Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Anayasa Mahkemesi 1.Bölüm 2012-673 Esas 19.12.2013 Karar Tarihli Bireysel Başvuru İçtihat

Üyemizin Özeti
Başvurucu, 1979 yılında açılan ve 1993 tarihinde asli müdahil sıfatıyla katıldığı tespite itiraz davasının hali hazırda ilk derece mahkemesi önünde derdest olması nedeniyle "makul sürede yargılanma hakkının" ihlal edildiğini iddia etmektedir.

Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle taşınmazını uzun süren kullanamadığını ve gelirinden istifade edemediğini belirterek, 41.703,25 TL maddi ve 80.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

HÜKÜM:

A. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya 10.250,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, oy birliği ile karar verilmiştir.
(Karar Tarihi : 19.12.2013)
I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, 1979 yılında açılan ve 1993 tarihinde asli müdahil sıfatıyla katıldığı tespite itiraz davasının hali hazırda ilk derece mahkemesi önünde derdest olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 13/11/2012 tarihinde Çermik Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık görüş bildirmeyeceğini Mahkemeye iletmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

5. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. 6/2/1979 tarihinde Çermik Tapulama Mahkemesinde açılan 1979/42 esas sayılı dosyaya, başvurucu 15/4/1993 tarihinde asli müdahil sıfatıyla katılmıştır.

7. Mahkemece yürütülen yargılama sırasında verilen 16/2/2011 tarihli tefrik kararının ardından başvurucunun tarafı olduğu davanın Çermik Kadastro Mahkemesinin E.2011/7 sırasına kaydı yapılmış olup, dava ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.

B. İlgili Hukuk

8. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."

9. 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun "Genel olarak görev" kenar başlıklı 25. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir."

10. 3402 sayılı Kanun'un "Kadastro davalarında usul" kenar başlıklı 28. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder."

11. 3402 sayılı Kanun'un "Yargılama usulü" kenar başlıklı 29. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:

"Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.

Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.

Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir. "

12. 3402 sayılı Kanun'un "Deliller ve hakimin takdiri" kenar başlıklı 30. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.

Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınma: malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir."

13. 3402 sayılı Kanun'un "Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı" kenar başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur."

14. 3402 sayılı Kanun'un "Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:

"Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

15. Mahkemenin 19/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 13/11/2012 tarih ve 2012/673 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

16. Başvurucu, 1979 yılında açılan ve 1993 tarihinde asli müdahil sıfatıyla katıldığı tespite itiraz davasının hali hazırda ilk derece mahkemesi önünde derdest olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

17. Başvurucu, somut başvuruya ilişkin olarak ilk derece mahkemesince yapılan yargılamayı sonlandırır nitelikte bir karar mevcut olmadığını belirtmiştir.

18. Başvuru konusu dava, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012'den önce açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dahilindedir. Ayrıca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmekle birlikte, hukuk sistemimizde, yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 21-30).

19. Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas İnceleme

20. Başvurucu, 1979 yılında açılan ve 1993 tarihinde asli müdahil sıfatıyla katıldığı davanın hali hazırda ilk derece mahkemesi önünde derdest olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

21. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18)

22. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

23. Anayasa'nın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması" kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

"Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir."

24. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."

25. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

26. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de, Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.

27. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).

28. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §41-45).

29. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

30. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

31. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, iki adet taşınmaza ilişkin kadastro tespitine itiraz ve tescil talebinin söz konusu olduğu görülmekle, 3402 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).

32. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).

33. Başvuru konusu davanın açılış tarihi 6/2/1979 olmakla beraber, başvurucunun verdiği 15/4/1993 tarihli asli müdahale dilekçesi sonrasında, asli müdahil sıfatıyla yargılamada yer almaya başladığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, başvurucu açısından yapılacak makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak sürenin başlangıç anı, davanın açıldığı tarih değil, müdahale talebinde bulunulduğu 15/4/1993 tarihidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Cocchiarella/İtalya, B. No. 64886/01, 29/3/2006, § 113; Namlı ve Diğerleri/Türkiye, B. No. 51963/99, 23/5/2007, § 17-19; M. Ö./Türkiye, B. No. 21136/95, 19/5/2005, §25).

34. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir.(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

35. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun başlangıçta iki davacı tarafından hazine ve ilgili köy tüzel kişiliği aleyhine açılan, iki adet taşınmaza ilişkin kadastro tespitine itiraz ve tescil talebi olduğu, ancak daha sonra muhtelif parsellere ait davaların da işbu dava dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. 6/2/1979 havale tarihli dilekçe ile Çermik Tapulama Mahkemesinin E. 1979/142 sırasına kaydı yapılan dosyanın 1/8/1983 tarihli tensip zaptı sonrasında, kadastro komisyonu tarafından verilen kararın tebliğ işlemleri ikmal edilmeksizin kesinleştirilmiş olduğundan bahisle, dosyanın duruşma günü tayin edilmeksizin bölge tapulama müdürlüğüne gönderildiği ve belirtilen hususun iki yıl yedi aylık bir süreçte ikmal edildiği, akabinde beş yıl on ay boyunca bir kısım davacı mirasçılarının adres tespiti ve tebligat işlemlerinin ikmaline çalışıldığı ve müteaddit defa taraflara adreslerin bildirilmesi hususunda mehil verildiği, 26/4/1993 tarihli celsede başvurucu ve diğer iki şahsın müdahale talepleri değerlendirilerek, taleplerin kabulüne karar verildiği, verilen altı keşif ara kararının yerine getirilmemesini takiben 16/9/1994 tarihinde keşif icra edildiği, yapılan keşif sonrasında, daha önce birçoğunun adres araştırmasının yapılmasına ve yaşı küçük olan bir mirasçıya kayyum tayin edilmiş olmasına rağmen, vefat eden bir kısım davacı mirasçılarının adres tespiti hususunda tekrar ara kararlar tesis edildiği ve tebligat masraflarının taraflarca karşılanmasına hükmedildiği görülmektedir.

36. Yaklaşık beş ay sonra yapılan celsede, daha önce yapılan keşifte bir davacı tarafından sunulan tapu kaydının zemine uygulanmadığından bahisle, bir kısım evrakın ikmali hususunda çeşitli kurumlara müzekkere yazılmasına karar verildiği, akabinde yeniden keşif ara kararı verilerek, art arda verilen beş keşif ara kararı gereğinin yerine getirilmediği, keşif günü tayin edilmek üzere iki celse yargılamanın tehir edilmesini takiben, 27/5/1996 tarihinde yeniden keşif icra edildiği anlaşılmaktadır. Keşif sonrasında iki celse süreyle bilirkişi raporlarının ibrazı beklenilerek, beş ay süreyle müdahil tarafa veraset ilamı ibrazı hususunda mehil verildiği, art arda verilen iki keşif ara kararının icra edilmemesi akabinde, dosyadaki kayıtlar üzerinde fen bilirkişisi incelemesi yaptırıldığı, verilen dört keşif ara kararının icra edilmemesi ve hava koşulları nedeniyle keşif hususunun değerlendirilmesi amacıyla yargılamanın bir celse daha ertelenmesini takiben, altı ayı aşkın bir süreyle keşif icrası için yargılamanın tekrar tehir edildiği görülmektedir. Akabinde altı aylık bir süreçte, verilen beş keşif ara kararının yerine getirilmediği, takip eden bir yılı aşkın yargılama sürecinde dosyada tebligat eksiklikleri olduğundan bahisle bu hususun ikmal edilmeye çalışıldığı, bir kısım müdahiller vekiline müdahale dilekçelerinin taraflara tebliğ edilmesi hususunda mehil verilmesini takiben, 17/7/2002 tarihli celsede müdahiller vekilince feragat beyanında bulunulmasına rağmen belirtilen tebligat işlemlerine devam edilerek, yaklaşık üç ay sonra, feragat beyanı dikkate alınarak tebligat işlemlerinden sarfınazar edilmesine karar verildiği, yaklaşık dört aylık bir sürede hazine vekiline dosyayı incelemesi hususunda mehil verilerek, tarafların tefrik talebinde bulunduğu 13/11/2002 tarihli celse sonrasında ve bir yılı aşkın süre ile, tefrik talebinin eksik kayıtların ikmalinden sonra değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek tefrik talebi hakkında karar verilmediği, bu süre sonunda davacılar vekilince, tefrik talebinin değerlendirilmesi için tapu müdürlüğünden istenen evraka konu parsele ilişkin olarak bir kısım müdahiller vekilince feragat beyanında bulunulduğuna işaret edilmesi üzerine, belirtilen müzekkere cevabının beklenilmesinden vazgeçildiği, ancak bu defa da muhtelif kurumlara müzekkereler yazılması hususunda ara kararlar verildiği, iki celse dosyanın hâkim değişikliği nedeniyle tetkike alındığı ve akabinde davacılar vekiline esasa dair beyanda bulunulması için süre verildiği, ancak takip eden yaklaşık bir yıl dokuz aylık süreçte, davaya dâhil edilmemiş olan vefat eden davacı mirasçılarının bulunduğundan bahisle yeniden nüfus ve adres bilgilerinin tespiti hususunda ilgili kurumlara müzekkere yazılarak, tebligatların ikmaline çalışıldığı, akabinde üç celse boyunca dosyanın tetkike alınarak yaklaşık yedi ay sonra yeniden keşif ara kararı verildiği, art arda verilen yedi keşif ara kararının yaklaşık yedi aylık yargılama sürecinde yerine getirilmediği ve dosyanın iki defa daha tetkike alındığı, devam eden yargılama sürecinde verilen altı keşif ara kararının da icra edilmemesini müteakip, başvurucunun tefrik talebi üzerine 16/2/2011 tarihli celsede başvurucunun hak iddia ettiği parsellere ilişkin olan davanın tefrikine karar verilerek, ilgili yargılama evrakının Çermik Kadastro Mahkemesinin E.2011/7 sırasına kaydının yapıldığı görülmektedir. 7/3/2011 tarihinde tensip zaptı düzenlenen E.2011/7 sayılı dosya kapsamında, taraflara tebligat işlemlerinin yapılmaya başlanıldığı, belirtilen esas üzerinde yapılan on dört celsenin yedisinde dosyanın incelemeye alınmasına karar verildiği, dosyanın tetkike alınmasına karar verilen son celsede duruşmanın 24/1/2014 tarihine tehir edildiği anlaşılmaktadır.

37. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, özellikle bazı yargılama evrakının ilgili kurumlardan kısım kısım talep edildiği, birçok usul işleminin ikmali hususunda taraflara usul hükümlerine aykırı şekilde süreler verildiği görülmektedir. 3402 sayılı Kanun'da yer alan özel usul hükümlerine riayet edilmeyerek, Mahkemece defalarca taraf vekillerine masraf ikmali ve davaya dâhil edilmesi gereken şahısların adres tespiti hususunda süreler verildiği, verilen otuz yedi keşif ara kararının muhtelif nedenlerle yerine getirilmediği, Mahkemenin veraset ilamı tanzim yetkisi bulunmasına rağmen vefat eden dava taraflarına ait veraset ilamlarının ibrazı hususunda taraf vekillerine defalarca mehil verildiği ve bu uygulamaların davada yer alan taraf sayısı da nazara alındığında yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.

38. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın başlangıçta iki adet taşınmaza ilişkin kadastro tespitine itiraz ve tescil talebini içerdiği, ancak daha sonra muhtelif parsellere ait davaların da işbu dava dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği, davanın taraflarında elliyi aşkın kişinin yer aldığı, yargılamanın özellikle taşınmazın aynına ilişkin bir ihtilaf olması nedeniyle, keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, Kadastro Mahkemesinde geçen yargılama sürecinde, Kadastro Mahkemesinde tatbiki gereken yargılamayı hızlandırıcı niteliğe sahip özel usul hükümlerine riayet edilmediği ve verilen ara kararların birçoğunda taraflara usul hükümlerine aykırı şekilde süreler verilerek, yapılması gereken işlemlerin masraf ikmal edilmemesi gibi nedenlerle yerine getirilmediği ve dosyanın defalarca tetkike alındığı anlaşılmaktadır.

39. 3402 sayılı Kanun'da yer alan özel usul hükümleri ile bu Kanunda hüküm bulunmaması durumunda uygulama alanı bulacak olan ve medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun'un 30. maddesi, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

40. Özellikle Kadastro Mahkemesinde geçen somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca hazırlanması ilkesinin geçerli olmadığı nazara alındığında, yargılama makamlarının davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünün daha dikkatli bir şekilde ele alınması gerekmektedir ((B. No. 2012/12, 17/9/2013, § 58; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ümmühan Kaplan/Türkiye, B. No.24240/07, 20/3/2012, § 22; Veli Uysal/Türkiye, B. No.57407/02, 4/3/2008; Namlı ve Diğerleri/Türkiye, B. No.51963/99, 23/5/2007; Nalbant/Türkiye, B. No.61914/00, 10/8/2006).

41. Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, yukarıda belirtilen özel usul hükümleri nedeniyle başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilememiştir.

42. Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında başvurucu açısından söz konusu olan yaklaşık yirmi bir yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

43. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

44. Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle taşınmazını uzun süren kullanamadığını ve gelirinden istifade edemediğini belirterek, 41.703,25 TL maddi ve 80.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

45. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.

46. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarım ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

47. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

48. Başvurucu açısından geçerli olan yaklaşık yirmi bir yıllık yargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya takdiren 10.250,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

49. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 2.812,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

50. Başvurucu açısından yargılamanın yaklaşık yirmi bir yıl sürdüğü ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM: Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya 10.250,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine, 19/12/2013 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
İlgili Mevzuat Hükmü : Türkiye Cumhuriyeti Anayasası MADDE 148 :Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler(Ek İbare: 7.5.2010 5982/18) ve bireysel başvuruları karara bağlar. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.
Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.
Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.
Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def'i yoluyla da ileri sürülemez.
Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını,(Ek İbare: 7.5.2010 5982/18)-Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını-, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.
Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar.
Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya Cumhuriyet Başsavcıvekili yapar.
(Değişik Fıkra: 7.5.2010 5982/18) Yüce Divan kararlarına karşı yeniden inceleme başvurusu yapılabilir. Genel Kurulun yeniden inceleme sonucunda verdiği kararlar kesindir.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir.



 
Şerhi Ekleyen Üyemiz:
Av.Ufuk BOZOĞLU
Hukukçu
Avukat
Şerh Son Güncelleme: 26-12-2014

THS Sunucusu bu sayfayı 0,02847099 saniyede 8 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.