| Kanallar : Lütfen
Seçiniz |
|
|
|
|
|
|
|
Sayın meslektaşlarım,
Elimizde bir kira sözleşmesi var. Mecura konu evde aile oturmaktadır. Sözleşmede kiracı sıfatına haiz olan kocadır. Fakat sözleşmede el yazısı ile yazılan şöyle ''Evi (kocanın ismi) ailesi tutmuş bulunamaktadır.'' şeklinde ifade geçmektedir. Bu ifade halinde diğer eş kira sözleşmesinde taraf sıfatına sahip olur mu ? 10 uzama yılından kaynaklı ihtar çekilecek fakat bu durum kafamızı karıştırdı. Sadece kocaya çeksek problem çıkar mı ? Ayrıca kadının sözleşmede herhangi bir imzası bulunmamaktadır. Bilgisi ve tecrübesi olan meslektaşlarımdan desteğinizi rica ediyorum. Saygılarımla, iyi çalışmalar.
|
|
|
|
|
|
|
|
Sayın meslektaşlar, tevkil kapsamında düzenlenen bir yetki belgesi ve bu şekilde duruşmaya iştirak eden bir avukatın, örneğin söz konusu asil taraf bakımından istinaf süresinin kaçırılması, delil süresinin kaçırılması vb yani hukuki veya cezai sorumluluğunu doğuran uyuşmazlıklarda sorumluluğu doğar mı? o halde tevkil için girilecek duruşma öncesi sunulacak yetki belgesinin kapsamı yalnızca duruşmaya katılım şeklinde sınırlandırılsa sizce bu uygun bir yetki belgesi olur mu ve tevkil yapan avukatı korur mu? veya tevkil yapanın dosyaya çekilme dilekçesi mi sunması gerekir? öneriniz veya tecrübeniz varsa paylaşabilir misiniz?
|
|
|
|
|
|
|
Merhabalar sayın meslektaşlarım,
1) Kat maliki müvekkiller müteahhit ile KKİS imzalıyorlar ve müteahhit 23.03.2023 tarihindeki teslim taahhüdüne uymuyor. Taşınmazı %95 tamamlıyor, oturma ruhsatı almıyor ve taşınmazda ayıplar var.
2) Müteahhit şirket yetkilisi binada kendisine kalan bir taşınmazı mal kaçırmak için 08.12.2023 tarihinde düşük bir bedel gösterilerek ve gösterilen bedel de ödenmeyerek evlilik dışı çocuklarının babaannesine devrediyor.
3) 13.05.2024 tarihinde taşınmazdaki ayıplar bilirkişilerce tespit ediliyor. Bu rapor müteahhite de tebliğ ediliyor.
3) 10.06.2025 tarihinde KKİS çevre ve şehircilik bakanlığı tarafından müteahhit aleyhine feshediliyor.
5) Ortak alanlardaki ayıplardan kaynaklanan tazminat davası açılması ve müteahhit aciz halinde olduğu için tahsilat amaçlı madde 2 de bahsedilen taşınmaz için tasarrufun iptali davası açılması planlanıyor.
SORULAR:
-Tasarrufun iptali için hak düşürücü süre 2 yıl (08.12.2025) mi yoksa 5 yıl(08.12.2028) mıdır?
-Tazminat davası mı açılmalıdır, tazminat için delil tespiti niteliğindeki bilirkişi raporu dayanak alınarak icra takibi mi başlatılmalıdır? (Tasarrufun iptali için mutlaka açılmış bir icra takibi olmalı mıdır yoksa açılmış dava yeterli midir)
-Tazminat davası ile birlikte hemen ayrı bir dosya ile tasarrufun iptali davası açılabilir mi?
Değerli yorumlarınız için teşekkür ederim.
|
|
|
|
|
Yazan : umutlaw,
Tarih : Bugün 12:40
|
Sayın meslektaşlarım,
Bildiğiniz gibi TBK 323. maddesine göre kiracı kiralayanın yazılı ve sözlü izni olmadan kira sözleşmesini devir edemez,
X noter Y malik ile anlaşıp bir iş yeri kiralar, X noter görevi bittiğinde X1 notere devir eder, X1 hakkında malik tahliye davası açar, savunmada ben bilmem noterlerbirliği 4. Maddesine göre atandım der, davayı kaybeder dosya istinafta, konu noterlerbirliğine açıklamalı olarak anlatılır izin almadan kiracı devir yapamaz, iş yeri notere kiraya verilmiş noterlerbirliğine değil, noterlerbirliği yine aynı yere başka notere atama yapar şaşkınlık içindeyiz! yani Y nın malı sanki noterlerbirliğininmış gibi elden ele dolaşıyor!
Şimdi:
Biz yeni gelen kiracıyı savcılığa verdık sonuç vermez eminim, işgaliyeden şikayet ettik ihtar gönderdik tın demiyor, gelen kira paralarını sizi tanımıyoruz böyle kiracım yok diye geri gönderdik yine tın etmiyor ve X1 noter burası benim diye tam gaz işyerini işgal etmeye devam diyor, tahliye davasına gitmek bana doğru görünmüyor çünkü bir dava ilk notere karşı kazanılmış ancak istinafta, kazansakta noterler birliğinin dinlediği yok sanırım, peki bu aşamada müdahelenin men i davasını hem noterler birliği hemde yeni notere karşı açmak mümkün mu bu konuda fikirlerinizi paylaşmanızı dilerim.
Teşekkür ederim.
|
|
|
|
|
|
|
|
İşe iade davalarının kanun yolu incelemesinin Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde kesinleştiği malumunuzdur; ancak tarafımızca yürütülen yaklaşık 15 dosyalık seri davada, işverenin feshinin haksızlığı noktasında BAM daireleri arasında bariz görüş ayrılıkları ve çelişkili kararlar bulunmasına rağmen, Yargıtay denetiminin olmaması sebebiyle bu içtihat farklılıkları giderilememekte ve hukuki belirlilik ilkesi zedelenmektedir. Bu bağlamda, BAM daireleri arasındaki giderilemeyen bu çelişkinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yoluna giderek yeniden yargılama talep etmeyi planladığımızdan, benzer bir süreç yürütmüş veya konu hakkında görüşü olan veyahut ta konu hakkında elinde emsal olan meslektaşlarımın değerli paylaşımlarını rica ederim.
|
|
|
|
|
|
|
Merhaba meslektaşlarım. Müvekkilin Tüketici Hakem Heyetine kendi yaptığı başvuru sonucu ilgili karar GİB e-tebligat üzerinden 12.10.2025 tarihinde gönderilmiş. Ancak kararın tebliğinden haberi yok. Bizim 26.11.2025 tarihi itibariyle haberimiz oldu ve tebligatı açtık. 6502 Sayılı Kanunun m.70/2 " Tüketici hakem heyeti tarafından tebliği gereken evrakın taraflara veya vekillerine 213 sayılı Kanunun 107/A maddesi hükümlerine göre elektronik ortamda tebliği yapılır, bu kapsamda elektronik ortamda tebligat yapılamadığı durumlarda 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uygulanır." diyor.
Heyet kararı 7201 sayılı kanuna göre mi tebliği yapılması gerekiyor yoksa 213 sayılı Kanun'un 107/A maddesine göre 17.10.2025 tarihinde tebliğ edilmiş mi sayılacak? Müvekkilim vergi mükellefi değil.
Şimdiden teşekkür ederim.
|
|
|
|
|
|
|
Sayın meslektaşlarım merhaba,
Vergi mahkemesinde döviz cinsinden tam yargı davası açmıştık. Adli yargıda olduğu gibi harca esas değeri, dava açılış tarihindeki kur üzerinden belirttim ancak alacağın fiili ödeme tarihindeki kur üzerinden tahsilini talep ettim. Mahkemece "maddi tazminat istemine ilişkin talebin ülke parası olan TL üzerinden ya da yabancı para birimi olan 7.600,00 GBP'nin TL üzerinden davanın açıldığı andaki kur üzerinden cinsi belirtilmek suretiyle dava açılması gerekirken dilekçenin ilk kısmında dava açılış tarihindeki kur üzerinden hesaplanan tutarın, sonuç ve talep kısmında fiili ödeme tarihindeki kur üzerinden karşılığın talep edildiği görülmüş olup, bu hâliyle 2577 sayılı Kanun’un 3. maddesine uygun bulunmayan dava dilekçesinin kabulüne olanak bulunmamaktadır." gerekçesiyle dilekçe ret kararı verildi.
Davanın değerinin döviz cinsinden belirtilmesi, sonuç kısmında ise fiili ödeme tarihindeki kur üzerinden tahsilinin talep edilmesi hatalı mıdır? Bu kararın dayanağı nedir? İdari yargıda farklı bir uygulama mı var, davayı açarken döviz cinsinden olan alacakların kurunu sabitlemek zorunda mıyız? Islah yaptığımda da ıslah tarihindeki kur üzerinden mi hesaplama yapacağım? Ülkemizdeki döviz dalgalanmaları düşünüldüğünde bu uygulama bana çok hakkaniyetsiz geldi.
Böyle bir dosyası olan ya da bu konuda bilgisi olan bir meslektaşım varsa, tecrübelerini paylaşması beni çok büyük bir dertten kurtaracak. Şimdiden çok teşekkür ederim.
|
|
|
|
|
|
|
Merhaba değerli meslektaş büyüklerim,
Staj yapmış olduğum ofisten benden araştırmam gereken bir konu talep ettiler. Müvekkillerimiz olan yaklaşık 15 işçi adına açtığımız seri işe iade davaları hakkında hukuki tecrübe paylaşımına ihtiyacımız bulunmaktadır.
Tüm işçilerin işten çıkarılma sebepleri ve savunmaları aynıdır. İşverenin yaptığı feshin geçersiz olduğu iddiasıyla yürüttüğümüz bu davalar, seri dava niteliğindedir.
Davalarımız yerel mahkemede aleyhimize sonuçlanmış olsa da, nihayetinde dosyalar istinaf incelemesinden geçmiş ve yeniden aleyhimize olarak kesinleşmiştir.
İş Kanunu'nun 20. maddesi uyarınca işe iade davalarında Yargıtay temyiz yolunun kapalı olması nedeniyle, kesinleşen bu kararlara karşı Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapmayı planlamaktayız.
Başvurumuzun temel dayanağı, Anayasa ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlalidir. İddialarımızı güçlendiren noktalar ise şunlardır:
1- İşçilik hakkı gibi temel bir hakka ilişkin davaların Yargıtay tarafından hukuki denetime tabi tutulmadan kesinleşmesi, Anayasa'nın 36. maddesindeki adil yargılanma hakkını ve özellikle de etkili başvuru hakkını zedelemektedir.
2- İşveren tarafından ileri sürülen aynı fesihte, farklı Bölge Adliye Mahkemeleri daireleri arasında farklı içtihatlar ortaya çıkmıştır. Aynı hukuki durumdaki işçilerin farklı BAM'larda farklı kararlarla karşılaşması, hukuki güvenlik ve eşitlik ilkelerinin ihlalidir.
Bu kapsamda, özellikle işe iade davalarından kaynaklanan Yargıtay yolunun kapalı olması nedeniyle AYM'ye bireysel başvuru yapmış veya bu konuda bilgi sahibi olan meslektaşlarımıza aşağıdaki soruları yöneltmek istiyoruz:
Benzer Seri Davalarda AYM'ye Başvuru Tecrübesi Olan Var mıdır? Varsa, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas inceleme aşamalarındaki deneyimleri nelerdir?
AYM'nin "Yargıtay Denetiminden Yoksunluk" İhlali Kararı Vermesi Durumunda, Kesinleşen Bu Kararlar İçin "Yeniden Yargılama" Olanağı Doğar mı? Bu süreç pratikte nasıl işlemektedir?
İçtihat Farklılıklarının Adil Yargılanma Hakkı İhlali Olarak Değerlendirilme Şansı Nedir?
Değerli görüş ve tecrübe paylaşımlarınız için şimdiden teşekkür ederiz.
|
|
|
|
|
|
|
Meslektaşlarım iyi günler, iyi çalışmalar herkese. Pek detaylarını bilmediğim bir konuyu danışmak istiyorum.
Müvekkil daire sahipleri; 2016 yılında, daire satış sözleşmesi ile, müteahhitten dairelerini satın almışlar. Sözleşmede dairenin iç yapısında kullanılacak malzemeler dışında bir şeyden bahsedilmemiş. Fakat sözlü anlaşmalarında, dairelerin kömürlüklerinin olacağı konusunda anlaşılmış. Belediye ve tapuda bulunan projede de dairenin bodrum katında kömürlükler gözüküyor. Fakat gerçekte kömürlükler yok. Kömürlük alanı belirli fakat projedeki gibi daireler için duvar örülerek ayrılmış şekilde değil. Müvekkillerin kullanabileceği durumda da değil. 2017 yılında yapı kullanma izin belgesi alınmış olup, bu belgede 20 mesken ile 3 depo+sığınak,bağımsız bölüm olarak nitelendirilmiş. İlk sorum şu; müvekkillerin tapu senetlerinde de yazmakta olan kömürlüklerinin, müteahhit tarafından projeye uygun olarak tamamlanması veya kömürlük bedellerinin tazmini için açacağımız davada, tüketici mahkemesinde eser sözleşmesinden kaynaklanan ağır ayıp nitelendirmesi ile 20 yıllık zamanaşımını kullanarak dava açtığımızda sonuç alır mıyız? İkinci soru; böyle bir projeye aykırılıktan dolayı kat mülkiyetine şu anda geçme teşebbüsünde bulunmadık, bu davanın belediyeye intikal etmesi durumunda yapının yıkımı veya ceza durumuyla karşılaşma ihtimalimiz nedir?
Diğer bir mesele ise; arsa sahipleri ile müteahhit arasında kkis imzalanmış olup bu sözleşmede müteahhitin kazanımına yer verilmemiştir. Müteahhit ilk başta evin bodrumunun tamamının binanın ortak kullanımına ait olacağını söylemiş fakat sonradan zeminde iki depoyu bağımsız mülkiyet haline getirerek kendi üzerine almıştır. Bu konuda arsada hissedar olan müvekkil adına, tapu iptal tescil davası açmamızda yarar var mıdır tapunun iptali ile binanın ortak kullanımı için tesisini sağlayabilir miyiz? Yine bu konuda zamanaşımına takılma ihtimalimiz var mı?
Bina yapımı 2016 - yapı kullanma izin belgesi ve kat irtifakının kurulması 2017
Bu konularda yardımcı olabilirseniz çok sevinirim, şimdiden çok teşekkür eder, iyi çalışmalar dilerim.
|
|
|
|
|
Yazan : gbahsi,
Tarih : Dün 11:54
|
|
Merhabalar meslektaşlarım. Açmış olduğumuz ortaklığın giderilmesi davasında davalı kısıtlının vasisi de aynı davada davalı olduğundan menfaat çatışması nedeniyle kayyım atanması için dava açmak üzere tarafımıza süre verildi. Süresinde davayı açtık ancak mahkeme bu sefer de kayyım adayı bildirmemiz aksi durumda davanın reddedileceği yönünde kesin süre verdi. Sorum şu, ortaklığın giderilmesi davası zaten çok kalabalık, kısıtlıyı da vasiyi de tanımıyoruz, böyle durumlarda mahkeme resen seçeceği kayyımı atayamıyor mu? Değilse biz kimi neye göre belirlemeliyiz? Teşekkür ederim
|
|
|
|
|
Yazan : av.2348,
Tarih : 24-11-2025 15:44
|
|
Merhabalar meslektaşlarım. Sağlık bakanlığında ambulans şoförü olarak işçi kadrosunda çalışan bir müvekkilim hakkında soruşturma yürütülüp hakkında 4 yevmiye kesintisine dair ceza verilmiştir. Önceden taşeron firmada çalışan müvekkilim şimdi kadrolu olmasına rağmen işçi statüsünde çalışıyor. Verilen kararın geri alınması için Sağlık Müdürlüğüne itiraz edildi. İtiraz 21 Nisan 2025 günü reddedildi. Tarafımızca arabuluculuğa başvuru yapıldı ve anlaşma sağlanamadı. Arabuluculuk son tutanak tarihi 13/10/2025 şeklindedir. Müvekkilin iş akdi feshedilmedi hala çalışmaktadır. Verilen disiplin cezasının iptali ve kesilen 4 yevmiyenin iadesi için açacağımız davada, İş Mahkemeleri Kanunu 11. Maddesinde belirtilen 30 günlük süre bizim açacağımız davada açısından geçerli mi? 30 günlük hak düşürücü süre mi yoksa 5 yıllık zamanaşımı mı uygulanmalı? Fakat süre konusunda 30 günden daha fazla süre geçti. Ayrıca biraz araştırdım bazı makalelerde süre 5 yıl diye belirtiliyor ve mahkemenin iptal durumu söz konusu olmayıp sadece kararın haksız verildiğinin tespiti yapılır diye belirtiliyor. Bazı makalelerde iptal kararı verilebilir diye belirtiliyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz ?Daha önce dava açan veya elinde emsal karar olan meslektaşlarım var mıdır? Teşekkür ederim.
|
|
|
|
|
|
|
Merhaba meslektaşlarım,
Kat karşılığı inşaat sözleşmesi feshedildikten sonra, müteahhidin, müvekkilden aldığı vekaletnameyi kullanarak öz oğluna yaptığı tapu devrine karşı açılan tapu iptali davasında bir hususa takıldım.
Sözleşme İlişkisi: Müvekkil T.S., 204 m²'lik arsa payını (34/1391 hisse) kat karşılığı inşaat sözleşmesiyle 18.12.2017'de müteahhit M.Ş.'ye devretti ve ilgili işlemler için taşınmaz devrini de içeren vekaletname verdi.
Edim İfası: Müteahhit sözleşme gereği 36 ay içinde inşaatı tamamlayıp daire teslim edecekti ancak inşaata hiç başlamadı.
Sözleşme Feshi: Adana x. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin kararıyla sözleşme geriye etkili feshedildi ve karar kesinleşti.
Yolsuz Tescil: Müteahhit M.Ş., süre dolar dolmaz (36 ay 2 gün sonra - 20.07.2020'de) arsa payını kendi oğlu A.Ş.'ye devretti.
Dava: Şimdi davalı A.Ş. aleyhine tapu iptali ve müvekkil adına tescil davası açıldı.
Hukuki Dayanak:
TMK m. 1024 (yolsuz tescil - kötüniyetli üçüncü kişi)
Davalının müteahhitin oğlu olması nedeniyle iyiniyetli sayılamayacağı
Y. 15. HD'nin benzer emsal kararları
Fakat mahkeme, duruşmada, muvazaa iddiasında bulunduğumuzu (dilekçemizde muvazaa geçmiyor), bu sebeple devreden kişiye de dava açmamız konusunda ihtarat yaptı..
İlgili Ara Karar:
-Davacının yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı iş bu tapu iptal ve tescil davasını açtığı görülmekle söz konusu taşınmaz hususunda dava dışı müteahhit ile arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi imzaladığı, taşınmazın müteahhit tarafından muvazaalı olarak davalıya devredildiği iddiasında bulunduğu, talebin işlem tarafı ve onunla hukuki işlemde bulunan 3. Kişilere yöneltilmesi gerektiği, söz konusu kişilerin zorunlu dava arkadaşı oldukları dikkate alınarak davacı vekiline işlem tarafı olan müteahhide karşı dava açarak iş bu dava ile birleştirmek, yada işlemlere başladığına dair beyanda bulunmak üzere .......
Takıldığım nokta şu: Bu yolsuz tescilde, müteahhit, kendisi adına bir devir yapmamış, Vekalet ilişkisini kullanarak bu devri gerçekleştirmiş. Yani ilgili işlemin tarafı esasen Vekil eden müvekkil değil mi?
Bu durumda benim müteahhide ayrı dava açmam gerekir mi? Gerekirse bu, davaya davalı olarak katılması yoluyla olur mu? Yoksa ayrı bir dava açıp birleştirme mi istemeliyim?
|
|
|
|
|
Yazan : umutlaw,
Tarih : 21-11-2025 02:09
|
Sayın meslektaşlarım
X Trafik kazasında başı boş gezen bir köpeğe TEM yolunda çarpmıştır aracında hasar meydana gelmiştir sadece Y Büyükşehir Belediyesine Tazminat davası açmıştır oysaki davalı İlçe ve Karayollarının da bunda payları olduğunu iddia etmektedir oysaki kanımca burada müteselsil bir sorumluluk var TBK 50 m ve X istediği tarafa dava açabilir çünkü daha kimin ne kadar kusurlu olduğu belli değil lkaldı ki Y HMK 61 e göre isterde diğer taraf olması gereken kurumlarına İhbar gönderebilir ve veya daha sonra kendilerine kusurları kadar rücu edebilir hal böyleyken bu husus hakkında bildiğiniz destekleyıcı bir yargıtay kararı veya farklı bir görüşünüz var ise değerli fikirlerinizden faydalanmak isterim.
Nezaketiniz için teşekkür ederim.
Saygılarımla
|
|
|
|
|
|
|
Değerli meslektaşlar,
Müvekkil, anlaşmalı boşanma kararına istinaden müşterek iki çocuğu için her biri adına 7500 TL olmak üzere iştirak nafakası ödemektedir. Boşanmanın ardından geçen bir süre sonra, velayeti elinde bulunduran eski eş müşterek çocuklara fiilen bakmayı bırakmış ve çocuklar tamamen müvekkilin yanında kalmaya başlamıştır.
Bu fiili durum değişikliğine rağmen, müvekkilimiz eski eşe yönelik iştirak nafakası ödemelerine icra tehdidi altında OLMAKSIZIN devam etmiştir.
Yeni dönemde velayetin değiştirilmesi davasını açmış bulunmaktayız. Ancak davadan bağımsız olarak, karşı tarafın çocuklara fiilen bakmadığı süre zarfında müvekkil tarafından ödenmeye devam edilen iştirak nafakasının geriye dönük olarak eski eşten tahsilini talep etmek istiyoruz.
Bu konuda temel hukuki dayanağımızın, iştirak nafakasının velayetin eylemli (fiilen) olarak kullanılmasına bağlı bir alacak olmasıdır. Konuyu sebepsiz zenginleştirmeye bağlamak isterdik fakat şartları oluşmamaktadır.
Sizlerin kıymetli görüşlerini ve bu duruma ilişkin emsal Yargıtay kararlarını rica ederiz. Özellikle, icra takibi tehdidi OLMADAN yapılan bu ödemelerin sebepsiz zenginleşme hükümlerince geri alınabilme ihtimali ve dayanak kararları hakkında değerli yorumlarınızı bekliyorum.
|
|
|
|
|
|
|
|
müvekkilin motosikleti yediemin otoparkına çekiliyor ancak otoparka çekilmeden önce motosiklet hurdaya çıkmış. aradan zaman geçtikten sonra yediemin otopark ücreti için icra takibi başlatılıyor. ancak belirtildiğiüzere müvekkil aracın hurdaya çıkması nedeniyle malik bile değil. buna ilişkin yargıtay kararı olan/bilen var mıdır? ayrıca takip talebinde dayanak belge de sunulmamıştır buna ilişkin de görüşleriniz nelerdir? bu arada itiraz süresini kaçırdığımız için menfi tespit davası açmak zorunda kaldık.
|
|
|
|
|
|
|
İyi çalışmalar,
Müvekkilin bankaya borcu var ve bankaya olan borcunu ödemek için borcun olduğu banka hesabına borç tutarını yatırıyor fakat banka iban hesabını kapattıklarını söylüyor ve parayı iade ediyor. Bunun üzerine müşteri hizmetlerini arayıp yeni iban istiyor banka ise kapanan iban bilgisini tekrar vererek bedeli yatırmasını talep ediyor. Müvekkil bu yaşananların ardından bankanın personeli aracılığıyla yatırmayı deniyor ve yine iade geliyor. Son olarak müşteri hizmetleri ile görüşmesinin ardından banka kayıt oluşturduğunu söyleyip kapatıyor ardından banka ile çalıştığını söyleyen bir şahıs özel numarasından arayıp 3. bir iban verip bedeli yatırmasını söylüyor müvekkil ise yatırmıyor. Bu olaylar sonucunda müvekkilin borcu faizleniyor ve kredi notu düşüyor.
Sorum ise şu sizlerden meslektaşlarım, bu durumda izleyemem gereken yol veya yollar nedir? Borç sebebiyle yasal takip henüz başlatılmadı.
|
|
|
|
|
Yazan : ggrass,
Tarih : 13-11-2025 16:13
|
Herkese Selam Arkadaşlar,
Müvekkile haksız yüksek tutarlı bir ilamsız icra takibi yapılmış ve itiraz süresini kaçırmışlar. Bu sebeple menfi tespit davası açtıysak da takipten sonraki dava olduğu için tedbir taleplerimiz ancak paranın alacaklıya ödenmemesi hususu ile sınırlı olarak kabul edildi. Yani satışı durduramadık. Bu sebeple icra yoluyla müvekkilin köydeki evinin satılması söz konusu. Takip tutarı çok yüksek olduğu için bu miktarı müvekkilin icra dairesine depo etmesi mümkün değildir.
Menfi tespit davasının lehimize sonuçlanacağı kesin gibi görünüyor. Ancak dava sonuçlanana kadar taşınmaz belki satılmış olacak.
Bu taşınmazın satışını uzatmak maksadıyla kıymet takdiri raporuna itiraz ettik ve erteleyebildiğimiz kadar erteledik. Bu aşamada satışın geçici de olsa önüne geçmek için neler yapılabilir ?
Bu köydeki taşınmaz esasen tarla olarak gözükmekle beraber üzerinde 10'dan fazla ev var. Ve hepsinin maliki farklı. Paylı mülkiyet söz konusu ve 10'dan fazla malik var. Yalnızca müvekkilin payının satışı isteniyor. Acaba bu malikler muhdesatın aidiyeti davası açsa satışı durdurabilirler mi ? Buradaki muhdesat iddiası istihkak iddiası gibi değerlendirilebilir mi ?
Veya satışı durdurmak için itfa sebebiyle takibin iptali yapsak faydası olur mu? Oldukça zor durumda kaldık maalesef.
Her türlü tavsiyenize şimdiden içtenlikle teşekkür ederim.
|
|
|
|
|
Yazan : mamafi48,
Tarih : 12-11-2025 23:29
|
Merhabalar sayın meslektaşlarım. Bir husus da yardımınıza başvuracaktım.
Müvekkil ile kiracı arasında sözlü kira ilişkisi bulunmaktadır. Mevcut kiramız da senetle ispat sınırının altındadır.
Kiracının kira borçlarına karşılık örnek 13 iki tane icra takibi tarafımızca başlatılmıştır. Kiracı her ödeme emrini tebliğ aldıktan sonra itiraz etmeden kira bedelini icra dosyasına yatırmıştır.
Takip talebinde kira sözleşmesinin 10.11.2020 başlangıç, 10.11.2021 bitiş tarihi olacak şekilde bilgilerde girilmiştir. Kiracı tarafından her iki icra takibine de itiraz edilmemiştir.
Bildiğiniz üzere iki haklı ihtara ilişkin açılacak olan tahliye davalarında tarafların aralarında akdettikleri kira sözleşmesinin belirsiz süreli olmama koşulu bulunmaktadır.
Benim takip taleplerimde sözleşme süreleri belirtilmiş ve kiracı yanca herhangi bir itirazda da bulunulmamıştır. Ayrıca dava açmam halinde tanıkla dinletebilme imkanımda vardır. Araştırmalarım neticesinde konuya uygun yargıtay ilamı ne yazıkki bulamamış durumdayım. Bulmuş olduğum yargıtay kararlarında genellikle sözlü kira sözleşmelerinin, başlangıç ve bitiş tarihinin belirlenememesinden kaynaklı olarak "bozulmasına" şeklinde kararlar mevcuttur.
Acaba benzer bir dava açmış olan veyahut elinde bu konuya ilişkin lehe bir karar bulunan bir meslektaş yardımcı olabilirse ya da yol gösterebilirse çok sevinirim.
|
|
|
|
|
|
|
Sayın meslektaşlarım merhaba,
Yaralanmalı bir trafik kazasında müvekkilin belgeli tedavi giderleri mevcuttur. (özel hastanede ameliyat, FTR, ilaç vs. giderler)
KTK m.98; "Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmî ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır." hükmünü amir.
Yapmış olduğum incelemede, belgeli giderlerin ZMMS sigortacısından talep edildiği dosyalarda bu madde uyarınca sigortacının sorumluluğunun SGK'ya devredildiğinden / sona erdiğinden bahisle davacı aleyhine pek çok red kararı da gördüm.
Bununla ilgili uygulama gerçekleştiren meslektaşım var mıdır? Acaba SGK'dan belgeli giderlerleri nasıl talep ettiniz ve red ihtimalinde sonrasında nasıl bir dava yoluna gittiniz? Konuyu çok derinlemesine araştırmış olmama rağmen SGK ayağındaki uygulamaya dönük hiçbir veriye veya bu konuda tecrübesi olan bir meslektaşa rastlayamadım.
|
|
|
|
|
Yazan : s.bade,
Tarih : 12-11-2025 11:00
|
Merhaba meslektaşlarım, müvekkilim 94-95 yıllarında mevsimlik sigortasız işci olarak çalışmıştır. Şu an EYT'den yararlanması için hizmet tespit davası açmak istemektedir. Ancak hak düşürücü süreden kaynaklı açmamız gerektiği kanaatindeyim. Müvekkilin NEMA kesintisi mevcuttur. 2002 yılında nemadan parayı aldığını ifade etmektedir. Bu halde davayı açabilir miyiz? Hak düşürücü süreden sıkıntı yaşar mıyız? Elinizde bu konuda yargıtay kararı mevcut mudur? Dava açmasak da SGK ya başvursak nasıl bir sonuç alırız?
Şimdiden teşekkür ederim.
|
|
|
|