| 
		 
			
			 
			
			
			
			
		 
			
				  
				
		
	  | 
	
	
		
			
			
				 
				
			 
			 
			
		
		
		
		
  
    
    
    
      
        | 
         | 
         | 
        
         | 
       
      
        | 
         | 
        
        Sorunun belirsiz bir hal aldığını düşünmüyorum, ama yine de ilginiz ve cevabınız için teşekkür ederim. Soruyu sizin için şu şekilde netleştireyim. 
Evet elimdeki Pay Sahipleri Sözleşmesi ile Tapu Sicil Müdürlüğüne gitsem hiç bir işime yaramaz. 
Ancak Ananoim Şirket Pay Sahipleri kendi aralarında bir hissenin devrine karşılık olarak bir gayrimenkulün mülkiyetini birbirlerine alıp-vermeyi taahhüt etmişler ise sözleşmeye göre gayrimenkul alacaklısı olan taraf tescil için dava açamaz mı? 
Bir A.Ş. ortağı, diğer ortağa şirketteki hisselerinin yüzde bilmem kaçını kendisine devretmesi karşılığında, tapuda kayıtlı bir gayrimenkulü bedel olarak vermeyi kabul ve taahhüt ederek yazılı sözleşme yaparlarsa, bu sözleşme ile tescil talepli dava açılabileceğini düşünüyorum ve bu düşüncemi doğrulayan (ya da çürüten) örnek karar arıyorum.
         | 
        
         | 
       
      
        
          | 
        
         | 
        
          | 
       
     
     | 
   
  
Sayın meslektaşım,
 
Daha önceki mesajlarımda da kısmen belirttiğim üzere Pay sahipleri sözleşmeleri Borçlar Hukukuna tabi olan bir sözleşmedir. Bu itibarla her borçlar hukuku sözleşmesinde olduğu gibi, Pay sahipleri sözleşmesinde de aynı kurallar caridir. Bu sözleşmeler için Borcun ifasının hukuken mümkün olduğu hallerde aynen ifa istenebilirse de (hukuki) imkansızlık hallerinde, bu imkansızlık borçludan kanaklanmıyorsa, bildiğiniz gibi borç sona erer. Bu gibi hallerde yine bildiğiniz gibi sebepsiz zenginleşme hükümleri geçerli olur.
 
Resmi şekil şartına uyulmadan yapılan taşınmaz satış sözleşmeleri yine bildiğiniz gibi Yargıtay'ın yerleşik kararları doğrultusunda butlanla malul ve geçersizdir. Bu durumda sebepsiz zenginleşme kuralları dairesinde herkes aldığını iade eder. Lakin sözlemenin geçersiz kalması nedeniyle hüküm ifade edileceğine güvenilerek hareket eden diğer tarafın her türlü Menfi zararını talep hakları saklıdır.
 
Ancak Yargıtay bir İBK kararında, diğer taraf bütün edimlerini ifa ettikten sonra öbür taraf şekil eksikliği nedeniyle geçersizliğe dayanırsa bunun MK.2'ye aykırı olabileceğine karar vermiştir. Diğer taraf kendi edimini henüz ifa etmemişse, bu durumda şekil geçersizliği mutlak olarak yine geçerli olacaktır.
 
Kararı incelemeniz için aşağıya ekliyorum. Anonim Ortakllıklarda Pay Sahipleri Sözleşmeleri isimli, GÜl OKUTAN NILSSON'un kitabını incelemenizi tavsiye ederim.
 
Kolay gelsin!
  
  
    
    
      
        
        
          
            
              | 
            
            Alıntı: | 
            
              | 
           
         
         | 
        
         | 
        
        
        
         | 
       
     
    
      
        | 
         | 
         | 
        
         | 
       
      
        | 
         | 
        
         YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU E. 1987/2 .C. 
 
 YARGITAY 
 
 İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU 
 
 E. 1987/2 
 
 K. 1988/2 
 
 T. 30.9.1988 
 
 • TAPUDA KAYITLI TAŞINMAZIN DEVRİ ( Sözleşme Resmi Şekil Şartına Uyulmadan Yapılmışsa  Geçersiz Olacağı ) 
 
 • KAT MÜLKİYETİ KANUNUNA TABİ TAŞINMAZ ( Remi Şekil Şartına Uyulmadan Bağımsız Bölüm  Satın Alınmasının Bazı Şartlarla Geçerli Olması ) 
 
 • CEBRİ TESCİL DAVASI ( Resmi Şekil Şartına Uyulmadan Yapılan Taşınmaz Satışlarına Bazı Hallerde Geçerlilik  Tanınabileceği ) 
 
 • HARİCEN SATIŞ ( Tapuda Kayıtlı Taşınmaz veya Yapımına Başlanan Kat Mülkiyeti Kanununa Tabi  Bağımsız Bölüm Olup Olmamasına Geçerliliği ) 
 
 • DÜRÜSTLÜK KURALINA AYKIRILIK ( Karşı Taraf Edimlerini İfa Ettiği Halde  Şekil Sakatlığına Dayanmak ) 
 
 2644/m.26 
 
 818/m.213,11 
 
 743/m.2,634 
 
 ÖZET : Tapuda kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetin devir borcu doğuran ve  ancak yasanın öngördüğü biçim koşullarına uygun olarak yapılmadığından geçersiz  bulunan sözleşmeye dayanılarak açılan bir cebri tescil davasının kural olarak  kabul edilmeyeceğine; bununla beraber Kat Mülkiyeti Kanununa tabi olmak üzere  yapımına başlanılan taşınmazdan bağımsız bölüm satımına ilişkin geçerli bir  sözleşme olmadan tarafların bağımsız bölüm satımında anlaşarak alıcının tüm  borçlarını eda etmesi ve satıcının da bağımsız bölümü teslim ederek alıcının onu  malik gibi kullanmasına rağmen satıcının tapuda mülkiyetin devrine yanaşmaması  hallerinde; olayın özelliğine göre hakimin M. K. nun 2. maddesini gözeterek  açılan tescil davasını kabul edebileceğine ilk iki toplantıda üçte iki çoğunluk  sağlanamadığından 30.9.1988 günlü üçüncü toplantıda salt çoğunlukla karar  verildi.   
DAVA VE KARAR : "Kat Mülkiyeti Kanununa tabi olarak yapımına  başlanılan taşınmazdan bağımsız bölüm satımına ilişkin olarak geçerli bir  sözleşme olmadan tarafların anlaşarak alıcının tüm borçlarını eda etmesi,  satıcının da bağımsız bölümü teslim ederek alıcının uzun süre malik gibi  kullandığı halde satıcının tapuda devre yanaşmaması halinde cebri tescil  davasının kabul edilip edilemiyeceği" konusunda Yargıtay 1., 8., 14 üncü Hukuk  Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu Kararları arasında aykırılık bulunduğundan  içtihatların birleştirilmesi ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararına dayanılarak  ) Yargıtay Birinci Başkanvekilliğinin 2.4.1987 günlü yazılarıyla istenilmiştir.   
 Avukat K. S. ile Avukat N. K.`nin 9.7.1986 ve 18.9.1987 günlü dilekçeleriyle  vaki aynı konudaki içtihat aykırılığının giderilmesi istemlerine ilişkin evrak  da Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu`nun 3.7.1987 gün 53 sayılı ve 22.10.1987  gün 77 sayılı Kararlarıyla 1987/2 Esas sayılı içtihadı birleştirme evraklarıyla  birleştirilmiştir.  
 Konu böylece Yargıtay Kanununun 45. maddesi uyarınca İçtihadı Birleştirme  Büyük Genel Kurulu`nda incelenmiş ve kararlar arasında içtihat aykırılığının  varlığı, ilk oturumda ve oybirliğiyle kabul edilmiştir.  
 I - İçtihat aykırılığının giderilmesi isteminde dayanılan kararlarda beliren  görüşlerin özeti ve içtihadı birleştirmeye gerek bulunduğunun kabul edilmesi  nedenleri:  
 Kararlara konu uyuşmazlıklarda; Kat Mülkiyeti Kanununa tabi olmak üzere  yapımına başlanılan taşınmazdan ( inşaatın yapımı sırasında ) geçersiz  sözleşmeyle bağımsız bölüm satımı, tarafların anlaşarak ( inşaatın yapımının  tamamlanması üzerine ) satışa konu bağımsız bölümün alıcıya teslim edilmesi ve  alıcının da sözleşmeyle yükümlendiği tüm borçlarını eda edip bağımsız bölümü  malik gibi kullanmakta bulunmasına rağmen satıcının ( sözleşmenin geçersizliğine  dayanarak ) tapuda mülkiyetin devrine yanaşmaması nedeniyle açılan cebri tescil  davaları söz konusudur.  
 Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 6 Haziran 1979 gün 14/190-799 sayılı kararı  ile Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi Kararlarına göre: "... Bir sözleşmenin  taraflarından birinin o sözleşmenin ifa olunacağı hususunda o güne kadar süre  gelen davranışları ile karşı tarafa tam bir güvence vermiş ve karşı taraf da  sözleşmenin yerine getirileceği inancına iyi niyetle bağlanarak kendisine düşen  edimleri yerine getirmiş ise, artık sözleşmenin şekil yönünden geçersizliğini  ileri sürmek hakkın kötüye kullanılması niteliğini taşır ve bu husus yasal  himayeden yoksun kalır. Bu durumlarda sözleşmenin geçersizliğine dayanılarak  akdin icrasından kaçınılamaz... olayın özelliğine göre cebri tescil davası kabul  edilmelidir..."  
 Hukuk Genel Kurulunun 22.3.1985 günlü ve 14/399-232, 14/544-233, 14/596- 234,  14/597-235, 14/598-236, 14/649-237 sayılı altı adet kararında da aynı ilke  benimsenmiş ve tescil davalarını kabul eden yerel mahkeme kararları onanmıştır.   
 Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.3.1986 gün ve 14/541-257 sayılı kararı ile  Yargıtay Sekizinci ve Ondördüncü Hukuk Dairelerinin kararlarına göre ise:  "...Geçersiz bir akdin ifası istenememekle beraber taraflar gönül rızası ve  serbest iradeleri ile akdin gereklerini tamamen yerine getirdikten ( yani akdi  ifa ettikten ) sonra, satıcının akdin aslında geçersiz olduğunu ileri sürmesi  halinde dikkate alınacak Medeni Kanunun 2 nci maddesinin devreye girmesi  keyfiyetinin olayımızla ilgisi yoktur. Zira tapulu taşınmaz için yapılan sözleşmenin ifası  tapuda olur. Taşınmazın mücerret teslimi ifa olarak kabul edilemez... MK`nun 2.  maddesi hak veya borcun var olduğu hallerde bunların kullanılması ve yerine  getirilmesinde uygulanacak kuralı göstermiştir. Öncelikle davacı ( tescil )  isteminde haklı olmalıdır ki iyi niyet ve kötü niyet tartışma konusu  edilebilsin... Tapulu taşınmazların harici alım satımları ve temlik taahhütleri  nedeniyle çıkan uyuşmazlıklar 10.7.1940 gün 2/77 sayılı İçtihadı Birleştirme  kararında çözüme bağlanmıştır. 25.5.1954 gün 8/18 sayılı İçtihadı Birleştirme  Kararına göre de tescil davası dinlenemez...".  
 Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.1.1986 gün ve 14/849-57 sayılı; 24.9.1986  günü 8/270-780 sayılı kararlarında da aynı şekilde tescil davalarının reddi  gerekeceği kabul edilmiştir. Buna mukabil Yargıtay Ondördüncü Hukuk Dairesinin,  olayın özelliğine göre MK`nun 2 nci maddesi gözetilerek tescil davasının kabul  edilmesi gerektiği yolunda kararları da mevcuttur.  
 Özetlenen Yargıtay Kararlarından da anlaşılacağı üzere, Yasanın geçerlik  şartı olarak öngördüğü şekle uyulmadığı için, içtihadı birleştirmeye konu  olaylardaki haricen taşınmaz satımına ilişkin sözleşmelerin geçersiz bulunduğu  tartışmasızdır. Kararlar arasındaki aykırılık, içtihadı birleştirmeye konu  uyuşmazlıklarda Medeni Kanunun 2 nci maddesi gözetilerek cebri tescil davasının  kabul edilip edilemiyeceğinde toplanmaktadır.  
 Görüşmeler sırasında, 3.11.1980 gün ve 3/2 sayılı Yargıtay İçtihadı  Birleştirme Kararına dayanarak yapılarak, uygulamaya ilişkin çelişkinin içtihadı  birleştirme yoluyla giderilmesine gerek bulunmadığı ileri sürülmüş ise de  çoğunluk şu gerekçelerle bu görüşe katılmamıştır:  
 Gerçi, kiracı ile kiralayan arasında yapılan birden fazla sözleşmenin her birinde tahliye  taahhüdü alınması ve önceki sözleşmelerdeki taahhüt sebebiyle tahliye davası  açılmadığı ve icra takibi yapılmadığı halde son sözleşmedeki taahhüde dayanarak  tahliye isteminde "hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı" konusunda doğan  içtihat aykırılığı üzerine Yargıtay, 3.11.1980 gün ve 3/2 sayılı İçtihadı  Birleştirme Kararında "-Objektif iyi niyet kuralının uygulanmasında kesin  sınırlar koymaya imkan olmadığından ve her olayın özelliği nazara alınıp durumun  değerlendirilmesi gerektiğinden uygulamaya ilişkin bu çelişkinin içtihadı  Birleştirme yolu ile giderilmesine yer olmadığı...-" sonucuna varmıştır. Ancak,  bu içtihadı Birleştirmeden hareketle, incelemekte olduğumuz içtihadı birleştirme  istemi hakkında da içtihadı birleştirmeye gerek olmadığını benimsemek mümkün  değildir. Çünkü, şimdiki içtihadı birleştirmenin konusu, bu uyuşmazlıklarda,  hakkın kötüye kuullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi değil, hakkın kötüye  kullanılması yasağı kuralının ( MK`nun 2. maddesinin ) cebri tescil davası  açılmasına cevaz verip vermiyeceğinin tespiti olacaktır. Nitelikleri bakımından  açık farklılık nedeniyle 3.11.1980 günlü içtihadı birleştirme kararı, konumuza  ilişkin içtihat aykırılığının giderilip içtihatların birleştirilmesine engel  olarak kabul edilemez.  
 Açıklanan nedenlergözetilerek, esasen açık ve belirgin bir şekilde mevcut  olan içtihat aykırılığının giderilmesine gerek bulunduğuna ( ilk oturumda ve  üçte ikiyi aşan bir çoğunlukla ) karar verilmiştir.  
 II - TAPUDA KAYITLI TAŞINMAZ MÜLKİYETİNİ DEVİR BORCU DOĞURAN SÖZLEŞMELERDE  ŞEKİL  
 Şekil Kuralı:  
 Medeni Kanunun 634 ncü maddesinin birinci fıkrası, taşınmaz mülkiyetini  devir borcu doğuran sözleşmelerde "-Mülkiyeti nakleden akidler resmi şekilde  yapılmadıkça muteber olmazlar-" biçiminde genel bir hüküm getirmiştir. Borçlar  Kanunu madde 213`de de, "-Taşınmaz satımı ile taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinin geçerli ( muteber ) olması için  resmi senede  rabdedilmesi şarttır-" hükmüne yer verilmiştir.  
 Şeklin gerçekleşmesi:  
 2644 sayılı Tapu Kanununun 26 ncı maddesine göre, taşınmaz mülkiyetinin  geçirilmesi sözleşmesi yapmaya yetkili makam, tapu sicil muhafızı veya  memurudur. Taşınmaz  satış vaadi  sözleşmesini ise, 1512 sayılı Noterlik Kanununun 60/3 ve 89 ncu maddeleri  uyarınca, düzenleme biçiminde ( re`sen ) Noterler yapabilmektedirler.  
 Şeklin Amacı:  
 Genel olarak şeklin amacı, bazen taraflardan birinin veya her ikisinin, bazen  de üçüncü kişilerin veyahut kamunun yararını korumak, hukuki güvenliği  sağlamaktır. 26.11.1980 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme  Kararında, taşınmaz  mülkiyetinin geçirimi borcunu yükleyen sözleşmelerin resmi şekilde  yapılmasının tarafları koruyucu amacı şöyle ifade edilmektedir: "- Tarafları  dikkate davet etmek, acele ile yanlış kararlara varmamak ve altından  kalkılmayacak yüklere girmemek-". Resmi şekildeki sözleşme belirli bir kamu görevlisi  tarafından düzenleneceği için, sözleşmede tarafların irade beyanları açık ve  kesin olarak belirlenir. Özellikle taşınmazlarda şekil kuralı sayesinde tapuu  siciline yapılacak olan tescil işlemi için sağlam ve güvenilir dayanak elde  edilmiş olur. Tarafların taşınmazın devrine ilişkin iradelerini resmi memur önünde  açıklamaları ve bunun resmi senede geçirilmesiyle; genellikle onların  ehliyetsizlik, irade bozukluğu, sözleşme şartlarının resmi senettekinden  farklı bulunduğu şeklinde değişik ve gelişi güzel itirazda bulunmaları güçleşir.  Bu nedenlerle, taşınmaz mülkiyetini devir borcu doğuran sözleşmelerin  resmi şekil şartına  bağlı tutulmasında sadece tarafların değil kamunun da yararı bulunduğu kabul  edilmektedir.  
 Şekle  Aykırılığın Müeyyidesi:  
 Gerçekten, Borçlar Kanununun 11. maddesinin ikinci fıkrasına göre kanunun  öngördüğü bir şeklin kapsam ve sonuçları hakkında başka bir hüküm konulmamışsa,  bu şekle uyulmadan yapılan sözleşme sahih  olmaz. Başka bir anlatımla Kanun, öngördüğü şekli, bir geçerlik ( sıhhat ) şartı  olarak düzenlemiş bulunmakta ve buna uyulmadan yapılan sözleşmelere, "geçersizlik" müeyyidesini ( hukuki  sonucunu ) bağlamaktadır. O halde, Medeni Kanunun 634 ncü maddesi ile Borçlar  Kanununun 11 ve 213 ncü maddelerinin bu açıklıkları karşısında, tapuda kayıtlı  taşınmazın haricen satımına ve noterde düzenleme biçiminde ( re`sen ) yapılmamış  olan taşınmaz satış vaadine ilişkin  sözleşmeler geçersizdir.  
 Bu geçersizliğin hukuki mahiyeti doktrinde tartışmalı olup, klasik olarak  nitelenen "butlan" görüşüne karşı son yıllarda "kendine özgün geçersizlik  görüşü" de savunulmakta ve şekil kurallarının amaçsal yorumundan hareketle (  Şekil noksanlığının herkes tarafından değil, bundan zarar gören tarafça def`i  olarak ileri sürülebileceği; şekil noksanlığının hakim tarafından re`sen  gözetilemiyeceği... ) ileri sürülmekte ise de; İsviçre Federal Mahkemesi gibi,  Yargıtay butlan görüşünü benimsemektedir. Bu itibarla, kanunda öngörülen şekil  şartı, emredici niteliktedir ve hakim şekil noksanlığını ( taraflar ileri  sürmemiş olsalar dahi yargılamanın her safhasında ) re`sen gözönüne almak  zorundadır. Keza, geçersiz bir sözleşmeyi ifadan kaçınmak, kural olarak, ahlaka  aykırılık teşkil etmez; ifa edilmeyen edimlerin ifası istenemez ve karşı tarafın  iyi niyeti gözönünde tutulamaz. ( A. von Tuhr; Oser/Schöenberger; Dr. H. Becker;  Prof. Dr. H. Tandoğan; BGE 86 II 400 vd; 92 II 324 vd; 95 II 42 vd; 98 II 316;  104 II 101, 106 II 151; 26.5.1954 gün 8/18 ve 12.4.1944 gün 14/13 sayılı  Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları... )  
 III - ŞEKLE  AYKIRILIK İLE HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI YASAĞI KURALININ ÇATIŞMASI  
 Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı Kuralı:  
 25.1.1984 gün ve 3/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu  Kararında da ifade edildiği üzere, Medeni Kanunun 2 nci maddesinin ikinci  fıkrasında düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hakime  özel ve istisnai hallerde ( adalete uygun düşecek şekilde ) hüküm verme imkanını  sağlamaktır. Madde hükmünün bu özelliği, İsviçre Federal Kurulunun Medeni Kanun  tasarısını Millet Meclisine sevkine ilişkin 1904 tarihli mesajında şöyle  açıklanmaktadır: "Bir hakkın kullanılmasının açıkca adaletsizlik teşkil ettiği  ve gerçek hakkın tanınması ve ferdin korunması için bütün hukuki yolların kapalı  bulunduğu hallerde MK. m.2.f.2 hükmünün amacı, zaruretten doğan ve olağanüstü  bir imkan sağlamaktadır" şeklinde açıklanmaktadır... Medeni Kanunun 2.  maddesinin ikinci fıkrasındaki kuralla, kanunun ve hakkın mutlaklığı ilkesine  istisna getirilmiştir. Ancak, bu kuralın taliliği ( ikinciliği ) de gözetilerek,  öncelikle her meseleye ona ilişkin kanun hükümleri tatbik edilmeli; uygulanan  kanun hükümlerinin adalete aykırı olabileceği bazı istisnai durumlarda da, 2 nci  maddedeki kural, haksızlığı tashih edici bir şekilde uygulanabilmelidir.  
 Gerçekten de hukukun her alanında uygulanma niteliğine sahip olan hakkın  kötüye kullanılması yasağı kuralının; şekle aykırılığı ileri sürme hakkı için de bir sınır teşkil  ettiği, buyurucu niteliği itibariyle hakim tarafından re`sen gözetilmesi  gerektiği bugün Türk-İsviçre öğretisi ve uygulamasında tartışmasız olarak kabul  edilmektedir ( Yargıtay HGK. nun 13.2.1974 gün ve 524/103 sayılı; 2.10.1974 gün  ve 2/810-1043 sayılı; 7.12.1983 gün ve 4/224- 1276 sayılı ... kararları ).  
 Şekle aykırılık  ile hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralanın çatışmasını, iki halde incelemek  gerekmektedir.  
 İfa Halinde:  
 Öncelikle "ifa" sözüyle, taşınmaz mülkiyetini geçirme borcunu doğuran sözleşmede  şekil noksanlığı veya şekilsizlik bulunmasına rağmen tapuda tescil işleminin  yapılmış olması amaçlanmaktadır. Çünkü, taşınmaz mülkiyetini geçirme borcunun ifası tapuda yapılan bir tescil işlemi  ile yerine getirilmiş olur.  
 Taraflar şekle  aykırı bir sözleşmeden doğan edimlerini her türlü yanılgıdan uzak bir şekilde  bilerek ve isteyerek tümüyle yerine getirmişlerse ( tapuda tescil işlemi  yapılmışsa ), bunun iadesinin istenmesinin hakkın kötüye kullanılması teşkil  ettiği Yargıtay uygulamasıyla kabul edilmektedir ( HGK. nun 11.3.1953 gün ve 2/9  sayılı; 10.9.1955 gün ve 1/62-63 sayılı Kararları... ). Hukuk Genel Kurulunun  21.3.1986 gün ve 14/541-257 sayılı kararında da aynı ilke benimsenmektedir.  
 İfa`dan Kaçınılması Halinde:  
 İçtihadı Birleştirme bu sorunun halliyle ve ancak konusuyla sınırlı olarak  ilgilidir.  
 Taşınmaz  mülkiyetini devir borcu doğuran sözleşme yasanın öngördüğü biçim koşullarına  uygun olarak yapılmamış bulunmakla beraber tarafların anlaşarak tapuda tescil  işlemi öncesinde kendilerini geçersiz sözleşmeyle bağlı sayarak alıcının satış bedelini ödemesine,  satıcının taşınmazın intifaını alıcıya terketmesine ve alıcının da taşınmazı  malik gibi kullanmakta olmasına rağmen, satıcının tapuda tescil işleminden  kaçınması hallerinde, hakim, satın alanın açacağı cebri tescil davasını kabul  edebilir mi? Böyle olaylarda hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı cebren  tescile imkan sağlar mı?  
 İsviçre Federal Mahkemesine göre, şekil noksanlığı sebebiyle batıl bir taşınmaz satışında henüz  tescil yapılmadan butlan ileri sürülmesi halinde, ayni hakların şekille ilgili  hükümleri karşısında, hakkın kötüye kullanılmasını önlemek için dahi olsa,  hakim, tapu memurunu batıl söleşmeye dayanarak tescile zorlayamaz ( 5 Şubat 1946  günlü karar; BGE. 72. II. 39 ).  
 Yargıtay`ın 10.7.1940 gün ve 2/77 sayılı içtihadı birleştirme kararında da,  "-Haricen taşınmaz  satılıp da bedeli satana ve taşınmaz da alana teslim ve bu suretle taşınmaz alanın intifaına  terkedildiği ve sonradan bunlardan biri ferağdan veya teferruğdan imtina ettiği  takdirde muteber olmayan bu satım zımmında her iki tarafın verdiğini istirdada  hakkı olduğu-" ilkesi vurgulanmış ve konusuyla ilgili olarak da ( Ancak, alıcı  satış bedelinin  iadesine kadar taşınmazı işgal edebilir ve bu yüzden kendisinden semereleri  tazmin veya ecrimisil istenemez ) sonucuna varılmıştır.  
 26.5.1954 gün ve 8/18 sayılı içtihadı birleştirme kararında da teyiden  tekrarlanan 7.10.1953 gün 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında  kabul edilen ilke şöyledir: "-Aralarında mevcut olduğunu iddia ettiği akdi bir  münasebete müsteniden tapuda malik sıfatıyla mükayyet bulunan bir şahıstan  sicildeki kaydın namına tashihini isteyen kimsenin Medeni Kanunun 634. maddesine  uygun şekilde davalı ile beyinlerinde inikat etmiş muteber bir akde istinat  etmesi lazımdır. Böyle bir akdin inikat etmediği davacının beyanından  anlaşıldıktan sonra kanunun mevcut olmadığını kabul ettiği bir halin ispatı da  artık düşünülemez. Bu gibi hallerde davanın hukuki sebepten mahrum bulunması  bakımından reddedilmesi iktiza eder...-".  
 Gerçekten de şekil şartına ilişkin yasa hükümlerinin emredici niteliği ve söz  konusu Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları karşısında, tapuda kayıtlı bir  taşınmazın mülkiyetini devir borcu doğuran ve ancak yasanın öngördüğü biçim  koşullarına uygun olarak yapılmadığından geçersiz ( batıl ) bulunan sözleşmeye  dayanılarak açılan cebri tescil davasının; olayın özelliği gerektirmedikçe,  hakkın kötüye kullanılmasını önlemek amacıyla dahi olsa, reddi gerekir. Örneğin,  üzerinde bina bulunan bir taşınmazı veya Kat Mülkiyeti Kanununa tabi olarak  yapımı tamamlanmış binadan bir bağımsız bölümü, bir tarlayı ya da arsayı  geçersiz sözleşmeyle satın alıp ona zilyet olan ve sözleşmeyle kendisine bağlı  sayarak tüm vecibelerini yerine getiren kişinin; velev tapuda devir borcunun  yerine getirileceği hususunda satıcı tarafından kendisine tam bir güvence  verilerek aldatılmış olsa dahi, cebri tescil isteği reddedilir. Çünkü,  nitelikleri itibariyle emredici bulunan ve hakim tarafından re`sen gözetilmesi  gereken şekle  aykırılık ile hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı bir uyuşmazlıkta  çatıştığında; hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralıyla şekil şartı kuralının  aşılabilmesi için olayın özelliği büyük önem taşımaktadır. Bu hal, Medeni  Kanunun 2 nci madddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen kuralın taliliğinin (  ikincilliğinin ) tabii bir sonucudur ve hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı  ancak fevkalade zaruri hallerde uygulama yeri bulabilir. Aynı ilkeye 25.1.1984  gün ve 3/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararında da  değinilmiş olup, Ord. Prof. Dr. A. B. SCHWARZ`ın bu konudaki görüşü de ( Medeni  Hukuka Giriş, Hıfzı Veldet çevirisi, Sh. 201 vd. İst. 1946 ) özetle şöyledir:  "-Bu genel hükmün uygulanmasında çok ihtiyatlı davranmak icap eder. Çünkü  bugünkü kanunlarda ifadesini bulan bütün rasyonel özel hukukun manası, hukuki  meseleleri sarih olmayan hakkaniyet hisleriyle değil, kat`i ve açık prensiplerle  halletmektir. Sadece hüsnüniyet ve hakkın suistimaline dayanan bir hukuk  tatbikatı bu hedefi tehlikeye koyar. Bu nedenlerle her meseleye ona taaluk eden  özel hükmü tatbik etmek ve MK. un 2. maddesini fevkalade zaruri olan hallerde  sırf itmam ve tashih edici bir şekilde tatbik eylemek lazımdır...-"  
 Yargıtay`ın, olayın özelliğini gözeterek, hakkın kötüye kullanılması yasağı  kuralıyla şekil şartı kuralını aştığına ve böylece şekil şartı kuralını ihmal  ettiğine örnek olarak ( Geçersiz sözleşme uyarınca aldığı tapulu taşınmaza yapı  yapan ya da ağaç diken kimseye Medeni Kanunun 650 nci maddesine göre aranın veya  tarlanın adına cebren tescilini isteme hakkını 5.7.1944 gün ve 12/26 sayılı  içtihadı birleştirme kararıyla tanımış olması ) gösterilebilir. İçtihadı  Birleştirme Kararının sonuç bölümünde aynen şöyle denilmektedir: "- ...Bir  gayrimenkulü badehu resmi takririni vermek üzere haricen ahara satıp parasını  alarak müşteriye teslim eden ve inşaat ve garsiyatı görüp menetmeyen malikin  zımni rıza ve muvafakatı nazarı dikkate alınarak ve hadiseye göre enfüsi  hüsnüniyet arayarak bu maddeyi ( MK. m. 650 ) tatbik etmek lüzumu aşikardır.-".   
 İçtihadı Birleştirmenin konusu olayların özelliğine gelince: 1965 yılında Kat  Mülkiyeti Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra ülkemiz inşaat sektöründe hızlı  bir ilerleme kaydedilmiş, eskiden hiç görülmeyen "kat karşılığı inşaat  sözleşmesi" olarak adlandırılan yaygın bir sözleşme türü doğmuştur. Bu  sözleşmelerle müteahhit ( yüklenici ), arsa ( iş ) sahibinin arsası üzerinde  inşaat yapmayı üstlenmekte, buna karşılık inşaat bitince kendisine devir  edilecek olan bazı daireleri ( bağımsız bölümleri ) bedel olarak almaktadır.  Ancak, müteahhit daha inşaata başlar başlamaz ileride mülkiyeti iş sahibi  tarafından kendisine devredilecek olan bağımsız bölümleri, yapacağı inşaatın  finansmanı için üçüncü kişilere geçersiz sözleşmelerle satmaktadır. Veyahutta  bazı müteahhitler mülkiyeti kendilerine ait bulunan taşınmaza Kat Mülkiyeti  Kanununa tabi olmak üzere inşaat yapımı sırasında inşaatı tamamlayabilmek için  gerekli parayı temin amacıyla aynı şekilde geçersiz sözleşmelerle ve ileride  satışa konu bağımsız bölümün tapusunu vereceği hususunda karşı tarafta tam bir  güvence yaratarak satışlar yapmaktadırlar. İşte bu şekilde Kat Mülkiyeti  Kanununa tabi olmak üzere yapımına başlanılan taşınmazdan bağımsız bölüm  satımına ilişkin geçerli bir sözleşme olmadan tarafların bağımsız bölüm  satımında anlaşarak alıcının tüm borçlarını eda etmesi ve satıcının da bağımsız  bölümü teslim ederek alıcının onu malik gibi kullanmasına rağmen satıcının  tapuda mülkiyetin devrine yanaşmaması; genellikle, aslında bağımsız bölümün  satış bedeli satım  tarihi itibariyle uygun bulunduğu ve satıcı satış bedelinden inşaat  sırasında yararlandığı halde, bu arada alıcının ödemiş olduğu para değerinin  enflasyon nedeniyle oldukça düşmesinden, buna mukabil satılan bağımsız  bölümlerin değerlerinin tapuda devir edileceği zaman da fahiş oranda artmış  bulunmasından ileri gelmektedir. Başka bir anlatımla, bunları düşünen satıcı (  müteahhit ) sözleşmeden sıyrılmanın yollarını aramakta ve yasanın öngördüğü  resmi şekil şartına  sığınarak mülkiyeti devir borcundan kacınmaktadır. Satıcının bu tutumu ise;  açıkça, şekil mecburiyeti koyan yasa hükmünden bu hususta korunmaya layık bir  yararı olmaksızın yararlanmaya çalışma teşkil eder ve onun hakkın kötüye  kullanılması yasağı kuralını duraksamaya yer vermeyecek şekilde ihlal ettiğini  gösterir. Oysa MK.nun 2 nci maddesinin ikinci fıkrasıyla, suistimal karakteri  doğrudan doğruya aşikar olan hallerde hakların istimali kanuni himayeden mahrum  bırakılmıştır. Böyle uyuşmazlıklarda, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı  değil, şekil şartı kuralı ihmal edilebilir. Zira İsviçreli Prof. MERZ`in de  dediği gibi ( Medeni Kanun Şerhi art. 2, Nr. 21 ), şekli hukuktaki hakkı maddi  adalet düşüncesi ve gerekleri sınırlar onu gerçek ölçülerine götürebilir; gerçek  hak korunur, şekli veya görünen hak korunmaz. Gerçekten şekle ilişkin hükmün  gayesi dışında menfaat temini yoluna gidilmek istenildiği durumlarda yargı  hassas olmaya mecburdur. Zira hukuk ancak, meşru menfaatlerin tatminine yarar;  başka bir şeye yaradığı takdirde ise mevcudiyet sebebini kaybeder. Öte yandan  Medeni Kanunun 4. maddesi hükmüyle de hakim, adalete uygun karar vermeye  çağırılmaktadır. O, menfaatların doğru ve adil bir muvazenesini yapmak ve  gerçekleri gözetmek zorundadır.  
 Açıklanan nedenlerle, içtihadı birleştirmenin konusu uyuşmazlıklarda ve  onunla sınırlı olmak üzere, olayın özelliğine göre hakimin Meeni Kanunun 2 nci  maddesini gözeterek açılan tescil davasını kabul edebileceği sonucuna  varılmıştır.  
 Varılan bu sonuçla Türkiye Cumhuriyet Anayasasının 10 ncu maddesinde  öngörülen "Kanun önünde eşitlik ilkesinin" ihlal edildiği yolundaki görüş;  gösterilen gerekçeler karşısında varit olmadığı gibi, şekle aykırı sözleşmeye  tapulu taşınmaz  satımı yapan satıcının tapuda mülkiyeti devir işlemine yanaşmadığı her olayda  hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı gözetilerek cebren tescil isteminin  kabul edilmesi de yasamızın sistemiyle bağdaşmaz.  
 Bu içtihadı birleştirme kararıyla Eşya Hukukuna hakim olan prensiplerin büyük  ölçüde değiştirildiği iddiasına da katılmak mümkün olamaz. Cebri tescil istemi,  ayni değil, kişisel bir haktır. Geçersiz sözleşmeye dayanarak tescil talebinde  bulunan kimsenin bu davasının kabul edilebilmesi, dava açılmadan veya tescil  kararı verilmeden önce taşınmazın mülkiyetinin üçüncü şahsa geçmemiş bulunması  şartına da bağlıdır. Başka bir anlatımla, kural olarak ifa ( tescil ) davası  geçersiz sözleşmenin tarafları arasında rüyet edilecektir. Tapu sicilindeki  kayda güvenen iyi niyetli üçüncü şahsa tescil kararından önce taşınmazın  mülkiyeti geçirilmiş ise elbette geçersiz sözleşmeye dayanan kişi olarak satın  alanın tescil isteminin de yasal dayanağı kalmaz ( MK. md. 931 ).  
 Görüşmeler sırasında içtihadı birleştirmenin olumlu yönde çözümlenmesi  halinde M. K. nun 917. maddesinin uygulanmasında büyük uyuşmazlıklara neden  olunacağı, yabancıların taşınmaz edinmelerinin yeterince takibinin engelleneceği,  icra hukuku bakımından tereddüt ve ihtilaflara yol açılacağı da ileri sürülmüşse  de bütün bu sorunların içtihadı birleştirme ile varılan sonuçtan  kaynaklanamıyacağı gerçeği ortadadır.  
 SONUÇ : Tapuda kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetin devir borcu doğuran  ve ancak yasanın öngördüğü biçim koşullarına uygun olarak yapılmadığından  geçersiz bulunan sözleşmeye dayanılarak açılan bir cebri tescil davasının kural  olarak kabul edilmeyeceğine; bununla beraber Kat Mülkiyeti Kanununa tabi olmak  üzere yapımına başlanılan taşınmazdan bağımsız bölüm satımına ilişkin geçerli  bir sözleşme olmadan tarafların bağımsız bölüm satımında anlaşarak alıcının tüm  borçlarını eda etmesi ve satıcının da bağımsız bölümü teslim ederek alıcının onu  malik gibi kullanmasına rağmen satıcının tapuda mülkiyetin devrine yanaşmaması  hallerinde; olayın özelliğine göre hakimin M. K. nun 2. maddesini gözeterek  açılan tescil davasını kabul edebileceğine ilk iki toplantıda üçte iki çoğunluk  sağlanamadığından 30.9.1988 günlü üçüncü toplantıda salt çoğunlukla karar  verildi.  
 Bu karar hukuki tartışmada kullanılmak üzere Kazancı yayınlarından alınmıştır. 
  
     | 
        
         | 
       
      
        
          | 
        
         | 
        
          | 
       
     
     | 
   
  
		
	
	
    
  
		
		
		
				
		
	
	 |