| 
		 
			
			 
			
			
			
			
		 
			
				  
				
		
	  | 
	
	
		
			
			
				 
				Makale: tanzimat’tan Günümüze Kamu Reformu
			 
			 
			
		
		
		
		Sayın Kudret ULUSOY tarafından sitemize gönderilen makale:  
  
    
    
      
        
        
          
            
              | 
            
            Alıntı: | 
            
              | 
           
         
         | 
        
         | 
        
        
         | 
       
     
    
      
        | 
         | 
         | 
        
         | 
       
      
        | 
         | 
        
         
Tanzimat’tan günümüze kamu reformu 
 
Kudret ULUSOY 
UKİK Girişimi Koordinatörü 
Araştırmacı - Yazar 
 
	Ünlü Avusturyalı Diplomat ve Devlet Adamı Metternich 1800’lü yıllarda, 
Osmanlılara (*) “ Yönetim işlerinizi düzene koyunuz ve düzeltiniz. Lakin 
adetlerinize ve yaşayış tarzlarınıza uymayan bir idare usulü kurmak için 
eski idareyi yıkmayınız (....) Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve 
nizamınıza uymayan kanunları almayınız Çünkü; Batının kanunları, 
hükümetinizin temeli olan kanunların dayandığı usul ve kurallara kat-iyen 
benzemeyen kaideler üzerine kurulmuştur.” diye öğüt verirken; Aynı 
zamanda İngilizler tarafından, Kavalalı Mehmet Ali Paşa tehdidi 
kullanılarak imzalatılan ve Osmanlının ekonomik bağımsızlığını yok ederek 
çöküşünü hızlandıran 1838 Ticaret Anlaşmasının, sorunsuz ve daha etkin 
bir şekilde uygulatılmasını sağlamak amacıyla bir reform metni 
hazırlanarak o sırada İngiltere’de bulunan Mustafa Reşit Paşaya 12 
Ağustos 1839 tarihinde elden verilir. Daha sonra bu metin genişletilerek 
3 Kasım 1839 tarihinde Tanzimat Fermanı adıyla Mustafa Reşit Paşa 
tarafından bizzat padişahın ve yabancı temsilcilerin önünde okunarak ilan 
edilir. Artık sıra 1838 Ticaret Anlaşmasının meyvelerini toplamaya gelir. 
 
İşte bu meyvelerin toplanmasında söz konusu fermanda sözü edilen kamu 
reformu önemli bir yer tutar. Çünkü; reformların, merkezi idarenin 
taşradaki temsilcisi durumunda bulunan Valilerle uygulanması mümkün 
değildir. Zira; kamu reformu, merkezi idarenin taşra üzerindeki denetim ve 
otoritesini azaltan ve bazı görev ve yetkilerin taşraya aktarılmasını 
sağlayan hükümler içermesi yanında, Müslüman - Türk ahalinin çoğunlukta 
olduğu eyaletlerde azınlıklara yeni imtiyazlar verilmesi, Müslüman –Türk 
ahalinin azınlıkta bulunduğu eyaletlerin de merkezden koparılması (adem-i 
merkeziyet) amacını taşır. 
 
	Öte yandan, Tanzimat Fermanının tepki çekmemesi ve halka benimsetilmesi 
için de;(**) “Allah’a güvenerek ve Peygamberin ruhunun yardımcı olacağına 
inanarak bundan böyle ulu devletin ve Osmanlı ülkesinin iyi yönetimi 
konusunda bazı yeni kanunların çıkarılması ve kurumlaştırılması gerekli 
ve önemli görülerek (....)” şeklinde dini kutsal motifler kullanılır. 
 
Öngörülen kamu reformunda, merkezi idarenin taşradaki temsilcisi durumunda 
bulunan Valilerin yetkilerine önemli kısıtlamalar getirilmesi, ülkenin 
içişleri olmaktan çıkar, batılı büyük devletlerin  kendi uyruklarıyla, Rum 
ve Ermeni simsarlara daha geniş bir hareket serbestisi ve git gide artan 
müdahale imkanı yaratan bir boyuta ulaşır. Böylece daha önce İzmir ve 
İstanbul gibi büyük Vilayetlerde bulunan yabancı konsolosluklar 
Anadolu’nun diğer şehirlerine yayılır ve peş peşe konsolosluklar açılır. 
İngiliz Konsolos Yardımcısı Suter İzmir’e yaptığı bir seyahatten sonra 5 
Ocak 1840’da;” mülkiyet güvenliği konusunda öylesine mahremiyet 
sağlanmıştı ki, ülkenin bir çok yerinde azınlıklar özellikle Rumlar 
tarafından arazi spekülasyonu yapıldığını, hatta bir çok Rum’un 
Yunanistan’dan Anadolu’ya göç ettiğini” söyler. Osmanlı bürokrasisinin 
merkeziyetçi teşebbüsüne karşı olan bu reformlar, Batılı emperyalistler 
tarafından her ne kadar desteklenir görünse de, esasen kendini yenilemiş, 
sanayileşmiş güçlü bir Osmanlı İmparatorluğundan korkulur. Bu nedenle, söz 
konusu reformların uygulanması; Batılıların çıkarıyla kesiştiği noktada 
Fermandaki çelişkili ifadelere dayanılarak engellenmeye çalışılır. 
 
	O yıllarda, her Vilayette Valiye yardımcı olmak üzere bir Vilayet 
Meclisleri oluşturulur. Hıristiyanların da eşit haklarla katıldıkları bu 
eşraf meclisinin amacı, valinin gördüğü işleri denetlemektir. Meclisin; 
sivil idare, maliye ve hukuk alanlarıyla ilgili işleri tartışmak, vergiyi 
tespit edip toplanmasını sağlamak, ayrıca Tanzimat Fermanının 
uygulanmasını gözetmek hakkı vardır. Böylece, Valiler bu meclise karşı 
sorumlu duruma gelir. Bir yerde İktidar taşradaki eşraf ve büyük arazi 
sahiplerinin eline geçer. Merkezi idare, Valilerin gücünü kırmak için 
Ayanların kudretinin yeniden dirilmesi tehlikesini göze alır. Aslında 
merkezi idarenin taşrada iki hasmı vardır. Bu hasımlarına karşı tek 
silahı onları birbirine karşı kullanmaktır. Taşra idaresini yeniden 
düzenlemek için bir biri ardına çıkarılan kanunlar; azınlıklara verilen 
imtiyazlar bir tarafa bırakılırsa, bu tekrar tekrar tartışma haline gelen 
Valiler ile Eşraf arasındaki nazik dengenin sonucu olacaktır. Mustafa 
Reşit Paşa’nın görevden alınmasıyla sekteye uğrayan reformlar, 1845 
yılında Mustafa Reşit Paşanın yeniden göreve gelmesiyle tekrar hızlanır. 
1846 yılında devlet memurlarının görev, yetki ve sorumluluklarını 
belirleyen yönetmelikler çıkarılır. 1852’de ilk İdare Meclislerinin 
yetkilerini tespit eden ilk Vilayetler Kanunu (Vilayetler Nizamnamesi) 
çıkarılır. Vilayetlerin yeniden örgütlenmesi eşrafa ilk defa siyasi güç 
sağlar. 
 
Büyük devletler tarafından bazı eyaletlerin özerkliğine doğru bir adım 
olarak tasarlanan ve Bab-ı Ali ye zorla kabul ettirilen merkezden 
kopmacılık; Osmanlı Devleti tarafından imtiyazlı konumlara elverebilecek 
özel durumları bertaraf etmeyi amaç edinen siyasal bir tedbir olarak tüm 
vilayetlere uygulanır.  Böylece bu alandaki reformdan gerçekte yararlanan 
Müslüman- Türk eşrafla, azınlıklar olur. Eşrafın, Vilayet meclisine 
giderek el koyması; eşrafa, valileri denetlemek, hiç değilse onları 
işbirliğine zorlama imkanını tanır. Yeni düzenlemeyle birlikte, Valilik 
görevi İstanbul’daki merkezi idare için birer sürgün yeri olup çıkar. İşte 
bütün bunlar, Valileri; gözden düştükleri dönemi suya sabuna  dokunmadan 
geçirmek amacıyla eşraf önünde silikleşmeye yöneltir. Valiler, merkezi 
hükümetin her uyarmasına karşı “Tanzimat Fermanıyla ellerinin ve  
kollarının bağlı olduğunu” ifade ederler.  Böylece, Valilerden değil, 
eşraftan çekinir hale gelen merkezi idare; (saray) 1852 yılından sonra 
tekrar Valilere vilayet görevi üzerinde daha çok yetki taşıyan ve onların 
çeşitli idari bölümleri daha rahatlıkla denetim altında bulundurmalarını 
sağlayan bir ferman çıkarılmasını sağlar. 
 
 	Uygulamada, Kanun koyucu tarafından, vilayet meclislerine temsili sistem 
görüntüsü verilmek amacıyla istenmeyen kişilerin seçilmesinin önlenmesi 
yönünde tedbirler alınırsa da, uzun vadede, Vilayet Meclislerine kişiler 
değil, temsil edilen sınıflar ve çıkar gurupları egemen olur. Böylece 
meclislerin yaygınlaştırılmasıyla eşraf ve büyük arazi sahipleri siyasal 
oyunun içine girerler. Yine Vilayet Genel Meclisleri, iyi Valilerin 
icraatına köstek olurken, kötülerle işbirliğine girer. Her vilayetteki 
meclisin bölgedeki büyük arazi sahiplerden oluşmasıyla, o vilayetteki 
sömürü toplumunun idare meclisi olarak işlerlik kazandığı görülür.  
Merkezi idarenin çıkarlarını koruyan iyi bir vali genel meclisle 
çatışmaya girer, ya da tam tersi vilayet meclisi ile işbirliği yaparak 
bu defa sarayın gözünde kötü bir vali olur. Merkezden kopmacılık 
alanında büyük devletlerin gösterdiği övülmeye değer çabalar mükafatını 
görerek, Müslüman, Hıristiyan, Musevi eşraf eşit şartlarla el ele vermiş 
ırk ve din ayırımı gözetmeksizin Anadolu’daki köylülerin tümünü 
sömürmektedir. Yapılan bu düzenlemeler sonucu Fransızların baskısıyla 
Cebel-i Lübnan Vilayetine özel statü, Girit’in ayaklanması nedeniylede 
buraya önemli imtiyazlar verilerek daha sonra ayrılmasına yol açılır. 
 
	1856 yılında, hem batılı güçlerin dolayısıyla azınlıkların, hem de 
eşrafın özlemi olan merkezden kopma (adem-i merkeziyet) sorunu iki ayrı 
biçimde ortaya konur. Ya Valilerin, ya da Vilayet Meclislerinin (eşraf) 
gücünün artırılması. Saray;  tabi ki birinciyi seçer.  1858 tarihli bir 
kararname ile Valiler, devletin yetki alanına giren bütün işlerde Merkezi 
Hükümetin mahalli temsilcisi kılınarak  onlara taşradaki devlete bağlı 
görevliler hiyerarşisi üzerinde daha geniş  bir yetki ve sorumluluk 
tanır. Merkezi İdare tarafından merkezden kopmacılığa karşı bir tedbir 
olarak yeni mülki taksimata gidilerek eyaletler daha küçük valiliklere, 
valilikler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar da köylere bölünür. 
Vilayetlerle ilgili tüm kararnameler bir araya getirilerek 1864 ve 1867 
tarihli iki Vilayetler Kanunu daha çıkarılır. 
 
	Günümüze gelince; Merkezi idare ile taşra yönetiminin bu günkü deyimle 
yerinden yönetimin çelişkileri, Cumhuriyet dönemi boyunca merkezi 
yönetimin lehine devam eder. Ancak, Emperyalizmin temsilcisi IMF ile 
fiilen ilişkiye girildiği 1980’li yıllardan itibaren, yerinden yönetimin 
merkezi idare üzerindeki etki ve baskısı hızla artar ve reform tasarıları 
peş peşe gelmeye başlar. Merkezi idarenin yeniden yapılandırılması ve 
yerinden yönetim üzerindeki denetiminin kaldırılması denenirse de 
başarılı olamaz. Özellikle 1999 yılından sonra IMF’ye verilen Niyet 
Mektuplarında sürekli olarak bir kamu reformundan söz edilir. Nihayet bu 
günkü Kamu Reformu Yasa Tasarısına kadar gelinir. Metternich’in bundan 
160 yıl önce 1840’larda ifade ettiği gibi ülkemizde gerçekten yapılması 
gereken reformlar, kendi ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yapımıza 
göre değil, ne yazık ki yine yabancılara verilen sözlerle yerine 
getirilmeye çalışılır. Merkezi idare ile taşra yönetimi bir kez daha 
karşı karşıya gelir. Bu defa taşra yönetimi öne geçer. Oysa yapılması 
gereken reformda; merkezi idare ile yerinden yönetim arasındaki dengenin 
bozulmaması, merkezi idarenin varlık sebebi olan denetimin kesinlikle 
zaafa uğratılmaması gerekir. Özellikle merkezi idarenin taşradaki 
temsilcisi durumunda bulanan valilerin görev yetki ve sorumluluklarına 
sınırlama getirilmemeli, yerinden yönetimin gölgesinde bırakılmamalıdır. 
Zira: tarihteki örneklerinden de görüleceği üzere, denge yerinden 
yönetimin lehine bozulduğu takdirde; çok geniş yetki ve sorumluluklarla 
donanmış bir yerinden yönetimin bir süre sonra merkezi idarenin karşısına 
 geçeceği, halk iradesinin temsili yönünde yeni tartışma ve çatışmalara 
yol açacağı ve önce özerklik daha sonra bağımsızlık isteneceği 
unutulmamalıdır. Mevcut kamu ve yerel yönetim sisteminin temeli nasıl 
150-160 yıl önce atılmış ve uygulamada bir çok çelişkilere ve çatışmalara 
neden olmuş, ayrıca batı emperyalizminin Anadolu’nun derinliklerine kadar 
sızmasına neden olmuşsa, bugünkü yasa da aynı şekilde gelecek 150-200 
yılı etkileyeceğinden, Kamu Reformu Temel Yasası; Batının övgüsünden 
ziyade, toplumun tüm kesimlerinin yazılı mutabakatı aranarak çıkarılması 
daha yararlı olacaktır. 
 
	(*) StfanosYersimos- Az Gelişmiş Sürecindeki Türkiye Cilt:II Sh:50 
	(**)age. Cilt:II Sh:45 
 
 | 
        
         | 
       
      
        
          | 
        
         | 
        
          | 
       
     
     | 
   
  
		
	 
 
	
    
  
		
		
		
				
		
	
	 |