07-09-2006, 15:41 | #1 |
|
Ders alınacak öyküler 1
Ewan 22 yasina o sene basmisti, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanin asaletini tasiyordu. 10 gün sonra Kore'deki bir savasa katilmak üzere Ingiltere'den ayrilacakti, hiç birseyden korkmuyordu ama duygusalligi nedeniyle, ülkesinden ayrilma fikri zor geliyordu ona.
"Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardi arkasina yazilmaya baslandi. Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açiyorlardi. 2 sene bu sekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmis, her mektuptan ayri tatlar almislardi. Ewan'in ülkeye geri dönme zamani gelmisti, son mektubunda Holly'i görmek istedigini yazdi. "Ancak seni taniyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen" diye ekledi. Holly bulusmayi kabul etti fakat resmi göndermedi. "Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz degil mi? Yakama kirmizi bir çiçek takacagim." dedi. Günler birbirini kovaladi ve Ewan ülkeye döndü. Trenden indigi ilk anda gözleri Holly'i aradi. Bir müddet bakindi, sonra kalabaligin arasindan simdiye dek gördügü en güzel kadin belirdi. Uzunboylu, çok güzel vücutlu, uzun sari saçli, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhtesem bir kadindi. Kadina dogru bir adim atti, ama yakasinda hiç birsey yoktu. Kadin gözlerine bakti ve "Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?" diye sordu. Tam o sirada güzel kadinin omuzunun üzerinden, yakasinda kirmizi çiçek olan kadini gördü. Kisa boylu, sisman sayilacak kiloda, gri kisa saçli, tozlu uzun pardisesü ve kalin bilekleriyle öylece duruyordu. Ewan saskindi, az önce hayatinda gördügü en güzel kadindan bir teklif almisti ancak karsisinda da yüregine asik oldugu kadin duruyordu. Kendini toparladi ve yanindan geçen dünyalar güzeli kadina aldirmadan ilerledi. Elinde Holly'le birbirlerini tanimalarini saglayan kitap vardi. Elini uzatti, "Merhaba Holly" dedi gözlerinin içi gülerek. "Pardon" dedi kadin."Ben Holly degilim. Az önce buradan geçen sari saçli mavi elbiseli bayan yakama bu çiçegi takti ve bunun hayatinin sinavi oldugunu söyledi. Sizi garin çikisindaki cafe'de bekliyormuş. |
13-09-2006, 21:15 | #2 |
|
Ders alınacak öykü 2
Yaşlı bir marangozun emeklilik zamanı gelmişti. Patronu olan mutahide, artık işten ayrılmak istediğinden bahsetti. Mutahid bu iyi adamın ayrılmasına çok üzüldü. Ve ondan son bir ev daha inşa ettikten sonra işi bırakmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe başladı ama çok isteksizdi. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzemeler kullandı. Evi bitirdikten sonra eve bakmaya gelen patronu dış kapının anahtarını marangoza uzattı. Ve “Artık bu ev senin” dedi. “sana benden hediye”
Marangoz öylesine şaşırmış ve utanmıştı ki…. İçinden, “keşke yaptığım evin kendi evim olduğunu bilseydim! Diye geçiriyordu. “Hayat bir kendin yap tasarımıdır” demiş biri. Bu günkü davranış ve seçimlerimiz yarın yaşayacağımız evi kurar. |
13-09-2006, 21:36 | #3 |
|
Ders alınacak öykü 3////
Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin baş ağrısı artarak sürer.Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya baslar.Başka doktorlar çağrılır... Osman Efendi Uşak'ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul'a götürmeye karar verirler. İstanbul'da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih'e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır. Sonuç: Osman Efendiye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp "dinlenmesi", daha doğrusu son günlerini -evinde- geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. "Kader" denilir, Uşak'a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar. Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi Berber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber Mehmet bir an düşünür. "Beyim?" der, "Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın" Bir bakar, "Hah işte der. "Kıl dönmüş." Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.
BU YAZIDAN ÇIKARTILACAK SONUÇLAR : 1. Vergiden turizme, sosyal güvenlikten adalet reformuna kadar Berber Mehmet efendilerin fikirleri var, dinlemek gerek. 2. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur. 3. Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir. |
13-09-2006, 21:39 | #4 |
|
Yeni bir ders alınacak öykü 4 ___
Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe basında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki. İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti.
Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titresen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı. Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar. Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir TEBESSÜMSÜN sonucuydu. |
13-09-2006, 22:42 | #5 |
|
teşekkürler
|
14-09-2006, 09:56 | #6 |
|
Ders alınacak öykü 5(Bu böyle gider)
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.
Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. "Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan işte demiş ermiş, 'kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima. |
15-09-2006, 14:42 | #7 |
|
ankara7406 ya tebrikler gerçekten çok hoş şeyler döktürmüşsün ağzına sağlık
|
15-09-2006, 18:01 | #8 | |||||||||||||||||||
|
Ders alınacak öykü 6
Buraya koyduğunm hikayeleri benim de bir yerlerden aldığımı belirterek yine bir yerde okuduğum hikayelerden birini paylaşmak istedim. Bu hukukçularla ilgili:
|
15-09-2006, 19:22 | #9 |
|
çok güzeldi saol
|
15-09-2006, 20:24 | #10 |
|
ben böyle bişey duymadım.gerçekten çok güzel.diyecek fazla sözüm yok.teşe. teşekkürler.
|
16-09-2006, 14:07 | #11 |
|
Ders alınacak öykü 7
Aşkın Hikayesi
Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış: Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil. Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar.Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.Ada neredeyse battığı zaman, Aşk yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde, geçmekteymiş.Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş.Zenginlik, "Hayır, alamam.Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş. "Kibir, lütfen bana yardım et!", Kibir "Sana yardım edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş. Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim." Üzüntü "Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var." Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk'ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş. "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi'ye sormuş: "Bana yardım eden kimdi?" Bilgi "O, Zaman'dı" diye cevap vermiş. "Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk. Bilgi gülümsemiş: "Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir" |
16-09-2006, 14:24 | #12 |
|
Ders alınacak öykü 8
Buraya gerçekten faydalı olacak hikayeleri koyuyorum. Ben bu hikayeleri okurken huzurlu oluyorum. Ve gerçekten çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Başkalarının da faydalanmasını istiyorum.
İşte bir yenisi: Acele Karar Vermeyin ( Yazar: Lao Tzu) Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor." Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış: "Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz." |
16-09-2006, 15:38 | #13 |
|
Dikkat üzerine.
Bir yazı da benden olsun istedim.Bu rahmetli babamın bana İstanbul Eminönünde anlattığı bir hikayeydi.
İnsan kaynakları konusunda uzman bir genel müdür ,firmaya yardımcı eleman aramaktaydı.Gelen müracatlar arasında bir tercih yapabilmek için kılık kıyafet,fizik yada dialoglardaki maharetten çok,işgücü ve dikkat üzerindeki DETAYlardan emin olmak istiyordu.Çünkü işleri ,sevkiyat ve kalite dengeleri üzerinde durmaktaydı. Tam bunları düşünerek işin içinden nasıl çıkacağını düşünürken,tam işyerinin önündeki kavşaktan acı bir fren sesi ve çığlıkların geldiği duyuldu. Müdür ,iş müracatı için sıraya giren adaylara dönerek: -LÜTFEN CADDEYE GİDEREK DIŞARIDA NELER CERYAN ETTİĞİ HAKKINDA BİLGİ GETİRİNİZ BANA. Tüm elemanlar acele ile caddeye çıkarak,olay mahalline giderek , kendilerince yorumlar yaptılar. Hiçbiri tatmin edici değildi. İçlerinden orta yaşta olanı cebinden bir ajanda çıkararak anlatmaya başladı. -Beyefendi,işyerinizin iki sokak altındaki levent kavşağında,34.......plakalı sarı renkli ....markalı özel bir araç ile //.....plakalı,.... markalı siyah ,tiçari plakalı bir araç kavşakta karşılaşmış,kazada ölen ya da yaralanan olmamasına rağmen özel araçta büyük hasar tesbit edimiştir. Bütün olaylar trafik tutanaklarınca şahitler aracılığı ile kayıtlara geçirilmiştir. Billginize sunarım ,saygılar. der ve iki adım geriye çıkarak saygı ile bekler yan odada, gelecek kararı. Müdür nazikçe elini uzatır ve dikkat ve işinize duyduğunuz hassasiyetinizden dolayı işe alındınız beyefendi,yarın 8 de işinizin başında olabilirsiniz,diyerek yanıtlar, işine saygılı,baktığını gören adamı. |
16-09-2006, 22:42 | #14 |
|
GerÇekten Çok GÜzel ÖykÜler Bunlar İnsanin Almasi Gereken Çok Ders Var Bu Hİkayelerden Çok Etkİlendİm DoĞrusu TeŞekkÜr Ederİm ArkadaŞlar.......
|
16-09-2006, 23:05 | #15 |
|
önemli olan bunlardan gerçek anlamda ders alabilbek.....
|
16-09-2006, 23:09 | #16 |
|
sanırım av.demir arkadaşımız aramıza yeni katılmış..öncelikle kendisine hoşgeldin diyorum...elbette bize katacağı çok şey olduğundan kesinlikle şüphem yok..bu yüzden kendisinden yararlanabilme fırsatını bizden esirgememesini talep ediyorum...umarım bizi kırmaz....
|
18-09-2006, 22:00 | #17 |
|
Selam! Artık okul başladığı için sanırım bu güzel hikayeler biraz seyrek olacak. Okulların açılmaya başlaması sebebiyle gördüğüm bir karikatürü paylaşmak istedim bu sefer.
Herkese selamlar :-))) |
29-09-2006, 09:29 | #18 |
|
New York`tan Los Angeles`e giden ucakta cingoz bir avukat ile
sarisin aptal gorunuslu bir hanim yanyana oturuyorlar. Avukat hem hanimla yakinlasmak hem de hosca vakit gecirmek icin bir oyun teklif ediyor. Kabul gorunce oyunu anlatiyor: -Size bir soru soracagim, cevabi bilemezseniz bana 5 dolar vereceksiniz, sonra siz soracaksiniz bilemezsem ben size 50 dolar verecegim. Ve ilk soruyu soruyor: -Ay ile dunya arasindaki uzaklik ne kadardir? Kadin tek soz soylemeden cantasindan 5 dolar cikarip adama uzatmis. Soru sorma sirasi sarisina gelmis: -Tepeye 3 ayakla tirmanip 4 ayakla asagi inen sey nedir? Adam dakikalarca dusunmus... Yaniti bulamamis... Cuzdanindan 50 dolar cikarip kadina uzatmis. Kadin parayi kibarca alip cantasina koyarken avukat merakla sormus: -Cevap ne? Kadin tek kelime etmeden cantasini acmis ve 5 dolar cikarip adama uzatmis. |
20-03-2008, 15:00 | #19 |
|
ya insanlar unutursa?
Biri olmadan, öbürü olmazmış. Bu böylece yazılsınmış.
Bir Rus köyü'nde iki balık yaşarmış. Biri turuncu ve İri, öbürü korkak ve İnce. Bütün çiftler de böyledir biraz düşününce. İri sormuş birgün. 'Madem bütün bu denizler birbirine bağlı, niye biz seninle sadece bu kıyıdan ötekine yüzüp duruyoruz? Kendimizi bir akıntıya bıraksak, yeni sularda yüzsek, başka balıklar yesek daha mutlu olmaz mıydık?' Hak verdi İnce. İnceliğinden sırf. Çünkü onun mutluluğu için, İri ve o kıyı yeterlidir. Gerisi hava su değişikliğidir ki, insan bundan beslenemez. Balıklar hiç... Katıldı yine de, düştü İri'nin peşine. Akıntıya bıraktı kendini. Bunlar beraberce, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını geçtiler. Geçerken eğlendiler. Fakat bir balıkçı, akşam yavrularına balık götürmek için suya ağ atmıştı. Ve bizimkiler farkına varmadan bu ağa takıldılar. Daha doğrusu İri takıldı. İri ya. İnce de sıyrılıp çıktı. İnce ya, bırakıp gitmedi. Hem inceydi hem aşık. Kemirip ağları, kurtardı İri'yi. 'E, tabi, ben bu ağlara takılacak kadar güçlü kuvvetli değilim, eriyip gidecek gibiyim' diyerek, onun gururunu da okşadı. Aşkta, en yanlış şeyler bile mantıklı gelir insana. Tabi balıklara da... Çünkü aşk, suyun içinde de aşktır. Derken, bizimkiler soğuk denizlere kavuştular. Fakat İnce, alışık değildi bu serin sulara ve hastalandı. Pulları dökülüyordu hergün ve gün geçtikçe daha da yavaşladı. Hatta durdu birgün. Atlantiğin ortasında. Ya döneceklerdi ve İnce kurtulacaktı. Ya da tek bedene düşeceklerdi. Çünkü herkesin Küba'ya kadar yüzecek nefesi kalmayabilir. Hele hastaysa. İri, Küba'ya gitmeyi seçmeden önce, biraz düşündü. O düşündüğü süre kadardı sevgisi, ki o da çok sayılmazdı. En başta sıkılan oydu köyün kıyısından. Demek aslında gitmek istiyordu İnce'sinin yanından. Ama bizimki bu durumu anlamadı. Ve onunla Küba'ya varmak için son çabalarla yüzdü. İnsan, sevdiğiyle geçen zamana doyamadığı kadar aşıktır. Balıklar da... 'İki dakika daha beraber yüzmek, tek başına sağlığına kavuşmaktan iyidir' bile dedirtir aşk insana. Dedirttiği gibi İnce'ye. İki dakika kadar yüzdü ve öldü. Yukarı doğru çıkarken zayıf gövdesi, kılçıklarına kadar mutluydu ve gülüyordu. Koca bir balina onu yuttu, bunu da biliyordu. İri, tek kaldı ama, suyun ucunda Küba vardı. Var gücüyle yüzdü. İnce'yi unuttu. İnce'yi unuttuğu kötü oldu. Çünkü onlar birbirlerine 5 saniyede bir, nereye gittiklerini hatırlatıyorlardı ve şimdi 10 saniye geçmişti ve katiyen hatırlamıyordu. Ne İnce'yi, ne Küba'yı ne de adının İri olduğunu. İnsana adını başkaları hatırlatır, balıklara da... O yüzden kayboldu derin sularında Atlantiğin. Ve koca bir balina onu da yuttu. Fakat mucize bu ya, balinanın midesinde İnce'yi buldu. Meğer onları yutan aynı balinaymış, İnce ölmemişmiş, tam tersi midenin sıcaklığında dirilmişmiş. Ama oradan çıkarsa ölecek. İri de oradan giderse, nereye gittiğini ve adını unutucak. O yüzden, artık ikisi de buradalar. Ne fark eder. İnsana sevdiğinin yanı cennettir. Sevmeden hiçbir şeyin tadı olmadığını, bu hikayeyi bilen bütün balıklar bilir. Ya insanlar? (alıntı) |
20-03-2008, 15:29 | #20 |
|
Ben bu öyküyü bir yerde okumuştum daha önce ama nerde okuduğumu hatırlayamadım.. yazarının kim olduğunu da söyleyebilir misiniz?
|
20-03-2008, 15:32 | #21 | |||||||||||||||||||||||
|
bunu bana bir arkadaşım yollamıştı yazarını bilmiyorum umarım beğenmişsinizdir saygılar |
20-03-2008, 20:29 | #22 |
|
Kitap okumanın ...
Kütüphaneden alınan ve altı çizili satırlardan yola çıkılarak ortak yönleri olan bir arkadaşlık başlangıcının ilk adımları için en temel mesaj bence kitap okuma sonrası ise onun yani kitabın kazandırdığı güzellikleri bu şekilde değerlendirmek..Ewan gerekeni yapmış..
Paylaşımınız için teşekkürler... |
13-10-2008, 13:31 | #23 |
|
Sevgiyi Hakedecek insanı bulmak
Geçen gün arkadaşımdan gelen bir maildi adı üstünde sadece bir öykü..... Yine de paylaşmak istedim.
>Kadin her sabah oldugu gibi o gün de beyaz >degnegi ve el yordami ile otobüse binmisti. >soför: -Soldan üçüncü sira bos hanimefendi, dedi. > >Kadin 32 yasinda güzel bir bayandi ve esi >oldukça yakisikli bir deniz subayi idi. Bundan bir kaç ay önce yanlis >bir teshis sonucu gerçeklestirilen ameliyatla >gözlerini kaybetmisti genç kadin ve asla göremeyecekti. >Kocasi ameliyattan sonra aci gerçegi ögrenince >yikilmis ve kendi kendine bir söz vermisti. Asla karisini yalniz >birakmayacak, ona sonuna kadar destek olacak, >kendi ayaklari üzerinde durana kadar cesaret >verecekti. Günler geçiyordu. Kadin her geçen >gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdigi >kocasina yük oldugunu düsünüyordu. Esinin bu >içine kapanik, karamsar hali kocayi çok üzüyordu. >Bir an önce bir seyler yapmasi gerekiyordu, >karisi günden güne kendi içine kapanik dünyasinda >kayboluyordu. Bütün gün düsündü koca, nasil >yardim edebilirim güzeller güzeli esime diye. > >Birden aklina esinin eski isi geldi. Geri >dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasil >söyleyecekti, çünkü artik çok kirilgan ve nesesizdi. >Bütün cesaretini toplayarak aksam karisina >konuyu açti. Karisi dehsetle gözlerini açti: >-Ben bunu nasil yaparim ben körüm, diye bagirdi. >Kocasi ona destek olacagini, her sabah kendisinin ise birakacagini >ve aksamlari da is çikisinda alacagini ve ona çok güvendigini söyledi. >Çünkü esini taniyordu ve bunu basarabilecegini >biliyordu. Kadin büyük bir umutsuzlukla kabul >etti çünkü esini çok seviyordu ve onu kirmak >istemiyordu. Her sabah esini isine birakiyor ve >aksamlari da aliyordu fedakar koca. Günler böyle >ilerledi, karisi eskisinden biraz daha >iyiydi. Fakat kocasi daha fazlasini istiyordu, >kendisine söz vermisti sonuna kadar gidecekti. Aksam karisina: >-Artik ise kendin gidip gelmelisin, dedi. Kadin >sasirmisti. Bunu asla yapamayacagini söyledi. Kocasi ısrar edince >onu yine kiramadi ve bütün cesaretini topladi. >Bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu. >Sabahlari kadin artik otobüs duragina kendisi >gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek >isine gidebiliyordu. Günler günleri kovaladi, >hiç bir problem yoktu. Yine bir gün otobüse binerken, soför: >- Sizi kiskaniyorum, hanimefendi dedi. Kadin >kendisine söylenip söylenmedigini anlayamadan, neden diye >sordu. Soför: >- Çünkü her sabah sizin arkanizdan genç bir >deniz subayi otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi >ile size bakiyor, otobüsten indikten sonra yesil >isikta yolun karsisina geçmenizi bekliyor siz >binaya girdikten sonra arkanizdan öpücük >yollayip size her gün sevgiyle el salliyor, dedi. > > >HERKESIN BU KADAR SEVMESI VE SEVILMESI, HEPSINDEN DE ÖNEMLISI BÖYLE >BIR SEVGIYI HAK EDECEK INSANI BULMASI DILEGIYLE |
29-06-2011, 22:30 | #24 |
|
Biz de öykü çoook!
Millet olarak çok öykümüz var ama ibret alıp da yaşayan çok çok az.
Ele veriririz talkını kendimiz yutarız salkımı. Bu tür öyküleri çok dinledim, çok okudum. Artık karnım tok bu tür hikâyelere. Vardığım sonuç şu: Büyük bir arzu ve temenniden küçük bir iyilik üstündür. |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
TÜFE'de esas alınacak oran | av.zuhala | Meslektaşların Soruları | 7 | 15-01-2009 11:38 |
Hukuk Eğitiminden Alınacak En Önemli Ders! | neu_lawyer | Hukuk Lisans Eğitimi | 42 | 21-07-2007 22:06 |
ÖykÜ / Mektup | güler ataş | Yazdıklarımız - Yazdıklarınız. | 2 | 25-09-2006 17:46 |
küçük bir öykü | Merhaba | Site Lokali | 7 | 12-04-2006 09:48 |
26 Ekim 2007' de Saatler Geri Alınacak | Armağan Konyalı | Hukuk Haberleri | 0 | 12-10-2003 18:17 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |