Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, Esas: 2001/12708, Karar: 2002/8915 İçtihat

Üyemizin Özeti
Haksız fiil sorumluluğunda, tazmin borcunun doğabilmesi için "ihtimal" yeterli olmayıp "zarar"ın doğmuş olması gerekmektedir.
(Karar Tarihi : 11.07.2002)
"Davacı B____ vekili tarafından, davalı T____ Genel Müdürlüğü aleyhine 11.12.2000 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.6.2001 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

Dava, haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalı T____ Genel Müdürlüğünün sorumluluğunda faaliyet gösteren Termik Santralin çevreye zarar verdiğini, bu durumun 17-18 senedir devam ettiğini, Aydın idare Mahkemesi kararının uygulanmadığını müvekkilinin doktor olup bu konuda geniş bir arşive sahip olması nedeniyle endişe ve eleminin daha da yoğunlaştığını, davalının eyleminin Anayasanın 17 ve 56. maddelerine aykırı olduğunu, santralin çevre ve insan sağlığına zararlı inversion etkisi ve mahkeme kararına rağmen tam kapasite çalışmaya devam ederek yarattığı zararlarla müvekkilinde; kendisi, ailesi, hemşehrileri ve kenti açısından derin üzüntü, endişe ve eleme yol açtığını ayrıca bu zararlı faaliyetiyle Anayasal temel hakları ihlal ederek bireyin kişilik haklarına ağır saldırıda bulunduğunu ileri sürerek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı vekili ise iddiaları kabul etmemiş, santralin hava kalitesi kontrol yönetmeliği hükümlerine uygun olarak faaliyetini sürdürdüğünü, TÜBİTAK'la işbirliği yapılması sonucu sürekli ölçüm yapıldığını, SO2 gazının belli bir orana ulaşması durumunda faaliyeti yavaşlattıklarını veya durdurduklarını, SO2 gazının emisyonunun önlenmesi için baca gazı arıtma tesislerinin bitme aşamasına geldiğini, Yatağan'daki hava kirliliğinde kentsel ısınmada kullanılan kömürlerin etkili olduğunu, istenen miktarın fahiş olduğunu, santralin ilçenin sosyal ve ekonomik kalkınmasında çok büyük rolü olduğunu, nimet ve külfetin paylaşılması gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, santralin Aydın 1. İdare Mahkemesinin 30.12.1996 tarihli kararına rağmen çevre kirliliği ile ilgili önlemler alınmadan, faaliyetini sürdürdüğü, bunun haksız eylem teşkil ettiği, ayrıca Anayasanın 17 ve 56. maddelerine aykırılık oluşturduğu, Medeni Kanununun 24 ve BK. 49 maddelerine göre manevi tazminat istenebileceği, ancak BK.nun 43. maddesinin de göz önüne alınması gerektiğine işaret edilmek suretiyle manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Mahkemece de kabul edildiği gibi dava, haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkin olduğundan öncelikle haksız fiilin tanımı ve unsurları üzerinde durulmalıdır. BK.nun 41/1 maddesine göre "gerek kasten, gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir suretle diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, zararın tazminine mecburdur". Kusur sorumluluğu olarak da tanımlanan haksız fiil sorumluluğunun kurucu unsurlarının 1- Davranış (fiil), 2- Zarar, 3- İlliyet bağı, 4- Kusur, 5- Hukuka aykırılık olduğu tartışmasızdır. Sorumluluğun doğabilmesi için bu unsurların tümünün gerçekleşmiş olmalıdır. Birinin eksik olması durumunda sorumluluktan söz edilemez.

Dava konusu olay yönünden öncelikle "zarar" unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun incelenmesi uygun görülmüştür. Zira, diğer bütün unsurlar gerçekleşmiş olsa bile "zarar" yok ise tazminat isteminin reddi gerekecektir. Bu açıdan zarar, haksız fiil sorumluluğunun en önemli unsurunu oluşturmaktadır. Tazminat borcunun doğabilmesi için belli bir zararın gerçekleşmesi gerekir. Zarar olmayan yerde hukuki sorumluluk yoktur. Ceza hukukunda suça teşebbüs, failin cezalandırılması için yeterli olduğu halde sorumluluk hukukunda zarar vermeye teşebbüs, tazminat borcu doğurmaz. Zira, sorumluluk hukukunun başlıca amacı cezalandırmak değil, gerçekleşen zararı karşılamaktır. (Bkz. Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler 7. Bası, Ekim 2001 İstanbul Sahife - 487)

Somut olayda davacı, davalı tarafından meydana getirildiğini iddia ettiği kirli hava nedeniyle bir rahatsızlığa uğradığını, vücut bütünlüğünde bir eksilme meydana geldiğini kanıtlayamamıştır. Esasen dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının kirli hava nedeniyle kendisi, ailesi ve hemşehrileri adına endişe duyduğu ve bu nedenle manevi tazminat istediği anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi davacı sağlığındaki somut bir eksilmeye dayanmamaktadır. Hukuk sistemimiz bu tür bir üzüntünün karşılanmasına imkan vermemektedir. Davalının sebep olduğu ileri sürülen kirli hava davacının sağlığı yönünden bir tehlike yani bir ihtimal oluşturmuştur. Ancak az yukarıda değinildiği gibi "ihtimal" tazmin borcunun doğabilmesi için yeterli olmayıp "zarar"ın doğmuş olması gerekmektedir.

Davacının dinlettiği tek tanık Y____, davacının doktor olduğunu, kirli hava nedeniyle çıkan haberler yüzünden davacının panik yaşadığını, ancak Yatağan'ı bırakıp gitmek yerine kirli hava ile ilgili önlemler alınması yolunda kamuoyu oluşturmaya çalıştığını, davacıya gelen hastaların ne olacak, biz böyle ölecek miyiz, demeleri karşısında davacının panik yaşadığını, Belediye ve Kaymakamlık tarafından yapılan anonslar neticesinde hep beraber ruhsal bunalım geçirdiklerini söylemiştir. Tanığın bu ifadesinin zarar unsurunu gerçekleştiğinin kanıtı olamayacağı açıktır.

O halde diğer yönlerin incelenmesine gerek görülmeden davanın reddi gerekir.

KARAR : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle (BOZULMASINA), 11.7.2002 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY AÇIKLAMASI : Dava, haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalı T____ Genel Müdürlüğünün sorumluluğunda faaliyet gösteren Termik Santralin çevreye zarar verdiğini, bu durumun 17-18 senedir devam ettiğini, Aydın idari Mahkemesi kararının uygulanmadığını müvekkilinin doktor olup bu konuda geniş bir arşive sahip olması nedeniyle endişe ve eleminin daha da yoğunlaştığını, davalının eyleminin Anayasanın 17 ve 56. maddelerine aykırı olduğunu, santralin çevre ve insan sağlığına zararlı inversion etkisi ve mahkeme kararına rağmen tam kapasite çalışmaya devam ederek yarattığı zararlarla müvekkilinde; kendisi, ailesi, hemşehrileri ve kenti açısından derin üzüntü, endişe ve eleme yol açtığını ayrıca bu zararlı faaliyetiyle Anayasal temel hakları ihlal ederek bireyin kişilik haklarına ağır saldırıda bulunduğunu ileri sürerek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı vekili ise iddiaları kabul etmemiş, santralin hava kalitesi kontrol yönetmeliği hükümlerine uygun olarak faaliyetini sürdürdüğünü, TÜBİTAK'la işbirliği yapılması sonucu sürekli ölçüm yapıldığını, SO2 gazının belli bir orana ulaşması durumunda faaliyeti yavaşlattıklarını veya durdurduklarını, SO2 gazının emisyonunun önlenmesi için baca gazı arıtma tesislerinin bitme aşamasına geldiğini, Yatağan'daki hava kirliliğinde kentsel ısınmada kullanılan kömürlerin etkili olduğunu, santralin ilçenin sosyal ve ekonomik kalkınmasında çok büyük katkısı bulunduğunu, nimet ve külfetin paylaşılması gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece santralin, bugünkü haliyle işletilmesinin durdurulmasına ilişkin istemin reddi üzerine, bu red kararının öncelikle yürütülmesinin durdurulması ve iptaline ilişkin idari mahkemelerince verilen kararlara karşın halen santral işletilmektedir. Bu çalışma sonucu santralin çevreye ve insan sağlığına zarar verdiği dosya kapsamı ve eki olan dosyalardaki kanıtlarla sabittir. Bu haliyle aynı ortamda yaşayan davacının endişe ve üzüntü duymaması düşünülemez. Dolayısıyla zarar gördüğü kabul edilmek gerekir. Bu nedenle istemin kısmen kabulü yönünde hüküm kurulmuştur.

Kararın davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine daire, davacının zararını kanıtlayamadığını belirterek, dava reddedilmek üzere bozulması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bozma kararına ve dayanılan gerekçeye katılamıyorum. Şöyle ki;

Dava, çevrenin kirletilmesi sonucu uğranılan kişisel zararın ödetilmesine ilişkindir. Diğer bir anlatımla davacı, çevresel zarar nedeniyle değil, çevrenin kirletilmesi sonucu uğradığı manevi zararını istemektedir.

Bozma kararında, sorumluluğun koşulları ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Bunları tekrar etmeyeceğim. Ancak sorumluluğun önemli bir koşulu olan zarar kavramı üzerinde kısaca durmak istiyorum. Zarar, bir kimsenin malvarlığındaki eksilmedir. Başka bir anlatımla zarar verici eylemden önceki malvarlığı ile eylemden sonraki malvarlığı arasındaki fark zarardır. Bu maddi zarar olabileceği gibi, manevi zarar da olabilir. Her somut olayda her iki tür, özellikle manevi zararın miktarını tam olarak belirlemek çoğu zaman olanaksızdır, işte bunun içindir ki, maddi zararın miktarının tam olarak belirlenememesi durumunda yargıca BK. 42. maddesi uyarınca zarar miktarının belirleme yetkisi verilmiştir. Yine manevi tazminatında aynı yasanın 49. maddesine göre yargıç tarafından takdir edileceği hükme bağlanmıştır. Bunun içindir ki, her somut olayda, zararın olup olmadığı ve miktarının o olaya özgü yöntemlerle belirlenmesinde zorunluluk ve gereklilik vardır.

incelemekte olduğumuz olay, çevre kirliliği sonucu verilen zararla ilgilidir. Davacı dilekçesinde, idare mahkemesinin kararlarına ve bu kararların dayanağı olan santralin çevre ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle, kendisinin, ailesinin ve hemşehrilerinin üzüntü ve endişe duyduğunu, temel yaşama hakkına sınırlama getirildiğini iddia etmiştir.

Şu açıklamalardan anlaşılacağı üzere davacının, teoride "yığın davaları" olarak isimlendirilen ve çevrenin kirletilmesi sonucu, bunun bir veya birkaç kişiyi hatta grupları değil, yığınları, somut olayda olduğu gibi, bir şehri ilgilendirmesi durumunda, bir kişinin açtığı davanın, diğerlerini de kapsar biçimde bir anlam taşımasıdır, ilk bakışta, böyle bir öneri veya teorinin kabul edilemezliği düşünülse dahi, bu öneri ve teorinin yaşama geçirildiği ve uygulandığı ülkeler bulunmaktadır. (ABD, İngiltere, Kanada, Belçika, Hollanda ...gibi). Hukukumuzda, yazılı bir düzenleme yapılmadığından bugün için böyle bir uygulama bulunmamaktadır. Fakat uygulamada bu gereksinme sivil toplum örgütlerinin açtığı davalar sonucu, bu açıklık giderilmektedir. Ancak, gerek zaman ve para kaybını önlemek için, salt bu konularla ilgili olarak "yığın davaları" olarak adlandırılan ve bir veya birkaç kişinin açtığı davalar sonucu alınan kararlar, aynı eylemden zarar görenleri de kapsar biçimde bir düzenlemenin yapılmasında zorunluluk bulunmaktadır.

Kişi, sağlıklı ve doğanın sağladığı olanaklardan yararlanmak hakkına sahiptir. Bu halde, kişinin mutluluğundan ve sağlıklı yaşamından söz edilebilir. Ancak bu halde kişi, kendini geliştirebilir, sağlıklı düşünebilir ve üretici konumuna gelebilir.

Kişi bu değerleri, sağlıklı olmayan bir çevrede elde edemez. Çünkü çevre, insanı etkileyen dış koşulların bütünüdür. Her canlı varlık, hatta cansız varlıklarda, çevredeki fiziksel ve kimyasal ortama göre biçimlenirler, sağlıklı ya da sağlıksız olurlar. Bunun içindir ki, Stockholm Konferansında; "insan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir" ilkesini kabul etmiştir. Bu bildiri bağlayıcı olmasa da, önemli bir belge olarak göz önünde tutulması gereklidir. Çünkü bütün insanlar, özellikle doğanın sağladığı olanaklardan yararlanma hakkına sahiptir. Bu bir çevre hakkıdır. Bu hakkın varlığı için, bir yasal düzenlemeye gereksinme bulunmamaktadır, insanın varoluşu ile, doğada var olan çevre hakkı da varlık kazanmaktadır. Çevre hakkının varlığı, insan haklarının temelini oluşturur, İnsanın değerine, onuruna ve gelişmesine engel teşkil etmeyecek bir çevrede yaşaması, yaşamın vazgeçilmez bir unsurudur. Böyle bir olumsuzluğun, kişinin ruhsal fiziki ve bedensel bütünlüğünü bozacağı doğaldır. Bu hak, salt insanlar için değil, doğadaki tüm canlı ve cansız varlıklar için gereklidir. Bu tanımdan, doğanında bizatihi kendi hakkı olduğu, kendini yaşatma ve koruma hakkı bulunduğu kabul edilmek gerekir. Diğer bir anlatımla çevre, hem tüm varlıkların üzerinde hak sahibi olduğu bir ortam hem de çevrenin bizzat kendini koruma ve geliştirme hakkı vardır. Çevreye karşı yapılan saldırıların, bizzat ve yine çevre tarafından karşılık verildiği ve bunun sonucunda yine çevre ile birlikte insanın zarar gördüğü bilinen, yaşanan bir olgudur. Çevrenin ve çevre hakkının, ne denli önemli ve vazgeçilmez bir hak olduğu giderek daha iyi anlaşılmakla ve korunması için, son derece etkin çabalar harcanmaktadır. Bunun içindir ki çevre hakkı, giderek önem kazanmıştır.

Temyiz dilekçesinde ve bozma ilamının gerekçesinde yer aldığı üzere davalının, yürüttüğü iş itibariyle çevre halkına iş olanağı sağladığı, çevre ile birlikte ülke ekonomisine yarar sağladığı konusuna gelince, böyle bir olgudan dolayı davacının ve bu bağlamda çevre halkının sağlığının tehlikeye sokulması ve olumsuz etkilenmesine hoşgörü ile bakılması sonucunu doğurmaz. Kaldı ki, bu santral, salt bölge halkının değil, toplumun daha geniş olan gereksinmelerini karşılamaktadır. Ve bundan da büyük karlar elde etmektedir. Savunulan ve bozma ilamında yer alan bu gerekçenin, davacıya ne gibi bir yarar sağladığı belirlenmiş de değildir. Çevre halkı üzerinde ekonomik yarar sağladığı kabul edilse dahi, bu yarardan dolayı davacının sağlığının tehlikeye girmesini hukuka uygun hale getirmez. Diğer bir anlatımda başkasına yarar sağlanacak diye, davacının zarar görmesi hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaz. Kaldı ki, davalı kurum, alacağı önlemlerle zararları önleme olanağına da sahiptir. Çağın gelişmiş teknik olanakları, bu sonucu sağlayacak güçte ve yeterliktedir. Bu tür çalışma ve önlemlerin alınmadığı da dosyadaki raporlarla sabittir.

Somut olayda davacının, doğal dengesi bozulan bir ortamda yaşadığı açıktır. Bu husus, Türk Tabipler Birliği tarafından hazırlanan rapor ile sabittir. Çok geniş kapsamlı olan bu raporda, Yatağan şehir merkezinde kirlilik oranının normalin çok üzerinde bulunduğu, solunum sistemi hastalıklarının, Muğla iline göre iki kat fazla olduğu, bunun baca gazından kaynaklandığı geniş bir şekilde açıklanmıştır. Yine dosya içinde hava kirliliğini ve bunun sağlık üzerindeki olumsuz etkileri ile ilgili olarak pek çok yayınlar yer almakta ve bu yüzden idari yargı tarafından verilmiş kararlar bulunmaktadır.

Çevre Kanununun 28. maddesi, çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumlu oldukları kuralını getirdikten sonra, kirletenin meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğunun saklı olduğunu düzenleme altına almıştır. Şu düzenleme itibariyle, doğayı kirletenin ve bozanın kusursuz sorumlu olduğu kuralı getirilmiş ve ayrıca verilen zararında genel hükümlere göre ödetilmesi gerektiği açıklanmıştır. Bundan şu ilkeler çıkarılabilir. Kirleten öder ilkesi ve önleyicilik ilkesidir. Ayrıca, yasadaki bu düzenleme ile bir kusursuz sorumluluk ilkesi getirilmiştir. Diğer bir anlatımla, doğan zarardan dolayı kusurunun bulunmadığını, zarar veren yani davalı kanıtlayacaktır.

Olayımızda davacı, davalıya ait ve davalının işletici olduğu Yatağan Termik Santralinin çevreye önemli ölçüde zararlar verdiğini, bu bağlamda kendisinin de aynı çevrede ve ortamda yaşadığını, aynı yerde yaşayanlar gibi önemli ölçüde solunum rahatsızlığı bulunduğunu, tanıklar ve dosyadaki diğer kanıtlarla da bu iddia doğrulanmıştır. Böyle kişisel bir doğrulama olmasa dahi, davacının aynı çevrede yaşadığı, oturma yerinin ve işinin aynı kentte olduğu bu kentinde davalının eylemi nedeniyle kirletildiği açıktır. Böyle bir durumda davacının zarar görmediğini, hatta, yaşamında, verimli çalışmasında ruh dengesinde bir olumsuzluğun bulunmadığı söylenemez. Bu denli açık bir olguyu davacının kanıtlaması da gerekmez. Bu olgu, termik santralin çevreyi kirlettiği ve bu kirliliğinde ürün, kişi ve çevre üzerindeki olumsuz etkisidir. Kirliliğin ürüne zarar verdiği bu yüzden davalının tazminatla sorumlu tutulduğu mahkeme kararları ile de sabittir. Şu halde, bu kadar açık bir olgunun aksini iddia eden kanıtlamalıdır. Yani davalı davacının termik santralin çevreye verdiği bir kirlenmenin bulunmadığını, olsa bile bu kirlenmenin çevreye, kişilere ve bu bağlamda davacıya zarar vermediğini kanıtlaması gerekmektedir. Böyle bir kanıt da getirilmiş değildir.

Açıklanan tüm bu olgular ve dosyada yer alan diğer kanıtlar gözetildiğinde davacının zarar görmediğinden söz edilemeyeceği, mevcut ortam ve olgular itibariyle, zarar görmediğinin davalı tarafından kanıtlanamadığı kabul edilmek gerekir. Bu nedenle de yerel mahkeme kararı hukuka ve yasaya uygundur. Onanması gerektiği düşüncesindeyim. Bu nedenle bozma nedenine katılamıyorum.

Bilal KARTAL

Başkan "
İlgili Mevzuat Hükmü : Borçlar Kanunu (Eski) MADDE 49 :(Değişik: 3444 - 04.05.1988) Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dâva edebilir.

Hâkim, manevi tazminatın miktarını tâyin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.



 
Şerhi Ekleyen Üyemiz:
Av.Nevra ÖKSÜZ
Hukukçu
Avukat
Şerh Son Güncelleme: 14-04-2013

THS Sunucusu bu sayfayı 0,01907611 saniyede 8 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.