Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Esas: 2003/13-787, Karar: 2003/774 İçtihat

Üyemizin Özeti
Haksız fiilde ve sebepsiz zenginleşmede temerrüt için ihtarın gerekmediği yolunda açık bir yasa hükmü yoktur. Ancak müşterek hukukun "Gaspeden daima temerrüt halindedir" şeklindeki genel ilkesi, günümüzde de uygulama yerine sahiptir. Bu ilkeye göre, haksız fiilin faili ve sebepsiz zenginleşen daima temerrüt halinde bulunduğu için, zaten gerçekleşmiş olan temerrüdü sağlamak üzere alacaklının bunlara ayrıca bir ihtarda bulunması gerekmez.

Haksız fiilden doğan tazminat borçlarında, temerrüdün haksız fiil tarihinde kendiliğinden gerçekleşeceği konusunda öğreti ve Yargıtay'ın kararlılık kazanmış uygulaması birbirine paralel olduğu halde; sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan iade borcunda temerrüdün ihtar gerekmeksizin zenginleşme tarihi itibariyle oluşacağına dair öğretideki görüşün Yargıtay uygulamasında genel bir kabul görmediği; Yargıtay'ın bazı Dairelerinin, sebepsiz zenginleşmede dahi borçlu temerrüdünün gerçekleştiğinin kabul edilebilmesi için alacaklının ihtarının varlığını aradığı; buna karşılık, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve diğer bazı dairelerinin öğretiye paralel olarak, bu gibi hallerde ihtar gerekmeksizin zenginleşme tarihinde temerrüdün gerçekleşeceğini kabul ettikleri görülmektedir.

Şu da belirtilmelidir ki; tıpkı tersini öngören bir yasal düzenlemenin bulunmaması gibi, sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan iade borcunda temerrüt için ayrıca alacaklı ihtarının aranması gereğini düzenleyen bir yasa hükmü de yoktur. Dolayısıyla sorun, sebepsiz zenginleşme ve temerrüt kavramlarının hukuksal yapı ve nitelikleri, hukukun genel ilkeleri ve bilimsel görüşler çerçevesinde bir çözüme kavuşturulmalıdır.

Sebepsiz zenginleşmede geri verme borcunun kapsamına ilişkin yukarıda değinilen ilke ve kurallar, somut olayda iyiniyetli müktesip durumunda bulunduğu çekişmesiz olan davacının, hayatın olağan akışı içinde sebepsiz zenginleşmesine konu parayı elinde bulundurduğu süre içerisinde ondan sağlaması beklenen medeni semereleri davalıya vermekle yükümlü olduğunu ortaya koymaktadır.
(Karar Tarihi : 17.12.2003)
"Taraflar arasındaki "menfi tespit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa Asliye Birinci Hukuk Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 4.7.2002 gün ve 2002-25 E-590 K. sayılı kararın incelenmesi taraflar vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 26.5.2003 gün ve 2003/9905-11167 sayılı ilamı ile; (...Davacı, şuyulandırma işlemi sonunda 1274 parsel sayılı taşınmazda 130/4895 paya sahip olduğunu, bu taşınmaza idarece kamulaştırmasız el atılması üzerine, dava yolu ile payına düşen bedeli idareden aldığını, bir süre sonra şuyulandırma işleminde kendisine sehven pay verildiğinin anlaşılması sonucu, idarenin ödediği bedeli, ödeme tarihinden itibaren işletilen faizi ile birlikte geri istediğini, ilama bağlı olarak tahsil ettiği paranın tümünü iade ettiğini, kendisinden istenilen 8.730.940.268 TL temerrüt faizinin istenemeyeceğini belirterek borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacının 16.10.2001 tarihli davalı Belediyenin yazısına konu olan faiz borcundan dolayı 8.720.673.771 TL borçlu olduğunun tespitine karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Borçlar Kanunun 101/1. maddesi gereğince muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur. Davacı, sebepsiz zenginleşmeye konu olan ve tarafından ödendiği sabit olan 8.339.776.000 TL ana paranın ödetilmesi konusunda kendisine ihtar gönderilmek suretiyle temerrüde düşürülmediğinden davalı bu paranın davacıda kaldığı yaklaşık 21 aylık süre nedeniyle temerrüt faizi talep edemez. O halde davacı tarafından faiz nedeniyle borçlu olmadığının tespitine ilişkin açılan bu davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR :

Dava menfi tespit istemine ilişkindir.

Davacı vekili, B____ ili, N____ ilçesi, İ____ Mah., 529 parsel sayılı taşınmazda davacının 130/5400 payı varken, 1986 yılında yapılan şuyulandırma neticesinde, İ____ Mah. 9 pafta, 1174 Parselde 130/4895 payın davacı adına tescil olunduğunu; bu parsele davalı Belediye tarafından kamulaştırmasız el atılması üzerine, davacının tazminat davası açıp hükmedilen tazminatı aldığını; bir yıl sonra, Tapu Sicil Müdürlüğünden davacının telefonla aranarak, yanlışlıkla şuyulandırma neticesinde iki ayrı yere pay tescil edildiğinin, dava açılan parselin yanlış tescil edilmiş olduğunun, muvafakat vererek kaydı iptal ettirmesi gerektiğinin bildirildiğini, hatalı tescili bu şekilde öğrenen davacının davalıya başvurarak parayı iade etmek istediğini, ancak kendisinin de mağdur olduğunu bildirip, şuyulandırma ile adına tescil edilen diğer parselin de kamu alanı olması nedeni ile takas teklifinde bulunduğunu; takas talebinin davalıca kabul edilmediğini, ayrıca, temerrüt söz konusu değilken faiz talep edildiğini, emekli maaşından başka geliri olmayan davacının çocukları ve akrabalarının yardımı ile aldığı parayı davalı belediyeye geri ödediğini; oysa, davacının, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasını, şuyulandırma neticesi yapılan tescillere dayanarak, devletin ve idarenin yapmış olduğu işlemlerin doğru olduğu düşüncesiyle iyiniyetli olarak açtığını, şuyulandırma neticesi adına tescil edilen her iki yer de kamuya tahsis edildiği için, taşınmazından faydalanması gibi bir durumun da söz konusu olmadığını, tescilde yapılan yanlışlığın davacının kusurundan kaynaklanmadığını, tamamen idarenin bir hatası sonucu gerçekleştiğini, davalının talebi üzerine de temerrüde düşmeden parayı geri verdiğini, bu durumda, davacıdan temerrüt faizi istenilemeyeceğini ileri sürerek, davalının 16.10.2001 tarihli yazıyla talep ettiği 8.730.940.268 TL faiz borcunun bulunmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.

Davalı B____ Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili, Belediye Encümenince, davacıya mükerrer olarak ödenen 8.339.776.000 TL'nin yasal faiziyle tahsili yönünde 4.10.2001 tarihli kararın alındığını, davacının ana paranın tamamını ödediğini, ancak faiz ödemesi yapmadığını, davacıdan faiz istenilmesinin yasaya uygun bulunduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Yerel Mahkemece; davacı adına yanlışlıkla tescil edilen 1274 nolu parsele ilişkin kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davası sonucunda, ilama bağlı olarak davalı tarafından davacıya para ödenmesinin bir sebepsiz zenginleşme oluşturduğu; sebepsiz zenginleşenin, zenginleşmesinin tümünü geri vermesi gerektiği, iyiniyetli olmasının ve temerrüde düşmemesinin bu sonuca etkili bulunmadığı, dolayısıyla, davacının paranın kendi elinde kaldığı yaklaşık 21 aylık süre için davalıya faiz ödemek zorunda olduğu gerekçesiyle ve faiz tutarı yönünden alınan bilirkişi raporu benimsenmek suretiyle, davanın kısmen kabulüne, davacının davalıya 8.720.673.771 TL faiz borcu bulunduğunun tespitine karar verilmiş; hüküm Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulduktan sonra, Yerel Mahkeme gerekçesini tekrar edip genişleterek, önceki kararında direnmiştir.

Davacının 3.12.1986 tarihinde 529 parsel sayılı taşınmazdan pay satın aldığı halde, tescil işleminin yanlışlıkla 738 parsel nolu taşınmaz yönünden gerçekleştirildiği, 529 parselin 1987 yılında şuyulandırılması sırasında, payların tutmaması üzerine davacının satın aldığı payın tespit edilip adına tescil olunduğu, böylece hem gerçekte satın alınan 529 parseldeki payın ve hem de davacının satın almadığı 738 parseldeki payın kendisi adına tescil edildiği, hatalı tescile konu 738 nolu parselin de şuyulandırmaya tabi tutulduğu, bu işlem sonucunda davacı adına tescil olunan 1274 nolu parsele davalı Belediyece kamulaştırmasız el atılması üzerine, davacının kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı olarak 4.2.1999 günü açtığı tazminat davasının kabul ile sonuçlandığı, bu ilam uyarınca davalının davacıya 2.12.1999 - 3.4.2000 tarihleri arasında taksitler halinde toplam 8.339.320.000 TL ödediği; bilahare anılan hatalı tescilin ortaya çıkması ve durumun hem davacıya hem de davalıya bildirilmesi üzerine, davacının 2.5.2001 günlü dilekçeyle davalıya başvurarak, aldığı parayı geri vermek istediğini bildirip, bunun, takas ve gerekirse para ilavesi yoluyla yapılmasını istediği; davalı Belediyenin bu istemi kabul etmeyerek, 4.10.2001 günlü Encümen Kararı çerçevesinde ana paranın ve ayrıca bunun 31.10.2001 tarihine kadar işlemiş faizi 8.730.940.268 TL'nin tebliğden itibaren 15 gün içinde ödenmesi istemiyle davacıya 16.10.2001 günlü yazıyı gönderdiği; davacının aynı gün tebellüğ ettiği bu yazı üzerine 17.10.2001 günlü dilekçeyi vererek, iyiniyetinin göz önüne alınmasını, takas önerisinin kabulünü ve kendisinden faiz alınmamasını istediği, bu isteminin de davalı tarafından kabul edilmediği; 5.12.2001 günlü yazıyla, ana para ve faizin 15 gün içinde ödenmesinin davacıdan istenildiği, bu yazının davacıya 6.12.2001 günlü tebliğ edilmesinden sonra, davacının 14.12.2001 günlü dilekçeyle, faiz isteminin yasal dayanağı bulunmadığını, ödeyeceği paranın ana paraya sayılması ve faize yönelik ihtirazı kaydının saklı kalması şartıyla 7 milyar TL ödemeyi kabul ettiğini davalıya bildirip, aynı gün bu miktarı davalının veznesine yatırdığı, bilahare 28.12.2001 tarihinde 1.339.776.000 TL ödemek suretiyle, ilama dayalı olarak aldığı paranın tümünü davalıya geri verdiği toplanan delillerden anlaşılmaktadır.

Maddi olgunun açıklanan bu içeriği çekişme konusu da değildir.

Bozma ve direnme kararlarının gerekçe ve kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, adına tapuya kayıtlı taşınmaza davalı Belediyece kamulaştırmasız el atılmasından dolayı, mahkemece hükmedilen tazminatın davalı tarafından davacıya ödenmesinden sonra, el atmaya konu taşınmazın adına hataen tescil edilmiş olduğunun ortaya çıkması üzerine aldığı tazminatı davalıya iade eden davacının, paranın elinde kaldığı süre için bunun faizinden de sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davasının konusunu oluşturan taşınmaz payının davacı adına yanlışlıkla tescil edilmiş ve dolayısıyla, davacının aldığı tazminatın gerçekte maliki bulunmadığı bir taşınmaza ilişkin bulunması karşısında, davalı tarafından davacıya yapılan ilama bağlı ödemenin, davacı yönünden bir sebepsiz zenginleşme oluşturduğu açıktır.

Yine, davacının hatalı tescilden haberdar olduğu, hakkının bulunmadığını bilmesine rağmen anılan taşınmaz payıyla ilgili olarak kamulaştırmasız el atma hukuksal nedenine dayalı tazminat davası açtığı ve ilama bağlanan parayı davalıdan bu şekilde aldığı; böylece kötüniyetli olduğu hususu davalı tarafından iddia ve ispat edilmemiştir.

O halde, somut olayda davacının sebepsiz zenginleşmenin iyiniyetli olduğunun (davacının iyiniyetli müktesip durumunda bulunduğunun) kabulü gerekir.

Esasen, Yerel Mahkeme de, gerek bozulan ilk kararında ve gerekse direnme kararında, davacının iyiniyetle sebepsiz zenginleşen (iyiniyetli müktesip) durumunda olduğunu kabul etmiştir.

Bu noktada, önce sebepsiz zenginleşme kavramı üzerinde durulacaktır:

Bilindiği üzere, sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.

Borçlar Kanununun konuya ilişkin 61 ve ardından gelen maddelerindeki düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir.

Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır.

Sebepsiz zenginleşmeye konu şeyin, hakkın veya hizmetin zenginleşme (iktisap) tarihindeki miktar veya değeri; kısaca, sebepsiz zenginleşmenin miktarı, fakirleşen tarafından ispat edilmelidir.

Ancak, geri verilecek miktar, her zaman zenginleşme miktarına eşit değildir. Burada kural, geri verilecek miktarın zenginleşenin malvarlığındaki çoğalmaya eşit olması ise de, bunun, fakirleşenin malvarlığındaki azalmadan daha fazla olmaması da gerekir. Zenginleşme miktarı ile geri verilmesi gereken miktarın her zaman eşit olmamasının bir nedeni, zenginleşmenin konusunun para dışındaki bir şey olduğu hallerde, o şeyin zenginleşenin malvarlığındaki değeri ile, fakirleşenin malvarlığındaki değerinin farklı olabilmesidir.

Öte yandan, geri verilecek miktarın belirlenmesinde, zenginleşenin iyiniyetli veya kötüniyetli olması da, gözönünde tutulması gereken bir olgudur.

Gerçekten de, konuya ilişkin Borçlar Kanununun 63. ve 64. maddelerinde, sebepsiz zenginleşenin geri verme borcunun kapsamı, onun iyiniyetli veya kötüniyetli olmasına göre, farklı şekillerde düzenlenmiştir.

Somut olayda davacının iyiniyetli bulunduğu çekişmesiz olmakla, iade borcunun kapsamı konusundaki değerlendirmede, Borçlar Kanununun buna ilişkin 63/1. maddesindeki düzenleme esas alınmalıdır.

Anılan hüküm "Haksız olarak bir şeyi istifa eden kimse, onun istirdadı zamanında elinden çıkmış olduğunu ispat ettiği miktar nispetinde red ve iade ile mükellef değildir" şeklindedir.

Buna göre, sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olduğu hallerde, zenginleşmesini geri vereceği (fakirleşenin iade isteminde bulunduğu) zamandaki durumu dikkate alınmalıdır: Sebepsiz zenginleşmesinde iyiniyetli olan (iyiniyetli müktesip), sabit olan zenginleşme miktarının sonradan (istek tarihine kadar geçen zaman içerisinde) azaldığını (veya tamamen ortadan kalktığını) ispat ederse, zenginleşmesinden sadece elinde kalanı geri vermekle yükümlüdür. Bu yolda bir ispatın bulunmadığı hallerde ise, varlığı sabit olan zenginleşme miktarını geri vermek zorundadır.

Önemle belirtilmelidir ki, sebepsiz zenginleşenin elinden çıktığını ispat ettiği miktarı geri vermekle yükümlü olmaması kuralı, sadece, iktisaden yararlanmadığı miktar yönünden geçerlidir; geri verme yükümlülüğünün sınırlandırılması, ancak zenginleşme konusunun harap olma, kaybolma, hasara uğrama veya bağışlama gibi, sebepsiz zenginleşenin ondan iktisaden yararlanmadığı hallerde söz konusu olabilir. Buna karşılık, zenginleşme konusunun satılması suretiyle elden çıkması veya yanmasından dolayı sigortadan tazminat alınması gibi hallerde, satış bedeli veya sigorta tazminatı malın yerine geçeceği için, geri verme yükümlülüğü devam eder. Bunun gibi, sebepsiz zenginleşmeye konu şeyin kısmen veya tamamen, zenginleşenin kişisel ihtiyacı için harcandığı hallerde de, iktisaden yararlanma söz konusu olacağı için, geri verme borcu yine vardır.

Nihayet, iyiniyetli zenginleşenin geri verme borcunun kapsamı, hakkaniyet ilkesi çerçevesinde sınırlandırılabilir. Burada amaç, iyiniyetli müktesibi, sebepsiz zenginleşmesinin hiç gerçekleşmemiş olması halinde hangi durumda bulunacak idiyse, ondan daha kötü duruma düşürmemektir. (Sebepsiz zenginleşme ve iade borcunun kapsamı bakımından öğretideki görüşlere ilişkin olarak, bkz: Andreas Von Tuhr, Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, Cevat Edege Çevirisi, 1. Cilt, İstanbul 1952, Sh: 466 vd; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, İstanbul 1983, Sh: 756 vd; Kenan Tunçomağ, Borçlar Hukuk 1. Cilt, İstanbul 1969, Sh: 390 vd.) İyiniyetli müktesibin geri verme borcunun kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gereken bir diğer husus, sebepsiz zenginleşmesine konu şeyden elde ettiği tabii ve medeni semerelerdir.

Medeni semere kavramı faiz, kira gibi unsurları ifade eder.

Vurgulanmalıdır ki, faiz, sebepsiz zenginleşmenin bir miktar paradan ibaret olduğu hallerde elde edilebilecek tek medeni semere türü değildir. Faiz getirecek şekilde işletilmemiş olsa bile, bir paranın sebepsiz zenginleşenin malvarlığında bulunduğu süre içinde, onun malvarlığına ekonomik bakımdan başka türlü katkılar sağlayabileceği kuşkudan uzaktır. Ancak, sağladığı katkının türü ve miktarı her somut olayda farklı olacağından, eldeki davada olduğu gibi, zenginleşenin bu parayı ne şekilde değerlendirdiği yönünde herhangi bir açıklığın bulunmadığı hallerde, ekonomik katkının belirlenmesinde hukuksal bir ölçü olarak, faiz kavramı esas alınmalıdır. Sebepsiz zenginleşenin, zenginleşmeye konu para için daha yüksek veya daha düşük oranda faiz almış olduğu ispat edilmediği sürece; zenginleşmenin gerçekleştiği tarih ile geri vermenin talep edildiği tarih arasındaki süre için, paranın kullanma değerinin karşılığı olarak, temerrüt faizi kadar faizle yükümlü tutulmalıdır. (Nihat Yavuz, Sebepsiz iktisap, Ankara 1998, Sh: 561 ve devamı).

Sebepsiz zenginleşen durumundaki davacı, zenginleşmesine konu (kamulaştırmasız el atma davası sonucunda verilen mahkeme kararına dayalı olarak davalıdan aldığı) paranın, yukarıda açıklanan şekilde, kendisine iktisaden yarar sağlamayan yollardan biriyle elinden kısmen veya tamamen çıkmış olduğunu iddia ve ispat etmemiştir.

O halde, davacı, davalıdan aldığı parayla birlikte, sebepsiz olarak elinde bulundurduğu sürede ondan elde ettiği medeni semereleri de geri vermekle yükümlüdür. Yukarıda belirtildiği üzere, davacının gerçekte bu paradan faiz geliri elde etmiş olup olması, sonuca etkili görülmemelidir. Davacının, malvarlığına sebepsiz olarak giren parayı, faiz dışı yollarla da olsa, şu veya bu şekilde kullanmış ve böylece ondan yararlanmış olması hayatın olağan akışının doğal sonucu bulunduğundan ve yine bu faydalanma sonuç itibariyle paradan medeni semere elde etme anlamı taşıdığından, davacının elde etmiş sayılacağı bu medeni semereleri geri verme yükümlülüğü bulunmaktadır. Yine yukarıda söylendiği gibi, somut olayda davacının bu paradan hangi tür ve miktarda medeni semere elde ettiği açıkça belirgin bulunmadığı için, değerlendirme ölçütü olarak faizin esas alınması gerekli ve kaçınılmazdır.

Bu noktada, somut olayda uyuşmazlığın üzerinde toplandığı yön itibariyle, temerrüt kavramı hakkında da şu kısa açıklamanın yapılmasında yarar görülmüştür:

Temerrüt, en kısa tanımıyla, alacaklı tarafından talep edilebilir (muaccel) hale gelmiş bir borcun ifasındaki gecikmedir ve kural olarak, bu tür (muaccel) bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile temerrüde düşer (Borçlar Kanunu md. 101/1). Başka bir ifadeyle, temerrütten söz edilebilmesi için, öncelikle muaccel bir borcun ve alacaklının o borca yönelik ihtarının bulunması gerekir.

Kural böyle olmakla birlikte, borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarının gerekmediği bazı durumlar da vardır: Örneğin, ifa günün taraflarca birlikte kararlaştırıldığı (Borçlar Kanunu md. 101/2), borçlunun borcu ifa etmeyeceğini bildirmiş olduğu veya hal ya da durumundan bu sonuca varılabildiği (Borçlar Kanunu md. 107/1) hallerde, temerrüdün gerçekleşmesi için alacaklının ihtarına gerek yoktur. (Borçlu temerrüdünde ihtarın gerekmediği hallere ilişkin geniş bir açıklama için, bkz: F. Necmeddin Feyzioğlu, Borçlar Hukuku, C: II, İstanbul 1977, Sh: 236 vd).

Borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarına gerek bulunmayan ve bir kısmı az yukarıda sayılan hallerden, somut olay bakımından önem taşıyan, borcun bir haksız fiilden veya sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanmış olması halidir.

Belirtilmelidir ki, haksız fiilde ve sebepsiz zenginleşmede temerrüt için ihtarın gerekmediği yolunda açık bir yasa hükmü yoktur. Ancak, müşterek hukukun "Gaspeden daima temerrüt halindedir" şeklindeki genel ilkesi, günümüzde de uygulama yerine sahiptir. Bu ilkeye göre, haksız fiilin faili ve sebepsiz zenginleşen daima temerrüt halinde bulunduğu için, zaten gerçekleşmiş olan temerrüdü sağlamak üzere alacaklının bunlara ayrıca bir ihtarda bulunması gerekmez.

Haksız fiilden doğan tazminat borçlarında, temerrüdün haksız fiil tarihinde kendiliğinden gerçekleşeceği konusunda öğreti ve Yargıtay'ın kararlılık kazanmış uygulaması birbirine paralel olduğu halde; sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan iade borcunda temerrüdün ihtar gerekmeksizin zenginleşme tarihi itibariyle oluşacağına dair öğretideki görüşün Yargıtay uygulamasında genel bir kabul görmediği; Yargıtay'ın bazı Dairelerinin, sebepsiz zenginleşmede dahi borçlu temerrüdünün gerçekleştiğinin kabul edilebilmesi için alacaklının ihtarının varlığını aradığı; buna karşılık, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve diğer bazı dairelerinin öğretiye paralel olarak, bu gibi hallerde ihtar gerekmeksizin zenginleşme tarihinde temerrüdün gerçekleşeceğini kabul ettikleri görülmektedir. (Örneğin: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 13.11.1991 gün ve Esas: 1991/11-303, Karar: 1991/567 sayılı).

Yeri gelmişken şu da belirtilmelidir ki; tıpkı tersini öngören bir yasal düzenlemenin bulunmaması gibi, sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan iade borcunda temerrüt için ayrıca alacaklı ihtarının aranması gereğini düzenleyen bir yasa hükmü de yoktur. Dolayısıyla sorun, sebepsiz zenginleşme ve temerrüt kavramlarının hukuksal yapı ve nitelikleri, hukukun genel ilkeleri ve bilimsel görüşler çerçevesinde bir çözüme kavuşturulmalıdır.

Somut olay bu açıklamalar çerçevesinde değerlendirildiğinde:

Sebepsiz zenginleşmede geri verme borcunun kapsamına ilişkin yukarıda değinilen ilke ve kurallar, somut olayda iyiniyetli müktesip durumunda bulunduğu çekişmesiz olan davacının, hayatın olağan akışı içinde sebepsiz zenginleşmesine konu parayı elinde bulundurduğu süre içerisinde ondan sağlaması beklenen medeni semereleri, davalıya vermekle yükümlü olduğunu ortaya koymaktadır.

Temerrüt kavramı hakkındaki açıklamalar da, davacının, sebepsiz zenginleşmeye konu parayı davalıya geri verme borcu bakımından, ayrıca bir ihtara gerek olmaksızın zenginleşme tarihi itibariyle temerrüde düştüğünü göstermektedir, iade borcunun konusu belli bir paradan ibaret bulunduğuna ve davacı bu borcu yönünden temerrüde düştüğüne göre, temerrüt faizinden sorumlu tutulması zorunludur.

Bu durumda davacı, sebepsiz zenginleşmesinin gerçekleştiği (ilama bağlı tazminatı davalıdan taksitler halinde aldığı) tarihler ile, ana para borcunu davalıya ödediği tarih arasındaki sürede, temerrüt faizi oranları üzerinden tahakkuk eden faiz miktarıyla sınırlı olarak, davalıya karşı borçludur. Görülmekte olan davadaki menfi tespit istemi, bu çerçevede saptanacak faiz miktarına göre karara bağlanmalıdır.

Hal böyle olunca, Yerel Mahkemenin aynı gerekçeye dayalı direnme kararı yerindedir. Ne var ki, esasa (Davacının sorumlu tutulması gereken faiz miktarına) yönelik temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

KARAR : Yukarıda açıklanan nedenlerle Yerel Mahkemenin direnmesi yerinde görüldüğünden, davacı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 13. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 17.12.2003 gününde oyçokluğu ile karar verildi."
İlgili Mevzuat Hükmü : Borçlar Kanunu (Eski) MADDE 101 :Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtariyle, mütemerrit olur.

Borcun ifa edileceği gün müteffikan tâyin edilmiş veya muhafaza edilen bir hakka istinaden iki taraftan birisi bunu usulen bir ihbarda bulunmak suretiyle tesbit etmiş ise, mücerret bugünün hitamı ile borçlu mütemerrit olur.



 
Şerhi Ekleyen Üyemiz:
Av.Nevra ÖKSÜZ
Hukukçu
Avukat
Şerh Son Güncelleme: 20-01-2015

THS Sunucusu bu sayfayı 0,02343798 saniyede 8 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.