mevcudunu eksilttiği ve 3.şahsın bu durumu ve muamelenin mahiyetini bildiği veya bilmesi gerektiği hallerde yapılmış olan tasarrufları batıldır…2 sene içinde borçlu aleyhine haciz veya iflas takibinde bulunmuş olmalıdır.
1.fıkradaki tasarrufu, alacaklılara ısrar kastıyla yapması ve bu kasta 3.şahsın vukufu halinde, tasarruf tarihi ne olursa olsun batıl sayılır”. denilmekteyken, 4949 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten sonraki halinde “…alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde iptal edilebilir. Şu kadar ki, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflas yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır.” denilmiştir. Burada, eski düzenlemenin uygulandığı döneminde, İcra ve İflas Kanununun 278 ve 279’uncu maddelerinin kapsamı dışında kalan pek çok tasarrufların, -sadece iyi niyetli bir kişiden veya basiretli bir tacirden beklenilmeyecek tasarruflarla malvarlığını azalttığı ve üçüncü kişinin de bunu bildiği veya bilmesi gerektiğinin ispatı gibi son derece sübjektif şartların ispatı ile- İcra ve İflas Kanununun 280’inci maddesinin kapsamına dahil edilerek iptal edildiği görülmüştür86. Bu ise, sözleşme özgürlüğü ve sözleşmelerin olabildiğince ayakta tutulması prensiplerinin egemen olduğu hukukumuzda87, gerçekte, “alacaklılarına zarar verme kastı” olmayan borçlunun, mevcudunu eksiltici bir takım tasarruf işlemlerinin kolaylıkla iptal edilebilmesi demekti. Bu açıdan baktığımızda, 4949 sayılı kanun ile 280. maddede yapılan ve tasarrufun iptalini, öncekine nazaran daha objektif koşullara bağlayan ve zorlaştıran değişiklik, kanaatimce isabetli olup alacaklı lehine değil aleyhine bir düzenlemedir. Bu açıdan bakıldığında, borçlular lehine bir düzenlemenin sevk edildiği görülmektedir. Ancak, değişiklik ile getirilen, “tasarruf tarihinden itibaren beş yıl içerisinde, borçlu aleyhine haciz veya iflas takibinde bulunma” şeklindeki düzenlemenin alacaklılar lehine olduğu açıktır. Çünkü, iki yıllık süre, değişiklik ile beş yıla çıkartılmış ve böylece İİK m.284’ deki beş yıllık tasarrufun iptali davası açma süresi ile paralellik sağlanmıştır. Kanaatimce sözü edilen değişiklik isabetsiz olmuştur. Çünkü, bilindiği üzere, özelikle tasarruf işlemlerinin iptali konusunda, kanunkoyucunun iradesi, her zaman, yapıldığı tarih itibariyle belli bir süreyle (2 yıl veya 5 yıl) sınırlandırma yönünde olmuştur. Böyle bir sınırlandırma, toplumda düzeni ve barışı sağlamak için zorunludur. Şöyle ki, yapılmış bulunan tasarruf işlemlerinin, bir takım gerekçelerle her an iptal edilebileceği endişesi, toplumsal düzeni ve barışı olduğu gibi ticari hayatı da olumsuz yönde etkileyecektir. Bu bakımdan, tasarruf işlemlerinin iptali konusunda, tasarruf tarihi itibariyle, iptalinin talep edilebilmesi için, isabetli olarak süre sınırlaması konulurken, bu sürelerin olabildiğince makul ve kabul edilebilir seviyede tutulması icap eder. Dolayısıyla, önceki düzenlemede bulunan iki yıllık süre makul bir süre iken, bunun, beş yıllık bir süreye çıkartılması kanaatimce isabetsiz olmuştur. Ayrıca, eğer alacaklı hak düşürücü süre içerisinde, hem borçlu aleyhine icra veya iflas takibi başlatmış olması hem de bu süre içerisinde, tasarrufun iptalini talep etmiş olması gerekiyorsa, hak düşürücü süreden farklı olarak ayrıca icra veya iflas takibi için beş yıllık süre öngörülmüş bulunmasına gerek olmayıp, bu durum kanun yapma tekniği ile de, kanaatimce örtüşmemektedir. Tasarrufun iptali için öngörülen (m.284) beş yıllık hak düşürücü süreden daha kısa olan bir süre içerisinde (örneğin:2 yıl), alacaklı tarafından borçlu aleyhine icra veya iflas takibi yapılmış bulunması şartının getirilmiş olması halinde ancak, söz konusu sürenin madde metninde ayrıca belirtilmiş bulunmasının mantıki izahı olabilecektir. Dolayısıyla, yeni getirilen düzenleme, tasarrufun iptali için alacaklıya yüklenen ve ispatı öncekine nazaran daha zor ve ağır olan “alacaklısına zarar verme kastı” nın getirilmiş olması yönünden borçlu lehine iken, tasarruf tarihi itibariyle borçlu aleyhine haciz veya iflas yoluyla takip yapılması şartı için öngörülen sürenin, iki yıldan beş yıla çıkartılmış olması bakımından, alacaklı lehine olduğunu söylemek daha isabetli olacaktır. Dolayısıyla, bu bilgiler ışığında, AKŞENER veya UYAR’ tarafından ileri sürülen görüşlere kısmen katılmak mümkündür.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Korkusuz, Refik; İcra ve İflas Hukuku ve Uygulaması”, s.311, Ankara, 2004.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Güneren, Ali; “İcra ve İflas Hukukunda İstihkak Davaları ve Tasarrufun İptali Davaları”, s.1025, Ankara, 2004,”…İİK.’ nun 277 ve ardından gelen maddelerde düzenlenen iptal davaları ile BK.’ nın 18. Maddesinde düzenlenen danışık davaları, bir birinden farklıdır…” (HGK., 3.05.200, 4/823-851)
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Uyar, Talih; “İcra ve İflas Hukukunda İptal Davaları”, s.1, Manisa, 1984.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Kuru, Baki; “İcra ve İflas Hukuku El Kitabı”, s.1195, İstanbul, 2006; Kuru/Aslan/Yılmaz; “İcra ve İflas Hukuku”, s.667, Ankara, 2002; Uyar, s.2.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Korkusuz, s.312; Kuru/Aslan/Yılmaz, s.667.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Muşul, Timuçin; “İcra ve İflas Hukuku ıı.” s.238; Korkusuz, s.312; Kuru/Aslan/Yılmaz, s.668.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]Akşener, Haşmet Sırrı; “İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları” s.25, 2002, İst.; Bkz. HGK. 9.4.1975 T.1274/528, “…iptal davası, işlemin iptalini veya dava sabit olduğu taktirde, davaya konu olan mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkın alınması yetkisini verir. Davanın kazanılmasının başlıca sonucu, borçlunun patrimuanından (malvarlığından) çıkarılmış olan malın, davacı (alacaklı) lehine, tekrar cebri icra sahasına sokulmasıdır….”
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]Kuru/Aslan/Yılmaz, s.668; Korkusuz, s.312; Uyar, s.4; Akşener, s.1015; Bkz. İİD. 5.4.1969 T.1668/3785, “…iptal davasından maksat, borçlunun, kötü niyetli hareketlerle malvarlığından çıkarttığı veya böyle olmasa dahi borç ödemesine engel olan bağışlarla veya kanunun bağış hükmünde saydığı tasarruflarla mamelekinden çıkan mal, alacak ve haklarının, bunlar üzerinde cebri icrayı mümkün kılmak için, mamelekine iadesini temin etmektir…”.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Uyar, s.3; Kuru/Aslan/Yılmaz, s.668; Korkusuz, s.312;Güneren, Ali; “İcra ve İflas Hukukunda İstihkak Davaları ve Tasarrufun İptali Davaları”, s.1096, Ankara, 2004
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Korkusuz, s.313.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Akşener, s.25
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Umar, Bilge; “Türk İcra ve İflas Hukukunda İptal Davası”, İstanbul, 1963.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] İİK. m. 280/1-2”Tediye kabiliyetini kısmen veya tamamen kaybetmiş veya hakkında 178.maddenin 3. fıkrasındaki şartlar tahakkuk etmiş olan borçlunun, iyi niyetli bir şahıstan veya basiretli bir tacirden beklenilmeyecek tasarruflarla mevcudunu eksilttiği ve üçüncü şahsın bu durumu ve muamelenin mahiyetini bildiği veya bilmesi gerektiği hallerde, yapılmış olan tasarrufları batıldır. Şu kadar ki, tasarrufun vukuu tarihinden itibaren, alacaklı 2 sene içinde borçlu aleyhine haciz (m.58;167, 168) veya iflas (m.5; 167, 171) takibinde bulunmuş olmalıdır.
Borçlunun 1. Fıkradaki tasarrufu, alacaklıları ızrar kastıyla yapması ve bu kasta 3. şahsın vukufu halinde, tasarruf tarihi ne olursa olsun (m.284) batıl sayılır.”
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Bkz. Y. 15.HD 27.06.2001, T. 2502-3534, “ Tediye kabiliyetini kısmen veya tamamen kaybetmiş borçlunun, iyi niyetli bir şahıstan veya basiretli bir tacirden beklenilmeyecek tasarruflarla mevcudunu eksilttiği ve üçüncü şahsın, bu durumu ve muamelenin mahiyetini bildiği veya bilmesi gerektiği hallerde yapılmış olan tasarrufları batıldır…”, (Akşener, s.835).
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Uyar, s.45.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Bkz. Y.13. HD 06.03.1980, T. 967-1461, ”…Olayda davalılar, karı koca olduklarına göre, tasarrufun iyiniyetle yapılmadığını, eşinin bilmesi gerektiğinin kabulü zorunludur…”, (Akşener, s.799)
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Bkz. Y.15. HD 11.10.1984, T.. 2969-3006), “… Borçlunun işyerindeki mallarını -ikinci derecedeki- hısımı durumunda olan kardeşine devretmesi, İİK m.280/1 ve 2 gereğince hükümsüzdür. Devralan kardeşinde kötü niyetli sayılması gerekir….”…”, (Akşener, s.796)
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]Kuru/Aslan/Yılmaz, s.673; Korkusuz, s.316.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Bkz. Y. 15. HD 15.10.1984, T. 1243-3870, “…Somut olayda borçlunun eylemi, alacaklıları ızrar kastıyla yapılan ve iyi niyetli bir kimseden beklenmeyecek bir tasarruf olarak nitelendirilmelidir. Yani, burada İİK’ nun 278. maddesi değil 280. maddesinin 2. ve 3. fıkralarındaki unsurlar gerçekleşmiştir. O halde, 2 yıllık süre burada uygulanmamalıdır…”, (Akşener, s.799)
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Uyar, s.46.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] “Bu durumun ispatı, alacaklı için zor olduğundan, bu konuda davacıdan çok kesin deliller istenmemeli ve hakim takdir hakkını daha geniş olarak kullanmalıdır. Bu hususları ispat yükü davacıdadır. Bu hususun ispatı açısından davacıdan kesin deliller istenmemeli, davaya bakan hakim takdir hakkını geniş çerçevede kullanabilmelidir. Öte yandan, m.280/4 ‘ de, gerek borçlunun, gerek üçüncü kişinin bu ısrar kastını bildiğinin varsayıldığı özel bir hali düzenlemektedir.” Uyar, s. 48.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] “Borçlunun kötüniyetini ya da alacaklılara zarar verme kastını, borçlu ile işlemde bulunan üçüncü kişilerin bildiğini ispat yükü davacı alacaklıya ait…davalının, borçlunun mal kaçırmak maksadıyla satış yaptığın bildiği veya bilmesi lazım geldiğinin kabulü zorunludur. İİK m. 280’ e göre borçlu ile davalı arasındaki tasarruf batıldır…” (13. HD. 24.08.1976 T., E.1976/2481 ve K.1976/5790 sayılı ilam) Uyar, s.82; KORKUSUZ s.318.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Kuru/Arslan/Yılmaz, s.674; Uyar, s.48.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Uyar, s.48
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Kuru, s.1205; Akşener, Haşmet Sırrı; “İİY’ nın 280. maddesinde 4949 sayılı yasa ile yapılan değişiklik üzerine bir inceleme”, Legal Hukuk Dergisi, Eylül 2003, S.9.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Kuru, 1206
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Kuru, s.1205 (Hükümet gerekçesi)
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Kuru, s.1205; Akşener, s.2211.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]Kuru,1206.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Kuru, s.1208; Uyar, s.48.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Akşener, s.2212.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]http://rega.basbakanlik.gov.tr; Uyar, Talih; “İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 4949 Sayılı Kanun ile Getirilen Başlıca değişiklikler”, (www.talihuyar.com); “…4949 Sayılı Kanunla değişen İİK.280. maddesi uyarınca, olayda iki yıllık sürenin geçtiğinden de söz edilemeyeceğinden ve 4949 Sayılı Yasa ile 280. maddede yapılan değişiklik, geçici 5/b.38. madde hükmünce, Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış ve derdest olan iptal davalarında da uygulanacağından, açılan davanın kabulü ile davaya konu tüm tasarrufların iptaline karar verilmesi gerekir. 4949 Sayılı Yasa ile İİK. nun 280. maddesinde yapılan değişiklik, geçici 5/b.38 madde hükmünce, Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce açılmış ve derdest olan iptal davalarında da uygulanır.(15.HD. E.2003/6103, K. 2003/5948, T.11.12.2003 -Kazancı İçtihat Programı-)
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] “Uygulamada borçlunun, üçüncü derece dahil hısımlarıyla da anlaşmak suretiyle, mallarının haczinden veya iflas etmeden önce, alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla yaptıkları ivazsız tasarrufları, başka bir isim altında gizledikleri görüldüğünden, bunun önlenmesini teminen, akrabalık derecesi ikinci dereceden üçüncü dereceye çıkartılmıştır.”(Hükümet gerekçesi)
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Kuru, s.1206; Kuru/Arslan/Yılmaz, s.687.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]Kuru,s.1207;Kuru/Arslan/Yılmaz, s.688;Kaçak, Nazif; “İcra ve İflas Kanunu Şerhi”, s.2029, 2006;Korkusuz;s.317; Uyar, s.48.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Akşener, s.2212
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]Uyar, Talih; “İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunların Getirdiği Değişiklikler” s.4 (www.talihuyar.com)
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Akşener, s.2212
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Uyar, s.42
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Bkz.”Ödeme güçlüğü içine düşen borçlu, iyi niyetli bir şahıstan veya basiretli bir tacirden beklenilmeyecek tasarruflarla malvarlığını eksilttiği ve üçüncü şahsında bunu bildiği ve bilmesi gerektiği durumlarda, tasarrufların iptaline hükmedilir. Somut olayımızda, tasarruf çok düşük bedelle yapılmış ve davalı üçüncü kişi, borçlunun ödeme güçlüğü içinde olduğunu bilmektedir. Bu sebeplerle dava kabul edilmelidir.”( 15.HD. T.10.12.1992, 5305-5888 sa.ka.) 15 HD. T.15.10.1984,1243-3870 sa.ka.; 15.HD. T.20.11.1986 T.3533-3924 sa.ka.; 15.HD. T.26.03.1987, 399-1258 sa. ka.;Akşener, s.810-818.
[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font] Bu anlayışın bir ürünüdür ki, tasarrufun iptali davalarında, dava şartı olarak; “geçici veya kesin aciz vesikasının getirilmesi (=borçlunun, borç ödemeden aciz haline düşmüş olması şartı)” kabul edilmiştir.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :
"Tasarrufun İptali Davalarında Zarar Verme Kastı (İik M.280)" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Hükümdar Hamdioğlu'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (https://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
|
|