Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Avukatın Aynı Anda Birden Fazla Tutuklu İle Görüşmesi Yasağı

Yazan : Yeliz Darende [yelizdarende@yahoo.com]
Avukat

Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik ile; avukatların, aynı anda birden fazla tutuklu ile görüşmeleri engellenmiştir. Yönetmeliğin 24. maddesi, “birden çok hükümlü ve tutuklu ile görüşme” başlığını taşımakta ve aynen şu hükmü içermektedir: “Avukatlar, vekaletnameleri olsa da aynı anda birden fazla hükümlü veya tutukluyla görüşme yapamaz”.
Bu hüküm, dayanağını, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 59. ve 116. maddelerinden almaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki; 5275 sayılı Kanunun 59. maddesi, “ceza infaz kurumunda hükümlünün hakları, güvenceleri ve kısıtlamaları”nın düzenlendiği 3. kısmın, “savunma hakkının kullanılması, kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü” alt başlıklı birinci bölümünde yer almıştır. Görüldüğü üzere 59. madde ile, hükümlünün avukat ve noterle görüşme hakkı düzenleme konusu yapılmıştır, tutuklunun değil.
Madde metni şu şekildedir:
“Hükümlü, avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde avukatları ile vekâletnamesi olmaksızın en çok üç kez görüşme hakkına sahiptir./Avukat ve noter ile görüşme, meslek kimliklerinin ibrazı üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle görülebileceği bir biçimde yapılır./Avukatlar, vekâletnameleri olsa da* aynı anda birden fazla hükümlü ile görüşme yapamazlar./Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Ancak, 5237 sayılı Kanunun 220 nci, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisi; konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet Başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen* belgeler* infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen* verilmesine* veya* verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler”.*
Görüldüğü üzere 59. maddede; avukatların, vekaletnameleri olsa dahi, aynı anda birden fazla hükümlü ile görüşme yapamayacağını belirtmiştir.
Yönetmelik hükmünün dayanağı olan diğer madde 5275 SK’nın 116. maddesidir. Bu maddede “tutukluların yükümlülükleri” düzenlenmiş olup, madde metni aşağıya çıkarılmıştır:
“Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi, kuruma alınma ve kayıt işlemleri, hükümlüler ile yakınları ve ilgililerin bilgilendirilmesi, cezayı çekme, güvenlik ve iyileştirme programına ve sağlığın korunması kurallarına uyma, bina ve eşyaların korunması, kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi, oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar, arama, disiplin cezalarının niteliği ve uygulanma koşulları, kınama, bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma, ücret karşılığı* çalışılan* işten* yoksun* bırakma,* haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, hücreye koyma, çocuk hükümlüler hakkında uygulanabilecek disiplin tedbirleri ve cezaları, disiplin soruşturması, disiplin cezasını gerektiren eylemlerin tekrarı, disiplin cezalarının infazı ve kaldırılması, yönetim tarafından alınabilecek tedbirler, zorlayıcı araçların kullanılması, ödüllendirme, şikâyet ve itiraz, nakiller, disiplin nedeniyle nakil, zorunlu nedenlerle nakil, hastalık nedeniyle nakil, nakillerde alınacak tedbirler, avukat ve noterle görüşme hakkı, kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü, kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, telefonla haberleşme hakkı, radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı, mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, bu Kanunda sayılan günlerde dışarıdan gönderilen hediyeyi kabul etme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, muayene ve tedavi istekleri, hükümlülerin beslenmesi, iyileştirme programlarının belirlenmesi, hükümlülerin sayısı ve uygulanacak güvenlik tedbirleri, eğitim programları, öğretimden yararlanma, muayene ve tedavileri, sağlık denetimi, hastaneye sevk, infazı engelleyecek hastalık hâli, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmeleri, ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76, 78 ilâ 84 ve 86 ilâ 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir”.
116. maddede; Kanunda yer alan düzenlemelerin bazılarının, tutukluluk haliyle uzlaşır nitelikte olanlarının, tutuklular hakkında da uygulanacağı belirtilmiş ve bunlar arasında “avukat ve noterle görüşme hakkı” da sayılmıştır.
Yönetmelik hükmü, 5275 SK’nın yukarıda belirtilen iki hükmüne dayanılarak çıkarılmış olup; hukukun genel ilkelerine; özellikle adil yargılanma hakkına, kanuna ve uluslar arası sözleşmelere açık bir aykırılık teşkil etmekte olup, iptali gerekmektedir. Şöyle ki:

1. Hükmün dayanaklarından birini teşkil eden 5275 SK’nın 59. maddesinin gerekçesine bakacak olursak, kanun koyucunun bu hükümle ne amaçladığı daha iyi anlaşılacaktır. Madde gerekçesine göre bu hükümle; “avukatlık hizmetinin icrası çerçevesinde avukatlık hizmeti verilmesi” ile “ceza alanında savunma” hizmeti verilmesi birbirinden ayrı tutulmuştur. Gerekçede; hükümlünün “avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde” bir avukatla vekaletname aranmaksızın görüşmesi, belli bir sınıra tabi tutulmuştur. Buna karşın, başka bir suçtan tutuklu olan hükümlünün, o suçu bakımından avukatla görüşmesi için vekaletname aranmayacağı belirtilmiştir.
Bu düzenleme yapılırken, hükümlünün bir avukatla görüşmesi konusunda, bu işin, avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde verilen bir hizmetle ilgili olması mutat kabul edilmiştir. Gerçekten de mutat olan, bir hükümlünün, özel hukuk, icra hukuku, idare hukuku gibi alanlarda yaşadığı problemler sebebiyle bir avukatın yardımına ihtiyaç duymasıdır. Böyle bir durumda ise savunma hakkının kullanılması söz konusu olmayıp, hukuki sorunların halledilmesi amaçlanmaktadır. Kanun da bu anlayışla hareket etmiş ve vekaletsiz olarak görüşmeye bir sınır getirmiştir.
Ancak gerekçede açıkça belirtildiği gibi, ceza alanında savunma, yani müdafilik, yukarıda belirtilen avukatlık hizmetinden ayrık tutulmalıdır. Hükümlü, başka bir suçtan dolayı tutuklu ise ve bu suç sebebiyle avukat yardımından faydalanmak istiyorsa, vekaletname aranmaksızın avukatla istediği kadar görüşme imkanına sahip olacaktır.
Gerekçenin konuyla ilgili bölümün aşağıya aynen aktarılmıştır: “... Madde ‘avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde avukatlık hizmeti verilmesi’ ile, ‘ceza davalarındaki avukatlık’ şeklindeki avukatlık hizmetini ayırmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesindeki düzenlemeyle dengeli olarak, maddenin dördüncü fıkrasında, ‘savunmaya ilişkin belgelerin’ incelemeye tâbi tutulamayacağı açıklanmıştır. Bunun dışında kalan hâllerde ise, savunma hakkının kullanılması söz konusu olmayıp, hukukî çekişmelerle ilgili bir görüşme yapıldığı için, bunun ‘duyulamayacağı’, fakat ‘güvenlik nedeniyle görülebileceği’ kuralı konmuştur.”
Hükmün dayanağını teşkil eden bir diğer düzenleme 116. madde olup, gerekçesinde “.... hükümlüler ile ilgili olmakla birlikte tutukluluk hâli ile bağdaşan düzenlemelerin, tutuklular hakkında uygulanmasına olanak vermiş ve gereksiz tekrarlardan kaçınmıştır” denmektedir. Açıkça belirtildiği gibi, hükümlülerle ilgili hükümlerin, tutuklular hakkında da uygulanabilmesi için; bu düzenlemelerin tutukluluk ile bağdaşır nitelikte olması gerekmektedir. Yani hükümlüler hakkında getirilmiş olmakla birlikte, tutukluluk ile bağdaşmayan hükümler, tutuklular hakkında uygulama alanı bulamayacaktır.
Bu maddede “avukat ve noterle görüşme hakkı”da sayılmış olduğundan; hükümlüler hakkında getirilen düzenleme, yanlış bir yorum sonucu tutuklular hakkında da uygulanmak üzere düzenlenmiştir. Bunun sonucu olarak da avukatların, hükümlülerle olduğu gibi; birden fazla tutukluyla görüşmesi engellenmiştir.
Oysa yukarıda belirttiğimiz üzere kanun koyucu, hükümlüler hakkında düzenleme getirirken, avukatlık hizmetini; "avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde avukatlık hizmeti verilmesi" ile "ceza davalarındaki savunma" hizmeti şeklinde ikiye ayırmıştır. Gerekçeye göre, ceza davalarında avukatlık hizmeti verilmesi, savunmaya ilişkin olup; bununla ilgili belgeler incelemeye tabi tutulamaz. Yani; hükümlü, bir başka suçtan dolayı tutuklu durumunda ise ve bir avukatın yardımını almak istiyorsa; artık buradaki hizmet ceza davalarındaki avukatlık hizmetidir ve savunmaya ilişkin her türlü imkan hükümlüye tanınacaktır. Kanun koyucu hükümlünün, savunmaya ilişkin yardım istemesi durumunda, buna ilişkin verilecek hizmette hiçbir kısıtlamaya gidilmemesini arzu etmektedir.
Getirilen düzenlemeyle ise, tutuklular, hükümlülerle aynı kefeye konmuş ve avukatın birden fazla tutuklu ile aynı anda görüşemeyeceği ilkesi benimsenmiştir. Oysa tutuklu burada, savunmayla ilgili olarak avukat yardımı almak istemekte ve hükümlü için yapılan ayrım, tutuklu için yapılamamaktadır. 116. maddede; hükümlüler ile ilgili düzenlemelerin, tutuklulukla bağdaşır nitelikte olması kaydıyla, onlar hakkında da uygulama alanı bulabileceği belirtilmiş olmasına rağmen; böyle bir düzenleme yapılması kanun aykırılık teşkil etmektedir. Çünkü tutuklunun avukat yardımı istemesinin tek sebebi; savunma hakkının kullanılmasıdır. Bu durumda tutukluya, sağlıklı bir savunma yapabilmesi için her türlü imkanını tanınması gerekirken; birden fazla tutuklunun aynı anda bir avukatla görüşme yapamaması şeklinde düzenleme, savunma hakkının kullanılmasını engellemektedir.
Sonuç olarak; hükümlüler hakkında, avukatla görüşme konusunda getirilen sınırlama; tutukluluk ile kesinlikle bağdaşmayan bir niteliktedir. Zira tutuklunun avukatla görüşmesi, münhasıran savunmaya ilişkindir ve savunma hakkını kısıtlanması mümkün değildir. Oysa bu düzeleme ile sanıkların müşterek, sağlıklı bir savunma yapabilmeleri imkanı ortadan kaldırılmış olmaktadır. Belirtilen sebeplerle yönetmeliğin 24. maddesinde, tutuklularla ilgili olarak getirilen düzenleme, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanunun 59. ve 116. maddelerine aykırılık teşkil etmekte; kanun koyucunun amaçladığı hususların dışına çıkmaktadır.
2. Bu konuyla ilgili olarak değinilmesi gereken ikinci nokta; tutuklu ve hükümlünün hukuksal statüsü ile bu kurumların ihdas edilmesindeki amaçtır.
Hükümlüler ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanunun 3. maddesinde belirtilen amaca tâbidir. Buna göre ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenen temel amaç; “öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek,* üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır”. Böylece hükümlünün yeniden suç işlemesi önlenmeye çalışılmakta, onun sosyal hayata adapte olması için uyum çalışmaları yapılmakta; sonuçta genel ve özel önleme sağlanmaktadır.
Tutukluluk müessesenin getiriliş amacı ise, hükümlülükten son derece farklı olup, tâbi olduğu amaç da buna göre şekillenmektedir. Tutuklular, 5275 SK’a değil, ceza yargılamasına ilişkin hükümlere tabidir. Ceza yargılama hukukunda genel amaç ise; “maddi gerçeğin ortaya çıkarılması”dır. 5271 sayılı CMK’nın genel gerekçesinde, kanunun amacıyla ilgili olarak şu düzenlemelere yer verilmiştir:
“Gerçekten, çağdaş hukukta ve ceza muhakemeleri usulü hukukuna egemen olan temel strateji, sosyal düzenin korunması ile bireyin temel hak ve özgürlüklerine saygı arasında bir denge kurulması suretiyle gerçeği ortaya çıkarmak ve adil yargılama ilkesine uyarak adil yaptırımlara hükmedip uygulamaktır. Söz konusu stratejinin asıl ulaşmak istediği hedef, gerçeği meydana çıkarmaktır; ancak, gerçeğin adil yargılanma hakkına uyularak meydana çıkarılması temel koşuldur. Ceza adalet sistemi, bu denge üzerine kurulmalıdır. Dengeyi sağlayacak esas güvenceler bugün artık anayasalarda ve uluslararası hukuk metinlerinde yer almaktadır. /’Adil, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı’na saygılı olmak ve bunun gerektirdiği usul hükümlerine Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yer vermek, söz konusu dengenin, bireyin hak ve özgürlüklerine ilişkin kısmını karşılamaktadır: Kişinin, kanunun belirlediği, açıkça tanımladığı usullere göre itham edilebilmesi; güvencelere saygı göstererek yakalanabilmesi, gözaltında tutulabilmesi, tutuklanabilmesi; şüpheli veya sanığın aleyhindeki ithamları önceden bilmesi, savunmanın gerektirdiği bütün olanakların davanın tüm evre ve aşamalarında tanınması (sanık veya avukatın savunmasını hazırlamak için zorunlu vasıtalara ve zamana sahip kılınması, avukatın, müvekkili ile temas etmek ve dosyaya ulaşmak olanağının her evrede kabul edilmesi, sanık olmadan duruşma yapılıp hüküm verilememesi, susma hakkı kullanıldığında bunun şüpheli veya sanık aleyhinde sonuç meydana getirememesi, adlî işlemlere katılmak olanağı, zorunlu avukatlık ilkesinin mümkün olduğunca genişletilmesi ve diğerleri); silâhların eşitliğinin gerekli hükümlerle saptanması; suçsuzluk karinesi, susma hakkı, davanın bağımsız ve tarafsız, kanunla kurulmuş mahkemelerde alenen görülmesi ve makul bir süre içinde bitirilmesi; yakalama, adlî kontrol, tutuklama gibi önleyici tedbirlerin ancak çok sıkı koşullar altında ve itiraz hakları kabul edilerek uygulanabilmesi; tutuklamaya seçenek olarak adlî kontrolün kabulü; hukuka aykırı olarak elde edilen delil, iz, eser ve emarelerin hükümsüz sayılması, hazırlık evresinden kovuşturma evresine geçilirken bir orta evrenin kabulü ve diğerleri ...”. Belirtildiği üzere ceza yargılamasının asıl amacı maddi gerçeği ulaşmaktır, ancak gerçeğin adil yargılanma hakkına uyularak meydana çıkarılması gerekmektedir. Bu sebepledir ki sanık; savunmanın gerektirdiği bütün olanaklardan faydalanabilecek ve hakkında suçsuzluk karinesi uygulanacaktır. Bunun yanı sıra, tutuklama gibi önleyici tedbirlere, ancak çok sıkı koşullar altında ve son çare olarak başvurulabilecektir.
Bu genel gerekçe esas alınmak suretiyle, tutuklama nedenleri CMK’nın 100. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. /Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, b) Şüpheli veya sanığın davranışları; 1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa ...”. Görüleceği üzere tutuklamadaki özel amaç; şüpheli/sanığın kaçmasını, saklanmasını; delilleri değiştirmesini, gizlemesini, yok etmesini; tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapmasını önleme olup; esas itibariyle tedbir mahiyetindedir.
Hükümlüler ile tutukluların tek ortak noktası; belli bir süreliğine hürriyetlerinden yoksun bırakılmış olmalarıdır; bunun dışında, tamamen farklı amaçlarla getirilmiş müesseseler olup, haklarında uygulanacak hükümler de farklılık gösterecektir. Tutuklular hakkında, hali hazırda yürütülen bir ceza yargılaması bulunmaktadır ve bu sebeple haklarında ceza yargılamasına ilişkin usul ve esaslar uygulanacaktır. Tutuklular hakkında, hükümlüler için getirilmiş (5275 SK’nın 3. maddesinde yer alan) genel ve özel önlemeye ilişkin düzenlemeler uygulanamaz.
Sonuç olarak; tutuklu, ceza yargılaması sırasında, yukarıda belirtilen sebeplerin varlığı gerekçesiyle, hürriyetinden belli süreliğine yoksun bırakılmış olup; bu işlem tedbir mahiyetindedir. Dolayısıyla tutuklamaya gerekçe gösterilen sebeplerin ortadan kalkması durumunda, tedbir de sona erdirilecektir. Bu bağlamda iki müessesenin tek ortak yanı; hürriyetten yoksun bırakmadır. Bunun doğal sonucu olarak da tâbi olacakları usul ve esaslar birbirinden tamamen farklı olup; tutukluya savunmanın gerektirdiği bütün olanakların davanın tüm evre ve aşamalarında tanınması; bunun gerçekleşebilmesi için de, sanık veya avukatın savunmanın hazırlanması için zorunlu vasıtalara ve zamana sahip kılınması; avukatın, müvekkili ile temas etmek ve dosyaya ulaşmak olanağının her evrede kabul edilmesi gerekmektedir.
Yine CMK’nın gerekçesinde; suçsuzluk karinesinin uygulanması öngörülmektedir. T.C. Anayasasının 38. maddesinin 4. fıkrasında düzenlenen bu karineye göre; “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”. Bu karine gereğince de tutuklu ile hükümlü birbirinden ayrık tutulmalı ve tutukluya savunmasını sağlıklı bir şekilde yapma imkanı tanınmalıdır. Buna uyulmaksızın, salt maddi gerçeğe ulaşılmasını amaçlamak, yasa koyucunun amacıyla bağdaşmayacağı gibi, savunmanın kısıtlanması halinde, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması ihtimali de zayıflamaktadır.
Belirtilen sebeple; tutuklular savunmanın gerektirdiği tüm olanaklardan sonuna kadar yararlandırılmalıdır. Bunu gerçekleşebilmesi içinse, avukatın birden çok sanıkla aynı anda görüşmesine imkan tanınmalıdır. Aksi takdirde sanık, savunmasını hazırlamak için zorunlu vasıtalardan uzaklaştırılmış ve avukatın müvekkilleriyle teması engellenmiş olur. Birden çok sanıkla aynı anda görüşülmesi, ortak savunmanın net bir şekilde ortaya konması, savunmaya ilişkin eksikliklerin giderilmesi ve ortak savunma yapma menfaatinin sağlanması açısından zorunludur. Aksi durumun kabulü halinde; sanığın savunma hakkı büyük ölçüde zedelenmiş olacaktır. Belirtilen sebeplerle de yönetmelik hükmü, kanuna ve hukukun genel ilkelerine aykırılık teşkil etmektedir.

3. Hukuka aykırılığın biraz daha netleşmesi için; CMK’nın 152 ve 154. maddelerinin de incelenmesi gerekmektedir.
152. maddeye göre; “yararları birbirine uygun olan birden fazla şüpheli veya sanığın savunması aynı müdafie verilebilir”1. 154. maddede ise “şüpheli veya sanığın, vekaletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebileceği; bu kişilerin müdafii ile yazışmalarının denetime tabi tutulamayacağı” düzenlenmiştir2.
152. maddenin amacı, müdafi sayısından tasarruf etmek değil, savunmayı güçlendirmektir. Kanun koyucu, aralarında menfaat çatışması bulunmayan sanıkların, ortak olarak tek müdafiinin yardımından yararlandırılabilmesini öngörmüştür. Bununla amaçlanan; savunmanın en sağlıklı şekilde ortaya konmasını sağlamaktadır. Bu husus maddenin gerekçesinde şu şekilde izah edilmiştir: “ Madde, ceza davasının, hakkaniyete uygun tarzda adil yargılama ilkesine uygun olarak yürütülebilmesi için, savunma yönünden çok önemli olan bir ilkeyi belirtmektedir. Avukatın, aynı davada birden fazla sanığı veya soruşturmada birden fazla şüpheliyi savunma görevi alabileceği kabul edilmiştir. Ancak bunun koşulu, bu kişilerin davanın savunulmasındaki yararlarının çelişkili olmaması, yani birbirine uygun bulunması olarak saptanmıştır”. Gerekçede açıkça ortaya konduğu üzere kanun koyucu; yararları birbirine uygun olmak koşuluyla birden fazla sanığın, tek müdafii ile temsilinin “savunma yönünden çok önemli bir ilke”yi belirttiğini kabul etmektedir. Savunma yönünden çok önemli kabul edilen bu ilke; savunmanın temel hak ve özgürlüklerden, adil yargılanma hakkından yararlanmak suretiyle yapılması amacını gütmektedir. Bu sayededir ki sanık/şüpheliler, savunma konusundaki eksikliklerini giderecek, ortak savunma yapma menfaatine sahip olabilecek ve savunma haklarının tam olarak kullanılması suretiyle maddi gerçeğin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Özellikle, aynı suça iştirak ettikleri iddiasıyla yargılanan birden çok sanığın, bir avukat vasıtasıyla savunulmasında, ortak yararların izlenmesi ve maddi gerçeğin tüm sanıkların ortak bilgisiyle ortaya konması açısından çok büyük yararlar bulunmaktadır. Sanıkların herbiri, olayın bir yönü hakkında bilgi sahibi olabilir ve bunların müştereken ortaya konması, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması açısından da zorunludur. İşte bu sebeple 152. madde ve gerekçesi, bu düzenlemenin, savıunma açısından çok önemli olduğunu ortaya koymuştur. Müşterek faillerin, bir avukatla, müşterek savunma yapması, vazgeçilmez bir ilke kabul edilince, bu ilkenin, tüm faillerin, aynı anda, aynı yerde, avukatlarıyla görüşerek, eksik bilgileri tamamlama hakkı tanıdığının kabulü de zorunludur.
Nasıl ki, kolektif yargılamada, delillerin müşterekliği ve yüz yüzelik vazgeçilmez bir ilke ise, birden fazla kişiyi savunmanın, bu kişilerin hepsiyle birlikte görüşme hususunda vaz geçilmez bir hak tanıdığının kabulü de, aynı ilkenin bir başka biçimde dile getirilmesidir. Çünkü “müştereklik” ve “yüz yüzelik”, delillerin, tüm yargılama makamlarının katılımıyla ve aynı anda toplanmasının, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması için vazgeçilmez araçları olduğunun belirlenmesi sonucunda kabul edilmiş ilkelerdir. Maddi gerçeğin ortaya çıkartılması için, tarafların aynı anda delillerle temas etmesi ve birbirlerinin eksiklerini tamamlaması nasıl zorunlu ise yargılama için savunma hazırlarken, müşterek faillerin, aynı anda bilgilerinin ortaya konması da zorunludur. Bu bakımdan, 152. maddenin savunmaya tanıdığı haktan vazgeçilmesi mümkün değildir.
154. maddenin gerekçesinde şu sözlere yer verilmiştir: “Madde, avukatın, vekâletnamesinin bulunup bulunmadığının araştırılmasına gerek olmadan yakalanan, gözaltına alınan, muhafaza altına alınan veya tutuklu bulunan şüpheli veya sanık ile her zaman görüşebileceği ilkesini getirmiş bulunmaktadır. Bu hâlde tutukevinin iç düzenine, elbette ki uyulacaktır./ Maddede, görüşmenin, savunma hakkının gereğine uygun olarak cereyan edebilmesi için gerekli maddî koşullar da gösterilmiştir. İdare tarafından başkalarının duyamayacağı bir ortamın görüşmede sağlanması zorunludur. Ayrıca ilgilinin avukatı ile olan yazışmaları hiçbir suretle denetimden geçirilmeyecektir”. Görüldüğü üzere bu madde ile, savunma hakkının gereğine uygun olarak cereyan edebilmesi için gerekli koşullar sağlanmıştır.
Bu iki hüküm gerekçeleriyle birlikte değerlendirildiğinde; aralarında çıkar çatışması bulunmayan şüpheli ve sanıkların, tek müdafiin hukuki yardımından faydalanabilecekleri; böylece savunma hakkının tam olarak gerçekleştirilmesinin amaçlandığı ve bu hakkın gereği gibi kullanılabilmesi için gerekli koşulların sağlanmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Kanun koyucu, birden çok sanığın, tek müdafiin hukuki yardımından faydalanmasını ve böylece savunma için çok önemli bir ilkenin işlerlik kazanmasını sağlamak amacıyla düzenleme getirirken, yönetmelik ile getirilen düzenleme bunun önüne set çekmektedir. Çünkü müdafii, müvekkilleriyle aynı anda görüşme yapamadıktan ve ortak bir savunma belirleyemedikten sonra; onların savunmasını tek başına yürütmesinin hiçbir işlevi kalmayacak ve kanun hükmü uygulanamaz hale gelecektir. Belirtilen sebeple hüküm, CMK’nın 152 ve 154. maddelerine aykırıdır.
4. Konunun “uluslar arası sözleşmeler” ve bu bağlamda “adil yargılanma hakkı” bakımından da ayrıca ele alınması gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesi “adil yargılanma hakkı”nı düzenlemekte ve şu düzenlemeye getirmektedir:
“I. Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde, veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.
II. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.
III. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek;
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek;
e) Duruşmada kullanılan dili anlama dışı veya konuşma dışı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak”.
Görüldüğü üzere adil yargılanma hakkı; suçsuzluk karinesini yinelediği gibi; sanığın savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylığa sahip olmasını; bir savunmacının yardımından yararlanma hakkını da asgari şartlar arasında saymaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 04.11.1950 tarihinde Roma’da imzalanmış, 03.09.1953 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ise, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni* 10.03.1954 gün ve 6366 sayılı Kanunla onaylamıştır. Anayasanın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu; bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı hükme bağlanmış; bu maddede 2004 yılında yapılan değişiklik ile ise; usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı kabul edilmiştir. Bu değişiklikle, uluslar arası antlaşmalar kanun hükümlerinin de üstünde tutulmuştur. Dolayısıyla AİHS, iç hukukumuzda kanunların üstünde uygulama alanı bulacak ve adil yargılanma hakkı tüm sanıklara sağlanacaktır.
Ancak yönetmelik hükmü ile getirilen düzenleme sonucu, sanıklar adil yargılanma hakkından mahrum bırakılmaktadır. Çünkü sanıkların elinden, savunmasını hazırlamak için uygun ortam alınmakta ve müdafii yardımından yararlanma hakları kısıtlanmaktadır. Zira adil yargılanma ile ilgili asgari şartların sağlanabilmesi, müşterek savunma imkanını tam olarak sağlanmış olması koşuluna bağlıdır. Oysa yönetmelik, ortak savunma yapma menfaatini sanıkların ellerinden tamamıyla almaktadır. Bu sebeple AİHS’ne de ayırı olduğu açıktır.
Yine T.C. Anayasasının 36. maddesinde herkesin “adil yargılanma hakkı”na sahip olduğu belirtilmiştir. Hem Anayasa, hem de AİHS herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğunu ortaya koymakta olup; bu hükümlere aykırı düzenleme getirilmesi; adil yargılanma hakkının asgari şartlarına aykırı davranılması mümkün değildir. Belirtilen sebeple, yönetmeliğin 24. maddesi adil yargılanma hakkına aykırı olup, iptali gerekmektedir.

1 Prof. Nurullah KUNTER, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 8. Baskı, Sayfa: 430
2 Prof. Nurullah KUNTER, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 8. Baskı, Sayfa: 436-437

Av. Yeliz DARENDE
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Avukatın Aynı Anda Birden Fazla Tutuklu İle Görüşmesi Yasağı" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Yeliz Darende'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [yelizdarende@yahoo.com]
» Makale Bilgileri
Tarih
09-12-2005 - 12:48
(6712 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 75 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 68 okuyucu (91%) makaleyi yararlı bulurken, 7 okuyucu (9%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
16415
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 3 saat 38 dakika 5 saniye önce.
* Ortalama Günde 2,45 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 29427, Kelime Sayısı : 4427, Boyut : 28,74 Kb.
* 55 kez yazdırıldı.
* 66 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 224
Yorumlar : 4
Özellikle toplu suçlama altındaki tutuklularla birlikte görüşme yapmak, olay ve olayın ayrıntıları ile sanıkların her birinin birbirine göre olaydaki konumları veya iddianamedeki yanlışlıkları ortaya ... (...)
Maalesef, savunmanın önemi halen kavranmış değil. Gösterdiğiniz duyarlılık için teşekkür ederim.(...)
Savunmayı bu kadar hafife alan hükmün iptali için mutlaka dava açılmalı.(...)
Aynı anda iki tutukluyla görüştüğü için yargılanan avukatlar var. Bu güzel çalışmanın, bu yargılamya ışık tutacağını umarım. Teşekkürler.(...)
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,03645301 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.