A-) Ömer HALİSDEMİR Kimdir?
1974 yılında Niğde’nin Bor ilçesine bağlı Çukurkuyu Beldesinde yedi çocuklu bir aileden gelen Ömer HALİSDEMİR, çocukluğunu Niğde'nin Çukurkuyu Beldesinde geçirmiştir. Okul sonralarında Çukurkuyu'da çobanlık yapan Kahraman Şehit Ömer HALİSDEMİR’in Hatice Halisdemir ile olan evliliğinden Elifnur ve Doğan Ertuğrul adlarında iki çocuğu vardır. 15 Temmuz darbe kalkışmasının önlenmesindeki önemli isimlerden biri olan Kahraman Şehit Ömer HALİSDEMİR, 1999 yılında piyade astsubay olarak Türk Silahı Kuvvetlerine katılmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yurt içinde ve yurt dışında görev yapmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Milletinin bekasına yönelik yapılan hain kalkışmayı önlemek için canını çekinmeden feda eden Şehit Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer HALİSDEMİR, Özel Kuvvetler Komutanlığı'na girmeye çalışan darbeci General Semih TERZİ'yi, Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai AKSAKALLI'dan aldığı "Vur" emri üzerine alnından vurarak öldürmüştür. Tuğgeneral Semih TERZİ’nin yanında bulunan cuntacı askerler tarafından şehit edilen Ömer HALİSDEMİR, büyük bir kahramanlık örneği göstererek 15 Temmuz darbe kalkışmasının seyrini değiştirmiş ve demokrasinin temsili haline gelmiştir. 15 Temmuz'da gerçekleşen darbe kalkışmasına ilk kurşunu sıkarak canı pahasına kahramanca bir duruş sergileyen ve çok kritik bir noktada çok kritik bir müdahaleye imza atan Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer HALİSDEMİR şehitlik mertebesine ulaşmıştır.
B-) Hukukumuzda Şehitlik ile İlgili Hukuki Düzenlemeler Nelerdir?
Mevcut hukuk düzenimizde ve ilgili mevzuat kapsamında maalesef “şehitlik” mertebesi tanımlanmadığı gibi kimlerin şehit olup-olmadığı konusunda bir hukuki bir düzenleme yoktur. Gerek kolluk görevlileri gerekse Türk Silahlı Kuvvetler personelinin vatan savunması sırasında şehitlik mertebesine ulaşmış ise bu durumda dinen, ahlaken ve vicdanen “bu şahsın şehit olarak kabul edilmesi” konusunda hiçbir tereddütte yer olmadığı açıktır. Ancak vatan savunması ve iç güvenliğin tesisinde görevli bu personellerin ölümü ile sonuçlanan bazı durumlarda, vazifesi gereği şehit olup-olmadığı hususları tartışma konusu olduğu gibi bu gibi durumlar idare aleyhine davalar açılmasına da neden olabilmektedir. Bu nedenle, hukukumuzda şehitlik mertebesi ile ilgili düzenleme ve bu konuda ilgili mevzuatın neler olduğu aşağıda saygıyla arz edilmiştir.
- 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 7/5/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz” şeklinde hüküm altına alınmıştır. Böylece şehitler lehine yapılması muhtemel düzenlemelerde pozitif ayrımcılığa gidilerek “şehitlik” mertebesine ulaşmış şahıs ve ailesi lehine alınacak tedbirlerde eşitlik ilkesine aykırılık dikkate alınmayacaktır.
- 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenler” başlıklı 61. Maddesinde “Devlet harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malul ve gazileri korur ve toplumda kendilerine yaraşır bir hayat seviyesi sağlar” şeklinde hüküm altına alınmıştır. Anayasamızın bu hükmüyle de şehitler ve şehit yakınlarının korunması ve toplumda kendilerine yakışır bir hayat seviyesine ulaştırılması konusunda Devletimiz yükümlülük ve taahhüt altına girdiğini ve bu kapsamdakilerin (şehit ve şehit yakınlarının) sosyal güvenlik hukuku bakımından özel olarak korunması gerektiğini hüküm altına almıştır.
- 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun Geçici Madde 222’de – (Ek: 7/7/2010-6004/24 md.) “Dışişleri Bakanlığı meslek mensubu, ataşe, ataşe yardımcısı ya da münhasıran yurtdışında kullanılmak üzere ihdas edilmiş olan kadro unvanlarına atanmak suretiyle görev yapmakta iken bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce meydana gelen terör eylemleri nedeniyle malul veya şehit olanlar için bağlanan aylık ve vazife malullüğü aylıklarında unvan tavanları; a) Başkonsolos, elçi-müsteşar, büyükelçilik birinci müsteşarı kadro unvanında görev yaptığı halde büyükelçi kadro unvanı emsal alınarak, b) Diğer meslek mensubu kadro unvanlarında görev yaptığı halde başkonsolos kadro unvanı emsal alınarak, c) Ataşe, ataşe yardımcısı ya da münhasıran yurtdışında kullanılmak üzere ihdas edilmiş olan kadro unvanlarında görev yaptığı halde uzman kadro unvanı emsal alınarak, belirlenir. Bu madde kapsamına giren hak sahiplerinin aylıkları, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihi takip eden aybaşından itibaren ek 77 nci madde hükmü dikkate alınarak birinci fıkrada belirtilen esaslara göre yükseltilir. Ancak bu yükseltmeden dolayı geçmişe yönelik aylık veya aylık farkı ödenmez” şeklinde hüküm altına alınmıştır. Aynı şekilde şehitlik kavramı 1325 Tarihli Askerî Tekaüt ve Maaş Kanunu’nda da geçmesine rağmen bu iki kanunda da tam olarak şehit sayılmaya ve şartlarına ilişkin hükümler mevcut değildir.
Kanunlarımızda şehit sayılma veya sayılmayanlarda genelde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yahut Sosyal Güvenlik Kurumu kabul etmediğinde mahkeme kararıyla haklarında vazife malullüğü aylığı bağlananlar olduğu anlaşılmaktadır. Yaptığı görevin sebep ve tesiriyle hayatını kaybeden ve SGK'ca vazife/harp malulü olarak değerlendirilen TSK personelinin (yedek subay, erbaş ve er dahil) dul ve yetimlerine (eş, çocuk, anne ve babaları) aylık bağlanmaktadır. Aylık miktar ve süreleri ilgili kanun hükümlerine göre değişmektedir. Yani şehit sayıldı ya da sayılmadı şeklinde bir vakıa ile karşı karşıya kaldığımızda; düşünülmesi ve değerlendirilmesi gereken kanunlar 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve 5534 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile 3713 Terörle Mücadele Kanunu ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunlar gereği haklarında vazife malullüğü hükümleri uygulananlar yada uygulanacaklar olarak algılanmalı ve bu şartları sağlayanlar şehitlik mertebesine ulaştığı yönünde dolaylı bir yorum yapılmalıdır.
- 03 Haziran 1930 tarihinde ve 1683 sayılı Askerî ve Mülki Tekaüt Kanunu yürürlüğe konmuştur. Bu Kanun’un 45 ve 46’ncı maddelerinde “şehiden vefat” konusu sadece “harpte veya eşkıya müsademelerinde hayatını kaybedenler” için kullanılmıştır. Söz konusu kanunun 45’inci maddesinde dört vefat şeklinin belirlendiği görülmüştür. Birincisi “harpte veya eşkıya müsademelerinde şehiden vefat”; ikincisi “barışta kendisinin sun’u taksiri (kusuru olmadan) olmayarak vazife icabı kazaen vefat”; üçüncüsü “yaralandıktan sonra tedavi sırasında veya gerçekleşen ameliyat neticesinde vefat”; dördüncüsü “muhasara (kuşatma) içinde sebebi bilinemeyen vefattır” (Resmî Gazete, 1939, s. 136-137).
- Millî Savunma Bakanlığı; 1936 yılında, 1930 tarihli Askerî ve Mülki Tekaüt Kanunu’nun 45’inci maddesinde şehitlikle ilgili tasnif niteliğinde bir tanımlama yapıldığını belirterek bu yasayla ilgili Başbakanlık kanalıyla TBMM’den yorum istemiştir. Neticede 29 Ocak 1936 gün ve 927 sayılı Meclis Kararı gereği şehitliğin şümulü şu şekilde açıklanmıştır: “Bunlardan bir numaralı fıkrada yazılı vefat vaziyeti, madde hükmüne göre şehit olanların harp meydanında ve eşkıya müsademesi sırasında düşman silahı tesiri ile derhal vefat edenlere aittir. Çünkü bu hallerde yaralanarak bilahare tedavi sırasında vefat edenler, maddenin müteakip fıkralarında gösterilmiş bulunmaktadır” şeklinde hükme bağlanmıştır.
- Görüldüğü üzere 1930 tarihli Askerî ve Mülki Tekaüt Kanunu’nun 45’inci maddesi, 1936 tarihli Meclis Kararı ile tefsir edilerek şehidin tarifi “Harpte veya eşkıya müsademelerinde her nevi düşman silahı tesiri ile derhal vefat edenler” şeklinde yapılmıştır. Meclis kararı 45’inci maddeye atıfta bulunarak dört vefat vaziyeti belirtmiştir. Bunlardan birinci fıkrada yazılı vefat vaziyetinde şehit olanları, harp meydanında ve eşkıya müsademesi sırasında düşman silahı tesiri ile derhal vefat edenlerdir, şeklinde tanımlamış böyle bir ölüm ile şehit tanımlaması kısmen yapılmış, diğer maddelerdeki ölüm şekillerin de şehit tanımlaması yapılmayarak yalnız hukuki anlamda şehit olarak kabul edildiği ifade edilmiştir.
- 1949 tarih ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 69’uncu maddesinin (d) bendinde “…64’üncü madde yazılı hallerde şehit olmuşsa, aynı fıkralarda yazılı aylıklar 64’üncü maddeye göre birinci derece üzerinden hesaplanacak harp malullüğü zammı toplamı esas tutulur.” İbaresi ile şehit veya şahadet ifadesi yer almışsa da şehidin tam olarak tanımı yapılmamıştır.
- 13 Temmuz 1956 tarih ve 9357 sayılı Resmî Gazete ile yayımlanan TBMM’nin 1956 tarihli 2016 No.lu Kararı “25 Haziran 1947 tarih ve 4992 Sayılı Kanuna Ek 5107 Sayılı Kanunun11 2’nci Maddesinin Tefsirine Lüzum ve Zaruret Olmadığına Dair Kararı”12 gereği, harp meydanında gerek düşman tesiri ile hemen vefat edenlerin gerekse yaralanıp tedavi sırasında veya cerrahi ameliyat neticesinde sonradan vefat edenlerin şehit sayılması suretiyle mahiyetleri bir bütün teşkil eden savaşta vefat edenlerin tamamı “şehit” kapsamı içine alınarak gerek teamül ve gelenek, gerekse hukuki anlamda “şehit” kavramı genişletilmiş ve bugünkü gerçek anlamına kavuşmuştur. Ancak TBMM’nin 1956 yılındaki bu kararının arşivlerdeki şehit miktarlarının tespit edilerek şehit listelerinin oluşturulması faaliyetine tam olarak yansımadığı görülmüştür.
TBMM’nin 927 Sayılı yorum kararı ile 4992 sayılı Kanuna ek 5107 sayılı Kanunun 2’nci maddesinin tefsirine lüzum ve zaruret olmadığına dair Heyeti Umumiye kararı mevcuttur. Bu kararlarda, harpte veya eşkıya müsademesinde her nevi düşman silahı tesiri ile derhal vefat edenler ile harpte yaralanıp tedavi sırasında veya icra olunan cerrahi ameliyat neticesinde vefat edenlerin şehit sayılacağı belirtilmiştir. Yukarıda MSY 439-1(A) MSB Şehitlik Yönergesinin 2’nci bölüm 4’üncü maddesinde; “Şehitliklere; kimlerin defnedileceği belirlenirken dolaylı olarak kimlerin şehit olarak Kabul edileceği de açıklanmıştır. Bunlar:
1-) Harpte fiilen ateş altında ölenler, ya da yaralanıp tedavisi sırasında bu yaranın sebep ve tesiri ile ölenler veya geride bulunulup da, düşman silahlarının tesiriyle ölenler ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler,
2-) İç güvenlik görevlerinde (Disiplinsizlik ve ihmali görülenler hariç) veya terör ve anarşi ile mücadelede ölenler ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiri ile ölenler,
3-) Eğitim, atış, tatbikat, manevra gibi görevleri yapan asker kişilerden; görev yaptıkları sırada veya yetkili makamlarca görevlendirilmeleri nedeniyle, sabit görev yerlerinden ayrıldıktan sonra, vuku bulan bir olayda ölenler veya yaralanıp da sonradan bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler,
4-) Kaçakçılığın men ve takibinde fiilen çatışma sırasında ölenler, ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler,
5-) Hudut emniyet hizmetlerinde iken silahlı çatışma sırasında veya hudut emniyet hizmetinin ifasına yönelik diğer faaliyetler sırasında kaza ve olaylarda ölenler ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler, (Disiplinsizlik ve ihmali görülenler hariç)
6-) Ailesi arzu ettiği takdirde, ölen MSB’ları, orgeneraller ve oramiraller,
7-) Türk Silahlı Kuvvetleri Mensubu veya Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılanlardan (emekli, istifa vb.) daha önce Türk Silahlı Kuvvetleri Mensubu olmaları gerekçesiyle terör eylemlerine muhatap olarak ölenler,
8-) Herhangi bir askeri tesis, kışla ve binanın vs. yangın, sel, deprem, heyelan, Çığ gibi doğal afetlere maruz kalması nedeniyle ölenler,
9-) Hangi meslek sınıfından olursa olsun; vazifeli olarak askeri uçak veya askeri maksatla kullanılan uçak, helikopter, gemi ve denizaltının herhangi bir sebep ve etki ile düşmesi, batması, infilak etmesi sonucu bu vasıtalarda bulunanlardan ölenler (Disiplinsizlik ve ihmali görülenler hariç),…’’ hükmünü içermektedir.
Kısaca şehit sayılacak haller; savaş, iç güvenlik, eğitim, atış, tatbikat, manevra, kaçakçılığın önlenmesi ve takibi gibi görevler esnasında veya doğal afet nedeni gibi şartlar altında veya bu görev ve şartların sebep ve tesiri ile kolluk personeli ya da Türk Silahlı Kuvvetler mensuplarının vefat etmeleri şeklinde anlaşılması gerekmektedir.
85 milyon nüfusu aşkın bir Millet olarak, geçmişte yurdun dört bir yanında, bütün cephelerde aynı Devlet, aynı Vatan, aynı Bayrak ve aynı Millet için toprağa düşmüş yüzbinlerce şehit, harp zayiat ve kayıplarının, hak ettikleri “şehit” statüsünün verilerek şehit listelerine dâhil edilmeleri, millî birlik ve beraberliğimizin pekiştirilmesine, toplumumuzda aidiyet bilincinin oluşturulmasına, önemli derecede katkı sağlayacağı kuşku götürmeyecek bir gerçektir.
Naçizane yazımı, şimdiye kadar zaman ve emek ayırıp, sabır ile okuduğunuz için tüm içtenliğimle teşekkür ederim.
KUR’AN-I KERİMDE GEÇEN AYETLERLE ŞEHİTLERİN ÖLMEDİĞİNİ, ONLARA ÖLDÜ DENMEMESİ GEREKTİĞİNİ BİLİRİZ. BUNUN İÇİN BAŞTA ÖMER HALİSDEMİR OLMAK ÜZERE, TÜM ŞEHİTLERİMİZ İÇİN: ŞEHİTLER ÖLMEZ, VATAN BÖLÜNMEZ.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :
"15 Temmuz 2016 Tarihinde Şehit Edilen Ömer Halisdemir Anısına Şehitlik Mertebesinin Hukuki Olarak Değerlendirilmesi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Av. Erdinç Laflı'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
|
|