|
|
|
|
Eşlerin anlaşmalı boşanmasına ilişkin davalarda anlaşmanın kapsamının sadece maddi,manevi tazminat,nafaka ile çocukların durumu olduğu düşüncesindeyim.Buna karşılık olarak mal rejimsel talepler bakımından da anlaşma gereklidir, denebilir mi? Bu hususta herhangi bir yargı kararı mevcut mudur?
Saygılarımla.
|
|
 |
|
 |
|
Yargıtay 8. H.D. 2010/4983 E. 2011/2095 K. 12.04.2011 Tarih
...
Kural olarak tarafların boşanma davasındaki nafaka, maddi ve manevi tazminat (TMK.'nın m. 174, 175, 182) bakımından anlaşmaları boşanmanın eki niteliğindeki taleplerle ilgili olup, boşanma davasının eki niteliğinde olma-yan-mal rejiminden kaynaklanan alacak davasını kapsamaz. Ancak eldeki davada çözülmesi gereken sorun, boşanma davası sırasında davacı M.’in <Karşı taraftan herhangi bir eşya ve başkaca alacağa ilişkin haklarımdan feragat ediyorum> şeklinde beyanının açılan mal rejiminin tasfiyesi davası bakımından M.'i bağlayıp bağlamayacağı, mal rejimi tasfiyesi ile ilgili açılan davada değer ifade edip etmeyeceğidir.
TMK.'nın 166/3. maddesindeki boşanmanın mali sonuçları üzerinde anlaşma şartı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 174. maddesinde düzenlenen boşanma nedeniyle maddi ve manevi tazminat, 175. maddesinde düzenlenen yoksulluk ve 182. maddesinde düzenlenen iştirak nafakası talep haklarına ilişkindir. Anlaşmada ayrıca yer verilmemişse tarafların aralarındaki akdi ilişkiyi tasfiye ettikleri kabul edilemez. Görüldüğü üzere, mal rejiminin tasfiyesi anlaşmalı boşanma kapsamında değildir. Başka bir anlatımla boşanmanın mali sonuçları hususunda taraflarca kabul edilecek düzenleme, mal rejiminin tasfiyesine yönelik istemleri içermez. Ne var ki, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin isteklerin boşanma davasına ait anlaşma protokolü kapsamına alınmasını engelleyen bir hüküm de bulunmamaktadır. Diğer yandan bir davada yapılan mahkeme içi ikrar, başka bir davada da geçerli olup, kesin delil teşkil eder (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı baskı, İstanbul 2001, C:2, S:2045 ve HUMK.'nın 236/1. m.). Açıklanan maddi ve hukuki olgular birlikte değerlendirildiğinde; davacı M.'in boşanma davasında 04.03.2008 tarihli duruşmadaki beyanı HUMK.'nın 236/1. maddesinde öngörülen mahkeme içi ikrar niteliğinde olup; görülmekte olan davada davacı aleyhine kesin delil teşkil ettiği ve 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında öngörülen yazılı belge mahiyetinde bulunduğu, her türlü kuşku ve duraksamadan uzaktır.
Davacı M. boşanma davası sırasında 04.03.2008 tarihli duruşmada aralarındaki anlaşmaya göre boşanmaya karar verilmesini istediğine ve davalı kadının da bu anlaşmadaki düzenlemeye güvenerek boşanmayı kabul ettiğine göre; bundan sonra davacının bu beyanını yok sayarak görülmekte olan bu davayı açıp, talepte bulunması 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde düzenlenen <Dürüst Davranma> kuralına da aykırılık teşkil etmekte; eş söyleyişle hakkın kötüye kullanılması anlamına gelmektedir. Yukarıda yapılan açıklamaların sonucu olarak; mal rejiminden kaynaklanan talepler boşanmanın fer'ilerinden olmadığından ayrıca dava konusu edilebilirler. Somut olayda, davacının boşanma dosyasındaki 04.03.2008 tarihli duruşmadaki beyanı, boşanma kararının gerekçe ve hüküm kısmında bu beyandan bahsedilmiş oluşu dikkate alındığında, boşanma dava dosyasındaki bu beyan mahkeme içi ikrar niteliğinde olup; böylece, görülmekte olan davada kesin delil niteliğini taşıdığı ve ayrıca davacının bu ikrarına rağmen eldeki davayı açarak tamamen aksini ileri sürmekle dürüstlük kuralına aykırı davrandığının ve bu durumun hakkın kötüye kullanılması teşkil ettiğinin kabulü gerekir. Ayrıca davacı M.'in beyanında geçen <eşya> kavramının taşınmaz ve taşınır mallar ile boşanmanın fer'i niteliğinde olmayan mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan <değer artış payı ve katılma alacağı> taleplerini de kapsadığında duraksamamak gerekir.
Diğer yandan davacının doğmamış haktan feragat edemeyeceği ileri sürülebilirse de; boşanma nedeniyle eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının dava tarihi itibarıyla sona ermekte olup (TMK.'nın 225/2. m.), mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkı boşanma dava tarihi itibarıyla doğar ancak bu hakkın dava yolu ile kullanılabilmesi, tasfiyeye karar verilebilmesi için boşanma davasının olumlu sonuçlanarak kesinleşmesi gerekir. Bu durumda davacı M.'in beyanının boşanma davasının yargılaması devam ederken yapıldığı anlaşıldığına göre doğmamış haktan söz etmek de mümkün değildir.
...