Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Ulusüstü Belgeler Işığında Mahpusun Sağlık Hakkı, Özürlülerin İnfaz Sorunları

Yazan : Münip Ermiş [Yazarla İletişim]
Avukat

Yazarın Notu
"İNFAZ HUKUKU VE ÖZEL DURUMDAKİ HÜKÜMLÜLER" Türkiye Barolar Birliği yayını(kasım-2008)




ULUSÜSTÜ BELGELER IŞIĞINDA MAHPUSUN SAĞLIK HAKKI, ÖZÜRLÜLERİN İNFAZ SORUNLARI


Aydınlanma çağı ile birlikte gelen özgürlüğü bağlayıcı cezalar, günümüzde de temel ceza sayılır. Genel anlamda özgürlüğü bağlayıcı ceza denince, mahkumun rızası dışında bir yere kapatılarak, hürriyetinin kısıtlanmasını anlamak gerekir. Hürriyeti bağlayıcı cezanın infazında en dar anlamıyla mahkumun hareket hürriyeti/serbestisi sınırlanmaktadır.[1]

Türk hukukunda özgürlüğün kısıtlanması bir yargıç tarafından verilen ya tutuklama kararıyla veya mahkumiyet kararının sonucu olmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/1 fıkrası ve Anayasamızın 19.maddesinde belirtildiği gibi kişi özgürlüğünün kısıtlanması ancak yetkili bir mahkemenin kararı ile olabilecektir.

Kişi özgürlüğünün kısıtlanması ile kişinin diğer haklarını kullanmasında da doğal sınırlama gelecektir. Ancak bu sınırlama sınırsız değildir. Bazı haklar açısından ise asla sınırlama kabul edilemez.

Örneğin Sözleşmenin 2 maddesi ile güvence altına alınan “yaşama hakkı” , 3.maddesi ile güvence altına alınan “işkence ve fena muamele yasağı” yine sözleşmenin 6. maddesi ile güvence altına alınan “adil yargılanma hakkı” gibi temel haklar, mahpuslar içinde istisna kabul edilmez şekilde geçerli olduğu gibi vücut bütünlüğü devletin gözetiminde ve denetimde olan mahpuslar için bu haklar birinci derece öneme de sahiptir.

Örneğin, “sağlık hakkı” gibi bir temel haktan yararlanması için mahkum açısından, devletin pozitif yükümlülüğü, dışarıdaki yurttaşa göre iki kat daha artar. Çünkü bu hakka ulaşması için mahpusun kendi iradesi yeterli olmamaktadır. Mahpus bir anlamıyla devlete emanet edilmiştir. Onun vücut sağlığı ve beden bütünlüğünden birinci derecede devlet sorumludur. Devlet mahpusun sağlığı konusunda hiçbir bahanenin veya gerekçenin arkasına sığınamaz. Bu hakkı her koşulda sağlamak zorundadır. Bu koşulları sağlayamıyorsa, kişinin özgürlüğünü kısıtlamaya da hakkı bulunmamalıdır.

Uluslar arası standartlarda getirilen temel ölçüt, kendi doğasından kaynaklanan sınırlamalar dışında alıkonulma herhangi bir sınırlamaya tabi olmamalı, ulusal merciiler mahpusların haklarının korunması ve yerine getirilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmalı ve önlemleri almakla yükümlü olmalıdır.

Uluslararası insan hakları hukukunda mahpusların hakları ile ilgili oldukça gelişmiş standartlar olmasına karşın mahpuslar ilgili hakları ve düzenlemeleri doğrudan kullanamamakta, tutuldukları yerlerde bulunan yetkililer aracılığı ile kullanabilmektedir. Hakların kullanımının bir başka kişinin inisiyatifinde olması bunların aynı zamanda keyfi biçimde kısıtlanmasını da olası kılmaktadır.

Bu durum, özgürlüğü kısıtlayan otorite ile mahpus (özgürlüğünden yoksun bırakılan kişi) ilişkisinde ciddi bir güç dengesizliği doğurmaktadır.

Bu dengesizlik;

Kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılmasının, insan hakları ihlali riskini barındırması ve Devlet tarafından gerçekleştirilen ciddi bir zorlayıcı fiil olmasından,

Özgürlüğün kısıtlanması veya kaybedilmesiyle, alıkonulan kişinin korunması, hakları ve varoluşunun tamamıyla yetkililere veya kamu görevlilerine bağlı hale gelmesinden,

Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin kendi kaderlerini belirleme olanaklarının kısıtlanmasından,

Alıkonulma yerlerinin, tanımı gereği kapalı yerler olması ve özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin toplumun görüş alanının dışında tutulmasından kaynaklanmaktadır.

Uluslararası hukuk, mahpuslar da dâhil olmak üzere özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin korunması, haklarının kullanımının sağlanması ve tutulma yerlerinin koşullarının iyileştirilmesi için yeni formüller geliştirme çabası içindedir. Bu çaba son olarak 2006 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme’ye Ek Protokol’de3 yansımasını bulmuştur. Protokol, tutukevleri ve cezaevleri de dâhil olmak üzere her türlü alıkonulma yerinin bağımsız izleme kurulları tarafından sistemli ziyaretini ve denetimini öngörmektedir.

Türkiye Protokol’ü 16 Eylül 2005 tarihinde imzalamış ise de henüz onaylamamıştır.

Hükümetin Protokol’ün onaylanması ve Protokol’de öngörülen bağımsız bir ziyaret ve denetim mekanizmasının oluşturulmasına yönelik herhangi bir çabası bulunmamaktadır.[2]

Ancak Türkiye Avrupa Konseyinin üyesidir. Bu üyeliğin doğal sonucu olarak hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin hemde Avrupa İşkencenin ve İnsanlıkdışı veya onurkırıcı Ceza ve Muamelenin Önlenmesi Sözleşmesinin tarafıdır. Bu sözleşme uyarınca kurulan komitenin (CPT) temel görevi de hürriyetinden yoksun bırakılan kişilerin cezaevlerinde uygun koşullarda tutulup tutulmadığını izlemektir.[3] Türkiye’nin bu anlamıyla ulusüstü hukuk açısından temel yükümlülükleri her iki sözleşmeden doğmaktadır.
Özgürlüklerinden mahrum bırakılmış kişilere sunulan sağlık bakım hizmetleri doğrudan CPT'nin görev alanı ile ilgilidir.[4] Yetersiz sağlık hizmetleri, "insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele" teriminin kapsamına giren koşulların hızla ortaya çıkmasına neden olabilir. Ayrıca belli bir cezaevinde sunulan sağlık hizmetleri, hem o cezaevinde hem de diğer yerlerde (özellikle emniyet birimlerinde) kötü muamelenin önlenmesinde önemli rol oynayabilir. Bunun da ötesinde, söz konusu hizmetler, sunuldukları tesisteki genel yaşama koşulları üzerinde olumlu etkide bulunabilir.
CPT cezaevlerinde sağlık hizmetlerini incelerken, temel aldığı ilke, tutukluların toplumda yaşayan insanlarla aynı düzeyde tıbbi bakım hakkına sahip olup olmadığıdır. Bu ilke bireyin temel hakları arasında yer aldığına işaret eder.

Cezaevi sağlık bakım hizmetlerine yaptığı ziyaretlerde CPT' yi yönlendiren konuları, aşağıdaki başlıklarla ele alınmaktadır.

a. Doktora erişim
b. Bakımda eşitlik
c. Hastanın onayı ve gizlilik
d. Önleyici sağlık hizmetleri
e. İnsani yardım
f. Mesleki bağımsızlık
g. Mesleki yetkinlik


Doktora erişim


Cezaevine girerken, cezaevine ilk girişte mahkumun gecikmesizin bir doktor tarafından fiziksel muayenesini yapılmalı ve [5] cezaevine gelişlerinde hükümlülere, sağlık bakım hizmetinin varlığı ve işleyişi hakkında bilgi veren ve hijyenle ilgili temel önlemleri hatırlatan bir kitapçık veya broşür verilmelidir. Tutuklu bulundukları süre boyunca da, her zaman bir doktora erişimlerinin bulunması gereklidir (özellikle tek başına hücre hapsinde tutulan tutuklular için doktora erişim konusunda bkz. CPT 2. Genel Raporu CPT/Inf (92) 3'ün 56. paragrafı). Sağlık hizmetleri, doktora danışma talepleri gereksiz gecikme olmadan karşılanacak şekilde düzenlenmelidir. Tutuklular sağlık bakım hizmetine gizlilik ilkesi dahilinde, örneğin kapalı bir zarfta bir not yoluyla ulaşabilmelidir. Ayrıca cezaevi yetkilileri doktorla görüşme taleplerini kendine göre eleme yoluna gitmemelidir.

Bir cezaevinin sağlık hizmetleri en azından düzenli ayakta konsültasyon ve acil durumlarda tedavi sunabilmelidir (tabii ki, bunların dışında genellikle yataklı hastane tipi bir birim de olabilir). Her tutukluya yetkin bir diş hekimi de hizmet sunmalıdır. Bunun dışında, cezaevi doktorları uzmanların hizmetlerinden yararlanabilmeli, acil durum tedavisi içinde , her zaman bir doktor nöbette olmalıdır. Ayrıca ilk yardım sunabilecek yetkinliğine, tercihan da hemşirelik niteliklerine sahip bir kişinin her zaman cezaevi sınırları içinde bulunması gereklidir.

Ayakta tedavi, uygun olan hallerde sağlık bakım personeli gözetiminde yapılmalıdır. Bir çok durumda, devam eden bakımın tutuklunun inisiyatifine bırakılması yeterli değildir.

Sivil hastane ya da cezaevi hastanesinde, tam teçhizatlı bir hastane hizmetinin de doğrudan desteği sağlanmalıdır.

Sivil hastanenin kullanılması halinde, güvenlik düzenlemeleri konusu ortaya çıkacaktır. CPT bu bağlamda, tedavi almak üzere hastaneye gönderilen tutukluların gözetim nedenleriyle hastane yataklarına ya da diğer eşyalara fiziksel olarak bağlanmamaları gerektiğini vurgular.. Güvenlik ihtiyaçlarını yeterli bir şekilde karşılayacak başka yollar bulunabilir ve bulunmalıdır; bu tür hastanelerde bir gözetim biriminin oluşturulması bu çözümlerden bir tanesi olabilir.
Tutukluların hastaneye yatırılması ya da bir uzman tarafından hastanede muayene edilmesi gerektiğinde, hasta sağlık durumunun gerektirdiği aciliyette sevk edilmelidir
b. Bakımda eşitlik


i) Genel Tıp


38. Bir cezaevi sağlık bakım hizmetinin, tıbbi tedavi ve hemşirelik hizmetlerinin yanı sıra uygun perhiz, fizyoterapi, rehabilitasyon ve diğer gerekli özel imkanları toplumdaki hastalara sunulan koşullarda sunabilmesi gerekmektedir. Doktor, hemşire ve teknik personelin yanı sıra, mekanların, donanımların ve ekipmanın da buna göre ayarlanmış olmaları gereklidir.

Eczane ve ilaç dağıtımının uygun bir şekilde gözetim altında tutulması gereklidir. Ayrıca ilaçların hazırlanması da her zaman yetkin personele (eczacı/hemşire, vs.) bırakılmalıdır.

Her hasta için, içinde tanıya ilişkin bilgilerin, hastanın gelişimi kaydının ve geçirdiği özel muayenelerin bulunduğu tıbbi bir dosya hazırlanmalıdır. Herhangi bir nakil durumunda, bu dosya da tutuklunun gönderildiği merkezin doktorlarına iletilmelidir.

Ayrıca sağlık ekipleri tarafından özellikle de söz konusu hastalara ilişkin olaylarla ilgili günlük kayıtlar tutulmalıdır. Bu kayıtlar, cezaevindeki sağlık hizmetlerinin genel durumu hakkında fikir verdiği gibi, ortaya çıkabilecek bazı sorunları belirlemekte de faydalıdır.

Sağlık hizmetlerinin sorunsuz yürütülebilmesi, doktor ve hemşirelerin düzenli olarak toplanması ve bu hizmetin başındaki kıdemli hekime bağlı bir çalışma ekibi oluşturulması halinde mümkün olabilir.
ii) Psikiyatrik Bakım


. Genel nüfusla kıyaslandığında, tutuklular arasında psikiyatrik semptomların görülme sıklığı daha fazladır. Bu sebeple, psikiyatride uzman bir hekimin her cezaevinin sağlık hizmetinde yer alması gereklidir. Burada görev yapan hemşirelerin bazılarının da bu alanda eğitim almış olması gereklidir.

Tıbbi personel ve hemşirelerle birlikte cezaevlerinin yapısı da düzenli farmakolojik, psikoterapötik ve mesleki tedavi programlarının yürütülmesine izin verecek şekilde düzenlenmelidir.

. CPT, psikiyatrik hastalığı (ör. depresyon, reaktif durum, vs.) olan tutukluların erken aşamada tespit edilmesinde ve bunların ortamında gerekli düzenlemelerin yapılmasında cezaevi müdürlüğünün rolünün önemini vurgulamak ister. Bu faaliyet, gözetim personelinin belli üyelerine uygun sağlık eğitiminin verilmesiyle teşvik edilebilir.

. Ruhsal hastalığı olan tutuklular, yeterli donanıma ve uygun eğitimli personele sahip bir cezaevinde tutulmalı ve burada bakılmalıdır. Bu tesis, sivil bir akıl hastanesi veya cezaevi sistemi içerisindeki özel donanımlı bir psikiyatrik birim olabilir.

Bir taraftan etik açıdan, akıl hastası olan tutukluların cezaevi sistemi dışında, kamu sağlık hizmetinin sorumluluğu altındaki merkezlere yatırılması uygundur. Diğer taraftan, cezaevi sitemi içinde psikiyatrik hizmetlerin sunulması bakımın azami güvenlik şartları altında sağlanmasına olanak verir ve tıbbi ve sosyal hizmetler bu sistem içinde güçlendirilebilir.

Hangi yol seçilirse seçilsin, söz konusu psikiyatrik birimin kalış kapasitesi yeterli olmalıdır. Çoğu yerde, gerekli bir nakilin yapılabilmesi için uzun bir bekleme süresi gerekmektedir. Söz konusu kişinin, bir psikiyatrik birime nakli en üst düzeyde öncelik olarak kabul edilmelidir.

. Ruhsal rahatsızlığı olan ve saldırgan bir hasta yakın gözetim ve hemşirelik desteği ile, uygun görülürse, sedatifler verilerek tedavi edilmelidir. Kişinin fiziksel olarak zaptedilmesi için nadiren gerekçe bulunur ve her zaman ya tıp doktoru tarafından açık bir şekilde bu yönde talimat verilmiş olmalıdır veya onayını almak üzere hemen böyle bir doktora danışılmalıdır. Fiziksel olarak kısıtlayıcı gereçler ilk uygun fırsatta çıkarılmalıdır.

Bunlar hiç bir zaman ceza olarak uygulanmamalı veya uygulanmaları bu amaçla uzatılmamalıdır.

Fiziksel olarak kısıtlayıcı gereçlere ihtiyaç duyulduysa, bu önlemin ne zaman başlayıp ne zaman bittiğine, konu ile ilgili unsurlara ve bu tür yollara başvurulmasının nedenlerine ait bilginin hem hasta dosyasına, hem de uygun bir kayıt defterine kaydedilmesi gereklidir.

c. Hastanın Onayı ve Gizlilik


. Onay özgürlüğü ve gizliliğe saygı bireyin temel haklarıdır. Bunlar aynı zamanda, özellikle tutuklunun kendi doktorunu özgürce seçemediği cezaevlerinde doktor/hasta ilişkisinin gerekli bir parçası olan güven atmosferi açısından çok önemlidir.

i) Hastanın Onayı


. Hastalara durumları, tedavileri ve kendilerine reçete edilen ilaçlarla ilgili bütün gerekli bilgiler (gerekirse bir tıp raporu halinde) verilmelidir. Tercihan, tedavi açısından herhangi bir sorun teşkil etmediği takdirde, hastalar cezaevi tıp dosyalarının içeriğini görebilme hakkına sahip olmalıdır.

Hastalar, bu bilginin ailelerine ve avukatlarına veya dışarıdaki bir doktora iletilmesini isteyebilmelidir.

. Muhakeme sahibi her hasta tedaviyi veya herhangi bir tıbbi müdehaleyi reddetme özgürlüğüne sahiptir. Bu temel ilkeden herhangi bir sapma hukuka dayalı olmalıdır ve genel toplum için geçerli, kesin olarak ortaya konmuş istisnai durumlarla ilgili olmalıdır.

Hastanın kararı doktorun bakım sorumluluğu ile çeliştiğinde her zaman zor bir durum ortaya çıkar. Bu durum, hasta kişisel inançlarının etkisinde olduğunda (ör. kan naklini reddetmesi) veya taleplerini kabul ettirmek, bir otoriteye karşı protesto yapmak ya da belli bir amaca destek verdiğini ortaya koymak için bedenini kullanmaya, hatta kendine zarar vermeye kararlı olduğunda ortaya çıkabilir.

Açlık grevi durumunda, bazı ülkelerdeki kamu yetkilileri veya profesyonel kurumlar, hastanın şuuru ciddi bir biçimde bozulduğunda ölümü engellemek için doktorun müdehale etmesini zorunlu kılar. Diğer ülkelerde ise kural, klinik kararların gerekli yerlere danışan ve bütün verileri değerlendiren sorumlu doktora bırakılması yönündedir.

. Tutuklular üzerinde tıbbi araştırma yapma konusunda, tutukluların araştırmaya katılmayı cezaevinde olmalarından dolayı kabul edecekleri riski düşünülürse, son derece dikkatli bir yaklaşımın izlenmesi gerektiği açıktır. Her tutuklunun özgür ve bilgilendirilmiş onayını vermesi için gerekli önlemlerin alınması gereklidir.

Uygulanan kurallar toplumda da geçerli olmalıdır, gerekli hallerde bir etik kurul devreye girmelidir. CPT, gözetim altında patoloji ve epidemiyoloji veya tutukluların durumlarıyla ilgili diğer konuların araştırılmasını tercih ettiğini vurgulamaktadır.

Tutukluların, öğrencilerin eğitim programlarına katılması için de tutukluların onayı alınmalıdır.
ii) Gizlilik


50. Cezaevinde de toplumda kabul gören tıbbi gizlilik gözetilmelidir. Hastaların dosyalarının tutulması doktorun sorumluluğu altında olmalıdır.

51. Tutukluların tıbbi muayeneleri (gelişte veya daha sonra) cezaevi yetkililerinin duyamayacağı ve söz konusu doktor aksini talep etmedikçe, göremeyeceği şekilde yapılmalıdır. Ayrıca tutuklular gruplar halinde değil, ayrı ayrı muayene edilmelidir.

d. Önleyici sağlık hizmetleri


. Cezaevi sağlık hizmetleri personelinin görevi, hastaların tedavileriyle sınırlı olmamalıdır. Aynı zamanda sosyal ve önleyici tıp uygulamalarından da sorumlu olmalıdırlar.

i) Hijyen


. Yiyecek düzenlemeleri (yiyeceğin miktarı, kalitesi, hazırlanması ve dağıtımı) ve hijyen koşulları (giysi ve çarşafların temizliği; akan suya erişim; tuvalet ve lavabolar) ile hücrelerin ısıtılması, aydınlatılması ve havalandırılması, gerekli hallerde diğer yetkililerle birlikte olmak üzere, cezaevi sağlık hizmetlerinin sorumluluğu altındadır. Çalışma ve açık havada egzersiz düzenlemeleri de dikkate alınmalıdır.

Sağlığa zararlı bir ortam, aşırı kalabalık, uzun süreli izolasyon ve aktivite eksikliği söz konusu olduğunda, bireysel olarak tutukluya tıbbi yardım verilmesi veya sorumlu yetkili tarafından genel bir tıbbi düzenleme yapılması gerekli olabilir.

ii) Bulaşıcı Hastalıklar [6]


Cezaevi sağlık hizmeti tarafından, bulaşıcı hastalıklar (özellikle hepatit, AIDS, verem, dermatolojik enfeksiyonlar) ile ilgili bilgilerin düzenli olarak hem tutuklulara, hem de cezaevi personeline cezaevi sağlık hizmetleri tarafından iletilmesi ve gerekli hallerde, belirli bir tutuklu ile sürekli temas halinde olan kişilerin (diğer tutuklular, cezaevi personeli, düzenli ziyaretçiler) tıbbi kontrolünün yapılması gereklidir.
. Özellikle AIDS konusunda, herhangi bir tarama testinin hem öncesinde hem de sonrasında uygun danışmanlık verilmelidir. Cezaevi personeli önleyici önlemler ve HIV pozitif olma durumunda benimsenecek tutum konusunda düzenli eğitim almalı ve ayırımcılık yapmama ve gizlilik konusunda gerekli talimatlar kendilerine verilmelidir.
CPT, iyi durumda olan bir HIV pozitif tutuklunun diğerlerinden ayrılması için tıbbi bir gerekçe olmadığını vurgulamak ister.[7]
iii) İntiharın Önlenmesi


. İntiharın önlenmesi cezaevi sağlık hizmetinin sorumluluğu kapsamına giren bir başka konudur. Bu konuda sağlık hizmetleri tarafından cezaevi genelinde yeterli bilinç yaratılması ve uygun prosedürlerin yerleştirilmesi gereklidir.
Bu bağlamda girişte yapılan tıbbi taramanın ve genel olarak kabul sürecinin önemli bir yeri vardır. Bu doğru yapıldığı taktirde, en azından risk altında bulunan bir kısım hükümlü belirlenebilir ve bütün yeni gelen tutukluların hissettiği huzursuzluk bir ölçüde azaltılabilir.
Ayrıca cezaevi personeli de, görevleri ne olursa olsun, intihar riskinin göstergeleri hakkında biliçlendirilmeli ve bunları tanımak üzere eğitilmelidir. Bu bağlamda duruşmadan hemen önceki ve sonraki dönemler, bazı hallerde de tahliye öncesindeki dönem artan intihar riski taşır.
İntihar riski bulunduğu düşünülen kişi gereken süreyle özel gözetim altında tutulmalıdır. Ayrıca bu kişiler kendilerini öldürme yollarına (hücre penceresindeki demirler, kırık cam, kuşak veya ipler, vs.) kolayca erişememelidir.
Bunun yanı sıra, belli bir cezaevi içinde ve gerekli hallerde cezaevleri arasında (özellikle de sağlık hizmetleri bölümleri arasında) potansiyel intihar riski taşıdığı düşünülen kişiler hakkında doğru bilgi akışının sağlanması için gerekli adımlar atılmalıdır.

iv) Şiddetin Önlenmesi

Cezaevi sağlık hizmetleri, yaralanmalarla ilgili kayıtları sistematik olarak tutarak ve gerekli hallerde ilgili birimlere genel bilgi vererek tutuklu bulunan kişilere yönelik şiddetin önlenmesine katkıda bulunabilirler. Belirli vakalar hakkında da bilgi verilebilir, ancak bu sadece söz konusu tutuklunun onayı alınarak yapılmalıdır.

61. Bir tutuklu cezaevine girerken yapılan tıbbi taramada herhangi bir şiddet izine rastlanırsa bu konuda tutuklunun ilgili ifadesi ve doktorun yorumlarını da içeren bilgiler kaydedilmelidir. Bu bilgiler tutukluya da iletilmelidir.
Bir tutuklunun cezaevinde şiddet olayıyla karşılaşmasından sonra (bkz. CPT’nin 2. Genel Raporu: CPT/Inf (92)3) veya bir soruşturma nedeniyle geçici olarak polis nezaretine girdikten sonra cezaevine dönüşünde yapılan tıbbi muayenede de aynı yöntem izlenmelidir.

Sağlık hizmeti bölümü, gözlemlenen yararlanmalarla ilgili periyodik istatistikleri cezaevi yönetimi, Adalet Bakanlığı vs. dikkatine sununulmak üzere derlemelidir.

v) Sosyal ilişkiler ve aile bağları


Sağlık hizmetleri genellikle tutukluluğa paralel olarak ortaya çıkan sosyal ilişkilerde ve aile bağlarındaki bozulmaları azaltmakta da faydalı olabilir. Sağlık hizmetleri, ilgili sosyal hizmetlerle birlikte, tutukluların dış dünya ile temaslarını koruyacak, iyi düzenlenmiş ziyaret alanları, uygun koşullar altında aile veya eş ziyaretleri ve aile, meslek, eğitim ve sosyo-kültürel bağlamlardaki izinler gibi önlemleri desteklemelidir.

Cezaevi doktoru, koşullara bağlı olarak, tutuklulara ve ailelerine yapılan sosyal sigorta ödemelerinin devam etmesi için harekete geçebilir.

e. İnsani yardım


Bazı özel hassasiyet taşıyan tutuklu grupları belirlenebilir. Cezaevi sağlık hizmetleri bunların ihtiyaçlarına özel önem vermelidir.

i) Anne ve Çocuk

Çocukların cezaevinde doğmaması gerektiği genel kabul gören bir ilkedir, CPT’nin deneyimlerine göre bu ilkeye saygı gösterilmektedir.

Anne ve çocuğun en azından belli bir süre birlikte olmalarına izin verilmelidir. Eğer anne ve çocuk cezaevinde birlikteyse, kreş eşdeğeri koşullar, doğum sonrası bakım ve emzirme konusunda uzman personelin desteği sağlanmalıdır.

Uzun dönemli düzenlemelerle özellikle de çocuğun annesinden ayrılarak topluma nakledilmesi ile ilgili kararlar, pedo-psikiyatrik ve medikososyal unsurlar ışığında her bir olgu için ayrı ayrı değerlendirilerek alınmalıdır.

ii) Ergenlik Çağındaki Gençler


Ergenlik, kişiliğin bir anlamda yeniden düzenlendiği ve uzun dönemli sosyal uyumsuzluk risklerinin azaltılması için özel çaba harcanması gereken bir dönemdir.

Gençlerin tutuklulukları süresince sabit bir yerde, kişisel eşyaları ve sosyal olarak uygun gruplar arasında bulundurulmaları gerekmektedir. Onlara uygulanan program yoğun aktiviteye, sosyo-eğitsel toplantılara, spora, eğitime, mesleki eğitime, dışarıya yapılacak eşlikli gezilere ve uygun faaliyet seçeneklerinin sunulmasına dayalı olmalıdır.
iii) Kişilik Bozukluğu Olan Tutuklular


68. Cezaevi sağlık hizmeti hastaları arasında her zaman belli bir oranda aile travması, uzun süreli uyuşturucu bağımlılığı, otorite ile sorunları ve diğer sosyal şanssızlık öyküleri olan dengesiz, marjinal bireyler olur. Bunlar saldırgan, intihara eğilimli veya kabul edilemeyecek cinsel davranışlar içinde olabilirler, çoğunlukla kendilerini kontrol edemez ve kendilerine bakamazlar.

69. Bu tutukluların ihtiyaçları tam olarak tıbbi değildir, ancak cezaevi doktoru, ortak yaşam esaslarına göre düzenlenmiş ve dikkatli gözetim altındaki cezaevi ünitelerinde sosyo-terapötik programların geliştirilmesini sağlayabilir.

Bu üniteler, tutukluların utancını, kendilerini hor görmelerini ve nefretini azaltabilir, onlara sorumluluk duygusu kazandırabilir ve onları yeniden topluma katılmaya hazırlayabilir. Bu tür programların bir başka doğrudan avantajı da cezaevi personelinin aktif katılımını ve katkısını sağlamasıdır.

iv) Sürekli Tutukluluğa Uygun Olmayan Hükümlüler


Bu tür tutuklulara örnek olarak, kısa süreli ölümcül prognozu olanlar, cezaevi koşullarında iyi bir şekilde tedavi edilemeyecek ciddi bir hastalığı bulunanlar, ağır bir sakatlığı olanlar veya ileri yaşta bulunanlar verilebilir. Böyle kişilerin cezaevi ortamında tutulmaya devam etmesi dayanılamayacak bir durum yaratabilir. Bu durumlarda, uygun alternatif düzenlemelerin yapılabilmesi için ilgili yetkililere rapor yazılması cezaevi doktorunun sorumluluğu altındadır.

f. Mesleki bağımsızlık


Herhangi bir cezaevindeki sağlık personeli muhtemel risk altındadır. Hastalarına (hasta tutuklulara) bakma sorumlulukları çoğu kez cezaevi yönetimi ve güvenlik mülahazalarıyla çelişebilir. Bu da zorlu etik sorunların ve seçeneklerin doğmasına yol açabilir. CPT bu tür personelin sağlık konularında bağımsızlıklarını teminat altına almak için, toplumda sunulan sağlık hizmetlerine mümkün olduğu kadar uyumlaştırılmasına önem vermektedir.

Cezaevi doktoru görevini ne kadar resmi bir konumda gerçekleştiriyor olursa olsun, klinik kararlarını sadece tıbbi kıstaslara göre vermelidir.


Tıbbi çalışmaların kalitesi ve etkisi nitelikli bir tıbbi yetkili tarafından değerlendirilmelidir. Aynı şekilde, mevcut kaynaklar da güvenlik ve idareden sorumlu kişiler tarafından değil, böyle bir yetkili tarafından yönetilmelidir.

Cezaevi doktoru bir hastanın kişisel doktoru olarak görev yapar. Bu nedenle, doktor/hasta ilişkisinin zedelenmemesi için tutuklunun cezayı kaldırıp kaldırmayacağı doktora sorulmamalıdır. Ayrıca başka bir doktorun çağrılamayacağı kadar acil bir durum olmadıkça, herhangi bir yetkili tarafından söz konusu doktordan vücut araması veya muayenesi yapması istenmemelidir.
Cezaevi doktorunun mesleki özgürlüğünün cezaevi koşulları ile sınırlı olduğunu vurgulamak önemlidir: hastalarını özgürce seçemez çünkü tutukluların başka bir tıbbi seçeneği yoktur. Hasta tıbbi kuralları çiğnese ve tehdit ve şiddete başvursa dahi doktorun profesyonel sorumluluğu devam eder.

g. Mesleki yetkinlik


Cezaevi doktorları ve hemşireleri, cezaevi patolojisinin özel türleri ile başa çıkabilecek ve tedavi yöntemlerini tutukluluk koşullarına uydurabilecek uzman bilgiye sahip olmalıdır.

Özellikle de şiddetin önlenmesi ve gerektiğinde kontrol edilmesine yönelik mesleki tutumların geliştirilmesi gereklidir.
Her zaman yeterli sayıda personel bulundurulması için, genellikle hemşirelere, kimisi cezaevi yetkilileri arasından seçilen tıbbi hizmetliler yardımcı olur. Nitelikli personel tarafından farklı seviyelere gerekli deneyimler aktarılmalı ve periyodik olarak güncellenmelidir.

Bazen tutukluların da tıbbi hizmetli olarak görev yapmasına izin verilir. Hiç kuşkusuz, bu yaklaşım belli tutuklulara faydalı iş bir sağlama açısından yararlı olabilir. Ancak yine de bu durum son çare olarak görülmelidir. Ayrıca tutuklular hiçbir zaman ilaç dağıtımı işinde yer almamalıdır.

Son olarak CPT, cezaevi ortamında sağlık hizmetlerinin sunulmasındaki özel hususlar dikkate alınarak, lisansüstü eğitim ve düzenli hizmet içi eğitim kapsamında bir mesleki uzmanlık programının başlatılmasını önermektedir

CEZA İNFAZ KANUNU VE UYGULAMADAKİ SORUNLAR

Ülkemizde ceza evlerinde mahpusların sağlık sorunları ile ilgili olarak bu güne kadar istatistiksel bir veri yayınlanmamıştır. Bilindiği gibi ceza infaz sistemimiz ve cezaevi iç yaşamına içi yaşamına ilişkin kurallar 2005 yılına kadar tüzük,genelge gibi idari tasarruflara dayanmıştır. 2005 yılında ise infaz rejimi bir yasa metnine kavuşmuştur. Ancak 5275 sayılı yasa üzerinde kamuoyunda ciddi bir tartışma açılmadan , sadece Meclis Adalet komisyonunda görüşülmüş ve bu görüşmelerin dışarıya yansımaması için özel bir çaba sarf edilmiştir. Oysa Ceza infaz kanunu gibi 125 maddelik kapsamlı bir yasanın üzerinde ciddi bir tartışma açılmadan yasallaşması , günümüze yansıyan bir çok sıkıntının da kaynağını oluşturmaktadır.

Türkiye’de her geçen gün artan bir” suçluluk” olgusu ile karşılaşılmaktadır. Bu gün cezaevleri mevcudunun doksan bini aştığı söylenmektedir. F tipi cezaevlerinin ardından L tipi cezaevleri açılmış, şimdide kampüs cezaevleri açılmaya başlanmıştır.

Yinede cezaevleri kapasite açısından ciddi sorunlar yaşamaktadır. Örneğin Antalya E tipi kapalı cezaevi 2000 yılından sonra mekanda herhangi bir genişleme olmadığı halde oda düzenine geçilmiş, 500 mahkumluk mevcut kapasite 2007 yılı içerisinde zaman zaman 2000’li sayılara dahi ulaşmıştır.

20 kişilik odaların mevcudu ranza artırmak suretiyle 40-50 kişiye artırılmış, ancak buda yetmemiş bu koğuşlara 70-80 mahpus konulmuştur. Mahkumlar bu koğuşlarda bırakalım ranzayı , mahkumları yerde yatabilecekleri bir boşluk dahi kalmamış, gece havalandırmalar açık tutulmuş mahkumlar orada tutulmuştur. Açıkça vardiyalı uyku düzenine geçilmiştir. L tipi cezaevinin açılması ne yazık ki kapasite sorununu çözmemiştir. Hem L tipi hemde E tipi cezaevi bu gün kapasitesinin çok üzerinde mahpus barındırmaya devam etmektedir.

Bu durum mahpuslara karşı başlıbaşına fena muamele ve onur kırıcı davranış teşkil eden uygulama olarak görülmelidir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesi ile düzenlenen işkence ve fena muamele yasağının her hangi bir istisnai durumu yoktur. Yani işkence ve fena muamele mutlak surette yasaktır ve bu konuda taraf devletlerin herhangi bir mazaret ileri sürmesi mümkün değildir. Cezaevlerinde kapasitesinin üzerinde mahpus bulundurmak başlıbaşına fena muamele kapsamında değerlendirilebilecek bir uygulamadır.

Tabi ki mahpus sağlığı açısından bu durumun ayrı bir yönü vardır. Böyle bir ceza infaz kurumunda temizlik ve hijyenin sağlanması mümkün değildir. Üstelik 2007 yılında uzun bir süre bu cezaevinde su sistemindeki arıza nedeniyle sıcak su verilmesinde bile ciddi sorunlar yaşanmıştır.

Sonuç olarak Antalya cezaevleri kapasite açısından ciddi sorunlar yaşamaktadır. Diğer cezaevlerinin de durumları bundan farklı değildir. Hem E tipi hemde F tipi cezaevlerinde hem kapasiteden kaynaklanan hemde uygulamadan kaynaklanan ciddi sorunlar yaşanmaktadır.

Örneğin ;Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesinin son cezaevleri raporundan yansıyanlar, mahpusun sağlık hakkıyla ilgili F tipi cezaevlerinde yaşanan sorunları yansıtması açısından somut bir örnek olarak önümüzde durmaktadır.

a.Yakınmalar:

Görüştüğümüz kişilerin büyük bir çoğunluğu, cezaevine girdikten kısa bir süre sonra görmede sorun yaşadıklarını belirtmişlerdir.

Revire dilekçeyle çıktıkları, doktorun haftada bir geldiği, muayenenin infaz koruma memurunun önünde yapıldığı, hastane sevkinin çok zor olduğu yönünde ortaklaşan yakınmalar olmuştur. Görüşülen kişilerden biri, ameliyat gerektiren hastalığının tedavisinin ancak 3 yıl sonra yapıldığından yakınmıştır.

Yakınmaların çoğu, doktorların davranışlarına ilişkindir. Görüştüğümüz kişiler, doktor ve hasta arasında olması gereken asgari iletişimin krulamadığı ve doktorların da tıpkı idare ve personel gibi kendilerine suçlu gözüyle baktıklarından yakınmışlardır. Bu yaklaşım nedeni ile de doktorların ilgisiz, uzaktan soru sorarak, kimi zaman yüzüne dahi bakmayarak, infaz koruma memuru eşliğinde muayene ettiklerini belirtmişlerdir.

Bunun yanında; Ülkedeki politik atmosferden etkilenerek, intikamcı bir şekilde mesleğinin gereklerini yerine getirmeyen doktorlar bulunduğundan yakınmışlardır.

Bir kişi, göz rahatsızlığı nedeni ile revire çıktığında doktorun kendisine, “gözün çıksın öyle gel” diye muayene etmediğini ifade etmiştir. örüşme yapılan tüm cezaevlerinde diş hekiminin, tedavi etmek yerine diş çektiğini ve kimi zaman da sağlam dişlerin çekildiğinden yakınmalar olmuştur. emen hemen görüştüğümüz kişilerin tümü, doktorların tavırları ve revire gidiş gelişlerde infaz koruma memurlarının davranışları nedeni ile hasta olsalar dahi doktora gitmek istemediklerini beyan etmişlerdir. cil durumlarda revire çıkmak isteyen kişiler, kapıyı döverek sesini duyurmaya çalıştıklarından disiplin cezalarına maruz kalmışlardır.

b.Sağlık hizmetleri açısından değerlendirme

Gerek kanun ve gerekse tüzükte cezaevlerinde düzenli sağlık görevlisi, tabip ve diş tabibi olacağı yönünde düzenleme mevcut ise de görüşme yapılan cezaevlerinin çoğunda doktorun düzenli olarak cezaevinde olmadığı tespit edilmiştir. Bırakalım düzenli cezaevinde olmayı, acil durumlarda dahi ulaşılamayacağı önünde ciddi veriler mevcuttur.

Yapılan şikâyetler dikkate alındığında, cezaevinde bulunan doktorların görevlerinin gerektirdiği özen ve dikkati göstermediği ortaya çıkmıştır. Sadece haftada bir gün doktorun cezaevinde bulunması çok açık ki ihtiyacı karşılamadığı gibi hasta bu süre içinde ya kendi imkânları ile düzelmekte ya da daha kötü bir duruma gelmektedirler. Bu uygulama, kişilerin sağlık problemlerini gidermeye yetmediği gibi tedavi olma ve sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkının önünde de engel oluşturmaktadır.

CİDDİ SAĞLIK SORUNLARI OLAN MAHKUMLAR AÇISINDAN İNFAZ REJİMİ

Ciddi sağlık sorunları olan mahpuslarla ilgili hukuk sistemimizde iki temel düzenleme bulunmaktadır.

Birincisi Cumhurbaşkanına özel af yetksi veren Anayasa’nın 104.maddesidir.Bu düzenlemede sürekli hastalık,sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak üzere Cumhurbaşkanına özel af yetkisi tanımaktadır.

Çumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılan af bir Cumhurbaşkanlığı kararıdır.Bu karar yalnızca kendisi tarafından imzalanır ve yayınlanır. Tek başına yapacağı işlemlerden olduğu için yargı denetiminin de dışındadır. (Anaya-125/a)[8]

Bu düzenlemenin eksikliği sadece hükümlüler açısından geçerli olmasıdır. Makul süre içerisinde yargılanma, adil yargılanma hakkının temel bir unsuru olduğu halde , ülkemizde ceza yargılamaları yıllarca sürmektedir. Türkiye’nin aleyhine verilmiş onlarca mahkumiyet kararına rağmen bu sorun halen sürmektedir. Özellikle tutukluluk koşullarında yargılamanın yıllarca sürmesi ciddi bir insan hakları ihlalidir. Yeni CMK. Bu sorunu çözememiştir. Özellikle ağır cezanın görev alanına giren suçlarda 102/2 maddede tutuklu aleyhine getirilen bir yorumla tutukluluk süresi 5 yıla kadar uzatılabilmektedir. Hele suç 250.md kapsamında ise bu süreler 2 katına kadar uygulanmakta , yani 10 yıla kadar çıkabilmektedir.

Ayrıca bu hükmün uygulanması bildiğiniz gibi 2009 yılına ertelenmiştir. Bırakalım 1o yılı bu gün Türkiye’de 13 yıldır tutuklu bulunan mahpus vardır.

Tutukluların bu haktan yararlanmamasının, hiçbir mantiki ve hukuki nedeni yoktur. Bu hüküm mutlaka tutukluları da kapsayacak şekilde değiştirilmelidir.

Çünkü özürlü ve sürekli sakatlık hali olan tutuklular, sadece bu hükümden hemen yararlanabilmek için yargılamayı hızlandırmak adına suçlamaları kabul etmek dahil her türlü hukuki yolu denemekte, hatta aleyhlerindeki mahkumiyet kararlarını temyiz dahi etmemektedir.

Ciddi hastalıkla ilgili İkinci hukuki düzenleme 5275 sayılı yasanın 16.maddesidir.

Bu düzenlemeye göre ciddi sağlık sorunları hayati tehlike doğuracak nitelikte ise hükümlü veya tutuklu iyileşinceye kadar salıverilmektedir. Yasada infazın ertelenmesinde son söz Adli Tıp Kurumuna bırakılmıştır. Ancak hastalıklar konusunda ortak bir standart oluşturabildiğini söylemek zordur. Örneğin ;Antalya’daki Gazi Dağ vakasından Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu ortak bir görüşe varamamıştır.

Adli Tıp Kurumu raporlarındaki asıl sorun ise raporlarda” Anayasa 104 uygulanması uygundur veya uygun değildir” şeklinde görüş oluşturmasıdır.

Anayasa 104 Cumhurbaşkanına özel bir yetki vermektedir. Bu özel yetki aynı zamanda bir takdir hakkını içermektedir. Sürekli sakatlık veya kocama halinde Cumhurbaşkanlığı takdir hakkını kullanarak mahkumun cezasını düşürmekte yada salıverilmesine karar vermektedir.

Takdir hakkının söz konusu bir durumda , Adli Tıp Kurumunun 104 uygulanır yada uygulanmaz şeklinde görüş bildirmesinin hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Aslında Anayasa 104’de Cumhurbaşkanı bu takdir hakkını kullanırken, her hangi bir koşul getirilmemiştir. Her hangi bir raporla,hatta rapor olmasa bile Cumhurbaşkanın bu yetkisini kullanması mümkün kılınmıştır. Durum bu kadar açıkken, adete Cumhurbaşkanına talimat verir şeklinde Kurumun 104 ‘ün uygulanıp uygulanamayacağı konusunda görüş bildirmesi, bilimsel olmadığı gibi kurumun görev ve sorumluluğunu aşar bir durum olarak da değerlendirilmelidir.

VAKALAR
Mahpusun sağlığı ve özürlünün infaz sorunları ile ilgili olarak üç vaka örneği aşağıda sunulmuştur.
Birinci vaka özürlü Gazi Dağ’ın Antalya Cezaevindeki infaz süreci ile ilgilidir. Bu hükümlü belden aşağı felçlidir. Ve değişik sağlık sorunları bulunmaktadır. İkinci basına da yansıyan kanser hastası hükümlü Erol Zavar’ın hastalığı ile ilgili tedavi sürecidir. Son vaka ise Antalya Cezaevinde mart ayında ölen hükümlü İsmail Hakkı Kaya ile ilgilidir.
1. VAKA GAZİ DAĞ
Başvurucu , 2004 yılı içerisinde girdiği bir silahlı olay sonrasında adam öldürmek suçundan yargılanmış ve 10 yıl hapis cezası almış ve hakkındaki mahkumiyet kararı kesinlemiştir.
Halen Antalya Cezaevinde yatmaktadır. Başvurucunun belden aşağısı felçlidir ve tekerlekli sandalyeye mahkum durumdadır. Cezaevinde çok kötü şartlarda yaşamaktadır. Çünkü doğal ihtiyaçlarını dahi karşılamakta büyük güçlerle karşılaşmaktadır.
Her altı saatte bir ailesinden birisi cezaevine gelip ihtiyaçlarını(altının temizlenmesi gibi ) karşılamaktadır.
Aile ve kendisi bu süreçte büyük güçlükler yaşamaktadır. Cezaevi reviri bu konuda tümden yetersizdir. Hükümlünün bakımını sağlayacak personel yoktur. Bu konuda , hem Cumhurbaşkanlığı affından, hemde infaz ertelemesinde yararlanmak için çeşitli başvurularda bulunmuştur. Ancak Adli Tıp Kurumundan ilk 9 kasım 2007 tarihli raporda “hayati tehlikesinin olmadığı “ gerekçesi ile “reviri ve doktoru bulunan bir cezaevinde ; revir şartlarında kişinin tüm günlük ihtiyaçlarının ,tıbbi bakımının ,diyetinin ,ilaç ve inüsülin tedavisinin,poliklınik takiplerinin sağlanarak ceza infazının devam edebileceği ve TC. Anayasa 104 kapsamında olmadığı” bildirilmiştir. Bu rapora itiraz üzerine en son ADLİ Tıp Genel Kurulu 10 üyenin muhalif görüşü ile ilk rapordaki görüşleri tekrarlamıştır.
Başvurucu açısından bu iki raporla durumu tıkanmış gözükmektedir. 104 madde uygulanması açısından , Cumhurbaşkanının bu rapora rağmen, özel af yetkisini kullanması tabi ki mümkündür. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi Genel Kurulunda 104’ün uygulanmaması yönünde görüş bildirmesi, Genel Kurulun görev ve sorumluluğunu aşan bir değerlendirme olduğu açıktır.
Başvurucunun İnfaz Kanunu dışındaki hukuksal durumu:
5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun, Tanımlar başlıklı 3. maddesinde özürlünün tanımı, doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi, şeklinde yapılmıştır.
Başvurucunun fiziksel durumu gereği söz konusu özürlü tanımına girdiği açıktır. Dolaysıyla başvurucu, 5378 sayılı yasanın koruma altına aldığı kişilerdendir.
5378 sayılı yasanın 4. maddesinin a bendine göre, Devlet, insan onur ve haysiyetinin dokunulmazlığı temelinde, özürlülerin ve özürlülüğün her tür istismarına karşı sosyal politikalar geliştirir. Özürlüler aleyhine ayrımcılık yapılamaz; ayrımcılıkla mücadele özürlülere yönelik politikaların temel esasıdır. Buradaki ayrımcılık yasağı hem Anayasanın eşitliği düzenleyen 10. maddesi hem de Türkiye’nin taraf olduğu uluslar arası sözleşmelerin gereğidir. Başvurucunun cezaevindeki mevcut durumu ayrımcılık yasağına aykırılık teşkil etmektedir. Söz konusu ayrımcılık doğrudan olmasa da dolaylı bir ayrımcılıktır ve bu da bir ayrımcılık çeşididir. Buna göre dolaylı ayrımcılık; görünüşte ayrımcı bir nitelikte olmayan hüküm, ölçüt veya uygulamaların belli bir engele ( özre ) sahip kişileri benzer bir ortamda diğer kişilere göre daha olumsuz bir duruma maruz bırakmasıdır.
Cezaevi ölçüt ve uygulamaları cezaevinde bulunan her hükümlüye aynı şekilde uygulandığında ayrımcılık yasağına uyulduğu söylenemez. Başvurucu özürlüdür. Bu özür durumundan dolayı cezaevi hüküm, ölçüt ve uygulamalarının, diğer mahkumlarla aynı şekilde kendisine uygulanması dolaylı ayrımcılığa neden olmaktadır. Öte yandan Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi bir çok uluslar arası sözleşme gereği de ayrımcılık yasaktır ve taraf devletler, gerek doğrudan gerekse dolaylı ayrımcılığa karşı gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Türkiye de söz konusu sözleşmelere taraftır ve ayrımcılığa karşı gerekli tedbirleri almak konusunda yükümlülük sahibidir.
Anayasanın 61. maddesine göre, Devlet sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirler alır. Ayrıca 5378 sayılı yasanın bakım başlıklı 6. maddesine göre, özürlü kişilerin yaşamlarını öncelikle bulundukları ortamda sağlık, huzur ve güven içinde sürdürmesi, toplum içinde kendi kendilerini idare edebilecek ve üretken hale gelebilecek şekilde bakım ve rehabilitasyonlarının yapılması, bunlardan ihtiyacı olanların geçici veya sürekli bakım altına alınması veya bunlara evde bakım hizmeti sunulması esastır. Aynı yasanın 8. maddesinde, bakım hizmetlerinin sunumunda kişinin biyolojik, fiziksel, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarının da dikkate alınacağı da belirtilmiştir. Burada devlete esas olarak özürlüler bakımından makul uyumlaştırmanın gerçekleşmesi için gerekli tedbirleri alması yükümlülüğü yüklenmiştir.
Başvurucunun cezaevindeki koşullarının iyileştirilmesi yani başvurucu bakımından makul uyumlaştırmanın yapılması devletin ve dolaysıyla ilgili kurum ve kuruluşların yükümlülüğüdür.
Yukarıda belirtilen nedenlerle başvurucu GAZİ DAĞ’ ın durumunun ve koşullarının araştırılarak makul uyumlaştırma çalışmalarının yapılması ve gerekli tedbirlerin ivedilikle alınması gerekir.

Gerek 5275 sayılı İnfaz kanunun hükümleri gerek, 5378 sayılı yasa hükümleri, gerekse Türkiye’nin taraf olduğu ulusüstü sözleşmeler göz önüne alındığında, “hükümlünün bakımı için ailesinden yardım istenmesi “ hukuka uygun değildir.

İnsan haklarına uygun olarak, infaz koşulları düzeltilemiyorsa Baro İnsan Hakları Merkezi 16/2 maddesi gereği infazın ertelenmesi gerektiği görüşünü taşımaktadır.

Bu konuyla ilgili Merkezimizin yukarıdaki görüşleri Adalet Bakanlığına da iletilmiş, ancak bu güne kadar bir sonuç alınmamıştır.

Diğer taraftan özürlülerin ceza infaz rejimi ile ilgili yeterli hukuki düzenlemenin olmadığını somut olay ortaya çıkarmıştır. 16.Madde de getirilen hayati tehlike ölçütünün özürlüleri kapsamadığı açıktır. Bu nedenle ciddi bakıma muhtaç özürlüler açısından infazın ara verilmesinin hukuki yolu öncelikle açılmalı, infazın ara verilmediği durumlarda ise ya özel infaz kurumları kurulmalı, yada infaz kurumlarının belli bölümleri özürlüler için ayrılmalı, fiziki olarak özürlüye göre düzenlenmeli ve bakımlarını sağlayacak sağlık personeli mutlaka istihdam edilmelidir.

2. vaka EROL ZAVAR

1967 Yılı’nda Zonguldak doğan Erol Zavar evli ve 2 çocuk babasıdır.

Erol Zavar; Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesince:“TCK 146/1 maddesine muhalefetten verilen müebbet hapis cezasına hükümlüdür. Hükümlü 2001 yılından beri F Tipi cezaevinde yatmaktadır. Zavar ilk kez 1999 Yılı’nda Ankara Etlik SSK Hastanesi'nde Mesane Kanseri tanısı ile TUR-T ameliyatı geçirmiş, bu tedavi sonrası, stresli ortamlardan kaçınması ve üç aylık periyotlar halinde sistoskopi yaptırmasının önemi vurgulanmıştır.

Gerek gözaltı süreci gerekse de izleyen tutukluluk surecinde karşısına çıkan tüm yetkililere durumu ve alınması gereken önlemleri anlatmaya çalışan Erol Zavar ve ayrıca ailesi ile avukatları bu konuda yıllarca sonuç alamamışlardır.

Ancak hükümlü, 3 yıl boyunca ya sistoskopi cihazı olmadığı ya da zaten kendisi için bu tetkike gerek bulunmadığı ileri sürülerek ciddi bir tedavi görmemiş ,baştan savma fiziki muayenelerle adeta hastalığının geri dönüşsüz bir noktaya doğru evrilmesi beklenmiştir. F Tipi Cezaevi koşullarında Erol Zavar'in bu hastalığı dışında,migren krizleri, astım nöbetleri, ileri mide ve safra kesesi yakınmaları menisküs ağrıları gibi ciddi sağlık sorunlarını da ayrıca yaşamıştır. Nihayet 2004 Yılı Şubat Ayı’nda kendisi, eş, arkadaş ve avukatlarının gayretleri ile Erol Zavar'ın sistoskopi tetkikinin yaptırılabileceği bir üniversite hastanesine sevki sağlanabilmiştir. 09/02/04 - 25/02/04 tarihleri arasında yatırıldığı Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde mesanesinde çok sayıda kötü huylu tümör saptanması üzerine, 17 Şubat 2004 tarihinde ameliyat edilmiştir. Alınan biyopsi materyalinin patolojik incelemesi sonucu konan tanı ise "Submukozal invazyonun da izlendigi Transisyonel Hücreli Karsinom, Who Grade II, mesane, TUR-T" olmuştur .

O tarihten bu yana geçen dört yıllık süre içerisinde gerçekleştirilen hemen tüm sistoskopi tetkikleri ameliyat ile sonuçlanmış ve Erol Zavar, 14’ünde çok sayıda kanserli tümörün çıkarıldığı toplam 16 ameliyat geçirmek durumunda kalmıştır. Tüm bu ameliyatların yanı sıra, Mart 2007’de de safra kesesi alınmıştır.

Vücut direnci ve bağışıklık sistemi açısından en uygun bakım koşullarında bulunması ve asla strese maruz kalmaması gereken Erol Zavar, bu 46 ay süresince yaşadığı birçok sevk sürecinde fena muameleye maruz kalmış, yeni ameliyatlı haliyle yatağına zincirlenmiş ve en doğal gereksinimlerine dahi sınırlamalar getirilebilmiş, hatta bazen bizzat imza vererek taburculuğunu çekip izolasyon koşullarına, yani hücresine dönmeyi tercih eder durumda kalabilmiştir.

Esi Elif Zavar'in başvurusu üzerine Ankara Tabip Odası tarafından (Ek 4) bilirkişi görüşü alınarak 31/05/05 tarihinde hazırlanan raporda "(...) mevcut tümör ileri evre tümör haline gelmiş olduğundan hastanın ya Sağlık Bakanlığı Eğitim Araştırma Hastanelerinden birine sevkinin yapılarak orada yeniden değerlendirilmesi ya da,Üniversite Tip Fakültelerinden birine sevkinin (...)" denilmek sureti ile hastalığın giderek ilerlemekte olduğuna vurgu yapılmıştır .

O günden beri geçen dört yıl zarfında hastalığın ilerlemesi sürmüş ve mesane duvarlarında ameliyatlar nedeni ile oluşan yıpranma sonucu tümörün bir kez daha yinelemesi halinde artık mesanenin tümüyle alınması gerekeceği doktoru tarafından bizzat Erol Zavar'a iletilmiştir.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TIHV) ve Uluslararası İnsan Hakları Dernekleri Federasyonu (FIDH)'nun Erol Zavar'ın konumu ile ilgili Haziran 2006 tarihli değerlendirme ve görüşleri şöyledir: * “TIHV olarak cezaevi koşullarında iyileşemeyeceği açığa çıkmış olan Erol Zavar'ın sağlık durumunun; acil önlem alınmasını gerektiren son derece riskli bir evrede olduğunu düşünmekteyiz.


Kurum olarak görüşümüz: hastalığın, Terminal (geri dönüşsüz) Evre'ye ulaşmasını beklemeksizin Erol Zavar'in ilgili yasa hükümlerinden
yararlandırılarak daha uygun koşullarda tedavisinin gerçekleştirilebilmesi için tahliye edilmesinin uygun olacağı yönündedir”

Ulusal ve Uluslararası Hukuk Açısından Durum:

Hükümlünün durumu eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 399. Md yeni Ceza İnfaz Kanunu’nun 16/2. Maddesine tam olarak uygunluk gösterdiği halde, bu güne kadar yapılan tüm başvurular sonuçsuz kalmıştır.

Aslında yukarıda da belirtildiği gibi devletin sorumluluğu sadece kendi ulusal yasalarından da kaynaklanmamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi : “Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır.” Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 6/1. maddesi “Her insan doğuştan yaşama hakkına
sahiptir. Bu hak hukuk tarafından korunur. Hiç kimse yaşama hakkından keyfi olarak yoksun bırakılamaz” demektedir.

Erol Zavar’ın cezaevinde kalması yaşamını büyük oranda riske atmakta, uluslararası belgelerce de koruma altına alınan yaşam hakkının bu süreçte ciddi tehdit altındadır. Onaltı büyük ameliyat geçiren ve kanser hastası olan birinin yeri cezaevi olamayacağı gibi, bu kişi hakkında sürdürülecek bir cezanın infazı hapis cezasından fayda uman kişi,doktrin ve anlayışlarca da savunulamayacak bir durumdur. Cezanın infazından bir yarar umuluyorsa Erol Zavar örneğinde böyle bir yarar yoktur. Zira hapis cezası onun için gerçekten hapis cezası değil bir nevi ölüm cezası anlamına gelmektedir.[9]

Son dönemdeki en önemli gelişmelerden biri de Türk Tabipleri Birliği’nin Erol Zavar’la ilgili Alternatif Adli Rapor düzenlemeyi kararlaştırmış olmasıdır. Daha önceki resmi raporlarda ısrarla “ameliyat olmuş bir kanser hastası sağlığına kavuşmuş sayılır ve kimse hastalığın yineleyeceğini iddia edemez!” görüşü savunulmakta idi. Bu yaklaşımla kanserin son dört yıl içinde 1. aşamadan 2.’ye ilerlemiş ve belirgin biçimde daha ‘saldırgan’ bir doğa kazanmış olduğu gerçeği görmezden geliniyordu. Belli ki yetkililer,daha önceki birçok örnekte yaptıkları gibi, hastalığın terminal dönemine ulaşılmaksızın gerçekleşebilecek bir salıvermeden yine kaçınmaya çalışıyordu.

Genel uygulama, bürokratik işlemleri yetişen hasta tutukluların son günlerini aileleri ile birlikte geçirmesine izin vermektir. Bu güne dek ‘Şartlı Tahliye’nin bu türüne konu olan insanlardan hiçbiri cezaevi duvarları dışında bir aydan uzun yaşayamamıştır.

Erol Zavar vakası 16. madde uygulamasının kötü bir örneği olarak önümüzde durmakta ve Anlaşıldığı kadarıyla klinik tablolarının iyice kötüleşmesi beklenmeden, salıverilmeyeceği görülmektedir.

3. VAKA İSMAİL HAKKI KAYA

Ölen İsmail hakkı kaya 1980 doğumludur. geceleyin silahlı gasp suçunda dolayı 8 yıl dört ay hapis cezası ile hükümlüdür. Antalya L tipi cezaevinde yatmaktadır. Sorunlu bir mahkum olduğu söylenmiştir.

Ölen kendi isteği ile 20.3.2008 tarihinde Manisa Ruh sinir hastalıkları hastanesine sevk edilir. İsmail Hakkı Kaya aynı gün Manisa'ya varır. Orada ayakta bir iğne yapılarak Antalya'ya geri gönderilir. Manisa’da bir veya iki saat ancak kalırlar. 10-saatlik yolu tekrar geri gelir.(rink arabasıyla) Cezaevinde girdiğinde hükümlü kendini fena hissettiğini söyler, daha sonra kusarak yatar. Ancak durumu ertesi gün daha kötüleşir ve revire görütürülür. (21.3.2008) Revirde doktor muayene eder.İlaç verir. Ancak koğuşa tekrar geri gönderir. Hükümle zaten kalkacak halde değildir. Hemen yatar, yemekte yemez. Aynı gün saat 24.00.'de durumu daha da kötüleşmesi üzerine koğuşta bulunan diğer hükümlüler gardiyanı çağırırlar. Gardiyan gelir. Ertesi gün ) revire çıkartırız. der. Ertesi gün, saat.10'da hükümlü revire çıkartılır. Revirde ilaç verilir ve koğuşa geri gelir. Koğuş arkadaşları hastane için ısrar edince hastayı yeniden revire götürürler. Hasta .18.30-19.00 sıralarında geri gelir. Bu sefer hastanın durumu iyice kötüleşmiştir. Geceyarısında daha da kötüleşir. Koğuştakiler yeniden gardiyan çağırırlar. Hasta yeniden revire kaldırılır. Ve bir serum takılarak koğuşa geri gönderilir. Hasta hep yataktadırç. Bu şekilde ertesi güne gelinir. Yani hastalanmasından itibaren üç gün geçmiştir. Saat 9,30'da koğuşa doktor ve revir görevlisi gelir. "Tansiyonu ölçerler ancak tansiyonu düşük bulurlar" yeniden hastaneye sevk etmeye karar verirler.

Bu gidiş gelişlerden sonra hasta 27.3.2008 tarihinde yatağında ölü bulunur.

Otopside apandisitin patlak olduğu söylenir. Ancak, yakınları defin sırasında darp izlerinin olduğunu da tespit ederler. Ve suç duyurusunda bulunurlar. Otopsi sonrasında bir kısım organlar Adli Tıp Kurumunda gönderilir.Halen bu raporun Ankara'dan gelişi beklenmektedir.

Olay tam anlamıyla şüphe ile doludur.

Fena muamele açısından şu an kesin bir şey söylenmese bile (çünkü sonuçta giden parçaların tahlil sonuçları beklenecektir) BU ÖLÜMÜN MAHPUS SAĞLIĞI AÇISINDAN AKIL ALMAZ BİR İHLALLER ZİNCİRİNİN SONUCU OLDUĞUNUDA TESPİT ETMEK GEREKİR.

Hasta bir hükümlü rahatsız olduğunu söylemekte ve bunun sonucu olarak, 20 martta Manisa'ya gönderilmektedir. Manisa’da ayakta ilaç verilerek aynı gün geri gönderilmiştir. Mahkum 6 gün boyunca durumu sürekli kötüleşmiş,ancak, ciddi bir tedavi ve teşhis yapılmamıştır.. Ve 27 martta ölmüştür.

Artık burada,ölüme neden olabilecek şekilde ağır bir ihmali gördükten sonra , bu hükümlünün işkence veya fena muameleye uğrayıp uğramadığının da önemi kalmamıştır.

Ciddi bir hastalık geçirmesine ve klinik tabloları her geçen gün kötüleşmesine rağmen, mahkuma tanı ve teşhis yapılmamış ve baştan savma bir tedaviyle koğuş ortamına geri gönderilmiştir. Sonucunda hastanın yaşamını yitirmesine neden olunmuştur.

Devletin mahkumun sağlık hakkı konusundaki pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemesinin kötü bir örneği olarak İsmail Hakkı Kaya vakası önümüzde durmaktadır.


SONUÇ;

Ülkemizde İnfaz rejiminde cezaevi iç yaşamındaki hukuki sistem yıllarca idarenin tasarruf alanına terk edilmiş ve koruyucu denetim araçları yaratılmamıştır. Bu durumda , insan haklarına aykırı uygulamaların yaygınlaşmasının temel nedenlerinden biri olmuştur.

“F” tipi cezaevlerine sevk amacıyla yapılan Aralık/2000 operasyonunda sonra, infaz rejiminin denetimi amacıyla getirilen “İNFAZ HAKİMLİĞİ” ve CEZAEVLERİ İZLEME KURULLARI “ gibi kurumlar ise uygulamada bir iyileştirme getirmemiştir.


Özellikle cezaevleri izleme kurullarının bu süreçte işlevi son derece sınırlı kalmış, kurulların işlevi ADALET BAKANLIĞINA görüş sunmaktan öteye taşınmamıştır. Üstelik bu görüşlerini kamuoyu ile paylaşmaları yasa ile de yasaklanmıştır.

Cezaevlerinde yaşanan sorunların aşamasında bu tür kurullar gereklidir.
  • Ancak bu kurullar bağımsız olmalı, Baro, Tabip Odası gibi konunun tarafları bu kurullarda mutlaka yer almalıdır. Bu kurullar uzman desteği de almalıdır...
  • Tüm çalışmaları şeffaflık içerisinde gerçekleşmelidir.
  • Hak ihlalleri ile ilgili bağımsız olarak başvuruları alabilmeli ve kendisi inceleme yapabilmelidir. Yaptığı incelemeler sonucu düzenlendiği raporları kamuoyu ile serbestçe paylaşabilmelidir.


Cezaevleri sorunu yalnızca “bina yapma” sorunu olarak görülmemeli, içerisinde insanların yaşadığı asla unutulmamalıdır.


Avukat Münip ERMİŞ



[1] 1997 TÜRK CEZA KANUNU TASARISINDA YER ALAN HÜRRİYETİ BAĞLAYICI CEZALAR* Dr.Mustafa Avcı. (www.dicle.edu.tr/dictur/suryayin/khuka/avci6.htm)

[2] İzmir ceza ve tutukevleri bağımsız izleme kurulu ekim 2006-kasım 2007 raporu

[3] Madde 1 - İşkencenin ve Gayriinsani ya da Küçültücü Ceza veya Muamelenin Önlenmesi için bir Avrupa komitesi teşkil olunacaktır.(bundan sonra Komite olarak anılacaktır). Komite ziyaretler yapmaksuretiyle, hürriyetinden yoksun bırakılan kişilere yapılan muameleyi,gerekli ise bu gibi kişilerin işkence ve gayriinsani ya da küçültücü ceza veya muameleden korunmalarının kuvvetlendirilmesi amacıyla inceleyecektir.

[4] Aynı zamanda bkz. 8 Nisan 1998'de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen cezaevinde sağlık hizmetlerinin etik ve organizasyonel yönlerine ilişkin R (98) 7 No'lu Tavsiye.

[5] Bu gereklilik daha sonra şu şekilde yeniden yazılmıştır: her yeni gelen hükümlü girişinden sonra mümkün olan en kısa zamanda bir tıp doktoru tarafından görüşmeye alınacak ve fiziki muayenesi yapılacaktır; özellikle tutukevleri söz konusu olduğunda istisnai durumlar dışında,bu görüşme/muayene giriş gününde yapılmalıdır. Girişteki bu tıbbi tarama bir doktora bağlı tam yetkin bir hemşire tarafından da yapılabilir.

[6] Aynı zamanda bkz. “Tutukluluk ”, “bulaşıcı hastalıklar” bölümü.

[7] Daha sonra şu şekilde değiştirilmiştir: Tutukluların sadece HIV pozitif olmaları nedeniyle diğerlerinden ayrılmaları gerektiğine dair tıbbi bir gerekçe bulunmamaktadır.

[8] Anayasa Hukuku açısından af yetkisinin değerlendirilmesi-Prof.Dr.Servet Armağan (Anayasa@gov.tr.sitesindan alınmıştır.

[9] Erol Zavar avukatlarının 24 Mart 2007 tarihli başvurusu
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Ulusüstü Belgeler Işığında Mahpusun Sağlık Hakkı, Özürlülerin İnfaz Sorunları" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Münip Ermiş'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
» Makale Bilgileri
Tarih
06-01-2009 - 14:56
(5590 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 6 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 5 okuyucu (83%) makaleyi yararlı bulurken, 1 okuyucu (17%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
8363
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 2 gün 4 saat 55 dakika 21 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,50 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 66275, Kelime Sayısı : 8437, Boyut : 64,72 Kb.
* 7 kez yazdırıldı.
* 10 kez indirildi.
* 4 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 953
Yorumlar : 1
Anılan Makaleden dolayı yazarına çok teşekkür eder, Ömür boyu sağlık, mutluluk ve başarı dolu günler dilerim. Ülkemizde uygulanmakta olan yasalarla Cezaların Caydırıcılık niteliği bertaraf edilmiş,... (...)
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,17277408 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.