Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Ceza Verme Hakkı Ve Cezanın Amacı Sorunu

Yazan : M. İhsan Darende
Avukat

Yazarın Notu
Makale Aralık 2002 tarihinde yazılmıştır.

Devletin ceza verme hakkının dayanağı konusunda bir çok değişik görüş ileri sürülmüştür. Toplumsal yaşamın gösterdiği gelişmeye bağlı olarak, ileri sürülen görüşler de sürekli olarak değişmiştir.
Bu görüşlerden kalıcı etkileri bulunan bazılarını özetlemek yararlı olacaktır:
Bir grup, ceza verme hakkının temelini sosyal sözleşmeye dayandırmaktadır.1 Bu görüşe göre; insanlar genel barış ve güvenliğin sağlanabilmesi açısından, kişisel özgürlüklerinin bir kısmından fedakarlık etmek zorundadır. İşte varsayılan bir sosyal sözleşme sonucunda fedakarlık edilen kişisel hürriyet bölümlerinin bütünü, ceza verme hakkının temelini oluşturur.
Başka bir düşünceye göre; cezanın meşruluğu sosyal yarara dayanır.2 Ceza tehdidinin sağladığı psikolojik cebir anlayışı, suçlar için önleyici nitelik taşımaktadır. İşte cezayı meşru kılan sebep, bu şekilde temin edilen sosyal yarardır.
Ceza verme hakkını adalet fikrine3 dayandıranların görüşüne göre ise; adalet, suç teşkil eden bir fiilin ceza ile karşılanmasını gerektirir. Suçun faili cezalandırılmalıdır; çünkü, cezanın uygulanması ile suçlunun azap çekmesi ve böylece kusurunun kefaretini ödemesi, âdil ve haklıdır.
Daha sonra, bu görüşler arasında sentezler yapılmış ve ceza verme hakkının sebebini, adalet ve fayda esasına dayandıran telifçi görüşlere varılmıştır. Telifçi görüş, daha sonra klasik okul adını almıştır.4
İrade serbestisi kavramına karşı çıkan ve insan hareketlerinde determinist bir esasa dayanan pozitivist öğreti ise ceza sorumluğunun manevi nitelikte olmadığını; cezanın sosyal sorumluluk esasına dayandığını, ceza verme hakkının ise temelini sosyal savunmada bulacağını ileri sürmektedir.5
Ümanist öğreti ise ceza hukukunu “insanlık kanunları” adını verdiği, insanın insanca yaşayabilmesi, onuruna yaraşır bir durumda olabilmesi için gerekli koşulları düzenleyen mutlak yasalara bağlama eğilimindedir.6 İnsanlık kanunlarının mutlak; değişmeyen bir içeriği mevcuttur. Ancak, insanlık bu hedefe doğru ilerledikçe kanunların mutlak anlamını kavramaya yaklaşabilecektir. Bunun dışında her çağda bu kanunları farklı şekilde değerlendirebilecektir. Ceza hukuku da bu kanunlara bağlı olmak, irade serbestisine sahip olan insanı bu hedefe yöneltmek yükümlülüğündedir. Ceza hukuku, özüne insanı oturtmak zorundadır.
Bu görüşler birbirini etkilemiş ve eleştirileri de dikkate alarak çağdaş ceza hukukunun oluşmasına sebebiyet vermiştir. Klasik okulun etkisinde kalan çağdaş eğilim, ceza hukukunda, bireysel özgürlüklerle toplumsal savunma arasında denge kurmaya, bunun dışında, ceza verme hakkını pragmatist açıdan değerlendirerek, felsefe hareketlerinden uzak kalmaya yöneliktir.
Kanımca, ceza verme hakkının dayandırıldığı bir felsefi temele her zaman ihtiyaç duyulacaktır. Bu hususta oluşturulacak bir öğretinin, ceza verme hakkını, ceza sorumluluğunun temelini ve cezanın amacını ayrı ayrı incelemesi gerekmektedir. Burada, bu hususlarda incelemeler yapılarak bir görüşe ulaşılmaya çalışılmıştır.

KANAATİM

Toplumsal zeka; kollektif akıl, insanı tabiat karşısında özgürleştirme mücadelesi vermektedir; bu nedenle, toplumsal ilerleme imkanını zedeleyen her türlü engeli bertaraf etmek; ilerleme kanallarını açık tutmak zorundadır. Ceza verme hakkı, bu zorunluluğa dayalıdır.
Cezanın nihai amacı, insanın özgürleşmesini sağlamak; bunun için toplumsal ilerleme imkanını muhafaza etmektir. Bu nihai amaca ulaşmak için, toplumsal gelişmişliğin somut seviyesine göre, her zaman ikincil amaçlar bulunacak ve bu ikincil amaçlar, toplum değiştikçe değişecektir.
Ceza sorumluluğu da, toplumun somut gelişmişlik durumuna göre, farklı dönemlerde farklı esaslara bağlı olmalıdır. Ancak asıl olan şudur ki, insanlar, davranışlarında tam bir irade serbestisine değilse de, “irade özerkliği”ne sahiptir.
Ceza hukuku, gerek cezanın amacı, gerek suçların ve cezanın tespiti, gerek ceza sorumluluğu açısından, toplumsal koşullara göre sürekli olarak değişen hedeflere ve kurallara sahip olmalıdır.
Şimdi bu görüşlerin dayanaklarını açıklamaya başlayalım:

TOPLUMUN OLUŞUMU

Toplum, insanların örgütlenmiş topluluğudur. Diğer canlılar gibi, insan da tabiatın bir unsurudur ve tabiat bilimlerinin yasalarına tâbidir. Ancak diğer canlılardan farklı olarak insan, zekasını kullanmak suretiyle tabiata -tam- bağımlılığını yenebilmiş; uyum sağlamanın ötesine geçerek, tabiatı dönüştürmeyi başarabilmiştir. İnsanın gerçek anlamda özgürleşebilmesi, tabiata bağımlılıktan kurtulabilmesiyle doğru orantılı bir süreçtir. Aslında buna, özgürlük değil; özerklik demek daha doğrudur.
İnsanın tabiata uyum sağlamakla yetinmeyip, onu dönüştürmeyi başarabilmesi üretimle gerçekleşir. İşte bu faaliyetin gelişmesi, bir yandan zekanın oluşumuna sebebiyet vermiş; diğer yandan da, zekanın gelişimi sonucunda, üretim faaliyeti nitelikli bir artışa yönelmiştir. İnsan, zekasını kullanarak araç-gereçler imâl edebilmiş ve bunları kullanarak, tabiatı kontrol altına almaya başlamıştır.
Zekanın gelişimi ise, diğer insanların varlığı sayesinde gerçekleşmiştir: İnsan toplum halinde yaşamasaydı, hayvanlardan farklı bir gelişim izleyemez, konuşma yetisine ve buna bağlı olarak, düşünme ve daha ziyade, kavramlar oluşturma, gerçeğin zihnindeki yansıması olan imgeler arasında bağlantı kurma gibi, zihne ait fonksiyonlara sahip olamazdı.
İnsan topluluklarının örgütlenerek toplum haline gelmeleri, zamanla hızlanarak gelişen bir süreçtir. Zekanın oluşumundan sonra insan, gerçekleştirdiği üretim araçlarının en yararlı ve gelişkininin, diğer insanlarla yardımlaşmak; işbölümüne gitmek olduğunu kavramıştır. Bu aşamadan sonra topluluk, yerini bilinçli ve örgütlü bir birliğe; topluma bırakmıştır. Toplum, insanın tabiata karşı bağımlılığını yenmesinin, gerçek özgürlüğe kavuşmasının bir aracı olmuştur.
Bu aracın tam bir başarıya ulaşmayı sağlaması, gerçek ve tam kapasiteli bir işbölümünü gerektirmektedir. Bu da sürekli büyüyen, birbirine entegre olan toplumları davet etmiştir. Başlangıçta aile, kabile, aşiret şeklinde oluşan örgütlenmeler, giderek birbirleriyle irtibat kurarak büyümüş, kent devlete, ulus devlete doğru bir gelişme süreci izlemiştir. Daha sonra entegrasyon, uluslararası topluluklarla devam etmiştir ve gelişme halen de sürmektedir.

BİLGİ AKTARIMINDA FARKLI BİR MEKANİZMA; ZEKA

Bu hızlı gelişimi sağlayan unsurun zeka olduğundan söz etmiştik. Zekanın asıl fonksiyonu, bilgi aktarımı ve birikimini farklı bir mekanizmaya bağlayabilmiş olmasıdır:
Canlıların nesillere bilgi aktarmasını sağlayan klasik mekanizma, “genetik kodlama”dır. Bu yöntemle, binlerce, on binlerce; hatta milyonlarca yılda, tabiatla karşılıklı etkileşim sonucunda oluşan bilgi, nesilden nesle aktarılır. Ancak bilginin oluşması için gereken süreç çok uzundur ve bilginin oluşarak genetik kodlarda yer alabilmesi, aynı türden ya da benzeşik etkileşimin devam etmesine bağlıdır. Bu nedenle mekanizma çok yavaş işlemektedir.
Zekanın oluşumu, bilgi aktarma sürecini çok kısaltmış; genetik kodlama mekanizmasının dışında da, kuşaktan kuşağa bilgi aktarımını mümkün kılmıştır. Bu yöntemde insan, zekasını kullanarak tecrübelerini biriktirmekte, bunları aklın, zihnin süzgecinden geçirmekte ve bulduğu sonuçları diğer insanlara ve nesillere aktarmaktadır. Bu yolla bilgi birikimi özel bir yoğunluğa ulaşmış; bilginin genlerin dışında da depolanabilmesi, hem hızlı, hem yoğun bir bilgi aktarımı sağlamıştır.
Zekanın devreye girmesi ile insan, davranışlarını genetik yoldan aldığı bilgiye göre değil; aklı ile depoladığı bilgiye göre yönlendirmeye başlamıştır. Doğal olarak bu yönlendirme kolay değildir. Çünkü, genetik kodlama yöntemi ile bilgi akışı devam etmektedir ve genetik yoldan aktarılan bilgi, davranışın doğrudan kaynağıdır. Bu yüzden, genetik yapıdan kaynaklanan bazı isteklerin dizginlenmesi, biyoloji bilimine ters düşmektedir. Bir anlamda, genlerin emirlerine, zeka karşı gelmektedir. Kısaca, zeka yoluyla aktarılan bilgi, davranışı doğrudan doğruya belirlememektedir.
Toplumsal yaşamı yönlendiren zekadır. Bireysel zekanın, bireyin davranışlarına etkili olabilecek genetik emirleri dizginlemesinde olduğu gibi, toplumsal zeka da, tek tek bireylerin genetik yapılarından kaynaklanan hırs ve istekleri dizginleyebilecek yöntemleri tespit etmektedir. Bu yöntemlerin uygulanması, bireylerin genetik yoldan aldıkları olumsuz bilgilerin etkilerinin kırılabilmesi için zorunludur. Bu yöntemlerle toplumsal zeka, toplumsal ilerleme imkanlarını sekteye uğratabilecek her türlü engeli tespit edip, bunları ortadan kaldırmaya çalışır; toplumsal ilerlemeyi zedeleyebilecek davranışların gerçekleşme olasılığını en aza indirgemeye uğraşır.
İnsanın genetik kodlama yöntemiyle aldığı bilgilerden birisi, kendi içinde aşılamaz bir çelişki oluşturur: İnsanın doğayı tam olarak kontrol altına alıp, dönüştürebilmesi için, diğer insanların varlığı ve onlarla işbölümüne gitmesinin zorunluluğundan söz etmiştik. Genetik kodlama, bu bilgiyi nesilden nesle taşımıştır. Diğer yandan, işbölümünden elde edilen ürünün paylaşılması zorunluluğu, insanın tabiattan alabileceğinin en fazlasını elde etmesine engel teşkil etmektedir. Diğer insanların varlığı, bir yandan insanın doğadan en fazlasını alabilmesi için zorunlu bir unsur iken, diğer yandan da, insanın, üretilenin azamisine, varolan tüm kaynakların en çoğuna sahip olmasının engelini teşkil etmektedir. İnsanoğlu, tabiata karşı özgürlüğünü kazanmak için örgütlenerek mücadele verirken, bu kez de, özgürlüğünün önüne, toplumun varlığı çıkmaktadır.
Bu örgütlenme, bir yandan tabiata karşı bağımlılığı azaltan imkanları ortaya koyarken, diğer yandan, bu imkanların sınırsızca kullanılmasına engel teşkil etmektedir. İnsanın doğaya karşı olan savaşımı için gerekli olan işbölümü, böyle bir çelişkiyi barındırmaktadır. İnsan bu çelişki sebebiyle, iş bölümünün sonuçlarını paylaşmada isteksiz davranmaktadır. İşte paylaşım isteksizliğine dair bu bilgi de, genetik kodlama yöntemiyle kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Dolayısıyla, toplumsal zekanın mücadele etmek zorunda olduğu olumsuz bir bilgidir.

CEZANIN AMACI; TOPLUMSAL İLERLEME İMKANININ KORUNMASI

Bireysel zekanın, genetik yoldan gelen olumsuz istek ve hırsları dizginlediğinden söz etmiştik. Toplumsal zeka da, toplumsal ilerleme imkanlarını sekteye uğratacak olasılıkları azaltmak için çaba gösterir. Genetik yoldan aktarılan olumsuz istek ve hırsların yanında, ilerlemeye engel teşkil eden kollektif davranış biçimlerini, olumsuz alışkanlıkları, fiziksel ve sosyal faktörleri ortadan kaldırmaya uğraşır.
Toplumsal zekanın bu amaçla kullandığı araçlardan birisi de hukuk ve özellikle ceza hukukudur:
Toplumsal kurallara aykırı düşen hareketler ve bunlardan en ağır ve ciddisi olan suç, toplumsal barışı zedeleyecek, toplumda gerginlik doğmasına yol açacaktır. Ancak, bu davranışlar hiçbir zaman toplumun tamamen yok olması ile sonuçlanamaz; yani suçlar, toplumu yok etmez; sadece toplumsal barışı bozduğu, toplumda gerginliğe yol açtığı ölçüde, toplumsal gelişmeyi; daha doğru bir anlatımla, toplumun üretici güçlerindeki ilerlemenin, asıl olarak insanın ilerlemesini sağlama imkanını yavaşlatır ya da geriletir.
Toplumun, bir bütün olarak insanları en ileriye götürmede, gerçek özgürlüğe kavuşturmada, doğayı tam olarak yenmede; hatta, kendisinden dahi bağımsız olmasını sağlamada en etkili ve belki de tek araç olduğundan söz etmiştik. Böyle olunca, toplumun asli görevi, tek tek tüm insanları olabildiğince ileriye götürmek, özgürleştirmek, yaşam standartlarını sürekli olarak yükseltmek ve doğaya karşı verilen savaşta sürekli yengilerin zemin ve imkanını hazırlamaktır.
Toplum, suç işleyen insanı dahi ileriye götürmekle yükümlüdür. Toplumsal zekanın amacı, suç işleyen insanın dahi düzeltilmesi, kendisine ve diğer insanlara yararlı bir kişi haline getirilerek eğitilmesi, deyim yerindeyse, zararlı unsurlarının tedavi edilmesidir.
Tekrar belirtelim ki asıl amaç, insanın özgürlük alanını sürekli olarak genişletebilmektir. Bu nedenle, gerçek özgürlüğü sağlayacak olan toplumsal ilerleme imkanlarının muhafaza edilmesi gerekmektedir. Bu amaçla toplumsal zeka, ilerleme yollarını sürekli açık tutmak, ilerlemeyi baltalayacak her türlü engeli ortadan kaldırmak zorundadır. Suç da, toplumsal ilerleme imkanını sekteye uğratacak engellerden birisidir. Bu nedenle toplumsal zeka, öncelikle suçu önlemeye, git gide yok etmeye çalışır. Diğer yandan, suçla bozulan toplumsal barışı yeniden tesis etmeye uğraşır.
Toplumsal zeka, suçu önlemek için çok çeşitli yöntemler geliştirmek zorundadır. Suçun oluşmasını kolaylaştıran toplumsal koşulları düzeltmeye çalışmak, çevresel faktörleri düzene sokmak, işbölümünün düzgün çalışmasını sağlayacak tedbirleri almak bu yöntemlere örnek olarak gösterilebilir. Bu ön tedbirlerin bir bölümü, ceza hukukunun kapsamı içerisinde yer almaktadır.
Ama, bir diğer yöntem vardır ki, uzun vadede, suçu önlemede bunlardan daha da önemli bir imkan sağlayacaktır. O da şudur:
Yukarıda açıklandığı gibi, zeka ve onun vasıtasıyla sağlanan bilgi, genetik yoldan aktarılmış olan bilgiden kaynaklanan olumsuz istek ve hırsları dizginlemeye çalışmaktadır. Ancak, olumsuz hırs ve istekler insanın genetik yapısından kaynaklandığı için, zekanın bunları dizginlemesi çok zordur. Eğer zeka yoluyla aktarılan bilginin genetik yoldan aktarabilmesi de mümkün olsaydı, zeka, olumsuz isteklerle mücadele etmek zorunda kalmazdı.
Ancak daha önce söz edildiği gibi, genetik yoldan bilgi aktarımı çok yavaş işleyen bir süreçtir. Bu sürecin sonuç verebilmesi için, organizmanın, çok uzun bir süre aynı etkileşime maruz kalması, benzer hareketlere benzer tepki verme hususunda istikrarlı bir uygulama ile karşı karşıya olması gerekmektedir. Bu istikrarlı durumun, çok uzun bir süre devam etmesi, genetik bilgi atarımı için zorunludur.
İşte yeterince uzun bir süre istikrarlı bir uygulama devam ettiği takdirde, zeka yoluyla aktarılan bilginin, genetik kodlama yöntemiyle de aktarılması mümkün olacaktır. Burada toplumsal zekanın sağlayacağı olgu, genetik yoldan gelen olumsuz istek ve hırsları sürekli ve düzenli bir şekilde dizginlemek suretiyle, bu hırs ve isteklerin etkili olamadığı bir toplumsal yapı, bir etkileşim sistemi sağlamaktır. Bu yapı yeterince devam ettiği zaman, organizmayı da etkilemeye başlar. Organizma, içinde yaşadığı toplumsal koşullardan etkilenir ve bu etkileşimin sonucunu, bilgi olarak genetik yoldan aktarır.
Belirtilen toplumsal koşulların oluşabilmesi için, ceza hukuku araç olarak kullanılmaya elverişlidir. Gerçekten de cezanın caydırıcılığı, insanların suç işlemesine bir ölçüye kadar engel teşkil etmektedir. Caydırıcı olan bu dış faktör, insanların toplumsal barışı bozan davranışlarda bulunmaları ihtimalini daha aza indirger. Bu da, toplumsal barışı koruyan davranışların istikrarlı bir şekilde uygulanması sonucunu doğurur.
İşte zekanın sağladığı bilginin genetik yoldan da aktarımı başladığı anda, toplumsal ilerleme imkanının önündeki kişisel hırs ve istekler ortadan kalkacaktır. Çünkü artık genlerin verdiği emirler, toplumsal zekanın aktardığı bilgi ile paralellik taşıyacaktır; insan, genlerinden olumsuz emirler almayacaktır.
Yineleyelim ki, bu süreç çok uzundur; belki yüzlerce yıl sürecektir. Ancak bu olgu, toplumsal zekanın önünden bu görevi kaldırmamaktadır. Kısaca, toplumsal zekanın önündeki görevlerden birisi, sağlıklı bilginin genetik kodlama yöntemiyle de aktarılmasını sağlayacak ölçüde istikrarlı toplumsal koşullar oluşturmaktır.


CEZA VERME HAKKI

Toplumsal zeka, bir yandan da, işlenmiş olan suç dolayısıyla bozulan toplumsal barışı onarmak ve yeniden tesis etmekle görevlidir. Bunun için öncelikle, toplumsal barışın hangi ölçüde bozulduğunu ve onarımı için hangi yöntemlerin kullanılması gerektiğini de tespit etmesi gerekmektedir.
İşte ceza hukuku, toplumsal zekanın, gerek suçların önlenmesi için, gerekse suçla bozulan toplumsal barışın onarılması için kullandığı araçlardan birisidir.
Bu durumda, ceza verme hakkının dayanağı, toplumsal zekanın toplumsal ilerleme imkanını muhafaza etme görevidir. Ancak toplumsal ilerleme imkanı, insanın özgürlüğünün genişlemesi için kullanılan bir araçtan ibaret olduğuna göre, ceza verme hakkının dayanağı, toplumsal zekanın, insanın özgürlüğünü genişletme görevidir.
Bu bağlamda cezanın asıl ve nihai amacı; insanın özgürlüğünü genişletmektir; bunu sağlamak için, toplumsal ilerleme imkanlarını açık tutmaktır; bizatihi toplumu korumak değildir. Çünkü suç -yukarıda açıklandığı gibi- toplumu yok etmez; toplumsal ilerleme imkanlarını zedeler.
Ancak toplumsal zeka, içinde oluştuğu toplumun somut koşullarından ve gelişmişlik derecesinden bağımsız değildir. Bu nedenle görevini yaparken saptayacağı yöntemler ve geliştireceği araçlar, toplumun somut koşullarına göre oluşacaktır. Bu nedenle hukukun, toplumun somut durumuna ve gelişmişlik seviyesine uygun olması gerekmektedir.
İşte bu nedenle, ceza hukukunun -ikincil- amacı da, toplumun somut durumuna ve gelişmişlik seviyesine göre sürekli değişmek durumundadır. Sağlıklı bir ceza hukuku, sabit bir sistemi esas alamaz; toplumdan ve toplumsal koşullardan kopuk olamaz.
Bu nedenle, ceza hukukunun ikincil amacının da, toplumsal koşulların somut durumuna, toplumun gelişmişlik seviyesine göre değişmesi gerekmektedir. Bu, ikincil amacın, nihai amaca giden yolda, somut şartlara göre değişmesi anlamını taşımaktadır. Şöyle ki:
Nihai amaç, insanın özgürlüğünü genişletmek için, toplumsal ilerleme imkanlarını açık tutmak, toplumsal gerginliklerin önüne geçmek olunca, her somut toplumsal koşulda, ikincil amaç, nihai amacı gerçekleştirmeye elverişli görüntüler izlemek zorundadır. Örneğin, toplumsal gelişmişlik seviyesinin yeterince ilerlediği bir aşamada, cezanın asıl fonksiyonunun “tedavi” olarak ele alınması mümkündür. Bu uygulama ve amaç, bir yandan, suç işleyen insanı topluma yeniden kazandırmak için elverişlidir. Diğer yandan bu aşamada, suçtan zarar görenler, suç işleyenin tedavi görmesi gerektiği inancını taşımakta olduklarından, tedavi şeklinde düzenlenen ceza onların tatmini açısından yeterlidir.
Buna karşılık, somut şartları ile günümüz -her hangi bir- toplumunu ele alırsak, cezanın kefaret gibi bir amaç gütmemesi ve sadece tedavi amaçlı olarak düzenlenmesi, suçtan zarar görenleri tatmin etmez. Dolayısıyla bu kişiler açısından gerginlik devam ettiği gibi, tatminsizlik sebebiyle yeni ve karşılıklı suçlar işlenmesi ihtimali de artacaktır. Bu süreci sonunda ise toplumsal barış büsbütün bozulacaktır. Dolayısıyla, nihai amaç için uygun olmasa da, günümüz somut şartlarında, ikincil amacın, kefareti de içine alması ve cezayı buna göre düzenlemesi gerekmektedir.

SUÇLARIN TESPİTİ

Suçların saptanması; her şeyden önce, toplumsal gelişmeye zarar verecek eylemlerin belirlenmesi şeklinde ortaya çıkmalıdır. Amaç, “insanın insanca yaşama seviyesini sürekli yükseltmek, özgürlüğü artırmak için toplumsal gelişmeyi sağlamak” olduğuna göre; somut gelişmişlik seviyesine göre suç, toplumsal gelişme imkanlarını zedeleyen arızi davranışlar olarak görülmelidir. Bu anlamda, hangi eylem toplumsal barışı zedeliyor ve bu suretle toplumsal gelişmeyi baltalıyorsa, o eylem suç olarak belirlenmelidir.
Ceza hukuku, toplumu ve gelişmişlik seviyesini, gerek suçların saptanmasında; gerek cezanın belirlenmesinde; gerekse, yargısal uygulamada dikkate almak zorundadır. Öncelikle, sosyal ahlâk kuralları, yasa koyucu tarafından dikkatle incelenmeli ve hangi davranışların, toplumsal gelişmeyi baltaladığı özenle belirlenmelidir. Suçların belirlenmesinde temel ölçüt; her zaman, toplumsal gelişmeyi zedeleme, toplumsal barışı bozma, toplumda gerilime yol açma olmalıdır. Ancak, o günkü gelişmişlik seviyesiyle öngörülebilen ve gerçekleştirilebileceği varsayılan bir sonraki gelişme seviyesi hedef olarak saptanarak, o seviyeyi sağlayacak kurallar ve buna engel olan gelenekler ciddi bir şekilde belirlenmeli ve engel olucu geleneklere cevaz verilmemelidir. Bu çerçevede değerlendirmek kaydıyla, toplumsal barışı bozan, toplumsal ilişkileri geren, sonuç olarak da toplumsal gelişmeyi baltalayan davranışlar; temelde toplumun gelişmişlik seviyesine uygun olarak oluşmuş bulunan sosyal ahlâk kurallarına aykırı davranışlardır. Kanun koyucu, bunların içinden özel ağırlığı olanları belirlemelidir.

CEZANIN TESPİTİ

Suçlar, yukarıda açıklanan şekilde belirlendikten sonra, iş cezanın saptanmasına gelmektedir. Yukarıda açıklandığı gibi nihai amaç, kişilere acı çektirmek vs. değil; onları (özgürleştirebilmek için) tedavi etmektir. Ancak, toplumun her gelişmişlik seviyesinde, cezayı bu şekilde açıklayıp uygulama imkanı bulunmayacaktır. Toplumsal gelişmişlik seviyesi arttıkça, eğitim seviyesi yükseldikçe ve daha önemlisi, istikrarlı uygulamanın sonucunda, saldırganlığı engelleyen davranış biçimi, genetik kodlama yöntemiyle aktarılmaya başlandıkça (suçtan doğrudan zarar gören de dahil) tüm insanlar, cezayı yukarıdaki şekilde görmeye başlayacaklardır ve o zaman ceza, gerçek bir tedaviye dönüşecektir. Bu suretle, toplumsal gelişme, suç işleyen için dahi, azami hızla devam edecektir. Ancak, somut gelişmişlik ve eğitim seviyesinde, bozulan toplumsal barışın yeniden kurulabilmesi için, cezaya, tedavinin dışında anlamlar da yüklenmesi gerekebileceği yukarıda açıklanmıştır. Söylenmek istenen şudur ki; suçların belirlenmesinde olduğu gibi, cezanın gerek içeriği, gerek miktarının belirlenmesinde, toplumsal gelişme imkanlarının korunması ölçüt olarak ele alınmalıdır.
Burada da, soyut, uygulama imkanı olmayan, tüm zamanlar için geçerliliği dayatılacak kurallar belirlemek yerine, toplumsal gelişmişlik seviyesi temel ölçüt alınmalı ve kurallar bu ölçüte göre belirlenmelidir (yukarıda açıklanan, tutucu gelenekler ve ilerici kuralarla ilgili sınırlama ışığında). Böylece, ilkeleri ve yasaları saptanmış; ancak, içeriği, toplumsal gelişmeye göre değişkenlik sağlayan bir ceza hukuku oluşturulmuş olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, içinin doldurulması mümkün olmayan, ütopyadan ibaret hedefler yerine, yine toplumun gelişmişlik seviyesiyle gerçekleştirilebileceği öngörülen somut hedefler koymak ve sınırı bunlarla çizmek olmalıdır. Doğal olarak bu hedefler de gelişmişlik seviyesine göre değişecektir.

İRADE ÖZERKLİĞİ

Son olarak, belirtilen amaçlar çerçevesinde, ceza sorumluluğunun temeli meselesinin de incelenmesi gerekmektedir:
İnsanın tabiattan tamamen bağımsız olması mümkün değildir. Çünkü kendisi de tabiatın bir parçasıdır. Ancak, tabiatın dönüştürülüp kontrol altına alınması mümkündür ve işte bu nedenle, tabiat-insan ilişkisinde “özgürlük” yerine, “özerklik” kavramının kullanılması daha doğrudur.
İnsan-tabiat ilişkisinde özgürlük yerine özerkliğin söz konusu olduğu gibi, insan hareketlerini biçimlendiren seçme yeteneği bakımından da, serbestlik değil; özerklik bulunmaktadır: İnsan, çeşitli yollarla aldığı uyaranlar karşılığında, fizik-psişik bir değerlendirme yaparak, sonuçta bir tepki verir. Hareketin oluşma süreci, dışarıdan sinir sistemi yoluyla alınan uyarıların beyinde değerlendirilmesinin sonucunda verilen zihni tepkinin, aynı sistem aracılığı ile kaslara iletilmesi şeklinde gerçekleşir.
Zihinsel tepkinin oluşmasında bir çok faktör etkili, hatta bazıları belirleyicidir. Beyin, genetik yapıya, çevresel faktörlere, o zamana kadar karşılaşılan olaylar sonucunda gelişen duygusal yapıya, dışarıdan gelen uyaranın şiddetine göre, bir ölçüde önceden kestirilebilen bir tepki verir. Buna rağmen düşünce, ancak bir ölçüye kadar kestirilebilir. Çünkü, aynı uyarana bağlı olarak insan beyninde, çok sayıda seçeneğe karşılık gelen bir çok fikir oluşması mümkündür. Elbette, bu fikirlerin oluşumu da karşılıklı etkileşime açıktır. Farklı dış etkenler, farklı fikirlerin oluşmasına yol açabilecektir. Ancak şurası muhakkaktır ki, birbirine yakın uyaranlar, zihinde birden fazla sayıda fikrin oluşmasına yol açar.
İşte davranış, zihinde oluşan bu farklı fikirlerden birisinin uygulanması konusunda kaslara verilen emirle ortaya çıkar. Bu anlamda, insanın sonsuz bir irade serbestisine sahip olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Çünkü zihinde fikirlerin oluşabilmesi, karşılıklı etkileşime, genetik-biyolojik yapıya, duygusal özelliklere, sosyal faktörlere bağlıdır. Kısaca insan, içinde yaşadığı tabiatın ve toplumun özelliklerine göre fikirler oluşturabilir.
Ancak iradenin hiç bir şekilde serbestliğe sahip olmadığını ileri sürmek de olanaksızdır. Çünkü aynı çevresel faktörler ve aynı biyolojik yapı, zihinde farklı fikirlerin oluşmasına yol açabilecektir. Bir bütün olarak bu fikirler kategorisi, yukarıda sayılan faktörlere bağımlı ise de, bu kategoride yer alan fikirlerden birinin seçimi, beyine ait bir görevdir. İşte bu nedenle, iradenin serbest değil ama, özerk olduğunu ileri sürmek mümkündür.
Bu anlamda irade özerkliği, kişiden kişiye, ortamdan ortama, toplumdan topluma, durumdan duruma değişiklik gösterecektir. Bazen çevresel ve biyolojik koşullar, geniş bir fikirler kategorisi oluşmasına izin vermeyecek ölçüde dar bir çerçevede tecelli eder. Bu faktörlerin oluşmasına sebebiyet verdiği fikirler ağının genişliği ölçüsünde irade özerkliği geniş olacaktır. Bunun karşıt anlamı şudur ki; oluşabilecek kategori ne kadar dar kapsamlı ise irade özerkliği o ölçüde sınırlıdır ve hatta bazı durumlarda yoktur.
Burada asıl sorun, ceza sorumluluğu için irade özerkliği bulunmasının gerekip gerekmediğidir. Kanımca, cezanın nihai amacı açısından ve cezanın sadece tedavi şeklinde düzenlendiği aşamada, irade özerkliğinin aranması gereksizdir. Çünkü bu aşamada, uygulanan gerçekte tedavidir. Bu tedavinin amacı, toplumu korumaktan çok, suç işleyeni rehabilite ederek özgürlük yolunda ilerlemesini sağlamaktır.
Ancak, cezanın tedaviden farklı unsurları da kapsayacak şekilde düzenlendiği toplumsal koşullarda, ceza sorumluluğunun tespitinde, irade özerkliğinin bulunup bulunmadığı aranmalıdır. Çünkü bu aşamada ceza, nihai amaca ters düşecek şekilde, kefareti de kapsamaktadır. Buradaki amaç, toplumsal gerginliği dindirmektir. Toplumsal gerginliğe yol açabilecek davranışlar ise toplum tarafından, irade serbestisi içinde işlendiği kabul olunan davranışlardır; toplum, irade serbestisi içinde işlenmiş olmayan eylemlere karşı tepkili değildir; ya da çok daha sınırlı bir tepki göstermektedir. Dolaysısıyla, daha önceki aşamalarda ceza sorumluluğunun, irade özerkliğine dayandırılması gerekmektedir.
Av. M. İhsan DARENDE
1 Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer-Prof. Dr. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım Cilt: 1 Sayfa: 61
2 Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer-Prof. Dr. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım Cilt: 1
Sayfa: 63
3 Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer-Prof. Dr. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım Cilt: 1
Sayfa: 65
4 Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer-Prof. Dr. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım Cilt: 1
Sayfa: 69
5 Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer-Prof. Dr. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım Cilt: 1
Sayfa: 103 vd
6 Prof. Dr. Faruk Erem-Prof. Dr. Ahmet Danışman-Prof. Dr. Mehmet Emin Artuk, Ümanist Doktrin
AçısındanTürk Ceza Hukuku Genel Hükümler Sayfa: 37
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Ceza Verme Hakkı Ve Cezanın Amacı Sorunu" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı M. İhsan Darende'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
17-04-2004 - 23:40
(7314 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 19 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 11 okuyucu (58%) makaleyi yararlı bulurken, 8 okuyucu (42%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
10193
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 54 dakika 43 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,39 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 27055, Kelime Sayısı : 3256, Boyut : 26,42 Kb.
* 67 kez yazdırıldı.
* 64 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 75
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,03287506 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.