![]() |
|
![]() |
|
(Karar Tarihi : 19.09.2013)
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 02.06.2005 Tarih, Esas: 2005/4647, Karar: 2005/6704: "Davacı, miras bırakanı A____ A____'ın, mirasçılarından ve alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla ____ ada 1 parseldeki 38 no'lu ve ____ ada 21 parseldeki 16 no'lu bağımsız bölümleri davalıya muvazaalı olarak devrettiğini, işlemin bedelsiz ve 3. kişilerden mal kaçırmak amacıyla yapıldığına ilişkin protokol bulunduğunu, davalının bugüne kadar taşınmazlardan yararlanmadığını, davalı tarafından açılan elatmanın önlenmesi ve ecrimisil davasının bu dava ile birleştirilmesi gerektiğini ileri sürüp tapu kayıtlarının iptali ile diğer mirasçıların mirası reddetmeleri nedeniyle tamamının adına tescilini istemiştir.
Davalı, davaların birinin diğerinin sonucuna etkisi bulunmadığını, protokol başlıklı belgede kendi imzası bulunmadığını, bu belgeyi kabul etmediğini, bedel karşılığı ve tapuda yapılan satışın gerçek olduğunu belirtip davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davacının muvazaa iddiasını kanıtlayamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşmalı temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Senem Altınbulak'ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteği değerden reddedilerek gereği görüşülüp düşünüldü. KARAR : Dava, taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; çekişme konusu 21 parseldeki 16 nolu bağımsız bölüm ile 1 parseldeki 38 nolu bağımsız bölümlerin davacının murisi adına kayıtlı iken vekili O____ A____ tarafından 28.11.2000 tarihli akitle davalıya, vekili M____ T____ vasıtasıyla satış yoluyla temlik edildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazen aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler (nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir. Her ne kadar muvazaayı düzenleyen B.K.nun 18. maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmeyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Medeni Kanunun 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasi) bir hüküm durumundadır. Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb'an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını isbat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288 ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille isbat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir. Somut olaya gelince; çekişmeli taşınmazların miras bırakanın vekili O____ A____ tarafından davalının vekili M____ T____ ile yaptıkları 28.11.2000 tarihli satış akdi ile davalı Hikmet'e temlik edildiği, satış işlemini yapan vekillerin aynı tarihli sözleşme başlıklı belgede, taşınmazların bedelsiz olarak temlikinin yapıldığı, istenildiği takdirde bedelsiz olarak satıcıya devredileceğinin yazılı bulunduğu görülmektedir. Taraf vekilleri olan O____ ve M____'nın bu sözleşme altındaki imzalarının kendilerine ait olduğunu beyan ettikleri de tartışmasızdır. Vekaleten düzenlenen akit ve sözleşmelerin, vekil edenler bakımından bağlayıcı olacağı kuşkusuzdur. Yukarıdaki ilke ve olgular gözetildiğinde olayda 5.2.1947 gün ve 20/60 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'nın aradığı yazılı belgenin bulunduğu, taraf muvazaasının kanıtlandığı sonucuna varılmaktadır. KARAR : Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene iade edilmesine, 2.6.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi." ___________________ Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 19.09.2013 Tarih, Esas: 2013/11182, Karar: 2013/12992: "Yanlar arasında görülen tapu iptal ve tescil davası sonunda yerel mahkemece davanın kabulüne dair olarak verilen karar davalı tarafından yasal süresi içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakiminin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği düşünüldü. KARAR : Dava; taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine dair olup, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan tüm delillerden; miras bırakanı A____ A____'ın 17.4.2001 tarihinde, eşi H____ A____'ın, 24.8.2002 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacı ile 14.12.1987 tarihinde ölen oğlu A____ A____'ın mirasçıları Ü____, Ü____, A____ ve E____ Z____'i bıraktığı, A____ A____'ın mirasçılarının, Ankara ____. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 23.7.2001 tarih, 2001/984 Esas, 2001/870 Sayılı kararı ile kök muris-dedeleri A____ A____'ın mirasını reddettikleri, davacının miras bırakanın tek mirasçısı, vekilin davacının oğlu olduğu, tek mirasçı olarak kalan davacının 13.6.2003 tarihinde murise teb'an eldeki davayı açtığı, murisin kayden maliki olduğu 15287 ada, 1 parseldeki 38 numaralı ve 6823 ada, 21 parseldeki 16 numaralı bağımsız bölümlerin, vekil kıldığı torunu O____ A____ tarafından 28.11.2000 tarihli, satış akdiyle davalıya temlik edildiği, sözü edilen akitte davalıyı da vekili M____ T____'ın temsil ettiği, temlikin aynı tarihli protokole bağlandığı, resmi akdi yapan vekillerin imzalarını içeren "sözleşme başlıklı" belgede taşınmazların bedelsiz olarak devredildiği, istenildiği taktirde bedelsiz olarak tekrar iade edileceğinin kararlaştırıldığı, taşınmazların kullanımı, kiraya verilmesi ve tüm yükümlülüklerinin bayii A____ A____'a ait olduğunun benimsendiği, sözleşmeye tarafların vekilleri yanısıra tanık sıfatıyla dava dışı B____ K____'ın katıldığı, 2.3.2004 tarihli celsede vekil M____ T____'ın ".... davalının yanında çalıştığı dönemde tapudaki işlemlerin yapılması amacıyla vekil kılındığını, anılan sözleşmedeki imzanın kendisine ait olduğunu, temlikin bedelsiz gerçekleştirildiğini, sözleşmeye başkaca birinin katılıp-katılmadığını bilmediğini" ifade ederek protokol içeriğini beyan ve imzasıyla teyit ettiği anlaşılmaktadır. Davacı; taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğiyle eldeki davayı açmış ve davasını 5.2.1947 tarih, 20/6 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtilen şekilde düzenlendiğini iddia ettiği 28.11.2000 tarihli, protokole dayandırmış, davalı yan ise vekaletnamede protokol düzenlenmesi konusunda bir yetki verilmediğini savunarak vekil tarafından imza edilen sözleşmede "belgenin düzenlendiği tarihin belirlenmesi" bakımından kriminal inceleme yapılması gerektiğini, tanık dinlenmesine muvafakat etmediğini savunmuş, mahkemece davanın reddine dair olarak verilen karar Dairenin 2.6.2005 tarih, 2005/4647 Esas, 2005/6704 Sayılı ilamı ile "....28.11.2000 tarihli protokolün, 5.2.1947 tarih, 20/6 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde düzenlendiği, taraf muvazaasının gerçekleştiği, davanın kabulüne karar verilmesi" gereğine değinilerek bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kabulü cihetine gidilmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki; hükmüne uyulan bozma ilamında belirtildiği şekilde işlem ifa edilerek "davanın kabulüne" karar verilmiş olmasında kural olarak bir isabetsizlik yoktur. Gerçekten de, bozmaya uyulmuş olmakla tarafların yararına usulü kazanılmış hakkın doğduğu ve bozma ilamı lehine olan taraf yararına sonuç doğuracağı kuşkusuzdur. Ne var ki; bozmaya uyulduktan sonra bozma kararına esas alınan 5.2.1947 tarih, 20/6 Sayılı İnançları Birleştirme Kararında öngörülen, 28.11.2000 tarihli belgede imzası bulunan davalı yanın vekili M____ T____'ın 9.9.2005 tarihli dilekçe ve 8.11.2005 tarihli Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifade ile "...satış akdinin davalının yanında çalıştığı dönemde yapıldığını, daha sonra işten ayrıldığını, işsiz olduğu dönemde davacının iş vaadinde bulunduğunu, vekil edenin bilgisi ve talimatı dışında düzenlenen protokolün sonradan hazırlandığını, işsizlik baskısı altında belgeyi imzaladığını ve devamında da 2.3.2004 tarihli celsede yalan beyanda bulunduğunu" beyan ettiği, bunun üzerine davalı H____ Y____'nın, 20.6.2011 tarihli Sincan Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı başvuruda; "....bozma öncesinde davacı, protokolde vekil sıfatı ile yer alan O____ A____, M____ T____, tanık sıfatı ile yer alan B____ K____ aleyhine; protokolün sonradan hazırlandığı, adli makamları aldatmak kastıyla gerçeğe aykırı belge düzenlendiği" iddiasıyla 8.7.2003 tarihli şikayeti üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının "olayın hukuki ihtilaf olduğu" gerekçesiyle 3.5.2004 tarihli, takipsizlik kararı verdiğini, Sincan Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itirazın 16.9.2004 tarih, 1477 müteferrik sayılı kararıyla reddedildiğini, ancak bozma sonrasında M____ T____'ın 9.9.2005 tarihli dilekçesiyle mahkemeye ibraz için, iş baskısı altında, gerçeğe aykırı belge düzenlendiğini bildirmesi üzerine takipsizlik kararının kaldırılarak kamu davası açılmasını" istediği, sonuçta Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 17.1.2007 tarih, 2007/18 değişik iş sayılı kararıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 3.5.2004 tarih, 2003/57376 Esas, 2004/14831 Sayılı takipsizlik kararının C.M.K.nın 173/4. maddesi uyarınca kaldırılmasına karar verildiği, devamında da Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2007/____ Esasına kayıtlı, M____ T____, O____ A____, M____ A____ A____ ve B____ K____ aleyhine yalan tanıklık, sahte belge düzenlemek ve kullanmak eylemlerinden cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, ceza dava dosyasının yargılaması sırasında; davanın dayanağını teşkil eden 28.11.2000 tarihli protokolün içeriğinin sahteliğinin fark edilmesinin mümkün olmadığı, iğfal kabiliyetinin olduğu, sahteliğin ispatının belgede imzası bulunanların iradesinin fesada uğratıldığı yolundaki beyanla mümkün olduğu, her ne kadar davacı taraf sanık M____ T____'la aralarındaki hukuki ihtilaflar sebebiyle bu beyanda bulunduğu ileri sürmüş ise de davalı H____ Y____'nın ilk şikayetini, vekil M____ T____'ın 9.9.2005 tarihli itirafı üzerine değil, eldeki iptal tescil davasının açılmasını müteakiben 8.7.2003 tarihinde yaptığı, bu sebeple sözleşme içeriğinden başlangıçta haberdar olmadığı yönünde saptamalar yapıldığı öte yandan M____ T____'ın cezai yönden zarara uğrayacağını bilerek bu tür itirafta bulunmayacağı kanaatine varıldığı sonuçta da sanık M____ T____'ın yalan yere tanıklık ve özel evrakta sahtecilik eylemlerinden, diğer sanıkların ise özel evrakta sahtecilik eylemlerinden cezalandırılmasına karar verildiği, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 12.7.2011 tarih, 2011/____ Esas, 2011/____ Sayılı ilamı ile; sanık M____ T____ hakkındaki yalan yere tanıklık eylemin sabit olduğu, ancak sabıkasız olduğu gözetilerek 5728 Sayılı Kanunun 562. maddesiyle değişik 5271 Sayılı C.M.K.nın 231. ve 647 Sayılı Kanunun 6. maddeleriyle ilgili değerlendirme yapılması, özel evrakta sahtecilik eyleminden dolayı tüm sanıklar hakkında açılan davanın ise 765 sayılı, 102/4 ve 104/2 ve C.M.K.nun 223. maddeleri gereğince zamanaşımı sebebiyle ortadan kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar, kamu davasının zamanaşımı sebebiyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiş ise de anılan karar ve dosya içeriği tarafların tapuda yapılan işlemdeki iradelerinin belirlenmesi ve 28.11.2000 tarihli protokolün 5.2.1947 tarih, 20/6 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtilen şekilde yazılı delil olarak kabulünün mümkün olup olmadığının değerlendirilmesi bakımından güçlü delil niteliğindedir. Öte yandan; bozma sonrası dosyaya ibraz edilen 3.6.2003 tarihli sözleşmenin, bu sözleşmeye dayalı olarak noter kanalıyla keşide edilen ihtarnamelerin, Ankara Asliye 6. Hukuk Mahkemesinde ve Ankara 13. İş Mahkemesinde görülmekte olan dava dosyalarının incelenmesinde; eldeki iptal- tescil davası açılmadan önce davacıyla, davalı vekili M____ T____ arasında 3.6.2003 tarihli akit düzenlendiği, başlangıç tarihi 1.7.2003 olarak belirlenen 5 yıllık hizmet akdinde; aylık 1.500,00 TL ücret ve % 5 prim karşılığında ihale uzmanı olarak çalışmasının öngörüldüğü, akdin işverence haksız feshedilmesi halinde ücretin tamamının defaten ödeneceğinin kararlaştırıldığı, eldeki davanın 13.6.2003 tarihinde açıldığı, 27.1.2004 tarihinde hizmet akdinin sözlü olarak feshi üzerine, hizmet akdinin gereğinin yerine getirilmediği iddiasıyla Ankara 6. Noterliğinden 28.1.2004 tarih ve 4932 yevmiyeli ihtarname keşide edildiği, bu arada 2.3.2004 tarihli celsede protokol içeriğini teyit ederek beyanda bulunduğu, vaad edilen iş ve ücretin verilmemesi üzerine bu defa 9.4.2004 tarihinde 2. ihtarnameyi keşide ederek "hizmet akdinin gereğinin yerine getirilmediğini, akdin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğini, 5 yıllık ücret alacağının ihtarnamenin tebliğinden itibaren 7 gün içinde ödenmesini istediği, devamında da Ankara Asliye 6. Hukuk Mahkemesi'nin 2004/799 Esasına kayıtlı dava dosyasıyla ücret alacağının tespiti ve 27.2.2006 tarihinde de Ankara 13. İş Mahkemesinde 2006/____ Esasına (bozma sonrası 2012/____ Esas) kayıtlı hizmet tespit davası açtığı, davaların halen derdest olduğu, eldeki davanın bekletici mesele yapıldığı görülmektedir. Bilindiği üzere; 818 sayılı BK.'nun 53. maddesi (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesi) hükmü uyarınca; ceza mahkemesinde maddi olayın tespiti ve belirlenen olguların eldeki dava bakımından hukuk hakimini bağlayacağı tartışmasızdır. Hal böyle olunca; Ceza Mahkemesi'nin maddi olayla ilgili tespitleri ve davalı vekili M____ T____ hakkında yalan tanıklıktan verilen hükmün esastan onanması, özel evrakta sahtecilikle ilgili tespiti, ceza yargılamasında maddi olayla ilgili yapılan tespit ve kabuller karşısında eldeki davanın dayanağını teşkil eden 28.11.2000 tarihli protokolün hukuken geçerli olmadığı, gerçeğe aykırı olarak düzenlendiği sabit olduğuna göre böylesi bir belgenin taraflar arasındaki çekişmenin çözümünde esas alınamayacağı, diğer taraftan kazanılmış hak olgusunun varlığının da kabul edilemeyeceği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde karar verilmiş olması isabetsizdir. KARAR : Davalının bu yöne değinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 Sayılı Kanunun geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 Sayılı HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene iadesine, 19.9.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi." |
İlgili Mevzuat Hükmü : Borçlar Kanunu (Eski) MADDE 53 :Hâkim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkâmiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tâyin hususunda dahi hukuk hâkimi takyit etmez.
|
|
Şerh Son Güncelleme: 18-07-2014
|
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |